Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

28 Ekim 2020 Çarşamba

İstiâzenin (Şeytandan Allah’a Sığınmanın) Kıraat’ten Önce Yapılması Bid’at midir?

 Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

{فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ}

Kur’ân okuduğun zaman kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” (Nahl 98)

Taberî rahimehullah dedi ki: “Allah Teâlâ nebisi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle diyor: “Ey Muhammed! Kur’ân okuyacağın zaman kovulmuş şeytandan Allah’a sığın. Arap dili uzmanlarından biri bu ayette takdim ve te’hir olduğunu iddia etti. Sanki ona göre manası şöyledir: “Kovulmuş şeytandan Allah’a sığındığın zaman Kur’ân oku.” Onun bu sözünün haklılığı yoktur. Çünkü şayet böyle olsaydı kovulmuş şeytandan ne zaman sığınılırsa Kur’ân okumak gerekirdi. Lakin bunun manası açıkladığımız gibidir. “Kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” sözü vacip kılmak için değildir, ancak duyurma ve teşvik içindir. Yine hiçkimse arasında ihtilaf yoktur ki Kur’ân’ı okuyan ve kıraatinden önce veya sonra kovulmuş şeytandan Allah’a sığınmayan kimse bir farzı veya vacibi zayi etmiş olmaz. İbn Zeyd bu konuda bizim söylediğimiz gibi söylerdi.”[1]

Begavî rahimehullah dedi ki: “Kur’ân kıraati esnasında istiaze sünnettir. Âlimlerin çoğunluğu istiazenin kıraatten önce olması görüşündedirler. Ebu Hureyre radiyallahu anh ise kıraatten sonra olur demiştir.”[2]

Nevevî rahimehullah dedi ki: “İstiazenin kıraatten sonra olması Ebu Hureyre, İbn Sirin ve en-Nahaî’den rivayet edilmiştir. Ebu Hureyre radiyallahu anh ayetin zahiriyle amel ederek fatihadan sonra istiaze yapardı. Sahih olan, buna delalet eden hadislerden dolayı, kıraatten önce istiaze yapmaktır.”[3]

İbn Kesir rahimehullah dedi ki: “Kurrâ'dan bir grub ve diğerleri dediler ki; kırâetten sonra istiâze gerekir. Onlar âyetin zahirî siyakına bağlandılar ve İbâdetten fariğ olduktan sonra hayreti defetmek için böyle dediler. Bu görüşte olan­lar İbn Kalûka'nın ifâdesine göre Hamza ve Ebu Hatim es-Sicistanidir. Ebu'l-Kasım Yûsuf İbn Ali b. Cubare el-Huzelî el-Magribî de el-Kâmil isimli eserinde bunu nakleder. Bu husus Ebu Hureyre'den de nakledilir. Ancak bu nakil garîbtir. Fahruddin Muhammed b. Ömer er-Razi Tefsir’inde İbn Sirin’den nakleder ve der ki: “Bu İbrahim en-Nehâi, Davud b. Ali el-Esbehani ez-Zahiri’nin de görüşüdür. Kurtubî’nin nakline göre Ebu Bekr b. el-Arabî bir topluluğun İmam Malik’ten; Kari’nin Fatiha’dan sonra istiaze yapacağı görüşünü naklettiğini zikretmiş ve bunu garip bulmuştur Yine üçüncü bir görüş zikredilmiştir ki, bu da her iki tarafın delillerini cem ederek istiazenin kıraatin başında ve sonunda yapılmasıdır. Bunu da Fahruddin (er-Razi) nakleder. Cumhûr'un üzerinde birleştiği meşhur görüş, tilâvetten önce is­tiâze çekilmesidir. Böylece vesvese verenin (şeytânın) defi sağlanır. Onlara göre:

{فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ}

Kur'an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sı­ğın.” (Nahl, 98) âyetinin mânâsı Kur'an okumak istediğin zaman şek­lindedir. Nitekim:

{إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلاةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ}

Namaza kalktığınız zaman, yüzlerinizi, dirseklere kadar, ellerini­zi yıkayın…” (Mâide, 6) âyeti “kalkmak istediğiniz” zaman diye tefsir edilmiştir. Bu konuda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den pek çok hadîs delil getirilmiştir.”[4]

İbn Kesir rahimehullah bundan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in namazda kıraatten önce istiaze yaptığına dair bazı rivayetleri zikretmiştir.

İlim ehlinin bu sözlerinden anlaşıldığına göre istiazenin kıraatten önce olması veya kıraatten sonra olması hususunda tabiinden selefin farklı uygulamaları olmuştur. Ebu Hureyre radiyallahu anh’den nakledilen fiile dair rivayetin ise sabit olmadığına İbn Kesir işaret etmiştir.

Yukarıda seleften nakledilen rivayetlerden sabit olanları da şu şekildedir:

Tavus rahimehullah Fatihadan önce istiaze yapardı.[5]

Eyyub es-Sahtiyanî rahimehullah şöyle demiştir: “İbn Sirin rahimehullah namazda Ummu’l-Kur’ân’ı (Fatihayı) okumadan önce ve Ummu’l-Kur’ân’ı okuduktan sonra şeytandan sığınırdı. Yine dedi ki: “Hasen (el-Basrî) kıraatten önce sığınırdı”[6]

Hammad dedi ki: “İbrahim en-Nehaî fatihadan sonra istiaze yapardı. Said b. Cubeyr ise fatihadan önce istiaze yapardı.”[7]

Muasır bid’at ehli âlimlerden olan Salahuddin Ebu Arafe’nin; “Kıraatten önce istiaze yapmak bid’attir” şeklindeki iddiasının ve “Kıraatten önce istiaze yapıldığına dair gelen rivayetler namazdaki kıraat hakkındadır, namaz dışındaki kıraatten önce istiaze bidattir” şeklinde yaptığı ayrımın da bir tutarlılığı yoktur. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den kıraatten önce istiaze yaptığı, genel bir ifadeyle sabit olmuştur:

Ebu’l-Mutevekkil en-Nacî rahimehullah’tan: “Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh dedi ki:

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَقُولُ قَبْلَ الْقِرَاءَةِ أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kıraatten önce: “Kovulmuş şeytan’dan Allah’a sığınırım” derdi.”[8]



[1] Taberî Tefsir (14/357)

[2] Begavi Mealimu’t-Tenzil (5/42)

[3] Nevevi el-Mecmu (3/284)

[4][4] İbn Kesir Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim (1/103-105)

[5] Sahih maktu. Abdurrazzak (2588) İbn Hazm el-Muhalla (3/249) el-Mustagfiri Fadailu’l-Kur’ân (536)

[6] Sahih maktu. Abdurrazzak (2590) İbn Hazm el-Muhalla (3/250) el-Mustagfiri Fadailu’l-Kur’an (537-538)

[7] Sahih maktu. Abdurrazzak (2593) el-Mustagfiri Fadailu’l-Kur’an (540-41)

[8] Hasen. Abdurrazzak (2589) İbnu’l-Munzir el-Evsat (1277) el-Mustagfiri Fadailu’l-Kur’an (548) el-Elbani İrvau’l-Galil (342) el-Elbani şahitlerini zikrederek sahih demiştir.

22 Ekim 2020 Perşembe

Hakkını Korumak İçin Savaşan Kimse

 

قَالَ الطبراني حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَمْرِو بْنِ خَالِدٍ الْحَرَّانِيُّ ثنا أَبِي ثنا عُبَيْدُ اللهِ بْنُ عَمْرٍو عَنْ زَيْدِ بْنِ أَبِي أُنَيْسَةَ عَنِ الْقَاسِمِ بْنِ عَوْفٍ عَنْ عَلِيِّ بْنِ حُسَيْنٍ قَالَ حَدَّثَتْنَا أُمُّ سَلَمَةَ أَنَّ نَبِيَّ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بَيْنَا هُوَ يَوْمًا قَائِلٌ فِي بَيْتِهَا وَعِنْدَهُ رَجُلٌ مِنْ أَصْحَابِهِ يَتَحَدَّثُونَ إِذْ جَاءَ رَجُلٌ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللهِ كَمْ صَدَقَةُ كَذَا وَكَذَا مِنَ التَّمْرِ؟ قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَذَا وَكَذَا قَالَ الرَّجُلُ فَإِنَّ فُلَانًا تَعَدَّى عَلَيَّ فَأَخَذَ مِنِّي كَذَا وَكَذَا مِنَ التَّمْرِ فَازْدَادَ صَاعًا فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَكَيْفَ إِذَا سَعَى عَلَيْكُمْ مَنْ يَتَعَدَّى عَلَيْكُمْ أَشَدَّ مِنْ هَذَا التَّعَدِّي؟ فَخَاضَ الْقَوْمُ وَبَهَرَهُمُ الْحَدِيثُ حَتَّى قَالَ رَجُلٌ مِنْهُمْ كَيْفَ يَا رَسُولَ اللهِ إِذَا كَانَ رَجُلٌ غَائِبٌ عَنْكَ فِي إِبِلِهِ وَمَاشِيَتِهِ وَزَرْعِهِ فَأَدَّى زَكَاةَ مَالِهِ فَتَعَدَّى عَلَيْهِ الْحَقُّ فَكَيْفَ يَصْنَعُ وَهُوَ غَائِبٌ عَنْكَ؟ فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ أَدَّى زَكَاةَ مَالِهِ طَيِّبَ النَّفْسِ بِهَا يُرِيدُ بِهَا وَجْهَ اللهِ وَالدَّارَ الْآخِرَةِ فَلَمْ يُغِيبْ شَيْئًا مِنْ مَالِهِ وَأَقَامَ الصَّلَاةَ ثُمَّ أَدَّى الزَّكَاةَ فَتَعَدَّى عَلَيْهِ فِي الْحَقِّ فَأَخَذَ سِلَاحًا فَقَاتَلَ فَقُتِلَ فَهُوَ شَهِيدٌ

Umm Seleme radiyallahu anha’dan: “Bir gün Nebî sallallahu aleyhi ve sellem benim evimdeyken yanında ashabından biriyle konuşuyordu. Birisi geldi ve:

“Ey Allah’ın rasulü! Şu kadar hurmanın zekâtı ne kadar?” diye sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Şöyle ve şöyledir” dedi. Adam dedi ki:

“Fulan kimse bana haksızlık yaptı. Şu kadar hurmadan şöyle ve şöyle aldı ve bir ölçek fazla aldı.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona buyurdu ki:

Peki ya size karşı bundan daha şiddetli haksızlık yapanlar olduğunda nasıl davranırsınız?” İnsanlar hararetli bir konuşmaya girince içlerinden biri dedi ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Peki ya senden uzakta, senin olmadığın bir ortamda olup, develeri, sürüleri, ekinleri olup da zekâtını veren, ancak bu konuda haksızlığa uğrayan kimse ne yapacak?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Malının zekâtını gönül hoşluğuyla edâ eden, bununla Allah’ın vechini ve ahiret yurdunu dileyen, malından bir şey gizlemeyen, namazını kılan, sonra zekâtını veren kimse, kendisine haksızlık yapıldığı için silahını alsa ve savaşıp öldürülürse o şehiddir.”[1]

Ravileri sahihin ricalidir.

[1] Sahih. Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (23/287) İbn Huzeyme (2336) İbn Hibbân (7/465) Hâkim (1/562) Ahmed (6/301) Beyhakî (4/137) el-Elbani es-Sahiha (2655)

19 Ekim 2020 Pazartesi

Kafirlere selam vermenin caiz oluşu

 Aşağıdaki linkte bulunan sohbette kafirlere selam vermenin caiz oluşu, bidat ehliyle selamlaşmanın caiz olmadığı, pandemi yalanı sebebiyle cemaat ve cuma namazlarını yasaklayan, sonrasında da mesafeli ve maskeli namaz uyduran hükümetlerin ve bunu onaylayanların dinden çıkaran küfür işledikleri, muasır cehmiler olan deistleri tekfir etmenin herkes üzerine vacip oluşu konuları işlenmiştir.

https://ia902800.us.archive.org/8/items/200104002/selam.mp3

15 Ekim 2020 Perşembe

Cum'a Hutbesi: Saflar Hakkında Satılmış Bel’am Hocalara ve Halka Hüccet İkamesi

 Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ibadete layık hak ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'ın kulu ve rasûlüdür.

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ إِلَّا وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

Ey iman edenler! Allah'tan nasıl sakınmak gerekirse öyle sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Al-i İmran; 102)

يَاأَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثِيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَسَاءَلُونَ بِهِ وَالْأَرْحَامَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا

“Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadın türeten rabbinizden sakının. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir.” (en-Nisâ; 1),

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا * يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا

“Ey iman edenler! Allah'tan sakının ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur.” (el-Ahzâb; 70-71)

Bundan sonra, Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir.

 Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿وَأَنَّ هذا صِراطي مُستَقيمًا فَاتَّبِعوهُ وَلا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُم عَن سَبيلِهِ ذلِكُم وَصّاكُم بِهِ لَعَلَّكُم تَتَّقونَ﴾

Muhakkak ki benim dosdoğru yolum budur; o halde ona uyun; sizi O’nun yolundan ayıracak yollara uymayın. İşte bu size kendisiyle tavsiyede bulunulan şeydir. Umulur ki sakınırsınız.” (En’am 153)

﴿قُل هذِهِ سَبيلي أَدعو إِلَى اللَّهِ عَلى بَصيرَةٍ أَنا وَمَنِ اتَّبَعَني وَسُبحانَ اللَّهِ وَما أَنا مِنَ المُشرِكينَ﴾

De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah’a bir basiret üzere davet ediyorum; ben de bana uyanlar da. Allah’ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.” (Yusuf 108)

Fatiha suresinin tamamı bu doğru yola hidayet edilme duasıdır:

﴿اهدِنَا الصِّراطَ المُستَقيمَ . صِراطَ الَّذينَ أَنعَمتَ عَلَيهِم غَيرِ المَغضوبِ عَلَيهِم وَلَا الضّالّينَ﴾

Bizi dosdoğru yola ilet! Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapanlarınkine değil…(Âmîn)” (Fatiha 6-7) Bu yoldan çıkan da sapıtanlardan ve gazaba uğrayanlardan olur!

 

Allah, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının üzerinde bulundukları yolu terk etmekten sakındırmış ve şöyle buyurmuştur:

﴿وَمَن يُشاقِقِ الرَّسولَ مِن بَعدِ ما تَبَيَّنَ لَهُ الهُدى وَيَتَّبِع غَيرَ سَبيلِ المُؤمِنينَ نُوَلِّهِ ما تَوَلّى وَنُصلِهِ جَهَنَّمَ وَساءَت مَصيرًا﴾

Her kim kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra Rasul’e aykırı davranır ve mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa onu döndüğü halde bırakırız ve kendisini Cehenneme atarız; o ne kötü dönüş yeridir.” (Nisa 115)

.  Kurtuluş ve hidayet onlara tabi olmakla sınırlandırılmış ve onlar hakkında şöyle buyurulmuştur:

﴿وَالسّابِقونَ الأَوَّلونَ مِنَ المُهاجِرينَ وَالأَنصارِ وَالَّذينَ اتَّبَعوهُم بِإِحسانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنهُم وَرَضوا عَنهُ وَأَعَدَّ لَهُم جَنّاتٍ تَجري تَحتَهَا الأَنهارُ خالِدينَ فيها أَبَدًا ذلِكَ الفَوزُ العَظيمُ﴾

Öne geçen Muhacir ve Ensâr ile onlara güzellikle uyanlardan Allah razı olmuştur. Onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır. Bunlar için orada ebediyyen kalmak üzere, altından nehirler akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük başarı budur.” (Tevbe 100)

Allah Subhanehu ve Teâlâ, kitap ehline (Yahudilere ve Hristiyanlara) itaat etmekten sakındırmış ve şöyle buyurmuştur:

﴿يا أَيُّهَا الَّذينَ آمَنوا إِن تُطيعوا فَريقًا مِنَ الَّذينَ أوتُوا الكِتابَ يَرُدّوكُم بَعدَ إيمانِكُم كافِرينَ﴾

Ey iman edenler! Kitap verilenlerden herhangi bir gruba itaat ederseniz imanınızdan sonra sizi kâfirler olarak döndürürler.” (Al-i İmran 100)

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem saptırıcı önderlerden sakındırmış ve şöyle buyurmuştur:

أَنَّ أَخْوَفَ مَا أَخَافُ عَلَيْكُمُ الْأَئِمَّةُ الْمُضِلُّونَ

Sizin hakkınızda en çok saptırıcı önderlerden korkarım.” Sahih. Ahmed (6/441) Tayalisi (1068) el-Elbani es-Sahiha (111)

Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْزِعُ الْعِلْمَ بَعْدَ أَنْ أَعْطَاهُمُوهُ انْتِزَاعًا وَلَكِنْ يَنْتَزِعُهُ مِنْهُمْ مَعَ قَبْضِ الْعُلَمَاءِ بِعِلْمِهِمْ فَيَبْقَى نَاسٌ جُهَّالٌ يُسْتَفْتَوْنَ فَيُفْتُونَ بِرَأْيِهِمْ فَيُضِلُّونَ وَيَضِلُّونَ

Muhakkak ki Allah ilmi, insanlara verdikten sonra çekip almak suretiyle kaldırmaz. Lakin aralarından âlimlerin canlarını ilimleriyle beraber almak suretiyle kaldırır. Geriye cahil insanlar kalır ve fetva sorarlar. Onlar da kendi görüşleriyle fetva verirler. Böylece hem kendileri sapar, hem de insanları saptırırlar.” Sahih. Buhârî (100) Muslim (2673)

Nitekim sapık ve saptırıcı önderler ile fitneye düşmüş müftüler, “Korona Fitnesinde” İslam’ın kesin hükümlerini tahrif etmişlerdir. Böylesi bir fitne yüz sene önce haçlı seferleriyle İslam hilafetinin düşürülmesinden ve İslam dininin hükümlerinin iptal edilmesinden beri meydana gelmemişti!

Dünya Sağlık Örgütü bugün Müslümanlara mescidlerini kapatma ve namaz kılma şeklinde hastalık bulaşmasını önlemek için safların aralarını açma konusunda yetkili merci haline gelmiştir! Hâlbuki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem mutevatir hadiste şöyle buyurmuştur

لَا عَدْوَى وَلَا طِيَرَةَ

Hastalık bulaşması ve tıyera (kötümserlik, uğursuzluk) yoktur.Sahih. Buhârî (2858, 5093, 5094, 5753, 5772) Muslim (2225)

Yine şöyle buyurmuştur:

لَا يُعْدِي سَقِيمٌ صَحِيحًا

Hasta olan sağlıklı olana hastalık bulaştırmaz.” Hasen. Tahavî Şerhu Meâni'l-Âsâr (4/307)

Yine diğer hadiste şu lafızla gelmiştir:

لَا يُعْدِي شَيْءٌ شَيْئًا

Hiçbir şey bir şeye hastalık bulaştırmaz.” Sahih. Tirmizî (2143) Ahmed (1/440) İbn Ebî Şeybe Musned (339) Ebû Ya'lâ (9/112) el-Elbani es-Sahiha (1152)

Bugün Dünya Sağlık Örgütünün tavsiyelerine göre mescidlerde namazlarda safları birleştirmemenin caiz oluşuna fetva verme mücadelesi vardır! Bu en azından dinde bid’at çıkarmak, dini değiştirmektir!

Fakihler arasında safları birleştirmenin ve düzeltmenin farz mı yoksa mustehap mı olduğu konusundaki ihtilaf, Müslümanlara mescidlerinde bugün şart koşulan bu şeytanî uygulamaya dayanak olamaz! Aksi halde dinde çıkarılan her bidatte olduğu gibi yarın bu da bir asıl ve din edinilir!

Safların sıklaştırılması yalnızca mustehap bir emir değil, bilakis dinin farz bir emridir! Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

سَوُّوا صُفُوفَكُمْ فَإِنَّ تَسْوِيَةَ الصُّفُوفِ مِنْ إِقَامَةِ الصَّلاَةِ

Safları düzeltin. Zira safları düzeltmek namazı ikame etmeye dâhildir.” Sahih. Buhârî (723) Muslim (433)

Namazlarda safları sıkılaştırmak meleklerin rableri katındaki saf şeklidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

أَلَا تَصُفُّونَ كَمَا تَصُفُّ الْمَلَائِكَةُ عِنْدَ رَبِّهَا؟ فَقُلْنَا يَا رَسُولَ اللهِ وَكَيْفَ تَصُفُّ الْمَلَائِكَةُ عِنْدَ رَبِّهَا؟ قَالَ يُتِمُّونَ الصُّفُوفَ الْأُوَلَ وَيَتَرَاصُّونَ فِي الصَّفِّ

Meleklerin rableri katındaki safları gibi saf tutmaz mısınız?” Dedik ki: “Ey Allah’ın rasulü! Melekler rableri katında nasıl saf tutuyorlar?” Buyurdu ki:İ

İlk safları tamamlar ve saffı sıkılaştırırlar.” Sahih. Muslim (430)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem safların sıkılaştırılmasını, saftaki açıklığın kapatılmasını ve safların bitiştirilmesini emretmiş, saffı kesmeyi, açıklık bırakmayı yasaklamış ve açık bırakılan safa şeytanın gireceğini bildirmiştir. Abdullah b. Ömer radiyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

أَقِيمُوا الصُّفُوفَ وَحَاذُوا بَيْنَ الْمَنَاكِبِ وَسُدُّوا الْخَلَلَ وَلِينُوا بِأَيْدِي إِخْوَانِكُمْ وَلَا تَذَرُوا فُرُجَاتٍ لِلشَّيْطَانِ وَمَنْ وَصَلَ صَفًّا وَصَلَهُ اللَّهُ وَمَنْ قَطَعَ صَفًّا قَطَعَهُ اللَّهُ

Saflarınızı ikame edin. Omuzlarınızı hizalayın. Aralıkları kapatın. Safa girmek isteyen kardeşlerinize yumuşak olun. Şeytanın girmesi için aralıklar bırakmayın. Ve kim safları bitiştirirse Allah ona rahmet etsin. Ve kim de bitiştirmez ise Allah da ondan rahmetini kessin!” Sahih. Ebû Dâvud (666) Nesâî (819) Ahmed (2/97) İbn Huzeyme, (1549) Hâkim (1/333) Taberânî (13/319) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (1958) Ebu Tahir el-Muhallis el-Muhallisiyyat (2630) Beyhakî (3/101) el-Elbani es-Sahiha (6/76)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem safları sıkılaştırıp yakın durmayı, namaz kılanların aynı hizada durmalarını emretmiştir:

رُصُّوا صُفُوفَكُمْ وَقَارِبُوا بَيْنَهَا وَحَاذُوا بِالْأَعْنَاقِ فَوَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ إِنِّي لَأَرَى الشَّيْطَانَ يَدْخُلُ مِنْ خِلَلِ الصَّفِّ كَأَنَّهَا الْحَذَفُ

Saflarınızı sıkı tutun, aralarını yaklaştırın, boyunları hizalayın. Muhammed’in nefsi elinde olana yemin ederim ki muhakkak şeytanın saftaki açıklığa koyun yavrusu gibi girdiğini görüyorum.” Sahih. İbn Huzeyme (1545) İbn Hibbân (5/540) Ziyâu'l-Makdisî el-Muhtâre (7/41) Ahmed (3/260) Ebû Dâvûd (667) Nesâî (815) Beyhakî (3/100)

Safları düzlemenin ve sıkı tutmanın terk edilmesi halinde kalplerin ve yüzlerin ihtilaf edeceği tehdidi gelmiştir. Bu ise birleşme ve ayrılmama emrine aykırı bir durumdur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

لَتُسَوُّنَّ صُفُوفَكُمْ أَوْ لَيُخَالِفَنَّ اللَّهُ بَيْنَ وُجُوهِكُمْ

Ya saflarınızı düzeltirsiniz yahut Allah yüzleriniz arasına ihtilaf atar.” Sahih. Buhârî (717) Muslim (436)

Bütün bu emirler farzlık ifade etmektedir, bu emri müstehaplığa çevirecek bir delil yoktur! Bu, Allah’ın emrettiği şekilde namazı ikame etmenin bir gereğidir. Safların şekli hakkında emir, yasak ve tehdit içeren bu nasları müstehaplığa yorumlamak mümkün değildir!

 İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava’da (23/394) şöyle demiştir: “Saflarda ayrı ve düzensiz duruyorlarsa mesela, şu şunun arkasında, şu şunun arkasında safa durmuşsa bu en büyük münkerlerdendir. Bilakis safları düzenli tutmakla emrolunmuşlardır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem safları düzeltmeyi, bitiştirmeyi, ilk saftan itibaren saflardaki açıklıkları kapatmayı emretmiştir. Bütün bu mubalağa, en güzel şekilde ve imkan nispetinde birliğin sağlanması içindir. Şayet safları düzgün tutmak farz olmasaydı, bir kimsenin diğer bir kimsenin arkasında durması caiz olurdu. Halbuki herkes bilir ki bu müslümanların namazı değildir! Şayet böyle bir şey caiz olsaydı bir kere dahi olsa müslümanlar bunu mutlaka yapardı.”

Yine İbn Teymiyye Fetava’sında (22/546) şöyle demiştir: “Saffı düzeltmek namazın tamamından ve ikame edilmesinden olduğuna göre, saf düzeninden tamamen çıkanlar ve hatta bir baş kadar veya yarım topuk saftan çıkanlar saf tutmuş olmazlar ve namazı iade etmeleri emredilir.”

Namaz kılanlardan bazılarının saffın düzgünlüğünü terk etmeleri veya safta açıklık bırakmaları yasaklanmıştır. Mazeretsiz olarak bunu yapan kimsenin günaha da gireceğini Buhârî ve İbn Teymiyye belirtmişlerdir. Mazeret sebebiyle bunu yapana ise sakınca yoktur. İbn Teymiyye namazda saf düzenini terk etmenin en büyük münkerlerden olduğunu ve bunu yapanın namazı iade etmesi gerektiğini söylemiştir. Her mezhepten bütün fakihler de bu konuda ona muvafıktır. İhtilaf edilen mesele ise saf düzenini koruyan kimselerin safta açıklık bırakmamasının farz mı yoksa mustehap mı olduğu konusundadır. İbn Teymiyye bu konuda bunun farz olduğu görüşünü tercih etmiştir. Bu iki meselenin arasını ayırt edemeyen kimse zaten fetvaya ehil değildir!

Namazın meşru saf düzenini ve safları bitiştirmeyi terk etmek, kâfir Dünya Sağlık Örgütünün tavsiyeleri sebebiyle namaz kılanların arasını uzaklaştırmaya gelince, bunun fıkıhla alakası yoktur! Bilakis bu dinin esası, tevhid, Allah’ın hâkimiyetini kabullenme, rasule ittiba ve itaat meselesidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiklerinden bir şeyi hevaya uyarak ve müşriklere itaat ederek terk etmek bir küfürdür! Bu kâfirlere benzemenin en tehlikeli şeklidir, şeytanın yoluna uymaktır, sapıtanların ve gazaba uğrayanların yolunu takip etmektir!

Zaruret veya ihtiyaç bahanesiyle mescidlerde safları bitiştirme şeklinin değiştirilmesi, Dünya Sağlık Örgütünün tavsiye ettiği gibi;
 namaz kılanların arasına şeytan için birer metre mesafe konması şeklindeki uygulamaları gerçekler yalanlamaktadır! Filistin’de, Pakistan’da ve başka devletlerde müslümanlar bayram namazını sıklaştırılmış saflar halinde kıldılar ve bir zaruret veya ihtiyaç hissetmediler! Kendisi için hastalıktan korkan cahil ve sapık kimse varsın safı birleştirmesin! Ama bu şeytanî uygulamayı bütün müslümanlara mescidlerinde şart koşmak, din koyucunun reddettiği cahiliyye inancı sebebiyledir! Bu da hastalığın bulaştığı inancıdır. Şüphesiz bu şeytanın adımlarını izlemektir!

İlim ehline, mescid imamlarına ve hatiplere farz olan şey; dinde yapılan bu değiştirmeye, namazdaki safların iptal edilmesine karşı koymalarıdır. Ta ki bu şeytanî bid’at yerleşmesin!

Devletlerin koştuğu bu şartların kaynağının İslam ile, Kur’ân ile, sünnet ile hatta fıkhî mezhepler ile alakası olmadığını herkesin bilmesi gerekir.

Allah Teâlâ kitap ehli hakkında şöyle hatırlatma yapmıştır:

﴿وَاحذَرهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعضِ مَا أَنزَلَ الله إِلَيْكَ﴾

Ayrıca Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni fitneye düşürmelerinden sakın.” (Maide 49)

Bu ayetteki “bir kısmından” kelimesi hakkında iyi düşünün. Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

﴿إِن تُطِيعُواْ الَّذِينَ كَفَرُواْ يَرُدُّوكُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ﴾

Kâfirlere itaat ederseniz sizi ökçeleriniz üzerinde çevirirler!” (Âl-i İmran 149)

﴿وَلَن تَرضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ﴾

Yahudiler ve Hristiyanlar, sen onların milletine uyuncaya kadar senden asla razı olmazlar.” (Bakara 120)

Evet, bunları anladıysanız, devletlerin Dünya Sağlık Örgütünün bu tavsiyelerini gözetmesinin, müslümanların ibadet şiarlarına karşı açılmış bir savaş olduğunu, bulaşıcı hastalıklara karşı tedbir iddiasının dinin kendisini değiştirmeye yönelik olduğunu görmüş olmanız gerekir!

Müslümanların mescidlerde uyguladıkları şey, devletlerin müslümanların mescidlerindeki saflarının şekli hakkında şart koştukları bir programa tabidir. Onlar için bu yeni şekil din kılınmakta ve kanun kuvvetiyle şart koşulmaktadır! Ta ki nefislerine şeytanın bu emirleri yer etsin ve alışkanlık haline getirsinler! Dini ve din hükümlerini değiştirmek ve bu şeytanî bid’at, Dünya Sağlık Örgütünün tavsiyeleri doğrultusunda müslümanlara devlet kanunları ile zorunlu kılınmaktadır. Bu şüphesiz dinlerinin şiarlarını müslümanlara kendi elleriyle yok ettirme girişimidir!

11 Ekim 2020 Pazar

Ashabın Hastalık Bulaşması Hurafesini Reddetmeleri

 


1- Mufaddal b. Fudale; Habib b. eş-Şehid – Muhammed b. el-Munkedir yoluyla Cabir radiyallahu anh’den rivayet ediyor:

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَخَذَ بِيَدِ مَجْذُومٍ فَوَضَعَهَا مَعَهُ فِي الْقَصْعَةِ وَقَالَ كُلْ ثِقَةً بِاللَّهِ وَتَوَكُّلًا عَلَيْهِ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cüzzamlı bir adamın elini tuttu, onunla beraber elini tabağa koydu ve buyurdu ki:

Allah’a güvenerek ve O’na tevekkül ederek ye.”[1]

Bu hadisi Hafız İbn Hacer hasen görürken, el-Elbani ravilerinden Mufaddal b. Fudale sebebiyle zayıf görmüş ve Ömer ve Selman radiyallahu anhuma’dan gelen mevkuf rivayetlerin daha sahih olduğunu söylemiştir. İbn Adiy, Mufaddal b. Fudale’nin bütün rivayetlerinin düzgün olduğunu fakat Cabir radiyallahu anh’den, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in cüzzamlıyla beraber yemek yemesini rivayetinde tek kaldığı için bu rivayetin münker olduğunu belirtmiştir. Lakin metinde münkerlik söz konusu değildir. Nitekim Hafız İbn Hacer metinde münkerlik bulunmadığını Fethu’l-Bari’de açıklar. Esasen Mufaddal b. Fudale tek kalmamıştır, İsmail b. Muslim el-Mekkî ona bu rivayette mutabaat etmiştir. Mufaddal b. Fudale’nin rivayetini destekleyen tariki ise İbnu’l-Cevzi İlelu’l-Mutenahiye’de (1457) Ubeydullah b. Temmam – İsmail b. Muslim el-Mekki – Muhammed b. el-Munkedir – Cabir radiyallahu anh yoluyla zikretmiştir.

Tariklerin bir araya gelmesiyle rivayet kuvvet kazanmaktadır. Zira Mufaddal b. Fudale hadisi yazılan, fakat tek başına hüccet olmayan bir ravidir. İsmail b. Muslim de hadisi yazılan, tek başına hüccet olmayan bir ravidir. Bu iki ravi bu rivayette birbirlerini takviye etmekte ve hadis hasen derecesine çıkmaktadır. Nitekim  hadis illetleri konusunda uzman olan İbn Katan el-Fasî Beyanu'l-Vehm ve'l-İyham'da (5/820) merfu olarak rivayetinde sakınca yoktur demiştir.

İbn Adiy’in bahsettiği münkerlik metinle ilgili değil, isnad ile ilgilidir. Zira Mufaddal b. Fudale’de zayıflık vardır, sika bir imam olan Şu’be, bu hadisi Habib b. eş-Şehid – Abdullah b. Burayde yoluyla şu şekilde rivayet etmiştir:

2- Abdullah b. Burayde rahimehullah dedi ki:

كَانَ سَلْمَانُ يَعْمَلُ بِيَدَيْهِ ثُمَّ يَشْتَرِي طَعَامًا ثُمَّ يَبْعَثُ إِلَى الْمُجَذَّمِينَ فَيَأْكُلُونَ مَعَهُ

“Selman radiyallahu anh el işi yapar, sonra yemek satın alır, sonra cüzzamlılara gönderir ve onlarla beraber yerdi.”[2]

Görüldüğü gibi bu kıssa, Cabir radiyallahu anh’ın rivayetinden başkadır.

3- Nafi b. el-Kasım rahimehullah, ninesi Futayme rahmetullahi aleyha’dan rivayet ediyor:

 دَخَلْتُ عَلَى عَائِشَةَ فَسَأَلْتُهَا أَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ فِي الْمَجْذُومِينَ فِرُّوا مِنْهُمْ كَفِرَارِكُمْ مِنَ الْأَسَدِ؟ فَقَالَتْ أُمُّ الْمُؤْمِنِينَ كَلَّا وَلَكِنَّهُ قَالَ لَا عَدْوَى فَمَنْ أَعْدَى الْأَوَّلَ؟ وَقَدْ كَانَ مَوْلًى لِي يَأْكُلُ فِي صِحَافِي وَيَشْرَبُ فِي أَقْدَاحِي وَيَنَامُ عَلَى فِرَاشِي أَصَابَهُ ذَلِكَ الدَّاءُ فَلَوْ أَقَامَ مَعِي عَايَشْتُهُ مَا عَاشَ وَلَكِنَّهُ سَأَلَنِي أَنْ أُجَهِّزَهُ إِلَى الْغَزْوِ فَجَهَّزْتُهُ وَغَزَا

“Aişe radiyallahu anha’nın yanına girdim ve dedim ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cüzzamlılardan aslandan kaçar gibi kaçmayı söylemiyor muydu?” Mü’minlerin annesi dedi ki:

“Hayır, lakin “Hastalığın bulaşması yoktur, peki ilkine kim bulaştırdı?” buyuruyordu. Nitekim benim bir azatlı kölem benim tabağımdan yer, bardağımdan içer, yatağımda yatardı. Onda da bu hastalık vardı. Şayet yanımda kalsaydı kalırdı. Lakin benden savaşmak için techizat istedi, ben de verdim, o da savaştı.”[3]

4- Abdullah b. Ca’fer radiyallahu anh dedi ki:

ولَقَد رَأَيتُ عُمَر بنَ الخَطّاب يُؤتَى بِالإِناء فيه الماءُ، فَيُعطيه مُعَيقيبًا وكانَ رَجُلاً قَد أَسرَعَ فيه ذَلِكَ الوَجَعُ، فَيَشرَبُ مِنهُ ثُمَّ يناوله عُمَرُ مِن يَدِه، فَيَضَعُ فَمَهُ مَوضِعَ فَمِه حَتى يَشرَبَ مِنهُ فَعَرَفتُ أَنَّما يَصنَعُ عُمَرُ ذَلِكَ فِرارًا مِن أَن يَدخُلَهُ شَيءٌ مِنَ العَدَوَى.

“Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh’e bir kapta su getirildiğini gördüm. Onu Muaykıb radiyallahu anh’e verdi. Muaykıb’da bu hastalık (cüzzam) hızlı ilerliyordu. O sudan içti. Ömer radiyallahu anh kabı aldı, onun ağzını koyduğu yere ağzını koydu ve ondan içti. Anladım ki Ömer radiyallahu anh bunu hastalık bulaşması düşüncesinden uzaklaşmak için yaptı.”[4]

5- Abdurrahman b. el-Kasım rahimehullah, babası (el-Kasım b. Muhammed) rahimehullah’tan rivayet ediyor:

قدِمَ عَلَى أَبِي بَكْرٍ وَفْدٌ مِنْ ثَقِيفٍ فَأُتِيَ بِطَعَامٍ فَدَنَا الْقَوْمُ وَتَنَحَّى رَجُلٌ بِهِ هَذَا الدَّاءُ يَعْنِي الْجُذَامَ فَقَالَ لَهُ أَبُو بَكْرٍ ادْنُهُ  فَدَنَا فَقَالَ كُلْ فَأَكَلَ وَجَعَلَ أَبُو بَكْرٍ يَضَعُ يَدَهُ مَوْضِعَ يَدِهِ

Ebu Bekr radiyallahu anh’e Sakif’ten elçiler geldi. Onlara yemek getirildi. Topluluk sofraya yanaştı, cüzzamlı bir adam ise uzak durdu. Ebu Bekr radiyallahu anh ona: “Onu yaklaştırın” dedi, o da yanaştı. Ona: “Ye” dedi, o da yedi. Ebu Bekr radiyallahu anh onun elini koyduğu yere elini koymaya başladı.”[5]

6- Ebu Ma’şer, İbn Ömer radiyallahu anhuma’yı gören birinden rivayet ediyor:

أَنَّهُ رَأَى ابْنَ عُمَرَ يَأْكُلُ مَعَ مَجْذُومٍ فَجَعَلَ يَضَعُ يَدَهُ مَوْضِعَ يَدِ الْمَجْذُومِ

“İbn Ömer radiyallahu anhuma cüzzamlı ile beraber yemek yer, elini cüzzamlının elini koyduğu yere koyardı.”[6]

7- Sufyan rahimehullah, Amr (b. Dinar) rahimehullah’tan şöyle rivayet etti:

كَانَ هَا هُنَا رَجُلٌ اسْمُهُ نَوَّاسٌ وَكَانَتْ عِنْدَهُ إِبِلٌ هِيمٌ فَذَهَبَ ابْنُ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا فَاشْتَرَى تِلْكَ الإِبِلَ مِنْ شَرِيكٍ لَهُ فَجَاءَ إِلَيْهِ شَرِيكُهُ فَقَالَ بِعْنَا تِلْكَ الإِبِلَ فَقَالَ مِمَّنْ بِعْتَهَا؟ قَالَ مِنْ شَيْخٍ كَذَا وَكَذَا فَقَالَ وَيْحَكَ ذَاكَ وَاللَّهِ ابْنُ عُمَرَ فَجَاءَهُ فَقَالَ إِنَّ شَرِيكِي بَاعَكَ إِبِلًا هِيمًا وَلَمْ يَعْرِفْكَ قَالَ فَاسْتَقْهَا قَالَ فَلَمَّا ذَهَبَ يَسْتَاقُهَا فَقَالَ دَعْهَا رَضِينَا بِقَضَاءِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لاَ عَدْوَى سَمِعَ سُفْيَانُ عَمْرًا

“Burada Nevvas adında biri vardı. Onun uyuz bir devesi vardı. İbn Ömer radiyallahu anhuma gitti ve o deveyi adamın ortağından satın aldı. Adam gelince ortağı: “O deveyi sattım” dedi. Adam: “Kime sattın?” deyince ortağı; “Şöyle şöyle bir şeyhe sattım” dedi. Adam dedi ki: “Sana yazıklar olsun! Vallahi o İbn Ömer radiyallahu anhuma’dır.” Bunun üzerine adam İbn Ömer radiyallahu anhuma’ya gitti ve dedi ki:

“Ortağım sana uyuzlu deve satmış ve seni tanıyamamış.” İbn Ömer radiyallahu anhuma: “Onu getir” dedi. Adam getirmeye gidince İbn Ömer radiyallahu anhuma dedi ki:

“Bırak onu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Hastalığın bulaşması yoktur” hükmüne razı olduk.”[7]

8- Ma’mer dedi ki:

بَلَغَنِي أَنَّ رَجُلًا أَجْذَمَ جَاءَ إِلَى ابْنِ عُمَرَ، فَسَأَلَهُ فَقَامَ ابْنُ عُمَرَ فَأَعْطَاهُ دِرْهَمًا فَوَضَعَهُ فِي يَدِهِ وَكَانَ رَجُلٌ قَدْ قَالَ لِابْنِ عُمَرَ أَنَا أُعْطِيهِ فَأَبَى ابْنُ عُمَرَ أَنْ يَنَاوِلَهُ الرَّجُلُ الدِّرْهَمَ

“Bana ulaştığına göre cüzzamlı bir adam İbn Ömer radiyallahu anhuma’ya gelip dilendi. İbn Ömer radiyallahu anhuma kalktı ve ona bir dirhem verdi, elini onun eline koydu. Bir adam İbn Ömer radiyallahu anhuma’ya: “Onu ben vereyim” dediği zaman İbn Ömer radiyallahu anhuma bunu kabul etmedi ve adama dirhemi bizzat verdi.”[8]

9- Cabir radiyallahu anh şöyle demiştir:

قَدْ كُنَّا نَكْرَهُ أَنْ يَدْخُلَ الْمَرِيضُ عَلَى الصَّحِيحِ وَلَيْسَ بِهِ إِلَّا قَوْلُ النَّاسِ

“Bizler hasta hayvanı sağlıklı hayvanın yanına sokmaktan (hastalık bulaşır korkusuyla değil) sırf insanların (hastalığı bulaştırdı gibi) sözleri sebebiyle hoşlanmıyorduk”[9]

Bu rivayetler, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının; cahiliyedeki hastalığın bulaştığı şeklindeki bâtıl inancı kesin bir şekilde reddettiklerini göstermektedir. Kendilerini ümmetin salih selefine nispet eden birçok muasırlar ise “Modern bilim” adıyla şeytanın uydurduğu dine uyum göstererek hastalığın bulaştığı hurafesine kendilerini kaptırmışlar, bu hurafe sebebiyle mütevatir sahih hadisleri bozuk yorumlarla te’vil etmeye, hatta inkar etmeye kalkmışlardır!

İblisin uydurduğu bu din, insanlara maske takmalarını, namazda bile mesafe koymalarını vs. emretmekte, çoğunluk ise bu emri ikiletmeden uygulamaktadır.
"Onların çoğu Allah'a şirk koşmadan iman etmezler" (Yusuf 106)

[1] Hasen. Hâkim (4/152) İbn Hibbân (13/490) İbn Ebî Şeybe (5/141) Ebû Dâvûd (3925) Tirmizî (1817) İbn Mâce (3542) Ebû Ya'lâ (3/354) Abd b. Humeyd (1092) İbn Ebi'd-Dunyâ et-Tevadu (83) İbnu’s-Sunni Amelu’l-Yevm ve’l-Leyle (463) Tahavî Şerhu Meâni'l-Âsâr (4/310) Beyhakî (7/219) Beyhakî Şuab (2/122) İsnadında Mufaddal b. Fudale vardır.

[2] Sahih mevkuf. İbn Sad (4/89) İbn Ebî Şeybe (5/141) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (1/200) Ukayli ed-Duafa (4/242) İbn Ebi'd-Dunyâ Islahu’l-Mal (321) İbn Asakir Tarih (21/440)

[3] Taberî Tehzibu’l-Asar (1328) Nafi b. el-Kasım’ın ve ninesi Futayme'nin hal tercemesini bulamadım.

[4] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Sa’d Tabakat (4/117) Taberî Tehzibu’l-Asar (1321) el-A’lâî Erbainu’l-Muganniye (999)

[5] Sahih mevkuf. İbn Ebî Şeybe (5/141) Ravileri Buhârî ve Muslim ricalidir.

[6] İbn Ebî Şeybe (5/141)

[7] Sahih. Buhârî (2099)

[8] Ma’mer b. Raşid, el-Cami (101)

[9] Sahih mevkuf. İbn Vehb el-Cami (629)

Maske Dayatması Hakkında CİMER'e Şikayette Bulunun!

 

Devletin maske takmayı zorunlu kılması hakkındaki şikayetlerinizi E-Devlet üzerinden CİMER'e iletin bu büyük zulme tepkinizi belirtin

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)