Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

21 Nisan 2021 Çarşamba

Fudayl b. Iyaz Rahimehullah'tan, Sapık Mürcie Hanefilere Reddiye

 İmam Abdullah b. İmam Ahmed b. Hanbel rahimehumallah, es-Sunne'de (no:793) şöyle rivayet etti:

 Dedi ki: Babam rahimehullahın kitabında şu rivayeti buldum: dedi ki: “Bana Fudayl b. Iyâd rahimehullah’tan haber verildiğine göre, Enfâl suresinin başından, “İşte gerçek mü'minler bunlardır. Rableri katında onlar için dereceler, bağışlanma ve üstün bir rızık vardır.” (Enfal 4) ayetine kadar okudu. Okumayı bitirdikten sonra şöyle dedi:

“Bu ayet sana imanın söz ve amel olduğunu ve mü’min bir kimse gerçek mü’min olduğu zaman onun cennet ehlinden olduğunu haber vermektedir. Her kim gerçek bir mü’minin cennet ehlinden olduğuna şahitlik etmezse o, Allah Azze ve Celle'nin kitabını yalanlayarak, O’nun kitabından şüphe eden bir kimse olur. Yahut o kimse hiçbir şey bilmeyen cahil bir kimsedir. Kim (ayette anlatılan) bu sıfat üzere olursa o, gerçek bir mü’mindir ve imanı tamamlamıştır. İman ise ancak amel ile tamamlanır. Lakin bir kul, dinini arzularına tercih etmedikçe imanı asla tamamlayamaz ve o gerçek mümin olamaz. Yine bir kul, arzularını dinine tercih etmedikçe de helâk olmaz.

Ey sefih kimse! Ne kadar da cahilsin!Ben mü’minim” demeye hatta “Ben imanı tamamlamış gerçek bir mü’minim” demeye razı olamazsın!

Vallahi, Allah Azze ve Celle’nin sana farz kıldıklarını yerine getirmedikçe, Allah'ın sana haram kıldıklarından sakınmadıkça, Allah Azze ve Celle'nin senin için taksim ettiğine rıza göstermedikçe ve Allah Azze ve Celle’nin bunları senden kabul etmeyeceğinden korkmadıkça imanı tamamlamış gerçek bir mü’min olamazsın.”

Fudayl rahimehullah imanı “söz ve ameldir” diyerek niteledi ve şu ayeti okudu:

Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam olan) din budur.” (Beyyine 5)

Allah Azze ve Celle ayette en doğru dini söz ve amel olarak isimlendirdi. Söz: tevhidi (Allah'ın birliğini) ikrar etmek ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in tebliğ ettiğine şahitlik etmektir. Amel ise: Farzları yerine getirmek ve haramlardan sakınmaktır.”

Sonra şu ayeti okudu: “Kitap'ta İsmâîl'i de zikret. Çünkü o, vâadinde doğruydu ve gönderilmiş (Rasul) bir peygamberdi. Halkına, namazı ve zekâtı emrediyordu ve o, Rabbi katında kendisinden razı olunan bir kimseydi.” (Meryem 54-55)

 Yine Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “O: “Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin” diye dinden Nuh'a vasiyet et- tiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya da vasiyet ettiğimizi sizin için de bir din kıldı” (Şura 13)

Yani Allah Azze ve Celle'nin vasfettiği, nebilerine ve rasullerine dosdoğru ayakta tutmalarını emrettiği din; ameller ile tasdik etmektir. Dinde ayrılmak ise amelleri terk etmek, söz ve amelin arasını ayırmaktır. Allah Azze ve Celle ayetinde şöyle buyurdu:

Eğer onlar tevbe edip namazı kılar ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir.” (Tevbe 11)

Allah Azze ve Celle, şirkten tevbe etmenin ancak söz ve amelle, namazı kılıp zekâtı vermek suretiyle olabileceğini belirtmiştir. Re’y ashabı ise: “Ne namaz, ne zekât ne de farz olan amellerden herhangi bir şey imandan değildir” diyorlar. Bu ancak Allah Azze ve Celle'ye iftira etmek ve O’nun kitabına, nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine aykırı düşmektir. Şayet iman yalnızca sözden ibaret olmuş olsaydı Ebû Bekr radiyallahu anh irtidat ehlinden olan kimselerle savaşmazdı.”

Yine Fudayl (rahimehullah) şöyle demiştir: “Bidat ehli şöyle diyorlar:İman amel olmaksızın sadece ikrar etmektir. İman birdir. İnsanlar ancak amellerle üstünlük kazanırlar, iman ile üstünlük kazanmazlar.” Her kim bunu söylerse eserlere (seleften gelen rivayetlere) muhalefet etmiştir ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözünü reddetmiştir. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

İman yetmiş küsur şubedir. En üstünü la ilahe illallah sözüdür. En aşağısı ise eziyet veren bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Hayâ da imandan bir şubedir.”

Müminlerin iman konusunda birbirlerinden üstün olmadıklarını söylemenin manası, farzların imandan olmadığını söylemektir. Böylece bid’at ehli ameli imandan ayırıyorlar ve şöyle diyorlar: “Allah Azze ve Celle’nin farz kıldığı şeyler imandan değildir.” Kim bunu söylerse en büyük iftirayı atmıştır. Onun farzları inkâr eden, Allah Subhanehu’nun emrini reddeden bir kimse olmasından korkulur.

Ehl-i Sunnet ise şöyle der: “Şüphesiz Allah Azze ve Celle ameli iman ile birbirine bağlamıştır. Allah Azze ve Celle'nin farz kıldıkları da imandandır. Ve: “İman edip salih amellerde bulunanlar ise..” âyeti amelin iman ile bağlı olduğunu ortaya koymaktadır.

İrca ehli (Murcie) ise şöyle diyorlar: “İman ile amel birbirinden ayrıdır, birbirine bağlı değildir.”

Ehl-i Sünnet ise şöyle dedi: Allah Teâlâ’nın: “Erkek olsun, kadın olsun kim salih bir amelde bulunursa o mü’mindir.” (Nisa 124) ayeti amelin iman ile bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. İrca ehli ise bunun aksine “iman ve amel birbirinden ayrıdır.” diyorlar.

Ehl-i Sünnet dedi ki: Allah Teâlâ’nın: “Kim de ahireti ister ve ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa o mü’mindir (İsra 19) ayeti amelin iman ile bağlı olduğunu ortaya koymaktadır.

Kurandaki her şey bunun bir benzeri şeklindedir ve Ehl-i Sünnet şu şekilde söylerler: “Amel iman ile bağlıdır ve bir aradadır.” İrca ehli ise şöyle diyorlar: “Amel iman ile bağlı değildir, ondan ayrıdır.” Şayet bu mesele onların dedikleri gibi olsaydı, isyan eden, günahları ve haramları işleyen kimse için onun aleyhine hiçbir yol olmazdı. Amelin yerine getirilmiş olması için, onu ikrar etmesi ona yeterli olurdu. Gerçekten de bu söz ne kadar da kötü ve çirkin bir sözdür! İnna lillahi ve inna ileyhi râciûn.

Fudayl rahimehullah dedi ki: “Bizim yanımızda imanın aslı ve fer’leri vardır. (Aslı;) şehadet ve tevhid, sonra Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in tebliğ ettiğine şahitliktir. Sonra (fer’leri;) farzları edâ etmek, doğru sözlü olmak, emaneti korumak, hıyaneti terk etmek, ahdini yerine getirmek, sılay-ı rahim yapmak, müslümanların tümüne samimî olmak ve insanların geneline merhamet etmek.”

Fudayl rahimehullah’a denildi ki: “Bu senin görüşün mü yoksa bunu (seleften hocalarından) işittin mi?” Dedi ki:

“Bilakis bunu işittik ve öğrendik. Şayet bunu faziletli fıkıh ehlinden almamış olsaydık bunun hakkında konuşamazdık.”

Yine Fudayl rahimehullah şöyle dedi: “İrca ehli: “İman; amel olmaksızın sadece sözden ibarettir” diyorlar. Cehmiyye: “İman; söz ve amel olmaksızın sadece bilmekten ibarettir” diyor. Ehl-i Sünnet ise: “İman; bilmek, söz ve ameldir” diyorlar. Kim imanın söz ve amel olduğunu söylerse sapasağlam bir kulpa tutunmuştur. Kim de imanın amel olmaksızın sadece sözden ibaret olduğunu söylerse kendisini tehlikeye atmıştır. Çünkü o kimse ikrarı kabul oldu mu yoksa günahları sebebiyle geri mi çevirildi bilemez. Kör olmaman için sana bunu iyice açıkladım.”

Fudayl rahimehullah dedi ki: “Şayet biri: “Sen mü’min misin?” diye sorarsa, yaşadığım sürece onunla konuşmam.”

Yine dedi ki: “Allah’a iman ettim” demen “Ben mü’minim” demenin yerine geçer. Ama “Ben mü’minim” dediğin zaman, “Allah'a iman ettim” demen yerine geçmez. Çünkü “Allah'a iman ettim” demek, Allah'ın şu ayette de olduğu gibi emrettiği bir şeydir:

Deyin ki: Allah'a iman ettik...” (Bakara 136) SeninBen mü’minin” sözün ise zorlamadır. Bunu söylememek sana bir zarar vermez. İkrar etme cihetinden bunu söylemende sakınca yoktur. Temize çekme cihetinden ise bunu söylemeyi çirkin görürüm.

Fudayl rahimehullah dedi ki: “Sufyân es-Sevrî rahimehullah’ı şöyle derken işittim:

“Kim bu kıbleye namaz kılarsa o bizim katımızda mü’mindir. İnsanlar bizim katımızda ikrar, miraslar, nikâhlar, hadler, kurbanlar ve nüsükler açısından mü’mindir. Bununla birlikte insanların günahları ve hataları vardır. Onları hesaba çekecek olan Allah'tır. Dilerse onlara azab eder, dilerse onları bağışlar. Biz onların Allah Azze ve Celle katında durumlarının nasıl olacağını bilemeyiz.”

Fudayl rahimehullah dedi ki:el-Muğîre ed-Dabbî rahimehullah’ı şöyle derken işittim:

Kim dininden şüphe ederse o kâfirdir ve ben inşaallah mü’minim.” Fudayl rahimehullah dedi ki:İstisna yapmak imanda şüphe etmek demek değildir.”

Yine Fudayl rahimehullah dedi ki:Mürcie, ne zaman içinde korkutmanın olduğu bir hadis işittiyseler şöyle dediler: “Bu bir tehdittir.” Dediler ki:Mü’min ise Allah'ın tehdidinden, ikazından, korkutmasından, uyarısından korkar ve Allah'ın vaad ettiklerini temenni eder. Münafık ise Allah'ın tehdidinden, ikazından, korkutmasından, uyarısından korkmaz ve Allah'ın vaad ettiklerini temenni etmez.”

Fudayl rahimehullah dedi ki: “Bazı ameller, bazı amelleri iptal eder ve bazı ameller bazı amelleri değiştirir.”

16 Nisan 2021 Cuma

Tâlut ile Calut Kıssası ve Nehirle İmtihan

 

Allah Azze ve Celle şöyle Bakara suresinde şöyle buyurmuştur:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الْمَلَإِ مِنْ بَنِي إِسْرَائِيلَ مِنْ بَعْدِ مُوسَى إِذْ قَالُوا لِنَبِيٍّ لَهُمُ ابْعَثْ لَنَا مَلِكًا نُقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ قَالَ هَلْ عَسَيْتُمْ إِنْ كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ أَلَّا تُقَاتِلُوا قَالُوا وَمَا لَنَا أَلَّا نُقَاتِلَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَقَدْ أُخْرِجْنَا مِنْ دِيَارِنَا وَأَبْنَائِنَا فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ الْقِتَالُ تَوَلَّوْا إِلَّا قَلِيلًا مِنْهُمْ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ

246) Musa’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi? Hani onlar nebilerine: “Bize bir melik tayin et de Allah yolunda savaşalım!" demişlerdi. "Ya savaş size yazılır da savaşmazsanız?” demişti. Onlar: “Niçin Allah yolunda savaşmayalım? Ayrıca yurtlarımızdan ve çocuklarımızdan uzaklaştırıldık" demişlerdi. Savaş onlara yazıldığında ise -onlardan pek azı müstesna- yüz çevirdiler. Şüphesiz Allah, zalimleri çok iyi bilendir.

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ اللَّهَ قَدْ بَعَثَ لَكُمْ طَالُوتَ مَلِكًا قَالُوا أَنَّى يَكُونُ لَهُ الْمُلْكُ عَلَيْنَا وَنَحْنُ أَحَقُّ بِالْمُلْكِ مِنْهُ وَلَمْ يُؤْتَ سَعَةً مِنَ الْمَالِ قَالَ إِنَّ اللَّهَ اصْطَفَاهُ عَلَيْكُمْ وَزَادَهُ بَسْطَةً فِي الْعِلْمِ وَالْجِسْمِ وَاللَّهُ يُؤْتِي مُلْكَهُ مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

247) Nebileri de onlara: "Şüphesiz ki Allah size melik olarak Talut'u göndermiştir" dedi. "Bizim üzerimize mülk nasıl onun olur ki biz mülke ondan daha layığız ve ona mal genişliği de verilmemiştir" dediler. Dedi ki: "Muhakkak ki Allah onu sizin üzerinize seçti de onun ilimce ve vücutça gücünü artırdı.” Allah mülkünü dilediği kimseye verir, şüphesiz Allah Vasi'dir, Alîm’dir.

Tefsirinde Gelen Rivayetler

Rebî b. Enes şöyle dedi: “Allah daha iyi bilendir ama bize burada anlatılan şudur: “Musa aleyhi's-selâm vefat edince İsrailoğullarına Yuşâ b. Nun halife oldu. Yuşa b. Nun Allah’ın kitabı Tevrat’a ve Musa aleyhi's-selâm’ın sünnetine göre hükmetti.

Sonra Yuşa b. Nun vefat edince başka biri halife oldu. O da Allah’ın kitabı ve Musa aleyhi's-selâm’ın sünnetine göre hükmetti.

Ondan sonra başkası halife oldu, o da aynı şekilde hükmetti.

Sonra yine başkası halife oldu, onun bazı emirlerini tutup, bazılarını da reddettiler.

Sonra yine başkası halife oldu, onun da çoğu emirlerini reddettiler.

Sonra yine başkası halife oldu, onun da bütün emirlerini reddettiler.

Sonra İsrailoğulları mallarında ve canlarında gördükleri eziyetten dolayı peygamberlerinden bir peygambere gidip:

“Savaşmak için bize rabbinden izin iste” dediler. O peygamber onlara:

Ya üzerinize savaş farz kılındığı halde savaşmayacak olursanız?” demişti. Onlar:

“Yurdumuzdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde neden savaşmayalım?” diye cevap vermişlerdi. Bunun üzerine Allah onlara Talut’u hükümdar olarak gönderdi.

İsrailoğullarının iki kolu vardı. Bir kol peygamberlik, diğeri de hükümdarlık üzereydi. Hâlbuki Talut ne peygamberlik, ne de hükümdarlık kolundan idi. Onlara hükümdar olarak seçilince onu kabul etmediler ve:

“Biz hükümdarlığa daha layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur?” dediler. Peygamberleri de onlara:

“…Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah Vasî’dir, Alîm’dir” dedi.”[1]

Vehb b. Münebbih dedi ki: “Musa aleyhi's-selâm'dan son­ra İsrâiloğulları bir süre doğru yolda kaldılar. Sonra birtakım yeni şeyler icâd ettiler ve bazıları putlara taptı. Bu yaptıklarına gelinceye kadar aralarında kendilerine iyiliği emredip kötülükten alıkoyan pey­gamberler vardı. Bundan sonra Allah düşmanlarını üzerlerine musallat etti de birçokları öldürüldü, birçokları esir alındı ve düşmanları ken­dilerinden birçok memleketi aldılar. Onlarla kim savaştıysa kendileri­ne gâlib geldi. Eski zamanlardan Musa aleyhi's-selâm'a gelinceye kadar nesil­den nesile mîrâs kalan Tâbut ve Tevrat ellerindeydi.

Onlar bu şekilde sapıklıkta devam edegeldiler ve nihayet bir harbte krallardan birisi kendilerinden Tâbût'u ve ellerinden Tevrat'ı alıverdi. İçlerinden Tevrat'ı muhafaza eden çok az kişi kaldı ve soylarından peygamberlik ke­sildi. İçlerinden peygamberler çıkan Lavî kabilesinden kocası öldürül­müş hâmile bir tek kadın kalmıştı. Onu da alıp bir evde hapsettiler. Allah'ın ona peygamber olacak bir çocuk vereceği ümidiyle onu mu­hafaza ediyorlardı. Kadın; kendisine bir erkek çocuk vermesi için Al­lah'a devamlı duâ ediyordu. Allah; kadının duasına icabet buyurarak kendisine bir erkek çocuk bahşetti. O da çocuğuna: “Allah duamı kabul buyurdu” anlamında olmak üzere “Şemuyel” adını verdi. Bazıları yine aynı anlamda olmak üzere çocuğa “Şem'ûn” diyorlardı.

Çocuk içle­rinde büyüyüp yetişti ve iyi bir çocuk oldu. Çocuk peygamberlik yaşına gelince, Allah kendisine vahyederek insanları Allah'ın birliğine da'veti emretti. O da İsrâiloğullarını çağırdı. İsrâiloğulları kendisinden, birlikte düşmanlarıyla savaşacak bir kral belirlemesini istediler. O sıra­larda aralarında bir de kral zuhur etmişti. Peygamber onlara dedi ki:

“Allah size bir kral tayin eder de onunla birlikte savaşma sözüne uymaz iseniz ne olacak?” Onlar dediler ki:

“Biz Al­lah yolunda neden savaşmayalım? Hem yurtlarımızdan çıkarıldık, hem de oğullarımızdan ayrıldık”…”[2]

Allah Azze ve Celle Şöyle buyurdu:

وَقَالَ لَهُمْ نَبِيُّهُمْ إِنَّ آيَةَ مُلْكِهِ أَنْ يَأْتِيَكُمُ التَّابُوتُ فِيهِ سَكِينَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَبَقِيَّةٌ مِمَّا تَرَكَ آلُ مُوسَى وَآلُ هَارُونَ تَحْمِلُهُ الْمَلَائِكَةُ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَةً لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ

248) Ayrıca nebileri onlara dedi ki: "Muhakkak ki onun mülkünün alameti size tabutun gelmesidir ki onda Rabbinizden bir sekinet ve Musa ile Harun ailesinin bıraktıklarından kalıntılar vardır. Onu melekler taşır. Eğer mümin kimselerseniz, şüphesiz ki bunda sizin için elbette bir ayet vardır.”

فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ قَالَ إِنَّ اللَّهَ مُبْتَلِيكُمْ بِنَهَرٍ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنِّي وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَإِنَّهُ مِنِّي إِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِهِ فَشَرِبُوا مِنْهُ إِلَّا قَلِيلًا مِنْهُمْ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ قَالَ الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو اللَّهِ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّهِ وَاللَّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ

249) Talut ordularla ayrıldığında dedi ki: "Şüphesiz Allah sizi bir nehirle imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir; kim de -eliyle bir avuç aldığı dışında- onu tatmazsa şüphesiz o bendendir." -İçlerinden pek azı müstesna- ondan içtiler. Nihayet o ve beraberindeki iman edenler onu geçince dediler ki: "Bugün Calut ve ordularına karşı gücümüz yoktur." Allah'a kavuşacaklarına kesin olarak inananlar ise: "Nice az olan topluluk Allah’ın izniyle çok olan topluluğu yenmiştir; çünkü Allah sabredenlerle beraberdir!” dediler.

Tefsirinde Gelenler

Katade dedi ki: “Allah halkını, kendisine itaat edenle isyan edenin bilinmesi için dilediğiyle imtihan eder.”[3]

Katade dedi ki: “Kâfirler o sudan içiyor, ama susuzlukları gitmiyordu. Müslümanlar ise avuçlayarak içtikleri için susuzlukları gidiyordu.”[4]

Bera radıyallahu anh’den: “Biz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashabı, Bedir savaşına katılanların sayısının, Talut’la ırmağı geçenlerin sayısı kadar olduğunu konuşurduk. Onunla beraber ancak mü’min olan üç yüz on küsür kadar kişi ırmağı geçmişti.”[5]

Suddî dedi ki: “Ayette geçen: “Allaha kavuşacaklarını zannedenler” kavlinin manası; buna kesin olarak inananlar demektir.”[6]

وَلَمَّا بَرَزُوا لِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ قَالُوا رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

250) Calut ve ordusuyla karşılaştıklarında: "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımıza sebat ver ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!" dediler.

Suddî dedi ki: “Sandık ve içindekiler Talut’un evine geçince Şem’un’un nübüvvetine iman ettiler ve hükümdarlığı Talut’a teslim ettiler. O’nunla beraber çıktıklarında seksen bin kişi idiler. Calut insanların en irisi ve güçlüsü idi. Çıkıp ordunun önünde gider ve ashabı yanında toplandığında karşılaştığı herkesi mağlup ederdi. Çıktıkları zaman Talut onlara dedi ki:

“Muhakkak ki Allah sizi bir nehirle imtihan edecektir. Ondan içen benden değildir. Tatmayan ise bendendir.” Calut’un korkusundan dolayı ondan içtiler. Onlardan dört bin kişi nehri geçti, yetmiş altı bin kişi geri döndü. Nehirden içenler susuzluğa yakalandı. Sadece avuçlayarak içenlerin ise susuzlukları gitti.”[7]

فَهَزَمُوهُمْ بِإِذْنِ اللَّهِ وَقَتَلَ دَاوُودُ جَالُوتَ وَآتَاهُ اللَّهُ الْمُلْكَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَهُ مِمَّا يَشَاءُ وَلَوْلَا دَفْعُ اللَّهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَفَسَدَتِ الْأَرْضُ وَلَكِنَّ اللَّهَ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْعَالَمِينَ

251) Nihayet Allah'ın izniyle onları bozguna uğrattılar. Davud da Calut'u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi. Ayrıca ona dilediği şeyleri öğretti. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla savması olmasaydı yeryüzü fesada uğrardı. Fakat Allah âlemlere karşı lütuf sahibidir.

Vehb b. Munebbih’ten: “Talut, Calut ile karşılaşınca Calut: “Benimle teke tek savaşacak kişiyi gönder. Eğer beni öldürürse malım sizindir. Ancak ben onu öldürürsem sizin malınız benim olur” dedi. Davud aleyhi's-selâm, Talut’un yanına getirilince, Talut ona Calut’u öldürmesi halinde kızını kendisine verip malının tasarrufunu kendisine bırakacağını söyledi ve ona silah vermek istedi. Davud aleyhi's-selâm bu silahla savaşmayı istemeyip:

“Eğer Allah Teâlâ ona karşı bana yardım etmezse bu silahın bana faydası olmaz” dedi. Sonra sapanı ve torbasıyla Calut’un karşısına çıktı. Calut:

“Benimle savaşacak sen misin?” dedi. Davud aleyhi's-selâm:

“Evet” dedi. Calut:

“Vay haline! Bir köpeğin karşısına çıkar gibi sapan ve taşla mı geldin? Senin etlerini parçalayıp bugün kuşlara ve aslanlara yedireceğim” dedi. Davud aleyhi's-selâm:

“Sen Allah’ın düşmanısın ve köpeklerden de hakirsin” dedi. Sonra taş alıp sapanıyla onu iki gözünün arasından vurdu. Taş onun beynine ulaştı. Calut feryad edince beraberinde olanlar da kaçtılar. Davud aleyhi's-selâm da onun başını kesti.”[8]

Suddî dedi ki: “Talut öldürüldükten sonra Davud aleyhi's-selâm hükümdar oldu. Allah onu bir nebî kıldı. Bu yüzden: “Allah ona mülk ve hikmeti verdi” buyruldu. Hikmet; nübüvvettir. Nübüvvet Şem’un’da, mülk Talut’ta idi.”[9]

Mucahid dedi ki: “Eğer Allah Teâlâ iyiler sebebiyle günahkârlardan, geriye kalan başka şeylerle, başka kişiler sebebiyle de başka kimselerden belayı def etmeseydi, insanların helak olmasıyla yeryüzü bozulurdu.”[10]

Muaviye radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لاَ يَزَالُ مِنْ أُمَّتِي أُمَّةٌ قَائِمَةٌ بِأَمْرِ اللَّهِ، لاَ يَضُرُّهُمْ مَنْ خَذَلَهُمْ، وَلاَ مَنْ خَالَفَهُمْ، حَتَّى يَأْتِيَهُمْ أَمْرُ اللَّهِ وَهُمْ عَلَى ذَلِكَ

Her zaman ümmetimden Allah’ın emirlerini ayakta tutan bir topluluk bulunur. Onlara ihanet eden ve muhalefet edenler de herhangi bir zarar veremezler. Allah’ın emri gelene kadar da diğer tüm insanlardan üstün kalırlar.”[11]

Ebu İnebe el-Havlanî radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لَا يَزَالُ اللَّهُ يَغْرِسُ فِي هَذَا الدِّينِ غَرْسًا يَسْتَعْمِلُهُمْ فِي طَاعَتِهِ

Şüphesiz ki Allah Teâlâ her zaman emirlerini ikame edecek birilerini yaratır ve böylelerini hiç eksik etmez.[12]

 

- Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî'nin Sahih Tefsir kitabından alınmıştır - 

[1] Hasen. Taberi (4/44, 452)

[2] Hasen ligayrihi. Taberi (4/437, 440, 448, 449) Taberi Tarihi (1459, 464)

[3] Sahih. Taberi (5709)

[4] Sahih. Abdurrazzak Tefsir (1/101)

[5] Sahih. Buhârî (3958, 3959) Taberi (4/490) İbn Ebi Hatim (2513) Beyhaki (3/36)

[6] Hasen. Taberi (5739) İbn Ebi Hatim (2518)

[7] Hasen. Taberî (5720)

[8] Sahih. Abdurrazzak Tefsir (1/103) Taberi (4/498) İbn Ebi Hatim (2526)

[9] Hasen. Taberi (5748)

[10] Sahih. Taberi (4/515)

[11] Sahih. Buhârî (3641, 7312) Muslim (1037)

[12] Hasen. İbn Mace (8) Hâkim (1/381)

13 Nisan 2021 Salı

Mürcie (Hanefiler, Maturidiler vb.) Münafıklardan Da Beter Pisliklerdir


Abdullah b. Ahmed b. Hanbel rahimehullah, es-Sunne’de (no 722) dedi ki: Bize Suveyd b. Saîd el-Herevî tahdis etti, dedi ki:Sufyân b. Uyeyne rahimehullah’a İrcâ hakkında sorduk şöyle dedi:

Onlar: “İman sözden ibarettir” diyorlar, biz iseİman söz ve ameldir” diyoruz. Murcie farzları terk etse dahi, kalbinden ikrar ile Allah'tan başka ilah olmadığına şahitlik eden herkese Cenneti vacip görüyorlar.

Farzların terkini, haramları işlemek babında gördüklerinden dolay “günah” olarak isimlendiriyorlar. Hâlbuki bunlar aynı değildir. Zira haramları, helal saymaksızın işlemek “masiyet”tir.

Farzları cehalet ve mazeret söz konusu olmaksızın kasten terk etmek ise küfürdür.

Bunun açıklaması; Âdem aleyhi's-selâm, İblis ve yahudi âlimlerinin durumlarıdır. Allah Azze ve Celle, Âdem aleyhi's-selâm'ı ağaçtan yemekten yasaklamış ve ona bunu haram kılmıştı. O ise melek olmak veyahut kalıcılardan olmak için ağacın meyvesinden kasten yedi. Bunun üzerine o küfürle değil de “âsî” olmakla isimlendirildi.

İblis’e gelince Allah ona lanet etmiştir. Çünkü Allah ona sadece bir secdeyi farz kılmıştı. O ise kasten karşı çıktı ve “kâfir” olarak isimlendirildi.

Yahudi âlimlerine gelince, onlar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in özelliklerini, onun bir nebî ve rasul olduğunu, tıpkı kendi oğullarını bildikleri gibi biliyor ve dilleriyle ikrar ediyorlardı. Ancak O’nun dinine tabi olmadılar, bu yüzden Allah Azze ve Celle onları “Kâfirler” diye isimlendirdi.

Sonuç olarak haram işlemek Âdem aleyhi's-selâm'ın ve diğer nebilerin işledikleri günah gibidir. Farzlara karşı çıkarak terk etmek ise küfürdür. İblis’in – Allah ona lanet etsin – küfrü böyledir. Farzları bildiği halde ve inkâr etmeksizin, kasten terk etmek ise, Yahudî âlimlerinin küfrü gibi bir küfürdür. Allah en iyi bilendir.”

Bunu Ebu Nuaym da el-Hilye’de (7/295) rivayet etmiştir. İsnadı sahihtir.

İbn Batta rahimehullah el-İbanetu’l-Kubra’da (1154) dedi ki: “Farzları kabul ettiği ettiği halde eda etmeyen ve amel etmeyen, fuhşiyyat ve münkeratı haram gördüğü halde onları terk etmeyen kimse, bunlara rağmen mü’min olduğunu iddia ederse, kitabı ve rasulün getirdiklerini yalanlamıştır. Onun misali “Ağızlarıyla iman edip, kalpleriyle iman etmeyen” münafıkların durumu gibidir. Allah onların sözlerini yalanlamış ve reddetmiştir. Onların varacağı yer cehennemin en alt tabakasıdır. Bununla beraber, münafıklar dahi Murcie’den daha iyi durumdadır. Çünkü münafıklar ameli inkâr etmelerine rağmen amel ederler. Murcie ise sözleriyle ameli ikrar edip, ameli terk ederler. Kim diliyle ikrar ettiği bir şeyi inkâr eder de, bedeniyle o ameli yaparsa, onu sadece diliyle ikrar eden ve bedeniyle amel etmeyi kabul etmeyen kimseden daha iyi durumdadır. Mürcie, ikrar ettikleri şeye karşı çıkıyor ve tasdik ettiklerini yalanlıyorlar. Onlar münafıklardan da kötü bir durumdadırlar.”

14 Nisan Çarşamba : 1 Ramazan

 Dünyanın hiçbir bölgesinde Ramazan hilali rüyet haberi sabit olmadığından Şa'ban ayı otuza tamamlanmıştır. Müslümanlar için Ramazan ayı  başlangıcı 14 Nisan Çarşamba günüdür.

Bu yayından sonra türkiye için fecir vaktinden sonra California'dan hilal'in görüldüğüne dair haber geldi:


Ancak bu haber fecirden sonra geldiği için durumu değiştirmemektedir! Bizler için Ramazan çarşamba günü başlayacaktır. 

9 Nisan 2021 Cuma

Maske Taktırmaları, Siyonistlerin ve Paganistlerin Dinleri Gereğidir!

 Daha önce maske takmanın, satanist ayinlerinde sembolik bir ibadet tarzı olduğuna dair bir yazı yayınlamıştım.

İblisin güdümünde olan paganistler ve paganların asimile ettiği siyonizmde de maskenin özel manaları vardır.

Tevrat’ta 39. Mezmur, 1. Maddede Davud aleyhi's-selâm’ın şöyle dediği geçer: “Ağzıma maske takarak koruyayım.”

Tevrat şerhinde şöyle deniliyor:

فداود النبي يؤكد أنه لا يريد أن يسئ لأحد حتى لأعدائه ولو بلسانه، وطلب من الله أن يعينه في تحقيق هذا، لهذا قال: "أَحْفَظُ لِفَمِي كِمَامَةً" أوأضع لفمي لجامًا"، والكمامة تمنع الإنسان من الكلام كما تمنع الكمامة الحيوان من أن يعقر أحدًا،

 Davud Nebi, hiçkimseye, hatta düşmanına bile, diliyle olsa dahi kötülük etmeyi istemediğini pekiştiyor… bunu gerçekleştirmek için Allah’tan kendisine “ağzıma gem koyayım” diyerek veya “ağzımı maskeyle koruyayım” diyerek yardım istiyor. Maske tıpkı hayvanı bir kimseyi ısırmaktan engellediği gibi insanı konuşmaktan engeller…”

Linki: ما بال داود يشبه نفسه بثور يُكم: "أَحْفَظُ لِفَمِي كِمَامَةً"، ويشبه إلهه بالعث: "بِتَأْدِيبَاتٍ إِنْ أَدَّبْتَ الإِنْسَانَ مِنْ أَجْلِ إِثْمِهِ أَفْنَيْتَ مِثْلَ الْعُثِّ مُشْتَهَاهُ"؟ - كتاب مدارس النقد والتشكيك والرد عليها | St-Takla.org (st-takla.org)

Evet siyonistler, insanları kendi dinlerine uydurmak için maske taktırmak istiyorlar!

 “Deccal Çıktı Çıkacak!” başlıklı yayında İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan gelen rivayeti zikretmiştim. O hadiste Deccal’in çıkış alametleri arasında “Firavun ailesinin üniformasnın zahir olması” maddesi geçmektedir. Üniforma olarak tercüme ettiğim kelime “bizze” kelimesidir. Bugün askerî üniforma, astronot elbisesi ve tören kıyafetleri hakkında bu kelime kullanılmaktadır. Kadim Mısır tarihi üzerinde yapılan araştırmalarda Firavunların, halklarını cinsiyet eşitliğine zorladığına dair bulgular tespit edilmiştir. Paganistlerin bugün plandemi bahanesiyle herkese maske taktırmak istemelerinin sebeplerinden biri de şüphesiz kadın, erkek, muhannes, trans, herkesin maske takmasını sağlayarak cinsiyet eşitliği görüntüsü elde etmeye çalışmalarıdır! Tıpkı Firavunların arzuladıkları gibi!

Bu sebeple hadiste geçen “Firavun ailesinin “bizze”sinin zahir olması” ile akletmeyen, aptal insanların sorgulamadan, bu şeytanca teklife itaat etmeleri, maske takarak küfür sistemlerine bağlılıklarını ve iblise ibadetlerini ortaya koymaları birbiriyle yakından alakalı görünüyor! Allah en iyi bilendir.

Deccal Çıktı Çıkacak!

 

Uteyy es-Sa’dî rahimehullah dedi ki: “Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh’e dedi ki: “Ey Ebu Abdirrahman! Kıyametin kendisiyle bilineceği alametleri var mıdır?” Bana dedi ki:

“Ey Sa’dî! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sormuş olduğum bir şey hakkında bana sordun. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu:

يَا ابْنَ مَسْعُودٍ، إِنَّ لِلسَّاعَةِ أَعْلَامًا، وَإِنَّ لِلسَّاعَةِ أَشْرَاطًا، أَلَا وَإِنَّ مِنْ أَعْلَامِ السَّاعَةِ وَأَشْرَاطِهَا أَنْ يَكُونَ الْوَلَدُ غَيْظًا، وَأَنْ يَكُونَ الْمَطَرُ قَيْظًا، وَأَنْ تَفِيضَ الْأَشْرَارُ فَيْضًا، يَا ابْنَ مَسْعُودٍ إِنَّ مِنْ أَعْلَامِ السَّاعَةِ وَأَشْرَاطِهَا أَنْ يُصَدَّقَ الْكَاذِبُ، وَأَنْ يُكَذَّبَ الصَّادِقُ، يَا ابْنَ مَسْعُودٍ، إِنَّ مِنْ أَعْلَامِ السَّاعَةِ وَأَشْرَاطِهَا أَنْ يُؤْتَمَنَ الْخَائِنُ، وَأَنْ يُخَوَّنَ الْأَمِينُ، يَا ابْنَ مَسْعُودٍ، إِنَّ مِنْ أَعْلَامِ السَّاعَةِ وَأَشْرَاطِهَا أَنْ تَوَاصَلَ الْأَطْبَاقُ، وَأَنْ تَقَاطَعَ الْأَرْحَامُ، يَا ابْنَ مَسْعُودٍ، إِنَّ مِنْ أَعْلَامِ السَّاعَةِ وَأَشْرَاطِهَا أَنْ يَسُودَ كُلَّ قَبِيلَةٍ مُنَافِقُوهَا، وَكُلَّ سُوقٍ فُجَّارُهَا، يَا ابْنَ مَسْعُودٍ، إِنَّ مِنْ أَعْلَامِ السَّاعَةِ وَأَشْرَاطِهَا أَنْ تُزَخْرَفَ الْمَسَاجِدُ، وَأَنْ تُخَرَّبَ الْقُلُوبُ، يَا ابْنَ مَسْعُودٍ، إِنَّ مِنْ أَعْلَامِ السَّاعَةِ وَأَشْرَاطِهَا أَنْ يَكُونَ الْمُؤْمِنُ فِي الْقَبِيلَةِ أَذَلَّ مِنَ النَّقْدِ، يَا ابْنَ مَسْعُودٍ، إِنَّ مِنْ أَعْلَامِ السَّاعَةِ وَأَشْرَاطِهَا أَنْ يَكْتَفِيَ الرِّجَالُ بِالرِّجَالِ وَالنِّسَاءُ بِالنِّسَاءِ، يَا ابْنَ مَسْعُودٍ، إِنَّ مِنْ أَعْلَامِ السَّاعَةِ وَأَشْرَاطِهَا أَنْ تَكْثُفَ الْمَسَاجِدُ وَأَنْ تَعْلُوَ الْمَنَابِرُ، يَا ابْنَ مَسْعُودٍ، إِنَّ مِنْ أَعْلَامِ السَّاعَةِ وَأَشْرَاطِهَا أَنْ يُعْمَرَ خَرَابُ الدُّنْيَا، وَيُخْرَبَ عُمْرَانُهَا، يَا ابْنَ مَسْعُودٍ، إِنَّ مِنْ أَعْلَامِ السَّاعَةِ وَأَشْرَاطِهَا أَنْ تَظْهَرَ الْمَعَازِفُ، وَتُشْرَبَ الْخُمُورُ ، يَا ابْنَ مَسْعُودٍ، إِنَّ مِنْ أَعْلَامِ السَّاعَةِ وَأَشْرَاطِهَا الشُّرَطُ وَالْغَمَّازُونَ وَاللَّمَّازُونَ، يَا ابْنَ مَسْعُودٍ، إِنَّ مِنْ أَعْلَامِ السَّاعَةِ وَأَشْرَاطِهَا أَنْ يَكْثُرَ أَوْلَادُ الزِّنَى» . قُلْتُ: أَبَا عَبْدَ الرَّحْمَنِ، وَهُمْ مُسْلِمُونَ؟ قَالَ: نَعَمْ، قُلْتُ: أَبَا عَبْدَ الرَّحْمَنِ، وَالْقُرْآنُ بَيْنَ ظَهْرَانَيْهِمْ؟ قَالَ: «نَعَمْ» ، قُلْتُ: أَبَا عَبْدِ الرَّحْمَنِ، وَأَنَّى ذَاكَ؟ قَالَ: «يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ يُطَلِّقُ الرَّجُلُ الْمَرْأَةَ، ثُمَّ يَجْحَدُ طَلَاقَهَا فَيُقِيمُ عَلَى فَرْجِهَا، فَهُمَا زَانِيَانِ مَا أَقَامَا»

Ey İbn Mes’ud! Muhakkak ki kıyametin belirtileri vardır. Yine muhakkak ki kıyametin alametleri vardır. Dikat et! Muhakkak ki kıyametin belirti ve alametlerinden bazıları; çocukların hırçın olması, yağmurun sıcak yağması, kötülüklerin yaygınlaştıkça yaygınlaşmasıdır.

Ey İbn Mes’ud! Muhakkak ki kıyametin belirti ve alametlerinden birisi de; hâin kimseye güvenilmesi, güvenilir kimsenin hain sayılmasıdır.

Ey İbn Mes’ud! Muhakkak ki kıyametin belirti ve alametlerinden birisi de yalancının doğrulanması, doğru söyleyenin yalanlanmasıdır.

Ey İbn Mes’ud! Kıyametin belirti ve alametlerinden birisi de uzak akrabalara bağların gözetilip yakın akrabalarla bağların koplarılmasıdır.

Ey İbn Mes’ud! Kıyametin belirti ve alametlerinden birisi de her kabileye münafıklarının ve her çarşıya fâcirlerinin efendi olmasıdır.

Ey İbn Mes’ud! Kıyametin belirti ve alametlerinden birisi de mescidlerin süslenmesi, kalplerin ise harap olmasıdır.

Ey İbn Mes’ud! Kıyametin belirti ve alametlerinden birisi de mü’minin kabile içinde tenkid edilerek küçük düşürülmesidir.

Ey İbn Mes’ud! Kıyametin belirti ve alametlerinden birisi de erkeklerin erkeklerle, kadınların kadınlarla (ilişkiye girerek) yetinmeleridir.

Ey İbn Mes’ud! Kıyametin belirti ve alametlerinden birisi de Mescidlerin sıkışık olması, minberlerin yükseltilmesidir.

Ey İbn Mes’ud! Kıyametin belirti ve alametlerinden birisi de dünyanın harabelerinin imar edilmesi ve mamur yerlerinin harap edilmesidir.

Ey İbn Mes’ud! Kıyametin belirti ve alametlerinden birisi de çalgı aletlerinin açığa çıkması ve sarhoş edici içkilerin içilmesidir.

Ey İbn Mes’ud! Kıyametin belirti ve alametlerinden birisi de güvenlik güçlerinin, ispiyoncuların ve kusur araştıranların çoğalmasıdır.

Ey İbn Mes’ud! Kıyametin belirti ve alametlerinden birisi de zina çocuklarının çoğalmasıdır.”

Dedim ki: “Ey Ebu Abdirrahman! Onlar (Zina çocukları) müslümanlar mı?” İbn Mes’ud radiyallahu anh dedi ki:

“Evet.” Ben: 

“Ey Ebu Abdirrahman! Kur’ân aralarında olduğu halde mi bunlar olacak?” Dedi ki: “Evet.” Dedim ki: 

“Ey Ebu Abdirrahman! Bunlar nasıl olur?” İbn Mes’ud radiyallahu anh dedi ki:

“İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, kişi karısını boşayacak, sonra onu boşadığını inkâr edecek ve onunla ilişkiye girecek. O ikisi buna devam ettikleri sürece zinâkardırlar.”[1]

İbn Abbas radiyallahu anhuma dedi ki:

الدَّجَّالُ أَوَّلُ مَنْ يَتْبَعُهُ سَبْعُونَ أَلْفًا منَ الْيَهُودِ عَلَيْهِمُ التِّيجَانُ وَهِىَ الأَكْسِيَةُ مِنْ صُوفٍ أَخْضَرَ، يَعْنى بهِ الطَّيَالِسَةَ، وَمَعَهُ سَحَرَةُ الْيَهودَ يَعْمَلُونَ الْعَجَائِبَ وَيُرُونَها النَّاسَ فَيُضِلُّونَهُمْ بِهَا، وَهُوَ أَعْوَرُ مَمْسُوخُ الْيُمْنَى، يُسَلِّطُهُ الله عَلَى رَجُلٍ مِنْ هَذِهِ الأُمَّةِ فَيَقْتُلهُ، ثُمَّ يَّضْرِبُهُ فَيُحْيِيهِ ثُمَّ لا يَصلُ إِلَى قَتْلهِ، وَلا يُسَلَّطُ عَلَى غَيْرِه، وَيَكُونُ آيَةُ خُرُوجِهِ تَرْكَهُمُ لأَمْر بالْمَعْرُوفِ وَالنَّهْى عَن الْمُنكَرَ وَتَهَاونًا بالدِّمَاء. وَضَيَّعُو الْحُكْمَ، وَأَكَلُوا الرِّبَا، وَشَيَّدُوا الْبِنَاءَ، وَشَرِبُوا الْخُمُورَ، وَاتَّخَذُوا الْقِيَانَ، وَلَبُسِوا الْحَرِيرَ، وَأَظهَرُوا بِزَّةَ آلِ فِرْعَوْنَ، وَنَقَضُوا الْعَهْدَ وَتَفَقَّهُوا لِغَيْر الدِّينِ، وَزَيَّنُوا الْمَسَاجِدَ وَخَرَّبُوا الْقُلُوبَ، وَقَطَّعُوا الأَرْحَامَ، وَكَثُرَت الْقُرَّاءُ، وَحَّلَّت الْفُقَهَاءُ، وَعُطِّلَتِ الْحُدُودُ، وَتَشَبَّهَ الرِّجَالُ بالنِّسَاءِ، وَالنِّسَاءُ بِالرِّجَال، فَتَكَافَى الرِّجَالُ بالرِّجَالِ، وَالنِّسَاءُ بِالنِّساء، بَعَثَ الله عَلَيْهمُ الدَّجَّالَ فَسُلَّطَ عَلَيْهمْ حَتَّى يَنْتَقِمَ مِنْهُمْ، وَيَنْحازُ الْمُؤْمنُونَ إِلَى بَيْتِ الْمَقْدس، قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ: قَالَ رَسُولُ الله - صلى الله عليه وسلم -: فَعِنْدَ ذَلكَ يَنْزِلُ أَخِى عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ مِنَ السَّمَاءِ عَلَى جَبَل أَفِيقٍ إِمَامًا هَاديًا، وَحَكَمًا عَادِلًا، عَلَيْه بُرْنُسٌ لَهُ. مَرْبُوع الْخَلْقِ، أَصْلَت، سَبط الشَّعْر، بِيَدهِ حربَةٌ يَقْتُلُ الدَّجَّالَ، فَإِذَا قَتَلَ الدَّجَالَ تَضَعُ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا وَكَانَ السِّلْمُ، فَيَلْقَى الرَّجُلُ الأَسَدَ فَلا يُهَيجُهُ، وَيَأخُذُ الْحَيَّةَ فَلا تَضُرُّهُ، وَتُنْبِتُ الأَرْضُ كنَبَاتِهَا عَلَى عَهْد آدَمَ، وَيُؤْمِنُ بِهِ أَهْلُ الأَرْضُ، وَيَكُونُ النَّاسُ أَهْلَ ملَّةٍ وَاحدَةٍ

Deccal’e ilk tabi olacak olanlar üzerlerinde sîcan olan Yahudilerdir. Sîcan; yeşil yünlü taylasanlar (atkılar)dır. Onunla beraber Yahudi büyücüler olacak, şaşırtıcı şeyler yapacaklar, onları gören insanları bunlarla saptıracaklardır. Deccal şaşı gözlüdür, sağ gözü deri kaplıdır. Allah onu bu ümmetten bir adama musallat edecek, Deccal o adamı öldürecek, sonra ona vurup diriltecek, sonra onu bir daha öldüremeyecek ve başkasına musallat olamayacaktır. Onun çıkışının alametleri; 

iyiliği emretmenin ve kötülüğü yasaklamanın terk edilmesi, 

kan dökmenin hafife alınması, 

(Allah’ın indirdiğiyle) hükmün zayi edilmesi, 

faiz yenilmesi, 

binaların yükseltilmesi, 

sarhoş edici içkilerin içilmesi, 

şarkıcı kadınlar edinilmesi, 

ipek elbise giyilmesi, 

Firavun ailesinin üniformasının zahir olması, 

anlaşmaların bozulması, 

dinden başka gayeyle fıkıh öğrenilmesi, 

mescidlerin süslenmesi, 

kalplerin harap olması, 

akrabalık bağlarının koparılması, 

okuyanların çok olup fıkhedenlerin az olması, 

had cezalarının iptal edilmesi, 

erkeklerin kadınlara, kadınların erkeklere benzemesi, 

erkeklerin erkeklerle, kadınların kadınlarla (ilişkiye girerek) yetinmesi. 

Allah o zaman onlara Deccali gönderir ve onlara musallat eder, böylece onlardan intikam alır. Müminler Beytu’l-Makdis’e sığınırlar.” İbn Abbas radiyallahu anhuma dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

İşte o zaman kardeşim İsa b. Meryem (aleyhime's-selâm) semadan Efik dağına, hidayete götüren bir imam, adil bir hakem olarak nüzul eder. Üzerinde bir bornoz olur, orta boylu, kuvvetli yapıdadır, uzun ve düz saçlıdır. Elinde bir harbe vardır ve onunla Deccal’i öldürür. Deccal öldüğü zaman harp biter, barış olur, kişi aslanın üzerine atlar, aslan onu ürkütmez, yılanı tutar, yılan ona bir zarar vermez, yer bitkisini Âdem aleyhi's-selâm’ın zamanındaki gibi bitirir. Yeryüzündekilerin tamamı iman eder ve insanlar tek bir din üzere olurlar.”[2]



[1] Taberani 10/228 Beyhakî el-Ba’s 74 şeceri Emali (2803) İbnu’l-Adim Bugyetu’t-Taleb (9/4305) isnadında Seft b. Miskin vardır. Darekutni onun hakkında “Kuvvetli değildir” dedi. Hadiste zikredilenler ise, Hafız İbn Kesir’in de dediği gibi, birçok ayrı isnadlarla sabit olmuştur.

[2] İbn Asakir Tarihu Dımeşk (47/504-505) Keşmiri et-Tasrih (s.223) isnadında Osman b. Atâ zayıftır. Lakin rivayetin şahitleri vardır.

* Ebu Umame radiyallahu anh’den aynı manada: İbn Mâce (4077)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)