Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

25 Eylül 2012 Salı

Yolculukta Emir Tayini Sünnet midir?

Yolculukta Emir Seçmek Sünnet midir?
Ebû Muâz el-Çubukâbâdî

21 Eylül 2012 Cuma

Kurbanlıklara Dikkat!

Kulağı Küpelenmiş Hayvan Kurban Olmaz!
Ebu Muâz el-Çubukâbâdî
Bismillah!
Günümüzde tarım müdürlükleri tarafından hayvanların kulaklarına küpe takılmaktadır. Şüphesiz bu şeytanın saptırmalarının galip gelmesi sebebiyledir. Allah Teâlâ Şeytanın şöyle dediğini haber vermiştir:
وَلَأُضِلَّنَّهُمْ وَلَأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الْأَنْعَامِ وَلَآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللَّهِ وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِنْ دُونِ اللَّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُبِينًا
Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah’ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim. Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır.” (Nisâ’ 119)
Az sonra zikredeceğim ‘Alî radıyallahu anh hadisi, hayvanın kulağına her türlü müdahalede o hayvanın kurbanlık (akika ve adak dâhil) olamayacağı hususunda açıktır. İnsanların çoğunluğu bu nebevî hadise muhalefet ederek böyle bir hayvanın kurban olabileceğini söylemektedirler. Şüphesiz bu açıkça Kitap ve Sünnete muhalefettir!
Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem kulağına müdahalede bulunulmuş hayvanların kurban edilmesini yasaklarken, kelamcı edalarla “Bu yasak putlara adanan hayvanlar hakkında idi” sözü gibi delilsiz ve tuhaf yorumlar yapanlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine muhalefet kapısı açmaktadırlar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözü karşısında böyle sözleri – kime ait olursa olsun - ancak helaya atarız! Nitekim İmam Şa’bî rahimehullah, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerine şahsi görüşleriye ve kıyaslarıyla itiraz eden böyle kimseler hakkında: “Şunların Allah rasulünden naklettiklerini alın, kendi görüşlerini ise helaya atın” derdi. (Darimi, Mukaddime)
Kulağına müdahalede bulunulmuş hayvanların kurban edilmesi yasaklanmıştır. ‘Alî radıyallahu anh anlatıyor:
أَمَرَنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنْ نَسْتَشْرِفَ العَيْنَ وَالأُذُنَ، وَأَنْ لَا نُضَحِّيَ بِمُقَابَلَةٍ، وَلَا مُدَابَرَةٍ، وَلَا شَرْقَاءَ، وَلَا خَرْقَاءَ
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, (kurbanlık olarak keseceğimiz hayvanın) göz ve kulaklarına dikkat etmemizi: ‘Kulağı önden delinmişi veya arkadan delinmişi veya ortadan yarılmışı veya yuvarlak delinmişi kurban yapmayın’ diye emretti.”[1]
 Bazıları da açarlar el-Elbânî rahimehullah'ın zayıf dediği numaraları, hadislerin metinlerine bile bakmaya gerek görmeden: "Bu hadis zayıftır" derler! Meseleyi tahkik etmeye bile ihtiyaç duymazlar. öyle ya, Ebu Muaz, Elbani'den daha mı iyi bilecek?!! Aslında yaptıkları şey taklidin başka bir türüdür. Taklittir, zira bahsettiğimiz kimselerin çoğu avamdan değil, hadis usulünü bilen, meseleyi araştırıp değerlendirebilecek kapasitede olan kimselerdir. Lakin onlar el-Elbânî'yi dilleriyle: "Masum değildir, hata edebilir" diye vasıflarken, fiilleriyle "herkes hata eder, Elbani hata etmez" intibaını verirler.  Bu yüzden fasit kıyaslamalar yaparak; "Elbani mi, İbn Useymin mi?, Elbani hadisi daha iyi bilir, Elbani mi Şuayb el-Arnaut mu?, Elbani'nin hem akidesi düzgündür, hem de hadisi Şuayb'dan daha iyi bilir" gibi sözler ederler. Bu kişi eğer bir Eşarî ise, yine hadis usulünün kriterlerine hiç bakmaz, bu defa Şuayb'ın görüşünü el-Elbani'nin görüşüne tercih etme yolunu tutar. Hadis usulünün gerekleriyle hareket etmezler!  Araştırmaya mecbur kalırlarsa dahi, objektif davranamaz, taassub gösterdikleri şahsın tercihini kuvvetlendirmek için çabalarlar.

Yukarıda zikrettiğim  hadisi bu lafzıyla el-Elbâni rahimehullah zayıf görmüştür. Lakin "Kulaklarına ve gözlerine iyice dikkat etmemizi emretti" lafzıyla sahih olduğunu ve zikrettiğim metnin ise rivayet yollarının toplamı ise sahih olduğunu söylemiştir. "Hadis numaralarından bakmak"la yetinip insanları yanıltan cahil hoca(!)lar, meselelerin hakikatlerini bilmezler! Aşağıda Şeyh el-Elbani rahimehullah'ın hadisin bu lafzıyla zayıf olduğunu söylemesinin de isabetli olmadığını açıklayacağım.
Hadisin Sıhhati Hakkında Birinci İtiraz:
Hadisin isnadındaki raviler güvenilirdir. Ancak Darekutnî, Ebû İshâk’ın Şureyh b. Numân’dan işitmediğini, bunu İbn Eşva’ yoluyla Şureyh’ten rivayet ettiğini söyleyerek illetlendirmiştir.[2]
Cevap:
Bu durum, hadisin sıhhatine zarar vermez. Bilakis isnadı kuvvetlendirir. Zira Sa‘îd b. ‘Amr b. Eşva sikadır. Böylece Ebu İshak’ın Şureyh b. Numan’dan işitip işitmediğine dair tedlis şüphesi ortadan kalkar.
Ziyâ’u’l-Makdisî, Tirmizî, İbn Cerîr et-Taberî, İbn Hibbân, Hâkim ve Zehebî’nin de dedikleri gibi hadisin isnadı sahihtir.
İbn Hazm rivayet yollarını zikrettikten sonra “Haber sahih olarak sabit olmuştur” demiştir.[3]
Şu‘ayb el-Arnâ’ut Musned tahkikinde hasen demiştir.
İkinci İtiraz:
Şeyh Elbânî, Ebû İshâk’ın ihtilata uğraması ve Şureyh b. Numan’ın meçhule yakın olması sebebiyle zayıf saymıştır.
Cevap:
Şeyh el-Elbanî, Sahihu Suneni Nesai’de “Kulaklarına ve gözlerine iyice dikkat etmemizi emretti” kısmının sahih olduğunu söylemiştir. İrvau’l-Galil’de ise rivayet yollarının toplamı ile sahih demiştir.[4]
Ebû İshâk es-Sebiî’ye gelince, güvenilir bir ravi olup bunu kendisinden on bir farklı ravi rivayet etmiştir. Bu raviler:
1- Ziyad b. Hayseme[5]: sikadır.
2- İsrail b. Yunus[6]: Ebu İshak’ın ashabından en sağlam olanıdır.
3- Kays b. Rebî[7]: Saduktur. Ebu İshak’ın, bu hadisi Said b. Eşva’dan, onun da Şureyh b. Numan’dan işittiği bu tarik ile sabit olmuştır.
4- Zuheyr b. Muaviye[8]: Ebu İshak’tan ihtilata uğramasından sonra da rivayet etmiştir. sikadır.
5- Ebû Bekr b. Ayyâş[9]: saduktur.
6- ‘Alî b. Sâlih[10]: sikadır.
7- Şureyk b. ‘Abdillâh[11]: Saduktur, hıfzı kötüdür.
8- Zekeriya b. Ebi Zaide[12]: Ebu İshak’tan ihtilata uğramasından sonra da işitmiştir. Sikadır.
9- Yunus b. Ebi İshak[13]: saduktur.
10- Hudeyc b. Muaviye[14]: saduktur.
11- el-Cerrah b. Dahhak[15]: saduktur. Ebu İshak’ın bu hadisi Said b. Eşva’dan, onun da Şureyh b. Numan’dan işittiği bu tarik ile de sabit olmuştur.
Nitekim İsrail b. Yunus, Zuheyr b. Muaviye ve Zekeriya b. Ebi Zaide’nin Ebû İshâk’tan rivayetlerinin en sağlam rivayetler olduğu belirtilmiş, Buhârî ve Müslim İsrail yoluyla Ebû İshâk’tan rivayette bulunmuşlardır.[16]
Yine Sufyan es-Sevrî bunu; Said b.Eşva – Şureyh b. Numan – Ali radıyallahu anh yoluyla rivayet etmiştir. Şureyh b. Nu’man şöyle demiştir:
كنت عند علي فسأله رجل عن الأضحية فقال لا مدابرة ولا مقابلة ولا شرقاء سليمة العين والأذن
“Ali radıyallahu anh’ın yanında idim. Birisi ona kurbanlık hakkında sordu. Ali radıyallahu anh dedi ki: “Kulağı arkadan veya önden delinmişi, ortadan yarılmışı kurban olmaz. Gözü ve kulakları sağlam olmalıdır.”[17]
Burada rivayet mevkuf gelmiş, Darekutni de mevkuf olmasını tercih etmiştir. Şeyh el-Elbani de Daifu Ebi Davud’da mevkuf olarak sahih olduğunu kabul etmiştir.
İbn Ebi Hatim ise, Cerrah b. Dahhak – Ebu İshak – Said b. Eşva – Şureyh – Ali radıyallahu anh yoluyla merfu rivayetini tercih etmiştir.[18] Sikanın ziyadesi makbul olduğundan, hadisin merfu olması tercih edilir.
Şureyh b. Numan hakkında Ebu İshak es-Sebiî ve ondan ikrar ile; İbn Hacer: “saduk” demişlerdir. Müteşeddidlerden sayılan Abdurrahman b. Yusuf b. Hıraş da: "Saduk" demiştir. Böylece hadisin sıhhati hakkında hiçbir şüphe kalmamıştır.
Hadisin merfu oluşunun şahitlerine gelince:
1- Ebu Mesud el-Ensari radıyallahu anh dedi ki: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لا يضحى بمقابلة و لا مدابرة و لا شرقاء و لا خرقاء و سلم العين و الأذن
Kulağı önden delinmiş, arkadan delinmiş, ortadan yarılmış ve yuvarlak delinmiş olan, gözü ve kulağı sağlam olmayan hayvanı kurban kesmeyin[19]
2- Ali radıyallahu anh’den:
أمرنا رسول الله صلى الله عليه و سلم أن نستشرف العين والأذن
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize kurbanlık hayvanların gözlerini ve kulaklarını iyice kontrol etmemizi emretti.”[20]
 3- Huzeyfe radıyallahu anh’den:
أَمَرَنَا رَسُولُ اللَّهِ - صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ - أَنْ نَسْتَشْرِفَ الْعَيْنَ، وَالْأُذُنَ
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize (kurbanlık hayvanların) gözlerini ve kulaklarını iyice kontrol etmemizi emretti”[21]
4- İbn Mesud radıyallahu anh’den:
أمَرَنا رسولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم أَنْ نَستشرِفَ العينَ والأُذنَ في الأَضاحي
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bize kurbanlık hayvanların gözlerini ve kulaklarını iyice kontrol etmemizi emretti”[22]
Herkes Yanıldı, Ben mi Doğrusunu Buldum?
Çoğunluğun hakka muhalefet ettikleri bu gibi konularda sıkça işittiğim sözlerden birisi şu: “Senden iyi bilen alimler bu yanlışı fark etmediler de, sen mi fark ettin?” Mesele, alimlerin fark edip etmemesi meselesi değil, kitap ve sünnet naslarından bize ulaşanlara tabi olma mecburiyetimizdir. Bununla beraber, Allah’a hamd olsun, hiçbir meselede tek kaldığım bir görüşü dile getirmediğim gibi, bu konuda da hakka isabet eden ve batıla karşı çıkan alimler eskiden beri mevcuttur. Bu alimlerden bazısını şöylece misallendirebilirim:
İmam Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir:
لَا تُجْزِئُ الْأُضْحِيَّةُ بِأَعْضَبِ الْقَرْنِ وَالْأُذُنِ؛ لِهَذَا الْحَدِيثِ
“Bu hadisten dolayı boynuzu ve kulağı kesik hayvan, kurban olarak geçerli olmaz.”[23]
İmam Ahmed’in bu sözünü nakleden İbn Kesir, aynı yerde kurban edilmeye mani olan diğer kusurları da saydıktan sonra, “hadisin açık ifadesiyle, bu kusurları taşıyan hayvanın kurban edilmesi geçersiz olur” demiştir.
Ebu Cafer et-Tahavî şöyle demiştir:
فَفِي هَذِهِ الْآثَارِ النَّهْيُ عَنِ الْأُضْحِيَّةِ بِمُقَابَلَةٍ , أَوْ مُدَابَرَةٍ , وَذَلِكَ فِي الْأُذُنِ , مَا كَانَ مِنْ ذَلِكَ مِنْ قُبَالَةِ الْأُذُنِ , فَهُوَ مُقَابَلَةٌ , وَمَا كَانَ مِنْ أَسْفَلِهَا , فَهُوَ مُدَابَرَةٌ . .. . فَثَبَتَ بِذَلِكَ مَا نَهَى عَنْهُ مِنْ ذَلِكَ فِي الْأُذُنِ , وَلَمْ يَجُزْ لَنَا تَرْكُهُ , .. . فَلَمَّا لَمْ يُعْلَمْ نَسْخُ حَدِيثِ عَلِيٍّ بَعْدَمَا قَدْ عَلِمْنَا ثُبُوتَهُ
“İşte bu rivayetlerde kulağı önden ya da arkadan kesilmiş kurbanlığın kurban edilmesi yasaklanmaktadır. Eğer kulak önden kesilmişse buna “mukabele”, alt tarafından kesilmişse ona “mudabere” denilir… İşte bununla, kulakları ne şekilde kesilmiş olursa olsun, böyle bir hayvanın kurban edilmesi bize yasaklanmış ve ihmal etmemiz caiz olmayan bir husus sabit olmuştur… Ali radıyallahu anh hadisi sabit olup nesh edildiği bilinmemektedir…”[24]
Kurtubi Nisa suresi 118-119. Ayetinin tefsirinde şöyle demiştir:
وَلَمَّا كَانَ هَذَا مِنْ فِعْلِ الشَّيْطَانِ وَأَثَرِهِ أَمَرَنَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ (أَنْ نَسْتَشْرِفَ  الْعَيْنَ وَالْأُذُنَ وَلَا نُضَحِّيَ بِعَوْرَاءَ وَلَا مُقَابَلَةٍ وَلَا مُدَابَرَةٍ وَلَا خَرْقَاءَ وَلَا شَرْقَاءَ) أَخْرَجَهُ أَبُو دَاوُدَ عَنْ عَلِيٍّ قَالَ: أَمَرَنَا، فَذَكَرَهُ. الْمُقَابَلَةُ: الْمَقْطُوعَةُ طَرَفَ الْأُذُنِ. وَالْمُدَابَرَةُ الْمَقْطُوعَةُ مُؤَخَّرَ الْأُذُنِ. وَالشَّرْقَاءُ: مَشْقُوقَةُ الْأُذُنِ. وَالْخَرْقَاءُ الَّتِي تَخْرِقُ أُذُنَهَا السِّمَةُ. وَالْعَيْبُ فِي الْأُذُنِ مُرَاعًى عِنْدَ جَمَاعَةِ الْعُلَمَاءِ.
Bu gibi uygulamalar şeytanın işi ve onun etkisinden ortaya çıktığı için “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizlere, (kurban edeceğimiz hayvanların) gözlerini, kulakları­nı iyice tetkik etmemizi ve bir gözü kör, kulağının bir tarafı kesilmiş, kula­ğının arka kısmı kesik, kulağı delinmiş ve kulağı yarılmış davarları kurban etmememizi emretmiştir. Bunu, Ebû Dâvûd, Ali'den rivayet etmiştir. Ali dedi ki; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bi­ze "... emretti" diyerek hadisi zikretti. Alimlerden bir topluluğa göre kulaktaki kusura dikkat edilmesi gerekir.”[25]
Kurtubi, bu cümlelerden sonra mezhep alimlerinin delilsiz yorumlarla bu yasağı nasıl tevil ettiklerini nakleder ki, hadisin açık ifadesinden sonra bu yorumlar bizi bağlamaz.
Hulasa: Kulağına müdahalede bulunulmuş kurbanlık, ne kurban olarak, ne adak olarak ve ne de akika olarak yerine gelmez. Ebu Muaz’ın görüşünü taklid edenlere de, başkasının görüşünü taklid edenlere de taklit haramdır. Ancak zikrettiğimiz delillere tabi olmak vaciptir. Kim olursa olsun, delilsiz olarak Allah ve rasulünün sözlerine aykırı söz söyleyenin sözü duvara çarpılır, geriye hüccet olarak sadece ve sadece Allah ve rasulünün sözleri kalır.

[1] Sahih. Ahmed (1/83, 101, 127, 129, 137, 150); Tirmizî (1498); Ebû Dâvud (2804-2806); Nesâ‘î (4372-74); İbn Mâce (3142); Dârimî (1952); Ziyâ’u’l-Makdisî, el-Muhtare (2/113-116 no: 487-488); Hâkim (4/249); İbnu’l-Cârud, el-Muntekâ (906); Beyhakî (9/275); Darekutnî, el-‘İlel (3/239) Darekutni el-Mu’telef ve’l-Muhtelef (2/49).
[2] Darekutni el-İlel (3/238)
[3] el-Muhallâ (7/359-360)
[4] İrvau’l-Galil (4/364)
[5] Nesai (4375) Tahavi Şerhu Meani’l-Asar (6193) Ziya (2/115)
[6] Hakim (4/249) Ziya (2/115) Beyhaki (9/275) Darimi (2/106) Buhari Tarih (4/230)
[7] Ziya (2/116) Hakim (4/249) Veki Ahbaru’l-Kudat (3/13)
[8] Ahmed (1/108, 149) Ebu Davud (2804) Nesai (4373) Ziyau’l-Makdisi (2/113) Tahavi Şerhu Meani’l-Asar (6194) Nesai Sunenu’l-Kubra (4463) Beyhaki (9/275)
[9] Ahmed (1/80) Nesai (4374) Nesai Sunenu’l-Kubra (4464) İbn Mace (3142) Ziya el-Makdisi (2/114) İbnu’l-Carud (906)
[10] Ahmed (1/128) Ziya (2/115)
[11] Tirmizi (1498) Ziya (2/115)
[12] Nesai (4372) Nesai Sunenu’l-Kubra (4462) Ziya (2/115)
[13] Ziya (2/115)
[14] Ziya (2/115)
[15] Ziya (2/116) Darekutni el-İlel (2/239)
[16] Bkz. el-İgtibat bi-men Rumiye mine’r-Ruvvat bi’l-İhtilat (1/273).
[17] Sahih mevkuf. Darekutni el-İlel (3/239) Ziya (2/116) Buhari Tarih (4/229)
[18] İbn Ebi Hatim el-İlel (1606)
[19] Hasen ligayrihi. Taberani (17/243) isnadında Abdulgaffar b. Kasım zayıftır.
[20] Sahih. Nesai (4376) Tirmizi (1503) İbn Mace (3143) Tayalisi (160) İbn Huzeyme (2915) Hakim (1/641, 4/250) İbn Hibban (13/243) Ahmed (1/152) el-Elbani Sahihu İbn Huzeyme tahkikinde: “Hasen, sahih” demiştir.
[21] Sahih ligayrihi. Bezzar (7/333)
[22] Sahih ligayrihi. Musannefatu İsmail es-Saffar (528) Ebu Ubeyde, babası ibn Mesud radıyallahu anh’den işitmemiştir.
[23] İbn Kesir Tefsiri (5/422)
[24] Tahavi, Şerhu Meani’l-Asar (6193-6198 nolu rivayetlerin açıklaması. Tercümesinde: no:6057-6060, cilt 6 s.361)
[25] Kurtubi (5/390)

20 Eylül 2012 Perşembe

Hislerle Değil, Naslarla Harekette Bereket Vardır!

Bismillah
Son günlerde İslâm’ın düşmanları, müslümanları tahrik ederek ve galeyâna gelmelerini sağlayarak, müslümanların kendi elleriyle acizliklerini sergilemelerini hedeflemişlerdir. Bunun neticesinde birçok yanlışlar meydana gelmiştir ki, bunların sebebi ümmetin Kur’ân ve sünnetten uzak hareket etmeleridir. Bu yanlışları şöylece özetleyebiliriz:

19 Eylül 2012 Çarşamba

Delilden Yoksun Fıkıh (!) Kitaplarının Durumu


Şeyh Muhammed Takıyuddin el-Hilali rahimehullah, Sebilu’r-Reşad (3/22) kitabında şöyle demiştir:

17 Eylül 2012 Pazartesi

Mezhep Taklit Etme Teklifi Ne Anlama Geliyor?


Mezhep Taklit Etme Teklifi Ne Anlama Geliyor?
Ebu Muâz el-Çubukâbâdî

14 Eylül 2012 Cuma

Miskinlerin Aynası

Miskinlerin Aynası
Ebû Muâz el-Çubukâbâdî

10 Eylül 2012 Pazartesi

9 Eylül 2012 Pazar

Muayyenin, Umuma Delil Getirilmesi ve Kıyas


Cinslerin Eşitliği ve Kıyas İle Alakası


Bazı Ayetleri Kıyasa Delil Getirme Yanlışı

İmam İbnu’l-Kayyım rahimehullah, kıyasa işaret eden ayetler zikretmiştir. Bu sözleri, kıyasçıların dili üzerinden naklederek şöyle demiştir:
“Allah Azze ve Celle’nin: “Kendi yaratılışını unutup bize misal veriyor ve diyor ki: “Çürümüş olduğu halde bu kemikleri kim diriltecek?" (Yasin 78) ayetinde, ölülerin öldükten sonra diriltilmeleri, yeryüzünün ölümünden sonra bitki bitirerek diriltilmesine kıyas vardır. (Burada şu ayete işaret etmiştir: “O'nun âyetlerinden biri de şudur: Sen, yeryüzünü kupkuru görürsün; üzerine su indirdiğimiz zaman da, toprak harekete geçer ve kabarır. işte, yeryüzüne böyle hayat veren, muhakkak ki ölüleri de diriltendir.” (Fussilet 39)
Yeniden yaratma, göklerle yerin yaratılmasına kıyas edilerek neticeye ulaşılmıştır. Bu da bir şeyin aynısı olan diğer şeyin hükmünü almasıdır”
Bu sözler, şu açılardan fasittir:
Birincisi: Kıyas ehlinin hüccet getirdikleri şey, naslarda hükmü belirtilen şeyin hükmünü, aralarındaki ortak illet sebebiyle, naslarda belirtilmeyen şeye vermektir. Kıyas ehline göre bu illetin nas ile gelmiş olması ile kendilerinin istinbat etmiş oldukları bir illet olması arasında fark yoktur. Bir şeye verilen hüküm; farz, haram, mubah, mustehap veya mekruh gibi hükümlerdir.
Bu, Allah Azze ve Celle’nin yaratma, öldürme, helak etme, hidayet etme vb. fiilleri hakkındaki hükümler değildir. Bu tür, fıkıhtaki kıyasın kaynaklarından değildir.
Mesela kıyas ehli, Allah Azze ve Celle’nin kafirleri, rasullerine isyan etmeleri sebebiyle kendilerinden önceki kafirlerin başlarına gelenlerle sakındırmasını delil getirmezler. Hiç kimse: “Hud kavminin fiilini işledikleri takdirde, Allah Azze ve Celle onlara akim bir rüzgar gönderecektir” dememiştir. Yine, Semud kavminin fiilini işledikleri takdirde Allah Azze ve Celle’nin onlara sayha gönderecektir demezler. Üzerinde konuşulan konu bu değildir. Kıyas ehlinin maksatları da bu değildir. Böyle bir istidlal, öne sürülen kayıtlara uymaz ve reddedilmiş, batıl bir iddiadır. O halde İbn Kayyım’ın kıyas ehlinden naklederek zikrettiği bu misalin, kıyas ehlinin delil getirdikleri şeyle  alakası yoktur. Bu batıl bir istidlaldir. Hatta bunu delil getirmenin anlamı da yoktur.
Yine burada ne kıyas zikredilmiştir, ne kıyasın uygulanma şekli, ne şartları ve ne de emri! O halde kulun, emrolunmadığı bir şeyi kıyasla hükme kaynak edinmesi nasıl helal olur? Hatta şayet Allah Azze ve Celle, kıyasçıların şartlarına göre kıyas yapmış olsaydı bile, O Allah Azze ve Celle’dir, yapar, biz ise hükümler çıkarmak için kıyas yapamayız derdik. Çünkü Allah Azze ve Celle yaptıklarından sorulmaz, insanlar ise sorumludur!
Görmüyor musun, O bir şeye hükmeder, sonra bu sizin için hayırlı olandır der. Yani bu bize caizdir ve onun bizim için hayırlı olduğuna hükmederiz?
 Onlardan biri itiraz eder ve şöyle diyebilir: “Bu, sizin inkar etmek istediğiniz kıyastır. Kulların rabbi, haramlığa kıyas yaptığı gibi, kulları da haramlığa kıyas yapar.”
Cevap olarak şöyle denilir:
Birincisi: Bizim kastettiğimiz istidlal bu değildir. Buna rağmen itiraz ettiğiniz şey de kıyas değildir. Zira kulların hüküm vermesi, Allah Azze ve Celle’nin izin vermediği bir teşrî (din koyma)dır. Kulların kıyas yapmaları da, Allah Azze ve Celle’nin izin vermediği bir din  koymadır. Allah Azze ve Celle’nin kıyası emrettiğine dair delil bulunmadığı sürece, Allah Azze ve Celle izin vermediği şeyi din kılmayı da haram kılmıştır. Kulların hükmü ve kıyasları haramdır. Zira  her ikisi de Allah Azze ve Celle’nin izin vermediği bir teşridir.
  İkincisi: Bizim delil getirdiğimiz şey şudur: Sizler Allah Azze ve Celle’nin yaptığı herşeyi yapmanın kulları için de caiz olduğunu zannediyorsunuz. İşte bu zannınıza uygun olarak da: “Allah Azze ve Celle kıyas yapmıştır, kulları da kıyas yapabilirler” demeye devam ediyorsunuz.  Allah Azze ve Celle haram kıldıkça veya helal kıldıkça kulların da haram kılmaları ve helal kılmalarının caiz olduğunu söylersiniz. İşte bu da apaçık bir küfürdür! Akibetini görünce zannınız iptal olmuştur!
* "Allah'ın indirdiğinden başkasıyla hükmedenler kafirlerin ta kendileridir" ayetini, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in ve sahabelerinin açıklamalarına aykırı bir anlayışla ele alarak, bütün yöneticileri, hakimleri, belediye başkanlarını, muhtarları, hatta oy kullananları tekfir eden muasır harici köpeklerinin kıyası savunmaları bu bakımdan büyük bir tezattır! Çünkü tekfir ettikleri şahıslar belki küçük küfrü işlemektelerken, kendileri büyük küfür olan teşrî'yi/din koyma fiilini meşru görmektedirler!
Yine kıyasçıların Kur’ânda kıyasa işaret ettiğini düşündükleri ayet, kendilerinin aleyhlerine delil olmaktadır. Onlar: “Allah Azze ve Celle’nin ikinci diriltmesini, birinci diriltmesine kıyasladığını söylüyorlar. Böylece birinin hükmünü diğeri de alıyor. Onların bu sözleri, şu anlama gelir: “Şayet bu konuda Allah Azze ve Celle katından bir nas olmasaydı, bizler kıyas yoluyla yeniden diriltileceğimizi anlardık!” İşte bu Allah Azze ve Celle’ye iftiradır! Böylece bu ayeti kıyasa delil getirmeyi terk etmeleri farz olmuştur!
Şayet şöyle derlerse: “Bilakis, bu mümkündür. İbnu’l-Kayyım, “İkinci dirilişin, birinci dirilişe kıyaslanması, bunun mümkün olduğunu gösterir” demiştir.”
Cevap: Sizinle bu konuda tartışmayız. Biz ancak kıyas metodunun dinî bir hüküm çıkarmak için kaynak edinilmesine karşı çıkarız. Bu imkan, hükmün Allah Azze ve Celle katından olmasını gerektirmez. Bizler Allah Azze ve Celle’nin tıpkı buğdayı buğdaya karşı fazlalıkla satmayı haram kıldığı gibi, mercimeğin, mercimeğe karşı fazlalıkla satılmasını da haram kılmaya kâdir olduğunu inkar etmeyiz. Biz ancak Allah Azze ve Celle bize haram kılmadığını bildirdiği halde, bunun kıyas yoluyla haram kılınmasına karşı çıkarız.
Yine İbnu’l-Kayyım rahimehullah, kıyasçıların dili üzerinden, Allah Azze ve Celle’nin kitabında misaller vermesini zikreder. Burada da az önce söylediğimizi söyleriz. Zira Allah Azze ve Celle bize darbı mesel yapmamızı emretmemiştir. Bu, Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisini rivayeti esnasında yapmadığı bir şeydir: “: ‘Ateşin değdiği her şeyden hatta peynir parçasından bile abdest lazım gelir.’ Bunun üzerine İbn Abbâs radıyallahu anhuma, ona şöyle dedi: “Ey Ebû Hureyre! (Yani şimdi) yağdan yersek abdest mi alacaz? Sıcak sudan içersek abdest mi alıcaz?” Bunun üzerine Ebû Hureyre radıyallahu anh, İbn Abbâs radıyallahu anhuma’ya şöyle dedi: “Ey kardeşimin oğlu! Eğer Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem’den bir hadis işitirsen sakın ona darbı mesel yapma!’”[1]
İşte Ebu Hureyre radıyallahu anh, ancak Allah Azze ve Celle katından hüküm bildiren Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisine darbı mesel yapmaktan sakındırmıştır! İbn Abbas radıyallahu anhuma da Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın yasakladığı şeyi reddedecek bir şey bulamamıştır. Her ikisi de büyük sahabelerdir ve Allah Azze ve Celle’nin hükümlerine misal getirmeyi uygun görmemişlerdir.
Yine İbnu’l-Kayyım rahimehullah, kıyasçıların bir şeyin hükmünü, aynısı olan başka şeye giydirmelerini zikreder.
Bir kilo buğdaya karşı iki kilo buğdayı fazlalıkla satmanın hükmü, iki kilo buğdayı bir kilo buğdaya karşı satmakla birdir. Ama mercimeği fazlalıkla satmak zorunlu olarak aynı hükümde değildir. Zira buğday başka bir şey, mercimek başka bir şeydir. İkisinin aynı olduğunu iddia eden büyüklenen bir inatçıdır.
 Yine şöyle der: Kur’an’da zikredilen misaller, benzerleriyle hükümde aralarının eşitlenmesini gerektirir.
Bu doğrudur, Allah Azze ve Celle dilediğini yapar. Ancak bizler deriz ki: şayet Allah Azze ve Celle bize bir şeyin benzerinin hükmünü haber vermemişse hiçkimse bunun hükmünden haberdar olamaz. Bu da kıyası yıkar. Eğer: “Biz Allah Azze ve Celle’nin böyle hükmetmesinin mümkün olduğunu biliriz” derlerse, denilir ki: buna daha önce cevap verdik. Bizler sizinle, Allah Azze ve Celle’nin herşeye kadir olması hakkında tartışmıyoruz. Nitekim Kur’ân’da bir şey ile diğeri benzetilerek aralarındaki hükmün eşitlenmesine dair misaller vardır. Yine bir şey, diğerine benzediği halde hükümlerinin farklı oluşuna da misaller vardır.
Yine kıyas ehli, itibar ayetini de kıyasa delil getirmişlerdir. Bu ayet şudur:
Kitap ehlinden inkâr edenleri kendi ülkelerinden ilk sürgünde çıkaran O'dur. Oysa siz (ey mü'minler), onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'ın cezasından koruyacağını zannediyorlardı. Fakat Allah'ın azabı hiç hesab etmedikleri bir yerden kendilerine gelmiş ve kalblerine bir korku salmıştır. Öyle ki evlerini kendi elleriyle, hem de mü'minlerin elleriyle tahrib etmişlerdir. Ey akıl sahipleri! Bundan ibret alın” (Haşr 2)
Diyorlar ki: Allah Teâlâ’nın: “ibret alın” sözü, “Kıyaslayın” demektir. Halbuki bu tefsiri şer’î naslar onaylamaz! Hatta Allah Azze ve Celle’nin bize hitap ettiği arap dili de onaylamaz. İnşaallah bunu da ileriki zamanlarda mustakil olarak açıklarız. Kısaca şöyle diyelim: Şayet “ibret alın” sözünün, “kıyaslayın” manasında olduğunu varsayarsak, durum burada mücmeldir, açık değildir. Ne Kur’an’da, ne sünnette, ne de icmada  kıyasın açıklaması gelmemiştir!


[1] Tirmizî, (no: 79); Ebû Dâvud, (1/194) ve İbn Mâce, (2/485) rivayet etmiştir. Elbânî sahih demiştir.

İki Alametten Birinin Diğerine Delil Getirilmesi Kıyas Mıdır?



Sadaka Hadisinin Kıyasa Delil Getirilmesinin Reddi

7 Eylül 2012 Cuma

Mezhepler Hakkında Gizlenen Hakikatler


Gizlenen Hakikatler

Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî

Şüphesiz hamd yalnız Allah'adır. O'na hamd eder, O'ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah'ın hidayet verdiğini kimse saptıramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ibadete layık hak ilâh yoktur. O, bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve Rasûlüdür.
Ey iman edenler! Allah'tan nasıl korkmak gerekirse öyle korkun ve siz ancak Müslümanlar olarak ölünüz.” (Al-i İmran; 103)
“Ey insanlar! Sizi tek bir candan yaratan ve ondan da eşini var eden, her ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten de sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde tam bir gözetleyicidir.” (en-Nisâ; 1),
“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin. O da amellerinizi lehinize olmak üzere düzeltsin, günahlarınızı da mağfiret etsin. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse büyük bir kurtuluşla kurtulmuş olur.” (el-Ahzâb; 70-71)
Bundan sonra, Şüphesiz sözlerin en güzeli Allah’ın Kelam’ı, yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan çıkarılanlarıdır. Her sonradan çıkarılan şey bid’attir ve her bid’at sapıklıktır. Her sapıklık da ateştedir.
Dört Mezhep Nasıl Yayıldı?
İlim talebesi olduğunu iddia eden ve insanların ilim ve alimlere ait lakaplar verdikleri, kendilerine “hatip” ve “davetçi” denilen  birçok kimsenin zihinlerinde kökleşen fitnelerden birisi, dört mezhebin İslâm’ın direklerinden olduğu, mezhebi olmayanın dininin de olmayacağı, fırka ve ihtilafların dinin ruhu ve zirvesi olduğu, hatta ihtilafın rahmet (!) olduğu gibi düşüncelerdir. Öyle ki, Kitap ve sünnetten delil sormanın küfrün esaslarından olduğu iddia edilmiştir
es-Savî el-Malikî, Celaleyn haşiyesinde şu habis iddiaya cüret etmiştir:
الأخذ بظاهر الكتاب والسنة من أصول الكفر
“Kitap ve sünnetin zahirini almak küfrün asıllarındandır”[1]
Bu çirkinliğin bir benzeri de Hanefilerden el-Kerhî’nin:
كل آية أو حديث تخالف ما عليه أصحابنا فهو مؤول أو منسوخ
“Ashabımızın (Hanefilerin) muhalif oldukları her ayet veya her hadis ya te’vil edilir, ya da nesh edilmiştir”[2] sözüdür.
Halbuki Allah bu ümmete tek kitap indirmiş, tek peygamber göndermiş ve şöyle buyurmuştur:
ولا تكونوا كالذين تفرقوا واختلفوا
Fırkalara bölünen ve ihtilaf edenler gibi olmayın” (Al-i İmran 105)
ولا يزالون مختلفين إلا من رحم ربك
Rabbinin merhamet ettiklerinin dışındakiler ihtilaf etmeye devam ederler” (Hud 118, 119)
فهدى الله الذين آمنوا لما اختلفوا فيه من الحق بإذنه
Allah, îman edenleri, üzerinde ihtilâf ettikleri hakka, kendi izniyle hidayet etmiştir” (Bakara 213)
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem geride bir ümmet bırakmış, bu ümmet en hayırlı ümmet olmuştur. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatının ardından, yerleri doldurulamayan kimseler de vefat etmişler, hayırdan sonra şer gelmiş, şu mezhepler ortaya çıkmaya başlamıştır. Şeytan bu fitneyi çeşitli kılıklarla süslemiş, hayatlarını Allaha ve rasulüne davetle geçiren faziletli insanlar olan hadis alimlerinin isimlerini bu mezheplere takmıştır.
Sonra gelenler kör taklitten başkasını kabul etmemişler, bu alimler adına yalancı şahitlik yaparak iftira etmiş, buhtanda bulunmuşlar, hiçbir nesep bağları olmadığı halde kendilerini bu alimlere nispet etmişlerdir. Böylece “İmam Malik’in mezhebi”, “İmam Şafii’nin mezhebi” ve “İmam Ahmed’in mezhebi” gibi sözler işitilmeye başlanmıştır.
“İmam Ahmed şu meselede şu görüştedir, İmam Malik şu görüşüyle ona muhalefet etmiştir” dediklerini işitiriz! Şayet meseleyi araştıracak olursak, o imamların bu işle alakalarının olmadığını ve güzel bulmadıklarını görürüz. Bilakis bunlar ancak fırka ve ihtilafa dayanmış, sonra gözleri şaşmış ve oyalanıp durmakta olan sonrakilerin sözleridir. Bu ihtilaf ve fırkalaşmalarına: “İmam Ahmed’e ait” veya “İmam Malik’e ait” diyerek kılıf uydurmuşlar, böylece iblis bu ümmete fırkalaşmayı yerleştirmiş, bunun sonucu olarak da ümmet başarısızlığa uğramıştır.
Ebu Şame el-Makdisi rahimehullah, şöyle diyor:
ومنهم من قنع بزبالة أذهان الرجال وكناسة أفكارهم وبالنقل عن أهل مذهبه وقد سئل بعض العارفين عن معنى المذهب فأجاب أن معناه دين مبدل قال الله تعالى ( ولا تكونوا من المشركين من الذين فرقوا دينهم وكانوا شيعا كل حزب بما لديهم فرحون )ألا ومع هذا يخيل إليه أنه من رؤوس العلماء وهو عند الله وعند علماء الدين من أجهل الجهال بل بمنزلة قسيس النصارى أو حبر اليهود لأن اليهود والنصارى ما كفروا إلا بابداعهم في الأصول والفروع وقد صح عن النبي صلى الله عليه وسلم ( لتركبن سنن من كان قبلكم ) الحديث "
“Kimisi insanların zihinlerinin kalıntısı ve fikirlerinin çöplüğü ile kanaat ederek mezhebinin mensuplarından nakilde bulunmaktadır. Ariflerden birine mezhebin anlamı sorulunca: “Değiştirilmiş din demektir” diye cevap vermiştir. Allah Teâlâ: “Dinlerini parçalayan, gruplara bölünen ve her grubun kendilerinde bulunanlarla sevindikleri müşrikler gibi olmayın” (Rum 31-32) buyurmuştur. Dikkat edin! Buna rağmen alimlerin önderleri gibi görünen bazıları, Allah katında ve hakiki din alimlerine göre cahillerden de cahildirler! Hatta onlar hristiyanların rahipleri ve yahudi alimleri mesabesindedir! Çünkü Yahudiler ve Hristiyanlar, kendilerinin bidat olarak çıkardıkları şeyler dışında usul ve furu’yu inkar etmişlerdir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu sahih olarak gelmiştir: “Sizden öncekilerin yollarına aynen uyacaksınız[3]
İmam Ahmed’in Taklid, Mezhep, Re’y ve Kıyasa Karşı Tutumu
Burada bizzat İmam Ahmed’in, bunların iftira olduğunu ortaya koyan ve kendisinin menhecinin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ittiba olduğunu, falan ve filanın görüşlerini şiddetle çirkin gördüğünü açıklayan sözlerinden bazılarını zikredeceğiz:
Sünen sahibi İmam Ebu Davud şöyle demiştir: “Ahmed’in şöyle dediğini işittim:
ليس أحد إلا ويؤخذ من رأيه ويترك ، ما خلا النبي - صلى الله عليه وسلم
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in dışında herkesin sözünu almak da, terk etmek de mümkündür.”[4]
Ebu Davud dedi ki: “Ahmed’e şöyle dedim:
الأوزاعي هو أتبع من مالك ؟ قال : لا تقلد دينك أحدأ من هؤلاء ، ما جاء عن النبي - صلى الله عليه وسلم - فخذ به
“el-Evzâî’ye mi, yoksa Malik’e mi uyayım?” Dedi ki: “Dininde bunlardan hiçbirini taklid etme! Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den gelenleri al”[5]
Ebu Davud dedi ki: “Ahmed b. Hanbel’in şöyle dediğini işittim:
لا يعجبني رأي مالك ، ولا رأي أحد
“Ne Malik’in ne de herhangi bir şahsın görüşü hoşuma gider.”[6]
İmam Ahmed rahimehullah işte böyle sakındırmıştır. Lakin Allah’ın gurura düşürdüğü bu kimseler Allah’ın kitabını ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini arkalarına atmışlar, onun yerine re’y ve kıyası almışlardır. Daha hayırlı olanı, düşük olanla değişmişlerdir.
İbn Hânî, İmam Ahmed’in şöyle dediğini nakletmiştir:
اترك رأي أبي حنيفة وأصحابه.
“Ebu Hanife ve ashabının görüşlerini terk et!”
Ebu Davud dedi ki:
سمعت أحمد ذكر شيئاً من أمر أصحاب الرأي . فقال : يحتالون لنقض سنن رسول الله - صلى الله عليه وسلم
“İmam Ahmed’in re’y ashabının durumundan bahsettiğini işittim. Şöyle dedi: “Onlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetlerini eksiltmeye çalışıyorlar”
El-Meymûnî şöyle demiştir:
سمعت أبا عبد الله أحمد بن حنبل ، وسئل عن أصحاب الرأي ، يكتب عنهم ؟ فقال : قال عبد الرحمان ، هو ابن مهدي ، : إذا وضع الرجل كتابا ، من هذه الكتب ، أرى أن لا يكتب عنه الحديث. قال أحمد : وما تصنع بالرأي ، وفي الحديث ما يغنيك عنه ويقول : من دل على صاحب رأي ، فقد أعان على هدم الإسلام
“Ebu Abdillah Ahmed b. Hanbel’e: “Re’y ashabı’ndan ilim yazalım mı?” diye sorulunca şöyle dediğini işittim: “Abdurrahman b. Mehdî dedi ki: “Kişi, şu kitaplardan (şahsi görüşlerine dair) bir kitap ortaya koyarsa ondan hadis yazılmasını uygun görmem.” Ahmed dedi ki: “Re’yi/Görüşü ne yapacaksın? Hadis bunlara ihtiyaç bırakmaz.” Yine şöyle demiştir: “Kim re’y sahibini (meselelere şahsi görüşüyle hüküm vereni) tavsiye ederse İslâm’ın yıkılmasına yardım etmiş olur.”[7]
Ebu Mes’ud Ahmed b. Furat b. Halid er-Razi ed-Dubbî el-Esbehanî, İmam Ahmed’in şu sözünü rivayet etmiştir:
قال احمد من دل على صاحب رأي ليفتنه فقد أعان على هدم الإسلام
“Fitneye düşürmek için re’y ashabını tavsiye eden, İslâm’ın yıkılmasına yardım etmiş olur.”
İmam Ahmed rahimehullah, hayatında dini re’y ile alanlar hakkında bu gibi sözler söylemiş, böyle kimselerin İslâm’ı yıktıklarını belirtmiştir. Bu yüzden İmam Ahmed rahimehullah hadisi şerifler içeren kitapları tavsiye etmiştir. Sonra insanların görüşleriyle bu hadisleri birbirine katan, habis ile tayyibi karıştıran kitaplar yazılmıştır. İmam Ahmed bu görüşlerin atılmasını ve silinmesini, kitapta sadece hadislerin bırakılmasını emrederdi. Kalbi olan için bu yeterlidir. Allah’ın basiretini aydınlattığı kimseler için ayet ve hadislerden başkasına ihtiyaç yoktur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisiyle yetinmeyene cehennem yeter!
İbn Hânî şöyle demiştir:
سئل أحمد بن حنبل ، عن أبي حنيفة ، يروى عنه ؟ قال : لا . قيل : فأبو يوسف (صاحب أبي حنيفة ) ؟ قال : كأنه أمثلهم . ثم قال : كل من وضع الكتب ، فلا يعجبني ، ويجرد الحديث
“Ahmed b. Hanbel’e Ebu Hanife’den rivayet edilip edilmeyeceği soruldu. “Hayır” dedi. “(Ebu Hanife’nin öğrencisi)  Ebu Yusuf?” diye sorulunca: “O da onlar gibidir” dedi. Sonra şöyle dedi: “(Görüşlerine dair) kitap yazan ve hadisleri yazmayan kimselerden hoşlanmam.”[8]
İmam Ahmed rahimehullah şöyle demiştir:
لا يعجبني شيء من وضع الكتب ، ومن وضع شيئًا فهو مبتدع. وقال ابن هانى : سألت أحمد عن كتاب مالك والشافعي أحب إليك أو كتب أبي حنيفة وأبي يوسف ؟ فقال : الشافعي أعجب الي ، هذا إن كان وضع كتابا ، فهؤلاء يفتون بالحديث (يعني مالكًا والشافعي) وهذا يفتي بالرأي (يعني أبا حنيفة) فكم بين هذين
“(Şahsi görüşlere dair) yazılan kitapların hiçbirinden hoşlanmam. Kim böyle bir kitap yazarsa o bir bidatçidir.” İbn Hani dedi ki: “Ahmed’e; “Malik ve Şafii’nin kitaplarını mı yoksa Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’un kitaplarını mı tercih edersin?” diye sordum. Dedi ki: “Şafii daha hoşuma gider. (Malik ve Şafii) kitap yazmış olsalar da hadisle fetva veriyorlar. Şu ise (yani Ebu Hanife) re’y ile fetva veriyor! Bu ikisi arasında ne kadar çok fark var!”[9]
İbn Hânî şöyle demiştir: “Erdebil’den birisi İmam Ahmed’e, kitap yazmış olan Abdurrahman adlı birisi hakkında sordu. İmam Ahmed dedi ki:
قولوا له : أحد من أصحاب النبي - صلى الله عليه وسلم - فعل هذا ؟ أو أحد من التابعين ؟ فاغتاظ الإمام أحمد ، وشدد في أمره ، ونهى عنه . وقال : انهوا الناس عنه ، وعليك بالحديث
“Ona Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabelerinden birinin veya tabiinden birinin bunu yaptığını mı söylemişler?” İmam Ahmed öfkelendi ve bu konuda sert konuşarak yasakladı. Dedi ki: “İnsanları ondan sakındırın! Sana hadis yeter.”[10]
Abdulvehhab el-Verrak şöyle dedi:
ما رأيت مثل احمد بن حنبل قالوا له وإيش الذي بان لك من علمه وفضله على سائر من رأيت قال رجل سئل عن ستين ألف مسألة فأجاب فيها بأن قال أخبرنا وحدثنا
“Ahmed b. Hanbel gibisini görmedim.” Ona: “Ahmed’in ilmini ve başkalarından üstünlüğünü anlamanı sağlayan husus nedir?” diye sorulunca şöyle dedi: “Bir adam altmış bin mesele sordu, bunlara “ahberana: bize şöyle haber verildi” ve “haddesena: bize şöyle hadis rivayet edildi” diyerek cevap verdi.”[11]
Tabakatu’l-Hanabile’de; el-Mubarek – Ali b. Ömer el-Bermekî – Ahmed b. Abdillah el-Maliki – babası – Muhammed b. İbrahim b. Abdillah b. Yakub b. Zevran - Ebu’l-Abbas Ahmed b. Cafer b. Yakub b. Abdillah el-Farisi el-Istahari isnadıyla şöyle rivayet edilmiştir: “Ebu Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel dedi ki
...... والدين إنما هو كتاب الله عز وجل وآثار وسنن وروايات صحاح عن الثقات بالأخبار الصحيحة القوية المعروفة يصدق بعضها بعضا حتى ينتهي ذلك إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم وأصحابه رضوان الله عليهم والتابعين وتابعي التابعين ومن بعدهم من الأئمة المعروفين المقتدى بهم والمتمسكين بالسنة والمتعلقين بالآثار لا يعرفون بدعة ولا يطعن فيهم بكذب ولا يرمون بخلاف وليسوا بأصحاب قياس ولا رأي لأن القياس في الدين باطل والرأي كذلك أبطل منه وأصحاب الرأي والقياس في الدين مبتدعة ضلال ...... وأصحاب الرأي وهم مبتدعة ضلال أعداء للسنة والأثر يبطلون الحديث ويردون على الرسول عليه الصلاة والسلام ويتخذون أبا حنيفة ومن قارب قوله إماما ويدينون بدينهم وأي ضلالة أبين ممن قال بهذا وترك قول الرسول وأصحابه واتبع قول أبي حنيفة وأصحابه فكفى بهذا غيا مرديا وطغيانا ..... وأما أصحاب الرأي فإنهم يسمون أصحاب السنة نابتة وحشوية وكذب أصحاب الرأي أعداء الله بل هم النابتة والحشوية تركوا آثار الرسول صلى الله عليه وسلم وحديثه وقالوا بالرأي وقاسوا الدين بالاستحسان وحكموا بخلاف الكتاب والسنة وهم أصحاب بدعة جهلة ضلال وطلاب دنيا بالكذب والبهتان
“Din ancak Allah’ın kitabı, eserler, sünnetler, birbirini tasdik eden, sahih ve kuvvetli haberleri nakleden güvenilir ravilerin aktardıkları sahih rivayetlerden ibarettir. Bu, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e, sahabelerine – Allah onlardan razı olsun – tabiîne, tebau’t-tabiine ve onlardan sonra kendilerine uyulan, sünnete sarılan, rivayetlere bağlanan, bidatle bilinmeyen, yalanla eleştirilmeyen, muhalefetle suçlanmayan meşhur imamlara kadar ulaşır. Bu imamlar kıyas ve re’y ashabı değillerdir. Zira dinde kıyas batıldır. Re’y de aynı şekilde, ondan daha batıldır. Dinde re’y ve kıyas ashabı sapık bidatçilerdir… Re’y ashabı sapık bidatçilerdir ve onlar sünnet ve eser (rivayetler)in düşmanlarıdırlar. Hadisi iptal eder, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i reddederler, Ebu Hanife’yi ve ona yakın olanları imam edinerek onların dinlerini din edinirler! Hangi sapıklık bundan daha açık olabilir? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının sözlerini terk ederler, Ebu Hanife ve ashabının sözlerine uyarlar! Alçak bir sapkınlık ve tugyan olarak bu yeter!... Re’y ashabına gelince, onlar sünnet ashabına: “Nabita ve Haşeviye” derler. Allah’In düşmanı olan re’y ashabı yalan söylemişlerdir! Bilakis kendileri Nabita ve Haşeviyedirler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisini ve rivayetleri terk ederek şahsi görüşlerini söylemişler, dinde kıyas ve ihtihsan yaparak Kitap ve sünnete aykırı hükümler vermişlerdir. Onlar bidatçi, cahil, sapık, yalan ve iftira ederek dünya peşinde koşan kimselerdir.”[12]
İmam Hafız Ebu Nasr el-Vâilî es-Secezî (v.444 hicrî) şöyle diyor:
:"..،أيد الله سبحانه بمنه أبا عبدالله أحمد بن محمد بن حنبل الشيباني رحمه الله ، حتى قام بإظهار المنهاج الأول ، وكان جامعا،قد تقدم في الفقه فنظر في مذهب أبي حنيفة و سفيان أولا ، ثم نظر في مذهب مالك ، ثم نظر في مذهب الشافعي ،واختار لنفسه ما وجده في الحديث ،وكان في معرفته مبرزا ، وكان شديد الورع ، و متمسكا بآثار السلف ، و متمكنا من العقل و الحلم ،فنشر ما كان عليه السلف ، و ثبت في المحنة ،و لم يات من عنده بشيء ،ولم يعول إلا على السنن الثابثة.
“…Allah Subhanehu onu Ebu Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel eş-Şeybanî rahimehullah ile destekledi ve kapsayıcı olan ilk menheci ortaya koydu. Fıkıhta öne geçti. Önce Ebu Hanife ve Sufyan’ın mezhebini araştırdı. Sonra Malik’in mezhebini araştırdı. Sonra Şafii’nin mezhebini araştırdı ve kendisi için hadis yolunu seçti. Bilgisi ileri boyutta idi. Kuvvetli bir verâ’ı vardı. Seleften gelen rivayetlere sarılırdı. Sağlam bir akıl ve hilim sahibi idi. Selefin üzerinde bulundukları yolu yaydı. Mihne’de (Kur’an’ın mahluk olduğunun iddia edildiği fitne döneminde) sebat etti. Sadece sabit sünnette gelenlere yöneldi.”[13]
Harb el-Kirmâni, İmam Ahmed’in şöyle dediğini nakletmiştir:
ترك القياس واتباع السنة أسلم
“Kıyası terk etmek ve sünnete uymak en selametli yoldur.”[14]
İmam Ahmed’in Tabi Olduğu Menhec
İmam Ahmed ile aynı asırda Davud b. Ali ez-Zahirî, Buhârî ve Muslim gelmişler, dosdoğru bir yol olan aynı menhec üzerinde ilerlemişlerdir. Onlardan sonra hicrî beşinci asrın övüncü İmam İbn Hazm gelmiş ve aynı menhece tabi olmuştur. Bu menhec sahabe, tabiin ve onlara güzellikle uyanların menhecidir. Bu yol, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının üzerinde bulundukları yoldur. Bu menhece uyanlar her asırda ve her ülkede şahsi görüş, zan ve taklidi terk eden, ihtilafı ve fırkalaşmayı iptal eden kimselerdir. İşte İmam Ahmed’in ashabından insaf sahipleri, bu menheci korumuşlar, kıyası ve re’yi reddetmişler, bilakis İmam Davud’un da üzerinde bulunduğu İmam Ahmed’in menhecine uyum göstermişlerdir.
Er-Resâilu’l-Kemâliye sahibi Allâme Şattî el-Hanbelî şöyle diyor:
والإمام أحمد من أئمة الظاهر ولما كان الإمام أحمد من أئمة الظاهر كداود بن علي الظاهري، وابن حزم، وغيرهما، إلتزم البعض من متقدمي فقهاء الحنابلة نقل أحكام مذهب داود وغيره، ككتاب ( رؤوس المسائل ) لأبي الخطاب محفوظ بن أحمد بن حسن الكلوذاني ، والرعايتين الصغرى والكبرى لابن حمدان، وغيرها من الكتب المعتمدة في المذهب..أ.هـ
“İmam Ahmed, zahiri imamlardandır. İmam Ahmed; Davud b. Ali ez-Zahirî, İbn Hazm ve başkaları gibi zahir imamlarından olduğu için, önceki Hanbelî fakihlerinden bazısı Davud’un ve başkalarının mezhebinin hükümlerini de nakletmeye özen göstermişlerdir. Mesela Ebu’l-Hattâb Mahfuz b. Ahmed b. Hasen el-Kelvezanî’nin “Ruusu’l-Mesâil” kitabı, İbn Hamdan’ın “er-Riayetu’s-Sugra” ve “er-Riayetu’l-Kubra” kitapları ve bunlardan başka mezhepte mutemed olan diğer kitaplar böyledir.”
Burada allâme eş-Şattî’nin İmam Ahmed’i zahiriliğe nispet ettiğini ve onu zahiri imamlarından saydığını görüyoruz.  Bunun anlamı, tevil etmeksizin, hakiki zahir anlamının dışına çıkmaksızın, kıyas ve re’yden uzak durarak, nasların zahirini almaktır. İşte zahir ehlinin menheci budur. Hatta bu, hadis ve eser ashabının tamamının menhecidir. Onların bundan başka bir menheci yoktur. İmam Ahmed’den re’y ve kıyası zemmettiğine dair gelen rivayetler bunu pekiştirmektedir. Bu rivayetleri bazı hanbeliler çeşitli yollarla tevil etmeye kalkışmışlardır. Ancak bazıları da anayoldan ayrılmamışlar, re’y ve kıyası reddetmişlerdir. Allah yardımcımız olsun.
İmam Ahmed’in Kıyas Hakkındaki Görüşü
İbn Teymiyye rahimehullah, el-Musvedde kitabının kıyas bölümünde şöyle demiştir:
قال أحمد فى رواية الميموني يجتنب المتكلم فى الفقه هذين الأصلين المجمل والقياس
“El-Meymûnî’nin rivayetinde İmam Ahmed dedi ki: “Fıkıh hakkında konuşan kimse şu iki usulden; mücmel (kapalı lafızlardan) ve kıyastan uzak durmalıdır.”[15]
فى رواية أبى الحارث فقال ما تصنع بالرأى والقياس وفى الحديث ما يغنيك عنه
“Ebu’l-Haris’in rivayetinde şöyle demiştir: “Re’y ve kıyası ne yapacaksın? Hadis bunlara ihtiyaç bırakmaz.”[16]
وفى رواية مهنا وقد سأله : هل نقيس بالرأى ؟ فقال : لا ، هو أن يسمع الرجل الحديث فيقيس عليه
“Diğer bir rivayette İmam Ahmed’e: “Re’y ile kıyas yapabilir miyiz?” diye sorulunca şöyle demiştir: “Hayır. Aksi halde kişi hadisi işittiği halde ona kıyas yapar.”[17]
وقال في رواية أبي طالب : أصحاب أبي حنيفة إذا قالوا شيئاً خلاف القياس : نستحسن هذا وندع القياس فيدعون ما يزعمون أنه حق بالاستحسان ، وأنا أذهب إلى كل حديث جاء ولا أقيس عليه .
“Ebu Talib’in rivayetinde şöyle demiştir: “Ebu Hanife’nin ashabı kıyasa aykırı bir şey söylediklerinde: “Bunu güzel gördük (istihsan yaptık) ve kıyası terk ettik” derler. Böylece hak olduğunu iddia ettikleri şeyi, istihsan sebebiyle terk ederler. Ben ise tamamen hadiste geldiği gibi söylerim, kıyas yapmam.”[18]
وقال في رواية عبدوس : ليس في السنة قياس ولا تضرب لها الأمثال ولا تدرك بالعقول إنما هو الاتباع
“Abdus’un rivayetinde ise şöyle demiştir: “Sünnette kıyas yoktur. Ona misal getirilmez ve akıllarla idrak edilmez. Ona (sünnete) sadece tabi olunur”[19]
İbn Teymiyye, el-Musvedde’de şöyle demiştir:
وذهبت الزيدية الى المنع منه عقلا وشرعا وكذلك صرح به أبو الخطاب عن النظام وداود وأهل الظاهر كالقاشاني والمعري والنهرواني وغيرهما قال وقد أومأ إليه أحمد فقال يجتنب المتكلم فى الفقه هذين الاصلين المجمل والقياس وقد تأوله شيخنا على استعمال القياس مع وجود السنة والظاهر خلافه ... أ.هـ
“Zeydiyye, aklen ve dinen bunu (kıyası) yasak kabul etmişlerdir. Aynı şekilde Ebu’l-Hattab, en-Nazzam ve Davud ile el-Kaşânî, el-Mearrî, en-Nehravânî ve diğerleri gibi zahir ehlinden naklederek aynısını tasrih etmiştir. Demiştir ki: “Ahmed de buna işaret etmiş ve şöyle demiştir: “Fıkıh hakkında konuşan kimse şu iki usulden; mücmel ve kıyastan uzak durmalıdır.” Nitekim şeyhimiz bunu sünnet bulunduğu ve zahire aykırı olduğu zaman kıyas yapmanın yasaklanmasına yorumlamıştır…”[20]
  İmam Ahmed rahimehullah’ın sözünün bu şekilde yorumlanması bâtıldır. İmam Ahmed, Ebu’l-Haris’in rivayetinde: “Re’y ve kıyası ne yapacaksın, hadis bunlara ihtiyaç bırakmaz” dediği halde nasıl bu yorum kabul edilebilir?
İmam Ahmed rahimehullah, Kitap ve sünnetin kıyamet gününe kadar meydana gelecek bütün olayları kapsadığını söylemekte haklıdır. Olayların yaratıcısı, Kur’ân ve sünneti indirmiştir. Bu ikisi, bu olayların hükümlerini de içermektedir.
İbn Teymiyye ve İbnu’l-Kayyım, nasların bütün olayları kapsadığını, bunları bilenin bildiğini, bilmeyenin bilmediğini itiraf etmişlerdir. Hatta onlar, İmamu’l-Harameyn el-Cuveyni’nin:
النصوص لا تفي بعشر معشار الشريعة
“Naslarla dinin ancak onda biri yerine getirilebilir” şeklindeki çirkin sözüne şiddetle karşı çıkmışlardır.
İbn Teymiyye, Hanbelî’lerden kıyasın hüccet olmadığını söyleyen ve bu konuda İmam Ahmed’den gelen rivayetleri delil getirenleri zikretmiştir.[21]
Hak olan budur. İmam Ahmed rahimehullah’ın sözlerinin dinde kıyası açıkça men etttiği hususunda hiçbir şüphemiz yoktur. Ancak Hanbelî’lerin çoğunluğu, özellikle de sonradan gelenler, kıyasın hüccet olduğunu söylemişler, zikretmiş olduğumuz, İmam Ahmed’den gelen rivayetleri reddetmeye güç yetirememişlerdir. Ancak türlü yollarla te’vil etmeye kalkışmışlardır. Şüpheleri şu şekildedir:
1- İmam Ahmed’in ancak nas bulunan konularda kıyası reddettiğini iddia etmişlerdir. El-Musvedde’de şöyle denilmiştir:
وهذا لا يدل على أنه ليس بحجة وانما يدل على أنه لا يجوز استعماله مع النص
“Bu kıyasın hüccet olmadığını değil, ancak nas bulunan konuda kıyas yapmanın caiz olmadığını gösterir..”
2- İmam Ahmed’den nakledilen şu gibi ifadeleri delil getirmişlerdir:
سألت الشافعى عن القياس فقال عند الضرورة وأعجبه ذلك
“Şafiî’ye kıyas hakkında sordum, dedi ki: “Ancak zaruret halinde yapılabilir” Bu cevabı beğendim.”
Yine Muhammed b. el-Hakem’in rivayetinde şöyle demiştir:
لا يستغنى أحد عن القياس ، وعلى الإمام يرد عليه الأمر أن يجمع له الناس ويقيس
“Herkes kıyasa mecburdur. İmama bir mesele geldiği zaman insanları toplar ve kıyas yapar” Yine aynı şekilde Ahmed b. el-Kasım, İmam Ahmed’den şöyle nakleder:
لا يجوز بيع الحديد والرصاص متفاضلاً قياساً على الذهب والفضة
“Demir ve kurşunun, altın ve gümüşe kıyas olarak, aralarında fazlalıkla satışı caiz olmaz.”
Bu son rivayetler, şu sebeplerden dolayı sahih değildir:
1- İmam Ahmed, “Fıkıh hakkında konuşan kimsenin mücmel ve kıyastan sakınması gerektiğini” açıklamıştır. Bu rivayetler daha önce geçti.
Bunu Hanbelî mezhebine uyanlar zikretmektedirler ve bir şeyi bir şeye kıyas ettiğine dair diğer rivayetlerle üstün gelmeye çalışmaktadırlar. Bu, söze muhalefettir. Zira itibar bakımından bir kimsenin sözü, fiilinden önceliklidir. Belki de bu görüşü kıyas olarak benimsememiştir. Aksi halde bir sözü, diğer sözüne çelişik olur. İmam Ahmed ise bundan uzaktır.
 2- İmam Ahmed’in; “Hadis kıyasa ihtiyaç bırakmaz” sözü gayet açıktır. Yani naslar, mükelleflerin başına gelecek olaylarda ihtiyaç duydukları her hükmü kapsamaktadır. İbn Teymiyye ve İbnu’l-Kayyım da bunu itiraf etmişler ve İmamu’l-Harameyn el-Cuveynî gibi, nasların olayları kuşatmadığını iddia edenlere şiddetle karşı çıkmışlardır.
İbnu’l-Kayyım, İ’lamu’l-Muvakkiin’de şöyle der:
فرقة قالت : إن النصوص لا تحيط بأحكام الحوادث ، وغلا بعض هؤلاء حتى قال : ولا بعشر معشارها ، قالوا : فالحاجة إلى القياس فوق الحاجة إلى النصوص ، ولعمر الله إن هذا مقدار النصوص في فهمه وعلمه ومعرفته لا مقدارها في نفس الأمر ، واحتج هذا القائل بأن النصوص متناهية ، وحوادث العباد غير متناهية ، وإحاطة المتناهي بغير المتناهي ممتنع ، وهذا احتجاج فاسد جدا من وجوه : أحدها أن ما لا تتناهى أفراده لا يمتنع أن يجعل أنواعا ، فيحكم لكل نوع منها بحكم واحد فتدخل الأفراد التي لا تتناهى تحت ذلك النوع الثاني : أن أنواع الأفعال بل والأعراض كلها متناهية. الثالث : أنه لو قدر عدم تناهيها فإن أفعال العباد الموجودة إلى يوم القيامة متناهية ، وهذا كما تجعل الأقارب نوعين : نوعا مباحا ، وهو بنات العم والعمة وبنات الخال والخالة ، وما سوى ذلك حرام ، وكذلك يجعل ما ينقض الوضوء محصورا ، وما سوى ذلك لا ينقضه ؛ وكذلك ما يفسد الصوم ، وما يوجب الغسل وما يوجب العدة ، وما يمنع منه المحرم ، وأمثال ذلك ، وإذا كان أرباب المذاهب يضبطون مذاهبهم ويحصرونها بجوامع تحيط بما يحل ويحرم عندهم مع قصور بيانهم فالله ورسوله المبعوث بجوامع الكلم أقدر على ذلك ، فإنه صلى الله عليه وسلم يأتي بالكلمة الجامعة وهي قاعدة عامة وقضية كلية تجمع أنواعا وأفرادا وتدل دلالتين دلالة طرد ودلالة عكس . وهذا كما سئل صلى الله عليه وسلم عن أنواع من الأشربة كالبتع والمزر ، وكان قد أوتي جوامع الكلم فقال " { كل مسكر حرام } ، و { كل عمل ليس عليه أمرنا فهو رد } { وكل قرض جر نفعا فهو ربا } { وكل شرط ليس في كتاب الله فهو باطل } { وكل المسلم على المسلم حرام دمه وماله وعرضه } { وكل أحد أحق بماله من ولده ووالده والناس أجمعين } { وكل محدثة بدعة وكل بدعة ضلالة } { وكل معروف صدقة } وسمى النبي صلى الله عليه وسلم هذه الآية جامعة فاذة : { فمن يعمل مثقال ذرة خيرا يره ومن يعمل مثقال ذرة شرا يره } ....
Bir grup şöyle dedi: “Naslar, meydana gelen olayların hepsini kuşatmaz.” Bunlardan bazısı ileri giderek: “Naslarla dinin ancak onda biri yerine getirilir” dedi. Bunlar dediler ki: “Kıyasa olan ihtiyaç, naslara olan ihtiyaçtan daha büyüktür. Allah’a yemin olsun, bu miktar nasları anlamak, öğrenmek ve bilgisine ulaşmak, hakikatte bu kadar değildir. Bunu söyleyen kimse, nasların sınırlı, kulların olaylarının ise sınırsız olduğunu ve sınırlı olanın, sınırsız olanı kuşatamayacağını gerekçe gösteriyor. Bu gerekçe, birçok açıdan gayet bozuktur:
Birincisi: Tek başına sınırlı olan şeyin türleri olabilir. Bu türlerden her biriyle tek hükme varılır ve sınırsız olanlar bunun hükmünün kapsamına girerler.
İkincisi: Fiillerin türleri ve hatta a’razların tamamı sınırlıdır.
Üçüncüsü: Şayet bunların sınırsız olduğu varsayılsa bile kulların kıyamete kadar olacak fiilleri sınırlı olarak mevcuttur. Bu tıpkı akrabaların iki çeşit kılınması gibidir. Bir çeşidi (nikahlanması) mubahtır. Bunlar amca ve teyze kızları, dayı ve hala kızlarıdır. Bunun dışındakiler haramdır. Aynı şekilde abdesti bozan şeyler bellidir, bunun dışındakiler bozmaz. Yine orucu bozanlar bellidir, guslü gerektiren şeyler, iddetin gerektirdiği şeyler, ihramlıya yasak olan şeyler bellidir. Mezhep sahipleri, mezheplerini kayıt altına almışlar ve beyanlarındaki eksiklikle beraber, kendilerine göre helal ve haram olanları özetlemişlerdir. Allah ise, Rasulünü bunlardan daha güçlü olan cevamiu’l-kelim (özlü ve kapsamlı ifadeler) ile göndermiştir. Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kapsamlı bir cümle söyler, bu genel bir kaide ve kullî bir hüküm olur. Bu cümler, kapsamına giren türleri ve ferdleri kuşatarak, dışında kalma delaleti ve zıtlık delaleti ile delil olur.
Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e arpa ve benzeri maddelerden elde edilen içecek türleri sorulduğunda, özlü ve kapsamlı cümle kullanarak: “Her sarhoşluk veren haramdır” buyurmuştur. Yine “Her kim emrimiz olmayan bir amelde bulunursa o reddolunur”, “Faydalanma içeren her borçlanma faizdir”, “Allah’ın kitabından bulunmayan her şart bâtıldır”, “Her Müslümanın, diğer müslümana kanı, malı ve namusu haramdır”, “Herkes kendi malına çocuğundan, babasından ve bütün insanlardan daha çok hak sahibidir”, “(Dinde) her sonradan çıkarılan yenilik bidattir ve her bid’at sapıklıktır”, “Her iyilik sadakadır” gibi özlü cümlelerle ifadede bulunmuştur. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şu ayetin benzersiz şekilde kapsamlı olduğunu söylemiştir: “Kim zerre kadar hayır işlerse onun karşılığını görür. Kim de zerre kadar kötülük işlerse onun karşılığını görür” (Zilzal 7-8)“[22] İbn Kayyım rahimehullah, bu konuya dair birçok örnekler zikreder.
İbn Teymiyye rahimehullah, Mearicu’l-Vusul risalesinde şöyle der:
وهذا كقولهم : إن أكثر الحوادث يحتاج فيها إلى القياس لعدم دلالة النصوص عليها ؛ فإنما هذا قول من لا معرفة له بالكتاب والسنة ودلالتهما على الأحكام...
“Bu tıpkı: “Hadiselerin çoğunda, naslar bunlara delil olmadığı için kıyasa ihtiyaç vardır” demeleri gibidir. Bu ancak kitap ve sünnet ile bu ikisinin hükümlere delaletlerini bilmeyen bir kimsenin sözüdür…”[23]
3- İmam Ahmed’e nispet edilen kıyas – eğer rivayet sahihse – naslardan istinbat ile anlaşılan genel ifadedir. Bu yoruma delil getirebilecek bir re’y değildir. İbn Teymiyye, İmam Ahmed’in şöyle dediğini nakleder:
إنما يقاس الشئ على الشئ إذا كان مثله في كل أحواله فأما إذا أشبهه في حال وخالفه في حال فليس مثله
“Bir şeyi bir şeye kıyaslamak, ancak bütün hallerinde iki şeyin aynı olması durumunda söz konusudur. Ama bir yönden benzerlik var, diğer bir yönden farklılık varsa ikisi aynı değildir.”[24]
İmam Ahmed’in kıyası, ancak bütün hallerinde eşit ve aynı olan şeylerde sınırladığını bu ifade açıkça göstermektedir. Bu da ancak naslardaki genel ifadelerin veya genel kapsamlı fiillerin kapsamına giren şeyler hakkında söz konusu olur. Bu re’y ile kıyas değil, nasların umumu ile delil getirmektir. Hatta şayet İmam Ahmed’in sadece bazı hususlarda birbirine benzeyen şeylerin kıyaslanmasını yasakladığı görüşünü kabul edersek, kıyasların çoğu ve hatta sonrakilerin kıyaslarının tamamı iptal olurdu.  
Öyleyse İmam Ahmed adına nispet edilerek uydurulan bu mezhep nereden çıktı?!
İmam Ahmed’in fıkhî mezhebi denilen şeyin tedvini, Kadı Ebu Ya’lâ el-Ferrâ tarafından hicrî dördüncü asırda yapılmıştır. Aradan uzun süre geçtiği için rivayetler farklı ve çelişkili hale gelmiştir. Halbuki İmam Ahmed kendisinin sözlerinin yazılmasını yasaklamış ve Kitap ve sünnette gelenin alınmasını teşvik etmiştir.
Dördüncü asırdan sonra doğuda mezhebe nispet edilme yayılmış, kendilerini İmam Ahmed’e nispet eden bir azınlık, O’nun tabi olunan bir mezhep haline getirmeye kalkışarak, Şafiilerden ve Hanefilerden olan düşmanlarına benzemişlerdir. Ancak Hanbelîler, re’y ve kıyasa tabi olma ve İmam Ahmed rahimehullah’ı taklid etme konusunda diğer mezheplere yaklaşmışlar, diğer mezheplerde olduğu gibi İmam Ahmed’in sözlerini sanki şer’î bir nas gibi, mantuk ve mefhum olarak ele almışlardır. Kıyas ve re’yi reddeden ve naslara sarılmakta devam eden halis grupları cumhura muhalefet etmekle suçlamışlardır.
Hicrî yedinci asırda İbn Teymiyye ve İbnu’l-Kayyım rahimehumallah ve öğrencileri ortaya çıkmışlar, tecdid ruhunu ve delillere tabi olmayı canlandırmışlar, akide ve fıkha dair birçok meselede delile tabi olarak cumhura muhalefet etmişlerdir. Ancak bu kalkınma tamamlanamamıştır.
Islahatçı imam Muhammed b. Abdilvehhab’ın asrında, bu imam delile tabi olmuş ve cahiller kendisine hücum etmişler, onun beşinci bir mezhep çıkardığını iddia etmişlerdir. Kendisinden sonra O’nu siyaset olarak takip edenler, hezimete uğramış söze dönüş yaparak: “Biz Hanbelileriz” demeye başlamışlardır!!
Onları buna iten sebep, eski bir psikolojik düğüm olan: “Cumhura muhalefetten kaçınmak” kompleksidir. Buna rağmen onlar akidede cumhura muhalefet etmişler, fakat re’y ve kıyas konusunu hafife almışlar ve bunları emretmişlerdir. Vahhabiyye davetine uyanların sonrakilerine farz olan şey, akide ve ahlakta uydukları gibi, fıkıh ve fıkıh usulü konularında da naslara ittiba menhecinden ayrılmamaları idi.
Suudilerin devleti kurulduktan sonra da selefiyyenin sonraki mensupları aynı menhecde yürümüşler, lakin mezhebin görüşü delile aykırı olsa dahi onları taklid etmeyi eklemişlerdir! İmamların mantuk ve mefhum olarak sözlerini kabulleri, tıpkı şer’î bir nas gibi kabul edilir olmuştur!
Hatta ülkelerinde dinî üniversiteler kurulduktan sonra el-Cuveynî ve el-Eşarî’nin kitaplarından fıkıh usulü okutmaya başlamışlardır! İşte o zaman Abdullah b. Ahmed’in es-Sunne kitabını bastıklarında, Hanefilere şirin gözükmek için orada geçen re’yin ve Ebu Hanife’nin metodunun  kınanmasına dair bölümü çıkarmışlardır! Hatta ve hatta içtihatla ve naslara bağlanmakla savaşarak re’y ehlinin bir ordusu haline gelmişlerdir. Allah yardımcımız olsun.
Hanbeli Mezhebinin Tabakaları
Birinci tabaka: Hicrî 241-403 yılları arasındaki mutekaddimin tabakasıdır. Bu merhale İmam Ahmed’in bazı öğrencilerinden başlar, İbn Hâmid’in zamanına kadar devam eder. Burada Hanbeli mezhebinin oluşması hususunda hicrî 343 yılında vefat eden Ömer b. Huseyn el-Harakî ve Gulamu Hallal diye meşhur Ebu Bekr Abdulaziz b. Cafer’e işaret etmeliyiz. Bilinmektedir ki bu ikisi Hallal’ın el-Cami’ini özetlemişler, Hallal’ın el-Cami’inde her mesele hakkında zikrettiği rivayetler arasında, her biri farklı rivayetleri tercihte bulunmuşlardır. Mezhep olarak bunlara dayanmışlardır. İkisinin ittifak ettikleri tercihler ancak seksen küsur meseledir ki, bunları İbn Ebi Ya’la, Tabakat’ında, Gulamu Hallal’ın biyografisinde zikretmiştir. İbn Kudame, el-Mugnî’de genelde el-Harakî’nin tercihlerine dayanmıştır. Zira el-Mugnî, Muhtasaru’l-Harakî’nin şerhidir. El-Harakî’nin tercih ettiği rivayetten sonra en meşhur olan Ebu Bekir’in tercih ettiği rivayetlerdir.
İkinci Tabaka: Hicri 403-884 yılları arasındaki orta tabakadır. Bu merhale İbn Hamid’in öğrencilerinin zamanından başlar, ki onların başında Kadı Ebu Ya’lâ gelir. Hanbeli fıkhının imamlarının çoğu bu tabakadandır. Bu tabakanın en bariz etkisi, Kadı Ebu Ya’lâ’ya tecsim görüşüne meyletmek suçlamasının yapılması ve İbn Akil’in Mutezile’ye meyledip, sonra bu görüşten dönmesidir. Diğer bir önemli sima Ebu’l-Hattab el-Kelvezanî’dir. Onlar çoğunlukla İmam Ahmed’den nakledilen meselelere dayanmışlardır. Lakin onlar İmam Ahmed’in sözlerini tam bir istikra ile mülahaza eden kimseler değildirler. Ashabı tahricden de değildirler. Bu yüzden Kadı Ebu Ya’lâ, gerek itikadi meselelerde, gerekse fıkıh usulü ve fıkhî meselelerinde İmam Ahmed adına birçok hatalar yapmıştır. Onun kitapları bu hatalarla birlikte yayılmış ve sonrakilerin ellerine ulaşmıştır.
Hanbeli mezhebinin fıkıh usulüne bakıldığında, üç şahsa dayandığı görülür:
Birincisi: Kadı Ebu Ya’lâ. En önemli kitabı el-Udde’dir.
İkincisi: İbn Akil el-Bağdadî (hicrî 431-513 yılları arasında yaşamıştır) en önemli kitabı el-Vadıh’tır.
Üçüncüsü: Ebu’l-Hattab. En önemli kitabı et-Temhid’dir.
Onların metotlarına bakıldığı zaman, Hanbeli mezhebine hizmet etmek istedikleri ve bunun için diğer mezheplerden alarak fıkıh usulü kitapları yazdıkları görülür. Dolayısıyla bu kitaplar İmam Ahmed’in savaş açtığı kelam ilmi merkezli kitaplar olmuştur. El-Udde kitabına bakan, bunu bütün açıklığıyla anlar. Bu yüzden Kadı Ebu Ya’lâ’nın İmam Ahmed’e nispeten söylediği şeyler ancak imâ yoluyladır. Hatta İmam Ahmed’in söylemesi kesinlikle mümkün olmayan sözleri dahi O’na nispet etmiştir!
Diğer taraftan İbn Teymiyye ve İbn Receb, İmam Ahmed’in usulünü insanların en iyi bilenleridirler. Kitapları buna delalet etmektedir. Bunun en açık sebebi, her ikisinin de İmam Ahmed’in fıkıhta, hadiste, sahabe ve imamların rivayetlerine özen gösterme ve kelam ilminin etksiinden uzaklığındaki usulünü bildikleri gibi, O’nun sözlerine de hakim olmalarıdır.
Belki de Hanbeli mezhebine en güzel hizmeti yapanlar Kudame ailesidir. Muvaffakuddin el-Makdisi, Ravzatu’n-Nazır’ı yazmıştır. Bundan sonra Hanbelî fıkıh usulünde en önemli kitap sayılan eseri, ed-Dımeşki es-Salihî (hicri 541-620) yazmıştır. Bu eser Şafiilerden el-Gazalî’nin el-Mustasfa kitabının özetine benzemektedir. Lakin önceki üç kitabın kapsamı dışına çıkmamıştır. Bu yüzden çoğunlukla “Bu Ahmedin mezhebidir” veya “Ondan rivayet edilmiştir” diye kesin ifade kullanır. Halbuki o, bu konuda kendisinden öncekilere tabi olmuştur. Onun İmam Ahmed’in meselelerini, usul kaideleri çıkarmak için araştırdığı görülmez. Bununla beraber İbn Kudame, İbn Teymiyye’nin dediği gibi: “El-Evzâî’den sonra Şam’a gelenlerin en fakihidir.” Aynı şekilde onun el-Mugni kitabı, Hanbelilerden başkaları için dahi en önemli fıkıh kitaplarından biri haline gelmiştir. İbn Kudame, diğer mezheplerin görüşlerini de toplamaya önem vermiştir. Lakin daha önce söylediğimiz gibi, Hanbelî mezhebi genelde el-Harakî’nin tercihlerine dayanır. Mezhebi ıslah etmek için en önemli çabaları harcayan Takıyuddin İbn Teymiyye’dir. Çünkü o İmam Ahmed’in menheci ve sözlerine hakim idi. Yine diğer mezhep fakihlerini taklid edenleri ve tercihlerini de iyi biliyordu. İbnu’l-Kayyım ve İbn Receb de, İbn Muflih gelinceye kadar aynı çizgide gitmişlerdir.  
Üçüncü Tabaka: Hicrî 885 yılından başlayıp günümüze kadar gelen muteahhirin tabakasıdır. Bu merhale mezhebin zamanındaki şeyhi el-Merdavî’den başlayıp, günümüze kadar devam etmiştir. Necdiyye davetinin uyandırması ile diğer mezheplerde olduğu gibi Hanbeli mezhebi de düşüşe geçmiş, önce Kitap ve sünnete dönüş yapmaya çalışmışlardır. Yakın zamanlara kadar İmam Ahmed’in sözlerini yeniden inceleme daveti başarılı olamamıştır. Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab şöyle demiştir:
فهؤلاء الحنابلة: (على الرغم من أنهم) من أقل الناس بدعة، (فإن) وأكثر الإقناع" و "المنتهى" (وهما عمدة فقهائهم المتأخرين) مخالف لمذهب أحمد ونصه. يعرف ذلك من عرفه».
“Onlar Hanbelilerdir! Buna rağmen insanların bid’ati en az olanları onlardır. El-İkna ve el-Munteha kitapları, sonraki fakihlerinin temel dayanağı olsa da, bu kitaplar İmam Ahmed’in mezhebine ve sözlerine aykırıdır. Bunu bilen bilir. “[25]
Peki ya diğer mezheplerin kitaplarını ne zannediyorsun?
Her tabaka, kendisinden önceki tabakadan devralarak Hanbelî mezhebi merhaleler geçirmiş, tashih, içtihat, ittiba ve taklit hususlarında halden hale girmiştir. Mesela aynı tabakadan olmalarına rağmen el-Hallal, İbn Hâmid ile hiçbir durumda karşılaştırılamaz. Aynı şekilde orta tabakada o zamanın alimleri arasında birçok ihtilaflar görürüz. Bu ince bir fayda ifade etmektedir! O da şudur: Yazarların çoğu bu yaşanılan bütün tabakalardaki bu devreleri örnek vermiyorlar! Bilakis onların tamamen mezhebi tashih için çalıştıklarına dair örnekler veriyorlar. Merdâvî’nin yaptığı tashihler, sonrakilerin mezhebi değildir. Bilakis muteahhirinin (sonraki Hanbelilerin) dayanağı el-İknâ ve el-Munteha’dır.
El-Medhal kitabında şöyle geçer: “Bil ki, ashabımızın oldukça meşhur olan üç metni vardır. Bunların birincisi Muhtasaru’l-Harakî’dir. Öncekiler indinde bu kitabın şöhreti doğuya ve batıya ulaşmıştı. El-Muvaffak bu kitap üzerine el-Mukni’yi yazdı. Dokuzuncu asra kadar alimler katında el-Harakî’nin şöhretine yakın bir şöhrete ulaştı. Kadı Alauddin el-Merdavî, et-Tenkihu’l-Muşba’ kitabını yazdı. Ondan sonra el-Futuhî diye meşhur, Takıyuddin Ahmed b. Neccar (hicri 898-972) geldi ve el-Mukni’ ile et-Tenkih’i cem etti. Bu kitabına “Munteha’l-İradat Fi Cem’il-Mukni Maa’t-Tenkih ve Ziyadat” adını verdi. İnsanlar tembelliklerinden ve bu mezhebin az önce zikrettiğimiz alimlerin maksatlarını unuttuklarından dolayı, bu kitaba bağlandılar ve öncelileri ait diğer kitapları terk ettiler. Aynı şekilde Şeyh Musa el-Hicavî el-Makdisî (v.968) el-İkna kitabını yazdı. Bu hususta es-Samiri’nin (hicri 535-616) el-Mustev’ib kitabını örnek aldı. Hatta kitabının büyük kısmı, (İbn Teymiyye’nin dedesinin (v.652h.) el-Muharrar, el-Furu’ ve el-Mukni’ kitaplarından oluşmaktadır. Bunları tek sözde toplamıştır. Böylece sonrakiler bu iki kitaba ve şerhlerine yöneldiler.” [26]
İbn Teymiyye Hanbelî Mezhebini Taklid Etti mi?
İbn Teymiyye İmam Ahmed’in mezhebine ve görüşlerine bağlanmamıştır. Hatta onun diğer mezheplerden ayrı bir mezhebi olduğunu söylemek de mümkündür. Tercihlerinin çoğunda dört mezhebin ittifaklarına muhalefet etmiştir. Yine onun, bazı insanların icma zannettikleri görüşlere muhalif tercihleri vardır. Bundan dolayı İbn Teymiyye ve Hanbeli’lerden olan İbn Muflih, İbn Kayyım, İbn Abdilhadi gibi öğrencilerini ayrı bir tabaka saymak yerinde olur. Bu, başlangıcında Hanbeli mezhebinden farklı, yeni bir tabakadır. İbn Teymiyye asla el-Harakî’nin ve Gulamu Hallal’ın tercihlerine bağlanmamıştır. Buna rağmen İmam Ahmed’den gelen rivayetlere ve Hanbeli’lerin görüşlerine geniş bir vukufiyeti vardı. Bunlara bağlanmamıştı. Bilakis bazen mezhepte mutemet görüş haline gelmiş olan, İmam Ahmed’in sözlerine de muhalefet etmiştir.
İbn Teymiyye, Hanbeli mezhebinde tercihte bulunmuş, bunları İmam Ahmed’den gelen rivayetlere, hanbelilerin takrirlerine ve Harakî’nin tercihlerine dayandırmamıştır. Bilakis, İmam Ahmed’in sözüne aykırı bile olsa, şahsi içtihatları üzerine bina etmiştir. Burada kimsenin muhalefet etmeyeceği bir örnek verebiliriz: İbn Teymiyye Fetava’sında şöyle der:
وأما صلاة الرجل بادي الفخذين، مع القدرة على الأزار، فهذا لا يجوز. ولا ينبغي أن يكون فيه خلاف (!!). ومن بنى ذلك على الروايتين في العورة -كما فعل طائفة- فقد غلطوا. ولم يقل أحمد ولا غيره: أن المصلي يصلي على هذه الحال! كيف وأحمد يأمره بستر المنكبين؟ فكيف يبيح له كشف الفخذ؟
“İzar giymeye gücü yettiği halde dizleri açık olarak namaz kılan kimsenin namazı caiz değildir. Bu hususta ihtilaf edilemez (!!) Bir grubun yaptığı gibi, bu konuda uyluğun avret olması hakkında gelen iki rivayete dayananlar hata etmişlerdir. Ne Ahmed , ne de başkaları “Kişi böyle bir durumda namaz kılabilir” dememişlerdir! İmam Ahmed, omuzların örtülmesi gerektiğini söylediği halde, uyluğun açılmasının mubah olduğunu nasıl söyleyebilir?”[27]
Hafız İbn Receb ise, Fethu’l-Bari adlı Sahihu Buhari şerhinde onu reddederek şöyle demiştir:
فأما الصلاة فمن متأخري أصحابنا من أنكر أن يكون في صحة الصلاة مع كشفها عن أحمد فيها خلاف. قال: لأن أحمد لا تصح الصلاة مع كشف المنكب، فالفخذ أولى. وقال: لا ينبغي أن يكون في هذا خلاف، فإن الصلاة المأمور فيها بأخذ الزينة (...) يكتفي فيها بستر العورة. والمنصوص عن أحمد يخالف هذا. قال مهنا: سألت أحمد عن رجل صلى في ثوب ليس بصفيق؟ قال: "إن بدت عورته يعيد، وإن كان الفخذ فلا". قلتُ لأحمد: ما العورة؟ قال: "الفرج والدبر
“Namaza gelince, ashabımızın sonrakilerinden birisi, (uyluğun) açık olması halinde bu namazın sahih sayılması hususunda İmam Ahmed’den farklı rivayetler gelmesine karşı çıkmış ve şöyle demiştir: “Çünkü Ahmed, omuz açık haldeyken namazı sahih görmemiştir. Uyluk, bu hususta önceliklidir. Bu konuda ihtilaf olması uygun değildir. Zira namazda zineti kuşanmak emrolunmuştur…” Bu hususta avretin örtülmesi yeterlidir. İmam Ahmed’den buna muhalif söz gelmiştir. Muhenna dedi ki: “İmam Ahmed’e: “Sık dokunmuş olmayan bir kumaşla namaz kılan kimse” hakkında sordum. Dedi ki: “Eğer avreti belli olursa namazı iade eder. Şayet uyluğu görünürse iade etmez.” Ahmed’e dedim ki: “Avret neresidir?” dedi ki: “Cinsel organ ve kalçadır”[28]
Muhammed b. Abdilvehhab’ın Hanbeli Mezhebini Islah Etmeye Çalışması
Şeyh Abdullatif rahimehullah’ın oğlu Şeyh Abdullah rahimehullah şöyle der:
ولو كان هنا عناية بما استقر عليه الحال، في زمن الدعوة الإسلامية، وعلمائنا ومشايخنا، رحمهم الله، لكان بهم قدوة ولنا فيهم أسوة، خصوصاً بعدما فهموا من تقريرات شيخهم محمد، رحمه الله، وقوله في رسائله :أكثر ما في الإقناع والمنتهى، مخالف لنص أحمد، فضلاً عن نص رسول الله صلى الله عليه وسلم؛ يعرف ذلك من عرفه
“Şayet burada alimlerimizin ve şeyhlerimizin İslami davet zamanında, özellikle de şeyhleri Muhammed (b. Abdilvehhab’ın) takrirlerini anladıktan sonra, kararlaştırdıkları şeye özen gösterilseydi, onlar bize önder ve örnek olurlardı. Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah risalelerinde şöyle demiştir: “el-İkna ve el-Munteha kitaplarında bulunanların çoğu, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözleri bir yana, İmam Ahmed’in sözlerine de aykırıdır. Bunu bilen bilir.”
Şeyh İbrahim b. Şeyh Abdillatif de (rahimehumallah) şöyle demiştir:
واختيار بعض المتأخرين لا يقضي بأولويته، ولا رجحانه؛ ولو ذهب المخالف إلى الأخذ بكل ما صححوه، وإلزام الناس بجميع ما رجحوه لأوقعهم في شباك، وأفضى بهم إلى مفاوز الهلاك؛ وهذا على سبيل التنبيه، والإشارة تكفي اللبيب
“Sonrakilerden bazıları, muhalifleri sahih olan herşeyi kabul etseler dahi, öncelikli ve tercihe şayan olanla hüküm vermiyorlar. Bütün insanları tercih ettikleri şeye bağlamak istiyor ve ağlarına düşürüyorlar. Onları helake sürüklüyorlar.” Akıl sahipleri için uyarı olarak bu söz yeter.“[29]
Şeyh Mennâ’ el-Kattan rahimehullah, İmam Muhammed b. Abdilvehhab’ın daveti hakkında bir kitap derlemiş, orada Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah’ın davetinin kitap ve sünnete dayandığını açıklamıştır. Şeyhin biyografisine dair bir kitap yazmış, orada Muhammed b. Abdilvehhab’ın yetiştiği ortam ve asrı hakkında bilgi vermiş, sonra akide hususundaki davetinin kitap ve sünnet merkezli olduğu gibi, fıkıh konusundaki menhecinin de kitap ve sünnet delillerine dayalı olduğunu anlatmıştır. Sonraki Hanbeliler ise Muhammed b. Abdilvehhab’ın Hanbeli mezhebini taklid ettiğini iddia etmektedirler!
Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah delile tabi olanlardan idi. Cahiller kendilerine hucum edip: “Bunlar mezheplerin dışına çıkıyor” diye saldırdıklarında, maalesef Şeyhi takip edenlerin iddia ettikleri gibi; Hanbeli mezhebini taklit etmiyordu!
İşte onların bu yalpalamalarının sebebi, eski bir psikolojik kompleks olan cumhura muhalefet çekincesidir!
Allame Hasen el-Kettânî, - Allah onu esirlikten kurtarsın – “el-Ecvibetu’l-Vefiyye An Es’ileti’z-Zekiyye ve Munakaşati’l-Hareketi’l-Vehhabiyye” adıyla bilinen “el-Uzru bi’l-Cehl” adlı risalesinde şöyle demiştir:
“Bununla beraber Necdîler Hanbelî olmuşlardır. Ancak onlar delil, mezhepte meşhur olana muhalif ise, mezhebi terk ederek  delili almışlardır.  Nitekim hicrî 1349 yılında vefat eden Sa’d b. Hamd b. Atîk rahimehullah, fıkıhta Hanbeli’lerin mutemed kitabı olan Zadu’l-Mustakni nazmında şöyle demiştir: “İbn Abdilvehhab, mezhep taklidi ve delili terk hususunda aşırı giden taklitçileri uyarmıştır. Nitekim kendisi ve ashabı bu meselede mutedildirler. Mezheplere hürmet eder, imamlarına saygı gösterirlerdi. Onlar Hanbelilere, ancak delilinin sahih olduğu hususlarda uyarlardı…”
Yine şöyle demiştir: “el-Elbani’nin İbn Abdilvehhab’ı ve ashabını eleştirme sebebi, onların Hanbeli mezhebine tutunmalarıdır. Hatta onları mezhep mutaassıbı olmakla itham etmiştir. Nitekim öğrencisi Muhammed Iyd el-Abbasi, “Bid’atit-Taassubu’l-Mezhebî” kitabında onlara karşı çıkmış, Necid’de meşhur olan “Kim ez-Zâd’ı ezberlerse kullar arasında hüküm verebilir” sözünü reddetmiştir. Bu sözle kastedilen, Şerafuddin Muhsa el-Hicavî’nin; Zadu’l-Mustakni Fi İhtisari’l-Mukni kitabıdır…
Bütün bu nakledilenler, İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullah’ın üzerinde yaşadığı ve üzerinde vefat ettiği menheci ve insanların onun adına uydurdukları mezheple Ahmed’e söylettikleri şeylerden berî olduğunu açıkça ifade etmektedir.
İmam Ahmed’in kıyası, re’yi veya şimdikilerin neredeyse hiç anlamadıkları buna benzer şeyleri kabul ettiğine dair bütün söylenenler bâtıldır.
İmam Ahmed, kör taklidi terk etmeye ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olmaya davet ederek yaşamıştır. İmam Ahmed, isterse Malik, Şafii, el-Evzai gibi büyüklerden gelmiş olsun, re’yler arasında fark görmemiş, bütün re’ylerin (kişisel görüşlerin) İslam’ı yıktığını söylemiştir.
Elimizde mevcut olan karanlık mezheplerin fıkıh kitapları insanların görüşleriyle doludur. Ahmed b. Hanbel, hidayetin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerinde olduğunu, bunun yeterli geleceğine, bunun dışındakilerin ise, büyük alimlerden gelseler dahi sapıklık ve körlük olduğuna inanıyordu.
Allah, İmam Ahmed’e rahmet etsin, onu kıyamet gününde sevdiği ve tabi olduğuyla beraber haşreylesin.
İbn Receb’in Taassubunun İspatı
İbn Receb el-Hanbeli’nin, fıkıhta mezhep taassubu ve şahısların görüşleri merkezli bir metodu olduğunu, selefin yolunu bu şekilde göstermeye çalışıp naslara tutunanları – özellikle de zahir ehlini - karaladığını insaf sahipleri bilmektedirler. Bununla birlikte İbn Receb’in dört mezhepten başkasına bağlanmanın meşru olmadığına dair, sapık görüşlerle dolu bir risalesi vardır ve bu risalenin kendisine ait oluşu halen tartışılmaktadır. Fakat, İbn Receb’e ait oluşu kesin olan eserlerinde, onun mezhep taassubu bilinmektedir.
Nitekim Ehl-i Hadisin metoduna olan kinciliğini şu kıssa ortaya koyar: Hafız Buhari, İbnu’l-Medinî ve İbn Hazm gibi zahir ehli, imama uyan kimsenin rekate yetişmesi halinde fatiha okumasını farz görürler. Lakin İbn Receb, Buhari’nin bu görüşünü ve bunu İbnu’l-Medini’ye dayandırmasını beğenmez ve Buhari’nin “Kıraatu Halfe’l-İmam” adlı cüzüne düştüğü notta, Buhari’nin, hocası İbnu’l-Medini’den nakil yaptığı yerde İbn Receb şöyle der:
علي بن المديني ليس بفقيه، وفقهاء الحديث -كالشافعي وأحمد- ردُّوا هذا، وأنكروه. ولو لزم البخاريُّ أحمدَ، وتفقَّه به؛ كان خيرًا له من لزوم علي بن المديني مع تخبيطه
“Ali b. el-Medini fakih değildir. Şafii ve Ahmed gibi hadis fakihleri bunu reddeder ve karşı çıkarlar. Şayet Buhari, Ahmed’in yanından ayrılmasa ve ondan fıkıh öğrenseydi, kendisi için Ali b. el-Medini’nin yanında devam ederek alçalmasından daha hayırlı olurdu.”
Bu not, İbn Receb’in el yazısıyla tespit edilmiştir. Yine İbn Receb, Fethu’l-Bari’de şöyle demiştir:
وكان الحاملُ للبخاري على ما فعله: شدةَ إنكاره على فقهاء الكوفيين أن سورة الفاتحة تصحُّ الصلاةُ بدونها في حقِّ كلِّ أحد، فبالغ في الرد عليهم ومخالفتهم؛ حتى التزم ما التزمه مما شذَّ فيه عن العلماء، واتبع فيه شيخَه ابنَ المديني، ولم يكن ابن المديني من فقهاء أهل الحديث، وإنما كان بارعًا في العلل والأسانيد
“Buhari’yi bu yaptığına iten şey, Kufe’li fakihlerin “Herkes için Fatiha okunmaksızın da namaz sahih olur” demelerine karşı çıkmaktır. Onları reddetmede ve onlara muhalefette aşırı gitmiş, hatta şaz kalan alimlerin sarıldıkları şeye sarılmış, şeyhi İbnu’l-Medini’ye tabi olmuştur. İbnu’l-Medini ise Ehl-i Hadisin fakihlerinden değildir. O sadece illetler ve isnadlar konusunda uzmandır.”[30]
İbn Receb’in bu sözlerini reddetmek için, hadise nispet edilen Şafi’lerden biri olan Hafız İbn Hacerin bizzat kendi elleriyle yazdığı nüshada bulunan şu sözleri yeter:
الحواشي التي فيه بخط الشيخ زين الدين ابن رجب الحنبلي البغدادي نزيل دمشق، ولقد أظهر فيها من التعصُّب والتهوُّر ما كان ينبغي له أن يتنزَّه عنه، ولكن من يبلغ به الغضب إلى أن يقول في علي بن المديني: إنه ليس بفقيه- يسقط معه الكلام والسلام، كأنَّه ما طرق سمعَه قولُ البخاري: إنه ما رأى أعلمَ من علي بن المديني، وقد رأى أحمدَ وتلك الطبقة وطبقةً قبلهم بقليل
“Haşiyeler (kitaba yazılan notlar) Dımeşk’e yerleşip orada kendisine yakışmayacak şekilde taassubunu ve tehevvürünü ortaya koyan Şeyh Zeynuddin İbn Receb el-Hanbelî el-Bağdadî’ye aittir. Lakin öfkesi, Ali b. el-Medini hakkında: “O fakih değildir” demesine kadar varmıştır. Bununla beraber onunla konuşma da, selam da kesilir. Sanki o, Buhari’nin: “Ali b. el-Medini’den daha iyi bilen kimse görmedim” dediğini işitmemiş gibi davranıyor! Nitekim Buhari, o tabakada Ahmed’i ve ondan kısa zaman önce yaşamış olanları da görmüştü.”
Yine bu da İbn Hacer’in el yazısı ile yazılıdır. Bu iki dipnot, allame es-Sehavî tarafından görülmüş ve el-Cevahir ve’d-Durer’de İbn Hacer’in biyografisinde bunu nakletmiştir.[31]
Şimdi soruyoruz. İbn Receb neden kesin bir ifadeyle böyle dedi? Mesele, kitap ve sünnetten delille gelmiş olmasına rağmen, neden Ali b. el-Medini ve el-Buhari’ye nispet edildi?
İbnu’l-Medini ile Buhari’nin yanlarında ihtilaf eden arkadaşları da vardı, her ikisi de – İbn Hazm’ın mezhebini değil - naslara en yakın olanı tercih ettiler. Hatta Takıyuddin es-Subki şöyle der: “Çünkü bu delili en kuvvetli olan görüştür.”
İbnu’l-Medinî Fakih Değil miydi?
Bu sorunun cevabını, hocasını herkesten iyi bilen Buhari verir. O, İbnu’l-Medini’den şöyle dediğini rivayet etmiştir:
التفقّه في معاني الحديث نصف العلم؛ ومعرفة الرجال نصف العلم
“Hadisin manalarını anlamak (tefakkuh), ilmin yarısıdır. Diğer yarısı da ricali bilmektir.” İbnu’l-Medini’nin kendisi için ilmin yarısına razı olduğu ve diğer yarısını ihmal ettiği söylenebilir mi?
Ebu Ubeyd şöyle demiştir:
انتهى الحديث إلى أربعة: فأبو بكر بن أبي شيبة أسردهم له، وأحمد بن حنبل أفقههم فيه، ويحيى بن معين: أجمعهم له، وعلي بن المديني: أعلمهم به
“Hadiste son söz şu dört kişidedir: Ebu Bekr b. Ebi Şeybe en çok rivayet edenleridir. Ahmed b. Hanbel, en iyi fıkhedenleridir. Yahya b. Main en çok hadis toplayanlarıdır. Ali b. el-Medini ise en iyi bilenleridir.”
Yakub b. Sufyan el-Fesevî el-Marife’de naklediyor:
أنه قيل لعليّ ابن المديني: (لو نظرت في شيء من الفقه – كأنه يريد الرأي – فقال إن اشتغلت بذاك انسلخت مما أنا فيه
“ Ali b. el-Medini’ye re’y kastedilerek: “Fıkıhtan bir şeyi araştırsan” denildi. O da dedi ki: “Onunla meşgul olsaydım, şimdi bulunduğum halde olamazdım.”
Yine İbn Receb, Buhari’nin bu görüşü Kufe’lilere muhalefet olsun diye tercih ettiğini iddia etmiştir! Yani ona göre Buhari, sırf Kufe’lilere muhalefet etmek istediği için muhalefet etmiş! İbn Receb, şeyhlerini görüşlerine taassubundan dolayı, hadis kitaplarının en sahihinin muellifi olan Buhari’ye böyle bir zanda bulunmuştur. Subhanallah!
Buhari’nin Sahih’inde “Bazı insanlar iddia ettiler ki…” diyerek işarette bulunduğu kimselerin re’y ehli ve Kufe’liler olduğunu herkes bilir. Halbuki Buhari, imamın arkasında Fatiha okumak hakkında mustakil bir cüz yazmıştır. Bu meselede Kufe ehli yalnız kalmamış, dört mezhep de bu görüştedir. Böylece İbn Receb ve benzeri mutaassıpların bilmedikleri yönden görüşleri çürütülmüştür. İbnu’l-Medini ve Buhari delili almışlar, Kitap, sünnet ve sahabelerin amelinden delil getirmişlerdir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)