Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

31 Aralık 2018 Pazartesi

Sabır ve Şükür

Suheyb radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
عَجَبًا لِأَمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ، وَلَيْسَ ذَاكَ لِأَحَدٍ إِلَّا لِلْمُؤْمِنِ، إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ، فَكَانَ خَيْرًا لَهُ، وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ
Müminin durumuna şaşılır. Zira onun her durumunda hayır vardır. Bu müminden başkası için söz konusu değildir. Ona bolluk isabet ederse şükreder ve bu kendisi için hayır olur. Ona darlık isabet ederse sabreder, bu da kendisi için hayır olur.”[1]
Muhakkak ki mü’min kişi dünyada bulunduğu sürece Allah’ın dilediği çeşitli hallerle, kolaylık ve zorluklarla imtihan içindedir.
Başa gelen musibetler hakkında Allah’ın takdirine teslim olarak sabretmek gerekir: İbn Ömer radiyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
كُنْ فِي الدُّنْيَا كَأَنَّكَ غَرِيبٌ أَوْ عَابِرُ سَبِيلٍ
Dünyada bir garip veya geçip giden bir yolcu gibi ol.”[2]
Diğer rivayette:
وَعُدَّ نَفْسَكَ فِي أَصْحَابِ الْقُبُورِ
“Ve kendini kabir ashabından say[3] ziyadesi vardır.”
Abdullah b. Murre rahimehullah’tan: “Ebu’d-Derda radiyallahu anh dedi ki:
اعْبُدِ اللَّهَ كَأَنَّكَ تَرَاهُ وَعُدَّ نَفْسَكَ مَعَ الْمَوْتَى وَإِيَّاكَ وَدَعْوَةَ الْمَظْلُومِ وَاعْلَمْ أَنَّ قَلِيلًا يَكْفِيكَ خَيْرٌ مِنْ كَثِيرِ يُلْهِيكَ وَاعْلَمْ أَنَّ الْبِرَّ لَا يَبْلَى وَأَنَّ الْإِثْمَ لَا يُنْسَى
“Allah’a O’nu görür gibi kulluk et. Nefsini ölülerle beraber say. Seni mazlumun duasından sakındırırım. Bil ki az olup sana yeten, çok olup seni oyalayandan hayırlıdır. Bil ki iyilik eskimez, kötülük de unutulmaz.”[4]
Derler ki birinin dostu sultan tarafından hapsedildi. Hapsedilen adam dostuna durumu bildirdi. Dostu ona gönderdiği mektupta:
“Allah’a şükret” diye yazdı. Hapsedilen adam dövülmeye başlanınca durumu tekrar dostuna bildirdi. Dostu ona:
“Allah’a şükret” diye yazdı. Derken zincire vurulmuş ve ishal olmuş bir mecusi hapse getirildi. Mecusiyi bağlayan zincirin bir halkası bu adamın ayağına bağlandı. Mecusi gece sık sık helaya gitmek zorunda kalıyor, bu adam da onunla birlikte gitmeye ve Mecusi işini bitirene kadar başucunda beklemeye mecbur kalıyordu. Adam bu durumu dostuna bildirdi. Dostu yine:
“Allah’a şükretmelisin” diye yazdı. Sabrı taşan adam:
“Bu ne zamana kadar sürecek? Bundan büyük bela olur mu?” diye dostuna haber gönderdi. Dostu ona:
“Mecusinin ayağına vurulan zincir senin ayağına vurulsa, onun beline kuşatılan zünnar senin beline sarılsa, (yani Mecusi olan ya sen olsaydın) o zaman sen ne yapardın?”
Ey kardeşim! Bu kıssadan hisseni al ve eğer Allah sana sahih bir itikad, salih bir amel nasip etmişse bundan dolayı rabbine şükret.
Bâtıl akide ve amellerin sahibi olan kimseler sana zulmediyor diye ümitsizliğe düşme! Allah seni sahih akide ve salih amel sahibi olan kimselere düşmanlık ve zulmeden kimselerden kılmadığı için şükret.
Aişe radıyallahu anha’dan: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إِنَّ اللَّهَ يَقُولُ مَنْ أَهَانَ لِي وَلِيًّا فَقَدِ اسْتَحَلَّ مُحَارَبَتِ
Muhakkak ki Allah Teâlâ şöyle buyurdu. “Kim benim bir dostumu aşağılarsa kendisiyle savaşmamı hak eder….”[5]
Allah, bazı kullarını dostlarına düşmanlık etmesi için yaratmıştır. Allah’ın seni, kendisinin dostlarına zulmeden kimselerden kılmadığına şükret ve Allah’ın dostlarından olmak için sabret!
Sen musibet ve zulme uğradıkça Allah senin ya günahlarına keffaret kılmakta ya dereceni yükseltmektedir:
Sa’d b. Ebi Vakkas radiyallahu anh dedi ki: “Dedim ki:“Ey Allah’ın rasulü! En şiddetli belaya uğrayan insanlar kimlerdir?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
الْأَنْبِيَاءُ ثُمَّ الصَّالِحُونَ ثُمَّ الْأَمْثَلُ فَالْأَمْثَلُ مِنَ النَّاسِ قَالَ يُبْتَلَى الرَّجُلُ عَلَى حَسَبِ دِينِهِ فَإِنْ كَانَ فِي دِينِهِ صَلَابَةٌ زِيدَ فِي بَلَائِهِ وَإِنْ كَانَ فِي دِينِهِ رِقَّةٌ خُفِّفَ عَنْهُ فَلَا يَزَالُ الْبَلَاءُ بِالْعَبْدِ حَتَّى يَمْشِيَ عَلَى الْأَرْضِ وَمَا لَهُ خَطِيئَةٌ
Nebilerdir. Sonra salihler, sonra diğer insanlardan onlara benzeyenlerdir. Kişi dindarlığına göre belaya uğrar. Eğer dininde sağlam ise belası artar. Eğer dindarlığında incelik varsa belası hafifler. Kul, yeryüzünde günahsız olarak yürüyünceye kadar belaya uğramaya devam eder.”[6]
 
Allah, kendi yolunda olana yardım eder. Rabbinden bunu talep et. Zira hiç kimse sana O’nun gibi yardım edemez:
Humeyd b. Hilal rahimehullah dedi ki: “Yolu bizim yanımızdan geçen Tufave kabilesinden bir adam vardı. Bir ara bizim kabileye uğrayıp şöyle anlattı:
“Bize ait bir kervanla birlikte Medine’ye geldim. Alışverişimizi yaptıktan sonra kendi kendime:
“Mutlaka bu adamın yanına gideceğim ve onun durumunu öğrenip kabileme haber vereceğim” dedim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına vardığımda bana bir ev göstererek şöyle buyurdu:
Şu evde bir kadın vardı. Bu kadın Müslümanlardan bir müfrezeyle birlikte yola çıktı. O, evde on iki tane keçi ve kendisiyle dokuma yaptığı tarağı bırakmıştı. Kadının bir keçisi ve dokuma tarağı kayboldu. Bunun üzerine kadın şöyle dedi:
“Ey rabbim! Sen, kendi yolunda çıkan kimseyi koruyacağına kefil oldun. Oysa ben bir keçimi ve dokuma tarağımı kaybettim. Ben kayıp dokuma tarağımın ve keçimin nerede olduğunu soruyorum.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem devamlı olarak kadının kaybettiklerini nasıl abartılı olarak istediğini anlatarak şöyle buyurdu:
Sabah olduğunda kadın kayıp keçisini ve onun gibisini, dokuma tarağını ve onun gibisini buldu. İşte bu, o kadındır. Dilersen git kendisine sor.” Bunun üzerine ben:
“Hayır, ben seni tasdik ediyorum” dedim.”[7]



[1] Sahih. Muslim (2999)
[2] Sahih. Buhârî (6053)
[3] Buhârî'nin şartına göre sahih. Acurri el-Guraba (18-20) İbnu’l-A’rabî Mu’cem (979) Ahmed (2/24, 41) İbn Ebî Şeybe (7/75) Tirmizî (2333) İbn Mâce (4114) Taberânî (12/399, 417) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (165) Ru’yani (1417) Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam el-Hutab ve’l-Mevaiz (126) el-Esbehani et-Tergib (1457) Ukaylî ed-Duafa (3/239) İbnu’l-Mubarek Zühd (13) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (1/312) İbn Mende Mecalis Min Emali (156) Ebu’l-Hasen el-Hilâî el-Hilaiyyat (904-905) İbn Ebi’d-Dunya Kasru’l-Emel (1) Kudai Musnedu’ş-Şihab (644) Kadıyu’l-Maristan Meşyeha (147) Abdulcebbar el-Havlani Tarihu Dariya (s.97) İbnu’l-Buhârî Meşyeha (989-991) İbn Adiy el-Kamil (3/18) Beyhakî (3/369) Deylemi (8488) Rafii et-Tedvin (3/336) Hakîm et-Tirmizî Nevadiru’l-Usul (676) İbn Asakir Tarih (34/398, 36/145, 64/33) el-Elbani es-Sahiha (1157)
[4] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Vekî b. el-Cerrah Zühd (13) Ebû Dâvûd Zühd (231) Hennad Zühd (508) İbn Ebî Şeybe (7/110) Ahmed Zühd (717) İbn Ebi Hatim Zühd (20) İbnu’l-Mubarek Zühd (1155) İbn Ebi Asım el-Ahad (844) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (1/211) Beyhakî Şuab (7/349) İbn Asakir Tarih (47/167)
[5] Muslim’in şartına göre sahih. Taberânî Evsat (9/139) Ahmed (6/256) Bezzar (18/137) Hakîm et-Tirmizî Nevadiru’l-Usul (897) İbn Ebi’d-Dunya Evliya (45) İbn Ebi Asım es-Sunne (414) İbn Hazm el-Muhalla (11/304) Ebu Nuaym Tıbbu’n-Nebevi (97) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (1/5) Beyhakî Zuhd (699) İbn Asakir Tarih (37/277-78)
[6] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Devraki Musnedu Sa’d b. Ebi Vakkas (41) İbn Hibbân (7/161) Hâkim (1/100) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (3/252) Ahmed (1/172, 173, 185) Ahmed Zuhd (300) Tayalisi (215) Tirmizî (2398) İbn Mâce (4023) Nesâî Sunenu'l-Kubrâ (7481) Dârimî (2825) Begavi Şerhu’s-Sunne (1434) Ebû Ya'lâ (2/143) Abd b. Humeyd (146) İbn Sad (2/209) Heysem b. Kuleyb Musned (67-69, 80) İbn Ebi’d-Dunya el-Maraz ve’l-Keffarat (3) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (2203, 2207) Beyhaki (3/373) el-Elbani es-Sahiha (143-145)
[7] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Ahmed (5/67) el-Elbani es-Sahiha (2935)

27 Aralık 2018 Perşembe

Allah'ın Hükümlerine Karşı Tuzak Kurmak

"Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Oysa bütün tuzaklar Allah'ındır. Her nefsin ne kazandığını bilir. Kâfirler de âhiret yurdunda akıbetin kime âit olduğunu anlayacaklardır." (Ra'd 42)
 
 "İnsanlardan öyle kimseler vardır ki "Allah'a ve ahiret gününe îman ettik" derler, halbuki onlar mümin değillerdir. Allah'ı da iman edenleri da (güya) aldatırlar. Hâlbuki onlar, kendilerinden başkasını aldatamazlar; farkına varmazlar. 
Onların kalplerinde bir hastalık vardır; Allah da hastalıklarını gittikçe artırmıştır. Söyledikleri yalandan ötürü onlar için acıklı bir azap vardır. 
Onlara "yeryüzünde fesat  çıkarmayın denildiği  zaman "biz ancak  ıslah edicileriz" derler. Bilesin ki, asıl fesat çıkaranlar onlardır; fakat farkına varmazlar. 
Onlara "siz de insanların inandıkları gibi inanın" denildiği zaman, "biz, beyinsizlerin inandıkları gibi mi inanıyoruz?" derler. Oysa  bilesin ki,  asıl beyinsizler onlardır; fakat bilmezler." (Bakara 8-13)
İbn Batta rahimehullah, İbtalu’l-Hiyel’de (s.54) Ebu’l-Hasen Ahmed b. Abdillah et-Temimi el-Ademî el-Basrî – babası yoluyla rivayet ediyor: Sehl b. Abdillah et-Tusterî rahimehullah’ı şöyle derken işittim:
من أفتى بالناس بالحيلة فيما لا يجوز بتأول الرأي والهوى بلا كتاب ولا سنة فهذا من علماء السوء وبمثل هذا هلك الأولون والآخرون ولهذا ثلاث عقوبات يعاقب بها في عاجل الدنيا: يبعد علم الورع من قلبه ويضيع منه وتزين له الدنيا ويرغب فيها ويفتن بها ويطلب الدنيا تضييعا فلو أعطي جميع الدنيا في هلاك دينه لأخذه ولا يبالي
“İnsanlara caiz olmayan bir şey hakkında kitap ve sünnet dışında, re’y ve hevâ ile tevil yaparak hile ile fetva veren kişi kötü âlimlerdendir. Öncekileri ve sonraki helak eden bu gibi illetlerdir. Bu yüzden dünyada peşin olarak üç şeyle cezalandırılır:
1- Verâ ilmi kalbinden uzaklaşır ve onu kaybeder.
2- Dünya ona süslenir ve ona yönelir, onunla fitneye düşer.
3- Dünya talebinde öyle zayi olurki şayet ona dininin helak olması karşılığında dünyayı verseler hemen onu alır da dininin helak olmasına aldırmaz.” 
Yine İbn Batta İbtalu’l-Hiyel’de (s.13) Ebu Şeybe Abdulaziz b. Ca’fer el-Havarizmi – Muhammed b. İsmail Ebu Abillah ed-Darir – Yezid b. Harun – el-Mes’ûdî – el-Kasım b. Abdirrahman isnadıyla Abdullah b. Mes’ûd radiyallahu anh’ın şöyle dediğini rivayet ediyor:
كفى بخشية الله علما وكفى بالاغترار بالله جهلا

İlim olarak Allah korkusu yeter. Cehalet olarak Allah ile aldanmak yeter.”



Allah'ın hükmüne kurarsan tuzak
Olursun rahmet-i Rahman'dan uzak
İblis gönderir altından bir kızak
Kayarsın batılda, sanırsın ki hak

Vicdanın haykırdı vermedin kulak
Yabancı pazara gönderdin ulak
Kendini kandırdın, bulmadın yolak
Görünmez silleyle kalırsın çolak

Bildiğin gibi ayak değil bu ayak
Etrafındakiler yarın olmayacak
Dostlarını kaybettin gider ayak
Vakit geç olmadan çaresine bir bak

Kabrinde yalnızsın, haşirde çıplak
Sorular çetindir, cevaplar mutlak
Amel defterin yüzünde bir  şaplak
Olmasın diye patlıyor bu gırtlak

24 Aralık 2018 Pazartesi

Namazda Salli ve Barik Dualarının Yeri


Namazda Salat Etmek

قَالَ عبد الْحق الأشبيلي رَحِمَهُ اللَّهِ فِي الْأَحْكَام الشَّرْعِيَّة الْكُبْرَى قَالَ الدَّارَقُطْنِيّ حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرٍ النَّيْسَابُورِي حَدَّثَنَا أَبُو الْأَزْهَرِ أَحْمَدُ بْنُ الْأَزْهَرِ حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ بْنِ سَعْدٍ حَدَّثَنَا أبي عَن ابْن إِسْحَاقَ قَالَ وَحَدَّثَنِي فِي الصَّلَاة عَلَى رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا الْمَرْءُ الْمُسْلِمُ صَلَّى عَلَيْهِ فِي صَلَاتِهِ مُحَمَّدُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ بن الْحَارِث التَّيْمِيّ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَبْدِ اللهِ بْنِ زَيْدِ بْنِ عَبْدِ رَبِّهِ الْأنْصَارِيّ أخي بلحارث بن الْخَزْرَج عَنْ أَبِي مَسْعُودٍ عُقْبَةَ بْنِ عَمْرٍو الْأنْصَارِيّ قَالَ أَقْبَلَ رَجُلٌ حَتَّى جَلَسَ بَيْنَ يَدَيْ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَنَحْنُ عِنْدَهُ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللهِ أَمَّا السَّلَامُ عَلَيْكَ فَقَدْ عَرَفْنَاهُ فَكَيْفَ نُصَلِّي عَلَيْكَ إِذَا نَحْنُ صَلَّيْنَا عَلَيْكَ فِي صَلَاتِنَا صَلَّى الله عَلَيْكَ؟ قَالَ فَصَمَتَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَتَّى أَحْبَبْنَا أَنَّ الرَّجُلَ لَمْ يَسْأَلْهُ ثُمَّ قَالَ إِذَا أَنْتُمْ صَلَّيْتُمْ عَلَيَّ فَقُولُوا اللهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ النَّبِيِّ الْأُمِّيِّ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ وَبَارِكْ عَلَى مُحَمَّدٍ النَّبِيِّ الْأُمِّيِّ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ وَعَلَى آلِ إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ

İbrahim b. Sa’d rahimehullah’tan: “İbn İshak rahimehullah bana namazda müslüman kişinin Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e salat etmesini Muhammed b. İbrahim b. el-Haris et-Teymî’den, o Muhammed b. Abdillah b. Zeyd b. Abdirabbih el-Ensarî’den, o da Ebu Mes’ud Ukbe b. Amr el-Ensarî radiyallahu anh’den rivayet etti. Ebu Mes’ud Ukbe b. Amr radiyallahu anh dedi ki:

“Bir adam geldi, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in önünde oturdu. Biz de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanındaydık. Dedi ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Sana selamı öğrendik. Peki, namazımızda sana salat ettiğimiz zaman sana nasıl salat edeceğiz? Allah sana salat etsin.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sustu. Öyle ki adamın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bunu hiç sormamış olmasını istedik. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Bana salat ettiğiniz zaman şöyle söyleyin: “Allah’ım! İbrahim’e ve İbrahim’in ailesine salat ettiğin gibi ümmî nebî Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine salat et. İbrahim’e ve İbrahim’in ailesine bereketler verdiğin gibi ümmî nebi Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine de bereketler ver. Muhakkaki sen Hamîd’sin, Mecîd’sin.”

Tahrici: Abdulhak el-İşbilî el-Ahkamu’l-Kubra’da (2/276) Darekutni’den (1/354) naklen, İbn Huzeyme Sahih’inde (711) Ahmed Musned’de (4/119) Hâkim el-Mustedrek’te (1/401) Ebu Ahmed el-Hâkim Şiaru Ashabi’l-Hadis’te (s.104) Taberî Tehzibu’l-Asar’da (343) ve Beyhakî Sunenu’l-Kubra’da (2/147) rivayet etmişlerdir. İbn İshak rahimehullah işitme sigasını tasrih ettiğinden hadis Muslim’in şartına göre hasendir.

Fevaid: Hadiste geçen “Sana selam’ı öğrendik” sözü, teşehhüd duasında geçen “es-Selamu ale’n-Nebî” sözüne işarettir.

Namazda Salli ve Barik Duaları Nerede Okunur

قَالَ أبو جعفر الطبري رَحِمَهُ اللَّهِ فِي تهذيب الآثار (الجزء المفقود) حَدَّثَنِي عبيد الله بن سعد الزُّهْرِيّ قَالَ حَدَّثَنَا عمي قَالَ حَدَّثَنَا أَبِي عَنِ ابْنِ إِسْحَاقَ قَالَ أَخْبرنِي عَنْ تَشَهُّدِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ َ فِي وَسَطِ الصَّلَاةِ وَفِي آخِرِهَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ الْأَسْوَدِ بْنِ يَزِيدَ النَّخَعِيُّ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ مَسْعُودٍ قَالَ عَلَّمَنِي رَسُول الله صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ  فِي وَسَطِ الصَّلَاةِ وَفِي آخِرِهَا إِذَا جَلَسَ عَلَى وَرِكِهِ الْيُسْرَى التَّحِيَّاتُ لِلَّهِ وَالصَّلَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ السَّلَامُ عَلَيْكَ أَيُّهَا النَّبِيُّ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ السَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللَّهِ الصَّالِحِينَ أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ قَالَ ثمَّ إِن كَانَ وَسَطِ الصَّلَاةِ نَهَضَ حِينَ يَفْرُغُ مِنْ تَشَهُّدِهِ وَإِنْ كَانَ فِي آخِرِهَا دَعَا بِمَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَدْعُوَ بِهِ ثمَّ يُسَلِّمُ

Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana kişinin namazın ortasında (teşehhüde oturduğunda) ve namazın sonunda sol kalçası üzerine oturduğu zaman şöyle demesini öğretti:

 Her türlü tahiyye, bütün ibâdetler, güzel söz­ler sâdece Allah’adır. Selâm, Allah'ın rahmeti ve bereketi sana olsun ey Nebî! Selâm bize ve Allah'ın sâlih kulları üzerine olsun. Şehâdet ede­rim ki Allah'dan başka ibadete layık hak ilâh yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve rasulüdür.” Sonra eğer namazın ortasında ise teşehhüdü bitirdiği zaman kalkar. Eğer namazın sonunda ise teşehhüdü bitirdikten sonra Allah’ın dilediği şekilde dua eder. Sonra selam verir.”

Tahrici: İmam Taberî rahimehullah, Tehzibu’l-Asar adlı eserinde (mefkud cüz no:364) bunu Buhârî ve Muslim’in şartlarına göre hasen bir isnad ile rivayet etmiştir. Muhammed b. İshak b. Yesar rahimehullah işitme sigasını tasrih etmiştir. Yine İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullah Musned’inde (1/459) İbn Huzeyme rahimehullah Sahih’inde (no: 701, 702, 708) ve Taberânî rahimehullah Mu’cemu’l-Kebir’de (10/53) rivayet etmişlerdir.

Fevaid: İbn Mes’ud radiyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisine teşehhüdü öğrettiğini ifade ederek anlatmaya başlamıştır.

“Namazın ortasında oturduğunda ve namazın sonunda sol kalçası üzerine oturduğunda…” sözünü İbn Huzeyme rahimehullah şöyle açıklamıştır: “Bu ancak namazın sonunda oturduğu zaman teverrük yapardı demektir. Namazın hem ortasında hem sonunda bu şekilde oturduğu anlamında değildir.”

“Namazın ortasında ise” sözüyle, 3 veya 4 rekatli namazların 2. Rekatinden sonraki teşehhüd oturuşunu tarif etmiş ve teşehhüdü bitirdiği zaman 3. Rekate kalktığını söylemiştir. Şayet ilk teşehhüdde salli ve barik okunacak olsaydı bunu belirtirdi.

“Eğer namazın sonunda ise teşehhüdü bitirdikten sonra Allah’ın dilediği şekilde dua eder, sonra selam verirdi” sözü, salli ve barik duaları ile selamdan önce yapılan diğer duanın son teşehhüdde yapılacağını ifade etmektedir.

Selamdan Önceki Duaya Salât da Dâhildir

قَالَ ابن أبي عاصم رَحِمَهُ الله فيِ الصَّلاةِ عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وسلم حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَلِيِّ بْنِ مَيْمُونٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ جَعْفَرٍ الرَّقِّيُّ حَدَّثَنَا عِيسَى بْنُ يُونُسَ حَدَّثَنَا عُثْمَانُ بْنُ حَكِيمٍ عَنْ خَالِدِ بْنِ سَلَمَةَ أَنْ عَبْدِ الْحَمِيدِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ دَعَا مُوسَى بْنَ طَلْحَةَ حِينَ أَعْرَسَ ابْنُهُ فَقَالَ يَا أَبَا عِيسَى كَيْفَ بَلَغَكَ فِي الصَّلاةِ عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ فَقَالَ مُوسَى أَنَا سَأَلْتُ زَيْدَ بْنَ خَارِجَةَ عَنِ الصَّلاةِ؟ فَقَالَ أَنَا سَأَلْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِنَفْسِي فَقُلْتُ كَيْفَ الصَّلاةُ عَلَيْكَ؟ فَقَالَ صَلُّوا عَلَيَّ وَاجْتَهِدُوا وَقُولُوا اللَّهُمَّ بَارِكْ عَلَى محمدٍ كَمَا بَارَكْتَ عَلَى إِبْرَاهِيمَ إِنَّكَ حميدٌ مجيدٌ

Halid b. Seleme rahimehullah’tan: “Abdulhamid b. Abdirrahman rahimehullah, Musa b. Talha rahimehullah’ı oğlunun düğününe davet etti. Ona dedi ki:

“Ey Ebu İsa! Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e salât sana hangi şekilde ulaştı?” Bunun üzerine Musa dedi ki:

“Zeyd b. Harice radiyallahu anh’e Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e salât hakkında sordum. Dedi ki:

“Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bunu bizzat sordum ve dedim ki: “Sana nasıl salât edelim?” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Bana salât edin, içtihat ederek dua edin ve şöyle deyin: “Allah’ım! İbrahim’e bereketler verdiğin gibi, Muhammed’e ve Muhammed’in âilesine de bereketler ver. Muhakkak ki sen Hamîd ve Mecid’sin.”

Tahrici: İbn Ebi Asım es-Salat Ale’n-Nebi’de (19) ve el-Ahad ve’l-Mesani’de (2000) Ebu Bişr ed-Dulabi el-Kuna’da (1412) Buhârî Tarihu’l-Kebir’de (3/383) Ahmed Musned’de (1/199) Nesâî el-Mucteba’da (1292) ve Sunenu'l-Kubrâ’da (7672, 10193) Fesevi el-Ma’rife’de (1/301) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar’da (2230) İbnu’l-Esir Usdu’l-Gabe’de (2/354) rivayet ettiler. Mukbil b. Hadi rahimehullah Sahihu’l-Musned Mimma Leyse Fi’s-Sahihayn’da (355) sahih dedi. Hadisin isnadı Muslim’in şartına göre sahihtir.

Fevaid: Bu hadis namazın sonunda, İbn Mes’ud radiyallahu anh hadisinde de anlatıldığı gibi teşehhüden sonra, selam vermeden önce yapılacak duaya salavat ile başlanacağını ifade etmektedir. Bu da gösteriyor ki, namazda salli ve barik dualarının yeri, selam oturuşundaki teşehhüdden sonradır.


قَالَ البيهقي رَحِمَهُ اللَّهِ فِي سننه الكبرى أَخْبَرَنَا أَبُو مَنْصُورٍ الظَّفَرُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ أَحْمَدَ الْعَلَوِيُّ وَأَبُو عَبْدِ اللهِ الْحَافِظُ قَالَا حَدَّثَنَا أَبُو جَعْفَرٍ مُحَمَّدُ بْنُ عَلِيِّ بْنِ دُحَيْمٍ الشَّيْبَانِيُّ بِالْكُوفَةِ حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ حَازِمِ بْنِ أَبِي غَرَزَةَ الْغِفَارِيُّ حَدَّثَنَا عُبَيْدُ اللهِ بْنُ مُوسَى حَدَّثَنَا إِسْرَائِيلُ عَنْ أَبِي إِسْحَاقَ عَنْ أَبِي الْأَحْوَصِ عَنْ عَبْدِ اللهِ قَالَ وَإِذَا قَالَ السَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ فَقَدْ أَصَابَتْ كُلَّ عَبْدٍ صَالِحٍ أَوْ نَبِيٍّ مُرْسَلٍ ثُمَّ يُبْتَدَأُ بِالثَّنَاءِ عَلَى اللهِ عَزَّ وَجَلَّ وَالْمَدْحَةِ لَهُ بِمَا هُوَ أَهْلُهُ وَبِالصَّلَاةِ عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ يَسْأَلُ بَعْدُ
Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh’den: “Teşehhüdde: “Selam bize ve Allah’ın salih kullarının üzerine olsun” dediğinde bütün salih kullara ve gönderilmiş nebilere selam isabet eder. Sonra Allah Azze ve Celle’ye layık senâ ve övgülerde bulunulur, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e salat edilir, bundan sonra istek duası yapılır.”
Tahrici: Beyhakî Sunenu’l-Kubra’da (2/148) Muslim’in şartına göre sahih isnadla rivayet etmiştir.

15 Aralık 2018 Cumartesi

Tekfir Tuzağına Düşürülen Gençlere Nasihat


Eş'ariler ile Maturidi'leri tekfir etmediğim için beni Müslüman görmediğini söyleyen, Avrupa'da bir kâfir ülkesinde yaşayan birisi, sitemize mesaj atarak Nevevi, İbn Hazm, Gazali, İbn Hacer, Elbani, İbn Useymin, Bin Baz, Fevzan, bir yığın alimin de isimlerini sayarak tekfir edilmesini teklif etmektedir. Bu konuda güya delil (!) olarak yine bir Eşarî olan Herevi'nin Zemmu'l-Kelam kitabına nispet ettiği, "Eşarilerin tekfirine" dair bazı nakiller zikretmiştir. 
Mesaj sahibi bu şahsa ve onun gibi aldatılan diğer gençlere nasihatim şudur:

- Zikredilen nakillerin isnadı sahih olmamakla beraber, şayet sahih olsaydılar bile hicri 3. asırdan sonra, yani ümmetin fırkalara ayrılmasından sonra yaşamış olan, bazısı Sufi, bazısı Eşari, vb. değişik fırkaların mensubu olan bu alimlerin sözleri veya fiilleridir. Bazı ifadeler de yoruma açıktır.
Mesela "zındık" kelimesi tekfir için kullanılır ancak bununla mürtet kastedilmez. Bu kelime, fiil veya akidesinde küfür bulunmakla beraber, İslam kadısı tarafından hakkında irtidat hükmü verilmemiş, bid'at itikadında ısrar eden kimseler hakkında kullanılır ve bu kimseler dünya hükmü bakımından ehl-i İslâmdan sayılırlar. Ahiretteki durumlarına ise Allah Azze ve Celle hükmedecektir. 
Böyle şaibelere açık kavillere dayanarak bir yığın Müslümanın - hatta alimlerin - küfrüne hükmetmeye nasıl cesaret edebiliyorsunuz? Allah'tan korkmuyor musunuz? Çünkü Allah'ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmektesiniz! Üstelik Allah'ın kendi zatına tahsis ettiği bir hükümde O'na ortak koşuyorsunuz!
- Alimleri elbette masum ya da mahfuz görmüyoruz. Her alimin hatası bulunabilir. Ancak alimlerin hatalarını beyan cahiller tarafından yapılamaz! Bilakis yine Allah Azze ve Celle'nin her asırda ve her nesilde bulundurmayı garanti altına aldığı, Allah'ın dostları olan Ehlu'l-Hadis ve's-Sunne olan alimler tarafından hatalar beyan edilir, bu hataların ve hata sahiplerinin mertebesi değerlendirilir.
- Gençler olarak Allah'ın dinine destek olmak istiyorsanız, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in tavsiyelerine boyun eğmeli, Kur'ân ve Sünnet'i salih selefin menhecine ittiba ederek izleyen ve beyan eden, takva ve vera sahibi alimleri araştırmalı, onlardan bizzat ilim ve irfan tahsil edip temkin sahibi oluncaya kadar din ve ahkamı hakkında ileri geri konuşmamak hususunda nefisle mucahedeye devam etmelisiniz.
- Dininizi tartışmaların hedefi haline getirmemeli, önce asılları (Kitap, Sünnet, sahabe ve tabiinin menhecinin bilgisini) elde etmeyi ve buna göre amel etmeyi amaçlamalısınız. Zira dünyada bulunuş gayesi kulluğu ve tevhidii, Rasululllah sallallahu aleyhi ve sellem'i örnek alarak gerçekleştirmektir. Allah insanları ve cinleri bunun için yaratmıştır. Allah Azze ve Celle seni; abdesti, namazı, orucu, zekatı, haccı, cihadı, ilim tahsilini, ahlak değerlerini ve hayatın bütün meselelerini Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem'e tabi olarak gerçekleştirmen için yaratmıştır.
Vazifelerin arasında kesinlikle; kendisini İslam'a nispet eden kimseleri fert fert, isim isim mürtet sayman gibi bir şey yoktur. Bunun senin vazifen olduğunu iddia eden ya bir şeytan yahut şeytanın uydusu olmuş bir şarlatandır!
Allah'ın kitabı ortada! Orada; kendisini İslam'a nispet eden muayyen şahısları tekfir etmeni emreden tek bir ayet görebiliyor musun?
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sünneti ortada! Sünnette buna delalet eden tek bir hadis bulabiliyor musun?
Sahabe'den nakledilenler de ortada! Sahabeden herhangi birinin, kendisini İslam'a nispet eden münafıklardan birini mürtet saydığını bulabiliyor musun?
Bulamazsın! Bilakis tam aksini bulursun!
O halde nedir bu körlüğün, bu ahmaklığının sebebi? Ne zamana kadar başkaları tarafından mahmuzlanan eşek olmaya devam edeceksin? Allah seni insan olarak yarattı, şereflendirdi, vahye teslim olup uyman için akıl verdi. Ama sen bu şerefi reddederek hayvanlar gibi hatta daha da aşağı olmayı kendine yakıştırıyor, sana dikte edilen söylentilere uyarak sonunu göremediğin uçurumlu yollara koşturuluyorsun!
     

6 Kasım 2018 Salı

Yine Ebu Hanife Meselesi


Satılmış bazıları tarafından yalan yanlış bilgilerle aleyhimde doldurulmuş bazı kimseler, Ebu Hanife Hakkında Sahih Gerçekler adlı risalemde zikrettiğim bazı rivayetler hakkında yapılan itirazları, mahiyetlerinin de ne olduğu hakkında hiçbir fikirleri olmaksızın, öne sürerek itiraz ediyorlar. Öyle ki adı geçen risalemi de iyi okumamışlar, kör bir taassup ile, ne kendi söylediklerinin ne olduğunu biliyorlar, ne de verdiğim cevabı anlayabiliyorlar.

Risalede aktardığım her rivayetin isnadlarının geçtiği kaynağı zikrettim ve isnadların sıhhat durumuna dair hükmünü belirttim. Özet bir risale olması amacıyla hazırlandığı için isnadlar ve ricali tek tek zikredilmemiştir. Zira arap dilini bilenler ve ilim dilinden anlayanlar için müracaat kaynaklarını zaten vermiş bulunuyorum. Lakin bana itiraz cüretinde bulunan safdillerin dikkat etmedikleri bir şey var. Hangi hocalardan naklediyorlarsa artık, kendilerine bu malzemeleri verenler hakikati çok iyi biliyorlar, verdiğim kaynaklarda ne olduğunu da iyi biliyorlar, fakat cahilleri kandırmak için ilmi olarak hiçbir değeri olmayan çürük bir takım kelamlar sunuyorlar, cahiller de bunu ilim zannediyor.

Satılmış saptırıcıların, arapça ve hadis usulü bilmeyen kimseleri aldatmak için kullandıkları birkaç argümanı kısaca açıklayayım ki, aldatılmış asalaklar papağan gibi aynı malzemelerle karşıma çıkıp durmasınlar:

1- El-Evzaî rahimehullah’ın Ebu Hanife hakkında söylediği şu sözün zayıf olduğunu iddia etmişler:

Seleme b. Kulsum’den: el-Evzaî rahimehullah, Ebu Hanife vefat edince şöyle demiştir:

الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَمَاتَهُ، كَانَ يَنْقُضُ عُرَى الإِسْلاَمِ عُرْوَةً، عُرْوَةً

“Onu öldüren Allah’a hamd olsun. İslam’ın bağlarını ilmek ilmek çözüyordu.”[1]

Saptırıcının birisi, verdiğim kaynaklardan yalnızca muteahhir olanlardan el-Hatib el-Bağdadi’nin isnadını söz konusu etmiş ve bu rivayetin aslu senedinden bahsetmeyip, Hatib el-Bağdadi’ye ulaşan müteahhir bir iki ravi hakkında değerlendirmeler sunmaya çalışmış. Halbuki öncelikle rivayetin aslu senedi olan ricale baklamalıydı. Verdiğim kaynaklarda mesela Abdullah b. Ahmed’in isnadı; İbrahim b. Said (el-Cevherî) – Ebu Tevbe (er-Rabî b. Nafi) – Seleme b. Kulsum şeklindedir.

Seleme b. Kulsum sebebiyle Şeyh Mukbil b. Hadi bu isnada hasen demiştir, ben de hasen dedim.  Diğer ravileri ise sahihin ricalidir.

Hatta bunun sahih ligayrihi olduğunu söylerim, çünkü Seleme b. Kulsum, el-Evzai’den bunu rivayette tek kalmamış, sika bir ravi olan Muhammed b. Kesir es-San’anî el-Masisî ona mutabaat etmiştir. Ukayli’nin ve Abdullah b. Ahmed’in diğer rivayetinde; Muhammed b. Kesir, el-Evzai’den aynısını rivayet etmiştir. Ukaylî’nin isnadı sahihtir. Yine Hatib el-Bağdadi’nin rivayetinde Suleyman el-Halebî, el-Evzai’den ikinci cümleyle aynısını rivayet etmiştir.

Lakin tuhaf olanı, kimliği meçhul saptırıcı, Seleme b. Kulsum hakkında Darekutni’nin “çok yanılır” dediğini, Ebu Muaz’dan başkasının onu güvenilir bulmadığını (!), rivayetin zayıf olduğunu vs. ipe sapa gelmez şeyler iddia etmiş.

Hafız el-Mizzî’nin Tehzibu’l-Kemal’de (no: 2466) Seleme b. Kulsum hakkında söylediği şeyi burada arapça lafzıyla aktarıyorum, - böyle istemişler çünkü –

قال أبو زرعة الدمشقى: قلت لأبى اليمان: ما تقول فى سلمة بن كلثوم ؟ قال ثقة كان يقاس بالأوزاعى  وقال أبو توبة: حدثنا سلمة بن كلثوم و كان من العابدين ولم يكن فى أصحاب الأوزاعى أهيأ منه

“Ebu Zur’a ed-Dimeşki dedi ki: “Ebu’l-Yeman’a: “Seleme b. Kulsum hakkında ne dersin?” dedim. Dedi ki: “Sikadır. O el-Evzai ile kıyaslanırdı.” Ebu Tevbe dedi ki: “Bize Seleme b. Kulsum tahdis etti, o abidlerden idi ve el-Evzai’nin ashabı içinde ondan daha düzenlisi yoktu.” Zehebi Tarihu’l-İslam’da (6/431) aynısını nakleder.

Hafız İbn Hacer et-Tehzib’de “saduk” demiş, Zehebi ise el-Kaşif’te “Sika, nebil” demiştir. Nitekim İbn Hacer, et-Telhisu’l-Habir’de (2/264) isnadında Seleme b. Kulsum’un bulunduğu hadis hakkında: “İsnadın zahiri sahihtir, bütün ravileri sikadır” demiştir.

Alauddin İbn Moğultay, İkmalu Tehzibi’l-Kemal’de (no:2133) şöyle der:

ذكره ابن خلفون في «الثقات»، وقال أبو عمر بن عبد البر: ثقة.

“İbn Halfun, es-Sikat’ta zikretti ve Ebu Ömer İbn Abdilber dedi ki: “Sikadır”

Böylece Seleme b. Kulsum’u zayıf saymaya çalışmaları da çöpe gitmiştir.

Muhtasar olarak hazırladığım risalemde isnadları ve ravileri tek tek zikretmedim. Verdiğim kaynakları incelemekten üşenerek, isnad zincirlerini ve ravi değerlendirmeleri görmek isteyenler, Şeyh Mukbil b. Hadi rahimehullah’ın Neşru’s-Sahife adlı kitabına da bakabilirler.

2- Ebu Hanife hakkında Yahya b. Main’in sika dediğini iddia etmeye devam ediyorlar. Halbuki risalemde bu iddianın doğru olmadığını açıklamıştım. Okumamışlar, tekrar edeyim:

Menakıbu Ebi Hanife adıyla yayınlanan ve Türkçeye de tercüme edilen esere gelince, bu eser, yayınlanan şekliyle Zehebi'ye ait değildir. Bildiğim kadarıyla Zehebi'nin aynı isimdeki orijinal eseri kayıptır. Ebul-Vefa Efgani Zehebi'nin eserlerinden derleme yaparak Zehebi'nin verdiği isimle yayınlamış ve Ebu Hanife'ye aşırı taassubuyla bilinen M. Zahid el-Kevserî eserin orijinal olmadığıyla ilgili bir açıklama yapmaksızın tedlis yaparak Efgani'nin derlemesini tahkik etmiştir. Bu derleme risalede yalnızca Ebu Hanife'nin fıkhî re'ylerini, ibadetlerini vs. öven kimselerin nakline yer vermiş, re'yi konusunda onu eleştiren rivayetler ile hadisteki zayıflığı ve akidesinin bozukluğu hakkında nakledilenlere değinmemiştir. Yine Kevseri, tahkikinde Ebu Hanife'yi öven sözlerin isnadlarının sıhhatini tahkike hiç girmemiştir.

Mesela Yahya b. Main'in Ebu Hanife hakkında "sika" dediği ve övdüğüne dair rivayet zayıf bir ravi olan Muhammed b. Sa'd el-Avfî yoluyla gelmiştir.

Yahya b. Main’in Ebu Hanife hakkında sika dediğine dair rivayetlerin isnadını Hatibu’l-Bağdadi Tarih’inde (13/449) zikretmiştir. Bu rivayetler içinde sahih olanı, Yahya b. Main’in yanında Ebu Hanife hakkında “kezzab” denilince, İbn Main Ebu Hanife’nin yalancı olmadığını, saduk olduğunu, fakat hadis şeyhlerinden olmadığını söylemiştir. Yani İbn Main yalnızca Ebu Hanife’nin yalancılıkla nitelenmesine karşı çıkmış, hadiste zayıf oluşunu da belirtmiştir.

İbn Main’in Ebu Hanife hakkında “la be’se bih” dediği sözüne gelince, bunun isnadında Cafer b. Durustuye zayıftır. Hanefi mutaassıpları bu sözü de eksik naklettikleri için bu bir ta’dil zannediliyor! Bu rivayette İbn Main: “Ebu Hanife sıdk ehlindendir, yalanla itham edilmedi”, diğer rivayette: “onda beis yok, yalan söylemezdi ” demiştir. Görüldüğü gibi bu tadil sözü Ebu Hanife’nin adaleti hakkındadır, hıfzı hakkında değildir. Bu da Ebu Hanife’nin zayıf olduğunu, ancak şiddetli zayıflardan, metruk ravilerden olmadığını ifade eder. Lakin belirttiğim gibi Yahya b. Main’e kadar ulaşan isnadı zayıftır.

Yahya b. Main’in Ebu Hanife hakkında “sikatun, sikatun” lafzıyla ta’diline dair rivayet uydurmadır. İsnadında Ahmed b. es-Salt el-Himmani (Ahmed b. Atiyye diye meşhurdur) yalancıdır. Ahmed b. Salt’ın Yahya b. Main’den Ebu Hanife’yi tevsik ettiğine dair birkaç rivayeti de vardır. Bunlar yalandır. Nitekim Hatib el-Bağdadi bu nakillerin ardından: “Ahmed b. es-Salt sika değildir” diyerek uyarmıştır.

Salih b. Muhammed Cezere el-Esedi’nin Yahya b. Main’den nakline dair meçhul sigayla yapılan rivayetin isnadını ise hiçbir yerde bulamadım. Bunu nakleden herkes, İbn Hacer, Zehebi veya Mizzi’nin muallak olarak zikrettiği bu rivayeti isnadsız olarak nakletmekle yetinmişlerdir.

Yahya b. Main'den sahih olarak, isnadıyla gelen rivayet ise Ebu Hanife hakkında "zayıf" diğer bir sahih rivayette: “Ebu Hanife mürcie idi, bidatine davet edenlerden idi ve hadiste bir şey değildir”, diğer bir sahih rivayette de: “Ebu Hanife’den hadis yazılmaz” dediğine dair rivayettir.

Sonuç olarak, Ebu Hanife’yi hadis konusunda hiçbir imam ta’dil etmemiş, bu konuda sahih bir rivayet gelmemiştir. Abdullah b. Suleyman b. el-Eş’as, hadis imamlarının Ebu Hanife’yi cerh etme hususunda icma ettiklerini nakleder. Bunu Şeyh Mukbil b. Hadi Neşru’s-Sahife’de (s.302) zikretmiştir.

Ebu Hanife hadisteki zayıflığını bizzat kendisi de itiraf etmiştir. Tirmizî, İlelulKebir’de (2/447) sahih bir isnad ile Ebu Hanife’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Size rivayet ettiğim hadislerin genelinde hata vardır.”  Hanefi hadis hafızlarından Zeylai de “alışveriş ve şart” ile ilgili hadisten bahsederken Ebu Hanife’nin hadiste zayıf olduğunu itiraf etmiştir.

Maalesef bu meselede yazan yazarlar ya taassup sebebiyle, ya toplumun tepkisinden korkusundan çekindiklerinden, ya da cahilliklerinden, Ebu Hanife hakkında adil davranmıyorlar! Diğer bazıları da: “Ebu Hanife yahudi idi” gibi aşırı, Ebu Hanife’nin cerhi hakkında sahih olmayan rivayetleri de kullanmak suretiyle, bazen “Ebu Cife” diye hakaret ederek cerh zikretmektedirler. Bu yazarlardan insaflı olanı: “Hanefilerden özür dilemek söylemeliyim ki, hadis imamları Ebu Hanife’nin hadiste zayıf olduğunu söylemiştir” diyor.

Devamı ve öncesi için adı geçen risaleme bakınız.
Bu da asalaklara (üzerine uyan herkes alınabilir):
Eşşek olursanız semer vuran çok olur! Ben uyarmaktan bıktım, siz aldatılmaktan bıkmadınız! Risalem, okumak isteyenler için ortada, indiriyorsunuz, ama okumuyorsunuz, size kim ne hedef göstermişse kör kör saldırıyorsunuz! Güya Ebu Hanife'ye kafir demişim, daha neler neler… Önce okuyun, ne dediğimi kendiniz görün, siz de anlayabilirsiniz merak etmeyin, yazdıklarımı anlamak için aldatıcıların tefsirlerine ihtiyacınız yok. Sonra kendiniz pişman ve rezil olursunuz. Bilin ki, Ebu Hanife hakkında işlerine gelmeyen bir çok gerçekleri sizden gizleyenler, akidevî ve amelî bir çok konuları da gizleyip saptıran yalancı kimselerdir.



[1] Hasen. Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1/207) İbn Hibban Mecruhin (3/66) Hatib Tarih (13/418) İbn Adiy el-Kamil (7/8) Ukayli ed-Duafa (4/268) Mukbil b. Hadi Neşru’s-Sahife (s.309)

4 Kasım 2018 Pazar

Hicret'i İnkâr Edenlere el-Elbani'nin Cevabı

Daha önce el-Elbani rahimehullah’ın “Fetihten sonra hicret yoktur” hadisini öne sürerek hicreti inkâr eden bazı muasır bid’atçilere verdiği cevabın tercümesini aktarmıştım. Ne hikmettir ki, selefin “Bid’ate sapanlardan anlayış alınır” sözünü doğrular şekilde bazı geri zekalılar el-Elbani’nin bu fetvasını tam aksi istikamette yorumlayarak, hicret gibi, nas ve icma ile sabit olan önemli bir din esasını inkara kalkışarak zındıklaşmışlardır! Konu hakkındaki nas ve icma gayet açık olmakla beraber, şeytanın askerlerinin Şeyh el-Elbani rahimehullah’ın adını da bu batıl hevalarına uydurmalarına mani olmak adına, el-Elbani rahimehullah’ın bu konudaki başka bir ifadesini kısaca özetleyerek aktaracağım:
El-Elbani es-Sahiha’da şöyle demiştir: “Hafız İbn Kesir Tefsir’inde (1/542 Nisa suresi 97-100 ayetleri) dedi ki: “Bu ayeti kerime müşriklerin arasında yaşayan herkes hakkında geneldir. Bu, hicrete gücü yeten ve (bulunduğu beldede) dini ikame etmeye imkânı olmayan her kes, hicret etmediği takdirde nefsine zulmetmiştir ve bu ayetin nassı ile onun haram işlediğinde icma vardır.”
Alim ve fakih olan kimse bu ayetin umumi ifadesinin küfür beldelerinden hicret etmekten daha fazlasına delalet ettiği hususunda da şüphe etmez. Nitekim İmam Kurtubî rahimehullah Tefsirinde (5/346) açıkça bunu belirtmiş ve şöyle demiştir: “Bu ayette günah işlenen yerlerden de hicret etmek gerektirine delil vardır. Said b. Cubeyr rahimehullah dedi ki:
إذا عمل بالمعاصي في أرض فاخرج منها، وتلا: (ألم تكن أرض الله واسعة فتهاجروا فيها؟
“Bir yerde günahla amel ediliyorsa oradan çık.” Sonra “Allah’ın arzı geniş değil miydi, ordadan hicret etseydiniz ya” (Nisa 97) ayetini okudu.
Bu eseri İbn Ebî Hâtim Tefsir’inde (2/174) sahih isnadla Said b. Cubeyr rahimehullah’tan rivayet etmiştir. Hafız İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (8/263) buna işaret ederek diyor ki: “Said b. Cubeyr rahimehullah bu ayetten günah işlenen yerden hicret etmenin vacip olduğunu istinbat etmiştir.”
Nitekim bazı cahil hatipler, doktorlar ve prof.lar Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Fetihten sonra hicret yoktur” hadisinin hicreti mutlak olarak nesh ettiğini zannetmişlerdir. Bu kitap, sünnet ve imamların sözleri hakkında utanç verici bir cahilliktir. Nitekim ilim iddia eden bir prof. ile aramda geçen bir münakaşada onun bunu zikrettiğini işittim! Az önce işaret ettiğim hatip, tevbenin kesilmeyeceğini açıkça bildiren hadisi “Hicret tevbe kesilmedikçe devam eder, tevbe kapısı da kıyamet gününe kadar açıktır…” şeklinde zikredince cevabı yeterli bulmadı. Bu yüzden değerli okuyuculara Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin zikredilen iki hadis arasında çelişki olmadığı hakkında söylediklerini aktaracağım. Mecmuu’l-Fetava’da (18/281) diyor ki:
“Her ikisi de haktır. Birincisi belli bir zamanla sınırlı hicretin kastedildiği hadistir. Bu da Mekke’den ve başka arap bölgelerinden Medine’ye hicret hakkındadır. Zira bu hicret, Mekke ve diğer küfür diyarı olan bölgelerde yaşayanlar hakkında meşru idi. O zamanlar iman Medine’de idi. Daru’l-Küfürden, Daru’l-İslam’a hicret, gücü yeten herkese farzdır. Mekke feth edilince orası Daru’l-İslam halinde geldi ve araplar İslama girdiler. Bu bölge de tamamen daru’l-islam haline geldi.
Fetihten sonra hicret yoktur” hadisi, bir yerin daru’l-küfür veya daru’l-iman olmasıyla alakalıdır. Bu ayrılmaz bir sıfat değildir. Bilakis orada yaşayanların durumuna göre değişken bir sıfattır. Sakinleri takvalı mü’minler olan bir yer, o vakit Allah dostlarının diyarıdır. Sakinleri belli bir vakitte kafirler olan yerler daru’l-küfürdür. Sakinleri fasıklardan oluşan bir dönemde bu yer daru’l-fısk /günah diyarıdır. Eğer bu yerin halkının durumları değişirse, diyarın hükmü de buna göre olur. Yine mescidin halkı sarhoşlara dönüşürse orası daru’l-fısk, daru’z-Zulm veya Allah’a ortak koşulan bir kiliseye dönüşür.  Yine meyhane daru’l-fısk iken Allah’a ibadet edilen bir mescide dönüştürülürse durum buna göre olur. Yine salih bir adam bir fasıka veya mü’min bir adam bir kafire dönüşebildiği gibi bunun aksi de söz konusu olabilir. Her biri duruma göre değişir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Allah iman etmiş ve mutmain bir karyeyi misal verdi…” Ayet Mekke’de nazil olmuştur. O zamanlar orası küfür diyarı iken bu belde en üstün ve Allah’ın en sevdiği bölge olmaya devam ediyordu. Ancak küfür diyarı derken orada yaşayanlar kastedilmektedir. Nitekim Tirmizî merfuan rivayet ediyor: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi kastederek şöyle buyurdu: “Vallahi sen Allah’ın en üstün arzısın ve Allah’ın en sevdiği yersin. Şayet beni kavmim senden çıkarmasaydı ben çıkmazdım.” (İsnadı sahihtir. Bkz.: Tahricu’l-Mişkat 2725)
Diğer rivayette: “Allah’ın en hayırlı arzı ve Allah’ın bana en sevimli olan arzı” lafzıyla gelmiştir. Böylece Allah’a ve rasulüne en sevimli yerin Mekke olduğu ortadadır. Medine’de kaldığı yer ve onunla beraber kalan müm’inlerin hicret diyarı olduğu için Medine Mekke’den daha üstündü. Bu yüzden sınırlarda nöbet tutmak, Mekke ve Medine’de yaşamaktan da üstündür. Nitekim Sahih’te sabit olduğu üzere: “Allah yolunda bir gün ve bir gece nöbet tutmak, bir aylık oruç ve gece kıyamından üstündür. Kim nöbette iken ölürse mücahid olarak ölmüş olur. Ameli ve cennetten rızkı ona devam eder ve fettandan (kabir azabından) emin olur.” (Muslim ve başkaları rivayet etti. Bkz.: İrva (1200)
Sünen’de Osman radiyallahu anh’den, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Bir gün Allah yolunda nöbet tutmak, bin gün başka bölgelerde durmaktan üstündür.” (Tirmizî hasen dedi, Hakim ve Zehebi sahih dediler. El-Muhtare ta’likimde (no:307) tahric ettim)
Ebu Hureyre radiyallahu anh dedi ki: “Alah yolunda bir gece nöbet tutmam benim için kadr gecesini Haceru’l-Esved’in yanında ikame etmemden daha sevimlidir.” (Bilakis bu merfudur. İbn Hibbân ve başkaları sahih isnadla rivayet ettiler es-Sahiha (1068)’de tahric ettim)
Bu yüzden yerin en üstünü her insanın içinde Allah’a ve rasulüne en iyi itaat ettiği yerdir. Bu durumlara göre değişir. İnsan için belli bir yer tayin edilmez. Ancak her insan hakkında, takva, itaat, huşu, hudû ve huzura göre farklı yerler daha üstün olabilir. Nitekim Ebu’d-Derda radiyallahu anh, Selman radiyallahu anh’e:
“Mukaddes arza gel” diye mektup yazınca, Selman radiyallahu anh şöyle cevap yazdı:
“Muhakkak ki arz mukaddes olmaz, ancak kul ameliyle mukaddes olur.” Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Selman ile Ebu’d-Derda radiyallahu anhuma’yı kardeş kılmıştı. Selman radiyallahu anh Ebu’d-Derda’dan genel olarak bir çok konuda daha fakih idi. Bu husus da bunlardan birisidir. Nitekim Allah Teâlâ, Musa aleyhi's-selâm’a şöyle buyurmuştur: “Sana fasıkların diyarını göstereceğiz.” Bu diyar Amalika halkının diyarı idi. Sonra mü’minlerin diyarı haline geldi. Burası, Kur’an’ın arz-ı mukaddese diye gösterdiği, Allah’ın İsrailoğullarını varis kıldığı Mısır diyarıdır. Beldelerin durumları, kulların durumları gibidir. Kişi bazen müslüman, bazen kâfir olur. Bazen mü’min, bazen münafık olur. Bazen iyi ve takva sahibi, bazen fasık, facir ve şakî olur. Aynı şekilde mekânlar da sakinlerine göredir. İnsanın küfür ve günah mekanından iman ve taat mekanına hicret etmesi küfür ve isyandan tevbe ederek iman ve taate dönmesi gibidir. Bu emir kıyamet gününe kadar devam eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “İman edenler ve bundan sonra hicret eden ve sizinle beraber cihad edenler, işte bunlar sizdendir.” (Enfal 75) Seleften bir topluluk dediler ki: “Kıyamet gününe kadar iman edip hicret ve cihad eden herkes buna dahildir.”
Yine Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Sonra Rabbin, zulme uğradıktan sonra hicret eden, sonra savaşan ve sabreden kimseler için, evet Rabbin, onların bu fiillerinden sonra çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir” (Nahl 110) Şeytanın dini hakkında fitneye düşürdüğü veya günaha düşürdüğü, sonra kötülükleri terk ederek nefsiyle ve diğer düşmanlarla cihad eden, iyiliği emir ve kötülüğü yasaklama ile münafıklarla cihad eden, başına gelen sözlü ve fiillere sabreden herkes bu ayetin kapsamına dahildir. Allah Subhanehu ve Teâlâ en iyi bilendir.”
Diyorum ki (el-Elbanî): “Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın ilminden olan bu hakikat incileri, Allah’ın dinini inkar eden o cahil hatipler, yazarlar ve doktorların ne kadar cahil olduklarını göstermektedir.” (el-Elbani es-Sahiha 6/849-855)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)