Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

30 Mart 2014 Pazar

MESCİT VEYA CÂMİDE CEMAATLE NAMAZ KILMAYI GEREKTİREN MESAFE NE KADARDIR?

Hamd, yalnızca Allah'adır.
Mikrofonsuz olarak normal bir insanın sesiyle okunan ezanı işiten kimsenin, ezanı işittiği mescit veya câmide namazı cemaatle kılması gerekir.


Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
Her kim, ezanı işitir de ona icâbet edip mescide gelmezse, onun namazı yoktur. Ancak özür sahibi olan bundan müstesnâdır.[1]
Nitekim İbn-i Abbas’a -Allah ondan ve babasından râzı olsun- hadiste geçen özür hakkında sorulduğunda o şöyle demiştir.:
“Düşman korkusu veya hastalıktır”
Ebû Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, şöyle demiştir:
"Gözleri görmeyen bir adam, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e gelerek: Ey Allah’ın elçisi! Beni mescide götürecek kimsem yoktur. Evimde namaz kılmama izin var mı? diye sordu.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- önce izin verdi. Sonra onu çağırıp: “Ezânı işitiyor musun?” diye sordu. Âmâ adam: “Evet” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “O halde icâbet et (cemaate gel).”[2]
Başka bir rivâyette ise İbn-i Ümmi Mektûm şöyle demiştir:
"Ey Allah'ın elçisi! Ben gözleri görmeyen, evi mescide uzak olan ve beni mescide götürecek kimsesi olmayan birisiyim. Namazı evimde kılmama bir ruhsat (izin) bulabilir misin? dedim. Buyurdu ki: Ezânı işitiyor musun? o da : Evet, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-: Senin için bir ruhsat bulamıyorum, dedi." [3]
Abdullah b. Mes'ud'ddan -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle demiştir:
“Kıyamet günü müslüman olarak Allah’a kavuşmak isteyen, nerede ezân okunursa namazları orada kılsın. Şüphesiz ki Allah, Peygamberinize hidâyet yollarını meşrû kılmıştır. Bu namazlar da hidâyet yollarından birisidir. Şayet siz, cemaatten geri kalan şu adam gibi namazları evinizde kılarsanız.Peygamberinizin yolunu terketmiş olursunuz. Peygamberinizin yolunu terkederseniz, işte o zaman sapıtırsınız.Her kim, güzel bir şekilde abdest alır, sonra da bu mescitlerden birisine giderse, attığı her adım için, Allah ona bir sevâp yazar, derecesini bir kat yükseltir ve bir günahını da siler. Bizim zamanımızda namazdan ancak münâfıklığı belli olan kimse geri kalırdı. Hasta olan kimse, iki kişi tarafından koltuklanarak namaza getirilir ve safta durdurulurdu” [4]
Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- sâbit olduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
Nefsim elinde olan Allah'a yemîn olsun ki, içimden şöyle yapmaya kasdettim. Odun toplanmasını emretmeyi, sonra namazın kılınması için ezan okunmasını, daha sonra da birisinin mü’minlere namaz kıldırmasını emredeyim. Ardindan namaza gelmeyen erkeklere arkalarından gelip onlar evlerindeyken evlerini ateşe vereyim. Nefsim elinde olan Allah'a yemîn olsun ki, namaza gelmeyenlerden birisi, üzerinde et bulunan bir kemik veya koyunun toynağının arasındaki azıcık bir et bulacağını bilse, yatsı namazına gelirdi.” [5]
Yine, Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- sâbit olduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
Şüphe yok ki münâfıklara en ağrı gelen namaz, yatsı namazı ile sabah namazıdır. Şayet münâfıklar yatsı ve sabah namazındaki ecir ve fazîleti bilmiş olsalardı, emekleyerek de olsa bu iki namaza gelirlerdi. Şüphe yok ki içimden şöyle yapmaya azmettim: Namazın kılınmasını emredip, sonra kâmet getirilmesini, sonra da birisinin mü’minlere namaz kıldırmasını emredeyim.Ardından da ellerinde odun bağları bulunan adamlarla birlikte gidip, namaza gelmeyenlerin evlerini onlar evlerindeyken ateşe vereyim.”[6]
Namazın şanının ne kadar büyük olduğu ve namazın câmi veya mescitlerde edâ edilmesinin teşvik edilmesi konusundaki hadisler, pek çoktur. Bu sebeple bütün müslümanların, namazları câmi ve mescitlerde kılmaya devam etmeleri, bunu birbirlerine tavsiye etmeleri ve konuda birbirleriyle yardımlaşmaları gerekir.
Mescide uzak olan ve ezanı ancak mikrofonla işiten kimseye gelince, bu kimsenin mescide gitmesi gerekmez. Yukarıda zikredilen hadis gereği, kendisi ile aynı yerde kalan kimselerle birlikte ayrı bir cemaat oluşturarak namazlarını kılarlar.Zorluğa katlanıp cemaatle birlikte uzak oluşları sebebiyle ezanı ancak mikrofonla işittikleri mescide gelirler ve burada cemaatle namazlarını kılarlarsa, sevapları daha büyük olur.
Nitekim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:
Namaz konusunda insanlar içerisinde sevabı en büyük olan kimse, evi mescide en uzak olan ve adımı daha fazla olan kimsedir. Namazı, imam ile birlikte kılıncaya kadar bekleyen kimsenin sevabı, (evde veya mescitte) namazını kıldıktan sonra yatan kimseden daha büyüktür." [7]
Câmi ve mescitlere yaya olarak gitmenin fazîleti ve bunu teşvik etmenin hakkındaki hadisler pek çoktur.
Başarı, Allah'tandır." [8]
Ezanı işitmenin ölçüsünün nasıl olması gerektiği konusundaki İslâm âlimlerinin görüşleri:
İmam Şâfiî -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:
"Ezanı okuyan kimsenin sesi gür, ezanı işiten kimse de sağır değil, ortalık sessiz olur ve rüzgâr da esmiyor ise, bu takdirde mescide gelmesi ve namazını cemaatle kılması gerekir. Yok eğer ezan okuyan kimsenin sesi gür değil ve ezanı işiten kimse de gâfil ve sesler geliyorsa, bu takdirde ezanı pek az insan işitir." [9]
İmam Nevevî -Allah ona rahmet etsin- de şöyle demiştir:
"Ezanı işitme konusunda şuna bakılır: Bir kimse, yaşadığı beldenin dışında durur, ortalık sessiz olur, rüzgâr esmez ve kendisi de ezanı işitirse, bu takdirde mescide gelip namazını cemaatle kılması gerekir. Ezanı işitmezse, namazını mescitte kılması gerekmez." [10]
İbn-i Kudâme -Allah ona rahmet etsin- ise şöyle demiştir:
"Ezanın genellikle  işitildiği yer, eğer ezan okuyan kimse sesi gür ve yüksekçe bir yerde bulunuyor, rüzgâr esmiyor, ortalık sessiz ve ezanı işiten kimse de dalgın ve ilgisiz değil ise, takdirde mescide gelip namazını cemaatle kılması gerekir." [11]

[1] İbn-i Mâce, Dârekutnî, İbn-i Hibbân ve Hâkim sahih bir senedle rivâyet etmişlerdir.
[2] Müslim
[3] İmam Ahmed ve Ebu Dâvûd
[4] Müslim
[5] Buhârî ve Müslim
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bununla, o kimsenin değersiz ve hakir bir şeyi elde etmek için gayret edeceğini belirtmek istemiştir.
[6] Buhârî ve Müslim
[7] Buhârî ve Müslim
[8] Mecmû'u Fetâvâ İbn-i Baz, cilt: 12, sayfa: 58-61
[9] İmam Şâfiî, "el-Um", cilt: 1, sayfa: 221
[10] el-Mecmû' Şerhu'l-Muhezzeb, cilt: 4, sayfa: 353
[11] el-Muğnî, cilt: 2, sayfa: 107

28 Mart 2014 Cuma

Kadınlar ve İlim Tahsili Hususunda Dikkat Edilecek Hususlar


Ebu Muâz el-Çubukâbâdî
- Türkiye'de Hadis Ehlinin Selefî Menhecini tahrip etmek için kendilerini selefîliğe nispet eden face-bok davetçisi sahtekârların, velâ ve berâ, maslahat, tekfir, ircâ,  mescidlerden uzaklaşıp derneklere çağırma, davete video bid'atini karıştırma, oy kullanma ve demokrasi küfründen gaflete getirme gibi akide ve menhec meselelerini tahrif etmelerine ek olarak, tesettür ve kadınların ilim tahsili meselesini saptırmalarına reddiyedir -
Bismillah.
Muasır Mu’tezile kelamcıları, “İyiliği emretme ve kötülükten yasaklama vazifesi erkeklere farz olduğu gibi kadınlara farzdır. Kadının iyiliği emredip kötülüğü yasaklayabilmesi için de bilgi sahibi olması gerekir” gerekçesiyle kadınların öğretim ve öğrenim faaliyetlerine aktif olarak katılabileceklerini iddia ediyor, buradan hareketle;

23 Mart 2014 Pazar

Umûma Özel Mektup


İster dost ol, ister düşman, bu mektubumu rabbinle yanlız kaldığında, şeytandan Allah’a sığınarak, benim aşağıda kendini temize çeken bir kafa adına yazdığım tavırdan tiksinerek, nefsini temize çekmeden oku kardeşim.

20 Mart 2014 Perşembe

Kadınların Oy Kullanmaya Çıkması Daha Çirkindir!/Şeyh Mukbil b. Hadi


...Kadınların yayın vasıtalarına aldanmamaları gerekir. Nitekim “falan şeyh televizyonda şöyle dedi” denilir. Derim ki: “Eğer bu şeyhte bir hayır olsaydı televizyona çıkmazdı. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah suret yapanlara lanet etsin” buyurmuştur.
Ben onun tamamen hayırsız olduğunu söylemiyorum, lakin bu meclisinde hayır yoktur. Ya da derler ki; filan şeyh kadının nikaplı olarak çıkmasında sakınca olmadığına fetva verdi.” Peki tagutluğa (oy kullanmaya) çıkabilir mi? Bilakis çarşıda, bahçesinde veya işlerinde bir ihtiyacı olup bunu kendisi için yerine getirecek kimsesi yoksa çıkar.
Bu sözümü işiten bütün kadınların oy pusulasını alıp ateşe atmasını umarım. Ancak böylece kendini ateşten kurtarırsın. Zira insanların çoğu kendilerine aldırmaz haldedirler. Hatta İslam ve müslümanlar kurban ediliyor olsa dahi, seçimlerde kazanmayı önemsemektedirler!...”[1]



[1] Tuhfetu’l-Mucib – Tahrimu’l-İntihabat Ale’n-Nisa

Kadın Muhaddisler Perde Arkasından Hadis Rivayet Etmişlerdir/Şeyh Mukbil b. Hâdi


Soru 45: Kendilerinden erkeklerin de hadis rivayet ettikleri kadın muhaddisler mevcuttur. Bu konuda görüşünüz nedir?

Cevap: Evet, müminlerin annesi Aişe ve Umm Seleme radıyallahu anhuma böyledirler. Yine onlardan sonra tabiinden Hafsa bt. Sirin, Amre bt. Abdirrahman da böyledirler. Bunlardan sonra da âlimler kadınlardan hadis dinlemeye devam etmişlerdir. Bütün bunlar perde arkasından olduğuna yorumlanır.[1] Zira olnlar Allah Azze ve Celle’den takva üzere idiler. Nitekim Aişe radıyallahu anha hadisinde, O’nun perde arkasından konuştuğu gelmiştir. Bir gün Ebu Hureyre radıyallahu anh gelmiş ve hadis rivayet etmişti. Şöyle diyordu: “Ne diyorsun ey perde sahibi?” Aişe radıyallahu anha ise namaz kılıyordu. Namazdan sonra Aişe radıyallahu anha dedi ki: “Ebu Hureyre nereye gitti?” Ona: “O gitti” dediler. Aişe radıyallahu anha dedi ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sizin şu hızlıca konuşmanız gibi hızlıca konuşmazdı.” Hadis rivayeti perde arkasından olmuştur. Allah yardımcımız olsun.

Eğer erkekler takva hususunda onlar gibi olurlar ve muhaddise kadın da takvada Aişe radıyallahu anha gibi olursa inşaallah bunda sakınca yoktur.[2]



[1] Derim ki: Şeyh Mukbil rahimehullah’ın bu sözünü Hafız Zehebi’nin Siyeru A’lam’da söylediği şu söz desteklemektedir: “Kendilerini hiç görmediğimiz kadınlardan hadis rivayet ettik.”
[2] Şeyh Mukbil b. Hadi, Fetava’n-Nisa (s.75)

Seçenler mi, yoksa seçilenler mi olacağız?

Ebû Hureyre radıyallahu anh'den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:


ستنتقون كما ينقى التمر من حثالته


"Kuru hurmanın döküntülerinden ayıklandığı gibi siz de ayıklanacaksınız."


Hasen. İbn Hibban (15/265) Hakim (4/352, 481) İbn Mace (4038) Temmâm er-Râzî Fevaid (1453) İbn Asakir, Tarih (8/222) el-Elbâni, es-Sahiha (1781) 

15 Mart 2014 Cumartesi

Hadis Ehlinin İslam Alemindeki Vakıaya Karşı Konumu


Suriye’deki vakıa ve daha önceki benzer olaylar hakkında hadis ehlinin izlediği selefî menheci ve haricî metodlara karşı çıkılmasını fütursuzca eleştiren ilimsiz kimselerin saptırmaları sebebiyle birçok kardeşlerimizin zihinleri karışık haldedir. Bu karışıklığa selefî menhec konusundaki bilgisizlik sebep olmakta, insanlar hissî davranmaktan kendilerini alamayarak bazı isimleri takıntı yapmaktadırlar. Herşeyden önce şunu bilmek gerekir; selefî menhec, sonraki selefîlerin bakış açısıyla değerlendirilmez, bilakis sonrakiler, önceki selefin menhecine göre değerlendirilir. Asıl olan budur. Adnan Ar’ur, Muhammed el-Arifî gibi selefîliğe ve ilme nispet edilen kimselerin Suriye fitnesi hakkındaki tavırları Salih Selefin menhecine göre cereyan etmemiştir!
Aynı şekilde Mısır’da sokaklara dökülerek veya parlementoya girmek için seçimlere katılarak İslâmî olmayan metodlarla İslâmî bir hedef güden kimseler de büyük yanlış içerisindedirler!
Zirr b. Hubeyş rahimehullah dedi ki: “İnsanlar el-Velid b. Ukbe b. Ebi Muayt’ın gidişatına karşı çıktıklarında Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’e geldiler. Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh onlara şöyle dedi: “Sabredin. Zira yöneticinin elli senelik zulmü bir aylık herc’den hayırlıdır. Ben bunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim. Şöyle buyurmuştu:
«لَا بُدَّ لِلنَّاسِ مِنْ إِمَارَةٍ بَرَّةٍ أَوْ فَاجِرَةٍ، فَأَمَّا الْبَرَّةُ فَتَعْدِلُ فِي الْقَسْمِ، وَيُقْسَمُ بَيْنَكُمْ فَيْؤُكُمْ بِالسَّوِيَّةِ، وَأَمَّا الْفَاجِرَةُ فَيُبْتَلَى فِيهَا الْمُؤْمِنُ، وَالْإِمَارَةُ الْفَاجِرَةُ خَيْرٌ مِنَ الْهَرْجِ» ، قِيلَ: يَا رَسُولَ اللهِ، وَمَا الْهَرْجُ؟ قَالَ: «الْقَتْلُ وَالْكَذِبُ»
İyi ya da günahkâr olsun insanların yöneticisi bulunmak zorundadır. İyi olursa aranızda adaletli taksimat yapar ve düzgün yöneticilik yapar. Ama günahkâr ise mümin bu konuda müptela olur/belaya uğrar. Günahkâr yöneticilerin bulunması, hercden hayırlıdır.” Denildi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Herc nedir?” Buyurdu ki: “Adam öldürmeler ve yalan(ın yayılması)dır.[1]
Türkiye’de de son gelişen olaylar, gidişatlarında nasları değil de, hisleri belirleyici kılan kimselerin meşrû bir fiil olmayan oy kullanma ameline yönlenmesine sebep olmaktadır.
Oy kullanmadaki amaç nedir? Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetme zulmünü, Allah’ın indirdiğinden başkası olan başka bir zulümle mi def etmek?!
Yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in yolunda, demokrasi küfrünün ameliyesine iştirak ederek oy kullanmak gelmemiştir. Allah Azze ve Celle ancak kendisinin dinine yardım edenlere yardım edeceğini vaad etmiştir! Mitinglerle, oy kullanmayla vb. Demokrasi dinine yardım edenlere değil!
Aldanan ve aldatanlarla beraber aldanmayın! Oy kullanmama gibi bir seçenek olduğu sürece, kaçınılmaz olan iki zarara muhatap olmak gibi bir durum söz konusu değildir. Şayet oy kullanmamak da bir zarar ise, bu üç zarardan en hafif olanıdır! Zira oy kullanmak suretiyle gayri meşrû düzene iştirak etmemek, Allah’ın dinine aykırı olan münkere elle, dille, kalple karşı çıkmanın gereğidir. Bâtıl idareler ve zalim yöneticileri değiştirmek için gayri meşrû yöntemlerden Allah bizi sorumlu tutmamış, bilakis sabrı emretmiştir. Yukarıda zikrettiğim hadisi iyi düşünün.


[1] Taberani (10/132) İbn Asakir, Tarihu Dımeşk (63/242) Hafız Iraki Tahricu’l-İhya’da (5/455): “İsnadı sakıncasızdır” demiştir.

4 Mart 2014 Salı

Oy Kullanmanın Hükmü - İbn Useymin, Şeyh Necmî, Muhammed Eman Cami ve Şeyh Fevzan


Allame İbn Useymin rahimehullah Şerhu’l-Mumti’de Müslümanların seçimlere katılmalarının mümkün olmadığını söylemiştir.[1]

Allame en-Necmî[2], Muhammed Eman Cami[3] ve Şeyh Salih el-Fevzan[4] da seçimlere katılmanın caiz olmadığını, bunun kâfirlere benzemek olduğunu açıklamışlardır.



[1] Şerhu’l-Mumti (8/10)
[2] El-Mevridi’l-Azbi’z-Zulal (s.240)
[3] Hakikatu’d-Dimokratiyye (s.33-34)
[4] Şeyh Fevzan’ın internet sitesi 8027 nolu fetva. Bkz.: Es’iletu’l-Menahici’l-Cedide (s.207)

Oy Kullanmanın Hükmü - Şeyh Rebi b. Hâdî


Şeyh Rebi b. Hadi el-Medhali, , Ebu’l-Hasen es-Suleymani’ye son reddiyesinde şöyle demiştir: “Diyorsun ki: “Seçimler konusu içtihadî bir meseledir”

Derim ki: Seçimlerin içtihadi bir mesele olduğunu söylemek caiz değildir. Bilakis bu sapıklık meselelerindendir ve Yahudi ve Hristiyanların uydurdukları kâfir demokrasi pisliklerinden birisidir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara tabi olmayı en şiddetli bir şekilde kötülemiştir Elbette sizler, sizden öncekileri karış karış, dirsek dirsek izleyeceksiniz. Hatta onlar keler deliğine girseler sizler de gireceksiniz.” Dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! Onlar Yahudi ve Hristiyanlar mı?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Başka kim olacaktı?” buyurdu.[1]

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: Bundan sonra. Şüphesiz sözlerin en hayırlısı Allah’ın kitabı, yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in yolu, işlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlardır. Her bidat sapıklıktır.”[2]

Yine şöyle buyurmuştur: Şüphesiz aranızdan yaşayacak olanlarınız, birçok ihtilaflar görecektir. Sizlere sünnetime ve hidayet edilmiş raşid halifelerimin sünnetine sarılmak düşer. Ona azı dişlerinizle tutunun. Sizleri sonradan çıkarılan işlerden sakındırırım. Zira her bidat sapıklıktır.”[3]

Demokrasi seçimlerini yapanlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve raşid halifelerin sünnetine en ilgisiz kalan insanlardır. Seçimlerin sayılamayacak kadar kötülükleri vardır. Nitekim bu konuda birçok eserler yazılmıştır. Allah fesattan yasaklar. Senin sapıklıkları içtihadi mesele sayma ve hafife alma konusundaki bu menhecin, Rafızilik, Haricilik, Kabircilik gibi sapıklıklara kapı açar. 

Diyorsun ki: “Selefîler arasında bu meselelerde daha önce de ihtilaf vardı. Kuveyt’teki Selefîler seçimlere katılma görüşündeler. Bizler ise Yemen’de bu görüşte değildik. Bu gün uygun gören de var, görmeyen de var.”

Derim ki: Sen ve senin menhecinde olup sana körükörüne tabi olanlar bunu uygun görüyorlar. Selefilere gelince, onların İslamî duruşları sabittir. Sakın karıştırma! Demokratik seçimler hakkında selefilerin ihtilaf ettikleri meselelerden saymaya kalkışma!

Nitekim Allame el-Elbani rahimehullah Kuveyt’te İhyau’t-Turas cemiyetinde demokratik seçim sapıklığına katılma konusuna dalan ve gruplaşan kimseleri reddederek çürütmüştür.”[4]



[1] Sahih. Buhari (3456) Muslim (2669)
[2] Sahih. Muslim (867) Ahmed (3/371)
[3] Sahih. İbn Hibban (1/178) Hakim (1/174, 176, 177) Ahmed (4/126) Ebu Davud (4607) İbn Mace (42) Bezzar (10/137) Taberani (18/245, 248, 249)
[4] Rebi b. Hadi el-Medhali, “Tenbihu’l-Magrur İla Ma Fi Makali Ebi’l-Hasen ve Menhecihi Mine’d-Dalal ve’ş-Şurur” (Hicri 4.11.1432)

Oy Kullanmanın Hükmü - Şeyh Muhammed el-İmâm


Soru: Siyasi partilere üye olmak caiz midir?

Cevap: Siyasi partiler laikliğin gruplarıdır. Laiklik; dinsizliktir. Yani Allah’ın hak dinini din edinmemektir. Hatta laiklik, Allah katından indirilmiş ve değişikliğe uğramamış dini dahi kabul etmez. Laiklik, mesela batıda tahrif edilmiş ve değiştirilmiş Tevrat ve İncil’i de kabul etmez. Kendi iddialarına göre Musa ve İsa aleyhime's-selâmdan kaldığını ileri sürdükleri Yahudilik ve Hristiyanlığı da kabul etmez. Bu, Allah Azze ve Celle’nin katından bir din indiğine iman etmemektir.

Sonra Müslümanlar arasında laiklik yayıldı. Şu kaidelerini ortaya koydular: Din Allah içindir, vatan herkes içindir. Yine: Din kul ile rabbi arasındadır kaidesini yaydılar. Yani namaz, oruç ibadet edenin ibadetidir. Ama hükümler, ahlak, muameleler, siyasi ve iktisadi meselelere gelince bunlarda insanların hükmüne müracaat edilmesi ve insanların kanun koyması görüşündedirler! Bu konularda İslam dininin hükmünü kabul etmezler.  Müslümanların arasında bu laiklik/dinsizlik çoğaldı. Bu, batılı devletlerin laikler için seçtiği laiklik olup Müslümanlar arasında da bulunmaktadır.

Bütün bunlara göre; partiler, laik partiler ile bidat ve sapıklık içeren partiler arasındadır. Bu partilere girmek dinen caiz değildir. Bilakis bu haram, hatta haramların en büyüklerindendir. Zira bunda günahta yardımlaşmak, sapıklık üzere düşmanlık ve haddi aşma vardır. Özellikle siyasi partiler, ister seçim yoluyla gelip barış devrimi denilen, demokrasi kanunlarıyla amel eden demokratik devrim partileri olsun, isterse askeri devrimle gelenler olsun fark etmez.

Yine bu partiler iki şeyi bir arada barındırır. Siyasi partiler fitnelerin ve sapıklıkların kaynağıdır. Müslümanları fazlasıyla parçalamakta ve zayıflatmaktadır. Düşmanlar için Müslümanlara karşı gedikler açmaktadır. Daha bunun gibi Müslümanlara zararlı olan birçok meseleleri vardır. Hareket ve kuvvet ancak Allah’tandır. Allah’a ve ahiret gününe iman eden için partilere girmek caiz değildir. Bilakis Müslümanlara farz olan, tek grup olan Allah’ın seçtiği Allah’ın grubu olmaları, tek ümmet olmalarıdır ki, o da salih selefin ve onlara güzellikle uyanların üzerinde bulundukları nübüvvet menhecine tabi olan İslam ümmetidir.  Allah en iyi bilendir.[1]

Şeyh Muhammed el-İmam şöyle demiştir: “Seçimler, Allah’a ortak koşma kapsamındadır. Bu itaatte şirktir. Zira seçimler demokrasi nizamının bir parçasıdır ki, bunu İslam düşmanları, Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak için koymuşlardır. Kim onu razı olarak, istekle, sahih olduğuna inanarak kabul ederse, Allah Azze ve Celle’nin emrine muhalefet hususunda İslam düşmanlarına itaat etmiş olur. Bu ise itaatte şirkin ta kendisidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için dinden bir şeriat koyan ortakları mı var? Eğer önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, muhakkak aralarında hükmolunurdu. Şüphesiz zâlimler için acı bir azâb vardır. Zâlimleri, işledikleri şeylerin azabından korkan kimseler olarak görürsün ki, bu, mutlaka onların başına gelecektir” (Şura 21-22)

Kendileri için hidayet apaçık belli olduktan sonra arkalarını dönüp tekrar küfre yönelenlere şeytan işlerini kolaylaştırmış, ümidlerini artırmıştır. Bu da, onların, Allah'ın indirdiklerinden hoşnud olmayanlara, “biz, bazı hususlarda size itaat edeceğiz” demiş olmalarındandır.” (Muhammed 25-26)

Onlara itaat ettiğiniz takdirde, şüphe yoktur ki, siz de müşriklerden olursunuz” (En’âm 121)

Bu seçimler Allah’ın kanunlarından mıdır, yoksa beşerin kanunlarından mıdır? Eğer Allah’ın kanunlarındandır derlerse bu Allah’a karşı büyük bir iftiradır. Laik anayasalar Müslümanların ülkelerinde mevcuttur. Bu, seçimlerin laik düzenlerin uygulaması olduğunun en büyük şahididir. Eğer: “Beşerin kanunlarındandır” derlerse, beşerin kanunlarını nasıl kabul edebilirsiniz? Böyle bir kanun koymanın hükmü nedir? Ayet, seçimleri düzenleyen demokrasi kurucularının, insanlar için şeriat koyma hususunda Allah’a ortak koşmakta olduklarını açıklamıyor mu? Seçimleri kabul eden kimse, yaratılmışları şeriat koyucu olarak görmüyorsa, yaratılmışlar nasıl şeriat koyucu olurlar? Geçen ayeti nasıl anlamamız gerekir o halde? “Seçimlere katılmak caizdir” diyen kimse bununla yetinmiyor, daha da çamura batarak: “Oy kullanmak vaciptir, bunu terk eden günahkârdır, emaneti eda etmemiştir…” vs. diyor!”[2]

Şeyh Muhammed el-İmam, Mefasidu’l-İntihabat kitabında demokrasinin birçok pisliklerini anlatmış, demokratik seçimlerde oy kullanmanın caiz olmadığına dair doyurucu açıklamalar yapmış ve “iki zarardan hafif olanına katlanmak” kaidesiyle oy kullananların şüphelerini çürütmüştür.



[1] Fetva tarihi: 02 Cemadiyessani 1433 Link: http://www.sh-emam.com/show_fatawa.php?id=424
[2] Şeyh Muhammed el-İmam Mefasidu’l-İntihabat (s.25)

Oy Kullanmanın Hükmü - Yahyâ el-Hacûrî


Şeyh Yahya el-Hacuri şöyle demiştir: “Eğer sana seçimlerde oy kullanmanın hakikati nedir diye sorarlarsa de ki: “O Allah’ın hak dininden uzak olan Demokrasi nizamıdır ve kâfirlere benzemektir. Onlara benzemek caiz değildir. Oy kullanmakta birçok zararlar vardır ve Müslümanlara hiçbir faydası yoktur. En önemli zararları şunlardır: Çoğunluk hesabıyla hak ile batılın ve hak ehliyle batıl ehlinin eşit sayılması, vela ve beranın (Allah için dostluk ve Allah için düşmanlık ilkesinin) kaybolması, Müslümanları parçalaması, aralarına kin, düşmanlık, partilerle gruplaşma, taassup, aldatma, hile ve yalan sokması, vakitlerin ve malların zayi edilmesi, kadınların saygınlığının yok edilmesi, İslamî din ilimlerine ve ehline karşı güvenin sarsılmasıdır.”[1]

Yine şöyle demiştir: “Zaruretlerin sınırını din belirler. Âlimler şöyle derler: “Zaruret; insanın canı veya malı hususunda tahammül edemeyeceği zarardır.” Bazı insanlar zaruret kaidesini öyle genişletiyorlar ki, sakalı kesmeyi, rezillikleri seyretmeyi, pantolon giymeyi, kadın erkek karışık okullarda okumayı, partileri ve oy kullanmayı dahi zaruret görmektedirler! Bunlar zaruret değil bilakis haram olan şeylerdir.”[2]

Yine Yahya el-Hacuri şöyle demiştir: “Hangi delil seçimlere katılmayı mubah kılabilir? Bu kâfirleri taklittir. Oy kullanmanın kafirleri taklid olması yeter. Hayır vallahi, ilimden az bir nasibi olan alim veya sünnetin rayihasından koklamış kimse bir tarafa, akıl sahibi bir kimse dahi oy kullanmanın Allah Azze ve Celle’nin dininden olduğunu söylemeye cüret edemez. Bu ancak kâfirlerin işidir.”[3]



[1] El-Mebadiu’l-Mufide (s.30)
[2] El-Kenzu’s-Semin (5/131)
[3] Celsetun Saa Fi’r-Reddi Ale’l-Muftiyyine bi’l-İzaa

Oy Kullanmanın Hükmü - Şeyh Abdusselam Berces


Şeyh Abdusselam Berces rahimehullah şöyle demiştir: “Bilinmektedir ki bu parlementolara girmek, hâciyyat ve tahsiniyyat bir tarafa, hakikatte dinin zaruretler hususundaki maksatlarının da kaybedilmesidir. Çünkü bu dini temelinden yıkmaktır. Dinin en yüksek gayesi olan Allah’ın birlenmesini gerçekleştirme esası düşürülmektedir.”[1]


[1] Abdusselam Berces, el-Hucecu’l-Kaviyye (s.37-38)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)