Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Diyanette Tarihi Ramazan Skandalı!

Diyanet'te tarihi Ramazan skandalı

Emrullah Öztürk/ TIMETÜRK
Hilal gözetleme, ülkemizde ve İslam âleminde bir türlü çözüme kavuşturulamayan bir mesele. Ramazan yaklaşırken Hilalin görülmesi konusu yıllardır Müslümanların gündeminde yer alan tartışmalardan biri.
Konunun tartışılan tarafı, ilmi verilere dayanarak hazırlanan takvimlerde belirtilen Ramazan ve bayram günleriyle hilali gözetleyip, görüldüğünde duyurulan günün farklılık arzetmesi halinde Müslümanların kafasında oluşturulan tereddütler...
Bir taraf hilalin çıplak gözle görülmesi gerektiğini savunurken karşı taraf tekonolojik imkânların hilalin tespitini mümkün kıldığını öne sürüyor.
Peki, hangi taraf haklı?
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI'NIN 22 YILDIR GİZLEDİĞİ HATA NE?
Milli Gazete yazarlarından Ebubekir Sifil konuyla ilgili yaşanan tartışmaları dün köşesine taşırken 1986 - 1987 yıllarında Diyanet İşleri Başkanlığı'nda yaşanan ve yıllardır halktan saklanan bir skandalı gözler önüne serdi. Harameyn Turizm'in sahibi Ahmet Ziya İbrahimoğlu'na, o yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı Vakit Hesaplama Şubesi'nin müdürü olarak görev yapan Albay Arif Hikmet Köklü tarafından aktarılan olay, hilal gözetleme sorumluluk ve geleneğini Türkiye'de ne kadar zayıf ve yetersiz hale düşürüldüğünün acı bir göstergesi.
Ahmet Ziya İbrahimoğlu 1986 - 1987 yıllarında hilalini nasıl gördüğümüzü, birinde bir gün, diğerinde iki gün sonra Türkiye'de bayram yapılmış olması sebebiyle Müslümanların bayram günlerinde oruç tutma durumunda kalmalarını anlatmaya çalışırken, belgelerini sunmasına fırsat bırakmadan: “Evet bahsettiğiniz o iki yılda Türkiye'de biz hata yaptık Suudi Arabistan'dan hilalin görülmesi doğrudur. Mesele ilmin yanılması değil, hilalin kavuşma anıyla, dünyadan görülme anı konusundaki hatalı değerlendirmeden kaynaklanmaktadır. Bu yanılmayı ben zamanın Diyanet İşleri Başkanı'na bildirdim; fakat takvimlerden farklı bir bayram günü duyurmanın bazı sıkıntılara yol açabileceği endişesiyle Diyanet İşleri Başkanlığı sessiz kalmayı tercih etti” dediğini aktardı.
TEK HatayI TÜRKİYE Mİ YAPTI?
İbrahimoğlu, bununla beraber Suudi Arabistan'daki uygulamada hata yapılmadığını veya yapılmayacağını da asla söylemek istemediğini de net bir şekilde ifade ediyor. İki binli yılların başında Ru'yet-i Hilal konusunda Suudi Arabistan'da da iki yıl hatalı uygulama yapıldığına dikkat çeken İbrahimoğlu hata anlaşılınca kamuoyuna duyurularak eksik kalan günlerin kaza edilmesi gerekliliği hatırlatılmış olduğunu belirtti.
Bu durumda her iki tarafın da hata yapabileceğini kabul etmek gerektiğini belirten İbrahimoğlu, 'dinini yaşamakta hassas ve duyarlı davranan Müslümanların nasıl hareket etmesi gerektiğini de ifade etmemiz lazım' dedi.
Suudi Arabistan'da hilali gözetleme anlayışı örf olarak yaşatılmaya çalışılıyor. İbrahimoğlu takip edilen usulun, yeteri kadar titiz davranılmasa da doğru olduğunu savunurken, bizde ise usulun doğru olmadığı gibi uygulamada da gereken titizlik ve hassasiyetin gösterilmediği tespitinde bulundu.
BİRLİK NASIL SAĞLANIR?
Eski Fetva Kurulu başkanlarından Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır'a göreyse eğer ufukta görüntüye engel bir şey varsa, dürüst bir müslümanın Ramazan hilalini gördüğüne dair yaptığı şahitlik geçerli sayılarak Ramazan ilan edilir. Ufuk açıksa o zaman, yalan söylemek için aralarında anlaşmış olmaları imkânsız olan bir topluluğun şahitliği aranır.
Bir yerde hilalin görüldüğü sabit olunca bütün müslümanların oruca başlamaları gerektiğini belirten Bayındır, Namaz vakitlerinin bölgelere göre farklılık göstermesi gibi hilalin görülmesinde de farklılıklar (ihtilâf-ı metâli) olacağını, ancak bir bölgede tespit yapılınca artık farklılıklara itibar edilemeyeceğini savundu.
Bir hadiste konuya şu şekilde işaret ediliyor: 'Ramazan hilalini görünce oruca başlayın, Şevval hilalini görünce orucunuza son verin. Eğer buluttan hilal görülmezse Şaban ayını 30'a tamamlayın.” Hem Peygamberin emrini yerine getirmek hem de astronomi âlimlerinin devamlı denetimini sağlamak için hesabın yanında ayrıca gözlemlerin yapılması gerektiğini belirten Bayındır, gözlem konusunun başıboş bırakılmasını, belirtilen şartlar içinde ve belli bir disiplin altında denetlenmesi gerektiğine dikkat çekti. Bayındır, böyle davranıldığı takdirde arzulanan birliğe ulaşılmış olacağını savunurken gerekçesini şu sözlerle açıklıyoır: 'Çünkü yalnız hesaba uymak herkesi tatmin etmez. Bu titizlik ve dikkati gösteren ülke zamanla bu işin önderi olur. Böylece hem o ülkenin kendi Vatandaşları içinde hem de bütün Müslümanlar arasında birlik sağlanmış olur. '
1974'TE TÜRKİYE'DE HANGİ ESASLAR BELİRLENDİ?
Hilal görülmesi tartışmalarına çözüm bulmak için 1974'te Diyanet İşleri Başkanlığı geniş çaplı bir çalışma başlatmış. Kandilli Rasathanesi yetkilileri ile İstanbul'da günlerce süren ilmî toplantılar gerçekleştirilmiş. Müzakereler sonunda Kandilli Rasathanesi'nin yıllardan beri devam edegelen tatbikatında bazı değişiklikler yapılması uygun görülmüş. Bu geniş çaplı çalışmanın içindeki isimlerden biri olan Prof. Dr. Hayrettin Karaman, varılan anlaşmada hesaplamalarının belirlenen şu esasları göre yapıldığını aktarıyor: İslâm aleminde 'ihtilâf-ı metâli' denilen, ayın farklı bölgelerde, farklı zamanlarda doğması nazarı itibara alınmayacak. Yani ay, İslâm aleminin herhangi bir yerinde görülürse, diğer ülkeler o ayı görmeseler bile ilk olarak ayı görmüş olan memleketin hilali görmesine itibar edilir. İslâm'da birlik ve beraberliği sağlamak için diğer bölgelerde farklı zamanlarda ayın görülmesine itibar edilmez.
Karaman bunun tatbikattaki neticesini şöyle yorumluyor: O güne kadar Fas'taki tepeyi, hesaplamanın başlangıç noktası almış olan Kandilli Rasathanesi artık bu nirengi noktasını bırakacaktı. Ekvatorun kuzeyindeki +50 paralel dairesi ile, ekvatorun güneyindeki -50 paralel dairesi arasındaki topyekün 100 derecelik paralel dairelerini tarayacaktı. En erken hangi paralel dairesi üzerinde ay görülüyorsa ona göre kamerî ayın başlangıcını tayin edecek ve diğer bölgeler için de başlangıç zamanı böylece birleştirilmiş olacaktı.
Kandilli Rasathanesi 1974 tarihli protokolden sonra 1975 yılı için yaptığı hesaplamalarda bu esaslara uyduğunu belirten Karaman, fakat yine de İslâm âleminin bazı memleketleri ile yurdumuz arasında farklı bayramların devam ettiğini ifade ediyor.
İSLAM KONFERANSI TEŞKİLATI İÇİNDE NEDEN BÖYLE BİR YAPI YOK?
Dr. Ebubekir Sifil ise, aslolan her iki metodun birlikte uygulanması ve sonuçların her iki metod esasında değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor. Bunu yapacak olanın da, İslam Konferansı Teşkilatı yahut bütün İslam ülkelerinin iştIrak ettiği benzeri bir yapılanmanın olduğuna işaret ediyor.
Kaynak: Time Turk
Tarih: 12:31:16 27.08.2008

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Evvabin Namazı Duha (Kuşluk) Namazıdır

Evvabin Namazı Duha (Kuşluk) Namazıdır
Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş
“Evvabin Namazı” İsminin Kuşluk Namazına Ait Olduğunun Delilleri:
1- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu ki;
لاَ يُحَافِظُ عَلَى صَلاَةِ الضُّحَى إِلاَّ أَوَّابٌ قال : و هي صلاة الأوابين
“Duha namazına ancak evvab (Allah’a çokça tevbe edip yönelen) kimse devam eder. O (duha namazı) evvabin (Allah’a yönelen kimselerin) namazıdır.” Bunu İbn Huzeyme ve Hakim rivayet ettiler.[1]
2- Zeyd b. Erkam radıyallahu anh’den: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem:
صَلاَةُ الأَوَّابِينَ حِينَ تَرْمَضُ الْفِصَالُ
“Evvâbîn namazı, sıcaktan deve yavrularının ayakları yandığı[2] zaman kılınır.” Buyurmuştur.” Bunu Müslim rivayet etti.[3]
3- Aynısını Abd b. Humeyd ve Hafız Semmuye; Abdullah b. Ebi Evfa radıyallahu anh’den rivayet ettiler.[4]
4- Zahir b. Tahir es-Sudasiyat adlı eserinde sahih isnad ile Enes radıyallahu anh’den rivayet ediyor: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
يَا أَنَسُ صَلِّ صَلاَةَ الضُّحَى فَإِنَّمَا هِيَ صَلاَةُ الأَوَّابِينَ مِنْ قَبْلِكَ
“Ey Enes! Duha namazını kıl. Zira o senden önceki evvabin’in (Allaha yönelenlerin) namazıdır”[5]
5- Deylemi, Ebu Hureyre radıyallahu anh’den rivayet ediyor: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
صلاة الضحى صلاة الأوابين
“Duha namazı evvabin namazıdır”[6]
6- Ebu’l-Kasım el-Munadili, Cüz’ünde el-Esbag b. Nubate’den rivayet ediyor:
أبصر على بن أبى طالب ناسا صلوا صلاة الضحى حين بزغت الشمس فقالوا تخيروا صلاة الأوابين قالوا وما صلاة الأوابين قال صلاة الأوابين ركعتان وصلاة المسبحين أربع وصلاة الخاشعين ست وصلاة الفتح ثمان ركعات صلاة رسول الله - صلى الله عليه وسلم - يوم فتح مكة وصلاة مريم ابنة عمران اثنتا عشرة ركعة من صلاها فى يوم بنى الله له بيتا فى الجنة
Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh bazı insanların güneş tepedeyken duha namazı kıldıklarını gördü. “Evvabin namazını tercih edin” dediler. “Evvabin namazı nedir?” denildi. Oda dedi ki: “Evvabin namazı, iki rekattır. Tesbih ediciler onu dört rekat kılar. Huşu sahipleri onu altı rekat kılar. Fetih namazı ise sekiz rekattır ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’nin fethi gününde bunu kılmıştır. Meryem bt. İmran’ın namazı ise on iki rekattir. Bu namazı kılan için Allah cennette bir ev yapar.”[7]
7- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den:
أوصانى خليلى بثلاث لا أنام إلا على وتر وأن أصوم ثلاثة أيام من كل شهر وأن لا أدع ركعتى الضحى فإنها صلاة الأوابين
“Dostum (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem) bana üç şey tavsiye etti; vitir kılmadan uyumamam, her aydan üç gün oruç tutmam ve iki rekat duha namazını terk etmememi tavsiye etti. Zira bu evvabin namazıdır.”[8]
8- Ali radıyallahu anh insanların güneş doğarken namaz kıldıklarını gördü ve şöyle dedi:
عَنْ عَلِيٍّ : أَنَّهُ رَآهُمْ يُصَلُّونَ الضُّحَى عِنْدَ طُلُوعِ الشَّمْسِ ، فَقَالَ : هَلاَّ تَرَكُوهَا حَتَّى إذَا كَانَتِ الشَّمْسُ قِيدْ رُمْحٍ أَوْ رُمْحَيْنِ ، صَلَّوْهَا فَذَلكَ صَلاَةُ الأَوَّابِينَ
“Bunu güneş bir veya iki mızrak boyu yükselinceye kadar terk edin! Bu miktar yükselince kılın zira bu evvabin namazıdır.”[9]
Akşam Namazından Sonra Evvabin Adıyla Kılınan Namaz Sabit Değildir
1- İbn Nasr, Muhammed b. Munkedir’den mürsel olarak rivayet ediyor:
من صلى ما بين المغرب والعشاء فإنها من صلاة الأوابين
“Kim akşam ile yatsı arasında namaz kılarsa o evvabin namazıdır”[10]
2- İbn Merduye, İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor:
من عقب ما بين المغرب والعشاء بنى له فى الجنة قصران ما بينهما مسيرة مائة عام وفيهما من الشجر ما لو يراهما أهل المشرق وأهل المغرب لأوصلهم فاكهة وهى صلاة الأوابين وهى غفلة الغافلين وإن من الدعاء المستجاب الدعاء الذى لا يرد ما بين المغرب والعشاء
“Akşam ile yatsı arasında namaz kılana cennette iki saray yapılır ki ikisinin arası yüz yıllık mesafedir. Arası ağaçlarla doludur. Doğulular ve batılılar bu ikisini görmüş olsaydılar onun meyvelerine ulaşırlardı. Bu evvabin namazıdır ki, gafiller bundan habersiz kalır. Muhakkak bu vakitte kabul edilen dua vardır. Akşam ile yatsı arasında edilen dua geri çevrilmez.”[11]
3- İbn Zencuye İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan mevkuf olarak rivayet ediyor:
إن الملائكة لتحف بالذين يصلون بين المغرب والعشاء وهى صلاة الأوابين
“Muhakkak ki melekler akşam ile yatsı arasında namaz kılanlara hediye verirler. Bu namaz evvabin namazıdır.”[12]
4- Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma şöyle demiştir:
صَلاَةُ الأَوَّابِينَ مَا بَيْنَ أَنْ يَنْكَفِتَ أَهْلُ الْمَغْرِبِ إِلَى أَنْ يُثَوَّب إِلَى الْعِشَاءِ
“Evvabin namazı; akşam namazını kılanların yatsı namazını beklemek için ibadete çekildikleri zaman kıldıkları namazdır.”[13]
5- Mekhul’den mürsel olarak:
من صلى بعد المغرب ركعتين قبل أن يتكلم كتبتا في عليين
“Kim akşam namazından sonra hiç konuşmadan iki rekat kılarsa bu iki rekat illiyyinde yazılır”[14]
6- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den:
من صلى بعد المغرب ست ركعات لم يتكلم فيما بينهن بسوء عدلن له بعبادة ثنتي عشرة سنة
“Kim akşam namazından sonra aralarında kötü bir şey konuşmadan altı rekat namaz kılarsa kendisi için on iki senelik ibadete bedel olur.”[15]
7- Aişe radıyallahu anha’dan:
من صلى بين المغرب والعشاء عشرين ركعة بنى الله له بيتا في الجنة
“Kim akşam ile yatsı arasında yirmi rekat namaz kılarsa Allah onun için cennette bir ev yapar”[16]
8- İbn Amr radıyallahu anhuma’dan:
من صلى ست ركعات بعد المغرب قبل أن يتكلم غفر له بها ذنوب خمسين سنة
“Kim akşam namazından sonra konuşmadan altı rekat namaz kılarsa elli senelik günahları bağışlanır.”[17]
9- Ömer b. Ebi Halife, Ata el-Horasani’den:
عمر ابن ابي خليفة قال سمعت عطاء الخراساني وصلى معنا المغرب فأخذ بيدي حين انصرفنا فقال ترى هذه الساعة ما بين المغرب والعشاء فإنها ساعة الغفلة وهي صلاة الأوابين ومن جمع القرآن فقرأه من أوله الى آخره في الصلاة كان في رياض الجنة
Ata el-Horasani bizimle beraber akşam namazını kıldı. Namazdan ayrılınca elimden tuttu ve şöyle dedi:
“Akşam ile yatsı arasında şu gördüğün vakitler gaflet saatleridir. Bu vakitte evvabin namazı vardır. kim kuranı başından sonuna kadar bu vakitte okur ve ardından namaz kılarsa cennet bahçelerinde olur.”[18]
10- Ammar b. Yasir radıyallahu anhuma’dan:
رأيت حبيبي صلى الله عليه وسلم يصلي بعد المغرب ست ركعات ، ثم قال : من صلى بعد المغرب ست ركعات غفرت له ذنوبه وإن كانت مثل زبد البحر.
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i akşam namazından sonra altı rekat kılarken gördüm.” Sonra dedi ki: “Kim akşam namazından sonra altı rekat kılarsa günahları deniz köpükleri kadar dahi olsa affedilir.”[19]
Netice:
Sahih hadislerde evvabin namazı olarak duha (kuşluk) namazı tarif edilmektedir. İnsanlar arasında yaygın olarak akşam namazından sonra altı rekat olarak kılınıp “evvabin namazı” denilen namazın ise sabit bir aslı olmadığı gibi, bu namaza “evvabin namazı” adını veren rivayetler sadece zayıf yahut uydurma rivayet yollarıyla gelmiştir. Dolayısıyla sahih rivayetlere muhalif olan bu metinler hadis ıstılahatına göre “münker” rivayetler olarak değerlendirilir. Akşam ile yatsı arasında nafile namaz kılmaya gelince bazı sahabelerden bu amel sabit olmuştur. Ancak hiçbir sahabeden bu namaza evvabin namazı dedikleri sabit olmamıştır. Allah en iyi bilendir.
Nafile namazlar ibadetler babından olduğu için mutlaka meşruluğuna dair delil mevcut olduktan sonra amel edilmelidir. Allah Azze ve Celle delilsiz amel edenleri kınamış, delil ile hareket edenleri şu ayetinde övmüştür:
“Rabbinden bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine süslenen ve hevasına uyan gibi olur mu?” (Muhammed 14)
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem de “Her kim emrimiz bulunmayan bir amelde bulunursa o reddolunur” buyurmuştur.
[1] Hadis hasendir. İbn Huzeyme (2/228) Hâkim (1/314) lafız her ikisine aittir. Taberani Mucemul Evsat (4/159) Hakim hadisin Müslim’in şartına göre sahih olduğunu söyledi. Zehebi de ona muvafakat etmiştir. Elbani Silsiletul Ehadisis Sahiha’da (702, 1994) Hasen dedi. Bkz.: Suyuti Camiu’s-Sagir (9955)
[2] Nevevi, Müslim Şerhinde (6/30) der ki; “ramda’; kum'un güneşin hararetiyle şiddetle ısınması anlamına gelir. Yani; deve yavrularının ayakları kumdan yandığı zaman” demektir. Fasîl; deve yavrularının küçükleri demektir.” Bkz.: Neylul Evtar (2/81)
[3] Hadis sahihtir. Müslim (musafirin 143-144 no:748) İbn Ebi Şeybe (2/173) Tayalisi (687) Ahmed (4/366) İbn Huzeyme (2/229) İbn Hibban (6/280) Darimi (1457) Beyhaki (3/49) Taberani (5/207) Bezzar (4315) Elbani Sahiha (1164)
[4] Sahih. Abd b. Humeyd (527) Camiu’s-Sagir (5072) Busayri İthaf (1763) İbn Hacer Metalibu’l-Aliye (684) Hafız ibn Hacer isnadının sahih olduğunu söylemiştir.
[5] Zayıf. Zahir b. Tahir eş-Şehami Es-Sudasiyat (287) Ebu Abdillah es-Saidi es-Sudasiyat (2/3) Ebu Ya’la (7/197, 273) Bezzar (7396) Beyhaki Şuab (6/429 no:8766) Taberani Evsat (5/328) İbn Şahin et-Tergib (121) İbn Adiy (1/418) Busayri İthaf (1755) Suyuti Camiu’s-Sagir (5012) Suyuti “sahih” demiştir. Elbani Daifu’l-Cami (3476) ed-Daife (3773)
[6] Sahih. Deylemi (3729) İbn Şahin et-Tergib (129) İbn Abdilberr et-Temhid (8/136) Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (1/241) Elbani es-Sahiha (1994) Sahihu’l-Cami (3827) Suyuti Camiu’s-Sagir (5083)
[7] Kenzu’l-Ummal (23437) isnadını bulamadım. Az sonra gelecek olan 8 nolu hadis bunun şahididir.
[8] Sahih. Darimi (1745) Ahmed (2/265, 505) İbn Huzeyme (2/227) es-Sahiha (1164) isnadı sahihtir.
[9] Sahih. İbn Ebi Şeybe (2/174) Hatib el-Mufterak (3/336)
[10] Zayıf. İbn Nasr Muhtasaru Kıyamil-Leyl (s.20, 78) İbn Mubarek Zühd (1259) Beyhaki (3/19) Camiu’s-Sagir (8804) Iraki el-Muğni (600) Zubeydi İthaf (3/372) Elbani Daifu’l-Cami (5676) ed-Daife (4617) Suyuti ve Elbani: zayıf demişlerdir.
[11] Uydurma. Curcani Tarihu Curcan (s.74 no:21) İbn Adiy (2/20) İbn Tahir Makdisi Zehiratu’l-Huffaz (5400) Hafız Makdisi bunun uydurma olduğunu söylemiştir. İsnadında Ömer b. Subh hadis uyduran birisidir. Beşir b. Zadan ise bir hiçtir.
[12] Kenzu’l-Ummal (21839) isnadında ulaşamadım.
[13] Zayıf. İbn Ebi Şeybe (2/197) İbn Mubarek Zühd (1260) isnadında Musa b. Ubeyde zayıftır.
[14] Zayıf. İbn Nasr Kıyamu’l-Leyl (s.58) İbn Ebi Şeybe (2/16) Camiu’s-Sagir (8802) Munavi et-Teysir (2/826) Daifu’l-Cami (5660) Suyuti, Munavi ve Elbani zayıf demiştir.
[15] Çok zayıftır. Tirmizi (435) İbn Mace (1167) İbn Huzeyme (1195) Ebu Yala (10/414) el-Askeri Musnedu Ebi Hureyre (s.71) Taberani Evsat (1/250) Camüu’s-Sagir (8803) Iraki el-Muğni (1264) Daifu’l-Cami (5661) Tirmizi, Hafız Iraki ve Suyuti zayıf demiştir. Tirmizi dedi ki: “İsnadında Amr b. Ebi Has’am vardır. Muhammed b. İsmail el-Buhari onun hakkında: “hadiste münkerdir, çok zayıftır” demiştir.” Bkz.
[16] Uydurma. İbn Mace (1374) İbn Şahin et-Tergib (s.172) Suyuti Camiu’s-Sagir (8805) Daifu’l-Cami (5662) isnadında Yakub b. Velid yalancı bir ravidir. Suyuti zayıf, Elbani uydurma demiştir.
[17] Zayıf. İbn Nasr Kıyamu’l-Leyl (s.57) İbn Şahin et-Tergib (272) Muhlis el-Fevaid (8/34) İbn Ebi Hatim İlel (1/78) Camiu’s-Sagir (8806) isnadında Muhammed b. Gazvan vardır. Ebu Zur’a: “Uydurmaya benziyor” demiş, İbn Hacer, Suyuti, Munavi ve Elbani zayıf olduğunu belirtmiştir. Elbani Daifu’l-Cami (5665)
[18] Zayıf. Maktu bir rivayettir. Ebu Nuaym Hilye (5/200) meçhul ravileri vardır.
[19] Zayıf. Taberani Sagir (900) Taberani Evsat (7/191) Ebu Nuaym Ahbaru İsbehan (1785) İbn Asakir (43/352) İbn Cevzi İlel (1/453) Elbani Daifu’t-tergib (333) İbn Mende dedi ki; isnadında Salih b. Katan tek kalmıştır. Heysemi Mecmau’z-Zevaid’de (2/230) Salih b. Katan’ın hal tercemesini bulamadım demiştir. Dolayısıyle bu ravi meçhuldür.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

İzlamoğluna itiraz eden hayranından bir iktibas!

kaynak: http://www.cihaderi.net/Cengiz-Duman..--..Mustafa-İslamoğlu-Hocamızın-Dikkatine!-makale-76.html
Cengiz Duman..//..Mustafa İslamoğlu Hocamızın Dikkatine!
28 Temmuz 2009 Salı Saat 14:08
"Sesimiz" olduğuna inandığım Hilal TV kanalındaki özgün programlardan biri olan "Vahyin penceresi" programını ilgi ile takip etmekteyim. Hayli ilgi çektiğine inandığım bu programın videobant kayıtlarını, Hilal televizyonu ve Mustafa İslamoğlu web sitelerindeki video arşivlerinden de mükerreren seyretme imkânımızın olması da bize ayrı bir imkân bahşetmekte.
"Vahyin penceresi" programı, Hilal TV yayınının başladığı yıllardan beri devam eden uzun soluklu bir program. Gördüğüm kadarıyla programın birkaç olumsuz yönünden birisi, on beş günde bir canlı yayınlanacağı ilan edilmesine rağmen bu yayın zamanlamasına uyulmamakta, bant yayını tekrarlarla, bu ilan edilen canlı yayın periyodu istikrarsız olarak devam ettirilmektedir.
Bir diğer olumsuz taraf ise programın sunucularının sürekli değişmesidir. Belki 120 dakika gibi çok uzun bir program süresi de, içersinde işlenen konuların dikkatle takip edilmesi gereken bir program açısından, olumsuz olarak değerlendirilebilir.
Her şeye rağmen hüsnüniyetle baktığımızda, belki de bizim bu olumsuz gördüğümüz yönler aynı zamanda program sürdürülebilirliği açısından bir avantaj olarak da addedilebilir. Çünkü bant tekrarları da, seyirciler zaviyesinden bakıldığında; programda konuşulan konulardan, kaçırılan yönleri veya kaçırılan programları yakalayarak, yeniden seyretme açısından; sunucuların sürekli değişmesi, program monotonluğunun giderilmiş olması açısından, reklam araları ile bölünen uzun program süresi aynı zamanda seyredilme oranlarını arttırma açısından avantaj olabilir.
Gelelim konumuza.. 15 Haziran 2009 tarihinde yayınlanan "Meal üzerine" konulu "Vahyin penceresi" programında, Mustafa İslamoğlu hocamızın sohbet konusu, yayınlamış olduğu "Hayat Kitabı Kur'an, Gerekçeli Meal - Tefsir" kitabı üzerineydi.
Değerli ve önemli gördüğümüz yorum ve açıklamalarda bulunan hocamızın sohbeti, Hz. İbrahim kıssasının, meleklerin çocuk müjdesi bölümü ile ilgili kısmına geldiğinde hocamızdan duyduklarımı, kendi birikimlerim ile kıyaslamaya ve sorgulamaya başladım.
Hocamız şöyle demekteydi sohbetinin üzerinde duracağımız bu bölümünde; öncelikle Hilal TV ve Mustafa İslamoğlu web siteleri video arşivlerinden yararlanarak metin haline getirdiğimiz konuşmanın içeriğini aktaralım. "…yine mesela, ayeti kerime'nin rakamını hatırlayamadım. Hz. İbrahim'in karısına bir çocuğu olacağı müjdelendiğinde, İshak müjdelendiğinde, ne yapıyor karısı; "Dahiket fe Sakket" "yüzüne vurdu ve güldü" diyor. Yahu!..hem yüzüne vurur hem insan güler mi? Böyle bir, 80 yaşında bir kadın, çocuk doğuracağını haberini alırsa, ne olur durumu?.... Ama hiç gülmez… Böyle eder, yüzüne vurur… Ama gülmez… Başka bir şey olur. Bu gülme bana hiç yatmadı!...Hiç yatmadı.. Bu sefer tefsirleri karıştırdım, karıştırdım, karıştırdım, karıştırdım…. Sunî tefsirler bitti. Şiî külliyatına geçtim. Tabatabai'nin, El-Mizan'ını açtığımda "dahiket" kelimesinin "hayız alameti görmeye başladığı" manasına geldiğini gördüm… Orada… Hemen bu sefer döndüm, etimoloji lügatlarına… O aklıma gelmemiş, çünkü "dahike"yi biz zannederiz ki, "dahike" "güldü" bir tek manası var, meğer değilmiş. Meğer bildiğine bakacakmışın lugata.. Bilmediğine değil!.. Ve döndüm Mu'cemu Mekayisu'l-Luğa'ya… Orada gözümün içine bakıyor. Meğer bu kelime sadece "güldü" manasına gelmiyor; olgunlaştı, daldan düştü, yetişti, akıl baliğ oldu, kadın için; hayız gördü, hayız halini aldı… O anda Hz. İbrahim'in eşinde hayız alametleri belirmiş……….Güldü nerde orada?.. Rahim faaliyetleri başladı nerde?... Aslında müjde, mucize müjdesi… Anlatabiliyor muyum? Rabbimin onda gerçekleştirdiği olağanüstü bir hal… Çünkü o olmadan doğum gerçekleşmez zaten. Zaten bu müjdenin de böyle bir sonucu olmalı…”
Şimdi bu konuşmada geçen bazı konuları tasnif ederek üzerinde duralım:
1. "Hz. İbrahim'in karısına bir çocuğu olacağı müjdelendiğinde, İshak müjdelendiğinde ne yapıyor karısı; ‘Dahiket fe Sakket’ ‘yüzüne vurdu ve güldü’ diyor." Önemli gördüğümüz bu hususta bazı ayrıntılara dikkat çekmek istiyoruz. Hocamızın Kur'an-ı Kerim'de anlatılan Hz. İbrahim'i ziyaret eden meleklerin çocuk müjdesine karşı, Hz. Sara'nın yaptığı iki ayrı fiili birleştirerek "Dahiket fe Sakket" olarak vermektedir. Oysa Sara'nın yaptığı bu fiiller, Kur'an'da ayrı ayrı surelerde ve ayrı ayetlerde kıssa edilmektedir.
Sayın İslamoğlu’nun birleştirerek bahsettiği fiilleri anlatan ayetlerden birisi; Hud suresi 71. ayettedir. Bu ayette, Hz. İbrahim'in karısı Sara'nın, meleklerin kendisine verdiği çocuk müjdesine "dahiket" güldüğü beyan edilmektedir; "Vemreetuhu kâimetun fe dahıket fe beşşernâhâ bi ishâka ve min verâi ishâka ya'kûb" "O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Ona da İshak'ı, İshak'ın ardından da Ya'kub'u müjdeledik." Hud suresindeki 71. ayette Sara'nın gülme fiiline yer verilirken, çığlık atma ve yüzüne vurma eyleminden bahsedilmemektedir.
Meleklerin çocuk müjdesinin bir başka versiyonunun kıssa edildiği Zariyat suresi 29. ayetinde ise Hz. Sara'nın fiili şöyle verilmektedir: "Fe akbeletimreetuhu fî sarretin fe sakket vechehâ ve kâlet acûzun akîmun." "Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: "Ben kısır bir kocakarıyım!" dedi.". Bu ayeti kerime'de, meleklerin verdiği çocuk müjdesine; Hz. İbrahim'in hanımı Sara'nın, çığlık attığı ve yüzüne vurduğu " fî sarretin fe sakket vechehâ" beyan edilmektedir. Ancak güldüğü ifade edilmemektedir.
Hal böyle olunca İslamoğlu hocamın, Hz. Sara'nın gülme ile çığlık atıp, yüzüne vurma fiillerini birlikte değerlendirerek yaptığı yorumlar, olayın içeriğini tam manasıyla yansıtmamaktadır. Kanaatimizce Hz. İbrahim'in hanımı Sara'nın, meleklerin çocuk müjdesine; surelerin nüzul sırasına göre Hud suresindeki kıssada beyan edildiği gibi ilk olarak güldüğü ifade edildiğine göre; gülme "Dahiket" fiilinin çığlık atma ve yüzüne vurma fiilinden ayrı değerlendirilmesi gereklidir.
"Dahiket" fiilinin öncelikle Kur'an'ın diğer ayetlerindeki kullanışlarına baktığımızda olağanüstü vakıalarda insanların verdiği ortak bir tepkiyi "gülme" eylemini ifade ettiği görülmektedir. Şimdi bunlardan örnekler verelim:
“Siz ise onlarla alay ediyordunuz. O kadar ki onlar size beni anmayı unutturdu. Onlara hep (tadhakûn) gülüyordunuz.” “Fettehaztumûhum sıhriyyen hattâ ensevkum zikrî ve kuntum minhum tadhakûn” (23/Muminun/110)
“(tedhakûn)Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!” “Ve tedhakûne ve lâ tebkûn” (53/Necm/60)
“Şüphesiz O, (adhake) güldürür ve ağlatır.” ” Ve ennehu huve adhake ve ebkâ.” (53/Necm/43)
“Bunun üzerine (Süleyman A.S), onun sözüne (dâhıken) gülerek tebessüm etti.” “Fe tebesseme dâhıken min kavlihâ” (27/Neml/19)
“(Dâhıketun) Gülerler, sevinirler.”” Dâhıketun mustebşirah” (80/Abese/39)
Bu ayetlerde geçen “d-h-k” kökenli kelimelerin hepsi “gülme” anlamında kullanılmıştır. Değişik bir anlatımla “d-h-k” kökenli kelimelerin geçtiği yerlerden hiç birinde “kadının hayız görmesi” anlamı kullanılmamıştır.
Bunun haricinde Hz. İbrahim'in hanımı Sara'nın, meleklerin çocuk müjdesine "gülme" fiili aynı zamanda Tevrat'ta anlatılan, Hz. İbrahim kıssasındaki, Hz. İbrahim'in hanımının, çocuk müjdesi veren meleklere gülme ve hatta Yehova ile gülme üzerine gelişen muhaveresi bağlamında da değerlendirilmelidir. Tevrat'ta bu olay şu şekilde kıssa edilmektedir: "İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, "Yüz yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?" dedi, "Doksan yaşındaki Sara doğurabilir mi?" (Tevrat/Tekvin17/17) "İçin için gülerek, "Bu yaştan sonra bu zevki tadabilir miyim?" diye düşündü, "Üstelik efendim de yaşlı." RAB İbrahim'e sordu: "Sara niçin, 'Bu yaştan sonra gerçekten çocuk sahibi mi olacağım!' diyerek güldü? RAB için olanaksız bir şey var mı? Belirlenen vakitte, gelecek yıl bu zaman yanına döndüğümde Sara'nın bir oğlu olacak." Sara korktu, "Gülmedim" diyerek yalan söyledi. RAB, "Hayır, güldün" dedi." (Tevrat/Tekvin18/12-15)
Kur'an'da, meleklerin çocuk (İshak) müjdesi bölümü üç ayrı şekilde kıssa edilmektedir. Bunlardan iki tanesinde melekler ile Hz. Sara arasındaki, çocuk müjdesi ile gelişen fiiliyat (Çığlık atma-Yüze vurma-Gülme) ve meleklerle muhavere kıssa edilmektedir. Üçüncü kıssada ise melekler ile Hz. İbrahim arasındaki muhavere anlatılmaktadır.
Muhtemeldir ki, Tevrat'ta tahrife uğrayan meleklerin, Hz. İbrahim'e ziyareti ve çocuk müjdesi kıssası; Kur'an'da beyan edilen bu üç ayrı tekrarlı anlatımlarla, asli konumuna döndürülmüştür. Böylece Tevrat'ta yer alan Hz. İbrahim kıssanın bu bölümü tevhidi yapıya çevrilerek, hidayet ve mesaj verme niteliklerine kavuşturulmuş olmaktadır.
Kur'an'da yer alan meleklerin ziyareti ve müjdesi ile ilgili kıssalardaki ayetlerde, Allah'ın, Hz. İbrahim ve Sara'ya, İshak ve ardından Ya'kub'u bahşetmesinin sebebi yani meleklerin müjdesi şöyle açıklanmaktadır: "(Melekler) dediler ki: Allah'ın emrine şaşıyor musun? Ey ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketleri sizin üzerinizdedir. Şüphesiz ki O, övülmeye lâyıktır, iyiliği boldur. (11/Hud/73)
Hz. İbrahim ile ziyaretçi meleklerin muhaveresinde, çocuğu olacağı müjdelenen Hz. İbrahim’in şaşkınlığı resmedilmekte ve buna şaşırmaması gerektiği, Allah’ın kudretinin bunu gerçekleştirmeye yeteceği vurgulanmaktadır. Meleklerin bu vurgusu ve Hz. İbrahim'in bu vurguyu tasdiki aynı zamanda, kıyamete kadar tüm zamanlarda, Kur'an muhataplarının örnek alması gereken bir kaide olmaktadır. "Sana gerçeği müjdeledik, sakın ümitsizliğe düşenlerden olma! dediler. (İbrahim:) dedi ki: Rabbinin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?" (15/Hicr/55-56)
Meleklerin çocuk müjdesine karşılık şaşkın hareketlerde ve konuşmalarda bulunan Hz. Sara'ya, bunun Allah'ın takdiri olduğu melekler tarafından şöyle açıklamaktadırlar: "Onlar: "Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir, bilendir" dediler." (51/Zariyat/30)
Yine Kur'an'da yer alan kıssada, Sara’nın gülmesi konusunda herhangi bir vurgu olmaksızın sadece “gülme”si aktarılmakta, bir diğer kısımda ise Sara’nın şaşkınlıktan çığlık atarak yüzünü tokatladığı bildirilmektedir. Elbette bu ayetteki Hz. İbrahim'in hanımının gülmesi kısmı ile Tevrat’ta yer alan Sara'nın, ziyaretçi meleklerin çocuk müjdesini hafife alarak gülme kısmı, benzer muhtevaya sahiptir. Verdiği tepkilerin abartılıdır ancak bu noktada dikkat etmemiz gereken husus şudur; Sara netice’de bir peygamber değil, sadece peygamber hanımıdır.
2. Mustafa İslamoğlu hocamızın konuşmasındaki ikinci olarak üzerinde durmak istediğimiz husus şudur: "….80 Yaşında bir kadın, çocuk doğuracağını haber alırsa, ne olur durumu?.... Ama hiç gülmez… Böyle eder, yüzüne vurur… Ama gülmez… Başka bir şey olur. Bu gülme bana hiç yatmadı!... Hiç yatmadı.. Bu sefer tefsirleri karıştırdım, karıştırdım, karıştırdım, karıştırdım…. Sunnî tefsirler bitti. Şiî külliyatına geçtim. Tabatabai'nin, El-Mizan'ını açtığımda "dahiket" kelimesinin "hayız alameti görmeye başladığı" manasına geldiğini gördüm…"
Hocamız, Hz. Sara'nın, meleklerin verdiği çocuk müjdesine karşılık olarak verdiği "dahiket" "gülme" fiilini, değişik yorumlama eğiliminden dolayı arayışa girdiğini açıklamaktadır. Muhterem hocamız bu gayretini; "Vahyin penceresi" programındaki meali ile yaptığı açıklamalar içinde geçen; "… bizim mealimizi farklı kılan, ayrıcalıklı kılan hususlardan biri de orijinal manalar var.…Bir tanesi hiçbir yerde bulunmayan…." Şeklinde yaptığı açıklamadan anlamaktayız.
Bu değişik yorumlama eğilimi hocamızın tercihidir, ancak "dahiket" kelimesini değişik yorumlamak amacıyla yaptığı çabalardaki ifadeleri bizim dikkatimizi çekti. Şöyle diyor İslamoğlu: “Bu sefer tefsirleri karıştırdım, karıştırdım, karıştırdım, karıştırdım…. Sunnî tefsirler bitti. Şiî külliyatına geçtim. Tabatabai'nin, El-Mizan'ını açtığımda ‘dahiket’ kelimesinin ‘hayız alameti görmeye başladığı’ manasına geldiğini gördüm…"
Hocamızın "…Bu sefer tefsirleri karıştırdım, karıştırdım, karıştırdım, karıştırdım…." diyerek "dahiket" kelimesi manası ile ilgili olarak çok gayret sarf ettiğini ifade etmektedir. Öyle ki, dönüp tekrar tekrar saydık, tam dört defa "karıştırdım" diyerek mübalağa ifadesinde bulunmakta ve bunun akabinde ; "…Sunnî tefsirler bitti. Şiî külliyatına geçtim…." diyerek bütün bu olağanüstü gayret ve çabalarına karşılık Sunnî külliyat'ta "dahiket" fiiliyle ilgili değişik bir yoruma rastlamadığını beyan etmektedir.
Ki, konuşmasında "dahiket" kelimesi ile ilgili yorumu önce Şiî ulemasından Tabatabai'nin El Mizan'ın da bulduğunu daha sonra Sunnî külliyat'taki "Ebu'l-Hasan Ahmed b. Farsi b. Zekeriyya, Mu'cemu Mekayisu'l-Luğa" isimli etimoloji lugatinde bulduğunu beyan etmektedir.
Nitekim muhterem hocamız "Vahyin penceresi" programında yaptığı açıklamalara paralel olarak yayınladığı "Hayat Kitabı Kur'an, Gerekçeli Meal-Tefsir"indeki, Hud suresi 71. ayetinin dokuz numaralı dipnotunda, Tabatabai'nin el- Mizan kitabı ile Hasan Ahmed b. Farsi b. Zekeriyya, Mu'cemu Mekayisu'l-Luğa kitabından alıntı yaptığını kayda geçirmiş. "Veya ‘...haber üzerine gülmeye başladı.’ tercihimiz ed-dahik'in ‘inkişaf, uyanma, olgunlaşma ve buluğ’ anlamından dolayıdır. (Mekayîs). Allame Tabatabai de bu manayı tercih etmiştir. (Bkz: el- Mîzân)" (s.412-413, İstanbul-2009)
Mustafa İslamoğlu hocamızın, "Vahyin penceresi" programındaki "dahiket" kelimesi manası ile ilgili çabalarına dair ilginç ifadelerine göre "…Bu sefer tefsirleri karıştırdım, karıştırdım, karıştırdım, karıştırdım…. Sunnî tefsirler bitti. Şiî külliyatına geçtim…” diye belirttiği "dahiket" kelimesi değişik anlamları ile ilgili kolayca ulaştığımız "Sunnî" ulemaya ait külliyat'tan örnekler verelim:
Razi'de "DAHİKET'in manası HAZAT (hayız gördü) olabilir. Mücahid ve İkrime'den naklolunduğuna göre onlar, (İbrahim'in karısı) korkudan feraha ulaştığında hayz gördü, hayz gördüğü ortaya çıkınca da (melekler ona) çocuğu olacağını müjdelediler, derler. el-Ferra ve Ebu Ubeyde DAHİKE'nin HAZA manasında olduğunu kabul etmezler." (Razi, Mefatihü'l-Gayb, Daru'l-Fikr, Beyrut, 1981, C. 18, s. 27)
"Ayette geçen «Dahiket» fiili, İbn Ömer, Mücahid ve İkrime' ye göre «Hayız gördü» anlamındadır. Ancak bu görüş Ebu Ubeyde ve Ebu Abid tarafından münker addedilmiştir. Nitekim Ferrada «Dahiket» fiilinin «Hadet» (hayız gördü) anlamına gelmediğini söylemiştir." (Zemahşerî, Keşşaf, cilt; 3, sh: 46. ) (Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, c.8, s.76-82.)
"Kurtubi'de ifade şöyle: "Mücahid ve İkrime der ki: Kendisi ayie (kısır / hayızdan kesilmiş)olduğu halde hayız gördü. Araplar "dahike'l-erneb" (tavşan dahk etti) dedikleri zaman tavşan'ın hayız gördüğünü söylemiş olurlar. Bazı lugatçilern d-hik-'nin haza (hayz) manasından olduğunu inkâr ederler. Fakat çoğunluk dahike'nin gülme manasında geldiğini ve taaccüb / hayret anlamında da kullanıldığını kabul ederler." (Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Ebi Bekr el-Kurtubi, el-Camiü'l-Ahkamü'l-Kur'an, tah. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türki, Müessesetü'r-Risale, Beyrut, 2006, C. 11, s. 163-164)
İmam Maturidi, Hud suresi 71. ayetteki DAHİKE'yi şöyle yorumlamaktadır:
1) Bu ayetteki da-hi-ke (gülme) kelimesinin ilk anlamı, İbrahim'in misafirlerin elini sofraya uzatmaması dolayısıyla, onlardan korkmasının ardından, misafirlerin kendilerinin Allah'ın elçisi olduklarını açıklaması üzerine Sara rahatlayarak gülmüştür.
2) Yaşlılık çağına erişmesine rağmen kendisine erkek çocuk müjdelenince, hayretinden gülmüştür
3) Dahike etti, yani hayız gördü bu İbn Abbas ve İkrime'nin görüşüdür.
4) Ferra derki: Dahike'nin hayız gördü anlamında kullanıldığı görülmemiştir.
5) Kanaatimizce ayette takdim te'hir vardır. Ayette önce güldü, sonra çocuk müjdelendi denmesine rağmen, asıl olan ona çocuk müjdelendi ve o da güldü şeklinde olması gerekir.
6) Bir diğer anlamı da çocuğun müjdelenmesinden duyduğu memnuniyetten dolayı gülmesi olabilir.
(Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed el-Maturidi, Kitabu Te'vilatu'l-Kur'an, tah. Bekir Topaloğku, Mizan yay., İstanbul, 2006, C.7, s.205)
İbn Manzur'da ifade şöyle: "Dahiketü'l-mer'etü: Hazat" yani "Kadının dahki: hayız görmesi manasında da kullanılır." Devamının çevirisi şöyle : Müfessirlerden bazıları Hud suresi 71 ayetin İbrahim'in karısının hayız görmesi şeklinde yorumlamışlardır". (İbn Manzur, Lisanu'l-Arab, Beyrut, 1997, VIII/26.)
Râgıp el-Isfahâni şunları kaydetmektedir: “Bazı müfessirlerin düşündükleri gibi, âyette geçen "fedhiket" sözünün tefsiri "hayız gördü" değildir. Onlar, "dahiket" sözünün "hayız gördü" anlamında olduğunu ve onun; Hz. İbrahim'in eşinin durumunu ortaya koymak ve Yüce Allah'ın, kadının hayız görmesini onun müjdelediği bebek doğurmasına bir işaret olduğunu belirtmek için olduğunu söylemişlerdir. İşte onlara göre Hz. İbrahim'in eşi o anda hayız gördü ki, gebe kalmasının olmayacak bir şey olmadığını bilsin. Zira kadın hayız gördüğü sürece hamile kalabilir." (Müferdat; D-H-K Ragıb el-İsfehani, el-Müfredatu Elfazi'l-Kur'an, tah. Safvan Adnan Davudi, "d-h-k-" mad, Beyrut, 1997, 501-502.) (Ragıb el-İsfehani, Müfredat tercümesi, Kur'an ıstılahları sözlüğü, c.II, ss.93-94,İstanbul-2007.)
Verdiğimiz tüm bu örnekler, bir müfessir açısından kolayca ulaşılabilecek "Sunnî" külliyatta yer alan kaynaklar iken, muhterem hocamızın bu kaynaklara ulaşamamasını ve burada yazılanlardan bîhaber olmasını anlamakta güçlük çektiğimi belirtmek isterim..
Değerli hocam "dahiket" "güldü" fiili ile ilgili olarak, Hz. İbrahim kıssasının bu bölümü ile ilgili Tevrat metinleri ile kıyaslamalı müstakil bir inceleme yazısı ile kıssadaki "dahiket" fiilini "hayz görme" olarak yorumlamanızın isabetli olmadığı üzerinde de bilahare duracağımızı belirtmek isterim.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)