Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Bid'atçiye Selam Vermek, O'na Sevgi Beslemektir!


İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullah şöyle demiştir:
 (إذا سلم الرجل على المبتدع فهو يحبه قال النبي صلى الله عليه وسلم : ألا أدلكم على ما إذا فعلتموه تحاببتم؟ أفشوا السلام بينكم)
"Bir kimse bid'atçiye selam veriyorsa onu seviyor demektir. Zira Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: "Dikkat edin! Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz şeyi size göstereyim mi? Aranızda selamı yayın."
(el-Âdâbu'ş-Şer'iyye 1/233)

Mescidde İlim Talebi Allah Yolunda Cihad Gibidir

Ebû Hureyre radıyallahu anh'den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ دَخَلَ مَسْجِدَنَا هَذَا لِيَتَعَلَّمَ خَيْرًا أَوْ يُعَلِّمَهُ كَانَ كَالْمُجَاهِدِ فِي سَبِيلِ اللَّهِ، وَمَنْ دَخَلَهُ بِغَيْرِ ذَلِكَ كَانَ كَالنَّاظِرِ إِلَى مَا لَيْسَ لَهُ
"Bu mescidimize bir hayır öğrenmek veya öğretmek üzere giren kimse Allah yolunda cihad eden gibidir. Başka bir şey için giren kimse ise, kendisinin olmayan bir şeye bakan kişi gibidir."
Sahih. Ahmed (2/350, 418, 526) İbn Mace (227) Taberani (6/175) İbn Hibban (1/287) Hakim (1/169)

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Kişi Sevdiğiyle Beraberdir Sözüne Aldanma!


Hasen el-Basrî rahimehullah şöyle demiştir:
Ey Adem oğlu! “Kişi sevdiğiyle beraberdir” sözüne aldanma. Zira bir topluluğu seven, onların izlerine tabi olur. Onların izlerine tabi olmadıkça, onların yolunu takip etmedikçe, onların sünnetine uymadıkça, onların menheci üzerinde sabahlayıp, onların menheci üzerinde akşamlamadıkça, onlardan olmaya hırs göstermedikçe, onların yolunu tutmadıkça iyilerin arasına katılamazsın. Amelde kusurlu olsan bile onların yolunu tut. Zira işin başı istikamet üzere olmandır. Yahudileri, Hristiyanları ve Hevâ ehlini görmüyor musun? Nebilerini sevdiklerini söylerler ama onlarla beraber değillerdir. Çünkü onlar söz ve amelde onlara muhalefet etmişler, onların yolundan başka bir yol tutmuşlar ve cehennemlik hale gelmişlerdir. Böyle olmaktan Allah’a sığınırız.”
İbn Receb, İstinşaku Nesimi’l-Uns (s.87)

"Hadis Ehli" Yahut "Selefi" Diye İsimlendirilmek Yeterli Değildir


Şeyh Mukbil b. Hâdi rahimehullah’a şöyle soruldu: “Burada “Britanya’aki Hadis Ehli” denilen bir cemaat var. Lakin onlar bilgisayar hesabına göre Ramazan orucunu tutuyorlar. Yine bilgisayar hesabına göre iftar ediyorlar. Müslüman bir topluluğun onlara bu konuda tabi olmaları caiz midir? Yani onlarla beraber oruç tutup onlarla beraber bayram yapabilirler mi? Yoksa onlara muhalefet edip Suudiyye gibi herhangi bir İslâmî devlete mi tabi olmalıdırlar?”
Cevap: Onlara nasihatimiz orada hilali araştırmalarıdır. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Hilali görünce oruç tutun, hilali görünce iftar (bayram) edin” buyurmuştur. Hilalin doğuş yerinin (metâli’) Britanya ile Suudiyye arasında aynı olmayacağından endişe eden kimse bunu yapamaz. Lakin bizzat hilali araştırmalıdırlar. Batıdan hilalin doğduğunu gördükleri zaman oruç tutarlar, yine batıdan hilalin doğduğunu gördükleri zaman iftar ederler. Nitekim Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ayın yirmi dokuz veya otuz gün olabileceğini haber vermiştir. Onların bizzat gözlemlemeleri gerekir. Allah yardım etsin. Ama o kimselere gelince, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in: “Hilali görünce oruç tutun, hilali görünce iftar (bayram) edin” hadisine muhalefet etmektedirler.
Mücerred olarak “Hadis ehli” diye isimlendirilmeleri yeterli değildir. Onların hadisle amel eden kimseler mi, yoksa mezhepçi mi, yahut hizipçi mi veya daha başka sapık fırkalardan mı olduklarının bilinmesi zorunludur. İsimle nispet edilmek yeterli değildir. “Falan muhaddis” diye isimle nispet yeterli değildir! Nice muhaddis var ki aşırı bir sufidir. Nice muhaddis var ki aşırı bir şiidir. Nice muhaddis var ki bid’atçi bir sapıktır. Allah yardım etsin.”

Kaynak: Londra’dan sorular adlı kaset. 
 
http://www.olamayemen.com/index.php?article_id=10795

Haricîler Yönetici Olursa Ne Olur?

Ali radıyallahu anh Haricîler hakkında şöyle demiştir:
"Onlar Kur’ân kârîleri değillerdir. Dinde fakih değillerdir. Te’vil hususunda alim de değillerdir. Bu işe (yöneticiliğe) ehil de değillerdir. Vallahi şayet onlar size yönetici olsaydılar elbette aranızda Kisra ve Hirakl’in amelleriyle amel ederlerdi.” Tarihu’t-Taberî (5/78)

10 Ağustos 2014 Pazar

Selefin Menhecine Uymayanları Selefî Zannedenler Elbette Bid'atçi'yi Tanıyamazlar


Şeyh Salih el-Fevzan şöyle demiştir: “Bid’atçiye hecr uygulamak (darılmak) ve onlardan uzaklaşmak matlup (istenen) bir iştir. Ta ki onlarla oturanlar özellikle de cahiller ve yeni başlayan kimseler onlardan etkilenmesinler. Şerlerini bulaştırmamaları için onların bid’atçilerden uzaklaşmaları, onlarla oturmamaları, onlardan ilim almamaları gerekir.
Lakin bid’atçi kimdir? Bid’atçinin kim olduğunu bilmek gerekir. Çünkü bazı kimseler görüşüne muhalefet eden herkes hakkında bid’at ifadesini kullanıyorlar. Bid’atın ancak ilim ehli tarafından bilinen şer’î kuralları vardır. Köklü alimler bid’atin kurallarını bilirler. Her günah işleyen veya muhalefet eden herkes bid’atçi olmayabilir…”

Yine Şeyh Salih el-Fevzan, başka bir fetvasında şöyle demiştir:
“Hamd Allah içindir. Allah’ın rasulüne, âline, ashabına ve onlara dost olanlara selam olsun. Bundan sonra:
Muhakkak ki selef, herkesi bid’atçi saymazlardı. Bid’at kelimesini bazı muhalefetleri bulunan herkes için kullanmakta aşırı gitmezlerdi. Bid’atle vasıfladıkları ancak; delili olmayan bir fiil işleyerek, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in meşru kılmadığı bir ibadetle Allah’a yakınlaşmaya çalışanlardır. Bu da Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in: “Her kim emrimiz olmayan bir amelde bulunursa reddolunur” hadisinden alınmıştır. Diğer rivayette: “Her kim şu emrimizde ondan olmayan bir şey çıkarırsa reddolunur” şeklindedir.
Bid’at; dinde Allah’ın kitabında ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetinde delili bulunmayan yeni bir şey çıkarmaktır. Bid’at işte budur.
Bir şahsın dinde bir bid’at çıkardığı sabit olursa ve bundan dönmeyi kabul etmezse, selefin menheci böyle kimselere hecr/dargınlık uygulamaları ve ondan uzaklaşıp onlarla oturmamalarıdır.
Bu onların (selefin) menhecidir. Lakin söylediğim gibi bu, onun bid’atçi olduğunun sabit olmasından sonradır. Nasihat edildiği halde bid’atinden dönmezse işte o zaman onun zararı kendisiyle oturanlara ve onunla bağlantısı olanlara da bulaşmasın diye ona hecr/darılma uygulanır. Bu, insanları bid’atçiden ve bid’atlerden sakındırmak içindir.
Ama görüşünde muhalefet eden herkes hakkında bid’at ifadesini kullanmak ve “bu bir bid’atçidir” demekte aşırılığa gelince, herkes diğerini bid’atçi olarak suçlar. Halbuki bid’atçi dediği bu şahıs dinde yeni bir şey çıkarmamıştır. Sadece şahıslardan birine veya cemaatlerden bir cemaate muhalefet etmiştir. Böyle bir kimse bid’atçi olmaz.
Bir haram veya bir günah işleyen kimse âsî/günahkar olarak isimlendirilir. Her günah işleyen bid’atçi değildir. Her hata eden kimse de bid’atçi değildir. Zira bid’atçi; dinde; ondan olmayan bir şey çıkarandır. Bid’atçi işte budur. Ama bid’at ismini kullanmakta aşırı giden ve muhalefet eden her şahsa bid’atçi demek doğru değildir. Nitekim muhalefet eden kişi isabetli olabilir. Bu selefin menheci değildir.”

Allah ve Rasulünden Başkası Adına Hizipçilik/Grupçuluk Yapan Herkes ve Sünnet Ehline Düşmanlık Eden Herkes Bid’atçidir
Şeyh Rebi b. Hadi şöyle demiştir: “Allaha yemin olsun bizler hizipçileri/gruplaşanları bid’atçi olarak görürüz. Hizipçiler arasında olan bid’atçilik, diğer bid’atçilerden daha şerlidir. Allah’a sığınırız. Çünkü bu hizipçi Allah’ın hak davetinden ayrılmaktan selamette kalamaz. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaate karşı harbetmekten selamette kalamaz. Bid’at ve batıl ehline dostluk etmekten selamette kalamaz. Zira gördünüz gibi hizipler/gruplar bid’at ve sapıklık ehliyle karışık topluluklardır.
Bid’at ve sapıklıklardan arınmış olan hiçbir hizip bilmiyorum. Bid’atçilerle karışan, onlara yakınlık gösteren, onlara yardım eden, onların Allah’ın hak menhecine muharebe halinde olan menheclerine revaç veren bu kimseler nasıl selefi bir sünnî olabilirler? Hizipçiliğin tehlikesini iyiden iyiye düşünmeyi gerektiren meseleler vardır. Nazarımda Allah Tebarek ve Teâlâ’nın gazabını en çok çeken hareket noktaları ve menhecler; “biz selefiyiz” dedikleri halde İhvan(ul Muslimin) ve Tebliğ (cemaati) ile beraber olanlardır.
Allaha yemin olsun bunlar, te’dip edilmeyi ve aşağılanmayı başkalarından daha çok hak ediyorlar. Onların selefilik iddialarında samimi olduklarını zannetmiyorum. Vallahi şayet samimi olsalar, bid’at ehliyle karışıp onlarla oturmazlar, onlara destek olmaz, onlara yakınlık göstermezler, sünnet ehline düşmanlık etmezlerdi. Bu durum onların iddialarında samimi olmadıklarına bir delildir.
Şayet selefin menhecinden razı olsalardı ve bunun hakikatini bilselerdi niçin bu menhecin ehlini terk etsinler? Onlara harp açıp onlardan ayrılsınlar ve onlara husumet besleyen bâtıl ehliyle, bâtılın davetçileriyle ve bâtılın yardımcılarıyla niçin gitsinlerdi? Benim görüşüm o ki; bütün hizipçiler bid’atçidir. Çünkü onlarda bid’at ehlinden bile daha şerli özellikler ve ameller vardır. Herhangi bir hizbe/gruba uyan herkesten şiddetle sakınılmalıdır. Ancak davetinde, akidesinde ve menhecinde peygamberlerin ve rasullerin tuttukları yolda yürüyen, dostluğunda ve düşmanlığında imanın en sağlam kulpu olan; velâ ve berâ’yı, Allah için sevme ve Allah için buğzetmeyi gözeten hariçtir. Bu hizipçiler(grupçular, dernekçiler) de aynı şeyi söyler, lakin Allah’ın dostlarına buğz ve düşmanlık ederler, onların menhecine harp açar ve doğru yoldan alıkoyar, ondan uzaklaştırırlar. Peki böyle birisi nasıl selefi olabilir? Nasıl sünnet ehli olabilir?”

Kaynak: Mecmuu Kütüb ve Resail ve Fetava el-Allame el-Mucahid Rebi el-Medhali (14/161, 162)

8 Ağustos 2014 Cuma

Sünnet Ehline Velâ ve Bid'at Ehline Berâ Uygulamayanlar


Bid’at ehlinin reddedilmesine karşı çıktığı halde sünnet ehlini eleştirmekten geri durmayan bazı kimseler, sitemde sürekli olarak bid’at ehline saldırı olduğu, "yoksa güya kendilerinin dernekleri bid’at, mescidleri sünnet olarak kabul ettiklerini" iddia ediyorlarmış. 
Bu kimseler, mevzu bahis bid’atlere ve bu bid’ati işleyenlere buğz etmedikçe, Rasul sallallâhu aleyhi ve sellem’e muhalefetlerinden tevbe edip, ıslah etmedikçe ve bid’at ehline saldırılarımı haklı görmedikçe onlara da Allah için buğzumuz devam edecektir. Zira bu menhec, Selefîliğin olmazsa olmazıdır. Deyyusîyye (Ebu Said Yarbuzi ve çömezleri) fırkasının saptırmaları Allah’ın izniyle selefin menhecine bir zarar veremeyecektir.

Bid’at ehline dostluk etmek, onları övmek, onlarla oturmak ve onlara teşvik etmenin haramlığında icma vardır:

Şeyh Bekr b. Abdillah Ebu Zeyd rahimehullah, Hecru’l-Mubtedi adlı eserinde bid’atçilere karşı hecr/dargınlık uygulamanın şekilleri, çeşitleri, şartları, kitap, sünnet, ashabın uygulaması ve icmadan delillerini zikretmiştir.

Kadı Ebu Ya’la rahimehullah: “Sahabe ve Tabiun, bid’atçilerle bağların koparılmasında icma etmişlerdir” demiştir.[1]

İmam Gazalî rahimehullah: “Selefin isyan ehline karşı buğzetme yolları farklıdır. Lakin hepsi de zalimlere, bid’atçilere ve günahı başkasına bulaşacak olan günahkarlara karşı buğz ortaya koyma hususunda ittifak etmişlerdir.”[2]

Ebu Osman es-Sabunî Akidetu’s-Selefi Ashabi’l-Hadis’te şöyle demiştir: “Bid’at ehlinin kahredilmesi, onların zelil edilmeleri, onların aşağılanmaları, onlardan uzaklaşılması, onlarla arkadaşlık etmekten ve beraber bulunmaktan uzak durulması, onlardan uzaklaşmak ve onlara darılmak suretiyle Allah Azze ve Celle’ye yakınlaşılması hususunda ittifak etmişlerdir.”[3]

Ebu Abdulmuiz Ferkus şöyle demiştir: “Dinde bid’atlerle savaşılması, bid’atlerin terk edilip ondan sakındırılması ve bid’at ehline şiddet ve sertlik gösterilmesi selefi menhecin en bariz özelliklerindendir. Zira bid’atler, ibadetin iki şartından biri olan Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e ittiba etmeye aykırıdır.”[4]

Begavî rahimehullah şöyle demiştir: “Sahabe, Tabiin ve onlara tabi olan sünnet alimleri bid’at ehline düşmanlık ve onlara darılmak hususunda icma ve ittifak etmişlerdir.”[5]

İbn Ebi Zemeneyn rahimehullah şöyle demiştir: “Ehl-i sünnet, saptırıcı heva ehlini ayıplamaya, onlarla oturmaktan yasaklamaya, fitnelerinden korkutmaya ve onların ahlaklarını haber vermeye devam etmişler, bunu gıybet olarak ve onlara bir hakaret olarak görmemişlerdir.”[6]

Şatıbî şöyle demiştir: “Kurtulan fırka olan Ehl-i Sünnet, bid’at ehline düşmanlık etmekle, onları kötülemekle, onların yolunu eleştirmekle, onlarla savaşmakla emrolunmuşlardır. Nitekim alimler, onlarla arkadaşlık etmekten, beraber oturmaktan sakındırmışlardır. Bunun düşmanlık ve kin yaydığı zannedilir. Lakin bunu hafife almak cemaatten ayrılmaya ve sonradan çıkarılan işlerle müminlerin yolundan başkasına tabi olmaya sebep olur. Nasıl olur da biz onlara düşmanlık etmekle ve onlar da bize dostluk etmekle ve cemaate dönmekle emrolundukları halde onlara mutlak olarak düşmanlık etmeyelim?”[7]

İmam Taberi, “Onlarla beraber oturmayın” (Nisa 140) ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: “Bu ayette batıllarına daldıklarına – bid’atçi veya fasıklardan her türden - bâtıl ehliyle oturmaktan yasaklamaya açık bir delil vardır.”[8]

Buhari Sahih’inde: “Günah işleyene darılmanın caiz olması babı”, “bir günah işleyene selam vermeyen kimse ve tevbe ettiği ortaya çıkıncaya kadar onun selamını almayan kimse babı ve günahkarın tevbe ettiği ne zaman anlaşılır babı, Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma dedi ki: “içki içene selam vermeyin” babı”[9] şeklinde başlıklar açmıştır.

Ebû Dâvûd rahimehullah Sünen’inde: “Heva ehlinden uzaklaşmak veya onlara buğzetmek babı, heva ehline selamı terk etmek babı”[10] şeklinde başlıklar açmıştır.

Nevevî, Riyazu’s-Salihin’de “Müslümanlar arasında üç günden fazla dargın kalmanın haramlığı, ancak bid’at sebebiyle veya açıktan işlenen günah sebebiyle dargın kalınacağı babı” şeklinde başlık açmıştır.[11]

Begavi rahimehullah Şerhu’s-Sunne’de “Heva ehlinden uzaklaşma babı” açmıştır.[12]

Munziri, et-Tergib ve’t-Terhib’de: “Şerli kimseleri ve bid’at ehlini sevmekten sakındırma. Zira kişi sevdiğiyle beraberdir babı” açmıştır.[13]

İmam Ahmed şöyle demiştir: “Onlara reddiye vermekten aciz olan yahut onlara aldanmaktan korkan veya başkasına zarar vermesinden korkulan kimsenin, küfreden yahut bir bid’atle günah işleyen veya saptırıcı yahut günaha düşürücü bir bid’ate davet eden kimseye darılması gerekir.”[14]  

İbn Abdilberr rahimehullah şöyle demiştir: “Ancak edeplendirilmesi umulan veya bid’ati veya başka bir sebeple şerrinden korkulan kimseye hecr (darılma) uygulanır.”[15]

Yine şöyle demiştir: “Alimler Müslümanın kardeşine üç günden fazla küsmesinin caiz olmadığında icma etmişlerdir. Ancak konuşulması ve bağların devam ettirilmesi halinde dinine zarar gelmesinden korkulan veya dini veya dünyası hususunda nefsine zarar vermesinden korkulan kimseye dargınlığı devam ettirmeye ruhsat verilmiştir.”[16]

Tenbih: Kişiye ancak açık bir nassa veya üzerinde icma edilmiş olup, muhalefet etmekte mazeret olmayan bir meseleye muhalefet etmesinden sonra bid’atçi hükmü verilir. Cehalet, te’vil gibi engel ve mazeretleri bulunan bid’atçi ve günahkârlara ise zihinlerinde takılı bir şüphe bırakmayan bir açıklama yapılması gözetilir.[17]

Bid’at veya açıkça işlenen günah sebebiyle selamı kesmek, sert uyarı yapmak vb. meşru oluşunda icma edilmiş meselelerdendir. Kim bu tavrı çirkin görürse, o da bir bid’atçidir.




[1] Bekr Ebu Zeyd Hecru’l-Mubtedi (s.20)
[2] Bekr Ebu Zeyd, Hecru’l-Mubtedi (s.20)
[3] Akidetu’s-Selefi Ashabi’l-Hadis (s.123)
[4] Şeyh Ferkus, Davabitu Hecri’l-Mubtedi (s.13-14)
[5] Şerhu’s-Sunne (1/227)
[6] İbn Ebi Zemeneyn, Usulu’s-Sunne (425)
[7] El-İ’tisam (1/120)
[8] Tefsiru’t-Taberi (4/330)
[9] Fethu’l-Bari (10/491, 498) bkz.: Edebu’l-Mufred (tavla oynayana selam vermeyen kimse babı)
[10] Ebû Dâvûd (4599-4602)
[11] Riyazu’s-Salihin (609-601)
[12] Şerhu’s-Sunne (1/219-230)
[13] Et-Tergib ve’t-Terhib
[14] İbn Muflih, Adabu’ş-Şer’iyye (1/268)
[15] Et-Temhid (6/119)
[16] Et-Temhid (6/127)
[17] Şeyh Ferkus, Davabitu Hecri’l-Mubtedi (s.18)

7 Ağustos 2014 Perşembe

4 Ağustos 2014 Pazartesi

İbn Abdilberr, Camiu Beyani'l-İlm'de şöyle der:


Sevgili kardeşim!
Asılları muhafaza edip, onlarla ilgilenmeye özen göster.
Şunu iyice bil ki, Kur'an ve sünnet hükümlerini muhafaza etmekle meşgul olan,
fakihlerin sözlerine bakıp,
bunları içtihatlarına yardımcı,
tetkik yollarına anahtar,
birçok mânaya yorumlanabilen kapalı ifadelere tefsir olarak gören,
mutlaka bağlanılması gereken sünnetleri taklid edercesine; imamlardan herhangi birini, üzerinde hiç düşünmeksizin taklid etmeyen,
âlimlerin meşgul olduğu sünnetleri ezber ve anlama işinden uzak kalmayan,
araştırma ve anlamalarda onları takip eden,
yaptıkları çalışmalardan dolayı onlara şükranlarını sunan,
çoğunluğu oluşturan doğru görüşlerden dolayı da onları takdir eden,
ancak kendilerini hatasız görmedikleri gibi onları da hatalardan uzak görmeyen kişi,
selef-i salihîn yoluna tutunmuş, doğru yolu bulmuş ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine ve sahâbîlerin (Allah onlardan razı olsun) yoluna tâbi olmuştur.
Kendisini tetkikten ve zikrettiğimiz hususlardan muaf görüp, re’y ile yetinerek sünnetlerden yüz çeviren kimse sonunda hem sapar hem de saptırır.
Yine bütün bunları bilmeyen kimse ilimsiz olarak fetva vermeye kalkar ki bu, körlüğün en şiddetli ve yolların en saptırıcısıdır.

İşittiririm, şayet seslendiğimde diri olursan
Lakin seslendiğim kimsede hayat yoktur
Kötüleyici sözden kurtulacak değilim
Dağ üzerindeki bir mağarada olsam dahi
İnsanlardan selametle kurtulan kimdir?
Gözlerinden kaybolsam, saklandığım yayılır

Ey kardeşim! Bil ki; sünnet ve Kur’ân iki asıldır. Re’y bu ikisine göre ölçülür. Sünnet, re’ye göre ölçülmez. Aslı bilmeyen fürûya asla ulaşamaz!!!

Müslüman Kadının, Müslüman veya Kafir Kadına ve Mahremlerine Karşı Avreti

Şeyh el-Elbânî rahimehullah’a şöyle soruldu: “Müslüman bir kadının, Müslüman veya kitap ehli bir kadına karşı zinetinden ve bedeninden göstermesi helal olan kısım nedir?
Şöyle cevapladı: Bu soru hakikatte çok önemlidir. Zira Müslümanların kadınlarının ve hanımlarının geneli bu hakikatten gerçekten tehlikeli bir gaflet içerisindedirler. Bunun sebebi, bazı fakihlerde meydana gelen fıkhî sapmadır. Bu sapma satırlara geçmiş ve bu mezhebe intisap edenler bunu kabul ile karşılamışlardır. Özellikle bu mezhebin ülkede veya ülkede yaşayan halk üzerinde manevî bir otoritesi varsa böyledir. Fıkıh kitaplarının çoğunda şöyle denilir: - ki bu kesinlikle batıldır – “Kadının kadına karşı avreti, erkeğin erkeğe karşı avreti gibidir, yani göbek ile diz kapağı arasıdır.”
Öncelikle bu görüşün ne kitapta, ne sünnette sahih, zayıf ve hatta uydurma bir hadis olarak dahi bir delili yoktur. Bu sadece re’y (şahsi görüş)dir.
Sonra bu görüş batıldır, zira hepimizin okuduğu Kur’ân-ı Kerim’e aykırıdır. Lakin – maalesef – Allah’ın emriyle bizi yönlendirdiği şeye yönelmemiz çok azdır. Allah, emrederek şöyle buyurur: “Kur’ân’ı iyice düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerde kilitler mi var?” (Muhammed 24) Mesela biz Allah Teâlâ’nın şu sözünü okuruz: “Kendiliğinden görünen dışında ziynetlerini göstermesinler” Delil olan kısım burası değildir. Delil olan kısım: “zinetlerini kocalarından veya babalarından… başkasına göstermesinler” kısmıdır. Ayetin sonunda rabbimiz Azze ve Celle “veya kendi kadınlarından başkasına…” buyurur.
Bu ayetin delalet ettiği manadan anlarız ki kadının kadına karşı avreti sınırlanmıştır. Şer’î hakikati düşünmek zorundayız. Dikkat edin, bu hakikat Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in: “Kadın avrettir” sözüdür.
Bunun mutlak anlamı; kadının tamamen avret olmasıdır. Biz elimizde rabbimizin kitabından veya nebimizin sünnetinden kayıtlayan bir delil bulunmadıkça bu mutlak ifadenin dışına çıkamayız.
Peki kadının kadına karşı avretinin göbek ile  diz arası olduğunu kayıtlayan bir nas var mıdır?
Cevabımı öğrendiniz. Hatta uydurma bir hadis bile yoktur. Lakin burada bir ayet vardır. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Kadın avrettir” buyurmuş, ayet açıklanmıştır: “Ziynetlerini kocalarından veya babalarından… başkasına göstermesinler
Peki bir kızın, babasına karşı avreti nedir? Göbeği ile dizi arası mı?
Cevap: hayır, bunun bir aslı yoktur. Lakin ayet onun avretinin bundan çok daha geniş bir kısım olduğunu pekiştirmektedir. Böylece buradan Allah Teâlâ’nın “ziynetlerini göstermesinler” kavlinden öğrendiğimiz mana ortaya çıkmaktadır. “ziynetlerini” sözüyle kastedilen nedir?
Yani “ziynetlerini göstermesinler” kavlinde kastedilen ziynet yerleridir. Kastedilen ziynetin kendisi değildir. Ancak ziynet yerleri kastedilmiştir. Mesela maksat; kadınların kulaklarına taktıkları küpeleri göstermemesi değildir. Maksat; lügat alimlerinin dedikleri gibi, hazfedilmiş bir muzaf takdir edilerek “ziynet yerlerini göstermesinler” demektir.
Peki ziynet yerleri nerelerdir?
Göbekten yukarısı, cahiliyye döneminde dahi olsa, hiçbir gün ziynet yeri olmuş mudur? Cevap: hayır. Koltuk altları ziynet yeri midir? Belin iki yanı ziynet yeri midir? Sırt zinet yeri midir? Hayır! Bu avret, geçen hadisin ifadesiyle: “Kadın avrettir
Öyleyse: ayet Müslüman kadının bedeninden ziynet yerleri dışında bir yeri göstermesinin caiz olmadığını söylemektedir.
Ziynet yerleri ise; baş ve başta bulunanlar, küpeler, boyundaki gerdanlık, bileklerdeki bilezikler, pazudaki takılar, ayaklardaki halhallar, yani abdest organlarıdır. Abdest organları olan bu ziynet yerlerini Müslüman kadının, Müslüman kız kardeşine göstermesi caizdir.
Kafir kadına karşı ise, kafir kadın erkek gibidir. Kadının, kafire bir kadın önünde yüzünden ve ellerinden başkasını göstermesi caiz değildir.[1]
Son derece açık olan bu ayete nasıl muhalefet edilmiş ve ayetin tam aksine kanaat edilmiş bilmiyorum! Şayet bu konuda zayıf bir hadis bulunsa da, tıpkı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in hadisiyle Kur’ân’ın bu ayetini kayıtladığımız gibi, o hadisi sahih zannederek ayet bununla kayıtlanmış olsa neyse…”[2]
Şeyh el-Elbani rahimehullah’ın kızı Sukeyne, babasına şöyle sormuştur: “Kadının babasının, erkek kardeşinin ve mahrem akrabalarının yanında başörtüsü örtmesi caiz midir, yoksa örtmemeli midir?
Şöyle cevap verdi: “Onların yanında başörtüsü örtmesi veya örtmemesi eşittir. Her ikisi de caizdir. Soru, caizliği hakkında olduğu sürece bu caizdir. Lakin caiz demem iki şeyi kapsar:
* Her ikisinin de caiz olması şunu da kapsar:
* Yapılması terk edilmesinden daha faziletli olan ki buna da “caiz” denir.
Bu yüzden ben burada, “her ikisi de caizdir” dedikten sonra bir şeyi açıklamak istiyorum: Şüphe yok ki Müslüman kadının evinin ortasında dahi başörtü örtmeyi adet edinmesi, evde yabancı bir kimse olmadığı gerekçesiyle yarı çıplak durmaması daha faziletlidir. Evde yabancı bir kimse olmayabilir. Zira evde mesela kocası, oğlu ve hatta kızından başka kimse bulunmayabilir. Lakin onların – kocası haricinde, çocuklarının – annelerinin bedeninden, farz olan tesettüre ek olarak, örtünmeyi âdet edinmediği bir kısmı görmeleri caiz değildir. Nitekim bu konuda çok defalar bahsettik. Ama şimdi şunu söylemek istiyorum: daha faziletli olan örtünmeyi adet edinmelidirler. Bu da uzun bir elbise giymeleridir. Bugün “roba” dedikleri, düğmeli, uzun entari olabilir. Eğer daha kısa olursa en azından eklemlere kadar olmalıdır. Başörtüsü örtmeyi adet edinmeli, başını ve saçlarını örtmelidirler. Bu farz değildir lakin müstehaptır. Bu meselede görüşüm budur.”[3]


[1] Şeyh el-Elbani kadının yüz ve elinin avret olmadığı görüşünde olduğu için böyle söylemektedir. Lakin kuvvetli deliller Şeyh el-Elbani’nin bu meselede isabet etmediğini göstermiştir. Buna göre Müslüman kadın, kafir kadın yanında ellerini ve yüzünü dahi açamaz. Zira kadın tamamen avrettir. Kafire kadın ise yabancı erkek hükmündedir.
[2] Silsiletu’l-Hedyi ve’n-Nur, kaset 641, dakika: 13:27
[3] Müteferrikat adlı seri, kaset no: 11, ilk dakika ve 30:53’de tekrar etmektedir. Sukeyne bt. Şeyh el-Elbani, Libasu’l-Mer’eti’l-Muslimeti Emame’l-Mer’eti’l-Muslime adlı kitabında (s.23-24) nakletmektedir.

3 Ağustos 2014 Pazar

Selefî Olduğunu İddia Eden Bid'atçilere Karşı Nasıl Tavır Alınır?

Selefî olduğunu iddia eden lakin
* ibadetlerden bir ibadet olan ilmî dersleri, mescidden ayrı olarak tahsis edilmiş binalar olan derneklerde yapan ve bu bid'ate davet eden,
* kadınların huzuruna, aralarında birbirlerini görmelerini engelleyen bir mani olmaksızın çıkıp ders veren, - zira "Her göz zina edicidir" buyrulmuştur. Erkeğin kadınları ve kadınların erkekleri görmesi hususunda yasak umumdur -
* böyle dersleri onaylayarak hanımlarını ve kızlarını bu derslere gönderen,
* haramlığında icma bulunduğu halde kadın erkek ihtilatına cevaz veren,
* kadının erkeklerin huzuruna çıkarak ders vermesini caiz gören,
* kadın davetçi bid'atini teşvik eden,
* fıtır sadakası hakkında rivayetlere rağmen re'yiyle fetva vererek bunun parayla çıkarılabileceğini söyleyen,
* felsefi yorumlarla kadının yanında mahremi olmadan yolculuk yapabileceğini söyleyen,
* Beşşar Esed bile olsa Müslüman olduğunu iddia eden kimselerin muayyen olarak kafir olduğunu iddia eden, münafıkları mürtet kabul eden, İslam devleti ve kadısı bulunmadığı halde muayyen şahısların tekfir edilmesi hakkında söz söyleyen, ilim ehli olmadığı halde bid'ate, muayyen şahısların bid'at ehli sayılmasına, helale, harama, hükmeden, cihad meselelerinde ilimsiz olarak konuşan, miting ve gösteri yürüyüşlerine cevaz veren
* oy kullanmaya cevaz veren, hatta bunu imanın gereği sayan,
* "önce tevhid" sözünü ittiba tevhidini savsaklamak için kullanan,
* sünnete uyarak amel edilmesini (namaz tekbirlerinde ellerin kaldırılmasını, güneş batınca iftar edilmesini, fecir doğuncaya kadar imsakın geciktirilmesini, çoraplara mesh edilmesini, namazların cem edilmesini, camilerde revatib namazların terk edilmesini, imamın arkasından amin derken sesin yükseltilmesini vb.) fitne gören,
* bid'at ehlinin reddedilmesinden ve aşağılanmasından rahatsız olan,
* video ve fotoğraf gibi haram kılınmış suretleri İslam'a davet adına kullanarak bid'at çıkaran,
* çocukların, birçok münker unsurlar bulunmasına rağmen devletin okullarına gönderilmesini caiz gören,
* akide ve menheclerinde bid'at ehline karşı velâ ve berâya hiç yer vermeyen, sünnet ehline karşı ise düşmanlık etmekten geri durmayan, fasık ve yalancıları tasdik eden,
* ahlaklarını yalan, ikiyüzlülük ve dalavere üzerine kuran, devlet istihbaratçılarıyla anlaşmalara girerek İslam davetini çarpık yönlendiren
* ilim ehlinin deliline tabi olmayı devre dışı bırakarak cahilleri ve bidât görüş sahiplerini sözcü kılan,
* Müslümanların genelini ilgilendiren meselelerde (tekfir, bid'at, cihad, fetva vermek gibi konularda) içtihat edebilecek konumda olmayan kimselerin doğrudan kitap ve sünnetten hüküm çıkarması gerektiğini iddia eden, Müslümanların ferdî kulluklarında ise içtihat etmeleri farz olduğu halde bu konuda alimleri taklid etmelerini emreden
* Kur'ân ve sünneti anlamada sahabe, tabiin ve onlara güzellikle tabi olanların menhecini gözetmeyen,  
* iftira ve haksızlık edeni cezalandırmayıp doğru söyleyeni cezalandıran,
* şahsî maslahatları için dinin maslahatlarını hebâ eden,
* insanları kendi şahsı için dostluk ve düşmanlık etmeye yönlendirip, şahsına gelen eleştirilerden dolayı sünnet ehlinden selamın kesilmesini emreden,
* kendilerine hüccet ulaşmamış toplumu tekfir ettikleri halde takiyye yaparak "cehalet mazerettir" diyen, lakin "bu topluma tevhidi ulaştırmak için bazı sünnetlerden taviz verilmeli ve bazı bidatlere karşı göz yumulmalı, yoksa şirk üzere ölecekler" diyen, böylece kendileri tekfirci oldukları halde; sünnet ehlinin bid'at ehline karşı uygulaması gereken velâ ve berâ esasını tekfircilik olarak lanse eden
* Dostluk ve düşmanlıklarını dernekler adına yapan, dernekler yoluyla bir nevi emirlik bid'atini ayakta tutan, yahut dernek adı altında olmasa dahi "emirlik" bid'atiyle amel eden,
* Bid'at ehlini, haricileri ve mürcieleri tevhid ehli olarak niteleyen
* Kitap ve Sünnet delilleri karşısında ilmî usul kurallarına muhalefet ederek sözü eğip büken, kelâm ve sözü köşeleterek bid'atlerini örtmeye çalışan
bütün bunlara rağmen "Selefî" olduklarını iddia eden fakat, bu ümmetin selefinin menheci neymiş diye sahabe, tabiin ve onlara güzellikle uyanların menheclerine hiç bakmayan kimselere karşı nasıl davranılır?
Aşağıda Şeyh Rebi'nin yağcı münafıklar ile cidden selefin menhecine uyanların bid'at ehline karşı tavırları arasındaki farkı ortaya koyan fetvasını yayınlıyorum:
 
Şeyh Rebi b. Hadi hafizehullah’a şöyle soruldu: “Bu zamanda bid’atçiye hecr etmenin (ona darılıp uzaklaşmanın) sınırları nelerdir? Onunla konuşmak, ona selam vermek ve hasta olduğu zaman ziyaret etmek gibi hakları yerine getirmek caiz midir?

Cevap: Hayır. Bid’atine çağıran bid’atçiye darılmak, bağları koparmak ve ondan sakınmak gerekir. Eğer had cezalarını uygulayan bir İslam devleti varsa, bid’at davetçilerinin şerrini engellemek için onları öldürür. Bu islam alimlerinin katında bid’ate davet edenin hükmüdür.

Soru:  Şeyhimiz! Hizipçiler bu bid’at davetçilerinden sayılır mı?

Şeyh Rebi: “Evet. O fitne davetçisidir. Batılı destekler ve onu savunur. Ona karşı nasıl sükut edilebilir! Mesela Kutbiyye (Seyyid Kutupçular), sünnete harp açan biri gelse ve habis tekfirci metodunu benimsese, hurafeci ve kabirci olsa dahi onu bir dost edinirler.

Hurafecilere dostluk eden bu Seyyid Kutupçuların birçok örnekleri vardır. Onlara kötülük olarak Seyyid Kutub’a dostluk etmeleri yeter. O, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashabına ve Musa aleyhi's-selâm’a hakaret eden, hulul ve vahdeti vücud görüşünde olan bir kimsedir. Onlar kötülük ve bela ehlidirler.

Şu an İslam alemi Seyyid Kutub’un menhecine ve belasına uymaktadır. Cezayir’de, Afganistan’da ve her yerde olanları görüyorsunuz! Bu menhec pis bir menhecdir. Onlar yalan ve takiyye ehlidirler. Bununla beraber maalesef selefi olduklarını iddia etmektedirler.”

Kaynak: Şeyh Rebi b. Hadi el-Medhali’nin Fetvaları (1/307)

 

Bid'at Ehline Ve Onlarla Oturanlara Ültimatom!


Bu makale; “Salih selefin, bid’atten ve bid’at ehlinden ayrılmak (hecr) ile onlarla beraber olanlardan ve onları övenlerden sakındırmak hususundaki menhecini gözetmek maslahattır, Sapmış Halefîn (sonrakilerin) cerh, ta’dil ve nasihatlerdeki maslahatları kötüleyen ve çirkinlikleri güzel gösteren menheci ise tamamen mefsedettir” başlıklı yazının tercümesidir.

Şüphesiz hamd Allah içindir. O’na hamd eder, O’ndan yardım ister ve O’ndan bağışlanma dileriz. Nefsilerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah kimi hidayet etmişse onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırmışsa onu hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ibadete layık hak ilah yoktur, o birdir, ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem O’nun kulu ve rasulüdür.

Dikkat edin! Sözlerin en doğrusu Allah’ın kelamıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü dinde sonradan çıkarılanlardır. Dinde her sonradan çıkarılan bir bid’attir, her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık da ateştedir.

Şüphesiz selefin menhecine sarılmak azizdir, bu menhecde yürüyen de çok azdır. Lakin işlerin en garip ve en çirkini; müdafaa ve püskürtme ve bid’at ehline karşı kahramanlık alanlarında kendilerini selefiliğe nispet edenlerin selefi alimlere ve talebelerine eleştiri ve karalamalarda bulunmalarıdır.

Huzeyfe radıyallahu anh şöyle der: “Bil ki  sapıklığın en hakikisi; karşı çıktığın şeyi kabul etmeye ve kabul ettiğin şeye karşı çıkmaya başlamandır. Seni televvünden (delilsiz olarak renkten renge girmekten, görüşler değiştirmekten) sakındırırım. Zira Allah’ın dini tektir.”

Hatta temel esasları ve kuralları değiştirip tahrif ederek ve nasları eğip bükerek nefsini savunmaya kalkar. Allah’ın diniyle hevasına göre oynar. İmam Malik b. Enes şöyle demiştir: “Mutlaka oynayacaksan, dininle oynama!”

Bazı sahtekarların, ilmiyle ve konumu ile mağrur olanların yıkmaya çalıştığı bu esaslardan birisi de cerh ve ta’dil esası, bid’at ehlinden, onlarla sohbet etmekten ve onları övmekten sakındırma esaslarıdır.

Nitekim selef, bid’at ehliyle oturmaktan, onlarla sohbet etmekten ve onları övmekten sakındırmışlardır. Kim böyle bir şey yaparsa nasihat edilir ve sakındırılır. Eğer bunu terk etmezse onlara (bid’at ehline) katılır ve ona değer verilmez.

Peki ya onlarla oturan, onları savunan, onlara destek vererek ülfet eden nasıl olur?

Ya sünnet ehlini eleştiren ve onlar hakkında karalama yapanın durumu nasıl olur?

Şüphe yok ki bu gibi kimseler daha düşüktürler. Selefî olduklarını iddia etseler dahi onlar bid’at ve sapıklık ehline nispet edilirler.

Sünnet ehli olan bir selefi; hevâlar (bid’atler) zikredildiği zaman onlara gazap eden ve onlara taassup göstermeyen kimsedir.

Ebu Bekr b. Ayyaş şöyle demiştir: “Sünnet ehli; hevâlar (dinde sonradan çıkarılan görüş ve ameller) zikredildiği zaman onlardan hiçbirine taassup göstermeyen kimsedir.”

Süleyman b. Harb şöyle demiştir: “Sünnetten kıl kadar ayrılan kimse sünnet ehlinden sayılmaz.”

Derim ki, Allah ona rahmet etsin, doğru söylemiştir. Zira sünnete muhalefet eden çok az bir şey hususunda dahi olsa sünnetten ayrılmıştır. Şüphesiz onun durumu büyük bir kötülüğe varır. Ancak Allah’a tevbe eden ve hakka dönen hariçtir.

El-Berbehari şöyle demiştir: “Dinde sonradan çıkarılan şeylerin küçüklerinden sakın. Zira küçük bid’atler büyüklere dönüşür.”

Her bir selefi ve hakkı dileyen herkes için, bid’at ve heva ehlinden ayrılmanın, sakındırıldıktan sonra onlarla sohbet edip onları öven ve onları savunan kimsenin onlara katılması gerektiğini ifade eden şu nasları zikredeceğim:

Mus’ab b. Sad şöyle demiştir: “Fitneye düşmüşlerle oturma. Zira onlara karşı sen iki halde birisindesin: Ya seni de fitneye düşürür ve ona tabi olursun, ya da sen ondan ayrılmadan önce sana eziyet verir.”

Hasen el-Basri ve İbn Sirin şöyle demişlerdir: “Hevâ ehliye oturmayın, onlarla tartışmayın, onları dinlemeyin.”

Ebu Kılabe şöyle demiştir: “Heva ehliyle oturmayın, onlarla tartışmayın. Zira ben sizi sapıklıklarına daldırmalarından veya bildikleriniz hakkında sizi şüpheye düşürmelerinden emin olamam.”

İbn Avn şöyle demiştir: “Bid’at ehliye oturanlar bize karşı bid’at ehlinden daha şiddetlidirler.”

Sufyan es-Sevri şöyle demiştir: “Kim bir bid’at sahibi ile oturursa şu üç halde birinden kurtulamaz: Ya başkaları için bir fitne olur, ya kalbine gideremediği bir şüphe girer de Allah onu cehenneme sokar, ya da “Vallahi onların konuştuklarına aldırmıyorum, ben kendime güveniyorum” der. Her kim dini hakkında göz açıp kapayıncaya kadar Allah’tan emin olursa, kendisinden bu dini alır.”

Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir: “Kim bir bid’at sahibiyle oturuyorsa, ondan da sakın.”

İmam Ahmed şöyle demiştir: “Bid’at ehliyle hiçkimsenin oturmaması, onların arasına karışmaması ve onlarla ünsiyet etmemesi gerekir.”

Ebu Davud, İmam Ahmed b. Hanbel’e şöyle sordu: “Sünnet ehli olarak gördüğüm birisini, bid’at ehlinden biriyle görürsem onunla konuşmayı terk edeyim mi?” Ahmed dedi ki: “Hayır, ona kendisiyle beraber gördüğün kimsenin bid’at sahibi olduğunu öğret. Eğer onu terk ederse onunla konuş, terk etmezse o da ona katılır.”

El-Berbehari şöyle demiştir: “Bir kimseyi heva ehlinden biriyle beraber görürsen onu sakındır ve onu tanıt. Eğer öğrendikten sonra hala onunla oturmaya devam ediyorsa o kimseden de sakın. Zira o bir hevâ sahibidir.”

İbn Batta şöyle demiştir: “Bilin ki ey kardeşlerim, ben bazı toplulukların sünnet ve cemaatten ayrılmalarının, bid’atlere ve çirkinliklere mecbur kalmalarının, kalplerine bela kapısının açılıp hakkın nurunun basiretlerinden engellenmesinin sebebini düşündüm ve bunun iki açıdan olduğunu gördüm:

Birincisi: Kendilerini ilgilendirmeyen, bilinmemesinin akıl sahibine zarar vermediği ve anlamasının mümine fayda vermediği şeyleri çokça araştırıp çokça sormaları.

İkincisi: Fitnesinden emin olunmayan ve sohbeti kalpleri ifsad eden kimselerle oturmaları.”

Yine şöyle demiştir: “Ey Müslümanlar topluluğu! Allah’tan korkun Allah’tan! İçinizden hiç kimseyi, kendi nefsine güzel zannı ve tuttuğu yol hakkındaki bilgisi, şu hevaların ehlinden biriyle oturmaya ve böylece dinini riske atmaya sürüklemesin! O şöyle der: “Ben onun yanına münazara etmek veya görüşünden döndürmek için gidiyorum” Şüphesiz onların fitnesi deccalin fitnesinden şiddetli, sözleri kuduz mikrobundan daha bulaşıcı ve kalpleri ateş korundan daha yakıcıdır. Nitekim onlara lanet ve hakaret eden bazı insan toplulukları gördüm ki, onlara karşı çıkmak ve reddiye vermek için onlarla oturdular. Onlar da kendilerine gizlice, ince fikirlerle yaygılar döşediler, nihayet onlardan oldular.”

Şeyhulislam İbn Teymiyye şöyle dedi: “…Bunlar ne söylediklerini ve Müslümanların dinine muhalefet ettiklerini gayet iyi bilmektedirler. Bu sebeple bunlara intisap eden, bunları savunan, övüp yücelten, kitaplarına değer veren, bunlara yardım ve desteğiyle tanınan, bunları eleştirmeyi hoş görmeyen veya onların sözlerinin mahiyetini, bu kitabı onun yazıp yazmadığını bilmediği mazeretiyle ve ancak bir cahilin ya da münafığın ileri sürebileceği benzeri mazeretlerle onları mazur görmeye kalkışan herkesin cezalandırılması gerekir. Hatta durumlarından haberdar olup da onlara karşı çıkmaya yardım etmeyen herkesin de cezalandırılması gerekir. Çünkü böylelerine karşı kıyam edilip de mücadelede bulunmak en önemli farzlardandır…”

Şeyh Salih el-Fevzan şöyle demiştir: “Kendisinde hak olan bazı unsurlar bulunsa dahi bid’atçıya saygı göstermek ve onu övmek caiz değildir. Zira onların övülmesi, onların bid’atlerine revaç ettirir. Bid’atçileri bu ümmetten kendilerine uyulacak kimselerin saflarına sokar. Selef bizi bid’atçiye güvenmekten, onları övmekten ve onlarla oturmaktan sakındırmıştır. Onlarda hak olan bazı unsurlar bulunsa dahi, bid’atçiden sakındırılması ve onlardan uzaklaştırılması gerekir. Zira sapıklık onlarda galip gelmiş ve haktan bir şey bırakmamıştır. Lakin onlarda bid’at unsurlar, muhalefetler ve kötü fikirler bulunduğu sürece onları övmek caiz değildir. Bid’atlerine göz yummak caiz değildir. Çünkü bu bid’ate teşvik olur ve sünnetin değerini alçaltmak olur. Bu yol, bid’atçilerin ortaya çıkıp ümmete önderlik etmelerine vesile olur. Allah onlara imkan vermesin! Onlardan sakındırmak gerekir.”

Allahu ekber! Bu imamlar şayet selefilik iddia eden kimselerin bid’at ehlinden birilerini savunduklarını, sapıklık kurumlarını savunduklarını görselerdi nasıl olurdu? Şayet onların sünnet ehlini karaladıklarını görselerdi nasıl olurdu? Onlar kendilerinin selef menheci üzerinde olduğunu nasıl zannedebiliyorlar! Halbuki onlar daha önce bid’at ehlini eleştirmeye dair tasnifler yapıyorlardı! Şimdi ise daha önce karar verdikleri şeyin aksine tasnifler yapıyorlar!

Onlara hangi bir mazeret vardır?

Allaha yemin olsun hakkın kuyruğu olman, senin için batılın başı olmaktan hayrlıdır!

Bu yüzden ben bütün açıklığıyla şunu ilan ediyorum:

Kendisini bu temel esastan ilgisiz bırakan herkes, selefî olduğunu iddia etse dahi, halini açıklamamızdan, iç yüzünü ortaya koymamızdan, kitaplarını, konferanslarını ve derslerini değersizce duvara çarpmamızdan, ismen kendisinden sakındırmamızdan çekinsin!

Şeyh Salih el-Fevzan şöyle demiştir: “Hataya ve sapmaya karşı uyarmanın kuralı, teşhis edilmesinden sonra, eğer durum kendilerine aldanılmaması için muhalefet eden şahısların ismini açıklamayı gerektiriyorsa, özellikle kendilerinde fikirde, gidişatta veya menhecde sapma bulunan şahıslar, insanlar arasında meşhur iseler, onlara güzel zan besleniyorsa, isimlerinin zikredilmesinde ve menheclerinden sakındırılmasında sakınca yoktur. Alimler, cerh ve tadil ilminde ravileri ve onlar hakkında söylenen eleştirileri zikretmişlerdir. Şahıslarından dolayı değil, ancak ümmete nasihat edip onlardan din alınmaması veya Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem adına yalandan korunmaları için bunu yapmışlardır.  

Öncelikli kaide; eğer isminin zikredilmesi zarar verecekse veya bunda bir fayda yolsa, sahibinin ismini zikretmeden hataya uyarmaktır. Ama durum, insanları o kişiden ve menhecinden sakındırmayı gerektiriyorsa ismi açıklanır. Bu, Allah için, kitabı için, rasulü için, Müslümanların imamları için ve halkın geneli için nasihattendir. Özellikle de insanlar arasında o kişi meşhur ise, ona güzel zan besleniyorsa, insanlar onun kasetlerinin ve kitaplarının fitnesine düşmüşseler isminin açıklanması ve insanların ondan sakındırılmaları gerekir. Çünkü böyle bir sükut, insanlara zarar getirir. Mutlaka açıkça eleştirilmesi gerekir. Bu ancak Allah için, kitabı için rasulü için, Müslümanların imamları için ve halkın geneli için nasihat olarak yapılır. Hata, insanların fark edemedikleri şekilde gizli ise, onu reddetmek de gizli olur. Ama ortaya çıkmışsa açıkça reddedilmesi gerekir. Ancak bu hatanın sahibi, nasihat edildiğinde bu hatadan dönecekse o başka.”

Allah’ın salat ve selamı nebimiz Muhammed’e, ailesine ve ashabının üzerine olsun.

Kaynak: Şeyh Ahmed Bazemul Hafizehullah’ın Şebeketu Sehabi’s-Selefiyye’de yayınlanan yazısı.

Tercüme: Ebu Muaz

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)