Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

31 Aralık 2021 Cuma

Aşı Olmak ve Tedavi Olmanın Hükmü Hakkında

 Aşı veya Tedavi Olmanın Hükmü

Fetva: Üstad Doktor Hâkim el-Mutayrî Tercüme: Ebu Muaz

Fetva tarihi: Cemadilâhira 1442 h./Şubat 2021 m.

Soru: Hükümetlerin halkları, insanî haklarının ve doğal hayat ilişkilerinin sağlanması için aşı olmaya mecbur tutmasının hükmü nedir? Kendisine zarar verdiğini ve ölümüne sebep olacağını bildiği halde aşı olmak zorunda kalan kimse günaha girmiş olur mu?

Cevap: Hamd âlemlerin rabbi Allah içindir. Allah’ın salat ve selamı nebimiz Muhammed’e, ailesinin ve ashabının üzerine olsun. Bundan sonra:

Fakihlerin çoğunluğu hastanın tedavi olmasının vacip olmadığı görüşündedir. Hatta Kadı Iyaz bu konuda icma olduğunu iddia etmiştir.

Bunun sebebi şudur: Bedenleri hasta eden, hastalıktan koruyan ve şifa veren Allah’tır. Kişi sabrettiği zaman bu kendisi için daha hayırlıdır. Bazılarının acıya tahammül etmekten aciz olması sebebiyle tıp ve tedavi de ona mubah kılınmıştır. Şifanın kesin olmaması ve tedaviden zarar görme imkanı sebebiyle bu vacip kılınmamıştır.  

Şeyhulislam İbn Teymiyye bunun illetlerini Fetava’l-Kubra’da (1/388) şöyle açıklamıştır:

“Tedavi olmak şu sebeplerden dolayı zaruret değildir:

Birincisi: Hastalardan birçoğu veya çoğunluğu tedavi olmadıkları halde şifa bulmaktadırlar. Özellikle kırsallarda ve şehirden uzakta yaşayanlarda böyledir. Allah, onların bedenlerinde yaratmış olduğu kuvvetli tabiat sebebiyle onlara şifa vermekte, hastalığı kaldırmaktadır. Onlara hareket ve çalışma türünden işleri kolaylaştırmıştır. Yahut kabul gören bir dua, faydalı rukye, kuvvetli kalp, güzel bir tevekkül veya daha başka ilaç dışında birçok sebeplerle şifa vermektedir. Ama yemek zarurettir. Allah canlıların bedenlerinin ancak gıda ile ayakta durmasını belirlemiştir. Şayet bu olmazsa ölür. Böylece sabit oluyor ki tedavinin zaruretle alakası yoktur.

İkincisi: Zaruret halinde yemek yemek vaciptir. Mesruk rahimehullah şöyle demiştir: “Leş yemek zorunda kalan kimse yemez de ölürse cehenneme girer.” Tedavi ise vacip değildir. Kim bu konuda tartışacak olursa ona sünnette sabit olan şu delili getiririz: Siyah kadını Nebî sallallahu aleyhi ve sellem belaya sabredip cennete girmesi ile afiyet bulması için dua etmesi arasında tercihte bırakmıştır. O da belayı ve cenneti tercih etmiştir. şayet hastalığın kaldırılması açlığın giderilmesinde olduğu gibi vacip olsaydı onu bu konuda muhayyer bırakmazdı. Yine hummânın Kuba halkında kalması ve ümmetinin ta’n (savaşta vurulma) ve taûn (cinlerin saldırısıyla meydana gelen vebâ) ile ölmeleri için dua etmesi, taundan kaçmayı yasaklaması da böyledir. Yine Eyyub aleyhi's-selâm ve Allah’ın diğer nebileri belalara uğramışlar ve belaya sabretmişler, bunu giderecek sebeplere tutunmamışlardır. 

Salih selefin halleri de böyleydi. Ebu Bekr es-Sıddık radiyallahu anh kendisine: “Senin için tabip çağırmayalım mı?” dediklerinde şöyle demiştir: “Beni gördü!” Dediler ki: “Peki sana ne dedi?” Ebu Bekr radiyallahu anh dedi ki: “Muhakkak ki ben dilediğimi yapanım” dedi.”

Bunun bir benzeri de Kufelilerin en üstünlerinden biri olan er-Rebi b. Huseym rahimehullah’tan rivayet edilmiştir. Raşid halife Ömer b. Abdilaziz rahimehullah ve sayılamayacak kadar çok kimseden de rivayet edilmiştir. Seleften kimsenin tedaviyi vacip gördüğü bilinmemektedir. Fazilet ve marifet ehlinden birçok kimse ancak tedaviyi terk etmeyi, Allah’ın seçtiği şeyi tercih etmeyi ve buna razı olup teslim olmayı daha faziletli görmüşlerdir. Her ne kadar ashabından bazısı tedaviyi vacip, bazısı müstehap görse de İmam Ahmed tedaviyi terkin daha faziletli olduğunu belirtmiştir. Böylece imam Ahmed selefin çoğunun yolunu tercih etmiş, Allah’ın yarattığı ve kulları için sünnetlerinden kıldığı sebeplere tutunmuştur.

Üçüncüsü: Tedavinin sonucu kesin değildir. Bilakis hastalıklardan bir çoğunda hastalığın def edilmesi zannı bulunmaz. Bu tedavi terk edildiğinde de kimse ölmez. Zorunlu kalınan yiyeceği terk etmek ise böyle değildir. Allah’ın kulları ve mahlukatı üzerindeki sünnetinin hükmüyle bundaki durum kesindir.

Dördüncüsü: Hastalığın çeşitli tedavileri olur. helal kılınmış olanlar, haram kılınmış olanlara ihtiyaç bırakmaz. Helalden bir şifanın veya ilacın bulunmuyor olması mümkün değildir. Hastalığı indiren ölüm dışında her derdin devasını da indirmiştir. İlacın yalnızca haram kılınan şeylerde olması mümkün değildir. Allah bundan münezzehtir, O Rauf ve Rahim’dir. Nitekim şu hadis buna işaret etmektedir: “Muhakkak ki Allah ümmetimin şifasını onlara haram kıldığı şeyde kılmamıştır.”

 Açlık zaruretinde olan kimse ise böyle değildir. Helalden yiyecek bulunmadığı takdirde bu kimsenin herhangi bir yiyeceği yemesinin mubah olduğunda ittifak vardır. Eğer bu durum tedavide de söz konusu olursa bu nadir bir surettir. Çünkü (ölümcül) hastalık, açlıktan çok ender görülen bir durumdur ve haramdan olan bir ilacın hastalığı giderecek olması kesin değildir. Geçen açıklamalardan dolayı burada bir çelişki yoktur.

Beşincisi: Bu konuda fıkhın şöyle bir bölümü vardır: “Muhakkak ki Allah Teâlâ insanları yemek ve gıdaya muhtaç kılmıştır. Açlıklarını ancak yiyecek sınıfından bir şeyle giderebilirler. Nitekim bizi açlık zaruretini giderecek şeylere yönlendirmiş ve öğretmiştir.”

Hastalığa gelince o, açık ve gizli, ruhani ve cismani bazı sebeplerle giderilebilir. Hastalığı giderecek olan ilaç tayin edilmiş değildir. Sonra tedavi türleri de bedenlerin türlerine göre belirlenmiş değildir. Belli bir tür ilaç da insanların çoğuna gizli kalmaktadır. Onu bu uzmanlık dalıyla uğraşan anlayış ve akıl sahibi olan, ömrünü bunları öğrenmek için harcayan özel bazı kimseler bilmektedir. Sonra hastalığın türü ve hakikati gizli kalabildiği gibi tedavisi ve şifası da gizli kalabilmektedir. Böylece hastalığı giderecek sebepler birbirinden farklı olabilmektedir. Açlık zaruretini giderecek olan sebepler ise böyle değildir. Bundan dolayı bunların hükümleri de anlattığımız üzere birbirinden farklıdır. Böylece haramı mubah kılan hacet ve zarurete dair zikredilen kıyaslara karşı cevap da zahir olmuştur.”

Yine Şeyhulislam İbn Temiyye Fetava’l-Kubra’da (3/10) şöyle demiştir: “Tabiplerin: “Bu kişi hastalıktan ancak bu belirli ilacı almakla kurtulur” şeklindeki sözü cahilce bir sözdür. Allah'ı ve rasulünü bilmeyi bir kenara bırakın, aslen tıbbı bilen bir kimse de bunu diyemez. Zira âdeten doymayı gerektiren belli bir sebebin bulunması gibi,  âdeten şifayı gerekli kılan belli bir sebep yoktur. Bazı insanları Allah tedavi söz konusu olmaksızın şifaya kavuşturur. Kimine haram ya da helal olan cismani ilaçlarla şifa verir. Nitekim kişi bunları kullandığı halde şartın yerine gelmemesi veya bir mani bulunması sebebiyle şifaya da ulaşamayabilir. Yemek yeme ise böyle değildir. Zira yemek, doymanın bir sebebidir. Bundan dolayı Allah mecbur kalana habis bir şeyi yemeyi zaruret anında mubah kılmıştır. Zira açlık başka şeyle değil, bununla giderilir. Kişi bunu yemezse açlıktan ölebilir veya hastalanabilir. Maksada götüren yol belli olduğundan Allah onu mubah kılmıştır. Habis şeylerle tedavi ise böyle değildir.

Hatta şöyle denilebilir: “Kim habis şeylerle tedavi olarak şifa bulmaya çalışırsa bu onun kalbinin hasta olduğunu gösterir. Bu da imanındaki sorundur. Zira şayet Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in iman eden ümmetinden ise Allah onun şifasını haram kıldığı bir şeyde vermez. Bu yüzden leş veya benzeri bir şey yemek zorunda kalan kimsenin ondan yemesinin vacip olduğu görüşü, dört mezhep imamlarından meşhur bir görüş iken, helal ile tedaviyi dahi âlimlerin çoğunluğu vacip görmemişlerdir. İhtilaf ettikleri şey; (helal bir şeyle) tedavi olmanın mı yoksa tevekkül yoluyla tedaviyi terk etmenin mi daha üstün olduğu hususundadır.

Allah, leşi, kanı, domuz etini ve başka şeyleri haram kılarken bunları ancak mecbur kalan kimseye, haddi aşmadan alması şartıyla mubah kılmıştır. Diğer bir ayette de şöyle buyurmuştur: “Her kim son derece açlık halinde çaresiz kalırsa, günaha meyletmediği halde muhakkak ki Allah Ğafûr ve Rahîm’dir” (Maide 3) Bilinmektedir ki tedavi olan kimse haramla tedaviye mecbur değildir. Böylece bunun ona helal olmadığı anlaşılır.

Zaruret sebebiyle değil de, ipek elbise giymek gibi hacet sebebiyle mubah olanlara gelince:  Sahih’te şöyle sabit olmuştur: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ez-Zubeyr ve Abdurrahman b. Avf radiyallahu anhuma’ya kendilerinde olan kaşıntı sebebiyle ipek elbise giymelerine ruhsat vermiştir.” Bu, alimlerin görüşlerinden sahih olana göre caizdir. Çünkü ipek elbise ancak ona ihtiyaç olmadığı zaman haramdır. Bu yüzden kadınlara süslenme ihtiyaçları sebebiyle mubah kılınmıştır. Örtünmek için kadınlara mutlak olarak mubah olan tedavi için de mubah, hatta daha evladır. İpek elbise israf, övünme ve böbürlenme sebebi olduğu için (erkeklere) haram kılınmıştır. Buna ihtiyaç olduğu zaman ise mesela soğukta veya örtünmek için giyecek ipekten başka elbise bulunmazsa mubah olur.”

Fakihlerin genelinin tedavinin mubah olduğu ve vacip olmadığı görüşüne binaen hasta olan kimse dilerse tedavi olur veya tedaviyi terk eder. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirecek şeylere devam eder ve şimdi yahut daha sonra kendisini zayıflatıp zarar verecek olan, hatta kendisini öldürebilecek olan tedaviden uzak durur. Kendisi veya başkası hakkında tasarrufa sahip olan kendisidir. Dilerse sabredip hastalıktan ölse dahi ecir kazanır!

Nitekim Buhârî’nin Sahih’inde Atâ b. Ebi Rabah rahimehullah’tan şöyle rivayet edilmiştir: “İbn Abbas radiyallahu anhuma bana dedi ki: “Sana cennetlik bir kadını göstereyim mi?” ben: “Evet” dedi. Dedi ki: “Şu siyah kadındır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve dedi ki: “Ben sara hastasıyım ve (nöbet geldiğinde) üzerim açılıyır. Benim için Allah’a dua et.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Dilersen sabret, sana cennet vardır. dilersen sana afiyet vermesi için Allah’a dua edeyim.” Kadın dedi ki: “Sabrederim. Ancak üzerimin açılmaması için Allah’a dua et.” Bunun üzerine ona dua etti.”

Muslim’in Sahih’inde Cabir b. Abdillah radiyallahu anhuma’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ummu’s-Saib veya Ummu’l-Museyyeb’in yanına girdi ve buyurdu ki: “Neyin var ey Ummu’s-Saib (veya ey Ummu’l-Museyyeb)! Titriyor musun?” Dedi ki: “Hummâ (ateş nöbeti) var. Allah ona bereket vermesin!” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Hummâya sövme! Zira o körüğün demirdeki pası giderdiği gibi âdemoğullarından günahları giderir.”

Hastalıktan dolayı tedavi olmak ya da olmamak meşru olduğuna göre bir kimseyi tedavi olmaya zorlamak, fakihlerin geneline göre haramdır. Hasta olmayan Müslümanın ise hastalığa uğraması endişesiyle tedaviye zorlanmasının haram olduğu daha önceliklidir!

Halkın insanî haklarından mahrum edilerek korona aşısı olmaya mecbur bırakılmaları, özellikle insan haklarına karşı bir taşkınlık ve engellenmesi gereken bir suçtur.

Tedavi veya korunma babında aşı olmakta veya Allah’a tevekkül ederek veya aşının zararından uzak durmak için aşı olmayı terk etmekte bir sakınca yoktur. Eğer aşı olmaya mecbur bırakılır da bundan dolayı kişi zarara uğrarsa buna mecbur bırakan kimsenin tazmin etmesi gerekir. Aşı sebebiyle ölüm olursa zorlayan kimseye kısas uygulanması gerekir!

Kim bir kimseyi aşı olmaya zorlar ve kişi aşı sebebiyle ölürse onun katili olmuştur ve diyet gerekir. Tabiplere güvenerek aşıya teşvik eden ama mecbur bırakmayan kimseye ise bir şey gerekmez.

Allah’a tevekkül dışında bir sebepten dolayı yemek yemeyi terk etmeye teşvik eden ise böyle değildir. Şüphesiz hastalığın bulaşması diye bir şey yoktur. Allah’ın takdirine sabretmek veya ondan korunmak için, bedeninin aşıya tahammül edemeyeceğinden korkarak aşı olmayan ve hastalıktan ölen kimsenin dinen aleyhine bir durum söz konusu değildir.

15 Ekim 2021 Cuma

Kör Vicdanlara Fırlatılan Oklar!



 Korona Palavrası Sebebiyle Maske Takmanın ve Aşı Olmanın Şirk ve Küfür Oluşuna İtiraz Eden Anlayışsızların Kör Vicdanlarına!

Konuyla ilgili ayet ve hadisler daha önce defaatle zikredildi, ayrıntılı risale de yayınlandı elhamdulillah. Maske takma özelinde, temimenin şirk olduğunu ifade eden hadis açık ve yeterli iken bulanık suda avlanmaya çalışan iblis piyonları, milyonlarca ahmağı basit şüphelerle aldatmayı başardı! Paganizm propagandacılarının maskenin tedbir olduğunu iddia etmeleri bu basit sapkın şüphelerden biridir ve böyle bir şüpheye ancak kalbinde imandan nasip kalmamış ahmaklar aldanır. Nazar boncuğu ve muskaların da tedbir olduğuna inananlar da zaten bu türden müşriklerdir.

Bu yüzden en sıradan ahmak müşriklerin dahi anlayabileceği ve en aptal insanlara dahi hüccetin ikame olacağı şekilde izah etmek gerekirse, korona komplosunun önemli bir takım yönlerini ele alalım:

1- Hastalığın bulaşması meselesi: Naslarda kesin bir dille hastalığın bulaşması inancı nefyedilmiştir. Çünkü Allah Azze ve Celle her kişide hastalığı ayrı ayrı yaratır. Bazen hastalığın etkeni kirli hava olur, bazen Taun’da olduğu gibi cinlerin saldırısı olur, bazen sulardan ve yiyeceklerden zehirlenme olur. Fakat bu etkenlere maruz kalan herkes mutlaka hasta olacak diye bir kural yoktur. Allah bir kimsenin hasta olmasını dilemişse o kimse bu etkenlere maruz kalmasa da hasta olur. Bu yüzden bir kimsenin salgın hastalıktan korunmak için zehirli olduğu anlaşılan sudan veya yiyecekten uzak durması meşrudur. Fakat Allah’a tevekkül ederek uzak durmayabilir de. Böyle bir tevekkül vacip olmasa da imanın kuvvetinden kaynaklanır. Çünkü bu kimse bilir ki Allah’ın ezelde yazdığı şey kendisine mutlaka isabet edecek, yazmadığı ise isabet etmeyecektir. Yani Allah kendisine o salgın hastalığı yazmışsa o zehirli maddeden uzak dursa bile kendisine o hastalık isabet eder, Allah ona böyle bir şey takdir etmediyse o zehiri yese de kendisine hastalık isabet etmez. Nitekim Halid b. Velid radiyallahu anh’ın kendisine ikram edilen zehiri Allah’a tevekkül ederek ve Allah’ı zikrederek içmesi ve bundan bir zarar görmemesi böyle kuvvetli bir tevekkülün neticesidir.

Bilimciliği ve tıbbı Paganizm dininin malzemesi halinde getirenler ise; hastalığın etkeninin, asla varlığını ispat edemedikleri virüsler olduğunu, virüslerin isabet ettikleri kimselerde mutlaka hastalık peydah edeceğini iddia ederler.  Hatta Abdurrahman Dilikaypak, Dr. Bilgehan Bilge vb. gibi plandemi aleyhtarı gibi görünen şirk ehli manipülatör piyonların akideleri de farklı değildir. Bu yüzden paganistlerin, kendilerine düşmanlık etmeleri için görevlendirdikleri bu zayıflatılmış aktivistler de aslında İblis’in gayesine hizmet etmekte olduklarından, cemaatle namazların, haccın yasaklanması, safların ayrıldığı namaz uydurulması gibi bariz küfürlere karşı temel bir karşı duruş göstermemişler, hatta mütevatir hadislerden dolayı dinde bilinmesi zorunlu bir kural olan: “Hastalık bulaşması inancının cahiliyye küfründen olduğu” esasını asla ağızlarına dahi almamışlardır!

Sıradan bir gribin, medya marifetiyle korku pompalanarak panik atağın eşlik ettiği vehmî nefes darlıklarına sebep olduğu, bu tuzağa düşerek hastanelere başvuranların da ilaçlarla göz göre göre katledildiği bir senaryo adım adım işlendi. İnsanlar hipokondri tuzağına düşürüldü, hastalıklarının öldürücü olduğuna inandırıldı. 

“Peki ya sıradan dediğimiz, eskiden bildiğimiz bu gribin vakıası nedir?” denilecek olursa, çünkü bir kimse grip oluyor, sonra sarılıp temas ettiği kimselerden hepsinde olmasa da çoğunda da grip meydana geliyor!  İşte burada yukarıda zikrettiğimiz kader inancı devreye girmelidir. Allah’ın grip olmasını dilediği kimseler grip oluyor, dilemediği kimseler olmuyor, bu kadar basit. Meselenin cahiliyye inancı olan kısmı ise: “Ben falan gripli kimse ile temas ettiğim için grip oldum, temas etmeseydim grip olmayacaktım” şeklinde bir zanna kapılmasıdır! İşte bu cahiliyye inancıdır! İslam’ın bu hurafeye verdiği cevap ise, kendisine uyuzlu bir devenin bütün sürüyü uyuz etmesi şeklinde getirilen şüpheye Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in verdiği: “Peki ilk deveyi uyuz eden kimdir?” şeklindeki istifhamî cevabıdır.

Böylesi bir cahilî düşüncenin insanlar arasında yaygın olması sebebiyle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, hastalıklı hayvanın sağlıklı hayvanın yanına sokulmasını nehyetmiştir. Çünkü olur da Allah diğer hayvanların da hastalanmasını takdir etmişse, kişi bu cahiliyye kuruntusuna yenik düşebilir ve bundan dolayı da başkalarını itham edebilirdi.

Evet, hastalığın bulaşması konusunda bu cahiliyye inancının bertaraf edilmediği bir ortamda insanların hastalığın bulaştığı zannına sebebiyet vermemek için gripli kimseden uzak durmakta sakınca yoktur, Allah’a tevekkül ederek uzak durmamak ise daha üstündür.

2- Bu izahtan sonra gelelim namazların yasaklanması, safların arasına mesafe konması, hacc farizasının iptali meselesine: Her müslümanın şuna itikad etmesi zorunludur:  Hastalıkları yaratan Allah’tır, hastalıklardan koruyan da Allah’tır. Allah’ın emri olan cemaatle namaz, Cuma namazı, safları birleştirme ve hac gibi dinde bilinmesi zorunlu farz şiarları, Allah’ın takdir ettiği bir şeyden uzaklaşma bahanesiyle iptal etmek hangi imana, hangi akla sığar? Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Her nerede olsanız sağlamlaştırılmış yüksek kalelerde de olsanız ölüm size yetişir. Onlara bir iyilik gelse: “Bu, Allah’tandır.” derler. Kendilerine bir kötülük dokununca: “Bu, senin tarafındandır!” derler. De ki: “Hepsi Allah tarafındandır.” O halde bu topluma ne oluyor da hiç söz anlamaya yanaşmıyorlar?!” (Nisa 78)

Cemaatle namazı, safları birleştirmeyi ve haccı terk etmek Allah’ın takdir ettiği bir şeyden kurtulmak için midir, yoksa takdir etmediği bir şeyden kaçmak için midir? 

Yoksa Allah’tan başka yaratıcı mı varsayıyorlar? 

Halbuki tam aksine, eğer hastalığı yaratmanın Allah’tan olduğunu kabul ediyorlarsa, ondan korunmak için yine Allah’ın emirlerine sarılmak gerekmez mi? 

Neden paganist D.S.Ö’nün atadığı kafir, din düşmanı bilim kurulu üyelerinin “bilim” diye pazarlamaya çalıştıkları hurafelere aldanıyorlar? 

Çünkü kalpleri imandan ve hakikatten fersah fersah uzaklaşmıştır, bu yüzden sarih küfür amelleri kendilerinden sadır oluyor! 

Evet, İblis şimdilik galip gelmiş, dünyanın % 99’unu bu küfre sözde bilim tuzağıyla düşürmüştür! 

Dünyalarını dinlerinden önde tutan çanak yalayıcısı çakma hoca takımı da bu işte öncülük etmişler, absürt fetvalar vermişlerdir! Tıpkı dün demokratik seçimlerde oy kullanmaya cevaz vermeleri gibi, tıpkı dün İslam’ın şehitlik kavramı ile demokrasi küfrünü bir araya getirerek: “demokrasi şehitliği” diye bir terim daha katmaları, demokrasi küfrünün yüceltildiği meydanlara “Okçular tepesi” yakıştırması yapmaları gibi!  

3- Maske ve aşı konularının meşru tedbir zannedilmesi hakkında azim bir yanılgıyı da defalarca açıklamış olmama rağmen burada şunları söyleyeyim: Hastalık bulaşması ve kadere iman konusu yukarıdaki izahlardan da anlaşılmış olmalıdır. Maske konusu ise çoğunluğun bilmediği veya akledemediği bazı hakikatlerin geçerli bir şüphe arz edebileceği mahiyet taşıyor. Hakkımda yapılan bazı dedikodular kulağıma geliyor, maske takmaktan dolayı tekfir ettiğim söyleniyormuş! Bu konuda da açık açık yazdım, tekrar edeyim, maskeden dolayı değil, Cuma ve cemaatle namazların yasaklanmasını onaylamaktan dolayı tekfir ediyorum. Bu sebeplerden dolayı tekfir etmeyeni de tekfir ediyorum! Maske takmak ise söz konusu farzları yasaklayanları onaylamanın zahirdeki bir sembolüdür. Aynı zamanda paganist din düşmanlarının safında olmanın bir sembolüdür. İblis’e ve avanesine itaat etmenin bir sembolüdür. Tanımadığım, müslüman olduğunu bilmediğim kimselerde de zahirlerine göre hükmetme mecburiyetim vardır. Kim düşmanların safında ise dünya hükmü bakımından onların hükmünü alır. Kim "maske tak", "pcr testine gir", "aşı ol", "hes kodu göster" diyosa o da kâfirlerdendir. İslam düşmanlarının safındadır! Malının, canının haramlığı söz konusu değildir. Çünkü İslam’a ve müslümanlara karşı savaş içindedir!

Plandemiyi reddediyorum, maskenin koruduğuna inanmıyorum, ama dayatmalardan dolayı zaruri işlerim için maske takıyorum” diyenler ise gafil, cahil veya zaruretin olmadığı bazı durumlarda fasık kimselerdendir, böylelerini tekfir etmiyorum! Bunlar itikadında olmasa da fiillerinde müşriklere benzedikleri için fasıktırlar yahut gerçekten zaruretleri bulunması hasebiyle mazur da olabilirler. Dünyayı tercih için MRNA aşısı olanlar ise artık resmen Deccalin mülkiyetli kölesi olmuşlardır, henüz onlar için İslam'a geri dönüş imkanı dahi net değil. Zira vücuda giren bu maddeyi çıkaracak net bir yol henüz bilinmiyor. 

Evet, maskenin hakikatine gelince, bugün artık herkes maskelerde, pcr test kitlerinde ve aşılarda grafen denilen maddenin olduğunu biliyor. Grafenin ne olduğunu internetten kolayca bulabilirsiniz. Nokta kadar olan bu maddeler vücuda girip ısısıyla karşılaşınca ip gibi uzuyor ve hareket ediyorlar. MRNA aşıları ile de belki bu grafenlerin yönlendirilmesi planlanıyor. 5G veya 6G ile de vücuda aşılarla dâhil edilen MRNA kontrolü hedefleniyor. Maske, PCR testi veya aşı yoluyla vücuda girerek DNA yapısına dahil olan bu maddeler, insanı genetiği değiştirilmiş bir varlık saymaya sebebiyet veriyor ve kişi uluslararası kanunlar önünde patent sahibinin (ki onlar İblis’in taşeronlarıdır) resmi mülkü haline geliyor!

Bunlar düne kadar komplo teorisi denilerek savsaklandı, hâlbuki bunları yıllar öncesinde resmi yayın organlarında ima etmişlerdi, şimdilerde de iblise tabi olan hükümetlerce, resmi diller tarafından bangır bangır ilan ediyorlar. Fakat hala uyuyan derin uykusuna devam ediyor, koyun postu giymiş aç kurtlara hüsnü zan edip kendilerini onların kucağına atmakta yarışıyorlar!

Bizler ise bizim de, onların da rabbi olan Allah’ın yüce kudretine olan imanımızla onların oynadıkları tiyatroyu ve Great Reset tuzaklarını ciddiye almıyoruz! Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Deccali haber verdiği gibi, onun için özenle hazırlandığına şahit olduğumuz bu düzenlerin işaretlerini de haber vermiş, küfrün ve küfür ehlinin zelil akibetini de müjdelemiştir. Bize düşen asıl iş o ki, vahye teslimiyette sebat etmek ve iman ehlinin saflarında kalmaya azmetmektir. Dünya menfaatleri için maske takarak, pcr testi veya aşı olarak ahireti harap etmemek, imanda direnmektir!

 

23 Eylül 2021 Perşembe

Şeytanın Düşmanlığı


Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

﴿ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْءَاتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِن وَرَقِ الْجَنَّةِ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَن تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُل لَّكُمَا إِنَّ الشَّيْطَآنَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُّبِينٌ * قَالاَ رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنفُسَنَا وَإِن لَّمْ تَغْفِرْ لَنَا وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ ﴾

 “Böylece ikisini de aldatarak düşürtüp ağacı tattıklarında avret yerleri kendilerine göründü ve üzerlerine cennet yapraklarından üst üste yapıştırmaya başladılar. Rableri de o ikisine: “Ben size bu iki ağacı yasaklamadım mı? Muhakkak ki şeytan sizin için apaçık bir düşmandır, demedim mi?” buyurdu. Dediler ki: “Rabbimiz biz nefsimize zulmettik bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen muhakkak ki hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (A’raf 22-23)

﴿ يَا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُم مِّنَ الْجَنَّةِ يَنزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ ﴾

Ey Âdemoğulları! Şeytan ana-babanızın avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini sıyırarak onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de fitneye düşürmesin! Çünkü gerçekten o ve taraftarları sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Muhakkak ki biz şeytanları iman etmeyenlerin velileri kıldık.” (A’raf 27)

﴿ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُم بِاللَّهِ الْغَرُورُ *  إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ  ﴾

Ey insanlar! Allah'ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı da Allah hakkında sizi kandırmasın! Çünkü şeytan, sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.” (Fatır 5-6)

﴿ وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ*  إِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّوءِ وَالْفَحْشَاء وَأَن تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ  ﴾

Ey insanlar! Yeryüzündeki helal ve temiz olan şeylerden yiyin; şeytanın adımlarına uymayın! Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. Size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (Bakara 168-169)

﴿ الشَّيْطَانُ يَعِدُكُمُ الْفَقْرَ وَيَأْمُرُكُم بِالْفَحْشَاء وَاللّهُ يَعِدُكُم مَّغْفِرَةً مِّنْهُ وَفَضْلًا وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ ﴾

 “Şeytan size fakirliği vaad eder ve size çirkin şeyleri emreder. Allah ise kendisinden bir mağfiret ve lütuf vaad ediyor. Şüphesiz Allah Vasi'dir, Alîm'dir.” (Bakara 268)

﴿ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ أَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّبِيلِ ﴾

Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı..” (Ankebut 38)"

﴿ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ ﴾

 “Fakat onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yaptıklarını süslü gösterdi.” (En’am 43)

﴿ قَالَ رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الأَرْضِ وَلأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ ﴾

 “Dedi ki: “Rabbim! Beni saptırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım!”” (Hicr 39)

﴿ إِنَّمَا النَّجْوَى مِنَ الشَّيْطَانِ لِيَحْزُنَ الَّذِينَ آمَنُوا وَلَيْسَ بِضَارِّهِمْ شَيْئًا إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ ﴾

 “Fısıltı ancak iman edenleri kederlendirmek için şeytandandır. Oysa Allah’ın izni olmaksızın o, onlara hiçbir şeyle zarar veremez. O halde mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.” (Mucadile 10)

﴿ اسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَأَنْسَاهُمْ ذِكْرَ اللَّهِ أُولَئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِ أَلَا إِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴾

 “Şeytan onları kuşatmış; böylelikle onlara Allah’ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların kendileridir.” (Mucadile 19)

﴿ إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ ﴾

 “İşte o şeytandır ki ancak kendi velilerini korkutur; eğer mü’min iseniz onlardan korkmayın, benden korkun!” (Al-i İmran 175)

﴿ إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَن ذِكْرِ اللّهِ وَعَنِ الصَّلاَةِ ﴾

Muhakkak ki şeytan içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.” (Maide 91)

﴿ وَقُل لِّعِبَادِي يَقُولُواْ الَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ الشَّيْطَانَ يَنزَغُ بَيْنَهُمْ إِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلإِنْسَانِ عَدُوًّا مُّبِينًا ﴾

 “Kullarıma söyle; sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (İsra 53)

﴿ إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ ﴾

Gerçek şu ki: İman edip de yalnız rablerine tevekkül edenler üzerinde onun bir hâkimiyeti yoktur.” (Nahl 99)

﴿ فَقَاتِلُوا أَوْلِيَاءَ الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا ﴾

 “O halde şeytanın velileri ile savaşın! Muhakkak ki şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa 76)

﴿ وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ إِنَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ﴾

Sana şeytandan bir vesvese gelirse hemen Allah’a sığın. Şüphesiz O, Semî’dir, Alîm’dir.” (A’raf 200)

 Ukbe b. Amir radiyallahu anh’den:

بينا أنا أسيرُ معَ رسولِ اللَّهِ صلَّى اللَّهُ عليهِ وسلَّمَ بينَ الجَحفَةِ والأبواءِ إذ غشِيتنا ريحٌ وظُلمةٌ شديدةٌ فجعلَ رسولُ اللَّهِ صلَّى اللَّهُ عليهِ وسلَّمَ يتعوَّذُ بـ ﴿ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ ﴾ و﴿ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ ﴾ ويقولُ يا عقبةُ تعوَّذْ بهما فما تعوَّذَ متعوِّذٌ بمثلِهما قالَ وسمعتُهُ يؤمُّنا بهما في الصَّلاةِ

“Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Cuhfe ile Ebvâ arasında yürüyordum. Bizi bir fırtına ve şiddetli karanlık kuşattı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Felak ve Nas sureleriyle sığınmaya başladı. Şöyle buyurdu:

Ey Ukbe! Bu iki sure ile Allah’a sığın. Zira sığınan bir kimse bu ikisi gibisiyle sığınmamıştır.” O günümüzde bu sureleri namazda da okuduğunu işittim. Ebû Dâvûd rivayet etti, el-Elbani sahih dedi.

﴿ وَقُل رَّبِّ أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطِينِ وَأَعُوذُ بِكَ رَبِّ أَن يَحْضُرُونِ ﴾

Ve de ki: “Rabbim! Şeytanların kışkırtmalarından sana sığınırım! Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım, Rabbim!” (Mu’minun 97-98)

17 Eylül 2021 Cuma

Cebriyye’ye Reddiye

 Cebriyye’nin Ortaya Çıkışı:

Cebriyye:  Horasan emiri Silm b. Ahvaz tarafından 128 yılında öldürülen el-Cehm b. Safvan’a tabi olanlardır.[1]

Cebriyye diye isimlendirilmelerinin sebebi onların şöyle demeleridir: “Kul fiillerinde özgür değil, zorunludur. Hakiki fail Allah Teâlâ’dır. Allah Teâlâ kulları imana veya küfre zorlar.”[2]

Cebr’in (zorlamanın) manası: İnsanların irade ve istekleri olmaksızın bir şeyi yapmaya mecbur edilmeleridir. Cebriyye insanların fiillerinde seçim hakkı olmadığı, bir şeyi değiştirmeye de güçlerinin bulunmadığı, fiillerin ancak Allah’a ait olduğu, kulların yaptıkları şeyleri Allah’ın yaptırdığı görüşündedirler. Böylece mutlak olarak kulların bütün fiillerini Allah’a isnad ederler. Kul iman ettiğinde veya kafir olduğunda iman ve küfür Allah’tandır derler. Taat veya masiyet ancak mecaz yoluyla kula nispet edilir, hakiki fail Allah Subhanehu’dur, çünkü kul bir şeyi değiştirmeye güç yetiremez derler.[3]

Yine Cebriyye der ki: “Kul müyesserdir, asla bir tercihi yoktur. O rüzgarda salınan bir yaprak gibidir. Bundan dolayı onun hesap ve ceza hususunda küfür ve isyan hatta şirk fiili işlese bile Allah Teâlâ’ya yalnızca kalbiyle iman etmesi yeterlidir.” Allah onların söylediklerinden münezzehtir. Onlara göre Allah’a ortak koşan kimse Allah’ı bildiği sürece mü’mindir! Onlar Cebriyye’nin gulatı (aşırıları)dır. Çünkü onlar fiilin tamamen Allah Teâlâ’ya ait olduğu görüşünde olduklarından kullara kalpte bilmek dışında bir hesabın olmayacağını iddia ediyorlar. Onlara göre Allah Subhanehu’yu bilen kurtulur, Allah’ı inkar eden helak olur! Cebriyye mezhebi en pis ve en bâtıl mezheplerdendir. Çünkü Allah Teâlâ’yı kullarına zalim kılarlar! Allah Teâlâ Cebriyyenin gulatının söylediklerinden yücedir!

İmam İbn Hazm rahimehullah şöyle demiştir: “İnsanlar imanın mahiyeti hakkında ihtilaf ettiler. Bir topluluk imanın Allah Teâlâ’yı yalnızca kalp ile bilmek olduğunu iddia etti. Yahudilik, Hristiyanlık ve diğer küfürleri diliyle ve ibadetleriyle izhar etse bile Allah Teâlâ’yı kalbiyle bildiği zaman onun cennetlik bir Müslüman olduğunu iddia ettiler. Bu el-Cehm b. Safvan’ın görüşüdür.”[4]

Cebriyye’nin Kur’ân Ayetlerine Bozuk Yorumları:

1- Cebriyye’den bazıları toplanıp kaderden bahsettiler ve Hüdhüd’ün: “Şeytan onlara amellerini süsledi” (Neml 24) sözünü zikrettiler. Onlardan biri dedi ki: “Hüdhüd Kaderî idi. Ameli o kavme, süslemeyi ise şeytana nispet etti. Hâlbuki bunların hepsi Allah’ın fiilidir”(!)

2- Cebriyye’den birine Allah Teâlâ’nın: “İman etselerdi ne olurdu?” (Nisa 39) ayeti soruldu. Dedi ki: “Onlarla alay ediliyor.” Denildi ki: “O zaman şu ayetin manası nedir: “Şükreder ve iman ederseniz Allah size ne diye azab etsin?” (Nisa 147) dedi ki: “Bu fiilde kazandıkları bir günah yoktur. Bilakis başlangıçta küfretmişlerdir. Sonra bundan dolayı azap görürler.”

3- Cebriyye’den biri işlediği bir günahtan dolayı eleştirilince dedi ki: “Eğer O’nun emrine isyan etmişsem ben yine O’nun iradesine itaat etmişimdir.”

4- Bir kârî Cebriyye’den birinin yanında şu ayeti okudu: “Dedi ki: Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?” (Sad 75) dedi ki: “Onu alıkoyan Allah’tır. Şayet İblis bunu söyleseydi doğru söylemiş olurdu. Fakat İblis mazeretini açıklamada hata etti. Şayet ben orada olsaydım: “Sen alıkoydun” derdim.”

5- Cebriyye’den birisi: “Semud’a gelince, onları hidayet ettik. Onlar ise körlüğü hidayete tercih ettiler” (Fussilet 17) ayetinin okunduğunu işitince şöyle dedi: “Bu bir şey değildir. Bilakis Allah onları saptırdı ve kör etti.”

5- Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle dedi: “Cebriyye’nin şeylerinden birini azarladım. Bana dedi ki: “Muhabbet, kalpte sevilen dışında her şeyi yakan bir ateştir. Kainat tamamen O’nun muradıdır. Ondan hangi şeye buğz eder ki?” Ben de ona dedim ki: “Eğer sevilen, kainatta bazılarına buğz eder, onlara düşmanlık eder ve lanet eder de sen de onları sever ve veli edinirsen sevilenin dostu mu yoksa düşmanı mı olursun?” Dedi ki: “Taş yutmuş gibi oldum.”[5]

Cebriyye’nin Getirdiği Şüphelere Cevaplar:

1- Cebriyye bâtıl mezheplerine Allah Teâlâ’nın şu ayetini delil getirmişlerdir: “Attığın zaman sen atmadın. Lakin Allah attı.” (Enfal 17) dediler ki: “Bu ayet fiilin insana ait olmadığına, ancak Allah’a ait olduğuna delildir. Çünkü atan Allah’tır.”

Bu şüphenin cevabı:

Alimler dediler ki: Ayetin anlamı şöyledir: “Hedefe sen isabet ettirmedin. Lakin hedefe isabet ettirmeye muvaffak kılan Allah’tır. Sen attığında isabet ettirmeye muvaffak kılan Allah Teâlâ’dır.”

2- Cebriyye bâtıl mezheplerine amelin cennete girmeye bir sebep olmadığını ifade eden şu hadisi delil getirdiler: Buhârî ve Muslim Aişe radiyallahu anha’dan Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet ettiler: “Hiç kimse cennete ameliyle giremez.” Dediler ki: “Sen de mi ey Allah’ın rasulü?” Buyurdu ki: “Ben de. Ancak Allah beni mağfiret ve rahmetine daldırmıştır.”[6]

Cebriyye der ki: “Bu hadis amellerin bir etkisi olmadığına delildir. Ameller cennete girme sebebi değildir. Buna göre ameller insandan değildir. İnsanın herhangi bir ameli yoktur. onların bir hareketi yoktur. Bilakis o hareket ettirilendir. İşinde mağluptür. Onu Allah’ın iradesi hareket ettirir. Tıpkı ağacın kendi tercihiyle hareket etmemesi gibi.”

Bu şüphenin cevabı:

İmam İbnu’l-Kayyım rahimehullah bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem cennete girişin hiç kimsenin amelinin karşılığı olmadığını haber vermiştir. Şayet Allah Subhanehu’nun kulunu rahmetiyle cennete sokması olmasa sadece kulun ameli onun cennete girmesine bedel olamazdı. Zira onun amelleri Allah’ın sevip razı olduğu şekilde meydana gelmiş olsa da, Allah’ın dünya yurdunda vermiş olduğu nimetlerini karşılamazdı. Hatta şayet hesap edilse bütün amelleri Allah’ın nimetlerinin çok azını karşılar, geriye şükür gerektiren nimetler kalırdı. Şayet bu durumda ona azap etse bundan dolayı Allah ona zulmetmiş olmazdı. Eğer ona rahmet ederse, Allah’ın rahmeti kulun amelinden hayırlı olurdu.”[7]

Ebû Dâvûd, Ubey b. Ka’b radiyallahu anh’den Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Şayet Allah göklerinin ve yerinin halklarına azap edecek olsa onlara zulmetmiş olmaz. Şayet onlara rahmet ederse elbette rahmeti onların amellerinden hayırlı olur.”[8]

İmam İbnu’l-Cevzî rahimehullah bu hadis ile Allah Teâlâ’nın: “İşte yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur” (Zuhruf 72) ayetinin arasını cem ederek şöyle demiştir:

“Burada dört cevap vardır:

Birincisi: Amele başarılı kılınmak Allah’ın rahmetindendir. Şayet Allah’ın rahmeti olmasa ne iman ne de kurtuluşu kazandıran taat meydana gelir.

İkincisi: Kölenin efendisine fayda vermesi efendisinin hakkıdır. Ne zaman ona karşılık olarak nimette bulunursa bu onun lütfundan olur.

Üçüncüsü: Bazı hadislerde kişinin cennete Allah’ın rahmetiyle girdiği, cennetteki derecelere ise amellerle ulaştığı bildirilmiştir.

Dördüncüsü: Taat amelleri sınırlı zamanlarda işlenir. Sevap ise tükenmez. Tükenmeyen nimetler amellerin karşılığı olamaz.”[9]

İmam İbn Hacer el-Askalanî rahimehullah da söz konusu hadis ile Zuhruf 72. Ayetinin arasını cem ederken şöyle demiştir:

“Hadis; amel edenin cennete girmek için faydalanamadığı, kabul görmeyen amele yorumlanır. Bu durumda ameli kabul edip etmemek Allah Teâlâ’ya aittir. Allah ancak rahmet ettiklerinin amelini kabul eder. Buna göre: “Yaptıklarınız sebebiyle cennete girin” (Nahl 32) ayeti; kabul edilen ameller hakkındadır.”[10]

Cebriyye’ye Reddiye

İbn Useymin Cebriyye’ye cevap olarak şöyle demiştir: “Bizler taatleri kendi tercihlerimizle işliyoruz, bizi kimsenin zorladığını hissetmiyoruz. Günahları da aynı şekilde kendi tercihlerimizle işliyoruz. Bir kimsenin bizi zorladığını hissetmiyoruz. İnsanın fiilinin kendi iradesinden kaynaklandığının vahiyden ve vakıadan delili vardır.

Vahiyden delili: Bu konuda ayetler çoktur. Allah Teâlâ’nın şu kavli bunlardan biridir: “Kiminiz dünyayı istiyordu, içinizde ahireti isteyen de vardı.” (Al-i İmran 152)

Allah’ın vechini arzulayarak infak ettikleriniz” (Bakara 272)

Buhârî ve Muslim Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh’den, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Ameller ancak niyetlerledir. Her kişiye de ancak niyet ettiği şey vardır.”[11]

Kulun fiilinin kendi tercihiyle meydana geldiğine dair sayılamayacak kadar çok delil vardır. Lakin bu tercih Allah’ın dilemesine bağlıdır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (İnsan 30)

Vakıadan delil: Muhakkak ki her insan bazı fiiller işler ve hiç kimsenin kendisini bunu yapmaya zorladığını hissetmez. Derse kendi tercihiyle katılır, derse gelmezse kendi tercihiyle gelmez. Bu yüzden şayet fiil onun tercihiyle meydana gelmeseydi kula nispet edilmez, hiçbir suçu da olmazdı.

Ebû Dâvûd, Ali b. Ebi Talib radiyallahu anh’den Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, ihtilam oluncaya kadar çocuktan ve akıllanıncaya kadar deliden.”[12]

Allah Azze ve Celle Ashab-ı Kehf’in çevirilmelerini onlara değil, bilakis kendisine nispet etmiş, şöyle buyurmuştur: “Onları sağa ve sola çeviriyorduk” (Kehf 18) “Onlar dönüyorlardı” dememiştir. Çünkü bunda onların bir iradesi yoktu. Uyuyan kimsenin iradesi yoktur. Bu yüzden kişi uykuda karısını boşasa boşaması geçerli olmaz. Çünkü kendi iradesi olmasan meydana geldiği için fiil ona nispet edilmez.

Yine şayet ne söylediğinin farkında olmayacak kadar sarhoş olan kimsenin boşaması da gerçekleşmez. Nefsine hâkim olamayacak kadar şiddetli öfke halinde olan kimse karısını boşasa bu talak da gerçekleşmez. Çünkü iradesi olmadan meydana gelmiştir. Bir şey irade olmaksızın meydana geliyorsa dinen onun hükmü yoktur. Buradan ortaya çıkıyor ki, bizden iradeyle meydana gelen bir şeyin geçerli olacağı Kur’an ile sabittir.”[13]

Günahlara Mazeret Getiren Cebriyye’ye Reddiye:

İmam Nevevî rahimehullah şöyle demiştir: “Şayet şöyle denilecek olursa: “Günahkar olan kimse: “Günahlarımız Allah’ın bize takdir ettiği şeylerdir” derse o kimse kınanmaktan ve cezadan kurtulamaz. Eğer söylediği şeyde samimi ise cevap şudur: Muhakkak ki bu günah sahibi mükellefiyet diyarındadır. Onun üzerinde mükelleflere uygulanan ceza, kınanma gibi hükümler devam eder. Ona yapılan bu uygulamalar başkalarını böyle fiillerden sakındırmak içindir. O kimse ölmediği sürece sakındırılmaya muhtaçtır.”[14]

İbn Useymin şöyle demiştir: “Kulların taat ve masiyet olarak bütün fiilleri Allah’ın yaratmasıyladır. Lakin bu durum bu günahı işleyen kimse için bir mazeret değildir. Bunun birçok delillerinden bazıları şunlardır:

1- Allah ameli kula nispet etmiş ve onun kazancı kılmıştır. Şöyle buyurmuştur: “Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir” (Mu’min 17) Şayet bu fiilde onun tercihi olmasaydı ona nispet edilmezdi.

2- Allah kula emir ve yasaklarda bulunmuş, onu ancak gücünün yettiği şeylerle yükümlü kılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah hiçbir nefsi gücünün yetmediği şeyle yükümlü kılmaz.” (Bakara 286) Yine şöyle buyurmuştur: “Gücünüz yettiği kadarıyla Allah’tan sakının.” (Tegabun 16) Şayet kul zorlanmış olsaydı, bir şeyi yapmaya veya terk etmeye gücü yetmeyen konumunda olurdu. Çünkü zorlanan kimse bundan kurtulmaya güç yetiremeyendir.

3- Herkes tercihle işlenen amel ile mecburen yapılan amel arasındaki farkı bilir. Tercihle yapılan amel, ondan kurtulmaya güç yetirilen ameldir.

4- Günah işleyen kimse günaha girişmeden önce kendisine takdir edileni bilmemektedir ve o onu yapmaya veya terk etmeye imkân sahibidir. Bilinmeyen bir kader, yapılan yanlışa nasıl mazeret getirilebilir? Bu durumda doğru amel eden kimsenin de: “Bana takdir edilen buymuş” demesinin ne ayrıcalığı olur?

5- Allah mazeret kalmaması için rasuller gönderdiğini haber vermiştir. Şöyle buyurmuştur: “İnsanların rasullerden sonra Allah’a karşı bir mazereti olmasın diye” (Nisa 165)

Şayet kader günah işleyen kimseye bir mazeret olsaydı rasullerin gönderilmesi ile bu mazeret ortadan kalkmazdı. O zaman Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarının ancak bir şeyi işlemeye veya terk etmeye imkanı olan kimseye söz konusu olduğunu biliriz. Muhakkak ki O günaha zorlamaz ve taati terk etmeye mecbur bırakmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Allah hiçbir nefsi gücünün yetmediği şeyle yükümlü kılmaz.” (Bakara 286)

Gücünüz yettiği kadarıyla Allah’tan sakının.” (Tegabun 16)

Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir” (Mu’min 17)

Bu ayetler delalet ediyor ki; kulun fiili ve kazancı vardır. İyilikleri sevapla, kötülükleri ceza ile karşılık görür. Bu da Allah’ın kaza ve kaderiyle meydana gelir.”[15]



[1] İbn Ebi’l-İz el-Hanefi Şerhu’l-Akideti’t-Tahaviyye (2/349)

[2] Şehristani el-Milel ve’n-Nahl (1/87)

[3] Ebu’l-Hasen el-Eşari Makalatu’l-İslamiyyin (1/338)

[4] İbn Hazm el-Fazl Fi’l-Milel ve’n-Nahl (3/105)

[5] Hişam Abdulkadir Muhtasaru Mearici’l-Kabul (s.290)

[6] Buhârî (6467) Muslim (2816)

[7] Miftahu Dari’s-Seade (s.18)

[8] Sahih. el-Elbani Sahihu Suneni Ebi Davud (3932)

[9] İbn Hacer el-Askalani Fethu’l-Bari (11/301-302)

[10] Fethu’l-Bari (11/302)

[11] Buhârî (1) Muslim (1907)

[12] Sahih. el-Elbani Sahihu Suneni Ebi Davud (3703)

[13] İbn Useymin Şerhu’l-Akideti’s-Sefariniyye (s.335)

[14] Nevevi Şerhu Sahihi Muslim (8/454)

[15] İbn Useymin Şerhu Lum’ati’l-İtikad (s.93-94)

23 Ağustos 2021 Pazartesi

İktibas: Epistemik Cemaat Neden Acele Ediyor? - Arslan Bulut

 23 Ağustos 2021 Pazartesi

"Biz bilime inanıyoruz?" diyorlar ve kendi tutumlarına aykırı görüş bildirenleri bilim dışı hurafelere inanmakla suçluyorlar. Aslında kendilerine bilim etiketiyle dayatılan saçmalıkları hiç düşünmeden kabul ettikleri için hurafe içinde yüzdüklerinin farkında bile değiller.

Prof. Dr. Hüsamettin Arslan, henüz akademik kariyerinin başındayken "Epistemik Cemaat" adlı müthiş bir kitap yazmıştı. "Bilimsel kavramlar, Londra, Berlin, Paris ve Washington'da üretilir, burada tekrar edilir. Merkez orasıdır, bizim gibi ülkelerin üniversiteleri, aydın çevreleri yörüngededir, uydu konumundadır. Bu kavramların tekrarcıları da epistemik cemaati oluşturur" diyordu.

Şimdiki durum tıpatıp böyledir. Gerçi şimdi bilim diye insanlığa dayatılan verileri üniversitelerden çok sermayeye hükmeden şirketler üretiyor. Mesela elektromanyetik dalgaların insan sağlığı üzerindeki etkilerinden söz etseniz ve bu iddiayı dünya çapındaki bilim insanlarının araştırmaları ile destekleseniz, hemen bu dalgaları kullanan şirketlerde çalışan "uzman"lar, sizi yalanlamaya kalkışıyor. Oysa bilimsel bilgi aldığınız maaş ile bağlantılı değildir. Bilimsel bilgi, kişisel çıkarlara göre değişmez.

PCR testini icat eden adam, "Döngü sayısına göre aradığınız her şeyi bulabilirsiniz. Bu sebeple bu test virüs tespitinde kullanılamaz" dediği halde bu testi esas kabul ederek, sözde pandemi politikası sürdürüyorlar.

mRNA teknolojisini üreten adam, "Bu teknolojiyle ürettiğiniz sıvılar, küresel ölçekte insanların bağışıklık sistemini çökertir" diye uyarıyor ama dünyada bütün hükümetler, afsunlanmış gibi Dünya Sağlık Örgütü'nden dikte ettirilen kararları uyguluyor.

Üstelik Dünya Ekonomik Forumu, bu sürecin "Büyük Sıfırlama"yı sağlamak için kullanılacağını açıklıyor. Yani sürecin ardında insanları daha sağlıklı kılmak değil, insanları istediği gibi yönetmek düşüncesi var.

Sürecin başında hatırlatmıştım; businessinsider.com'da, Lydia Ramsey adlı muhabirin 14 Mart 2020'da yayınlanan haberinde şu bilgiler veriliyordu:

"Bill Gates tarafından desteklenen Chicago merkezli bir biyoteknoloji enstitüsü, sedef hastalığı veya kanser gibi hastalıklara sebep olan, mutasyona uğramış genleri etkisizleştiren RNA veya ribonükleik asitleri etkileyen ilaçlar geliştirdi. RNA, hücrelerin protein yapmak için ihtiyaç duyduğu dizilimdir. Fikir şu: Mutasyona uğramış genleri durdurursanız, hatalı proteinlerin yaratılmasını durdurabilirsiniz. Ancak bu tedavilerin karşılaştığı sorun, geliştirilen ilaçları, istediğiniz hücrelere ulaştırmanın zor olmasıdır. Bu sebeple, nanopartiküller ve DNA veya RNA'dan oluşan parçalar geliştirildi. Amaç, DNA veya RNA'ya ulaşmak, bunun için doğrudan cildinize, akciğerlerinize, gözlerinize ve gastrointestinal kanalınıza, yani doğrudan hücrelerinize bu yapıları göndermektir."

Bill Gates'in bahsettiği ve ulusal sınırları tanımayan virüse karşı geliştirilen ve aşı denilen sıvılarda kullanılan parçacık buydu!

Nanorobot da denilen bu parçacıklar, elektromanyetik dalgayla yönlendirilebilir. Bill Gates'in uzmanlık alanı da budur! Bu itibarla, İnternet, uydular, akıllı telefonlar, bilgisayarlar, televizyonlar ve nihayet baz istasyonları üzerinden de nanorobotlar yönlendirilebilir! Vücudunda bu nanorobotları bulunduranlar elektromanyetik dalgaya maruz kaldıklarında doğrudan etkilenir.

Asıl hedefleri, Tek Dünya Devleti kurmak, bunu sağlamak için de Türkiye gibi ulus devletleri çökertmektir. Türkiye'ye Suriyelilerin Afganların sürülmesinin asıl sebebi budur.

Bu iddiaların bilimsel bilgiye değil de hurafeye dayandığını kimse söyleyemez. Zaten bunun için medyada tek sesli yayın yapıyor ve nanorobotların bütün inanların vücuduna yerleştirilmesi için çırpınıyorlar. Ve acele ediyorlar!

Bilimden birazcık nasibini almış bir insan, içine ısıya, elektromanyetik dalgaya duyarlı, sensör nitelikli maddeler bulunan bir sıvıyı aşı diye kabul etmez. Epistemik cemaat kimin liderliğindedir; bunu da sorgulamak gerekmez mi?

22 Ağustos 2021 Pazar

Yeni Çıkan Kitaplar

 


TENVİRU'L-AYNEYN

Bisihahi Zevaidi'l-Mu'cemeyn
Taberani'nin Mu'cemu'l-Evsat ve Mu'cemu's-Sagir'inden, Kütübü Sitte'de Geçmeyen Sahih Hadisler
Ciltli, ithal kağıt, indirimli 40 tl.'dir.
Kitabın sonunda Nasıl Bir Zamandayız? adlı, bazı kıyamet alametlerinin incelemesine dair bir risale yer almaktadır.
www.sahihkitap.com adresinden sipariş verebilirsiniz.


EL-MULTEKA'L-BAHRAYN
Şeyh el-Elbani ve Şeyh Mukbil b. Hadi'nin tashihinde ittifak ettikleri, Buhari ve Muslim'in Sahihlerinde geçmeyen sahih hadis hadisler
5 cilt, ithal kağıt, indirimli 200 tl.'dir.
www.sahihkitap.com adresinden sipariş verebilirsiniz.

Virüs Yalan Salgın Bahane!

Karton kapak, ithal kağıt. Ücretsizdir. 

Talep için darussunne@hotmail.com adresine; talep adeti, isim, adres, telefon bilgilerini içeren e-mail yazabilirsiniz

21 Ağustos 2021 Cumartesi

Zatu Envat Kıssasının Sıhhatini İnkâr Mümkün Değildir!

 Serseri bid’at ehli kelam ve felsefe dolu yorumlarıyla naslara itiraz etmekle yetinmiyor, son zamanlarda yine hiç bilmedikleri diğer bir alan; hadis ilmine de cahil cesaretiyle pisliğe bulanmış habis burunlarını sokuyorlar. Eskiden hevalarına uymayan ayet ve hadisleri devredışı bırakmak için yorumlara girişirlerdi, şimdi ise inkâr için yeni bir yol icat ettiler! Vahiy münkirlerinden birisi meşhur Zatu Envat kıssasının sahih olmadığını iddia için, rivayetin isnadında geçen Sinan b. Ebi Sinan’ın meçhul olduğunu iddia etmiştir! Hâlbuki kıssanın diğer ravileri gibi, Sinan b. Ebi Sinan da Buhârî ve Muslim ricalindendir ve hadis Buhârî ve Muslim’in şartlarına göre sahihtir.

Rical kitapları ittifakla şu bilgileri verirler: Sinan b. Ebi Sinan Yezid b. Umeyye ed-Diylî el-Medenî’dir. Hicri 23 senesinde doğmuş, 105 senesinde vefat etmiştir. Tabiinin orta tabakasındandır. Buhârî ve Muslim ricalinden sika bir ravidir. El-İclî dedi ki: “Medineli, tabiî, sikadır” Bkz.: İbn Hacer Tehzibu’t-Tehzib (4/242) Buhârî Tarihu’l-Kebir (4/162) Zehebi Tarihu’l-İslam (3/59) Kelabazi Ricalu’s-Sahihi’l-Buhârî (483)

Nitekim hiçbir hadis âlimi bu kıssanın zayıf olduğunu iddia etmemiştir. Ancak vahye iman etmeyi kibrine yediremeyen bir kâfir bu hadisi inkar eder!

Buhârî ve Muslim’in şartına göre sahih olan bu rivayetin isnadı ve metni şu şekildedir:

قَالَ محمد بن نصر المَرْوَزِي رَحِمَهُ الله فيِ السنة حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يَحْيَى حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ أَسْمَاءِ بْنُ عُبَيْدٍ الضَّبْعِيُّ عَنْ جُوَيْرِيَّةَ عَنْ مَالِكٍ عَنِ الزُّهْرِيِّ عَنْ سِنَانِ بْنِ أَبِي سِنَانٍ الدَّيْلِيِّ حَدَّثَهُ عَنْ أَبِي وَاقِدٍ اللَّيْثِيِّ قَالَ خَرَجْنَا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى حُنَيْنٍ وَنَحْنُ حَدَيِثُو عَهْدٍ بِكُفْرٍ قَالَ وَكَانَتْ لِلْكُفَّارِ سِدْرَةٌ يَعْكِفُونَ عِنْدَهَا وَيَنُوطُونَ بِهَا أَسْلِحَتَهُمْ يُقَالَ لَهَا ذَاتُ أَنْوَاطٍ قَالَ فَمَرَرْنَا بِسِدْرَةٍ فَقُلْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ اجْعَلْ لَنَا ذَاتَ أَنْوَاطٍ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّهَا السُّنَنُ اللَّهُ أَكْبَرُ قُلْتُمْ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ كَمَا قَالَ بَنُو إِسْرَائِيلَ لِمُوسَى {اجْعَلْ لَنَا إِلَهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ} لَتَرْكَبُنَّ سَنَنَ مَنْ قَبْلَكُمْ

Ebu Vakıd el-Leysi radıyallahu anh dedi ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Huneyn savaşına çıktık. Bizler Küfür’den yeni kurtulmuş kimselerdik. Kâfirlerin yanında toplanıp ibadet ettikleri ve üzerine silahlarını astıkları “Zatu envat” denilen bir ağaçları vardı. Biz bir ağacın yanından geçerken dedik ki:

“Ey Allah’ın rasulu! Bizim için bir “Zatu envat” belirle!” Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Muhakkak bu takip edilen adetlerdendir! Allahu ekber! Nefsim elinde olana yemin ederim ki bu sizin dediğiniz, İsrailoğullarının Musa’ya söylediği şey gibidir: “Onların ilahları olduğu gibi bizim için de ilahlar edin” dediler. O da dedi ki: “Muhakkak sizler cahillik eden bir topluluksunuz.” (A’raf 138) Muhakkak ki sizden öncekilerin adetlerini birer birer işleyeceksiniz.”[1]

Bu kıssanın zayıf isnadlarla gelen tariklerinde de lafızları mutabakat etmektedir:

Ezrakî, Ahbaru Mekke’de; dedesi - Muhammed b. İdris – el-Vakidi – İbn Ebi Habibe – Davud b. el-Husayn – İkrime - İbn Abbas radiyallahu anhuma yoluyla şu şekilde rivayet etti:

كَانَتْ ذَاتُ أَنْوَاطٍ شَجَرَةً يُعَظِّمُهَا أَهْلُ الْجَاهِلِيَّةِ، يَذْبَحُونَ لَهَا، وَيَعْكُفُونَ عِنْدَهَا يَوْمًا، وَكَانَ مَنْ حَجَّ مِنْهُمْ وَضَعَ زَادَهُ عِنْدَهَا وَيَدْخُلُ بِغَيْرِ زَادٍ؛ تَعْظِيمًا لَهَا، فَلَمَّا مَرَّ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى حُنَيْنٍ قَالَ لَهُ رَهْطٌ مِنْ أَصْحَابِهِ فِيهِمُ الْحَارِثُ بْنُ مَالِكٍ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، اجْعَلْ لَنَا ذَاتَ أَنْوَاطٍ كَمَا لَهُمْ ذَاتُ أَنْوَاطٍ. قَالَ: فَكَبَّرَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَقَالَ: «هَكَذَا فَعَلَ قَوْمُ مُوسَى بِمُوسَى عَلَيْهِ السَّلَامُ

“Zatu Envat, Cahiliyye halkının tazim ettikleri, kendisi için kurban kestikleri ve bir gün onun yanında itikâfa çekildikleri bir ağaç idi. Cahiliyye halkından biri hac yapmak istediğinde azığının onun yanına koyar ve ona tazim için oraya azıksız olarak girerdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabından bir toplulukla beraber Huneyn’e uğradığı zaman, aralarında bulunan el-Haris b. Malik dedi ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Onların Zatu Envat’ı gibi bize de bir Zatu Envat belirle!” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bunun üzerine tekbir getirdi ve buyurdu ki:

Bu Musa aleyhi's-selâm’ın kavminin Musa aleyhi's-selâm’a yaptığı şeydir!”[2]

Bu hadiste geçen “El-Haris b. Malik”; Ebu Vakid el-Leysî radiyallahu anh’ın ismidir. Bu rivayetin isnadında el-Vakidi metruk bir ravi olsa da siyer ve megazide hüccettir. İbn Ebi Habibe’de zayıflık vardır. Ancak metni yukarıda geçtiği üzere sahihtir.

Kesir b. Abdillah b. Amr b. Avf el-Muzeni – babası – dedesi yoluyla gelen rivayet metni de şu şekildedir:

غَزَوْنَا مَعَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَامَ الْفَتْحِ، وَنَحْنُ أَلْفٌ وَنَيِّفٌ، فَفَتَحَ اللهُ لَنَا مَكَّةَ، وحُنَيْنًا، حَتَّى إِذَا كُنَّا بَيْنَ حُنَيْنٍ وَالطَّائِفِ أَبْصَرَ شَجَرَةً كَانَ يُنَاطُ بِهَا السِّلَاحُ، فَسُمِّيَتْ ذَاتُ أَنْوَاطٍ، وَكَانَتْ تُعْبَدُ مِنْ دُونِ اللهِ، فَلَمَّا رَآهَا رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ انْصَرَفَ عَنْهَا فِي يَوْمٍ صَائِفٍ إِلَى ظِلٍّ هُوَ أَدْنَى مِنْهَا، فَقَالَ رَجُلٌ: يَا رَسُولَ اللهِ، اجْعَلْ لَنَا ذَاتَ أَنْوَاطٍ كَمَا لِهَؤُلَاءِ ذَاتُ أَنْوَاطٍ، فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: " إِنَّهَا السُّنَنُ، قُلْتُمْ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ كَمَا قَالَتْ بَنَو إِسْرَائِيلَ لِمُوسَى: اجْعَلْ لَنَا إِلَهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ، فَقَالَ: أَغَيْرَ اللهِ أبْغِيكُمْ إِلَهًا، وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Fetih senesinde bin küsur kişi olarak gazaya çıktık ve Allah bize Mekke ile Huneyn’in fethini nasip etti. Biz Huneyn ile Taif arasında insanların silahlarını astıkları ve Zatu Envat ismini verdikleri bir ağaç gördük. Allah’ın dışında bu ağaca da ibadet ediliyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onu görünce ondan uzaklaştı. Hâlbuki sıcak bir gündü ve o ağacın gölgesi vardı. Bir adam dedi ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Onların Zatu Envat’ı gibi bize de bir Zatu Envat belirle.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona buyurdu ki:

Muhakkak ki bunlar takip edilen adetlerdir! Muhammed’in nefsi elinde olana yemin ederim ki İsrailoğullarının Musa’ya söylediği: “Bize onların ilahları gibi bir ilah belirle” demeleri gibi dediniz. Musa da demişti ki: “Allah’tan başka bir ilah mı arıyorsunuz? Hâlbuki O sizi âlemlere üstün kılmıştır.”[3]

Bu rivayetin isnadında bulunan Kesir b. Abdillah’ı çoğunluk zayıf görmüştür. Lakin rivayetin metni Ebu Vakid el-Leysi’nin rivayetine mutabık olduğundan sahihitir.

Netice:

1- Zatu Envat kıssası inkârına yol olmayacak şekilde sahih olarak sabit olmuştur.

2- Zatu Envat; cahiliyye halkının ilah edindikleri, tazim ettikleri ve ibadet sundukları bir ağaçtır.

3- Ebu Vakid Haris b. Malik el-Leysî radiyallahu anh ya da sahabe cemaatinden birileri kendileri için de bir Zatu Envat edinilmesini talep etmişler ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu teklifin, İsraioğullarının Musa aleyhi's-selâm’dan ilah edinme talebiyle aynı olduğunu söyleyerek reddetmiştir. Dolayısıyla vahye teslim olmayan bid’at ehlinin “Bu teklifte ne var ki? Böyle bir teklif neden şirk olsun?” şeklindeki itirazlarının çöp olduğu ortadadır.

4- Böylesine şirk ihtiva eden bir teklif, İslam’a yeni girmiş olan ve tevhidi tam anlamıyla öğrenmemiş kimselerden, kendilerine ilmin yeterince ulaşmadığı kimselerden sadır olduğu için, teklif sahibinin müşrik olduğuna hükmedilmemiştir. Hadis, geçerli mazereti olan kimseler için cehaletin tekfire mani bir unsur teşkil ettiği hususunda açıktır. Lakin tuhaf olan şu ki, muhaliflerini tekfir etmede insafsız olan Harici ve Mürcie taifelerinden bu hadisi sahih kabul edenleri, hadis hevalarına uygun düşmeyince, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şirk olduğunu açıkça ifade ettiği bir teklifi dahi temize çekmeye kalkıyor, bunun şirk olmadığını iddia ediyorlar! Tıpkı Allah’tan başkası adına yemin etmenin küçük şirk olduğunu iddia etmeye çalışmaları gibi!



[1] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Muhammed b. Nasr el-Mervezi es-Sunne (39) Tirmizi (2180) Muzeni, Sunenu’ş-Şafii (400) Ahmed (5/218) İbn Ebî Şeybe (7/479) Tayalisi (1443) İbn Hibban (15/94) Humeydi (848) Taberî Tefsir (10/411) İbn Ebî Hâtim Tefsir (8906, 8910) Ebû Ya'lâ (3/30) Taberani (3/244) Ezraki Ahbaru Mekke (1/129) İbn Kani Mu’cem (1/172) el-Lalekai İtikad (205) Herevi Zemmu’l-Kelam (467) Ebu Nuaym Marife (2021) İbn Ebi Asım es-Sunne (76) Hatib el-Muttefak ve’l-Mufterak (1813) Beyhakî Delail (5/124)

[2] Ezraki Ahbaru Mekke (1/130)

[3] Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (17/21) İbn Ebî Hâtim Tefsir (8910)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)