Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

29 Nisan 2015 Çarşamba

Deccal'in Habercisi Fitneler

إن الحمد لله نحمده ونستعينه ونستغفره ، ونعوذ بالله من شرور أنفسنا ، ومن سيئات أعمالنا ، من يهده الله فلا مضل له ، ومن يضلل فلا هادي له ، وأشهد أن لا إله إلا الله وحده لا شريك له ، وأشهد أن محمدا عبده ورسوله
İmam Buhari Sahih’inde, ez-Zubeyr b. Adiy’den rivayet ediyor:
عَنْ الزُّبَيْرِ بْنِ عَدِيٍّ قَالَ أَتَيْنَا أَنَسَ بْنَ مَالِكٍ فَشَكَوْنَا إِلَيْهِ مَا نَلْقَى مِنْ الْحَجَّاجِ فَقَالَ اصْبِرُوا فَإِنَّهُ لَا يَأْتِي عَلَيْكُمْ زَمَانٌ إِلَّا الَّذِي بَعْدَهُ شَرٌّ مِنْهُ حَتَّى تَلْقَوْا رَبَّكُمْ سَمِعْتُهُ مِنْ نَبِيِّكُمْ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
“Enes b. Malik radıyallahu anh’e gittik ve ona Haccac’dan gördüğümüz durumları şikayet ettik. Şöyle dedi: “Sabredin. Zira Rabbinizle karşılaşıncaya kadar üzerinize hiçbir zaman gelmez ki, sonradan gelen daha şerli olmasın. Ben bunu nebiniz Sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim.”
Bazı Müslümanların zihinlerinde yerleşen bazı kavramları düzeltmek için bu satırları yazıyorum:
Deccal’in ilk hedefi başkanları/yöneticileri devirmektir. (Müslamanlar buna halife veya vali adını verirler.) Bundan sonra fert fert Müslümanlara yönelecektir.
Deccal hakkındaki uzunca gelen hadiste şöyle geçer:
فقلنا يا رسول الله ذكرت الدجال الغداة فخفضت فيه ورفعت حتى ظنناه في طائفة النخل قال غير الدجال أخوفني عليكم فإن يخرج وأنا فيكم فأنا حجيجه دونكم وإن يخرج ولست فيكم فامرؤ حجيج نفسه والله خليفتي على كل مسلم
 “Dedik ki: “Ey Allah’ın rasulü! Sabah deccalden bahsettin, bu konuda alçaltma ve yükseltmeler yaptın. Hatta onun hurmalıkların ardında olduğunu sandık.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Sizin hakkınızda korktuğum şey Deccal’dan başkadır. Zira o ben aranızda iken çıkarsa ona karşı sizi ben savunurum. Eğer ben aranızda değilken çıkarsa herkes kendini savunur ve Allah her Müslüman için halifemdir.”
“Halifem” kelimesine dikkat edin!
Deccal şayet çıkarsa Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken Müslümanların halifesi, valisi ve yöneticisidir ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem savunur. Ama Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonrasına gelince, sözün zahiri Deccal çıktığı zaman Müslümanların halifesinin, yani yöneticisinin olmayacağı yahut varsa da yöneticilerinin Deccal’e tabi olacağıdır. İşte o zaman “Allah benim her Müslümana halifemdir” buyruluyor.
Diğer bir delil:
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan gelen sahih hadiste Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
ينشأُ نشْءٌ يقرؤون القرآنَ لا يجاوزُ تَرَاقِيهم، كلّما خرجَ قرنٌ قُطِع ، قالَ ابنُ عُمَرَ: سَمعتُ رسولَ الله -صلّى الله عليه وسلّم- يقولُ كلّما خرجَ قرنٌ قُطع -أكثر مِنْ عِشرين مرّة- حتّى يخرجَ في عِراضهم الدّجال
“Kur’an okuyan ve gırtlaklarından inmeyen bir topluluk çıkar. Onlardan her bir nesil çıktıkça ardı kesilir.” İbn Ömer radıyallahu anhuma dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini işittim: “Onlardan her bir nesil çıktıkça – yirmi defadan fazla dedi – ardı kesilir, ta ki orduları arasından deccal çıkar.” İbn Mace rivayet etmiştir.
 El-Elbani rahimehullah dedi ki: “İradihim” kelimesi “ard” kelimesinin çoğuludur. Anlamı büyük ordu demektir.
Bu delil, dinden ok gibi çıkan bu kimselerin yöneticilerine karşı ayaklanan, düzeni devirmek isteyen halklar olduğunu düşündürmektedir. Deccal’in baş hedefi yöneticileri devirmektir. Yöneticiler devrilirse her şey devrilir, ordular ve askerler düşer. O zaman da fertlere musallat olması kolaylaşır.
Şimdi kendi durumumuza dönelim ve Müslümanların bugünkü haline bakalım:
Liderlerin düşmesi ve devletlerin devrilmesi! İyi düşünün!
Irak darmadağın bir devlet oldu. Ne başı var ne de başkanı!
Yemen darmadağın, başı yok.
Libya darmadağın oldu, başı yok!
Filistin işgal edilmiş bir devlet, başı yok!
Lübnan’a kim hükmediyor bilmiyoruz, başı yok!
Suriye’de Deccal zorluyor, lakin oradaki en zayıf ordusudur ve parçalara bölünmüştür.
Bahreyn’e Deccal ordu göndermiştir.
Sudan devrilmiş ve kuyruk bir devlet ortaya çıkmıştır.
Mısır, ordusu zayıftır, heybeti kalmamıştır, devrilmekten korkmaktadır.
Deccal için iki ülke kaldı:
Şam’ın kalbi Suriye’de ordu henüz düşmemiş ayakta çırpınmaya devam ediyor.
Diğeri de Suudi Arabistan! Peki Suud’da bu durum gerçekleşir mi?
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözüne bakın: “Deccal Mekke ile Medine dışında her yere girer, bu ikisi ona haram kılınmıştır.”
Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, rasul olarak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den razı olduk.
Suud, siyasi çekişmelerden uzaktır.
Deccalin gözü şu an Suudi Arabistan’dadır ve gelecek yıllarda yahut gelecek aylarda durum ortaya çıkacaktır.
Deccal’in çıkmasına ne kadar kaldı Allah bilir, lakin eğer şu hadis sahihse çok yakındır:
Ebû Dâvûd (no:4242) Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayet ediyor:
فَذَكَرَ الْفِتَنَ فَأَكْثَرَ فِي ذِكْرِهَا حَتَّى ذَكَرَ فِتْنَةَ الْأَحْلَاسِ . فَقَالَ قَائِلٌ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَمَا فِتْنَةُ الْأَحْلَاسِ ؟ قَالَ : ( هِيَ هَرَبٌ وَحَرْبٌ ، ثُمَّ فِتْنَةُ السَّرَّاءِ دَخَنُهَا مِنْ تَحْتِ قَدَمَيْ رَجُلٍ مِنْ أَهْلِ بَيْتِي يَزْعُمُ أَنَّهُ مِنِّي وَلَيْسَ مِنِّي ، وَإِنَّمَا أَوْلِيَائِي الْمُتَّقُونَ ، ثُمَّ يَصْطَلِحُ النَّاسُ عَلَى رَجُلٍ كَوَرِكٍ عَلَى ضِلَعٍ ، ثُمَّ فِتْنَةُ الدُّهَيْمَاءِ لَا تَدَعُ أَحَدًا مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ إِلَّا لَطَمَتْهُ لَطْمَةً فَإِذَا قِيلَ انْقَضَتْ تَمَادَتْ يُصْبِحُ الرَّجُلُ فِيهَا مُؤْمِنًا وَيُمْسِي كَافِرًا ، حَتَّى يَصِيرَ النَّاسُ إِلَى فُسْطَاطَيْنِ فُسْطَاطِ إِيمَانٍ لَا نِفَاقَ فِيهِ وَفُسْطَاطِ نِفَاقٍ لَا إِيمَانَ فِيهِ ، فَإِذَا كَانَ ذَاكُمْ فَانْتَظِرُوا الدَّجَّالَ مِنْ يَوْمِهِ أَوْ مِنْ غَدِهِ
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çok fitnelerden bahsetti, bahsettikleri arasında ehlas fitnesi de vardı. Birisi: “Ey Allah’ın rasulü! Ehlas fitnesi nedir?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “O, insanların birbirinden kaçması ve harptir. Sonra Serrâ (nimet) fitnesi vardır. Bu fitne, benim ehli beytimden, ben­den olduğunu zanneden ama aslında benden olmayan bir adamın ayak­ları altından, yayılacaktır. Benim dostlarım ancak muttaki olanlardır. Sonra insanlar, kaburga üzerindeki oturak gibi (devam etmeyecek olan), bir adamla anlaşacaklar; daha sonra karanlık fitne çıkacak, bu ümmetten dokunmadığı kimse kalmayacak. Bitti, denildiğinde, devam edecek. O fitnede (esnasında) kişi, mümin olarak sabahlayacak akşama kâfir olarak çıkacak. İnsanlar iki çadırda (gurupta) olacaklar. Bunlar, içinde asla nifakın olmadığı iman çadırı ve imanın olmadığı nifak çadı­rıdır. Siz o güne ulaştığınızda o gün veya yarın Deccâli bekleyiniz.” El-Elbani, Sahihu Suneni Ebi Davud’da: “Hadis sahihtir” demiştir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
تأتيكم بعدي أربع فتن الأولى يستحل فيها الدماء والثانية يستحل فيها الدماء والأموال والثالثة يستحل فيها الدماء والأموال والفروج والرابعة صماء عمياء مطبقة تمور مور الموج في البحر حتى لا يجد أحد من الناس منها ملجأ تطيف بالشام وتغشى العراق وتخبط الجزيرة بيدها ورجلها وتعرك الأمة فيها بالبلاء عرك الأديم ثم لا يستطيع أحد من الناس يقول فيها مه مه ثم لا يرفعونها من ناحية إلا انفتقت من ناحية أخرى
“Benden sonra size dört fitne gelecek. İlk fitnede kanlar helal sayılacak, ikincisinde kanlar ve mallar helal sayılacak, üçüncüsünde kanlar, mallar ve ırzlar helal sayılacak, dördüncüsü ise sağır ve kör fitnedir. Denizdeki dalga gibi uğradığı yeri kapatacak, hatta insanlardan hiç kimsenin ondan kaçacak yeri kalmayacak. Şam’ı dolaşacak, Irak’ı kuşatacak, el-Cezire’yi eliyle ve ayağıyla devirecek. Ümmet onda derinin gerildiği gibi gerilecek, sonra insanlardan hiç kimse “dur dur” diyemeyecek, sonra bir tarafı kalkamadan diğer tarafı tükenecektir.” Nuaym b. Hammad rivayet etmiştir.  
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
تدوم الفتنة الرابعة اثني عشر عامًا، ثم تنجلي حين تنجلي وقد انحسر الفرات عن جبل من ذهب تكب عليه الأمة، فيقتل عليه من كل تسعة سبعة
“Dördüncü fitne on iki sene sürecek, açıldığı zaman açılacak, o sırada Fırat çekilip, altın bir dağ çıkacak, ümmet ona çöreklenecek, her dokuz kişiden yedisi öldürülecek.” Nuaym b. Hammad rivayet etmiştir.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den diğer bir rivayet şu şekilde: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
الفتنة الرابعة تقيم ثمانية عشر ثم تحسر الفرات عن جبل من ذهب فيقتتلوا عليه حتى يقتل من كل تسعة سبعة
“Dördüncü fitne on sekiz sene sürer. Sonra Fırat açılacak, altın bir dağ çıkacak, bunun için savaşacaklar, her dokuz kişiden yedisi öldürülecek.” Nuaym b. Hammad rivayet etmiştir.  
Bu rivayetlerde zayıflıklar vardır. Eğer sahih ise, biz şu an el-Bu Azizi’nin intiharıyla başlayan yıkıcı Arap ayaklanmalarının beşinci senesindeyiz.
Önemli bir nokta:
Mehdi haktır, lakin hiç kimse Deccal’den önce Mehdi’den bahsedemez!
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Dünyadan ancak bir gün kalsa bile Allah o günü uzatır da sonra ittifak ederler, hatta aralarında benden veya ehli beytimden olan, ismi ismime, babasının ismi, babamın ismine uyan birini gönderir. Öncesinde zulümle dolmuş olan yeryüzünü adaletle doldurur.” Ebû Dâvûd rivayet etmiştir.
Mehdi’nin Deccal’den önce çıkacağını söyleyenin sahih ve sarih bir delili yoktur.
Özetle: Allahu a’lem, Deccal’in çıkmasına çok az kalmıştır. Açık ve gizli tüm fitnelerden Allah'a sığınırız. 

Seferî’lik Meselesinde Güncel Bir Şüphe

Bismillah.
Sahihu Muslim’de Enes b. Malik radıyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem üç mil mesafeye – veya üç fersah mesafeye – çıktığı zaman namazı kısaltırdı.”
İbn Hacer Fethu’l-Bari’de: “Namazı kısaltma mesafesini açıklama hakkında gelen en sahih hadis budur” demiştir.”
İbn Ebi Şeybe (no: 9013) ve Taberi Tehzibu’l-Asar’da (1292) rivayet ediyor: El-Leclac b. Hakîm es-Sulemi rahimehullah dedi ki: “Biz Ömer radıyallahu anh ile beraber üç mil yola çıkardık ve namazı kısaltır, oruç tutmazdık.”
El-Elbani, İftaru’s-Saim (41): “İsnadı hasen veya hasene yakın” demiştir.
Muhammed b. Zeyd b. Huleyde dedi ki: “İbn Ömer radıyallahu anhuma üç mil mesafede namazı kısaltırdı
El-Elbani, İrvau’l-Galil’de (3/18) isnadı sahih demiştir.
Bu rivayetler Müslümanın gönlünün tatmin olmasına yeterlidir.
Şüphecilerden birisi: “Aynı gün içinde yolculuktan dönüyorsan seferî olmazsın” diyor! Bir diğeri "sefer mesafesi 81 km." diyor! Bunlar büyük âlimlerin fetvalarındandır. O büyük âlimlerin vahiyden bir delile dayanmayan veya nastan delilini bilmediği fetvalarıyla gönülleri yatışan, lakin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den, sahabeden gelen rivayetlere gönlü yatmayan kimseler var! Subhanallah! Kendinizi ana caddeden ayırıyor ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine muhalefet ediyorsunuz!
Bazı kimseler ahkâm kitaplarında geçen “belde”, “karye”, “şehir” ifadelerini muasır şehirleşme yapısını dikkate alarak, seferilik hükümlerinde sünnete muhalefet etmektedirler. Adı geçen tabirler ile kastedilen mana; içinde yaşanılan yerleşim yeridir. Halbuki bu bazen köy, bazen kasaba, bazen ilçe, bazen semt, bazen mahalle olabilir. Nitekim selefin uygulamasında Deyru Sealib’de namazı kısaltanlar zikredilir. "Deyr" mahalle demektir. Burada itibar edilmesi gereken şey; birbirine bitişik kümeler halinde olan bölgelerin bir yerleşim yeri kabul edilmesi ve bu kümenin son evinden sonra seferi olunmasıdır. Örfte de en küçük idarî birim mahalledir ve muhtarlar tarafından idare edilmektedir. 
Yani mesela falan bir ilçenin birbirine bitişik evlerden oluşan mahallesini, Müslümanların örfünde diğer bir mahalleden bir köprü yahut geniş otoyol gibi bir unsur ayırıyorsa, bu ayırıcı alametten itibaren en az bir mil ileriye yolculuk yapacak olan kişi seferi olur. Şayet bir mil (1800 m.) ileriye gitme niyeti olmayan kişi mahalle sınırını geçince seferi olmaz. Zira sahabeden nakledilen en az seferilik mesafesi 1 mildir ve İbn Ömer radıyallahu anhuma'dan nakledilmiştir.
* Bir milden daha kısa mesafe içinde, mahalle sınırını geçen kimsenin seferi olmayacağının delili ise, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve sahabelerinin, Medine dışında bulunan Baki kabristanında ve bu kabristanın yakınında bulunan musallâda seferî olmamalarıdır.
Modern şehirleşme içerisinde Ulus’tan Keçiören’e giden birinin, “Henüz şehrin dışında çıkmadım” diyerek halen kendisini seferî kabul etmeyip namazı tam kılması şaşılacak işlerdendir. Hatta Keçiören'in bazı mahalleleri arasında dahi seferilik söz konusu olabilir; mesela Ufuktepe, Bağlum gibi birbirinden ayrı mıntıkalarda! Aslen buralar, aynı kaymakamlığa bağlı ayrı köylerdir.
Örfen Ulus ayrı bir yerleşim yeridir, Keçiören ayrıdır. Modern hayat aslında yerleşim yerlerinin sınırlarını daha net ayırmayı kolaylaştırmışken, sünnete karşı bu denli zorlamalara gitmek tuhaftır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in asrında Zi’l-Huleyfe’nin bugünkü anlamda şehir olarak Medine’ye bağlı olduğu ve Mina’nın Mekke’ye bağlı olduğu bilinmesine rağmen, Medine’liler Zi’l-Huleyfe’de, Mekke’liler ise Mina’da namazı kısaltıyorlardı. Bugün Zilhuleyfe’ye kadar evlerin bitişmiş olması durumu değiştirmez.
Medine’liler Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ittiba etmek istiyorlarsa Zi’l-Huleyfe’de namazı kısaltmaları gerekir. İnsanların kalabalıklaşması sebebiyle evler birbirine yakınlaşsa da, her mıntıka ilk kurulduğu andaki ismine göre ayrı bir isimle anılmakta, yerleşim birimine göre köy, mahalle, yayla, ilçe, semt denmekte, bu yerleşim birimleri bir il merkezi adına atfedilerek planlama yapılmaktadır.
Amellerinde nasları değil de, re’yleri belirleyici kılanlar kendi kendilerine problemler oluşturmakta, sonra çıkardıkları bu problemler için yeni çözüm yolları üretme çabasına girmekte: “evler arasında boşluk yok” gibi yeni bir kayıt düşmekte, sonra da bu boşluğun miktarı, sınırı, kayıtları hakkında ihtilaf etmektedirler.
“Boşluk” meselesi boş, delilsiz bir kayıttır. Zira Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yaşadığı mıntıka ile Bakî kabristanı arasında boşluk vardı ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Bakî’de namazı kısaltmıyor, Medine’ye bağlı kabul edilen yaylalar diyebileceğimiz Avali denilen birkaç evlik mekanlarda kalan insanlar Medine’ye geldiklerinde seferi olmuyorlardı. Fakat Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Zi’l-Huleyfe’de namazı kısaltıyor ve buna gerekçe olarak “evlerle arasında boşluk var” gibi bir kayıt da koymuyordu.
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan ise daha az mesafe’de, bir millik (yaklaşık 1800 m.) mesafede namazı kısalttığı sabit olmuş, Taberi’nin Tehzibu’l-Asar’da sahih isnadla rivayetine göre de “Şu taşlığı geçtiğin zaman namazı kısalt” dediği sabit olmuştur. Zira o gün Medine merkezinde yaşayanlar için orası sınır kabul ediliyordu. Bugün ise adı geçen kara taşlık, çok büyümüş olan Medine’ye bağlı semtlerden bir semtte kalanlar için sınır olmalıdır.
Naslarda mesafe kaydı gelmemiştir. Mesafe sınırı da Müslümanların örfteki kabullerine göredir. Seferilik meselesinde Şehir kelimesini bugünkü kentleşme tabirlerine göre değerlendirmek hakikatten uzaklaşmak ve sünnette sabit olmuş kolaylığı zorlaştırmaktır. Zira bugünkü şehir tabiri il/vilayet anlamında kullanılmaktadır ve ilçeleri, köyleri, mahalleleri, semtleri kapsayan bir kelimedir. Selefin zamanında buna vilayet: valilik deniyordu ve aynı vilayete bağlı bulunan şehirler, köyler arasında sahabe ve tabiin seferi oluyorlardı. Günümüzde seferin başlangıcının örfe göre nasıl belirleneceğine dair muasırlardan birinin fetvasını tercüme ediyorum:
Şeyh b. Baz'ın öğrencilerinden Şeyh Fehd b. Salim Bâ Hemmam’ın Fetvası:
“Dört imam ve diğerlerinden ilim ehlinin cumhuru namazı kısaltma ve yolculuk ruhsatlarının ancak karye ve beldenin son binalarının geçilmesiyle başladığı görüşündedirler. (Bkz.: Hanefilerden: Reddu’l-Muhtar 2/121 Malikillerden: Mevahibu’l-Celil 2/143 Şafiilerden: el-Muhezzeb 1/193-194 Hanbelilerden: el-İnsaf 2/320)
Bu görüşe muhalif olan ancak seleften bazı kimseler vardır. İbnu’l-Munzir dedi ki: “Kendilerinden ilim hıfzettiğimiz bütün ilim ehli şunda icma ettiler: Yolculuğa çıkmak isteyen kimse çıkmak istediği karyenin bütün evlerini geçince namazı kısaltır. İlim ehlinden çoğu: namaz ancak karyenin evlerini geçince kısaltılır dediler… Bu konuda ikinci bir görüş daha vardır. El-Haris b. Ebi Rebia yolculuğa çıkmak istediğinde henüz evinde iken onlara namazı kısaltarak kıldırdı.” (İbnu’l-Munzir, el-Evsat 4/351, 354)
Şüphesiz sahih olan cumhurun görüşüdür. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Medine’den ayrılmadan önce namazı kısaltmamıştır. Kişi karye’den ayrılmadan yola çıkmış değildir ve seferi olmaz.
Karye’den ayrılmanın kaydı; birbirine yakın ve bitişik binalardan ayrılmaktır. Yoksa şehirlere yakın olan ve etrafında olan uzak ve ayrı binalara itibar edilmez.
Hava alanı hakkındaki ruhsat:
Yolcunun beldesindeki hava alanına gelmiş olması halinde yolculuk ruhsatları caiz olur mu?
Cevap: Hava alanlarının iki durumu vardır:
1- Eğer hava alanı beldenin içinde ve insanların evlerinin ve mahallelerinin arasında ise– önünde olsun, arkasında olsun – gerek gidişte gerekse dönüşte burada seferîlik ruhsatları geçerli değildir.
2- Eğer hava alanı şehrin dışında ise, oraya ulaşmadan önce evler ve mahalleler kesintiye uğramışsa seferîlik hüküm ve ruhsatları söz konusu olur. Zira yoldan bir parça kesintiye uğramıştır ve yolculuğun başlangıcındaki binalardan ayrılmış olunur. Yine yolculuğunda da beldesine dönünceye kadar buna itibar eder."

26 Nisan 2015 Pazar

Kitapsız Kafirlerin Kestiklerinin Yenmemesinin Sebebi

Soru:
Selamun aleykum Hocam.  Sizin bir sohbetinizde kesen kişinin müslüman olmasının şart olmadığını söylediğinizi biliyorum fakat şu ayeti getirerek karşı çıkıyorlar maide 3de "sizin kestikleriniz hariç haram kılınmıştır"  sizin hitabı müminleredir diyorlar. Ayrıca Mürsel bir hadis icma olunca delil olur diyerek mecusilerin kestiklerini haram sayıyorlar.
Cevap:
aleykum selam ve rahmetullahi ve berakatuhu
ayetin bu kısmıyla istidlal yerinde değildir:
وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ
“...Allah'tan başkası üzerine kesilen (hayvan eti), (henüz can vermeden) yetişip kestiğiniz dışındaki boğulmuş, vurulmuş, yüksekten düşmüş, süsülmüş, yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanmış... hayvan (etlerini yemeniz) haram kılınmıştır.”
Ayette illa ma zekkeytum ifadesi, boğulmuş, vurulmuş, yüksekten düşmüş, süsülmüş, yırtıcı hayvanların parçaladığı hayvanlar üzerine getirilen bir istisnadır. Zira şayet iddia sahiplerinin dediği gibi anlaşılsaydı; yani cümlenin başından beri bu istisnayı alacak olsaydık, ayetin başında leş, domuz eti ve Allah’tan gayri adına kesilmişler zikrediliyor. O zaman müslümanlar domuz kesse veya Allah’tan başkası adına kesse bunun meşru olduğu gibi bir anlam çıkardı.
iddia sahiplerine şunu sorarız:
"illa ma zekkeytum ibaresine kitap ehli dahil midir, değil midir?"
Eğer dahildir derlerse, kitap ehli olmayanları bu ayetin kapsamından çıkaran nedir? deriz.
"Dahil değildir" derlerse Allah kitap ehlinin kestiklerini bize helal kıldığına göre bu ibareyle nasıl haram kılabiliyorsunuz? deriz.
Netice olarak illa ma zekkeytum ibaresi bütün kulları kapsayan hususen insan cinsini kapsayan bir muhatap sigasıdır deriz.
İddia edilen icma ise kapalı bir meseledir. Çünkü daha önce Said b. el-Museyyeb’den mecusi köleme Allah adına kestirirsem onu yerim dediğine dair nakli zikretmiştim. İcma, müslümanlardan ve kitap ehlinden başkasının kestiklerinin meşru olmadığı şeklindedir, doğru, lakin bu bir sebebe binaendir. Kitapsız kafirin şahsından dolayı değildir. Çünkü âdeten kitapsız kafirler ya Allah adına kesmezler, ya kan akıtma şeklinde meşru kesimi gözetmezler, yahut her ikisini de yapmazlar. Lakin bize şöyle bir icma ispat etmeleri gerekir: Kitapsız bir kafir Allah adına kesse ve meşru kesimi gözetse dahi onun kestiği yenmez. Bu alimlerden çoğunluğuna nispet edilen bir görüştür lakin çoğunluk hüccet değildir. Bu şekilde bir icma olmadığına da Said b. Museyyeb’in rivayeti ile En’am 145. ayetinin zahiri delildir.
De ki: "Bana vahyolunanlar arasında, yiyen bir kimseye, ölü eti, yahut akıtılmış kan, yahut zaten bir pislik olan domuz eti, yahut da Allah'tan başkası adına kesilmiş fisk (hayvan eti) dışında yediği bir şeyin haram kıldığını göremiyorum” (En’am 145)
Şu ayetin mefhumu muhalifi de delildir:
Kendi zanlarına göre, "bunlar, dokunulmaz hayvanlar ve ekinlerdir; onları, bizim dilediğimiz kimselerden başkası yiyemez. Şu hayvanlar da, sırtları haram edilmiştir (binilmez)" demektedirler. (Bir kısım) hayvanlar da vardır ki, (keserken) üzerlerine Allah'ın ismini zikretmezler. Bütün bunları Allah'a iftira olmak üzere uydurmuşlardır.” (En’am 138) Bu ayetin ikinci cümlesinin mefhumu muhalifine göre, şayet onlar üzerine Allah’ın adını zikretse idiler haram kapsamında olmayacaktı. Allah katından delil olmaksızın haram kılmak ayrıca zemmedilmektedir.
Nitekim En’am 118-119. ayetlerinde şöyle buyrulur:
Bu itibarla, eğer O'nun âyetlerine inananlardan iseniz, üzerine Allah'ın adının zikredildiği (hayvanların etleri)nden yeyin. (Açlıktan ölmek korkusuyla yemek) zorunda kaldığınız dışında Allah size haram kıldıklarını açıkladığına göre, üzerine Allah'ın isminin zikredildiği şeylerden yemenize engel olan nedir? Herhalde birçok kimse, bilmeden, kendi heva ve hevesleriyle (fetva verip halkı) saptırıyorlar. Oysa Rabbın, haddi aşanları çok daha iyi bilir.”  Görüldüğü gibi bu ayette “mimma zukira ismullahi aleyhi” ifadesi meçhul sigadadır, Allah’ın adını zikreden kimsenin müslüman veya kitap ehli olmasını şart koşanın delil getirmesi gerekir. Bu ayetin çoğunluğa uymaktan yasaklayan En’am 116. ayetinin devamında gelmesi de manidardır. Allah en iyi bilendir.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

23 Nisan 2015 Perşembe

Din Hakkında Konuşmaya Söz Sahibi Olan Kimdir?


Muhammed b. Abdillah b. Abdilhakem’den: “Şafii’nin şöyle dediğini işittim: “(Ebu Hanife’nin öğrencisi) Muhammed b. el-Hasen bana dedi ki:
“Bizim hocamız (Ebu Hanife) sizin hocanız (Malik)’den daha âlimdir. Sizin hocanız konuşmamalı, bizim hocamız da susmamalı.” Bunun üzerine öfkelendim ve dedim ki:
“Sana Allah için soruyorum! Sünneti Malik mi, yoksa sizin hocanız mı daha iyi biliyor?” Muhammed:
“Malik daha iyi bilir. Lakin bizim hocamız da kıyası daha iyi bilir” dedi. Ben dedim ki:
“Evet, Malik Allah’ın kitabını, nasihini, mensuhunu ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini Ebu Hanife’den daha iyi bilir. Kim kitap ve sünneti daha iyi biliyorsa, konuşmaya söz sahibi olan da odur.”
İbn Abdilberr el-İntika (s.24) Ebû Nuaym Hilye (6/329) Menakibu’ş-Şafii (s.201) Siyeru A’lami’n-Nubela (8/76)

Mehmet Çelik ve Ona Benzer Cahil, Yalancı Profesörlerin Hâl-i Pürmelâli

Bu gece canlı yayınlanan bir programdan haberdar oldum, hemen internet üzerinden takip ettim ve dinlediklerim beni hayrete düşürdü. Muasır Mutezile’den Prof. Dr. Mehmet Çelik yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine karşı saldırıya geçmiş, yalancı dolmalarını yuvarlıyordu. Eski Mu’tezile yalan söylemiyordu. Bilakis yalanı çok büyük bir suç olarak görüyorlar, yalan söyleyeni el-menziletu beyne’l-menzileteyn’de (yani islam ile küfür arasında ayrı bir konumda) görüyorlardı. Muasırları ise sünneti tahrif gayesi uğrunda sanki her şeyi mubah sayıyorlar! Prof. Dr. Mehmet Çelik’in daha önce başka bir kaydını da dinlemiş ve böylesi bir cahilin bile profesör rütbesi alabildiği bir mekân ve zamanı kıyamet alametlerinden biri olarak düşünmüş, şaşırmıştım. Lakin yalancılık ve sahtekârlık yapmasını bir türlü kabul edemiyorum.
Bahsi geçen programdan hatırımda kalan iddialarına cevapları kısaca zikretmeye çalışacağım.

1- Hadislerin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den 150 Sene Sonra Yazıldığını İddia Ederek Hadislere Güveni Sarsmak İstemesi

Daha önce birçok açıdan cevap verilmiş olmasına rağmen hadislerin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den 150 sene sonra yazılmaya başladığı şeklindeki, sünnet inkârcılarının klasik şüphelerini yeniden dillendirdi.
Bu konuda sünnet müdafaasına dair bütün eserlerde doyurucu bilgiler bulunmaktadır. Bu konuda ayrıntıyı ilgili eserlere bırakarak sadece M. A’zami’nin Türkçe’ye: “İlk Devir Hadis Edebiyatı” adıyla tercüme edilen “Dirasat Fi Hadisi’n-Nebevî” adlı çalışmasına işaret etmekle ve Asr-ı Nebevî’de hadis yazılmasını ispat eden bir rivayet zikretmekle yetineceğim:
Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma'dan: “Ezberleme isteği ile Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den işitmiş olduğum her şeyi yazardım. Kureyş beni bundan men' ederek: “Sen, Allah Rasûlü’nden işitmiş olduğun her şeyi yazıyorsun. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem bir beşerdir. Öfkeli halde iken de konuşur” dediler, ben de yazmayı bıraktım. Sonra bunu Allah Rasûlüne anlattım. Buyurdu ki: “Yaz, nefsim elinde olana yemîn ederim ki, benden hakkın dışında hiç bir şey çıkmaz. Bunu Ahmed (2/162) ve Ebu Davud (3646) sahih bir isnad ile rivayet etmişlerdir.

2- Hadis Rivayet Eden Ravilerin Tenkidi İşleminin Geç Zamanda Başladığını İddia Etmesi

Hadis kitaplarının müellifleri, özellikle de sünnet düşmanlarını kudurtan İmam Buhari rahimehullah gibi imamların, yalnızca kendilerine yetiştikleri hocalarının adalet ve zabtlarını tespit edebildikleri, daha önceki ravilerin ise artık ölmüş olduklarından dolayı onların hallerinin gizli kalmış olduğunu iddia etti ve muhaddislere göre sahih denilen bir hadisin Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e nispetinin %60 ihtimal taşıdığı şeklinde yeni bir trajikomik iddia yumurtladı.
Muaz b. Cebel radıyallahu anh’den: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Sonradan ge­len her bir neslin arasından bu ilmi adaletli olanları yüklenip taşır. Bunlar aşırı gidenlerin tahriflerini, batıl ehlinin hırsızlıklarını ve cahillerin yanlış tevillerini bertaraf ederler." Bu hadisi Şeyh el-Elbani, Mişkatu’l-Mesabih tahkikinde tahric ederek sahih olduğunu belirtmiştir.
Bu hadiste de haber verildiği gibi, tabiin döneminden beri hadis ravilerinin değerlendirmesi yapılmıştır. Mesela Muslim, Sahih’inin mukaddimesinde İbn Abbas ve Ali radıyallahu anhum gibi sahabelerden, İbn Sirin, Şa’bi gibi tabiinden imamların isnad işine ve ravi değerlendirmesine nasıl önem verdiklerini rivayetlerle ispatlamıştır.
Prof.Dr. Mehmet Çelik, en yaygın rical kitaplarından birine baksaydı, hadis ravilerinin değerlendirme işinin tabiin asrında başladığını, sonraki münekkid hafızların, önceki raviler hakkındaki değerlendirmelerini, kendilerinden önceki imamlardan naklederek yaptıklarını görürdü. Kendisinden örnekler zikrettiği İmam Buhari’nin "Tarihu’l-Kebir" adlı, ravi değerlendirmelerine dair eserine baksaydı bari!
Aç iken doymuş gibi görünmek diye işte buna denir! Prof. titrini de kullanarak “Biliyormuş” gibi görünse de, aslında sadece cehaletini sergilemektedir.

3- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Adına Hadis Uydurarak Hadislerin Kur’an’a, Akla, Bilime ve Fıtrata Arz Edilmesini Teklif Etmesi

Bütün bu iddialarına rağmen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adına uydurulmuş bir yalanı, tekrar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adına nispet ederek hadis uyduran kezzablar kafilesine katıldı. Bahsettiği bu hadise göre güya Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Benim hadisimi Kur’an’a arz edin, Kur’an’a uymazsa ben söylemiş olsam bile reddedin” buyurmuş! Acaba ravi ve metin tenkitlerinin gerektiği gibi yapılmadığını, dolayısıyle hadis kaynaklarında görülen hadislerin akıl, Kur’an, bilim ve fıtrat süzgecinden geçirilmesi gerektiğini iddia eden Prof.(!) M. Çelik bu hadisi;
a- Hangi hadis kaynağında bu hadisi okumuştur? Zira bu hadisten ancak ne denli hadisler uydurulduğuna ve bunlardaki çelişkilere dair örnek veren ilmî çalışmalarda, uydurma hadis örneği olarak bahsedilmektedir.
b- Bu sözü Kur’an’a arz edip de mi sahih kabul etti ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e nispet etti? Hâlbuki Allah Teâlâ: “Rasul size neyi verdiyse onu alın, neden sakındırdıysa onu terk edin” (Haşr 7) buyuruyor. Hadis diye uydurulan bu sözü bu ayet ile nasıl uyumlu hale getirebildi, açıklasın.
c- Eski bir uydurma olan bu söze Mehmet Çelik yeni bir lafız eklemişti: “Ben söylemiş olsam dahi Kur’an’a aykırı ise reddedin”(!)
* Bu ifadeyi hangi akla arz edip de uygun bulmuştur? Evrensel akıl dediği şey mi kabul ediyor bunu?
* Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kur’ân’a aykırı bir söz söyleyecek ve bu sözü reddetmeyi Allah kitabında ihmal edecek de, başkaları nebilerinin sözlerini reddedecek öyle mi?
* Kur’ân’da önceki peygamberlerin kıssalarını da mı okumamış? Kavimlerinin akla uygun bulmadıkları için nebilerine nasıl itiraz ettiklerini ve helak olduklarını bilmiyor mu? M. Çelik, “akıl” ile “ahmaklık” arasındaki farkları pek kestiremiyor galiba, ne dersiniz?

4- Sahih ya da Zayıf Ne Varsa Buhârî ve Muslim’e Nispet Ederek Hadis Âlimlerine Güveni Sarsmak İstemesi

Güvenilir hadis kaynaklarına saldırabilmek için bir kıssa anlattı ve bu hadisin hem Buhârî hem de Muslim’de bulunduğunu iddia etti. Bundaki gayesi, ümmetin âlimlerinin ittifakıyla sahih kabul edilen kaynaklar bile olsalar Buhârî ve Muslim’de dahi feminizmi yerle bir ettiği için “akla” aykırı gördüğü böylesine bir hadisin bu eserlerde bulunduğunu, dolayısıyla ne kadar güvenilir kaynaklarda geçerse geçsin, hadislere değil, akla itibar edilmesi gerektiğini vurguladı.
Peki ama, bütün bunları bir yalan üzerine bina etmesine ne demeli! Üstüne basa basa Buhârî ve Muslim’e nispet ettiği, fakat ne Buhârî’nin Sahih’inde, ne de Muslim’in sahihinde yer almayan kıssa şu rivayettir:
 “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderdiği bir orduda bulunan birisi hanımına; “Evinden çıkma!” diye tenbihledi. Ordu yola çıkınca, kadının babası hastalandı. Kadın babası için çıkmak üzere izin istemek için Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e haber gönderdi.  Buyurdu ki; “Allah’tan kork ve kocana itaat et!” daha sonra kadın; “Babam ölmek üzere” diye haber gönderdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Allah’tan kork ve kocana itaat et.” Daha sonra kadın; “Babam öldü” diye haber gönderdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Allah’tan kork ve kocana itaat et. Evinden çıkma.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kadının babasının cenazesinde bulundu. O’na vahiy geldiğinde yakasında sanki ateş vardı. Adam kabrine konulunca Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabından birine buyurdu ki; “O kadına git ve de ki; “Allah Teala, kocana itaat etmen sebebiyle babanı bağışladı.”
Evet, bahsettiği kıssa budur ve ne Buhârî’de ne de Muslim’de geçmektedir.  Bu kıssayı Enes radıyallahu anh’den; Haris b. Ebi Usame Musned’inde (Bugyetu’l-Bâhis no:499), Abd b. Humeyd (1367) İbn Batta Ahkamu’n-Nisa’da (2/269) Hakîmu’t-Tirmizi Nevadiru’l-Usul’de (no:790, 791) İbn Hazm el-Muhalla’da (10/333) Taberani Mu’cemu’l-Evsat’ta (1/169) rivayet etmişlerdir.
İbn Hazm, ravileri arasında Yusuf b. Atiyye’nin metruk (rivayetleri terk edilmiş) bir ravi olması sebebiyle sahih olmadığını söylemiştir.
Bahsi geçen hadis kaynaklarının eski ve yeni muhakkikleri de rivayetin şiddetli zayıf olduğunu dipnot olarak düşmüşlerdir. Mesela Taberani’nin isnadını değerlendiren Heysemi, Mecmau’z-Zevaidde (4/313): “İsnadında İsmet b. el-Mutevekkil zayıftır” demiştir. Taberani’nin isnadında ayrıca Zafir b. Suleyman da zayıftır. İhyau Ulumi’d-Din kitabının hadislerini tahkik eden Hafız el-Irakî (1/498): “İsnadı zayıftır” demiştir. Mustafa el-Adevi, Muntehabu Musnedi Abd b. Humeyd ta’likinde “Hadis çok zayıftır, ravilerinden Yusuf b. Atiyye metruktür” demiştir. El-Elbani, İrvau’l-Galil’de (no:2014) “zayıf” demiştir.
Prof. Mehmet Çelik bu hadislerin Buhârî ve Muslim’de yer almadığını bilmiyor ve buna rağmen Buhârî ve Muslim’e iftira ediyorsa bu bir ayıptır, eğer biliyor da iftira ediyorsa daha büyük ayıptır. Her halukarda iftira ve sahtekârlık yapmaktadır!
Üstelik o güvenilmemesi gerektiğini iddia ettiği hadis imamları bu hadisi sahih görmemişlerdir.
Aklı değil de, rivayet ilminin kurallarını dikkate alan muhaddislerin sahih olmadığına şahitlik ettikleri bir rivayeti, “sahih” saydıkları iftirası atarak hadis ilimlerini geçersiz sayıp aklı hakem kılmak gerektiğini iddia etmek sünnet düşmanlığı değil de nedir?
Evet, onlar sünnete ve sünnet ehline düşmanlık ederler! Çünkü böyle yalancı ve sahtekârlara dünya ehli “profesör” dese de, muhaddisler onlara: “uydurucu, kezzab” hükmü verecekler, beş para etmez iplikleri meydanda olacaktır! Bu yüzden buldukları her fırsatta, dinin ve sünnetin koruyucusu olan hadis ehline böyle saldırıyorlar! Allah yalancı ve sahtekârlara fırsat vermesin!
Prof. Mehmet Çelik’in Buhârî’nin Sahih’ine nispet ederek zikrettiği ve akla aykırı olduğu gerekçesiyle inkâr ettiği diğer bir hadis de şu: “Şayet bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim.
Yine bu hadis de ne Buhârî’nin Sahih’inde, ne de Muslim’in Sahih’inde yer almaktadır! Buhârî ve Muslim’in sahihlerinde yer almasa da, bu hadis birçok tarikten sabit olmuş, sahih ve mütevatir (yani ancak kasıtlı bir münafık veya bir kâfirin inkâr edebileceği) bir hadistir:
1- Muaz radıyallahu anh’den: Ahmed (4/381, 5/227, 228) İbn Ebi Şeybe (2/261, 3/557) Hakim (4/190) Taberani (20/52, 175) Bezzar (10/73, 226) Buhari Tarihu’l-Kebir (5/208, 9/28, 20/52) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (535) Beyhaki (7/292) İbni Hibban (9/479) Abdurrazzak (11/301) Mamer Cami (3/421) İbni Mace (1853) Musnedu’ş-Şaşi (1262) Mecmauz Zevaid (4/309) Elbani Sahihu’l-Cami (5295)
2- Burayde radıyallahu anh’den: Hakim (4/190) Darimi (1505) İbnu’l-A’rabi, el-Kubl ve’l-Muanaka (43)
3- Sa’lebe b. Ebi Malik’ten: Ebu Nuaym Delail (282) Acurri eş-Şeria (1074)
4- Aişe radıyallahu anha’dan: Ahmed (6/76) İbn Mace (1852) İbn Ebi Şeybe (3/558) İbn Bişran Emali (1378) Acurri eş-Şeria (1073) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (538) Deylemi (5038) Busayri İthaf (3203, 3828) Mecmau’z-Zevaid (4/310)
5- Selman radıyallahu anh’den: Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (1/235)
6- Cabir radıyallahu anh’den: İbn Ebi Şeybe (3/558) Abd b. Humeyd (1051) Beyhaki Delail (6/146) Bezzar Keşfu’l-Estar (2452)
7- Zeyd b. Erkam radıyallahu anh’den: Bezzar (10/226) Taberani (5/208) İbn Ebi Sabit, Cüz (el yazma no:142) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (540)
8- Ya’la b. Murre radıyallahu anh’den: Ebu Nuaym Delailu’n-Nubuvve (284)
9-Suheyb radıyallahu anh’den: Bezzar, Taberani (8/31) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (536)
10- İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Bezzar (Keşfu’l-Estar 1467) Taberani (11/356) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (12/338) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (539)
11- İbn Mes’ud radıyallahu anh’den: Taberani Evsat (9/81) İsmail el-Ebehani Delailu’n-Nubuvve (135)
12- İsmet radıyallahu anh’den: Taberani (17/183)
13- Ensar’dan bir sahabeden: Haris b. Ebi Usame Musned (498)
14- Suraka b. Malik radıyallahu anh’den: Taberani (7/129) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (537)
15- Ebu Umame radıyallahu anh’den: Ebu’l-Kasım es-Semerkandi Ma Kurribe Senedihi (no:17) Ebu Hafs el-Kettani Cüz, (el yazma no:55)
16- Gaylan b. Seleme radıyallahu anh’den: Taberani (18/263) Ebu Nuaym Delail (285)
17- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Abdulhak İşbili Ahkam (4/294) Bezzar (2/402) İbn Hibban (4162) Ebu Hureyre radıyallahu anh’den diğer bir rivayet yoluyla; İbn Adiy (3/278) İbn Hibban (9/470) Hakim (2/206, 4/189) Tirmizi (1159) İbnu’l-Munzir el-Evsat (7557) İbn Bişran Emali (914) Ebu Bekr el-Meragi Meşyeha (s.396) Beyhaki (7/291) Bezzar (14/340, 15/219) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (534)
18- Enes b. Malik radıyallahu anh’den; Ahmed (3/158) Nesai Sunenu’l-Kubra (5/363) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (5/265, 6/130, 131) Bezzar (13/93) Ebu Nuaym Delail (276, 287) Ebu Musa el-Medini Munteha Ragbati’s-Samiin (88) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (527) * Enes b. Malik radıyallahu anhden diğer bir rivayet yoluyla: İbni Hibban (9/470) Ziya Muhtare (1895) Ahmed (3/158)  Taberani (9/82) Bezzar (9/199) Ebu Nuaym Delail (277) Mecmauz Zevaid (9/7) Cemül Fevaid (4291)
19- Hasen el-Basri rahimehullah’tan Mürsel olarak: Beyhaki Şuab (6/419) Dulabi Zürriyetu’t-Tahira (75, 76) Busayriİthaf (3203)
20- Abdullah b. Ebi Evfa radıyallahu anh’den: İbn Hibban (9/479) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (13/124) İbn Mace (1853) Ahmed (4/381) Yahya b. Muhammed b. Sâ’ad, Musnedu İbn Ebi Evfâ (no:4, 5) eş-Şaşi, Musned (1332) İbnu’l-Munzir el-Evsat (7558) İbn Ebi’d-Dunya en-Nafaka (541) Beyhaki (7/292)  Beyhaki Delail (6/159) Ebu Nuaym Delail (276)
21- Kays b. Sa’d radıyallahu anh’den: Ebu Davud (2140) Hakim (2/204) Taberani (18/352) Bezzar (9/199) Saduddin en-Ne’âl Meşyeha (s.102) Beyhaki (7/291)
Evet, bu hadis hiçbir akıl sahibinin inkâr edemeyeceği kadar çok rivayet yolundan gelmiş sahih bir hadistir. Mehmet Çelik bu hadisi aklıyla reddediyorsa, Şeytan da böyle bir fasit aklediş sebebiyle Adem aleyhi's-selâm’a secdeyi reddetmişti! Lakin Yusuf aleyhi's-selâm’ın kardeşleri, Yusuf aleyhi's-selâm’a secde etmeyi reddetmediler: “Ebeveynini kendi makamına çıkarıp oturtmuş, onlar da onun önünde secdeye kapanmışlardı. Yûsuf şöyle demişti: "Ey babam! (Bu secde), daha önceki rüyamın tevilidir. Rabbim onu, (şimdi) gerçekleştirdi.” (Yusuf 100) Acaba Mehmet Çelik; “Yusuf aleyhi's-selâm’ın kardeşlerinin elinde Yusuf’un rüyasını arz edip reddecek Kur’an gibi kitapları yoktu” mu diyecek, yoksa, onların “aklı yoktu” mu diyecek?!
Yine Mehmet Çelik, kadınların hamama gitmesini yasaklayan hadisleri de Buhari’nin sahihine nispet ederek zikretti ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde Medine’de hamam bulunmadığı gerekçesiyle bu hadislerin uydurma olduğunu iddia etti.
Bu tavrıyla helvadan put yapıp sonra onu yiyenlere benziyor! Buhari’de geçtiği yalanını söyleyerek bahsettiği hadislerin metinlerini de ya hiç okumamış, yahut da bilmeyenleri gafil avlamak istiyor! Söz konusu hadisler ve kaynakları şu şekilde:
1- Aişe radıyallahu anha’dan: “Aişe radıyallahu anha’nın yanına hamama giren kadınlar gelince, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etti:"Herhangi bir kadın evinin dışında dış elbisesini (çarşafını) çıkarırsa Allah Azze ve Celle onun üzerinden hıfzu himayesini kaldırır."
Hadis sahih olup kaynakları şu şekildedir: Ahmed (6/41, 173, 198, 267) Ebu Davud (4010) Ebu Davud Tayalisi (1518) Tirmizi (2803) İbni Mace (3750) Darimi (2651) İshak b. Rahuye (3/915) Beyhaki Şuab (6/157) Hakim (4/321) Taberani Evsat (5/84, 7/100) Ebu Ya’la (8/139) Nuaym b. Hammad Fiten (2/620) Hatib Tarih (3/58) Hatib Muvaddahu Evham (1/357) Abdurrezzak (1/294)
2- Saib rahimehullah anlatıyor: “Bazı kadınlar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in eşi Ummu Seleme radıyallahu anha’nın yanına girdiler. Onlara: “Sizler kimlersiniz?” diye sordu. Dediler ki: “Humus’luyuz.” Umm Seleme radıyallahu anha: “Şu hamamları olan yerin halkı mısınız?” dedi. Onlar: “Bir sakıncası mı var?” dediler. Umm Seleme radıyallahu anha da dedi ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Herhangi bir kadın, elbisesini evi dışında çıkarırsa, Allah onun perdesini parçalar
İsnadı hasen olup kaynakları şu şekildedir: Hakim (4/321) Ahmed (6/301) Ebu Ya’la (12/460) Taberani (23/314, 402) Beyhaki Şuab (6/158)
3- Cabir radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse hanımını hamama sokmasın. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse hamama peştemalsiz girmesin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse üzerinde içki içilen sofraya oturmasın.”
 İsnadı sahih olup kaynakları şu şekildedir: Hakim (4/320) Tirmizi (2801) Ahmed (3/339) Ebu Ya’la (3/435) Taberani Evsat (1/212, 2/194, 3/69, 8/141) Beyhaki Şuab (5/12)
Daha başka rivayet yolları bulunsa da en kuvvetli tarikleri bunlardır ve yeterlidir. Görüldüğü gibi bu hadisi ne Buhari ne de Muslim rivayet etmemişlerdir. Onlar rivayet etmese de hadis sahihtir. Hadisçilerin rivayet ve ravileri değerlendirme kriterleri yanında tarihçilerin haberleri değerlendirme kriterlerinin adı bile olamazken, hassas kriterlerden geçerek sabit olmuş rivayetleri, ne idüğü belirsiz tarih vesikalarına arz ederek reddetmek hangi akla, hangi bilime sığar?
İnşaallah yakında piyasaya çıkarmayı arzuladığımız Sünnet Müdafaası ve İttiba Tevhidi adlı çalışmamda sünnet inkarına dair ayrıntılı ve genel olarak reddiye verilmiştir. Bu sebeple birçok ayrıntıya burada girmiyorum. Allah Azze ve Celle’den hak üzerinde sebat dileriz.
Ebu Muaz el-Çubukâbâdî

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)