Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

25 Şubat 2015 Çarşamba

Allah'ım! İnsanların İhtilaf Ettiği Hususlarda Bizi Hakka Ulaştır



İbn Mes’ud radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu: “Bilir misin, müminlerin en bilgilisi hangisidir?” Ben: “Allah ve rasulü daha iyi bilir” dedim. Buyurdu ki: “İhtilaf ettikleri zaman – Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem parmaklarını birbirine geçirdi – ameli az dahi olsa ve kıçı üzerinde sürünüyor olsa dahi hakkı en iyi görenidir.”
İbn Şahin Şerhu Mezahibi Ehli’s-Sunne’de (no:38) bu hadisin ardından dedi ki: “Bu hadisin isnadı hasen ve lafzı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözlerinden bir söz olarak garibdir. Bize necat/kurtuluş ehlinin; insanlar ihtilaf ettikleri zaman salahı fesattan ayıran alimler olduğunu açıklamaktadır. Hakkı bilmeyen batıla düşer. Batılı bilen ondan uzaklaşır.  Daha önce: “Allah’ım bize hakkı hak olarak göster ve ona tabi olmayı bize ilham et. Bize batılı batıl olarak göster ve ondan uzaklaşmayı bize ilham et” duası geçmişti. Kim hakka sarılırsa amelinin azlığı ona zarar vermez. Kim de hakkı tanımazsa amelinin çokluğu ona fayda vermez. Çünkü ilimsiz amel ne zarar, ne de fayda verir.”
Derim ki: İbn Şahin rahimehullah’ın son cümlesi su götürür. Zira ilimsiz amel etmek, birçok kimsenin bid’atlere düşerek zarara uğramasına sebep olmuştur. Allah en iyi bilendir.
Faide: İbnu'l-Kasım dedi ki: "İmam Malik'e: "Kimin fetva vermesi caizdir?" diye soruldu. Dedi ki: "İnsanların ihtilaf ettikleri hususları bilenden başkasının fetva vermesi caiz değildir" Denildi ki: "Re'y ehlinin ihtilafını mı bilmesi gerekir?" İmam Malik dedi ki: "Hayır! Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabının ihtilafını, Kur'an'dan ve Rasulullah'ın hadislerinden nasih ve mensuh olanların ilmini bilmesi gerekir. İşte ancak bu şekilde fetva verebilir." (İbn Abdilberr, Camiu Beyani'l-İlm (972)
Sufyan b. Uyeyne dedi ki: "İnsanlardan fetva vermeye en cüretli olanı, alimlerin ihtilafını en az bilenleridir." (Camiu Beyani'l-İlm 970) Aynısını İbn Uyeyne, Eyyub es-Sahtiyani'den nakletmiştir. (Camiu Beyani'l-İlm 969)

16 Şubat 2015 Pazartesi

Bid’atçiler Tevhid Ehli Olabilir mi?


Bid’at ehli, tevhid ehli değildir!

Sünnette varid olan mescidleri ihya etmeyi bu zaman ve mekana uygun görmeyip dernek gibi alternatifler icat etmekte, hocaları ise sünnetleri ihya için kurulmuş mescitlere “dırar mescidi” tabirini kullanmaktadır. Böylece hocaları (Ebu Said ve diğerleri de dahil) “tagut” ismini hak etmekte, takipçileri ise taguta itaat eden kimseler olmaktadırlar.
Yine âlimleri ve rahipleri rab edinmeyi teklif edercesine, suretlere cevaz veren kimsenin fetvasını öne sürerek; haramı helal saymaya davet eden hocalarının peşinden gitmektedirler.
Derneklerde toplanmaya gelince, Allah Azze ve Celle mescidler hakkında şöyle buyurmuştur:
فِي بُيُوتٍ أَذِنَ اللَّهُ أَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ
Allah’ın, yüceltilip, içinde isminin zikredilmesine izin verdiği evler” (Nur 36)
Peki derneklerde Allah’ın zikredilmesine izin veren kimdir?
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ
Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyleri dinde meşru kılan ortakları mı var?” (Şura 21)
Nasıl olur da dernekçilerin tevhid ehli olduğu söylenebilir? Dernekçilerin tevhid ehli olduğu söylemek; hakkın bâtıl, bâtılın hak olduğunu söylemek demektir. Tevhid hakkında yanlış bilgilendirme yapan ve hakkı gizleyen hocaları sebebiyle bu yanlış algıya düşmektedirler.
Şirk, uluhiyet ve rububiyet tevhidini bozar. Bid’at ise ittiba tevhidini bozar. Hariciler, Mürcie, Mu'tezile, Sufiler vs. bid'at ehli, nasıl tevhid ehli değiller ise, dernekçi, deyyusiyye, suretçi, mezhepçi, kıyasçı bid'atçiler de tevhid ehli değillerdir.
Allah Azze ve Celle’ye, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in meşru kıldıklarından başkasıyla ibadet edenler tevhid üzere değildirler.
Dernekçiler, deyyusluk ve suret gibi fitnelere hiç karşı çıkmayan, bilakis münkere karşı çıkılmasını eleştiren, bâtılın ve bâtıl ehlinin reddedilmesini üslupsuz gören, kalpleri ters dönmüş kimselerdir.
Bid’atler gibi münkerleri emredip, sünnetler gibi iyilikleri yasaklayanlar münafıklardır:
Erkek olsun kadın olsun, bütün münafıklar birbirlerine benzerler. Kötülüğü emredip iyilikten nehyederler” (Tevbe 67)
Münafıklar sana gelince, "şâhidlik ederiz ki sen, Allah'ın Rasûlüsün" derler. Allah da senin kendi Rasûlü olduğunu elbette bilmektedir. Ve şuna da şâhidlik etmektedir ki, münafıklar muhakkak yalancıdırlar. Onlar, yeminlerini bir kalkan edinmişler ve Allah'ın yolundan başkalarını da çevirmişlerdir. Onların yapmış oldukları bu şey ne kötüdür. Bu, onların önce îman, sonra da küfretmiş olmaları dolayısıyladır. Bu yüzden de kalblerinin üzeri mühürlenmiştir; artık hiçbir şey anlamazlar. Onları görünce cisimleri hoşuna gider. Söz söylerlerse sözlerini dinlersin; fakat onlar, sanki elbise giydirilmiş içi boş odun gibidirler. Her sesin, kendi aleyhlerine olduğunu zannederler. Onlar düşmandır; Bu itibarla onlardan uzak dur. Allah onları katletsin. Nasıl olup da haktan döndürülüyorlar” (Münafıkun 1-4)
Hadis ehlinin; sünnetlerin ihya edildiği, bid’atlerin öldürüldüğü mescidlerine “dırar mescidi” diyen utanmaz bunak! Videolarla çekim yapılan, kilise modelinde seminerler tertip edilen, mezheplere ve taklide davet edilen, kadın-erkek ihtilatı bulunan, deyyusluğa davet edilen, haricilik propagandası yapılan, Bid’at ehlinden beranın unutturulduğu, sünnet ehline düşman olmanın aşılandığı, Müslümanların kanlarının dökülmesine cevaz veren, Mısır’daki ayaklanmayı meşru gösteren, sünnetlerin ihyasına fitne diyen, bütün bu pisliklere rağmen “Selefi” olduklarını söyleyen kimselerin dernekleri “dırar mescidi” hükmüne daha uygun değil mi? Hakkı itiraf etmeye mani olan kibriniz mi? “Hadis ehli” ismini kullanmaktan hiç mi utanmıyor, Allah’tan hiç mi korkmuyorsun?!
Dün Abdullah Yolcu, Ebu Enes, Ebu Erva, Temel Alıcı, Ebu Zerka gibi saptırıcıların selefilik adını kullanarak selefiliği tahrif etmelerine dilsiz şeytan idin, senin sapıklığın ve çirkinliklerin reddedilince dilin çözüldü, “dırar mescidi” demek aklına geldi, hayırdır?

Sünnet Ehlini Fitne Çıkarmakla İtham Eden Bid'atçilere Şeyh Elbani'den Nefis Cevap

Şeyh el-Elbani rahimehullah’a şöyle soruldu: “Oruç tutan Müslümanlardan bazı insanlar ezandan bir süre önce iftar ediyorlar. Bazıları da ezanla birlikte iftar ediyorlar. Bu iki grubun hükümleri nedir?
Şeyh el-Elbani şöyle dedi: “Sen bizimle beraber isen bunu anlayabilirdin. Allah sana bereket versin.
Soruyu soran: “Ben sürekli seninle beraberim, lakin sen sahur ezanından bahsetmiştin.
Şeyh el-Elbani: “Akşam ezanından da. Akşam ezanından da bahsettik, akşam iftarda acele etmek ve namaz için acele etmekten de bahsettik. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ümmetim iftarda acele ettikleri sürece hayır üzere bulunmaya devam eder” hadisini de rivayet ettik. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yolculukta sahabeden birine “bize iftarlığımızı getir” dediğini anlattık. Adam: “Ey Allah’ın rasulü, gündüz önünde” demişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ona: “Getir” dedi. Bu sahabe: “Birimiz devesine binse güneşi görür” dedi. Yani (Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem) güneş kaybolur kaybolmaz iftarda acele ediyordu. Yine fatihayı ezberlediğimiz gibi ezberlememiz gereken bir hadis söylemiştik. O da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisidir: “Gece şuradan yönelip, gündüz şuradan gittiğinde ve güneş battığında oruçlu iftar etmiştir” İftarda hiç beklemeden acele etmek gerekir.”
Soruyu soran dedi ki: “Kişi bir toplulukla beraber bulunuyor, bu topluluktakilerin hiçbiri iftar etmiyor, bu kimsenin kendi başına iftar etmesi olurmu? Gecenin gittiğini nasıl bilecek?
Şeyh el-Elbani: “Allah sana bereket versin. Az önce Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Kim İslam’da güzel bir sünnet başlatırsa” hadisini anlattık. Bu adam vaktin girdiğini yani iftar vaktinin girdiğini biliyorsa, bir de buna şunu ekle: bunu sırf iftarda acele etme sünnetini bildiği için yapıyorsa, bu insanların önünde bardağı alıp içtiğinde, hurma alıp yediğinde güzel bir sünnet mi başlatmış olur, kötü bir çığır mı açmış olur?
Soruyu soran: “Elbette güzel…
Şeyh el-Elbani: Evet, Allah sana bereket versin.
Soruyu soran: Onlar sana “bizim ezanı beklememiz de güzel bir sünnet diyecekler.
Şeyh el-Elbani: Allah sana bereket versin, burada ikinci bir konuya geçiyoruz. Eğer onların bekledikleri ezan vaktinde okunuyorsa hiç kimsenin ezandan önce yemesi caiz olmaz. Lakin biz bugünkü ezandan bahsediyoruz. Zannederim bugünkü ezanın güneşin batmasından on dakika sonra okunduğunu işitmişsindir.
Soruyu soran: Kişi bugünkü ezandan bahsediyor, önceki ezanı kastetmiyor.
Şeyh el-Elbani: Öyleyse bu şekildeki bir ezanı beklemek sünnet değildir. Bilakis sünnete muhaliftir

14 Şubat 2015 Cumartesi

Bid’atçiliğe Hükmetmek


Şeyh Muhammed Bazemul
Tercüme: Ebu Muaz
Soru: “Şeyhimiz, Allah size ihsan etsin, size ve ilminize bereket versin. Bir sorum var. İki alim cerh etme, bid’atle itham ve sakındırma hususunda ihtilaf ettiğinde sakındırmayı bid’atle ithama çeviren kayıt nedir? Selefi bir kimsenin görüşlerden birini tercih eden kardeşlerine karşı tutumu nasıl olmalıdır?

Cevap:   Soruda cerh etme (tecrih), bid’atçilikle suçlama (tebdî’) ve sakındırma (tahzir) kelimeleri zikredilmektedir.
Tecrih; cerh etmekten gelir. Bu kişinin dindeki adaleti veya hafızası hususunda eleştirilmesidir. Her tecrih (cerh etme) tebdî’ (bidatçilikle suçlama) demek değildir. Fakat her tebdî’ bir cerh etmedir.
Bir kimseyi bid’atinden dolayı bid’atçilikle suçlamak durumlara göre farklıdır:
Bazen bir sözü veya bir fiili bid’at olmakla nitelenir ve o zaman kendisinin çıkardığı veya işlediği bid’atten dolayı ona bid’at sahibi denilir.
Bazen de şahsın kendisi bid’at ile nitelenir ve ona “Mubtedi’: bid’atçi” denilir. Bu da kendisine hüccet ikame edilip inad etmesi ve hevasına uyup hakka dönmemesi halinde olur. Bu kimse hevâ ve bid’at ehlidir.
Tahzir; bir şahıstan, bir meseleden, bir hükümden, bir üsluptan veya bir fikirden sakındırmak demektir. Şahsın cerh edilmiş bir bid’atçi olması gerekmez. Bu konuda kişiye yumuşak veya şiddetli yahut acilen sakındırma yapılabilir. Kişinin sözünde çokça kullandığı bir ibare ele alınarak sakındırılabilir veya onun bid’at veya sapıklığından sakındırılabilir.
İlim talebesinin bir şahıs hakkında durumun hakikatini öğrenmek için bir alime veya kendisinden daha iyi bilen birine müracaat etmesi gerekir.
Alimler bu konuda şahsın durumu hakkındaki kendi bilgilerine göre ihtilaf edebilirler, o kişinin durumundan haberdar olmayabilirler. Bu insanlar hakkındaki bilgiye göre değişiklik arz edebilir.
Bu yüzden soru sahibine nasihatim; sözün sahibi olan alime başvurması ve sürekli olarak tesebbütte bulunmasıdır. (Sözün sahibi olan alimin kendisinden sormasıdır.) Bu meselelerdeki ihtilafı kaldırmak için en uygun yol budur.
İlim talebesi bu meselelerde ilim ehline tabi olmalıdır. En selametlisi budur. Kendi başına acele edip tavır almamalıdır. Bu konuyu yönlendirebildiği kadarıyla alimlere bırakmalıdır.
Allah’tan herkes için başarı ve doğruluk dilerim.

Sünnet Alimleri Hakkında: "Davetçilerin Hatalarını Araştırıyorlar" İftirasına Reddiye



Suud’dan soran birisi şöyle diyor: “Hizipçilerden çok defa şöyle dediklerini işitiyoruz: “Bu asrın sünnet şeyhleri davetçilerin hatalarını gözlüyorlar” Bu söylentiye ne dersiniz?

Birincisi: Bu onlardan yadırganacak bir şey değildir. Eskiden beri bid’at ehli kurabildikleri her tuzağı kurmuşlardır. Sünnet ehline karşı İftira, yalan ve bâtıl suçlamalar bu tuzaklardandır. Allah biliyor ki, onlar bu iftira ve suçlamalardan beridirler. Sünnet ehli, Şeyhul İslam İbn Teymiyye rahimehullah’ın dediği gibi: “İnsanların mahlukata en merhametlileri ve insanların hakkı en iyi bilenleridir.”
İkincisi: Sünnet alimleri ve ilim talebeleri onların gizli olarak işledikleri hatalara kastetmezler. Ancak dinin esaslarına ve fer’î hükümlerine göre hata olduğunu bildikleri şeyleri kitap ve sünnet üzerine kurulu ilim ile reddederler. Kitap ve sünnetin naslarını araştırıp salih selefin siyretini örnek alırlar. Bu ise muhalefet edilen hususlarda hidayete götüren yoldur.
Üçüncüsü: Ehli sünnet indinde insanların sözlerinin ve fiillerinin arz edileceği iki terazi vardır. Bunlar nas ve icma’dır. Kim nas veya icmaya uygun ise ondan kabul edilir. Kim de nas veya icma’ya aykırı ise kendisine reddedilir. Muhalefet edilen konu eğer bir mecliste ise o mecliste reddedilir. Eğer bir Cuma hutbesinde ise orada reddedilir. Eğer muhalefet yayılmış ve ulaşacağı heryere ulaşmış, bu Allah’ın dininden sayılarak kabul edilmeye başlanmışsa bu (reddiye) yolu tutulur.
Bu konuda dayanakları şudur:
1-  Dinin naslarından burada bazı ayetler ve bazı hadisler zikredeceğim:
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Mümin erkek ve mümine kadınlar birbirlerinin dostlarıdırlar. İyiliği emreder ve kötülükten yasaklarlar.”
İçinizden hayra çağırıp iyiliği emreden ve kötülükten yasaklayan bir ümmet bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in aykırılıkların sahiplerine reddedileceğine dair hadislerine gelince, bu hadisler lafzen mütevatir olmasa da mânâ olarak mütevatir ve müstefizdir.
Bunlardan birisi Buhari ve Muslim’in Aişe radıyallahu anha’dan şu rivayetleridir: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim şu emrimizde olmayan bir yenilik çıkarırsa reddolunur.” Muslim’in rivayetinde şöyledir: “Kim şu emrimizde olmayan bir amel ile amel ederse o reddolunur.” Buhari rahimehullah, Muslim’in mevsul olarak rivayet ettiği bu hadisi, Kitabu’l-İ’tisam’da muallak olarak zikretmiştir.
2-  Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ümmetimin son zamanlarında sizlerin ve babalarınızın işitmedikleri şeyler anlatan bazı insanlar olacak. Onlardan sakının ve sakındırın.”
3- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bu ilmi – yani Allah’ın dininde fıkhı – sonradan gelen her asırda adil olanları yüklenecek, aşırı gidenlerin tahriflerini, bâtıl ehlinin sahiplenmelerini ve cahillerin te’villerini reddedeceklerdir.”
Sahabe ve onlardan sonrakilerin sözlerine gelince, bazı ifadelerini seçelim:
1- el-Faruk (Ömer) radıyallahu anh şöyle demiştir: “Sizleri sünnetlerin düşmanları olan re’y ehlinden sakındırırım. Onlar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini muhafazadan aciz kalınca re’y (şahsi görüş) söylerler, böylece hem sapar, hem saptırırlar.”
 2- Ali radıyallahu anh şöyle demiştir: “Şayet din re’y (şahsi görüş) ile olsaydı elbette mestlerin iç tarafını mesh etmek, üzerini mesh etmekten daha uygun olurdu.” İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle derdi: “Doğuda veya batıda bid’at çıkar, kişi onu bana taşır, eğer bende son bulursa sünnet ile onu kendisine reddederim.”
Sahabe’den sonraki ilim ve iman ehlinin sözlerine gelince, onlar bu nasların ifade ettiği üzere, ister usul meselesi olsun, ister fürû’ meselesi olsun fark etmeksizin, dine muhalefet edenleri reddetmek hususunda icma etmişlerdir.
İbn Sirin rahimehullah şöyle demiştir: “Şüphesiz bu ilim dindir. Dininizi kimden aldığınıza dikkat edin!”
Şa’bî rahimehullah şöyle demiştir: “Sizleri kıyaslamaktan sakındırırım. Nefsim elinde olana yemin ederim ki, şayet kıyası kabul ederseniz mutlaka helali haram, haramı helal kılarsınız. Size Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den ezberlenip gelenlerden ulaşanı alıp kabul ediniz.” Veya: “ona tutununuz” dedi.
Bu sözleri ve daha fazlasını görmek isteyen İbn Batta el-Ukberî’nin el-İbanetu’l-Kubra kitabına, el-Lalkâi’nin Şerhu Usuli İtikad İnde Ehli’s-Sunne kitabına ve bunun gibi ilim ve iman ehli imamların kitaplarına baksın. Binaenaleyh, o hizipçi ve felsefeci kimselerin; “Ehl-i sünnetin davetçilerin hatalarını gözledikleri” şeklindeki sözleri yalan ve iftiradır. Bu çirkin ve günah bir sözdür.

Bid'atinde Israr Edenden Sakındırılır


Soru: “Selefî bir kimse bir bid’ate düşse, kardeşleri ona nasihat edip sabretseler ve ona açıklasalar, buna rağmen bid’atinde ısrar edip dönmezse bu durumda o kişinin bid’atçi olduğuna hükmedilir mi? Selefiler onu bid’atçi görerek uzaklaşabilir mi ve ondan sakındırabilirler mi? Yoksa buna alimin mi hükmetmesi gerekir? Bize açıklayın, Allah size bereket versin.
Cevap: Eğer kardeşlerinin sözleri ona fayda etmez ve dönmezse ondan ve sözlerinden sakındırılır. İlim ehline danıştıktan sonra da onun bid’atçi olduğuna hükmedilir. Yardım istenecek olan Allah’tır.
Şeyh Muhammed Bâzemul

13 Şubat 2015 Cuma

Şeytanın Bâtılı Süslemesi ve Hakkı Çirkin Göstermesi


İbnu’l-Kayyim rahimehullah şöyle der:
"Şeytanın hilelerinden biri de şudur: İnsanı tuzağa düşürmek için, aklı daima büyülemesidir. Onun büyüsünden ancak Allah’ın dilediği kişiler kurtulabilir.

12 Şubat 2015 Perşembe

Sahih Hadisler Sitesini Hatanın Tashihine Tekrar Davet Ediyorum!


Daha önce Sahih Hadisler sitesinde Abdestsiz ve Cünüp olarak Kur’an okunması meselesinde Şeyh el-Elbani rahimehullah’ın adı kullanılarak tedlisler ve delil karartması yapıldığına dair uyarıda bulunmuştum.

7 Şubat 2015 Cumartesi

Münafıklarla Cihad


İbn Mes’ud radıyallahu anh şöyle demiştir:

لَمَّا نَزَلَتْ: {يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ} أُمِرَ رَسُولُ اللهِ صَلى الله عَلَيه وَسَلم أَنْ يُجَاهِدَ بِيَدِهِ, فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَعَلَيْهِ بِوَجْهٍ مُكَفَهِرٍّ

Ey Nebi! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et” (Tevbe 73) ayeti indiği zaman Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; el ile cihad etmesi, buna gücü yetmezse onları asık suratla karşılamakla emrolundu.” Sahih. Taberî (11/566) Beyhaki, Şuabu’l-İman (7/38)

İmam Ebu Cafer et-Taberi dedi ki: “(Tevbe suresi 73. Ayetine dair) Bu görüşler içinde bana göre en isabetlisi İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın, Allah Teâlâ’nın, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e münafıklarla cihad etmeyi emrettiğine dair sözüdür. Bu, müşriklerle cihadı emretmesinin benzeridir.

Eğer birisi: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ashabı arasında bulunan münafıkları bildiği halde onları nasıl bıraktı?” diyecek olursa, denilir ki: “Muhakkak ki Allah Teâlâ onlardan küfür sözünü ortaya açıkça koyan kimselerle savaşmasını emretti. O münafığın zahire vurduğu şeye göre davranılır.

Onlardan küfür sözünü söylediklerinden haberdar olunanlar yakalandığı zaman inkâr eder ve bu sözden dönerek: “Ben Müslümanım” derse diliyle İslam’ı izhar eden herkes hakkında Allah’ın hükmü onun malının ve kanının koruma altında olmasıdır.  İtikadında başka bir şey gizlese bile, onların sırları Allah Azze ve Celle’ye bırakılır. Halkın gizlilikleri araştırmasına yol bırakılmamıştır.

Bu yüzden Nebî sallallahu aleyhi ve sellem münafıkları bilmesine ve Allah’ın kendisini onların içlerinde gizledikleri şeylerden ve kalplerindeki itikatlardan haberdar etmesine rağmen, bu kimselerin ashabı arasında bulunmasını onaylamış, onlarla olan cihadda, Allah’a ortak koşan (kâfirlere) harp açması gibi bir cihad yolunu tutmamıştır. Münafıklardan birisi, Allah’ı küfr/inkâr içeren bir sözünden haberdar olunup yakalanınca, inkâr etmiş, diliyle Müslüman olduğunu izhar etmiştir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de onu, daha önce söylediği sözden ve içinde gizlediği itikattan değil, ancak kendisinin huzurunda söyleyerek ortaya koyduğu sözle sorumlu tutmuş ve buna göre hüküm vermiştir.

Allah hükümde hiç kimseye insanların içlerinde gizlediğine göre hükmetmeyi mubah kılmamıştır, içte gizlenenin hükmünü yalnız kendisine ayırmıştır.” (Taberi Tefsiri 11/567)

6 Şubat 2015 Cuma

Tekfirci Haricilere Reddiye/Şeyh Nasıruddin el-Elbânî Rahimehullah

Tercüme: Ebu Muaz

Şeyh el-Elbani rahimehullah, es-Sahiha'da şöyle demiştir:
Ubade b. Es-Samit radıyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e zorlukta ve kolaylıkta, dinçlikte ve isteksiz hallerde, bize karşı aleyhimizde kayırmacılık yapılsa bile dinleyip itaat etmek, katımızda Allah’tan açık bir burhan olan bariz küfür görmedikçe, yetki konusunda yöneticilerle çekişmemek, nerede olursak olalım hakkı söylemek ve Allah için kınayıcının kınamasından korkmamak üzere biat ettik.”

Bu hadiste birçok faydalar ve fıkhî meseleler vardır. Özellikle Hafız İbn Hacer, Fethu’l-Bari’de başta olmak üzere, âlimler şerhlerinde bu konuda konuşmuşlardır.

Bunlardan burada önemsediğim kısım şudur: Burada müminlerin emiri Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh’e karşı ayaklanan haricilere açık bir reddiye vardır. Zira onlar herhangi bir şüphe veya tereddüt söz konusu olmaksızın, Ali radıyallahu anh’de bariz küfür görmemişlerdi. Bununla beraber onunla ve onun yanında bulunan sahabelerle, tabiinle savaşmayı ve kanlarını dökmeyi helal saydılar. Ali radıyallahu anh de onlarla savaşıp köklerini kazımaya mecbur kaldı ve onlardan sadece bir azınlık kurtuldu. Sonra tarihte bilindiği gibi Ali radıyallahu anh’ı haince öldürdüler. Onlar İslam’da kötü bir çığır açtılar. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in birçok sakındırıcı hadislerine rağmen Müslümanların yöneticilerine karşı ayaklanmayı zamanlar boyu din edindiler. Bu hadislerden birisi: “Hariciler cehennemin köpekleridir” hadisidir. (Mişkatu’l-Mesabih, (3554) er-Ravdu’n-Nadir (906, 908)

Onlar yöneticilerde bariz küfür görmemelerine rağmen böyle olmuştur. Onlar ancak küfrün altında olan zulüm, fücur ve günahlar görmüşlerdir.

Bugün – tarih tekerrür eder sözünde olduğu gibi – Müslüman gençler arasında dinde çok az fıkıh sahibi olan, yöneticilerin Allah’ın indirdiklerinden çok azıyla hükmettiklerini gören, ilim, fıkıh ve hikmet ehli ile istişare etmeksizin yöneticilere karşı ayaklanmayı uygun gören kimseler türedi. Hatta önderleri Mısır’da, Suriye’de ve Cezayir’de kör fitnelere, kanlar dökmeye kışkırtıyor! Bundan öncede Mekke Harem’inde bir fitne olmuş, böylece hariciler dışında seleften ve haleften Müslümanların üzerinde ittifak ettikleri bu sahih hadise muhalefet etmişlerdi.

Bu gençlerde galip gelen zan, onların Allah’ın veçhini dileyen samimi kimseler olmaları olduğundan, durum aldatıcı bir hale gelmiştir. Ben hatalarını itiraf ettirmek için onlara bir nasihatte ve hatırlatmada bulunmak istiyorum. Umulur ki doğru yolu bulurlar.

Diyorum ki: Bilindiği üzere Müslümanlar, İslam’ın rükünlerinde dahi güçlerinin yettiği hükümlerden sorumludurlar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Beyt’i haccetmek, yoluna güç yetirebilenler için Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Al-i İmran 97) Bu mesele ayrıntıya girmeye gerek kalmayacak kadar açıktır.

Burada detaylandırılması gereken yalnız iki hakikatin hatırlatılmasıdır:

Birincisi: Hangi türüyle olursa olsun Allah’ın düşmanlarıyla savaşmak, Allah’ın hükümlerine boyun eğip tabi olmak suretiyle nefis terbiyesini gerektirir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Mücahid; Allah’a taat için nefsiyle cihad edendir.” (es-Sahiha 549)

İkincisi: Bu (savaş), Allah’ın düşmanlarını cezalandıracak olan maddî hazırlık ve savaş silahlarını da gerektirir. Zira Allah bunu müminlerin emirine emrederek şöyle buyurmuştur: “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla hem Allah düşmanını, hem kendi düşmanınızı hem de bunlar dışında sizin bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz” (Enfal 60) Güç yettiği halde bunun ihlal edilmesi ancak münafıkların özelliğidir. Bu yüzden alemlerin rabbi onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Şayet (savaşa) çıkmayı isteselerdi bunun için hazırlık yaparlardı.” (Tevbe 46)

Ben kesinlikle inanıyorum ki bu maddi hazırlık müminlerden bir topluluğun yöneticilerinin bilgisi olmadan yapabilecekleri bir şey değildir. Nitekim bu bilinen bir husustur. Buna göre, Allah’ın düşmanlarıyla savaşacak bir topluluğun vakti gelmemiştir. Durum Mekke dönemi gibidir. Bu yüzden Müslümanlar, ancak Medine döneminde cihad/kıtal ile emrolunmuşlardı. Bu husus, şu rabbanî nassın gereğidir: “Allah hiçbir nefse kapasitesinin üzerinde yüklemez.” (Bakara 286)

Bu yüzden ben cihad için hamasetli ve kulların rabbi için gerçekten samimi olan gençlere şunu öğütlüyorum: İçteki ıslaha yönelsinler, imkanları olmayan dıştakini önemsemeyi ertelesinler. Tasfiye ve Terbiye adını verdiğim bu çalışma, alıştırmalar yapmayı ve uzun bir zamanı gerektirir. Bunu yerine getirecek olanlar ancak alimlerden, seçkinlerden ve takva sahibi eğitimcilerden bir topluluktur. Özellikle yöneticilere karşı kışkırtan cemaatler arasında bu zamanda onlar ne kadar da azdırlar!

Bazıları bu tasfiye işleminin zorunlu olduğuna karşı çıkabilir. Nitekim bazı İslamî gruplar böyle davranıyorlar. Bazıları bunun devrinin kapandığını iddia edebilir ve siyasi çalışmalara veya cihada sapabilir, tasfiye ve terbiye işini önemsemekten yüz çevirebilirler. Hepsi de bu şekilde yanılırlar. Tasfiye görevini ihmal etmeleri sebebiyle nice meselelerde dine muhalefetler ettiler, taklide ve telfike (mezheplerin ruhsatlarını seçmeye) yöneldiler. Allah’ın haram kıldığı nice hükümleri helal saydılar! İşte bir örnek: Kendilerinden bariz küfür sadır olmasa da yöneticilere karşı ayaklanmak!

Son olarak diyorum ki: Bizler, mesela Ramazan orucunun farz olduğunu inkar eden, kurban bayramında kurban kesmeye karşı çıkan vb. kimseler gibi dinde bilinmesi zorunlu olan şeyleri inkar eden bazı yöneticilerin, kendilerine karşı ayaklanmayı hak ettiklerini inkar etmiyoruz. Hadisin ifade ettiği gibi böyle kimselerle savaşılması gerekir. Lakin daha önce belirtildiği gibi, bunun için güç yetirme şartı vardır.

Lakin mukaddes toprakları işgal eden, Müslümanların kanlarını döken Yahudilere karşı cihad etmek, burada açıklanmasına imkân olmayan birçok açıdan bu şekildeki yöneticilere karşı savaşmaktan daha önceliklidir. En önemlisi bu yöneticilerin ordusu veya en azından onların çoğunluğu, bu yöneticilerden razı olmayan Müslüman kardeşlerimizden oluşmaktadır. Bu hamasetli gençler Müslümanların yöneticileriyle savaşmak yerine neden Yahudilere karşı savaşmıyorlar?!

Zannederim bunun cevabı, az önce açıklandığı gibi: “Güç yetiremiyoruz” anlamında olacaktır. Buradaki cevap da aynı cevaptır. Vakıa bunu desteklemektedir. Onların imkan bulunmamasına rağmen yaptıkları ayaklanmalar, maalesef kanların dökülmesinden başka sonuç vermemiştir. Cezair’deki örnek önümüzde durmaya devam ediyor. İbret alıp düşünen var mı?

El-Elbani, es-Sahiha (7/2/1237-1243)

Küfrün Altında Bir Küfür Ayrımı Hakkında Kaide

Tercüme: Ebu Muaz
Soru: İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler hakkında söylediği “Küfrün altında bir küfür” sözü hakkında bu ayrımın kuralı nedir?
Şeyh Muhammed Nasıruddin el-Elbânî rahimehullah dedi ki: “Bu itikadî küfür ile (onun altında olan) amelî küfür ayrımıdır. Kimin kalbinde itikadi küfür varsa bu kimse dinden çıkar. Kim de itikadına muhalif olan amelî küfür işlerse, bu da küfrün altında bir küfürdür, o kişi bununla kafir olmaz.
Burada dinleyicilerin bilmeleri gereken ince bir nokta vardır: Küfür iki çeşit olduğu gibi, nifak da iki çeşittir. Bugün insanlar arasında iki çeşit küfürden bahsediliyor da, nifakın da iki çeşit olduğundan bahsedilmiyor. Halbuki bu da önemli bir meseledir. Kim gönlünde küfrü gizliyorsa o itikadi bir küfürle kafirdir öyle değil mi?”
Birisi: “Evet” dedi.
Şeyh şöyle devam etti: “Lakin bu kimse “Şehadet ederim ki Allah’tan başka ibadete layık hak ilah yoktur ve Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın rasulüdür” diyor. Müslümanlarla beraber oruç tutmaya devam ediyor. Bu onun nifakını tamamlıyor! O iç aleminde kafirdir, dıştan Müslümandır. Buraya kadar anlaşıldığını sanıyorum. Bu, itikadi küfürle beraber ameli küfrün tam aksidir. Amelî küfür işleyen kimse itikadına göre sahih bir imana sahiptir. Lakin ameli kafirin amelidir. Münafık ise tam aksidir, ameli Müslümanların amelidir, fakat itikadı kafirlerin itikadıdır. Müslümanların itikadına sahip olan velakin aamelinde kafirlerin amelini işleyen kimse tekfir edilmez. Çünkü o müslümanların itikadında olup, ameli kafirlerin amelidir. Bunu anladıysak, bu açıklama ile milyonlarca Müslümanı tekfir etme problemini sonlandırmalıyız. 
İşte o zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Kul ile küfür arasında veya kul ile şirk arasında namazın terki vardır” hadisini de anlamış oluruz. Namazı terk eden küfür işlemiştir. Bu küfür itikadi de olabilir, amelî bir küfür de olabilir. Peki bu veya diğeri ne zaman söz konusu olur? Eğer herhangi bir yol ile onun namazın meşru (din kılınmış) olduğuna iman ettiğini ve kendisinin Allah’a karşı günah işlediğini itiraf edip: “Allah bizim tevbemizi kabul etsin” dediğini bilirsek bu kişi kalbinde Müslümanlarla beraber iman eden biridir. Lakin o ameliyle kafirlerle beraberdir. Çünkü kafirler namaz kılmazlar. İşte bu, itikadî küfür ile amelî küfür arasındaki farktır.”
El-Hedyu ve’n-Nur (547/58 :17:00 – Tariku’l-İslam)
Ebu Muaz’ın notu: Bu açıklamada Selef’ten gelen tanımlamalara muhalefet söz konusudur. Nitekim Huzeyfe radıyallahu anh nifak hakkında şöyle tarifte bulunmuştur: “Münafık İslam’ı dile getiren, lakin onunla amel etmeyendir.” Sahih mevkuf. Ebu Nuaym, Sıfatu’n-Nifak (126) İbn Ebi Şeybe (15/115) İbn Ebî Hâtim Tefsir (10508)

Hasen el-Basri de şöyle demiştir: “Nifak iki kısımdır. Biri Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i yalanlamaktır ki bu tür nifak küfürdür. Diğeri de kişinin hata ve günahlarından dolayı içine düştüğü durumdur. Böylesi bir kişinin de bağışlanması umulur “Sahih maktu. İbn Batta el-İbane (939) Taberî Tehzibu’l-Asar (1953) Ebu Nuaym Sıfatu’n-Nifak (127) Tirmizi Sunen'de (2632) nolu rivayetten sonra isnadsız olarak zikretmiştir.

* Buna göre Müslüman olduğunu iddia ettiği halde İslam şartlarından olan namazı terk eden kimse nifak üzeredir.
* Bu nifak ise büyük nifaktır. Zira namazın terkinin büyük küfür olduğu üzerinde sahabenin icmaı sabit olmuştur.
* Büyük küfür yani dinden çıkaran küfür, itikadi küfürle beraber amelî küfürün bulunması halinde söz konusu olur.
* Namazı terk etmenin küfür olduğunu bildiği halde, kasıtlı olarak, geçerli bir te’vil söz konusu olmaksızın ve ikrah altında olmaksızın namazı terk eden kimse namazı terk etmekle aslında itikadi bir küfür de işlemiş olmaktadır.
* Bununla beraber Müslüman olduğunu da iddia etmekte, şehadet kelimelerini ikrar etmektedir. Şayet hüccet ikamesini yapacak ve gerekli yaptırımı uygulayacak bir İslam kadısı olsa idi, böyle bir kimse ya tevbe edip namaza dönmeye mecbur kalır, yahut küfründe ısrar ederek mürted olduğu halde öldürülürdü.
* Lakin bu zamanda İslam devleti mevcut olmadığı için namazın terkinin hükmünü öğrendiği halde, ikrah altında olmaksızın ve kasten namazı terk edip, Müslümanlık iddiasında devam edenler ancak münafık konumunda bulunmaktadırlar.
* Dünya hükümleri bakımından pek çok konuda fasık Müslüman gibi muamele görürler, onlara karşı dikkatli olunur ve öldüklerinde cenaze namazlarını kılmak gerekmez.
* Bununla beraber Müslüman mezarlığına gömülürler.
Allah en iyi bilendir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)