Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

21 Ocak 2021 Perşembe

Namazda Nereye Bakılır?

 Ebu Hureyre radiyallahu anh’den:

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ " كَانَ إِذَا صَلَّى رَفَعَ بَصَرَهُ إِلَى السَّمَاءِ فَنَزَلَتْ {الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ} فَطَأْطَأَ رَأْسَهُ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namaz kıldığı zaman gözünü semaya kaldırırdı. Bunun üzerine “Onlar namazlarında huşûludurlar” (Mu’minun 2) ayeti nazil oldu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de başını eğmeye başladı.”[1]

Tabiinden bazılarından secde yerine bakılması hakkında maktu rivayetler gelmiştir. Bu hadis dışında namazda bakılacak yer hakkında merfu bir hadis sabit olmamıştır. Namazdaki oturuşlarda ise parmakla yapılan işarete bakmak varid olmuştur:

Abdullah b. ez-Zubeyr radıyallahu anhuma’dan:

إِذَا تَشَهَّدَ وَضَعَ يَدَهُ الْيُسْرَى عَلَى فَخِذِهِ الْيُسْرَى وَوَضَعَ يَدَهُ الْيُمْنَى عَلَى فَخِذِهِ الْيُمْنَى وَأَشَارَ بِأُصْبُعِهِ السَّبَّابَةِ لَا يُجَاوِزُ بَصَرُهُ إِشَارَتَهُ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem teşehhüd yaptığı zaman sol elini sol dizine, sağ elini sağ dizi üzerine koyar, işaret parmağıyla işaret ederdi. Gözleri (bakışları) işaretini geçmezdi.”[2]

Rükû esnasında nereye bakılacağı hakkında ise merfu hadislerde bir açıklama gelmediğinden bir önceki rivayetin genel ifadesiyle amel edilir. Tabiinden Şureyk b. Abdillah rahimehullah’tan rükû esnasında ayaklara bakılacağını söylediği rivayet edilmiştir. Lakin bu maktû rivayet, dayanağı bilinmediği sürece ibadetlerde bir delil ifade etmez.

El-Elbani rahimehullah namazda secde yerine bakmak hakkında delil getirdiği şu rivayet ise hem isnad bakımından çok zayıftır, hem de namaz hakkında değildir:

Aişe radiyallahu anha’dan:

عَجَبًا لِلْمَرْءِ الْمُسْلِمِ إِذَا دَخَلَ الْكَعْبَةَ كَيْفَ يَرْفَعُ بَصَرَهُ قِبَلَ السَّقْفِ يَدَعُ ذَلِكَ إِجْلَالًا لِلَّهِ وَإِعْظَامًا دَخَلَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْكَعْبَةَ مَا خَلَفَ بَصَرُهُ مَوْضِعَ سُجُودِهِ حَتَّى خَرَجَ مِنْهَا

“Müslüman kimsenin Kâbe’ye girdiği zaman Allah Azze ve Celle için saygı ve tazimi terk ederek gözünü tavan tarafına nasıl kaldırabildiğine hayret ediyorum. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Kâ’be’ye girdiği zaman çıkıncaya kadar gözünü secde yerinden ayırmadı.”[3]

Bu rivayetin isnadında Ahmed b. İsa b. Zeyd el-Lahmî’nin zayıflığı şiddetlidir. İbn Adiy onun münker rivayetleri olduğunu söylemiş, Darekutni “kuvvetli değil” demiştir. İbn Tahir onun yalancı olduğunu söylemiştir. Nitekim Zehebi, Beyhakî’nin Sunen’ini tehzibinde: “Bu rivayet, Ahmed b. İsa b. Zeyd et-Tinnisi’nin münker rivayetlerindendir” demiştir.[4] El-Elbani rahimehullah rivayeti değerlendirirken bu ravinin durumunu dikkatten kaçırmış, Hâkim’in “Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih“ demesini onaylamıştır. Muhtemelen Buhârî ve Muslim ricalinden olan Ahmed b. İsa b. Hassan el-Mısrî ile karıştırmıştır.



[1] Muslim'in şartına göre sahih. Hâkim (2/426) Beyhakî (2/283)

[2] Muslim'in şartına göre sahih. İbn Huzeyme (718) İbn Hibbân (5/271) Ahmed (4/3) Nesai (1275) Ebu Davud (990) Ebû Ya'lâ (12/179)

[3] Çok zayıf. İbn Huzeyme (3012) Hâkim (1/653) Beyhakî (5/158) el-Elbani Aslu Sifati’s-Salat (1/231)

[4] Zehebi el-Muhezzeb Fi İhtisari’s-Suneni’l-Kebir (8145)

19 Ocak 2021 Salı

Samirî: Mesih ed-Deccal'dir

 

Daha önceki bir yazımda Deccal’in şeytanlardan biri olduğunu, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem zamanında İbn Sayyad suretinde göründüğünü yazmış, bazı alimlerin Samiri’nin de Deccal olduğunu söylediklerine işaret etmiştim. Aşağıda terceme edeceğim yazıda ise Samiri’nin Deccal olduğunu gösteren deliller zikredilmiştir. Makale Ahmed Abdulkerim el-Cevherî’nin araştırmasından ilgili bölümü teşkil etmektedir:

Samirî; Mesih ed-Deccal’dir

Musa aleyhi's-selâm zamanında İsrailoğullarını saptıran Samirî; Mesih ed-Deccal’dir. Bu adam İblisin kopyası ve insanları saptırıp yeryüzünde fesat çıkarma konusunda ortağıdır. O, Allah Azze ve Celle’nin şu ayetinde kendilerine mühlet verdiği kimselerdendir:

{قَالَ رَبِّ فَأَنظِرْنِي إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ# قَالَ فَإِنَّكَ مِنَ الْمُنظَرِينَ# إِلَى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ} 

İblis: “Ey Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver” dedi. Allah dedi ki: “Haydi, sen mühlet verilenlerdensin. O bilinen güne kadar.” (Sad 79-81)

Şu halde kendisine mühlet verilen sadece İblis değildir. Ondan başka da kendisine mühlet verilenler, uzun ömür yaşaması takdir edilenler vardır. Mesih ed-Deccal de onlardan biridir. Bundan dolayı bütün nebiler ümmetlerini Mesih ed-Deccal’den sakındırmışlardır. Hatta Nuh aleyhi's-selâm da ümmetini Deccal’den sakındırmıştır. Musa aleyhi's-selâm ve Samirî kıssasını düşünen şaşırtıcı şeyler görür. Musa aleyhi's-selâm Allah Azze ve Celle’ye münacaat etmeye gitti ve kırk gün bekledi. Kavmi için kardeşi Harun aleyhi's-selâm’ı halife olarak yerine bırakmıştı. Allah Azze ve Celle Musa aleyhi's-selâm’a üzerinde Allah Azze ve Celle’nin kelamı yazılı olan levhalar indirdi. Allah Azze ve Celle, Musa aleyhi's-selâm’a kavmini ne üzerinde bıraktığını ve neden aceleyle geldiğini sordu:

{وَمَا أَعْجَلَكَ عَن قَوْمِكَ يَا مُوسَى# قَالَ هُمْ أُولَاء عَلَى أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَى# قَالَ فَإِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِن بَعْدِكَ وَأَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ# فَرَجَعَ مُوسَى إِلَى قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ يَا قَوْمِ أَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْدًا حَسَنًا أَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ أَمْ أَرَدتُّمْ أَن يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَخْلَفْتُم مَّوْعِدِي# قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَارًا مِّن زِينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذَلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ# فَأَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هَذَا إِلَهُكُمْ وَإِلَهُ مُوسَى فَنَسِيَ} 

Seni acele ile kavminden ayrılmaya sevkeden nedir, ey Musa! Musa: “İşte onlar da benim peşimdeler. Ben, memnun olasın diye sana acele ile geldim rabbim” dedi. Dedi ki: “Senden sonra biz, kavmini imtihan ettik ve Sâmirî onları yoldan çıkardı.” Bunun üzerine Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü. “Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Şu halde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze rabbinizin gazabının inmesini mi istediniz ki, bana olan vâdinizden döndünüz?” dedi. Dediler ki: “Biz sana olan vâadimizden, kendi isteğimizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin zinet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.” Bu adam, onlar için, böğürebilen bir buzağı heykeli icat etti. Bunun üzerine: “İşte bu, sizin de, Musa'nın da ilahıdır. Fakat onu unuttu” dediler.” (Tâhâ 83-88)

Burada Musa aleyhi's-selâm’ın Allah Azze ve Celle tarafından haberdar edilerek kavminin düştüğü fitneyi ve bunu kimin yaptığını öğrendiğini görüyoruz. Ancak haber almak, bizzat görmek gibi değildir. Musa aleyhi's-selâm kavmine döndüğünde onların buzağı etrafında secde edip tavaf ettiklerini gördü ve şuurunu kaybedecek kadar öfkelendi, öyle ki semadan indirilmiş olan, üzerinde Allah Teâlâ’nın kelamının bulunduğu mukaddes levhaları yere attı. Bu öfkenin şiddetinden dolayı olmuştu. Kardeşi Harun aleyhi's-selâm’ın başını tuttu, sakalından çekti. Bu suçta Harun aleyhi's-selâm’ın bir günahı yoktu. Harun aleyhi's-selâm, annesinin hatırına merhamet istedi. Çünkü anne şefkat ve merhamete en yakın akrabadır. Ona İsrailoğullarının safları arasında meydana gelen bu fitneyi istemediğini, onları buzağıya ibadetten yasakladığı için kendisini neredeyse öldürecek olduklarını söyledi:

{وَلَمَّا رَجَعَ مُوسَى إِلَى قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونِي مِن بَعْدِيَ أَعَجِلْتُمْ أَمْرَ رَبِّكُمْ وَأَلْقَى الألْوَاحَ وَأَخَذَ بِرَأْسِ أَخِيهِ يَجُرُّهُ إِلَيْهِ قَالَ ابْنَ أُمَّ إِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونِي وَكَادُواْ يَقْتُلُونَنِي فَلاَ تُشْمِتْ بِيَ الأعْدَاء وَلاَ تَجْعَلْنِي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ} 

Musa kavmine öfkeli ve kederli bir halde dönünce onlara: “Benim ardımdan geldikten sonra ne kötü işler yaptınız! Rabbinizin emrine acele mi ettiniz?” dedi. Levhaları bırakarak kardeşinin başından tutup onu kendisine doğru çekti. O dedi ki: “Ey anamın oğlu! Bu topluluk beni güçsüz bıraktı. Neredeyse beni öldüreceklerdi. Sen de bana düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla bir tutma.” (A’raf 150)

Bu suçtan berî olan Harun aleyhi's-selâm’a uygulanan şiddet böyleyse, fitnenin suçlusu olan Samirînin hali nasıl olur? Biz Musa aleyhi's-selâm’ın onu öldüreceğini veya şiddetli azap edeceğini düşünürdük. Lakin durumun tam aksine olması şaşırtıcıdır! Musa aleyhi's-selâm Samirî’ye yumuşak bir şekilde hitap ediyor:

{قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ# قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِهِ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِّنْ أَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذَلِكَ سَوَّلَتْ لِي نَفْسِي} 

Musa: “Ya senin zorun nedir, ey Sâmirî?” dedi. O da: “Ben, onların görmediklerini gördüm. Zira o elçinin izinden bir avuç alıp onu attım. Bunu böyle nefsim bana hoş gösterdi” dedi.” (Tâhâ 95-96)

Özrü kabahatinden beter! Altından bir buzağı yaptı, sonra Cibril aleyhi's-selâm’ın atının izinden bir tutam alıp, altından buzağının üzerine attı! Buzağı canlandı ve böğürmeye başladı. Dedi ki: “İsrailoğulları! Bu bizim ilahımız ve Musa’nın ilahıdır! Musa bu ilahı unutmuştu.”

Burada Samirî’nin gücünün sıradan olmadığını görüyoruz. O Cibril aleyhi's-selâm’ı görüyordu, “Ben onların görmediğini gördüm” dedi. O, insanların görmediği şeyi görmüştü! Melekleri görüyordu! Bu Mesih ed-Deccal’in halidir! Zira Mesih ed-Deccal ortaya çıktığında Medine’ye gelecek, orayı Meleklerin kılıçlarıyla koruduğunu görecektir!

Samirî, altından yaptığı buzağıyı diriltmeye kalkıyor! Âdemoğullarından hiçbiri bir maddeyi canlıya dönüştüremez! Teknolojinin bu zamana kadar gelişmesine rağmen böyle bir şey olmamıştır! Böyle bir güç ancak Mesih ed-Deccal’de ve Allah Azze ve Celle’nin dilediği nebilerde vardır! Nitekim İsa aleyhi's-selâm çamurdan kuş şekli yapmış ve ona üflemiş, Allah’ın izniyle kuşa dönmüştür. O Allah’ın izniyle ölüleri diriltirdi!

Samirî Musa aleyhi's-selâm’ın kuvvetli biri olduğunu ve heybetli olduğunu biliyordu. Lakin ondan korkmadı, bilakis tartışmaya ve suçunda ısrar etmeye kalktı. Çünkü Musa aleyhi's-selâm’ın kendisine eziyet veremeyeceğini biliyordu! Öyle de oldu. Musa aleyhi's-selâm onu cezalandıramadı! Bilakis ona şöyle dedi:

{قَالَ فَاذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَن تَقُولَ لا مِسَاسَ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَّنْ تُخْلَفَهُ وَانظُرْ إِلَى إِلَهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا لَّنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا} 

Musa dedi ki: “Git! Artık hayatın boyunca sen: “Bana dokunmayın!” diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun ilaha da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!” (Tâhâ 97)

Buradaki “Git! (izheb)” kelimesi, Allah Azze ve Celle’nin İblis’e söylediği sözün ta kendisidir:

{قَالَ اذْهَبْ فَمَن تَبِعَكَ مِنْهُمْ فَإِنَّ جَهَنَّمَ جَزَآؤُكُمْ جَزَاء مَّوْفُورًا} 

Allah buyurdu: “Git! Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir.” Tam bir ceza!” (İsra 63) İşte İblis’e de “git” deniliyor! Malum bir vakte kadar ona mühlet verilmişti! Samirî’ye de Musa aleyhi's-selâm “Git” diyor! Şaşırtıcı! Herhangi bir cezalandırma söz konusu olmaksızın sadece “Git!” diyor. Suçsuz olan Harun aleyhi's-selâm’ın ise saçından, sakalından çekiyor, başından sürüklüyor! Evet, çünkü Allah Azze ve Celle, Musa aleyhi's-selâm’a bu adama musallat olamayacağını haber vermişti! Bu adamın zamanı vardı. O da İsa aleyhi's-selâm’ın onu öldüreceği zamandır!

Bu tayin edilmiş vakit gelinceye kadar Musa aleyhi's-selâm’ın ona söylediği şey “Git” sözüdür:

{قَالَ فَاذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَن تَقُولَ لاَ مِسَاسَ}

Musa dedi ki: “Git! Artık hayatın boyunca sen: “Bana dokunmayın!” diyeceksin.” Yani sen ayrıcalıklısın, sana kimse bir kötülük yapamaz! Bunu Allah Azze ve Celle’nin Âdem aleyhi's-selâm’a söylediği şu sözle karşılaştırın:

إِنَّ لَكَ ألاَّ تَجُوعَ فِيهَا وَلَا تَعْرَى

Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak.” (Tâhâ 118) Sonra Musa aleyhi's-selâm’ın şöyle dediğini görüyoruz:

وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَّنْ تُخْلَفَهُ

Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var.” (Tâhâ 97)

Müfessirler, (Allah onlara rahmet etsin) bu ayetin tefsirinde uygun olmayan görüşler zikretmişler ve şöyle demişlerdir: “Senin cezan kıyamet günündedir ve hesabın Allah katındadır!” Bu nasıl doğru bir açıklama olabilir? Şayet hırsıza, katile ve suçluya; “Git, senin cezan kıyamet günündedir, dünyada sana bir ceza yoktur” denebilir mi? Musa aleyhi's-selâm’ın mukaddes levhaları fırlatması ve suçsuz kardeşi Harun aleyhi's-selâm’ı tutup çekiştirmesi, sonra da asıl suçlu olan Samiri’ye “Git” demekle kalması, böyle bir durumda makul müdür?

Sonra Musa aleyhi's-selâm’ın kavminden buzağıya ibadet etme fitnesine düşenlerin tevbesi, onların kendilerini öldürmeleri olmuştur! Onlar da Allah Azze ve Celle’nin emrine uyarak birbirlerini öldürmüşler, sonra Allah onların tevbelerini kabul etmiştir:

{وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُواْ إِلَى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ عِندَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ} 

Hani Musa kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Gerçekten siz o buzağıyı (ilah) edinmekle kendinize zulmettiniz; hemen yaratanınıza tevbe edin de nefislerinizi (birbirinizi) öldürün. Bu yaratanınız katında sizin için daha hayırlıdır.” Bunun üzerine tevbenizi kabul etti. Şüphesiz ki O, Tevvab’dır, Rahim’dir.” (Bakara 54)

Samirî’ye gelince (ki o Mesih ed-Deccal’dir) onun kıyamet gününden önce dünyada ceza günü vardır:

{إِنَّ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرِينَ} 

Doğrusu buzağıyı ilah edinenlere Rablerinden bir gazap, dünya hayatında da alçaklık erişecektir. Biz iftira edenleri işte böyle cezalandırırız.” (A’raf 152)

Onun cezası ve helaki, onun sancağı altında onun düzenine tabi olanlarla beraber Allah’ın nebisi İsa aleyhi's-selâm’ın ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetinden olan ricalin eliyle olacaktır!

Taberani ve Bezzar, Nuheyk b. Sarîm radiyallahu anh’den rivayet ediyorlar: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

لَتُقَاتِلُنَّ الْمُشْرِكِينَ حَتَّى يُقَاتِلَ بَقِيَّتُكُمُ الدَّجَّالَ عَلَى نَهْرِ الْأُرْدُنِّ أَنْتُمْ شَرْقِيَّهُ وَهُمْ غَرْبِيَّهُ

 Elbette müşriklerle savaşacaksınız. Hatta sizden geriye kalanlar Ürdün nehri üzerinde Deccal’e karşı savaşır. Siz o nehrin doğu tarafında, onlar ise batı tarafında olurlar.”[1]

Musa aleyhi's-selâm dedi ki:

{وَانظُرْ إِلَى إِلَهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا لَّنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا}

Tapmakta olduğun ilaha da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!” (Tâhâ 97)

Çünkü o sadece altından bir buzağı değildi. Şayet öyle olsaydı, ebette yakılmasından sonra bir kitleye dönüşür ve onun hakkında “savuracağız” denilmezdi. “Lenensifennehu” kavli, küllerini denizde savurmak demektir. Çünkü ancak etten ve kandan olan bir buzağının yakılmasından sonra küle dönmesi söz konusu olabilir. Burada “Lenensifennehu” denilmiştir. Yani külünü savuracağız demektir. Nitekim İbn Mes’ud radiyallahu anh’ın mushafındaki kıraatte “lenezbihannehu” (onu boğazlayacağız) şeklindedir. Bunu Şevkanî Fethu’l-Kadir’de nakletmiştir.

Samirî; kendisine büyük güçler verilmiş olan Mesih ed-Deccal’dir. Ortaya çıkıp Allah olduğunu iddia edinceye kadar yeryüzünde kötülük ve fesat ona musahhar kılınmıştır. Ta ki Allah Azze ve Celle, sadece semada olan Vahidul-Ehad olan Allaha kulluk edenlerin onun tanımaları için, onun gerçek suretini ve onun şaşı gözlü yalancı olduğunun alametlerini ortaya koyacaktır:

 Suleyman b. Şihab rahimehullah’tan: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından olan Abdullah b. Mut’im radiyallahu anh’a misafir oldum. Bana Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etti:

الدَّجَّالُ لَيْسَ بِهِ خَفَاءٌ إِنَّهُ يَجِيءُ مِنْ قِبَلِ الْمَشْرِقِ فَيَدْعُو إِلَى حَقٍّ فَيُتَّبَعُ وَيَنْصِبُ لِلنَّاسِ فَيُقَاتِلُهُمْ وَيَظْهَر عَلَيْهِمْ فَلَا يَزَالُ عَلَى ذَلِكَ حَتَّى يَقْدَمَ الْكُوفَةَ فَيُظْهِرُ دِينَ اللهِ وَيُعْمَلُ بِهِ فَيُتَّبَعُ ثُمَّ يَقُولُ بَعْدَ ذَلِكَ إِنِّي نَبِيُّ فَيَفْزَعُ مِنْ ذَلِكَ كُلُّ ذِي لُبٍّ وَيُفَارِقُهُ فَيَمْكُثُ بَعْدَ ذَلِكَ حَتَّى يَقُولَ أَنَا اللهُ فَتُغْشَى عَيْنه وَتُقْطَعُ أُذُنَهُ وَيُكْتَبُ بَيْنَ عَيْنَيْهِ كَافِرٌ فَلَا يَخْفَى عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ فَيُفَارِقُهُ كُلُّ أَحَدٍ مِنَ الْخَلْقِ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ مِنَ الْإِيمَانِ

"Deccal gizlenecek değildir. Şüphesiz o doğu tarafından gelir ve hakka davet eder. İnsanların kendisine tabi olması ve kendisine mensup olmaları için onlarla harp eder ve galip gelir. Kufe’ye gelinceye kadar bu şekilde devam eder. Allah'ın dinini açığa çıkararak onunla amel eder. Bundan sonra "Ben şüphesiz bir peygamberim" der. Bunun üzerine akıl sahibi olan herkes ondan kaçar ve ayrılır. "Ben Allah'ım" diye iddia edinceye kadar böylece bekler. Bu iddiası üzerine de gözü kaplanır, kulağı kesilir ve iki gözü arasına hiçbir Müslüman'a gizli olmayacak şekilde "Kâfir" yazılır. Böylece kalbinde imandan hardal zerresi kadar olan herkes ondan ayrılır"[2]



[1] Ebu Muaz’ın notu: Hadisin isnadı sahihtir: İbn Sad Tabakat (7/422) Ebu Nuaym Marife (6439) İbn Asakir Tarihu Dımeşk (62/323-24)

[2] Ebu Muaz’ın notu: Hadisin devamı şu şekildedir:

وَيَكُونُ أَصْحَابُهُ وَجُنُودُهُ الْمَجُوسَ وَالْيَهُودَ وَالنَّصَارَى وَهَذِهِ الْأَعَاجِمُ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ثُمَّ يَدْعُو بِرَجُلٍ فِيمَا يَرَوْنَ فَيَأْمُرُ بِهِ فَيُقْتَلُ ثُمَّ تُقَطَّعُ أَعْضَاؤُهُ كُلُّ عُضْو عَلَى حِدَةٍ فَيُفَرِّقُ بَيْنَهَا حَتَّى يَرَاهُ النَّاسُ ثُمَّ يَجْمَعُ بَيْنَهَا ثُمَّ يَضْرِبُهُ بِعَصَاهُ فَإِذَا هُوَ قَائِمٌ فَيَقُولُ أَنَا اللهُ الَّذِي أُحْيِي وَأُمِيتُ وَذَلِكَ سِحْرٌ يَسْحَرُ بِهِ أَعْيُنَ النَّاسِ لَيْسَ يَصْنَعُ مِنْ ذَلِكَ شَيْئًا

Deccal’in ashabı ve ordularını; Mecusiler, Yahudiler, Hristiyanlar ve şu müşriklerden olan acemler oluşturur. Sonra görmekte oldukları bir adamı çağırır ve ona emreder, onu öldürür, sonra azalarını keserek insanların görmeleri için her birini ayrı bir yere ayırır. Sonra azaları bir araya toplar, asasıyla ona vurur, bir de görürler ki adam ayakta duruyor! Der ki: “Ben dirilten ve öldüren Allah’ım” Bu, insanların gözlerini boyadığı bir sihirden ibarettir. O böyle bir şeyi hakikatte yapamaz.” Hadis hasendir. Tahrici: Ebu Nuaym Marife (4052) İbn Asakir Tarih (2/229, 230) Fethu’l-Bari (13/91) el-İsabe (4/243) Mecmau’z-Zevaid (7/340) İbn Kesir en-Nihaye (1/90) Elbani Kıssatu Mesihi’d-Deccal (s.66) * Heysemi der ki; "Taberani bunu uzun bir metinle rivayet etti. İsnadında Metruk olan Said b. Muhammed el-Verrak vardır." 

* Derim ki: Hafız Ebu Nuaym Marife’de Muhammed b. Said el-Cermi el-Kufi şeklinde zikretmiştir. Muhammed b. Said el-Cermi güvenilirdir. İbn Ebi Şeybe’nin rivayetinde ise Abdullah b. Numeyr, Hallad (veya Hallam) b. Salih’ten rivayetle mutabaat etmektedir. Hadis hasen olmaya elverişlidir. Bu yüzden Hafız İbn Hacer: “Zayıflığı ileri boyutta değildir” der.

* Mevkuf rivayet için bkz.; İbn Ebi Şeybe (7/497)

17 Ocak 2021 Pazar

Büyük Kıyamet Alametlerinin İlki Güneşin Batıdan Doğmasıdır!

 

Enes radiyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

أَوَّلُ أَشْرَاطِ السَّاعَةِ نَارٌ تَحْشُرُ النَّاسَ مِنَ المَشْرِقِ إِلَى المَغْرِبِ

Kıyamet alametlerinin ilki (Evvelu eşrati’s-Sâ’a) insanları doğudan batıya sürecek bir ateştir.” Bunu Buhârî rivayet etmiştir. Bu hadisteki eşratu’s-sâ’a kavli, kıyamet alametleri demektir.

Ebu Zur’a Amr b. Cerir rahimehullah şöyle demiştir: “Mervan b. el-Hakem’in yanında Medine’de müslümanlardan üç kişilik bir grup kıyamet alametlerinin ilkinin deccalin çıkışı olduğundan bahsettiler. Bunun üzerine Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma dedi ki: “Mervan bir şey dememiş! Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittikten sonra hiç unutmadığım bir hadis ezberledim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:

إِنَّ أَوَّلَ الْآيَاتِ طُلُوعُ الشَّمْسِ مِنْ مَغْرِبِهَا وَخُرُوجُ الدَّابَّةِ عَلَى النَّاسِ ضُحًى فَأَيُّهُمَا كَانَتْ فَالْأُخْرَى عَلَى إِثْرِهَا قَرِيبًا

Muhakkak ki ayetlerin (iman etmeye mecbur bırakan delillerin) ilki güneşin batıdan doğması ve dabbenin insanlara bir kuşluk vaktinde çıkmasıdır. Bu ikisinden hangisi önce meydana gelirse, diğeri hemen ardından meydana gelir.”[1]

Bu hadiste geçen Âyat kelimesi ise ayetin çoğuludur, iman etmeye mecbur bırakan kesin delil manasındadır. Bu yüzden önceki hadisle bu hadis arasında bir çelişki yoktur.

Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لاَ تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا فَإِذَا طَلَعَتْ فَرَآهَا النَّاسُ آمَنُوا أَجْمَعُونَ فَذَلِكَ حِينَ {لاَ يَنْفَعُ نَفْسًا إِيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ آمَنَتْ مِنْ قَبْلُ أَوْ كَسَبَتْ فِي إِيمَانِهَا خَيْرًا} وَلَتَقُومَنَّ السَّاعَةُ وَقَدْ نَشَرَ الرَّجُلاَنِ ثَوْبَهُمَا بَيْنَهُمَا فَلاَ يَتَبَايَعَانِهِ وَلاَ يَطْوِيَانِهِ وَلَتَقُومَنَّ السَّاعَةُ وَقَدِ انْصَرَفَ الرَّجُلُ بِلَبَنِ لِقْحَتِهِ فَلاَ يَطْعَمُهُ وَلَتَقُومَنَّ السَّاعَةُ وَهُوَ يَلِيطُ حَوْضَهُ فَلاَ يَسْقِي فِيهِ وَلَتَقُومَنَّ السَّاعَةُ وَقَدْ رَفَعَ أَحَدُكُمْ أُكْلَتَهُ إِلَى فِيهِ فَلاَ يَطْعَمُهَا

Güneş, battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneşin oradan doğduğunu gördüklerinde bütün insanlar iman ederler. Bu, “Daha önce iman etmemiş olan veya imanında bir hayır kazanmamış olan hiç kimseye imanı bir fayda vermez” (En’âm 158) buyrulduğu zamandır. İki adam kumaşlarını yayıp aralarında alış veriş yaptıkları sırada onu düremeden elbette kıyamet kopacaktır. Kişi devesinin sütünü sağıp onun tadına bakamadan elbette kıyamet kopacaktır. Kişi havuzunu sıvarken ondan içemeden elbette kıyamet kopacaktır. Biriniz yiyeceğini ağzına götürüp de onun tadına bakamadan elbette kıyamet kopacaktır.”[2]

Ebu Hureyre radiyallahu anh’den diğer rivayet lafzı şu şekildedir:

ثَلَاثٌ إِذَا خَرَجْنَ لَمْ يَنْفَعْ نَفْسًا إِيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ آمَنَتْ مِنْ قَبْلُ طُلُوعُ الشَّمْسِ مِنْ مَغْرِبِهَا وَالدَّجَّالُ وَدَابَّةُ الْأَرْضِ

Üç şey çıktığında daha önceden iman etmemiş olan hiçbir nefse iman etmesi bir fayda vermez: Güneşin batıdan doğması, deccal ve dabbetu’l-arz.”[3]

Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh, “Daha önce iman etmeyen ya­hut imanında bir hayır kazanmayan hiç bir kimseye, o günkü imanının fayda vermeyeceği zaman” (En’âm 158) âyeti hakkında şöyle dedi:

طُلُوعُ الشَّمْسِ مَنْ مَغْرِبِهَا مَعَ الْقَمَرِ كَالْبَعِيرَيْنِ ثُمَّ قَرَأَ هَذِهِ الآيَةَ وَجُمِعَ الشَّمْسُ والقمر

“Güneşin batıdan, ay ile beraber iki deve gibi doğmasıdır.” İbn Mes’ud radiyallahu anh sonra: “Güneş ve ay bir araya getirildiği zaman” (Kıyamet 9) ayetini okudu.”[4]

Aişe radiyallahu anha dedi ki:

إِذَا خَرَجَتْ أَوَّلُ الْآيَاتِ طُرِحَتِ الْأَقْلَامُ وَطُوِيَتِ الصُّحُفُ وَخَلَصَتِ الْحَفَظَةُ وَشَهِدَتِ الْأَجْسَادُ عَلَى الْأَعْمَالِ

Ayetlerin ilki çıktığı zaman kalemler kaldırılır, (amel defterlerinin) sahifeleri dürülür, hafaza melekleri serbest kalır, cesetler amellere şahitlik eder.”[5]

Bu rivayet mevkuf olsa da, hükmen merfudur.

Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma şöyle demiştir:

يَبْقَى النَّاسُ بَعْدَ طُلُوعِ الشَّمْسِ مِنْ مَغْرِبِهَا عِشْرِينَ وَمِائَةَ سَنَةٍ

“İnsanlar güneşin batıdan doğmasından sonra yüz yirmi sene kalırlar.”[6] Bu haber mevkuftur ve İsrailiyyat kaynaklı olma ihtimali vardır.

Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma’dan: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

الْآيَاتُ خَرَزَاتٌ مَنْظُومَاتٌ فِي سِلْكٍ إِذَا انْقَطَعَ السِّلْكُ تَبِعَ بَعْضُهَا بَعْضًا

Ayetler (iman etmeye mecbur bırakan deliller) bir ipte dizili boncuklar gibidir. İp koptuğu zaman boncuklar peşpeşe dağıldığı gibi bu ayetler de peşpeşe gelir.”[7]

Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

إِذَا طَلَعَتِ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا يَخِرُّ إِبْلِيسُ سَاجِدًا يُنَادِي إِلَهِي مُرْنِي أَنْ أَسْجُدَ لِمَنْ شِئْتَ فَتَجْتَمِعُ إِلَيْهِ زَبَانِيَتُهُ فَيَقُولُونَ يَا سَيِّدُهُمْ مَا هَذَا التَّضَرَّعُ؟ فَيَقُولُ إِنَّمَا سَأَلْتُ رَبِّي أَنْ يُنْظِرَنِي إِلَى الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ وَهَذَا الْوَقْتُ الْمَعْلُومُ ثُمَّ تَخْرُجُ دَابَّةُ الْأَرْضِ مِنْ صَدْعٍ فِي الصَّفَا فَأَوَّلُ خَطْوَةٍ تَضَعُهَا بِأَنْطَاكِيَّةَ ثُمَّ تَأْتِي إِبْلِيسَ فَتَلْطِمُهُ

Güneş batıdan doğduğu zaman iblis secdeye kapanacak ve şöyle seslenecek: “İlahî! Bana emret, kimse dilersen ona secde edeyim! Zebanileri onun başına toplanıp derler ki:

“Ey (şeytanların) efendisi! Nedir bu yalvarışın?” İblis der ki: “Ben rabbimden ancak malum vakte kadar süre istemiştim. İşte malum vakit budur.” Sonra Safâ kayalığından dabbetu’l-arz çıkar. İlk adımını Antakya’ya atar, sonra İblise gelip ona tokat vurur.”[8]

İbn Hacer şöyle naklediyor: Beyhakî el-Ba’s ve’n-Nuşur’de dedi ki: “el-Halimî şöyle zikretti: “Muhakkak ki ayetlerin ilki deccaldir. Sonra İsa aleyhi's-selâm’ın nüzulüdür. Çünkü güneşin batıdan doğması, İsa aleyhi's-selâm’ın nüzulünden önce olursa kâfirlerin o zamanda imanlarının faydası olmazdı. Lakin onlara faydası olmasa da din tek olacak, onlardan müslüman olanlar sadece İslam dininde olacaklardır.” Beyhakî dedi ki: “Sahih hadiste zikredilen: “Muhakkak ki ayetlerin ilki güneşin batıdan doğmasıdır” kavline aykırı olmasaydı bu doğru bir açıklamaydı.” Yine Beyhakî dedi ki: “Eğer Allah’ın ilminde güneşin batıdan doğması daha önce ise, bununla kastedilenin İsa aleyhi's-selâm’a şahit olan asırda yaşayanlara imanın fayda vermesi muhtemeldir. Sonra zaman uzayacak ve bazıları küfre dönecekler ve durum gaybe iman mükellefiyetine dönecektir. Yine Deccal kıssasında Deccale şahit olunduğu zaman İsa aleyhi's-selâm’a iman edenin imanının fayda vermemesi, bu müddetin uzayıp geçmesinden sonra ise imanın fayda vermesi söz konusudur. Şayet Allah’ın ilminde güneşin batından doğuşu İsa aleyhi's-selâm’ın nüzulünden sonra ise Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma hadisinde bildirilen ayetler, deccal ve İsa aleyhi's-selâm’ın nüzulü dışındaki ayetlerdir. Zira haberde İsa aleyhi's-selâm’ın daha önce nüzul edeceğine dair bir nas yoktur.” İbn Hacer sonra bu açıklamanın sahih haberlere aykırı olduğunu açıklamıştır.[9]

Ebu’l-Leys es-Semerkandî Tefsir’inde isnad zikretmeksizin, İmran b. Husayn radiyallahu anhuma’dan şöyle dediğini rivayet etti:

إِنَّمَا لَا يُقْبَلُ الْإِيمَانُ وَالتَّوْبَةُ وَقْتَ الطُّلُوعِ لِأَنَّهُ يَكُونُ حِينَئِذٍ صَيْحَةٌ فَيَهْلِكُ بِهَا كَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ فَمَنْ أَسْلَمَ أَوْ تَابَ فِي ذَلِكَ الْوَقْتِ لَمْ تُقْبَلْ تَوْبَتُهُ وَمَنْ تَابَ بَعْدَ ذَلِكَ قُبِلَتْ تَوْبَتُهُ

“İman ve tevbenin kabul edilmeyeceği vakit ancak güneşin batıdan doğduğu vakittir. Zira o zaman bir sayha (yüksek ses) olacak, insanlardan çoğu ölecektir. O vakit müslüman olan veya tevbe edenin tevbesi kabul edilmeyecektir. Bu hadiseden sonra tevbe edenin tevbesi ise kabul edilecektir.”[10] Aslı olmayan bu rivayet de sabit rivayetlere aykırıdır!

Nitekim mütevatir hadislerde güneşin batıdan doğmasıyla tevbe kapısının kapanacağı belirtilmiştir.

Beyhakî ve el-Halimî’ye cevap olarak derim ki:

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَإِنْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ إِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِهِ قَبْلَ مَوْتِهِ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا

Kitap ehlinden her biri and olsun ki ona ölümünden önce iman edecektir. Kıyamet gününde de onların aleyhlerine şahit olacaktır.” (Nisa 159)

Bu ayette İsa aleyhi's-selâm’ın ölümünden önce, yani nüzul ettiğinden sonra kitap ehlinden herbirinin İsa aleyhi's-selâm’a iman edecekleri bildirilmiştir. Lakin ayet, onların imanlarının kabul edileceğini ifade etmiyor! Şayet imanları kabul edilecek olsaydı, neden kıyamet gününde İsa aleyhi's-selâm onların aleyhlerine şahit olsun?

Nitekim İbn Zeyd rahimehullah bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir:

إِذَا نَزَلَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ فَقَتَلَ الدَّجَّالَ لَمْ يَبْقَ يَهُودِيُّ فِي الْأَرْضِ إِلَّا آمَنَ بِهِ قَالَ وَذَلِكَ حِينَ لَا يَنْفَعُهُمُ الْإِيمَانُ.

“İsa b. Meryem aleyhi's-selâm nüzul edip Deccali öldürdüğü zaman yeryüzünde ona iman etmemiş hiçbir Yahudi kalmayacak. Bu da iman etmenin fayda vermeyeceği zamanda olacaktır.”[11]

Hulasa: Büyük kıyamet alametlerinin ilki güneşin batıdan doğması olacak, tevbe kapısı kapanacak, bundan sonra iman ve salih amel kabul edilmeyecek, sonra Deccal çıkacak, İsa aleyhi's-selâm nüzul edecek, Deccali öldürecektir. İnsanların güneş batıdan doğmadan önce işledikleri ameller, sonrasında Deccalin safında mı, yoksa İsa aleyhi's-selâm ve Mehdi’nin safında mı olacaklarını belirleyecektir. Allah en iyi bilendir.

-



[1] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Muslim (2941) İbn Ebi Asım, el-Evail (62) Taberani el-Evail (32)

[2] Sahih. Buhârî (6506) Muslim (2954)

[3] Sahih. Muslim (158)

[4] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Zahir b. Tahir eş-Şehamî Hadisu’s-Serrac (2698) Hâkim (2/553, 4/566, 588) Taberî Tefsir (10/24) Ebu’ş-Şeyh el-Azamet (661) el-Muhalledi Fevaid (el yazma no:370)

[5] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Abdurrazzak Tefsir (878) İbn Ebî Şeybe (7/506) Nuaym b. Hammad el-Fiten (1798, 1819) el-Mustagfiri Delailu’n-Nubuvve (394)

[6] Sahih mevkuf. İbn Ebî Şeybe (7/506) Nuaym b. Hammad el-Fiten (1849, 1979) Ebu Amr ed-Dani Sunenu’l-Varide Fi’l-Fiten (713)

[7] Sahih ligayrihi. Ahmed (2/219) İbn Ebî Şeybe (7/466) Hâkim (4/520) Ebu’ş-Şeyh Emsal (264) Ramehurmuzi Emsal (s.125) el-Elbani es-Sahiha (1762)

* Enes radiyallahu anh’den Muslim'in şartına göre sahih isnad ile: Hâkim (4/589)

[8] Zayıf. Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (94) isnadında İbn Lehia vardır.

[9] Fethu’l-Bari (11/354)

[10] Aslı yok. Ebu’l-Leys es-Semerkandî Bahru’l-Ulum (1/497) Kurtubi Tezkira (2/416) İbn Hacer Fethu’l-Bari (11/354)

[11] Sahih maktu. Taberî Tefsir (7/666)

13 Ocak 2021 Çarşamba

Hastalık Bulaşmasının Söz Konusu Olmadığı Hakkında

 Selamün Aleyküm. Ben 30 yaşında 2 yıllık evliyim. Çoçuğum olunca aşı  meselesini araştırdıktan sonra modern tıbbın yalanlarının farkına  vardım. Aşı meselesini dibine kadar araştırıp (Bütün ingilizce literatür, Aşı karşıtı doktorların söylemleri) çevreme yaymaya  başladım. Daha sonra küre dünya yalanını ortaya çıkarmaya çalışmaya çalışan bir arkadaşla tanışıp küre dünya yalanınıda keşfettim. Size yazmamın sebebi insanların özellikle dini camiada bu tahrip yolları ile ilgili pek farkındalık mevcut değil. Daha  sonra Youtube da Darussune kanalında Ebu Muaz hocanın bu konuların hepsinde bilgili ve reddiye yaptığını görünce çok mutlu oldum. Düz dünya videolarını   izledim. Ayetlerden haberdardım fakat hadislerden değildim. Bu Buhari hadisini anlattığı ''Hastalığın kendinden bulaşması yoktur.'' hadisiyle  ilgili bilimsel kanıtım mevcut. Peygamberimiz söylemiştir bizim için  yeterlidir. Fakat akılları gözlerinde olanlar için Tom Cowan adlı doktorun  bu makalesinden hocamı haberdar ederseniz çok sevinirim.

https://vitamingiller.com/dr-tom-cowan-virus-veya-bakterinin-kimseden-kimseye-gecmesi-de-kimseyi-hasta-etmesi-de-mumkun-degildir/

Muhammet Saraç

Cevap: Aleykum selam ve rahmetullah. Araştırmalarınız için tebrik ederim. Thomas Cowan’ın makalesinden haberim var, nitekim daha önce bir makalesini sitede yayınlamıştım:

http://ebumuaz.blogspot.com/2020/08/virus-denilen-seyler-hastalk-sebebi.html

Vitamingiller sitesinde istifade edilebilecek başka yazılar da mevcut, lakin site sahipleri yazıların iktibas edilmemesi konusunda sitede uyarı yazdıklarından metin iktibası yapamıyorum. İlgilenenler attığınız linkten yazının tamamını okuyabilirler.

10 Ocak 2021 Pazar

İmsakiye Kullanmak, Kutuplarda Oruç, Tesbihatların Hükmü

 

Soru: Selamün Aleyküm ve Rahmetullah. Değerli Seyfullah hocam ve kardeşlerim. Ben de düz dünyaya iman etmiş bir muvahhidim. 3 sorum olacak inşaAllah. Yanıtlarsanız çok sevinirim.

1) imsakiye olarak süleymaniye vakfınınkini kullanıyorum. Bu konuda görüşünüz nedir? Küre dünya modelinde bir gün matematiksel olarak 24   saatten az iken (siz de çarpıp bölüp bu sonuca kendiniz erişebilirsiniz) küre dünyanın enlem boylam hesabıyla imsakiye belirleyen kurumlara itibar edemiyorum (mesela diyanet) ve bazı hadisleri de göz önünde bulundurarak (oruç sürelerini de dikkate alarak) süleymaniye vakfınınkinin kısmen daha  doğru olduğuna karar verdim. Ama daha da isabetli olanı varsa  tavsiyelerinizi duymak isterim.

2) Kur'an-ı azimüşşan'da kutuplarda nasıl oruç tutulacağıyla ilgili bilgi  yok deniliyor. Buradan yola çıkarak bazı kimseler Kur'an'da eksikler  olduğunu iddia ediyorlar. Buna karşı savunmamız nasıl olmalıdır?

3) Ezan'dan sonra müezzinin ezan duasını okuması bi'dat mıdır? Namaz 
sonrası tesbihat duaları ve tesbih (parmaklar ile) sürekli yapılmalı mıdır  yoksa peygamber (sav) sünnetinde bazı zamanlar terk edilmiş midir?

Allah'a emanet olun. Selametle.

Cevap: Aleykum selam ve rahmetullahi ve berakatuhu.

1- Sünnette namaz ve oruç vakitlerini tayinin her gün gözlemlemek üzere yapılması gelmiştir. Müezzinlerin vazifesi bu olduğu için onlara ecir vaad edilmiştir. İmsakiye ve takvimler kullanmak bid’attir. Şer’î vakitler matematiksel hesaplarla her gün nizamî olarak belirlenebilecek veya tahmin edilebilecek vakitler değildir. Nitekim düzenli gözlem yaptığımızda takvimlerde belirtilen vakitlerin asla tutmadığına da bizzat şahit olduk. Diğer taraftan gün ve gecenin başlangıç/bitiş zamanları için saatlerde Greenweech merkez alınıyor ve gecenin ortası günün başlangıç ve bitiş zamanı olarak esas alınıyor. Bu da şer’î vakitlere aykırı bir uygulamadır. Dinen gece; güneşin gözden kaybolması ile başlar ve bu aynı zamanda günün başlangıcıdır. Yani şer’î vakitlere göre günün ilk namazı akşam namazıdır. Gregoryan takvime göre ise günün ilk namazı sabah namazı gösterilmektedir. Asırlardır devam eden bu büyük muhalefeti fertler olarak düzeltmemiz mümkün görünmüyor. Lakin ferdî ibadetlerimizde dinde belirlenen vakitleri esas alma zorunluluğumuz vardır. Bu vakitler de hadis kitaplarında tarif edilmiştir. Bu vakitlerin her gün gözleme dayalı olarak belirlenmesi, matematiksel hesaplara ve tahminlere dayalı imsakiyelere itibar edilmemesi gerekir. Bu hesaplara uymak bid’at olduğu gibi, aynı zamanda kâfirlere benzemektir. Zira Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Biz ümmî bir ümmetiz, yazmayız ve hesap etmeyiz” buyurarak ümmetin özelliği olarak bu vakitleri yazmamak ve hesap etmemek vasfını belirlemiştir. Abdulaziz Bayındır gibi hain din düşmanlarının bu hadisi “yazı bilmeyiz, hesap bilmeyiz” diye tercüme etmesi tamamen tahrif ve tarihi gerçekleri çarptırma amaçlıdır. Zira sahabeler arasında yazı ve hesap bilen çok kimse vardı.

         2- Şer’i vakitler Kur’an ve sünnette belirtilmiştir. Kutuplarda olanları bu vakitlerden istisna eden bir delil olmadığı için bu vakitler orada olanları da bağlar. Oruç fecrin doğuşu ile güneşin gözden kaybolması arasında farz kılınmıştır. Kutuplarda olan bir kimse fecre ve güneşin kaybolmasına şahit oluyorsa bu vakitler arasında oruç tutar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce ayırt edilinceye kadar yiyin, için; sonra da geceye kadar orucu tamamlayın…” (Bakara 187) Kişi şayet güneşin hiç doğmadığı ve hiç batmadığı vakitlerde yani fecri ve güneşin batışına şahit olunamayan zamanlarda orada bulunuyorsa ona oruç vacip olmaz. Zamanın tespiti konusunda namaz vakitlerini takdir etmek Deccal’den bahseden uzunca hadis içinde gelmiştir, lakin oruç için böyle bir takdirde bulunmak gelmemiştir. Bu yüzden kutuplarda olanların en yakın beldelere göre kıyaslayarak oruç tutacaklarını söyleyenler kitaba ve sünnete muhalefet edip yeni bir din uydurmaktadırlar!

3- Ezanı okuyan kimsenin ezan duasını yapmasını gerektiren bir delil gelmemiştir. Bu yüzden bazı âlimler müezzinin bu duayı okumasının bid’at olduğunu zikretmişlerdir. Bu dua ezanı okuyan için değil, işitenler için meşru kılındığından, müezzinin bu duayı yapmaması esastır. Namazlardan sonraki tesbihata gelince, bu teşvik edilmiş olan, müstehap bir ameldir. Farz kılınmış ibadetlerden değildir. Emir kipinde gelen bazı tavsiyeler, söz konusu amelin faziletine teşvik eden ibareler içeriyorsa, bu emirlerin farzlığı değil, müstehaplığı ifade eden emirler olduğu anlaşılır. Mesela Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bayram namazından sonra erkeklere hutbe verdikten sonra kadınların bulunduğu tarafa doğru gitmiş ve onlara sadaka vermelerini emretmiş, bunun gerekçesini de cehennemliklerin çoğunu kadınların teşkil ettiğiyle açıklamıştır. Böylece aslen nafile bir amel olan sadakaya emrin, müstehap olan bir amele teşvik için yapıldığı ifade edilmiştir. Namazlardan sonraki tesbihat hakkında da durum böyledir. Kim bu tesbihleri yaparsa kendi menfaatinedir, terk eden günaha girmiş olmaz.

Allah en iyi bilendir.

7 Ocak 2021 Perşembe

Malik ed-Dâr'ın Kıssası ve Ölülere Seslenme Hakkında Cevap!

 

Mâlik ed-Dâr Hadisinin Ölülerden İstigase’ye Delil Getirilmesine Cevap

Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî

Ömer radıyallahu anh’ın haznedarı Malik ed-Dar rahimehullah şöyle anlattı:

أَصَابَ النَّاسَ قَحْطٌ فِي زَمَنِ عُمَرَ فَجَاءَ رَجُلٌ إِلَى قَبْرِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ اسْتَسْقِ لِأُمَّتِكَ فَإِنَّهُمْ قَدْ هَلَكُوا فَأَتَى الرَّجُلَ فِي الْمَنَامِ فَقِيلَ لَهُ ائْتِ عُمَرَ فَأَقْرِئْهُ السَّلَامَ وَأَخْبِرْهُ أَنَّكُمْ مُسْقَوْنَ وَقُلْ لَهُ عَلَيْكَ الْكَيْسُ عَلَيْكَ الْكَيْسُ فَأَتَى عُمَرَ فَأَخْبَرَهُ فَبَكَى عُمَرُ ثُمَّ قَالَ يَا رَبِّ لَا آلُو إِلَّا مَا عَجَزْتُ عَنْهُ

“Ömer radıyallahu anh’ın zamanında insanlar şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı. Bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrine gelerek şöyle dedi:

“Ey Allah’ın rasulü! Ümmetin için yağmur iste! Zira onlar helak oldular.” Bunun üzerine adama rüyasında şöyle denildi:

“Ömer’e git, ona selam söyle, halkın suya kavuşacağını haber ver ve ona şunu söyle; “Uyanık olman gerekir, zekî davranman gerekir!” Adam derhal giderek durumu Ömer radıyallahu anh’e bildirdi. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh ağladı ve şöyle dedi;

“Ey rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!”[1]

Kıssanın Metni Hakkında Uyarılar

Öncelikle rivayetin metni ile ilgili bazı hususlara dikkat çekeceğim, sonra isnadından bahsedeceğim:

1- Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrine gelip seslenen kişinin kim olduğu belirtilmemiştir. Metruk bir ravi olan Seyf b. Ömer yoluyla gelen bir rivayete göre kabre gelen kişi, Bilal b. Haris el-Muzenî radiyallahu anh’dir. İbn Hacer el-Askalanî de Seyf b. Ömer’in rivayetine dayanarak, gelen kişinin Bilal b. Haris radiyallahu anh olduğunu kabul etmiştir[2]. Lakin İbn Hacer rahimehullah’ın bu kabulü hüccet değeri taşımaz. Çünkü bu konudaki dayanağı metruk bir ravi olan Seyf b. Ömer’dir. Bazıları kabre gelen kişinin kimliğinin rivayetin sıhhatine bir tesiri yok gerekçesiyle bunu önemli görmüyorlar. Ancak burada gelen şahsın Bilal b. Haris radiyallahu anh olduğunu kabul etmememizin sebebi, rivayetin sıhhati açısından değildir, vefatından sonra Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrine seslenme şeklinde bir amelin sahabeden birinden sadır olmasının mümkün olamayacağı inancından ötürüdür.

2- Rivayette zikredilen şâhısa rüyasında: “Ömer’e git ve şöyle söyle” denilmiş, o da Ömer radiyallahu anh’e giderek bu rüyasını haber vermiştir. Bazıları, kabre seslendiğini de Ömer radiyallahu anh’e haber verdiğini ve Ömer radiyallahu anh’ın buna itiraz etmediğini bu rivayetten istinbat ediyorlar.

3- İbn Ebi Hayseme ve Beyhakî’nin rivayetlerinde bu şahsın rüyasına Nebî sallallahu aleyhi ve sellem gelmiş ve kıssada geçen sözleri söylemiştir. Bu rivayeti sahih kabul edenlere göre, burada yine sufilerin iddialarına reddiye söz konusudur. Şöyle ki; kıssada zikredilen şahıs Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den ümmeti için dua etmesini istediğinde, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ona “Sizin için dua edeceğim” dememiş, bilakis hayatındayken meşru ve sünnet kıldığı uygulama olan yağmur duası yapmalarına yönlendirmiştir.

4- Bu kıssayı sahih kabul eden alimlere göre dahi, bu kıssa ölülerden yardım isteme şirki hakkında genelleştirilemez. Çünkü sabit hadiste nebilerin kabirlerinde diri oldukları ve kabirlerinde namaz kıldıkları bildirilmiştir. Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kendisine getirilen salatın kabrinde kendisine arz edileceğini, kendisine verilen selamı cevaplamak için ruhunun kendisine iade edileceğini haber vermiştir. Dolayısıyle nebilerin tam mahiyetini bilemediğimiz berzah hayatları hakkında bildirilen bu gibi bazı detaylar, nebî olmayanlar hakkında genelleştirilemez. Yine onların kabirdeki hayatları, her bakımdan hayattaki halleriyle kıyaslanamaz. Yine şehitlerin de berzahta farklı bir hayat yaşadıkları bildirilmiş ancak ayrıntılarını bilip anlayamayacağımıza, ilgili ayetlerde vurgu yapılmıştır.

Malik ed-Dar hadisinin isnadı, hadis ilimleri kriterlerine göre zayıftır. Zira Malik ed-Dar rahimehullah’ın adalet vasfı tespit edilmiş olsa da, zabt vasfına dair tevsik söz konusu değildir.

İbn Sad’ın Tabakat’ta Malik ed-Dar hakkında “maruf (tanınan biri) idi” sözü bazılarınca raviyi tevsik manasında yorumlansa da, bu cerh ve ta’dile dair bir ifade değildir. Bazıları da Malik ed-Dar’ın meçhulu’l-ayn’lık vasfının kalkmış olması, Malik ed-Dar’ın tabiinden olması gibi unsurları öne sürerek rivayetin sahih olduğunu ispat etmeye çalışıyorlar.

Tabiinden meçhulu’l-hâl/mestur olan birçok ravilerin hadislerinin sahih kabul edildiği doğrudur. Lakin burada dikkatten kaçırdıkları çok önemli bir nokta var: Bu durumdaki yani haklarında cerh sabit olmamış olan, tabiinden olan mestur ravilerin rivayetlerinin sahih kabul edilmesi, sika ravilere muhalif rivayette bulunmamaları halinde söz konusudur. Şayet mestur bir tabiî, (yani adaleti maruf olsa da, zabtı bilinmeyen tabiinden bir ravi) sikaların rivayetine aykırı rivayette bulunursa onun bu rivayeti münker kabul edilir. Hatta sika bir ravinin dahi, kendisinden daha güvenilir olan ravileri aykırı rivayette bulunması halinde bu rivayeti şaz kabul edilir. Adalet vasfı sabit olan lakin zabt vasfı sabit olmayan Malik ed-Dar rahimehullah’ın bu rivayeti ise, aşağıda açıklanacağı üzere; sahih ve sarih naslara aykırılıklar içermektedir.

Diğer taraftan el-A’meş’in müdellis olup Ebu Salih es-Semman’dan bu kıssayı tedlis sigası olan an’ane ile rivayet etmesi, Ebu Salih es-Semman’ın, Malik ed-Dar’dan bunu an’ane ile rivayet edip, ondan işittiğinin sabit olmaması gibi diğer bazı illetler de zikredilmiştir. Hafız Zehebi, el-A’meş’in kendisinden çokça rivayette bulunması gerekçesiyle Ebu Salih’ten an’ane ile rivayette bulunmasının sıhhate bir zarar vermediğini söylemiştir. Buna çeşitli itirazlar söz konusu edilmiştir, lakin bu tartışmaya girmek gereksizdir. Ebu Salih’in, Malik ed-Dar ile muasır oluşunu gösteren karineler vardır ve Ebu Salih müdellis olmadığı için, muasaratın ispatı halinde an’ane ile rivayeti zarar vermez. Bu yüzden bu illet hakkındaki tartışmaya girmek de yersizdir. En önemli illet, Malik b. İyad ed-Dar rahimehullah’ın zabt sıfatının sabit olmayışı ve kıssa metninin bilinen sabit naslara muhalif unsurlar içermesidir.

Bazı âlimlerin bu kıssanın isnadına sahih dedikleri vakidir. Lakin bu âlimlerin sözlerine dayanarak kıssanın isnadı sahih kabul edilecek olursa dahi bu durumda metin şaz olmaktan öteye geçemez. Çünkü dinde bilinen sarih ve sahih delillere açıkça bir aykırılık olduğu gibi, Ömer radiyallahu anh’ın uygulamalarının geneline de bir aykırılık söz konusudur:

Kıssadaki Aykırılıklar

a) Dinde meşru kılınan istiska (yağmur duası) namazına ve Kur’ânda ve sahih sünnette gelen dua ve istiğfara aykırıdır.

Nu’mân b. Beşîr radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

الدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ {قَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ}

Şüphesiz duâ ibadetin ta kendisidir.” Sonra şu ayeti okudu: “Rabbiniz buyurdu ki: Bana duâ edin, size icabet edeyim. Bana kulluktan büyüklenenler hakir bir şekilde cehenneme gireceklerdir.” (Mu’min 60)”[3]

Enes b. Mâlik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sizden biriniz ihtiyacını veya kopan ayakkabı bağı bile olsa, bütün ihtiyaçlarını rabbinden istesin.”[4]

Bu konuda, Allah’tan başkasına, gaib olana veya ölülere seslenip dua etmekten, yardım istemekten yasaklayan pek çok ayet ve hadisler vardır ve bilinmektedir.

Malik ed-Dar Kıssasının Doğru Aslı Nedir?

b) Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr’den gelen, aynı kıssaya dair bir rivayet, Malik ed-Dar rivayetinde hata olduğunu açıkça göstermektedir: Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr rahimehullah şöyle anlatmıştır:

أَصَابَ النَّاسَ سَنَةٌ وَكَانَ رَجُلٌ فِي بَادِيَةٍ فَخَرَجَ فَصَلَّى بِأَصْحَابِهِ رَكْعَتَيْنِ وَاسْتَسْقَى ثُمَّ نَامَ فَرَأَى فِي الْمَنَامِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَتَاهُ وَقَالَ أَقْرِئْ عُمَرَ السَّلَامَ وَأَخْبِرْهُ أَنَّ اللَّهَ قَدِ اسْتَجَابَ لَكُمْ وَكَانَ عُمَرُ قَدْ خَرَجَ فَاسْتَسْقَى أَيْضًا وَأْمُرْهُ فَلْيُوَفِّ الْعَهْدَ وَلْيَشُدَّ الْعَقْدَ قَالَ فَانْطَلَقَ الرَّجُلُ حَتَّى أَتَى عُمَرَ فَقَالَ اسْتأْذِنُوا لِرَسُولِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ فَسَمِعَهُ عُمَرُ فَقَالَ مَنْ هَذَا الْمُفْتَرِي عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ فَقَالَ الرَّجُلُ لَا تَعْجَلْ عَلَيَّ يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ فَأَخْبَرَهُ الْخَبَرَ فَبَكَى عُمَرُ

“İnsanlara kıtlık isabet etti. Çölde olan bir adam çıktı, arkadaşlarına iki rekât namaz kıldırdı ve yağmur duası yaptı. Sonra rüyasında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisine gelerek şöyle dediğini gördü:

“Ömer’e selam söyle ve Allah’ın size icabet ettiğini haber ver. Ömer de yağmur duasına çıkmıştı. Ona ahde vefa göstermesini ve akitleri sağlam tutmasını da söyle.” Adam yola çıktı ve Ömer radiyallahu anh’e gelip:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in elçisinin girmesine izin verin” dedi. Ömer radiyallahu anh bunu işitti ve dedi ki:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e iftira eden bu adam da kimdir?” Adam dedi ki:

“Hakkımda acele etme ey mü’minlerin emiri!” Sonra durumu ona haber verdi. Bunun üzerine Ömer radiyallahu anh ağladı.”[5]

Ömer Radiyallahu anh’ın Bâtıl Tevessül ve Delilsiz Teberrüke Karşı Bilinen Tutumu

c) Ömer radiyallahu anh’ın ölülerden yardım istemeye ve hatta nebilerden birinin naaşının vesile edilmesine dahi karşı çıkması şeklindeki sabit uygulamalarına da aykırıdır.

Mutarrif b. Malik rahimehullah şöyle anlatmıştır:

قَالَ شَهِدْتُ فَتْحَ تُسْتَرَ مَعَ الْأَشْعَرِيِّ فَأَصَبْنَا قَبْرَ دَانْيَالَ بِالسُّوسِ وَكَانُوا إِذَا اسْتَسْقَوْا خَرَجُوا فَاسْتَسْقَوْا بِهِ فَذَكَرَ الْحَدِيثَ فِيمَا وَجَدُوا فِيهِ وَكَانَ فِيمَا وَجَدُوا فِيهِ رَبْعَةً فِيهَا كِتَابٌ فَذَكَرَ الْحَدِيثَ فِي أَجِيرٍ نَصْرَانِيٍّ يُسَمَّى نُعَيْمًا وُهِبَ لَهُ الْكِتَابُ ثُمَّ فِي إِسْلَامِهِ ثُمَّ فِي قِرَاءَةِ ذَلِكَ الْكِتَابِ وَإِذَا فِيهِ {وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ} فَأَسْلَمَ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ اثْنَانِ وَأَرْبَعُونَ حَبْرًا وَذَلِكَ فِي خِلَافَةِ مُعَاوِيَةَ فَأَتْحَفَهُمْ وَأَعْطَاهُمْ

“(Ebu Musa) el-Eş’arî radiyallahu anh ile beraber Tuster’in fethinde bulundum. Danyal aleyhi's-selâm’ın kabrini Sus’ta ele geçirdik. Sus halkı Yağmur duasına çıkacakları zaman onu götürürler ve onu vesile kılarak yağmur isterlerdi.” Ravi kabirde buldukları şeylerle ilgili hadisi zikredip dedi ki:

“Kabirde buldukları şeylerden birisi de içinde bir kitap bulunan bir kap idi.” Sonra Nuaym adındaki Hıristiyan bir işçiden, kitabın ona verilmesinden ve adamın müslüman olmasından bahsedip kitapta şu ayetin yazılı olduğunu söyledi:

Kim İslâm’dan başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir.” (Âl-i İmran 85) Sonra dedi ki:

“O gün onlardan kırk iki bilgin müslüman oldu. Bu olay Muaviye’nin hilafeti döneminde olmuştu ve Muaviye onlara hediyeler vermişti.”[6]

Müşriklerin Danyal aleyhi's-selâm’ın cesediyle tevessül etmeleri sebebiyle Ömer radiyallahu anh onun kimsenin bilmediği bir yere gömülmesini emretmiştir. Nitekim Enes radiyallahu anh şöyle demiştir:

أَنَّهُمْ لَمَّا فَتَحُوا تُسْتَرَ قَالَ وَجَدْنَا رَجُلاً أَنْفُهُ ذِرَاعٌ فِي التَّابُوتِ كَانُوا يَسْتَظْهِرُونَ أَوْ يَسْتَمْطِرُونَ بِهِ فَكَتَبَ أَبُو مُوسَى إِلَى عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ بِذَلِكَ فَكَتَبَ عُمَرُ إِنَّ هَذَا نَبِيٌّ مِنَ الأَنْبِيَاءِ وَالنَّارُ لاَ تَأْكُلُ الأَنْبِيَاءَ أَوْ الأَرْضُ لاَ تَأْكُلُ الأَنْبِيَاءَ فَكَتَبَ إِلَيْهِ أَنْ انْظُرْ أَنْتَ وَرَجُلٌ من َأَصْحَابِكَ يَعْنِي أَصْحَابَ أَبِي مُوسَى فَادْفِنُوهُ فِي مَكَان لاَ يَعْلَمُهُ أَحَدٌ غَيْرُكُمَا قَالَ فَذَهَبْتُ أَنَا وَأَبُو مُوسَى فَدَفَنَّاهُ

“Tuster feth edildiği zaman tabut içinde burnu bir zira’ kadar olan bir adam gördük. Tuster halkı onun hürmetiyle zafer diler ve yağmur isterlerdi. Ebu Musa radiyallahu anh bu konuda Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh’e mektup yazınca Ömer radiyallahu anh şöyle cevap yazdı:

“Bu, nebilerden bir nebidir. Şüphesiz ateş veya toprak nebilerin cesetlerini yemez. Arkadaşlarından birini al ve sizden başka kimsenin bilmeyeceği bir yerde onu defnet.” Bunun üzerine ben ve Ebu Musa radiyallahu anh onu götürüp defnettik.”[7]

Ebu’l-Âliye rahimehullah da aynı hadiseyi şu şekilde anlatmıştır:

لَمَّا افْتَتَحْنَا تُسْتَرَ وَجَدْنَا فِي بَيْتِ مَالِ الْهُرْمُزَانِ سَرِيرًا عَلَيْهِ رَجُلٌ مَيِّتٌ عِنْدَ رَأْسِهِ مُصْحَفٌ لَهُ فَأَخَذْنَا الْمُصْحَفَ فَحَمَلْنَاهُ إِلَى عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ، فَدَعَا لَهُ كَعْبًا فَنَسَخَهُ بِالْعَرَبِيَّةِ أَنَا أَوَّلُ رَجُلٍ مِنَ الْعَرَبِ قَرَأَهُ قَرَأْتُهُ مِثْلَ مَا أَقْرَأُ الْقُرْآنَ هَذَا فَقُلْتُ لِأَبِي الْعَالِيَةِ مَا كَانَ فِيهِ؟ فَقَالَ سِيرَتُكُمْ وَأُمُورُكُمْ وَدِينُكُمْ وَلُحُونُ كَلَامِكُمْ وَمَا هُوَ كَائِنٌ بَعْدُ قُلْتُ فَمَا صَنَعْتُمْ بِالرَّجُلِ؟ قَالَ حَفَرْنَا بِالنَّهَارِ ثَلَاثَةَ عَشَرَ قَبْرًا مُتَفَرِّقَةً فَلَمَّا كَانَ فِي اللَّيْلِ دَفَنَّاهُ وَسَوَّيْنَا الْقُبُورَ كُلَّهَا لِنُعَمِّيَهُ عَلَى النَّاسِ لَا يَنْبُشُونَهُ فَقُلْتُ وَمَا تَرْجُونَ مِنْهُ؟ قَالَ كَانَتِ السَّمَاءُ إِذَا حُبِسَتْ عَلَيْهِمْ بَرَزُوا بِسَرِيرِهِ فَيُمْطَرُونَ قُلْتُ مَنْ كُنْتُمْ تَظُنُّونَ الرَّجُلَ؟ قَالَ رَجُلٌ يُقَالُ لَهُ دَانْيَالُ فَقُلْتُ مُذْ كَمْ وَجَدْتُمُوهُ مَاتَ؟ قَالَ مُذْ ثَلَاثِمِائَةِ سَنَةٍ فَقُلْتُ مَا كَانَ تَغَيَّرَ شَيْءٌ؟ قَالَ لَا إِلَّا شُعَيْرَاتٌ مِنْ قَفَاهُ إِنَّ لُحُومَ الْأَنْبِيَاءِ لَا تُبْلِيهَا الْأَرْضُ وَلَا تَأْكُلُهَا السِّبَاعُ

“Tuster’i feth ettiğimiz zaman Hurmuzan’ın beytu’l-mâlinde üzerinde ölmüş bir adamın bulunduğu bir yatak gördük. Adamın başının yanında bir kitap vardı. Kitabı alıp Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh’e götürdüğümüzde Kâbu’l-Ahbar rahimehullah’ı çağırıp onun Arapça bir nüshasını çıkarttırdı. O kitabı Arapça olarak okuyan ilk kişi benim. Onu tıpkı bu Kur’ân’ı okuduğum gibi okudum. Halid b. Dinar dedi ki: “Ebu’l-Aliye rahimehullah’a o kitapta ne olduğunu sorduğumda dedi ki:

“Sizin gidişatınız, işleriniz, sözleriniz ile ileride meydana gelecek şeyler anlatılıyordu.” Ben:

“Adamı ne yaptınız?” diye sordum. Dedi ki: “Halkın onu kabirden çıkarmaması için gündüz ayrı ayrı on üç mezar kazdık. Gece olunca ise adamı defnedip bütün mezarları dümdüz ettik.” Ben:

“Halkın ondan beklentisi neydi?” diye sordum. Dedi ki: “Yağmur yağmadığı zaman halk onun cesedini dışarıya çıkarıp bu şekilde yağmur isterlerdi.” Ben:

“Onun kim olduğunu düşünüyordunuz?” dedim. Dedi ki: “Danyal denilen kişi olduğunu düşünüyorduk.” Ben:

“Ne kadar zaman önce öldüğünü düşünüyordunuz?” diye sordum. Dedi ki: “Üç yüz yıl önce” Ben:

“Adam bu sürede hiç değişmemiş mi?” dedim. Dedi ki: “Arka tarafından bazı saç telleri değişmişti. Nebilerin etini toprak çürütmez ve vahşi hayvanlar yemez.”[8]

Görüldüğü gibi Ömer radiyallahu anh ve diğer sahabiler, müşriklerin Danyal aleyhi's-selâm’ın cesediyle tevessül etmelerine karşı çıkmışlar ve bu batıl inancın insanları saptırmaması için Danyal aleyhi's-selâm’ın cesedini gizlemişlerdir.

Yine Ömer radiyallahu anh delilsiz teberrüke de net bir şekilde karşı çıkmıştır:

Tarsus halkının kadısı İsa b. Yunus rahimehullah dedi ki:

أَمَرَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ بِقَطْعِ الشَّجَرَةِ الَّتِي بُويِعَ تَحْتَهَا النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَطَعَهَا لِأَنَّ النَّاسَ كَانُوا يَذْهَبُونَ فَيُصَلُّونَ تَحْتَهَا فَخَافَ عَلَيْهِمُ الْفِتْنَةَ قَالَ عِيسَى بْنُ يُونُسَ وَهُوَ عِنْدَنَا مِنْ حَدِيثِ ابْنِ عَوْنٍ عَنْ نَافِعٍ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا يَأْتُونَ الشَّجَرَةَ فَقَطَعَهَا عُمَرُ

“Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in altında biat aldığı ağacın kesilmesini emretmiştir. Çünkü insanlar oraya gidip o ağacın altında namaz kılıyorlardı. Onlar hakkında fitneden korkmuştur. İbn Avn, Nafi rahimehullah’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir:

“Bazı insanlar ağacın altına gidiyorlardı. Bunun üzerine Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh o ağacı kestirdi.”[9]

Ma’rûr b. Suveyd rahimehullah’tan:

خَرَجْتُ مَعَ أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ مَنْ مَكَّةَ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلَمَّا أَصْبَحْنَا صَلَّى بِنَا الْغَدَاةَ ثُمَّ رَأَى النَّاسَ يَذْهَبُونَ مَذْهَبًا فَقَالَ أَيْنَ يَذْهَبُ هَؤُلَاءِ؟ قِيلَ يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ مَسْجِدٌ صَلَّى فِيهِ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هُمْ يَأْتُونَ يُصَلُّونَ فِيهِ فَقَالَ إِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِمِثْلِ هَذَا يَتَّبِعُونَ آثَارَ أَنْبِيَائِهِمْ فَيَتَّخِذُونَهَا كَنَائِسَ وَبِيَعًا مَنْ أَدْرَكَتْهُ الصَّلَاةُ فِي هَذِهِ الْمَسَاجِدِ فَلْيُصَلِّ وَمَنْ لَا فَلْيَمْضِ وَلَا يَعْتَمِدْهَا

“Mü’minlerin emiri Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh ile beraber Mekke’den Medine’ye yola çıktım. Sabahladığımız zaman bize sabah namazını (Fil suresini ve Kureyş suresini okuyarak) kıldırdı. Sonra bazı kimselerin bir yere gittiklerini gördü ve:

“Bunlar nereye gidiyorlar?” diye sordu. Denildi ki: “Ey mü’minlerin emiri! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in içinde namaz kıldığı bir mescide namaz kılmak için gidiyorlar.” Ömer radiyallahu anh dedi ki:

“Sizden öncekiler ancak bu gibi şeyler yüzünden helâk oldular. Nebilerinin izlerini araştırıp oralarda kiliseler ve havralar edindiler. Kim şu mescidlerde iken namaz vaktine yetişirse namazı kılsın. Böyle durumda olmayan ise geçip gitsin, özellikle bu mescidleri kast etmesin.”[10]

* Parantez arasındaki ziyade İbn Ebî Şeybe ve Abdurrazzak’ın rivayetlerindendir.

Kıssanın Aykırılık İçerdiği Diğer Bir Önemli Husus:

d) Şayet Malik ed-Dar kıssası bu şekilde bütün içeriğiyle sahih kabul edilirse, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrinin bayram yeri edinilmesinin haklı bir gerekçesi olur, insanlar akın akın Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrine gider ve herkes derdinin dermanını kabirden isterdi. Hâlbuki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatında iken şöyle bir yasaklamada bulunmuştur: Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

لَا تَجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قُبُورًا وَلَا تَجْعَلُوا قَبْرِي عِيدًا وَصَلُّوا عَلَيَّ فَإِنَّ صَلَاتَكُمْ تَبْلُغُنِي حَيْثُ كُنْتُمْ

Evlerinizi kabirler haline getirmeyin. Kabrimi bayram yerine çevirmeyin ve bana salat edin. Zira nerede olsanız salatınız bana tebliğ edilir.”[11]

Şayet Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e kabrinden istekte bulunup seslenmeye meşru bir yol olsaydı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu şekilde bir yasaklamada bulunmazdı.

Ali Hoşafçı, “Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Selefice Cevaplar” adlı kitabında (s.41) Bekr b. Abdillah rahimehullah’tan şu hadisi zikrediyor ve sahih olduğunu iddia ediyor:

حَياتي خَيرٌ لَكُم، تُحَدِّثونَ ويُحَدَّثُ لَكُم، فَإِذا أَنا مِتُّ كانَت وفاتي خَيرًا لَكُم، تُعرَضُ عَلَيَّ أَعمالُكُم، فَإِذا رَأَيتُ خَيرًا حَمِدتُ اللهَ، وإِن رَأَيتُ شَرًّا استَغفَرَتُ اللهَ لَكُم

“Benim hayatım sizin için hayırlıdır. (sağlığımda bir takım işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise vefatım sizin için hayırlıdır. Çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir. Hayır görürsem Allah’a hamd ederim, şer görürsem Allah’tan sizin için af dilerim.”

Bu rivayeti zikrettikten sonra, hadisi Bezzar’ın musnedinde zikrettiğini, İbnu’l-Iraki’nin isnadına ceyyid dediğini, Heysemi’nin de Bezzar’ın rivayeti hakkıında ricali sahihin ricalidir dediğini nakleder.

Hadis ilimlerinden iyi anladığı gibi bir intibaı her fırsatta ileri süren Ali Hoşafçı, zikrettiği metinle İbn Sa’d’ın,[12] Bekr b. Abdillah el-Muzenî’den yaptığı bu rivayet hakkında böyle diyor! Öncelikle bilinmesi gerekir ki, Bekr b. Abdillah el-Muzenî rahimehullah, tabiin’in orta tabakasındandır ve bu rivayet bu şekliyle mürseldir. Bekr b. Abdillah’a kadar ulaşan isnad sahih olduğundan bu mürsel rivayet şahit ve mutabaata elverişli zannedilebilir. Lakin bu metinde de sahih ve sarih naslara aykırılık olduğu biraz sonra aşağıda açıklanacaktır.

Bu hadisi Haris b. Ebi Usame de, Müsned’inde Bekr b. Abdullah el-Müzeni’den mürsel olarak rivayet etmiştir.[13]  İbn Sad’ın rivayeti mürsel olması sebebiyle, Haris’in rivayeti ise mürsel olmasının yanında, ayrıca isnadında Cisr b. Ferkad’ın bulunması sebebiyle zayıftır.

Bezzar’ın rivayeti ise İbn Mes’ud radiyallahu anh’den muttasıl isnadla gelmektedir ve lafzı şu şekildedir:

إِنَّ لِلَّهِ مَلائِكَةً سَيَّاحِينَ يُبَلِّغُونِي عَنْ أُمَّتِي السَّلامَ وَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَيَاتِي خَيْرٌ لَكُمْ تُحَدِّثُونَ وَيُحَدَّثُ لَكُمْ وَوَفَاتِي خَيْرٌ لَكُمْ يُعْرَضُ عَلَيَّ أَعْمَالُكُمْ فَمَا رَأَيْتُ مِنْ خَيْرٍ حَمِدْتُ اللَّهَ عَلَيْهِ وَمَا رَأَيْتُ مِنْ شَرٍّ اسْتَغْفَرْتُ اللَّهَ لَكُمْ

Muhakkak ki Allah’ın gezici melekleri vardır, ümmetimin selamını bana ulaştırırlar. Hayatım sizin için hayırlıdır. Siz konuşursunuz, biz de sizinle konuşuruz. Ölümüm de sizin için hayırlıdır. Çünkü amelleriniz bana arz edilir, hayırlı görürsem hamd eder, kötü görürsem sizin için Allah’tan bağışlanma dilerim.[14]

Bunun isnadında Abdulmecid b. Abdilaziz b. Ebi Ravvad’da zayıflık vardır, lakin Bekr b. Abdillah’ın mürsel rivayetiyle kuvvetlendiği zannedilebilir. Ancak ilk cümleden sonrasını yalnızca İbn Ebi Ravvad rivayet etmiş ve aynı hadisi sadece ilk cümleyle rivayet eden sikalara muhalefet etmiştir.

Sadece ilk cümleyle Süfyan es-Sevri’den birçok yoldan rivayet edilmiştir: Ahmed b. Hanbel; Abdurrahman b. Mehdi yoluyla[15],

İsmail el-Kadi; Yahya b. Said el-Kattan yoluyla[16],

İbn Ebi Şeybe, Ahmed, Ebu Ya’la, Nesai ve İbn Hibban; Vekî b. el-Cerrah yoluyla[17],

Nesai; İbnu’l-Mubarek yoluyla[18],

Ahmed ve Nesai; Muaz b. Muaz yoluyla[19],

Nesai ve Taberani; Abdurrazzak yoluyla[20],

Ahmed; Abdullah b. Numeyr yoluyla[21],

Darimi; el-Firyabi yoluyla[22],

Hakim, Taberani ve Ebu Nuaym; Ebu İshak el-Fezari yoluyla[23],

Taberani; Fudayl b. Iyad yoluyla[24] sadece ilk cümleyle rivayet ettiler.

Bu rivayet metninde Sufyan es-Sevri’ye; el-A’meş, el-Huseyn el-Halkani, Muhammed b. Abdirrahman b. Ebi Leyla, el-Avvam b. Havşeb ve Şu’be mutabaat etmişlerdir. Bunların hepsi Süfyan’dan, o Abdullah b. es-Saib’den, o Zadan’dan, o da İbn Mesud radıyallahu anh’den sadece ilk cümle ile rivayet etmişlerdir. Bunların hepsi de güvenilir, sağlam ravilerdir. Abdulaziz İbn Ebi Ravvad ise bu on güvenilir raviye muhalif olarak: “Hayatım sizin için hayırlıdır…” kısmından itibaren başlayan ziyade ile rivayet etmiştir.

Humeydi, Ebu Hatim, Abdurrazzak, Darekutni, Muhammed b. Yahya, İbn Sad, es-Saci ve İbn Hibban, Abdulmecid b. Abdilaziz b. Ebi Ravvad’ın zayıf olduğunu söylemişler, Buhari; “Hakkında konuşuldu” demiştir.[25]

Bu âlimler onun zayıflığını şöyle açıklamışlardır: “İbn Cüreyc’den yaptığı rivayetlere kimse tabi olmamış, Malik’ten yaptığı rivayetlerde hata etmiştir.” İbn Hibban dedi ki: “Haberleri değiştirip meşhur ravilerden münker rivayetler getirdi. Böylece terk edilmeyi hak etti.”

Görüldüğü gibi, bu değerlendirmeler ravinin zabtı hakkında cerh ifade eder.

Yahya b. Main, Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud, Nesai, İbnu Şahin, Zehebi ve başkaları; “Sika (güvenilir)” demişlerdir.

İbni Hacer Takrib’de der ki; “Sadukdur. Hata eder, Mürcie’den idi. İbn Hibban’ın Onun hakkında metruk demesi ifrattır.”[26]

Bu ravi hakkında yapılan cerh müfesser olduğu için mukaddemdir ve onu güvenilir sayanlar dahi mürcieliğe davet ettiğini açıklamışlardır. Hadisin metni de irca fikrini destekleyici mahiyettedir. Bid’at ehlinin rivayetlerinde, bidatinde aşırı gitmesi, bidatini destekleyici metin rivayet etmesi ve bidate davetçi olması gibi hallerde rivayeti kabul edilmez.[27]

Hulasa; Abdulmecid b. Abdilaziz b. Ebi Ravvad’ın ziyadesi, kendisinden daha güvenilir ravilere muhaliftir. Bu durumda bu ziyade, bu raviyi zayıf kabul edenlere göre münker, güvenilir kabul edenlere göre de şazdır. Her halukarda rivayet sahih değildir.

Yine Haris b. Ebi Usame, hadis uyduran bir ravi olan el-Adevi’nin[28] ve Haraş[29] adlı meçhul bir ravinin bulunduğu başka bir tarikle, Enes radıyallahu anh’den:

Hayatım da ölümüm de sizin için hayırlıdır. Hayatımda sizlerle konuşurum. Ölümümde ise pazartesi ve Perşembe günleri amelleriniz bana arz edilir. Salih amelleriniz için Allaha hamd ederim. Kötü amelleriniz için bağışlanma dilerim” lafzıyla rivayet etmiştir.[30] Bu uydurmadır. Yine Ebu Tahir el-Muhallis, el-Muhallisiyyat’ta (2412) Enes radiyallahu anh’den, Muhammed b. Abdillah b. Ziyad el-Ensari adlı hadis uyduran bir ravi yoluyla rivayet etmiştir.

Deylemi de isnadsız olarak Ebu Hureyre radıyallahu anh’den rivayet etmiştir.[31]

Hadisin metnine gelince, burada kastedilenin berzah hayatında yapılan bir dua olduğu anlaşılır. — Şayet sahih olduğu kabul edilse - Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in burada kendisiyle tevessül ve istiğase edilmesini meşru kıldığı anlaşılamaz. “Amelleriniz bana arzedilir, ben dua ederim” deniliyor, bana seslenin veya beni aracı kılın denilmiyor!

Amellerin Pazartesi ve Perşembe günleri Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e değil, Allah Azze ve Celle’ye arz edildiği sahih rivayetlerde sabittir.[32] Amellerin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e arz edileceğini ifade eden zayıf hadisler bu sahih hadislere aykırıdır.

Yine amellerin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e kabrinde iken arz edilmesi, sahih rivayetlerle sabit Havz hadisine aykırıdır. Çünkü havz hadisinde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Sen onların senden sonra neler çıkardığını bilmiyorsun” denileceği bildirilmiştir.[33]

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Kabri’nin Bulunduğu Yer İle İlgili Aykırılık!

e) Kıssanın içerdiği diğer bir aykırılık da bu mübhem şahsın Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrine gelip seslenmesinin çok uzak bir ihtimal olmasıdır. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabri, Ömer radiyallahu anh zamanında hala Aişe radiyallahu anha’nın hücresinde idi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrinin Mescidi Nebeviye dâhil edilmesi çok sonraları, Yezid b. el-Velid zamanında olmuştur!

 Nisa 64. Ayetinde Geçen “İz” Edatı Hakkında Ali Hoşafçı’ya Cevap

Yukarıdaki açıklamalar, Seyyid Ali Hoşafçı’nın “Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Cevaplar” kitabında Malik ed-Dar hadisi hakkında “cevap” olduğunu iddia ettiği kuruntuları da boşa çıkarmaktadır. Konuyla yakından alakası olduğu için muşarun ileyhin mezkûr kitabında başka bir saptırmasına da cevap zikredeyim:

Adı geçen kitabın 326. Sayfası ve ve devamında Allah Teâlâ’nın:

وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا

Eğer onlar nefislerine zulmettiklerinde sana gelerek Allah’tan bağışlanma dileselerdi, Rasul de onlar için bağışlanma dileseydi yemin olsun ki Allah’ı Tevvab ve Rahim bulacaklardı.” (Nisa 64) ayeti hakkında şöyle diyor:

İz” kelimesi her zaman geçmiş zaman için kullanılmadığını, Kur’an okuyanlar ve ona inananlar ve nahiv kitaplarından haberi olanlar iyi bilir.” Sonra (En’am 27, Sebe 51, En’am 30, En’am 93, Sebe 31, Secde 12) ayetlerini sırayla zikrediyor ve ardından diyor ki,

Tabiidir ki aklı olan bir kimse bunların mazide olduğunu söylemez. “İz” lafzının mazi için kullanıldığını gösteren ayetleri görüp gösterip bunları görüp görmemek herhalde tek gözlülük olsa gerek…”

Seyyid Ali Hoşafçı arap dilini iyi bilmediğinden mi, yoksa bildiği halde demagoji yapmak için mi böyle diyor Allah bilir. Lakin Arap dil kurallarına göre “iza” edatı geleceğe yönelik zarf görevi görürken, Nisa 64 ayetinin metninde geçen “iz” edatı da geçmiş zamanla ilgili zarf anlamı taşımaktadır. Lisanu’l-Arab’da da İbn Manzur’un zikrettiği gibi diğer dilciler de aynı kuralı dile getirmişlerdir.[34]

Buna göre ayet, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde meydana gelmiş belirli bir olayı anlatmaktadır. Nitekim şu ayetlerde de buna benzer bir durum söz konusudur:

وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللَّهُ وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ

Hani bir zaman kâfirler seni hapsetmek, ya da öldürmek yahut seni sürgün etmek için tuzak kuruyorlardı. Onlar düzen kurarlardı ama Allah da düzen kuruyordu. Şüphesiz Allah düzen kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal 30)

وَإِذْ قَالَتْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ يَاأَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُوا وَيَسْتَأْذِنُ فَرِيقٌ مِنْهُمُ النَّبِيَّ يَقُولُونَ إِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍ إِنْ يُرِيدُونَ إِلَّا فِرَارًا

Onlardan bir gurup da demişti ki: “Ey Yesribliler! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün!” İçlerinden bir kısmı ise: “Gerçekten evlerimiz emniyette değil” diyerek Nebî’den izin istiyordu; oysa evleri tehlikede değildi, sadece kaçmayı arzuluyorlardı.” (Ahzab 13)

“İz” edatı ancak “tera” fiilinden sonra geldiğinde gelecek zaman için zarf olabilir. Bu durumda da kıyamet ile ilgili konulardaki gibi geleceğe ait olduğu bilinen hususlarla ilgili olur. Nitekim Ali Hoşafçı’nın zikrettiği ayetlerin tümünde “iz” edatı, “tera” fiilinden sonra gelmiştir. Ancak Nisa 64. Ayetinde böyle bir durum söz konusu değildir.

Seyyid Ali Hoşafçı, diğer birçok bid’at ehli gibi, fiil ile fail ayrımı ilkesine riayet etmediğinden olsa gerek, Malik ed-Dar kıssası, Utbi’den nakledilen bedevi kıssası gibi rivayetleri kitaplarında zikreden bazı âlimlerin isimlerinin kutsanmasına sığınarak, kimsenin bu alimleri, bu kıssaları zikrettiği için tekfir etmemiş olmasını duygusal bir malzeme olarak öne sürüyor ve bu alimler tekfir edilmediğine göre bu bâtıl amelin de kabul görmesi gerektiği gibi saçma bir sonuç elde etmek istiyor. Nitekim Nureddin Yıldız adlı şarlatan da: “Hasen el-Benna rabıta yapmış, ben rabıtaya nasıl şirk diyeyim?” şeklinde zırva sözleri kendi diline yakıştırabilmektedir!

Evet!  Bu haricî zihniyete göre bir fiilin şirk olduğunu söylemek, o fiilde vuku bulan herkesi müşrik kabul etmek demektir! Bu yüzden sahibi tekfir edilmeyen bazılarının bâtıl söz ve amelleri, meşru sayma yolunu tutuyorlar. Bu din ve iman hakkında büyük bir cahillikten ileri gelmektedir! Nitekim Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh, babaları adına yemin etmiş, sonra bu konuda uyarılmış, kimse Ömer radiyallahu anh’ın müşrik olduğunu söylememiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem babalar adına yemin etmenin şirk olduğunu açıklamıştır. Halbuki Ömer radiyallahu anh hayatında cennetle müjdelenenlerdendir. Yine cennetle müjdelenen diğer bir sahabi, Sa’d b. Ebi Vakkas radiyallahu anh, lat adına yemini ağzından kaçırmış, bu konuda uyarılınca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelmiş ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona bu sözünden bağışlanma dilemesini ve tevhid sözüyle buna kefaret kılmasını söylemiştir.

Musa aleyhi's-selâm öfkenin galebesiyle Allah’tan aldığı vahyin yazılı olduğu levhaları yere fırlattı, bundan dolayı kâfir olmadı diye, Kur’an ayetlerine hakaret etmek küfür olmaktan çıkar mı? İşte Mürcie ile Harici sapıkları iki dengesizlik arasında bocalayıp duruyorlar!

Bir fiilin şirk olduğunu söylemek, o fiilde vuku bulan herkesin alel-itlak kafir veya müşrik olduğunu söylemek demek değildir! Yahut bâtıl bir söz veya amelde bulunan kimsenin bundan dolayı tekfir edilmemiş olması, o söz veya ameli temize çıkarmaz!

 



[1] Münker veya şaz. İbn Ebi Şeybe (6/356) İbn Ebi Hayseme Tarih (1118) Beyhaki Delail (7/47) İbn Asakir Tarih (44/345, 56/489) İbn Hacer Fethu’l-Bari (2/397,495) İbn Hacer el-İsabe (3/484) İbn Abdilberr el-İstiab (3/1149) el-Halili İrşad (1/313-314) İbn Kesir el-Bidaye (7/149-151) Münziri et-Tergib (2/41) Heysemi Mecmau’z-Zevaid (3/125)

[2] İbn Hacer Fethu’l-Bari (2/412)

[3] Sahih. İbn Hibban (3/172) Ahmed (4/267, 271, 276) Ebû Dâvud (1479) Hâkim (1/667)

[4] Sahih. Tirmizî (3604) Bezzar (13/294) Ebu Ya’lâ (6/130) İbn Hibban (3/148, 177) Beyhaki Şuab (2/40) Ziyau’l-Makdisi, el-Muhtare (5/9)

[5] Abdurrazzak (2/93 no: 4914)

* İsnadında İsmail b. Şurus Ebu’l-Mikdam es-San’anî vardır. Bu ravi, İkrime, Tavus ve Vehb b. Munebbih rahimehumullah’tan rivayette bulunmuştur. Kendisinden de Bişr b. Rafi Ebu’l-Esbat, Ma’mer b. Raşid ve el-Hakem b. Eban rivayette bulunmuşlardır.  İbn Hibban ve İbn Şahin, İsmail b. Şurus’u sikalardan zikretmişlerdir. Ali b. el-Medini ve el-Huseyn b. Hibban’ın rivayetinde Yahya b. Main, İsmail b. Şurus’un sika olduğunu söylemişlerdir. Ebu’l-Abbas er-Razi onu Yemen fukahasından zikretmiştir. Abdurrazzak dedi ki: “Ma’mer’e: “Neden İb Şurus’tan çokça rivayette bulunuyorsun?” dedim. Dedi ki: “O yusebbicu’l-hadis idi.” Yusebbicu kelimesi, hakkında İbn Faris, Mu’cemu Mekayisi’l-Luga kitabında (1/399) şöyle demiştir: “Sebbece’l-kelam sözü, aynı kaynaktan geldiği halde sözü tek şekilde getirmeyen demektir. Çünkü o sözleri birleştirerek getirir. Bu söz ne özetlenmiştir ne de ayrıntıya gidilmiştir.” İbn Adiy, el-Kamil’de Buhârî’den naklen, Ma’mer’in İsmail b. Şurus hakkında “Hadis uydururdu” dediğini zikreder. Şeyh Abdullah el-Cudey’ bu konuda şu uyarıyı yapmıştır: “İbn Adiy, Ma’mer’in sözünü Buhârî’den naklederken “Yusebbicu” kelimesini “yadau” şeklinde zikretmesi kesinlikle bir tahriftir. Doğrusu, Buhârî’nin Tarih’inde ve Ukayli’nin ed-Duafa’da Buhârî’den naklinde geçtiği üzere “yusebbicu” kelimesidir. Nitekim Yakub b. Sufyan (el-Fesevi) ve başkalarının Ma’mer’den rivayetlerinde de, Abdurrazzak’ın Ma’mer’den rivayetinde olduğu gibi gelmiştir. Bu da İbn Adiy’in el-Kamil kitabında geçen ibarenin tahrif edilmiş olduğunu ispatlamaktadır.” Bkz.: Buhârî Tarihu’l-Kebir (1130, 1131, 1138, 1139) İbn Adiy el-Kamil (1/520) İbn Sa’d Tabakat (6/72) er-Razi Tarihu San’a (s.339) Ukayli ed-Duafa (1/84) Fesevi Marife (3/30) İbn Hibban es-Sikat (6/31, 33) İbn Şahin es-Sikat (10) İbn Ebi Hayseme Tarih (1179) Hatib Muvaddahu Evham (1/11, 224) Darekutni el-Mu’telef ve’l-Muhtelef (2/592)

[6] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Beyhakî Delailu’n-Nubuvve (1/390) İbn Ebî Şeybe (8/31) İbn Ebi Davud el-Mesahif (s.364) İbn Hazm el-Muhalla (9/45) İbnu’l-Munzir el-Evsat (8171) İbn Asakir Tarih (58/341, 344, 67/160)

[7] Muslim'in şartına göre sahih. İbn Ebî Şeybe (8/32)

[8] Buhârî'nin şartına göre sahih. Beyhakî Delailu’n-Nubuvve (1/381) İbn İshak Siyret (49) Nuaym b. Hammad el-Fiten (37) Birgivî Ziyaretu’l-Kubur (s.30)

[9] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.  İbn Vaddah el-Bid’a ve’n-Nehyu Anha (102) İbn Ebi Şeybe (2/150) İbn Sad (2/100)

[10] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Vaddah el-Bid’a ve’n-Nehyu Anha (no:100, 101) Abdurrazzak (2/118) İbn Ebî Şeybe (2/270) Mustagfiri Fadailu’l-Kur’an (1014) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (14/397) el-Elbani Fadailu’ş-Şam (49)

[11] Sahih. Ahmed (2/367) Ebû Dâvûd (2042) Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (8030) el-Elbani Sahihu’l-Cami (7226)

[12] İbn Sa’d (2/149)

[13] Haris Müsned (953) el-Hasen b. Kuteybe – Cisr b. Ferkad – Bekr b. Abdillah el-Muzeni isnadıyla mürsel olarak rivayet ettiler. Cisr b. Ferkad zayıftır.

[14] Bezzar (5/308) İbni Adiy el-Kamil (2/124, 3/76) el-Elbani ed-Daife (975) Daifu’l-Cami (2746)

[15] Ahmed (1/441)

[16] İsmail el-Kadi Fadlu’s-Salat Ale’n-Nebi (21)

[17] İbn Ebi Şeybe (11/474) Ahmed (1/441) Nesai (3/37) Mevaridu’z-Zeman (594) Ebu Ya’la (5213)

[18] Nesai Amelu’l-Yevme ve’l-Leyle (66)

[19] Ahmed (1/452) Nesai (3/37)

[20] Abdurrazzak (2/215) Nesai (3/37) Taberani (10/271) Zehebi Siyeru A’lam (17/105)

[21] Ahmed (1/387)

[22] Darimi (2/225)

[23] Hakim (2/421) Taberani (10/270) Ebu Nuaym Ahbaru İsbehan (2/25)

[24] Taberani (10/271)

[25] Ahmed İlel (2/113) Yahya b. Main Tarih (3/61) Ahvalu’r-Rical (269) Buhari Duafai’s-Sagir (239) İbn Hibban Mecruhin (2/160) İbn Adiy el-Kamil (5/1982) el-Cerh ve’t-Ta’dil (6/64) el-Mizan (2/648) el-Mugni (570) et-Tehzib (6/381) Zehebi Men Tukellime Fih (1/124 no;220) İbn Cevzi Duafa (2/147 no;2151) Ahmed Kitabu Bahru’d-Dem (s.276 no;639)

[26] Bkz.: Zehebi el-Muğni (3793) İbnu Şahin Tarihu Esmai’s-Sikat (1/167 no;978) İbni Adiy (5/344 no;1500) Takribu’t-Tehzib (1/361 no;4160) Ricalu Müslim (1/447) Hakim Tesmiye (s.177) Zehebi el-Kaşif (1/662 no;3435) Tehzibü’l-Kemal (18/271 no;3510) Tehzibü’l-Esma (1/286)

[27] Bkz.: el-Cuzcani Ahvalu’r-Rical (s.32) el-Kifaye (s.195) İbn Salah Mukaddime (115) Şerhu İlelit-Tirmizi (83-86) Şerhu’n-Nuhbe (s.50) Tedribu’r-Ravi (1/325)

[28] İbn Adiy el-Kamil (3/946) İbn Hibban Mecruhin (1/241)

[29] Bkz.: İbn Adiy (3/946) İbn Hibban Mecruhin (1/288)

[30] Deylemi (2701) Cüz’ü Abdülkadir Bin Muhammed el-Kuraşi (2/2) Cürbazkani Arus (2/139) Muhlis Fevaid (2/212) İbni Adiy el-Kamil (2/124)

* Haris b. Ebi Usame; Ebu Said el-Hasen b. Ali b. Zekeriya b. Salih el-Adevi el-Basri – Haraş – Enes radıyallahu anh yoluyla rivayet etmiştir. isnadında el-Haraş meçhul, el-Adevi ise yalan uyduran birisidir. Bkz.: Zehiratu’l-Huffaz (2694)

* İbn Neccar; Ma’mer b. Muhammed el-İsbehani – Ebu Nasr Muhammed b. İbrahim el-Yunariti – Şerif Vadıh b. Ebi Temmam ez-Zebibi – Ebu Ali b. Tume – Ebu Hafs b. Şahin – Abdullah b. Muhammed el-Begavi – Şeyban b. Ferruh el-İbilli – Nafi Ebu Hurmüz es-Sicistani – Enes radıyallahu anh isnadıyla rivayet etmiştir. Bkz: Kenzu’l-Ummal (35470)

[31] Deylemi (686)

[32] Bkz.: Müslim (4/1987 no: 2565) Ahmed (2/268, 329, 484, 5/200, 201, 205, 209) Ebu Davud (2419) Darimi (1757-58) Elbani el-İrva (948)

[33] Buhari (2576, 2852) Müslim (2297, 2304)

[34] Bkz.: İbn Manzur Lisanu’l-Arab (3/476)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)