Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

24 Mart 2021 Çarşamba

İmam Abdullah b. Ahmed'in Es-Sunne Kitabından Ebu Hanife Hakkındaki Bölüm

  Ebu Hanife'ye Buğz Etmek İmandandır

İmam Abdullah b. Ahmed b. Hanbel Rahimehumallah'ın es-Sunne Kitabın'dan Ebu Hanife Hakkındaki Bölümün Tercümesi

Tercüme: Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî

Kitabı indirmek veya okumak için buraya tıklayın

14 Mart 2021 Pazar

Sahih Rivayetlerle Ahiret Hayatı

  Sahihu Buduri's-Safira Li'l-Celaleddin es-Suyutî 

İmam Suyuti'nin kitabından sahih rivayetleri çıkararak tercüme ve tahric eden: 

Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî

Kıyametin kopması, sura üflenmesi, haşir, hesap, mizan, cennet, cehennem gibi ahirete iman konusuna giren konularda en kapsamlı kitaplardan biri olan, İmam Suyuti'nin Buduru's-Safira kitabından zayıf ve uydurma rivayetlerin, Ehl-i Sünnetin selefinin menhecine aykırı bâtıl tevillerin çıkarılarak yalnızca sahih ve hasen rivayetlerin tercüme ve tahric edildiği bir çalışmadır. Şu sıralarda kitabın beceriksiz bir muhakkik tarafından özensiz tahriç yapılan arapça baskısının tam metin tercümesi de İ'tisam yayınlarından 2 cilt halinde çıkmış bulunmaktadır.

İndirmek veya okumak için buraya tıklayın

4 Mart 2021 Perşembe

Müslüman Olduğunu İddia Eden Şahıs Ne Zaman Tekfir Edilir?

 Rebi es-Suudî’nin eş-Şiatu’l-İmamiyyeti’l-İsna Aşeriyye Fi Mizani’l-İslam kitabında Allame Muhaddis el-Elbani rahimehullah’a el-Humeynî hakkında sorulunca şöyle demiştir:

فقد وقفت على الأقوال الخمسة التي نقلتموها عن كتب المسمى ب‍ـ (روح الله الخميني) راغبين مني بيانَ حكمي فيها، وفي قائلها، فأقول وبالله تعالى وحده أستعين: إن كل قول من تلك الأقوال الخمسة كفر بواح، وشرك صراح، لمخالفته للقرآن الكريم، والسنة المطهرة، وإجماع الأمة، وما هو معلوم من الدين بالضرورة. ولذلك فكل من قال بها، معتقداً، ولو ببعض ما فيها، فهو مشرك كافر، وإن صام وصلى وزعم أنه مسلم)

“Ruhullah el-Humeyni adlı kitaptan naklettiğiniz beş söze vakıf oldum. Benden bu sözler ve sözlerin sahibi hakkında hükmümü açıklamam istendi. Yalnız Allah Teâlâ’dan yardım isteyerek diyorum ki:

“Bu beş sözün hepsi de açık (bevah) bir küfür, sarih bir şirktir. Kur’ânu’l-Kerim’e, Sünnetu’l-Mutahhara’ya ve icmau’l-ümmete aykırıdır ve dinden zorunlu olarak bilinmesi gereken meselelerdendir. Bundan dolayı her kim bunu söyler, bir kısmına dahi itikad ederse o oruç tutsa da, namaz kılsa da, müslüman olduğunu iddia etse de müşrik bir kâfirdir.”

Şeyh Muhammed Eman el-Cami şöyle demiştir: “Birisi uzunca bir soru sormuştur, özetle muayyen tekfir hakkında sormuştur. “Muayyen tekfirin caiz olmadığını” mutlak olarak söylemek hatadır. Muayyen şahsı mutlak olarak tekfir etmek de aynı şekilde hatadır. Ayrıntıya gidilmesi zorunludur:

Muayyen (belirli) bir şahsı tekfir etmen yasak değildir. Lakin tekfiri gerektiren şeyi işleyen kişi yaptığı şeyin tekfiri gerektirdiğini biliyorsa, bu konuda bir şüphesi yoksa, cehaletle mazur olamayacağı bir yerde yaşıyorsa, mesela tevhid ehli arasında, alimlerin bulunduğu beldede yaşıyorsa, sıkıntısının şiddetlendiği bir anda: “Ey efendim! Ey fulan! Bana yardım et, benim senden başka kimse yok, Allah nerede!?” derse bu apaçık (bevah) bir küfürdür. Müslümanların arasında, İslamî bir çevrede yaşayan bu gibi şahıslar için cehalet mazeret değildir, muayyen olarak tekfir edilir. Tekfiri gerektiren bevah (apaçık), mazeret ve şüphenin söz konusu olmadığı bir küfür işlediğinde onun muayyen bir şahıs olması tekfir etmene mani değildir. Eğer bu şahıs İslam’ın adından başka hiçbir şeyin bilinmediği, salihlerden istigasede bulunmanın “salihlerle tevessül etmek” adı altında süslendiği bir beldede ise, bu yaptığının ibadet olan istigase değil de tevessül olduğunu zannediyorsa onun yaşadığı ortam cahiliyye ortamıdır veya cehaletin çoğunlukta olduğu bir çevredir. Böyle bir durumda bu kişi mazur olur. Yani birisi bunun küfür olduğnu söyler ve tekfir edebilir, bir başkası da bunun küfür olduğunu söyler ama tekfir etmeyebilir. Bunların ayrımının yapılması ve ayrıntıya gidilmesi gerekir. Ama sırf muayyen bir şahıstır diye tekfir edilemeyeceği söylenemez.” Muhammed Eman el-Cami'den nakil bitti.

Evet, müslümanlık iddiasında bulunan muayyen şahsın hiçbir zaman tekfir edilemeyeceği şeklindeki yaygın ifrat sebebiyle, sahibinin tekfir edilmesi hususunda bütün alimlerin icma ettikleri “cemaatle namazın yasaklanması” konusunda dahi “Sadece kadı tekfir edebilir, biz asla tekfir edemeyiz” şeklinde düşünen, selefin menheci hakkındaki cehaletleri sebebiyle şüpheye düşenler çıkabilmektedir. Bu şüphelerini ileri götürerek “Allah’tan gayrından yardım isteyenleri neden muayyen tekfir etmiyorduk o halde” şeklinde şeytanî vesveseler dile getiriliyor!

Muhammed Eman el-Cami’nin de fetvasında ifade ettiği gibi, Allah’tan gayrından yardım isteme konusunda Türkiye’de ve birçok yerde Sufi geleneğin hâkim olması sebebiyle insanların çoğunun muteber alim kabul ettikleri saptırıcılar sahih hadislere yaptıkları batıl yorumlar ve uydurma hadisleri hüccet getirmek suretiyle aldatmakta, şirki süslemekte, tevhid ehline iftiralar atarak tevhid davetini ve davetçilerini çirkin göstermektedirler.

Bunun gibi, kıble ehlinden olup da cahil olan ve sahih ilme ulaşmalarının önü kesilmiş olan kimselerin tekfirine maniler mevcuttur. Burada ihtiyarî değil, iztirarî bir cehalet söz konusudur. Ancak namazın yasaklanması böyle değildir! Her ülkede mezhep taklidi bataklığına düşmüş kimseler dahi, kendi mezheplerinin, kendi meşreplerinin kitaplarına da baksalar, namazı yasaklamanın apaçık bir küfür olduğunu net olarak görürler. Yine kendi mezhep kitaplarında dahi maskeli ve mesafeli namazın asla Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiği namaz olmadığını görürler!

 Şayet bir kimse cemaatle namazı yasaklamanın küfür olduğunu, maskeli ve mesafeli namaz uydurmanın şirk olduğunu bilmediğini iddia ederse bu iddia kabul edilmez. Çünkü buluğ çağına girmiş her müslüman namazı öğrenmek zorundadır. Bu herkese farz olan ilimdendir. İsterse kendi mezhebine göre öğrenmiş olsun, hiçbir İslamî mezhepte namazı yasaklamanın meşru olduğu geçmez, maskeli ve mesafeli namaz geçmez! Zaten böyle bir şey olsaydı, o İslam mezheplerinden sayılmazdı! Nitekim Huzeyfe radıyallahu anh’den sabit olduğuna göre o, tadili erkanı tam yapmayan birini görünce: “Şayet bu şekilde ölmüş olsaydın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in şeriatı dışında ölmüş olurdun” demiştir. Çünkü o şahıs namazı öğrenmek zorundaydı ve öğrenmek isteseydi doğru namazı öğrenebilecek imkana sahipti.  Bu yüzden Huzeyfe radiyallahu anh onun cehaletini mazur görmemiştir. Lakin hanefi mezhebinin hakim olduğu bir yerde tadili erkana uymadan namaz kılana cehaleti mazeret olabilir. Çünkü hanefiler tadili erkanı vacip görmezler. Lakin en sapık mezheplerden biri olan Hanefi mezhebinde dahi namazda ağzı örtmek tahrimen mekruktur, cemaatle namazı mesafeli kılmak geçersizdir! Bu yüzden maskeli ve mesafeli namaz konusunda kimsenin cehaleti mazeret değildir!

Biz insanları kendi bildiklerimizle ve kendi akidemizle değil, onların kendilerinin sahip oldukları ilim ve akidenin gereğiyle tekfir ediyoruz. Onların ulaşamadıkları ilme ulaşmamız sebebiyle tekfir ediyor olsaydık sapık Haricilerden farkımız olmazdı. Lakin aradaki farkı idrak edemeyenlere de artık ahmak demekten başka bir yol kalmıyor!

Bu konuda küfre sapan diğer bir fırka da Haricilerdir. Onlar Maide 44. Ayeti sebebiyle muayyen şahısları haksız olarak alelıtlak tekfir ettiler, lakin yöneticiler Allah’ın dini hakkında hükmetmeye kalkıp cemaatle namazı haram, maskeli ve mesafeli namazı vacip kılınca, bu küfürde itaat ettiler! Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetme meselesi büyük küfürle küçük küfür arasında değişen bir meseledir.

Allah’ın hükmünü inkar ettiklerini, beşeri kanunlar koymayı helal saydıklarını, Allah’ın hükümleriyle beşeri hükümleri eşit gördüklerini veya beşeri hükmü daha üstün gördüklerini, beşeri hükmü Allah’In dinine nispet ettiklerini açıkça görmemiz haricinde yöneticilerin mürtet olduklarına hükmetmeye şiddetle karşı çıkmak, yine bunlardan birini irtikap ettikleri sabit olduğunda ise tekfir etmek, selefin menhecinden öğrendiğimiz şeydir.

Lakin cemaatle namazı ve haccı yasaklamak; Allah’ın dininde hükmetmeye kalkma despotluğudur! Bu yasağı Allah’ın dininin gereği olarak lanse etmek, beşerî despotluğu Allah’ın dinine nispet etmektir! Maskeli ve mesafeli namaz uydurmak beşeri hükmü Allah’ın dinine nispet etmektir. Bu küfür, tekfirinde icma edilen Cengizin Yasık kanunnamesinden bile daha açık bir küfürdür. Cengiz han bile cemaatle namazı yasaklamaya cüret edememişti!

Tedebbür edenler için Ebu Umame radiyallahu anh’ın rivayet ettiği şu hadis gayet açıktır:

لَتُنْتَقَضَنَّ عُرَى الْإِسْلَامِ عُرْوَةً عُرْوَةً، فَكُلَّمَا انْتُقِضَتْ عُرْوَةٌ، تَشَبَّثَ النَّاسُ بِالَّتِي تَلِيهَا، فَأَوَّلُهُنَّ نَقْضًا: الْحُكْمُ، وَآخِرُهُنَّ: الصلاة

İslam’ın kulpları teker teker eksilecek, her bir kulp eksildikçe insanları bir sonrakine teşebbüs edeceklerdir. İlk eksilen Hüküm meselesi, sonuncusu ise namazdır!” (İbn Hibbân 6715) Ahmed (5/251) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (8/98) Hadis sahihtir.)

Evet, Allah’ın indirdiğiyle hükmetme meselesi, raşid hilafetin sona ermesinden itibaren eksilmeye başlamış, nihayet tamamen kaldırılmıştır. Putkafa kamal’in eliyle hükmün son halkası eksilmiştir. Namaz konusunda önce Türkçe ezan uydurulmuştu. O zamanda insanlar bunu kabullenmediler ve bu açık küfürde taguta itaat etmediler, bu küfür kalıcı olmadı. Lakin son eksilecek halka olan namaz, kendisini İslam’a nispet eden, hatta İslam kahramanı zannedilen, lakin Yahudiliklerini gizleyen İslam düşmanları eliyle önce yasaklanmış, sonra meşru olan şeklinden başkalaştırılarak şekil verilmiş, "namaz kılacaksanız bizim emrettiğimiz şekilde kılacaksınız, Allah’ın ve rasulünün emrettiği şekilde kılamazsınız" denilmiş, buna kılıf olarak da cahiliyye hurafesi olan “Hastalık bulaşması” yalanını gerekçe göstermişlerdir! Evet, kim bunları ve bu konuda onlara gönülden itaat edenleri tekfir etmiyorsa kendisi apaçık kâfirdir! Böyle bir namazı onaylamak, Allahı ve rasulünü yalanlamanın en açık şekillerindendir! Bundan daha açık bir küfür örneği bulmak çok zordur!

3 Mart 2021 Çarşamba

Maskeli ve Mesafeli Namaz Emredenleri Neden “Şeytanın Kulları” Diyor ve Muayyen Olarak Tekfir Ediyoruz?

 Eş-Şankiti rahimehullah Advau’l-Beyan’da (7/162) şöyle demiştir:

“Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Rabbine yemin olsun aralarında geçen şeylerde seni hakem kılmadıkça, sonra verdiğin hükümden dolayı nefsilerinde sıkıntı hissetmeden tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)

Allah Azze ve Celle dinine muhakeme olmaya itiraz edenlerden imanı nefyetmekte ve konuda kendisi adına yemin etmektedir ki hiç kimse Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile gelenlerle hükmetmedikçe ve bu konuda gönlünde sıkıntı, darlık hissetmez olmadıkça iman etmiş olmaz.

Bu türün örnekleri şöyledir:

1- İslam şeriati yerine beşeri kanunlarla hükmedilmesine itaat etmek

2- İslam dininin haram kıldığını bilmesi zorunlu olan; faiz, zina, teberrüc, açılıp saçılma, kumar ve benzeri haramlığı nasla belirtilmiş olan ve içtihada yer olmayan muameleleri helal sayma konusunda itaat etmek

3- Allah’ın mubah kıldığı; etleri yemek, birden fazla kadınla evlilik, ferdî mülkiyet gibi şeyleri haram kılma konusunda itaat.”

Şankiti rahimehullah bu örnekler hakkında şöyle demiştir: Helal Allah’ın helal kıldığıdır, haram Allah’ın haram kıldığıdır. Din, Allah’ın kanun kıldığıdır. Onun dışında konulan her teşrî (kanun) batıldır. Allah’ın dini yerine konulan kanunların Allah’ın kanunu ile aynı (misil) olduğuna veya ondan daha hayırlı olduğuna inanmak bevah (apaçık) küfürdür, bunda hiçbir tartışma yoktur.”

Zamanımızdaki hükümetler Allah’ın ve rasulünün emrettiği cemaatle, safları sıklaştırarak kılınması gereken namazları yasaklamışlar, bunun yerine maskeli ve mesafeli namaz uydurarak bunun Allah’ın ve rasulünün emrettiği namazdan daha hayırlı olduğunu, hastalıklardan daha koruyucu olduğuna iman etmişler, bu küfür itikadlarını da dilleriyle açıkça ifade etmektedirler. Bu itikad sarih bir küfürdür, bu itikad sahiplerini tekfir etmeyen de kafirdir. Onlar Allah’ın kaderine de iman etmeyen kimselerdir. Şüphesiz hastalıkları yaratan, cemaatle namazda safları sıkılaştırmayı emreden Allah’ın kendisidir. Şayet hastalık bulaşması diye bir şey olsaydı, Allah, hastalık zamanlarında saflar arasına mesafe koymayı meşru kılardı. Nitekim cahiliyye halkının bulaşıcı olduğunu iddia ettikleri hastalıklar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında da vardı ve asla cemaatle namazlar konusunda bu hurafe inançtan dolayı sözde tedbir gibi şeyler meşru kılınmadı! Bilakis mütevatir hadiste "Bulaşıcı hastalık yoktur" buyrulmuştur!

Şeyh Suleyman b. Sehman el-Has’amî en-Necdî (v.1349 hicri) el-Huccetu ve’d-Delil ve İzahu’l-Mahacceti ve’s-Sebil kitabında (s.43) şöyle demiştir:

“Dinde Allah’ın izin vermediği şeyi insanlara meşru kılmaya kalkmak bevah (apaçık) küfürdür. Akıl ve dinden en ufak bir nasibi olan bir kimse dahi bunda şüphe etmez. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine bir şeriat kıldılar? Eğer ayırdedici söz olmasaydı, elbette aralarında hüküm verilirdi. Gerçekten zalimler için can yakıcı bir azap vardır.” (Şura 21) Allah’ın şeriatinden olmadığı ve Allah’ın izin vermediği bilinen şeyler o zındık tagutların şeriatindendir. Onlar Kitap ve sünnet naslarının zahirlerinin zannî olduğunu iddia edenlerdir! Akılları ve bâtıl kıyaslarıyla uygun gördüklerini aklî kesinlik olarak görürler. Onlar, Allah’ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. İşte gafiller onlardır!”

Muhammed b. Salih el-Useymin, Ta’likun Muhtasar Ala Kitabi Luma’ti’l-İtikad adlı eserinde (s.158) şöyle demiştir: 

“Namazı terk etmek bevah (apaçık) bir küfürdür. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yöneticilere karşı ayaklanmayı bevah küfür söz konusu olmadıkça caiz kılmamıştır. Namaz fiilini onlarla savaşılmasına mani kılmıştır. Bu da gösteriyor ki namazı terk etmek onlarla savaşılmasını mubah kılar. Onlarla savaşmak ancak bevah küfür söz konusu olduğu zaman mubah olur. Ubade radiyallahu anh hadisinde geçtiği gibi.”

Abdulaziz er-Racihî, er-Reddu Ale’z-Zenadika kitabında (s.25) şöyle demiştir:

“Yöneticilere karşı ayaklanmak ne zaman caiz olur? Diğer hadiste geçtiği gibi, bevah (apaçık) küfür meydana geldiği zaman caiz olur. Bu hadiste “Ancak katınızda Allah’tan burhan bulunan bevah küfür görmeniz müstesna” buyrulmuştur. Burada küfrün “bevah” diye nitelenmesi, apaçık ortada, zahir, kapalılığı olmayan demektir. Küfür mevcut olursa ve ayaklanmaya güç bulunursa iki şartla caiz olur:

1- Buna güç yetirebilmek

2- Bu kâfir şahıs veya kâfir hükümetin yerine müslüman hükümet getirmek. Bunlar zorunludur.

Ama kâfiri azledip yerine başka bir kâfir gelecekse maksat hasıl olmaz. Bu kâfirin yerine müslümanın getirilebileceğine dair galip zan bulunmalıdır.  Ama buna kudret yoksa ve yerine getirebilecek, Allah’ın arzında Allah’ın hükmünü uygulayacak müslüman yönetici yoksa bununla mükellef olunmaz.  Bu imkanlar varsa ayaklanmakta sakınca yoktur.

“Katınızda Allah’tan bir burhan bulunan apaçık küfür görmeniz müstesna” hadisi, “Aranızda namazı ikame ettikleri sürece hayır” hadisinde açıklanmıştır. Onlar aranızda namazı ikame etmezlerse kâfirlerdir! Onlara karşı ayaklanmak caiz olur. Bu iki hadis gösteriyor ki namazın terk bevah (apaçık) küfürdür!

Bu, namazın terkinin apaçık küfür olduğunun en kuvvetli delillerindendir. İki hadis bir araya geldiği zaman, Avf b. Malik radiyallahu anh’den gelen birinci hadiste: “Aranızda namazı ikame ettikleri sürece hayır” yani namazı aranızda ikame ettikleri sürece onlara karşı ayaklanmak caiz değildir buyrulmuştur. Bunun mefhumu; onlar aranızda namazı ikame etmediklerinde kafirlerdir ve onlara karşı ayaklanmak caizdir. İkinci hadiste: “Katınızda Allah’tan bir burhan olan bevah (apaçık) küfür görmeniz müstesna” buyruluyor. Yöneticiler namazı ikame etmedikleri zaman Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onlara karşı ayaklanmayı caiz kılmış, ikinci hadiste ise bevah küfür bulunması şartıyla buna cevaz vermiştir. Bu da gösteriyor ki namazın terki apaçık küfürdür. Bu, namazın terkinin açık küfür olduğuna en kuvvetli delillerdendir.”

Eş-Şankiti rahimehullah, Advau’l-Beyan (1/364) şöyle demiştir:

“Şeytan’ın Kanunlarını Rasullerin Getirdiklerine Tercih Ederek Tabi Olan Kimse:

Allah Teâlâ

وَإِن يَدْعُونَ إِلاَّ شَيْطَاناً مَّرِيداً

Halbuki ancak inatçı şeytana dua ederler” (Nisa 117) buyurmuştur. Bu ayette inatçı şeytana dua etmeleri ile kastedilen ona ibadet etmeleridir. Bunun benzeri şu ayettir:

أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لاَّ تَعْبُدُواْ الشَّيطَانَ

Ey Ademoğulları! Sizden şeytana ibadet/kulluk etmeyin diye ahid almadım mı?” Yine Halili İbrahim aleyhi's-selâm’ın şu sözünü ikrar etmiştir:

يَا أَبَتِ لاَ تَعْبُدِ الشَّيْطَانَ

Ey babacığım! Şeytana ibadet etme” Yine meleklerin şöyle dediklerini haber vermiştir:

بَلْ كَانُواْ يَعْبُدُونَ الْجِنَّ

Bilakis onlar cinlere ibadet ediyorlardı.” Yine şöyle buyurmuştur:

وَكَذلك زَيَّنَ لِكَثِيرٍ مّنَ الْمُشْرِكِينَ قَتْلَ أَوْلَادِهِمْ شُرَكَاؤُهُمْ

Müşriklerden bir çoğuna ortak koştukları için evlatlarını öldürmeleri böylece süslendi.”

Bu ayetlerde şeytana ibadet şekilleri açıklanmamıştır. Lakin diğer ayetlerde onların şeytana ibadetleri, ona itaat etmeleri ve rasullerin Allah Teâlâ katından getirdiklerinin yerine şeytanın teşri kıldıklarına tabi olmaları şeklinde açıklanmıştır. Mesela Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إِلَى أَوْلِيَائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ وَإِنْ أَطَعْتُمُوهُمْ إِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ

Muhakkak ki şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için dostlarına telkinde bulunurlar. Onlara itaat ederseniz, muhakkak siz de müşriklerden olursunuz!” (En’am 121)

اتَّخَذُواْ أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَاباً مِنْ دُونِ اللَّهِ

Âlimlerini ve rahiplerini Allah’ın dışında rabler edindiler.” (Tevbe 31)

Adiy b. Hâtim radiyallahu anh Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Onları nasıl rab edindiler?” diye sorunca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّهُمْ أَحَلُّوا لَهُمْ مَا حَرَّمَ اللَّه، وَحَرَّمُوا عَلَيْهِمْ مَا أَحَلَّ اللَّه فَاتَّبَعُوهُمْ

Muhakkak ki onlar,  Allah’ın haram kıldığı şeyleri helal, Allah’ın helal kıldığı şeyleri de haram kılınca onlara tabi oldular.” (Tirmizî 3095)

İşte bu, onları rabler edinmenin manasıdır. Bu ayetlerden hiçbir kapalılık olmadan açıkça anlaşılıyor ki, rasullerin getirdiklerine karşı şeytanın teşri’ine tabi olan Allah’a kâfir olmuş, şeytana kul olmuş, Şeytanı rab edinmiştir. Şeytana bu uymasını istediği gibi başka şeylerle isimlendirse de bilindiği gibi, hakikatler, ona itlak edilen lafızlarla değişmezler.”

Yine eş-Şankitî rahimehullah şöyle demiştir:

“Âdemoğullarının efendisi Muhammed b. Abdillah sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiğinden başka, ona muhalif olan bir teşrîye uyan herkesin bevah (apaçık) bir küfür işlediğini ve İslam dininden çıktığını en doğru beyanda bulunan Kur’an ifade etmektedir. Kâfirler, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e: 

“Ölmüş olan koyunu öldüren kimdir?” dediler. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onlara: 

Onu öldüren Allah’tır” buyurdu. Dediler ki: 

“Kendi ellerinizle öldürdüüğünüze helal diyorsunuz, Allah’ın kerim eliyle öldürdüğüne haram diyorsunuz. Siz Allah’tan daha iyi mi yapıyorsunuz?” Bunun üzerine Allah Teâlâ şu ayeti indirdi:

وَلاَ تَأْكُلُواْ مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللَّهِ عَلَيْهِ وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إِلَى أَوْلِيَآئِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ وَإِنْ أَطَعْتُمُوهُمْ إِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ

Üzerine Allah’ın adı anılmayanları yemeyin, çünkü bu elbette fısktır! Muhakkak ki şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için dostlarına telkinde bulunurlar. Onlara itaat ederseniz, muhakkak siz de müşriklerden olursunuz!” (En’am 121)

(Bunun benzerini Ebû Dâvûd (2819) İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan rivayet etmiştir. el-Elbani sahih demiştir. İkrime ve Said b. Cubeyr rahimehumallah’tan mürsel yollarla da rivayet edilmiştir.)

1 Mart 2021 Pazartesi

Hastalığın Sebebinin Bulaşması, Hastalığın Bulaşması Demek Değildir!

 Dr. Hakim el-Mutayri, el-İslam ve Nakzu'l-Cahiliyyeti'l-Garbiyye adlı kitabında şöyle demiştir:

"Soru: “Hastalık bulaşması yoktur” hadisi ile hastalığın bulaştığını ilmî olarak ve vakâ olarak ispat eden diğer hadislerin arası nasıl bulunur?

Cevap: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Hastalık bulaşması yoktur, uğursuzluk yoktur” buyurduğunu zikrettik. Advâ; hastanın diğer bir şahsa hastalığı taşımasıdır. Virüsü veya hastalık sebebini taşıması değildir. Din koyucunun reddettiği şey şudur: kimse kimseyi hasta etmez. Hastalığın sebebini nakledebilir. Din koyucu: “Peki ilkini hasta eden kim?” buyurmuştur. Hastalığa ilk yakalanana virüs girmiştir ve bağışıklık sistemi ona mukavemet edememiştir.  Allah’ın insan vücuduna koyduğu bağışıklık sistemi virüsü def edememiştir. Bu bağışıklık sisteminin kuvveti kişiden kişiye göre değişir. Bu yüzden insan hastalanabilir de, hastalanmayabilir de. Sebep; bağışıklık sisteminin zayıflığıdır. Hastalıklı kimseyle temas etmesi veya vücuduna virüs girmesi değildir! Mütevatir hadisi zikretmiştik. Bu hadisteki lafız ve illetlendirme ile Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabeye getirdiği delil geçti. Hastalığın bulaştığına şahitlik eden kimse Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e karşı tartışmış ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ona: “Peki ilkini hasta eden kim? Bu ancak kaderdir” buyurmuştur. Böylece konu kapanmıştır.

Bize göre bu konu imanî, akidevî bir meseledir. Dileyen buna iman eder, dileyen de tıbbı ve materyalistleri tasdik eder veya etmez. Bu kendi meselesidir. Lakin hadisin manası budur. Şuan tabiplerin çoğu hastalığın hasta kimseyle temasla değil, bağışıklık sisteminin zayıflığı ile alakalı olduğunu ispat ediyor. Nitekim kişi hastayla temas ettiği halde hasta olmuyor! Bu şahit olunan gerçektir. Hafız İbn Hacer, taun hastasını ziyaret etmekten kaçınmanın caiz olduğunu söyleyeni reddetmiş ve şeriat sahibinin hastalık bulaşması inancını reddetmesine dayanmıştır.

İnsan doğumundan itibaren yeryüzünde dolu olan virüs ve mikroplara maruz kalır. Allah Azze ve Celle hastalıkları ondan, içine yerleştirdiği savunma mekanizması ile def eder. Allah insanın hasta olmasını diler ve takdir ederse o hasta olur.: “Hastalandığım zaman şifa veren O’dur.” (Şuara 80) Allah onun ölmesini dilerse ölür. Herşey Allah’ın kaza ve kaderi iledir.”

Ebu Muaz’ın notu: Bilim adamları virüs diye bir şeyin varlığını ispat edememişlerdir. Bu yalnızca genel kabul gören bir teoriden ibarettir. Virüsün varlığını kabul edenlerin virüs dedikleri şey hakikatte, vücutta zehirlenmeler, stres veya başka sebeplerle hücre yapısında oluşan tahribatların kalıntılarıdır ve bunlara exosom denir. Virüs diye birşeyin varlığını iddia edenler, bu exosomların virüs olduğunu söylüyor ve işin hakikatini bilmeyenleri aldatıyorlar. Bu mesele bir yana, virüs ya da exosom, insandan insana geçebilir, lakin bu hastalığın bulaşması demek değildir. Allah bir kimsede hastalık yaratmayı dilerse, geri zekâlı şerefsizlerin taktıkları maskeler veya koydukları mesafeler buna mani olamaz! Nitekim İblisin maske ve mesafe emrine en sıkı riayet edenlerin hasta olduklarına, iblise bu konuda itaat etmeyenlerin ise hasta olmadıklarına hergün şahit olunduğu halde, korona yalanlarına iman etmekte inat eden kimseler görmemiz, insanların kendilerini ne kadar aşağılık bir konuma indirdiklerini göstermektedir. Evet, Allah’a ve rasulüne iman etmek insanı şereflendirir, “bilim” iddiasıyla uyduruk teorilere iman edip Allah’ı ve rasulünü inkar etmek ise insanı en şerefsiz mahluk haline getirir!

Mesafeli Namaz Geçersizdir – Dr. Hakim el-Mutayrî


Dr. Hakim el-Mutayri, el-İslam ve Nakzu’l-Cahiliyyeti’l-Garbiyye adlı kitabında (s.300) şöyle diyor:

“Soru: “Arap ülkelerinde mescidler kapalı iken Endonezya ve Pakistan’da namazdaki saflar arasında mesafe bulunmasından bahsediyorsunuz. Bu durum, sizin namazda cemaat arasında mesafenin caiz olmadığını söylemenizle çelişmiyor mu?”

Cevap: Çelişki yoktur! Namaz kılanların saflarının mesafeli olarak uygulanması, mescidlerin kapanmasının zorunluğu olduğu iddiasının yalan olduğunu ispatlıyor. Mescidlerin kapanması küfür ve dinden çıkıştır. Zaruret veya ihtiyaç olmadıkça namaz safları arasında mesafe olması caiz değildir. Filistin, Pakistan ve başka ülkelerdeki müslümanlar bayram namazını safları sıkılaştırarak kıldılar, safları ayırmaya zaruret veya ihtiyaç hissetmediler! Kendisi için hastalıktan korkan safı sıklaştırmaz! Ama bu şeytanî ameli, din sahibinin reddettiği “hastalığın bulaşacağı, uğursuzluk inancı ve hastalıktan korku” gerekçesiyle bütün müslümanlara mescidlerinde zorunlu kılmaya gelince bu şeytanın adımlarına uymanın en açık şeklidir.”

Yine aynı eserde şöyle demiştir:

"Soru: İmamın arkasında safları sıklaştırmak cemaatle namazın olmazsa olmaz sıhhat şartı mıdır?

Cevap: İmamın arkasında safları sıkılaştırmanın cemaatin gerçekleşmesi için sıhhat şartı olduğu hususunda bir ihtilaf yoktur. Ama safta hiçbir açıklık bırakmamak ve saffı düzgün tutmaya gelince, İmam Buhari'nin bab başlığı olarak belirttiği gibi farzdır. Bu aynı zamanda hadis ehlinin ve Zahirilerin de görüşüdür. İbn Teymiyye de bu görüşü tercih etmiştir. Cumhur ise bunun müstehap olduğu görüşündedir. Bu konu, safın arkasında tek başına namaz kılanın namazı batıl olur mu meselesi üzerine mebnidir. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Safın arkasında tek başına namaz kılanın namazı yoktur" buyurmuştur.

Mescidleri Kapama ve Cemaatle Namazı Yasaklamanın Küfür Oluşunun Delilleri

 

Dün verdiğim bir cevapla ilgili olarak ahmak Harici’lerden biri şöyle yazmış: “Şirk toplumunu tekfir edemeyen kalkıp içtihadla tekfir ediyor. subhanellah.  soruyu soran kişiye doyurucu cevap veremediniz.

Öncelikle ben sitedeki yazıları sığır numarası yapanlar için değil, tevhid ve sünnet ehli, akıl ve vicdan sahibi müslümanlar için yazıyorum. “Yok ben sığır numarası falan yapmıyorum, meseleyi gerçekten anlayamıyorum” diyosan, Dr. Hakim el-Mutayrî’nin “el-İslam ve Nakzu’l-Cahiliyyeti’l-Garbiyye” adlı, korona plandemisi bahanesiyle dine saldırının arka planını deşifre ettiği kitabından meseleyle ilgili bir başlığı tercüme edip aşağıda nakledeceğim. Çünkü hakkı sırf ben söylüyorum diye kibirlenip kabullenmeyen birçok zorba var!


Diyorlar ki, Mescidlerin Kapanması, Cuma ve Cemaatlerin yasaklanmasının küfür oluşunun delili nedir?

Meselenin aslını ve herhangi bir hükümde aslı konuştuğumuz zaman fâile veya şartlara bakılmaz. Yalnızca meselenin aslına bakılır. “İslam’da sarhoş edici içkilerin hükmü nedir?” denildiği zaman buna verilecek cevap asla: “İçki bazen mubah olur, bazen haram olur” şeklinde olamaz! Böyle bir soruya karşı insanın zaruret halinde içki içmeye mecbur kalarak içmesinin mubah olduğu söz konusu edilmez. Cevap ancak: kesin olarak onun haram olduğunun ifade edilmesi olmalıdır. Kasten sarhoş edici içki içen fasıktır ve ona had cezası uygulanması gerekir. Ama o te’vil mi ediyor, cahil mi, had cezası uygulamanın şartları yerine gelmiş midir, gelmemiş midir, bu başka bir konudur. Biz meselenin aslından bahsediyoruz.

Aynı şekilde mescidlerin kapanması meselesinde de şayet: “Eğer Devlet mescidleri kapatır ve insanları namazlardan engeller, “kim namaz kılmak istiyorsa evinde kılsın” diyorsa hüküm nedir?” diye sorulursa hüküm; bu fiilin dinden irtidat ve küfür olduğu hususunda icma vardır. Fakihler, bir belde halkı Cuma ve cemaatleri terk etmek üzere anlaşırsa, tekrar Cuma ve cemaatleri ikame etmelerine kadar onlarla savaşılması gerektiği hususunda icma etmişlerdir ve bu konuda bir ihtilaf yoktur.

Eğer devlet şöyle derse: “Umumi maslahat için mescidleri kapattık ve Cuma ile cemaatleri yasakladık. Mescidler için ayrılan bütçe, üniversiteler ve hastanelerin binası için harcanacak, İslam’ın da istediği budur, İslamın maksadı, insanın maslahatıdır, Yeryüzünün tamamı bize mescid ve temiz kılınmıştır, İslam ibadeti yalnızca mescide sınırlamamıştır” Bu sözlerin hükmü nedir?

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin anılmasını engelleyenden daha zalim kimdir? (Bakara 114) Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin anılmasını yasaklayan ve oraların harabına çalışandan daha kâfiri kimdir? Bunda daha azgın tagut var mıdır?

Allah’ın evleri olan mescidleri kapatmak hakkında kesin hüküm budur: Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Birtakım evlerdedir ki, Allah yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O'nu tesbih ederler. Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (Nur 36-37)

Mescidlerde Allah’In zikrini yerine getirmeyi yasaklayanın hükmü, küfürdür:

Allah’ın mescitlerini, içlerinde O'nun adının anılmasından alıkoyan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim olabilir? İşte onlar var ya, onlara oralara korka korka girmekten başka bir şey yoktur. Onlar için dünyada rezillik vardır. Onlar için ahirette de çok büyük bir azap vardır.” (Bakara 114) Bunu yapandan daha kâfir, daha azgın bir tagut var mıdır?

Yine insanları hac yapmaktan alıkoymak ve engellemek de böyledir:

İnkâr edenler, Allah'ın yolundan ve yerli ya da yolcu bütün insanlara eşit kıldığımız Mescid-i Harâm'dan alıkoymaya kalkanlar! Kim orada zulüm ile haktan sapmak isterse ona acı azaptan tattırırız.” (Hac 25)

Bunun hükmü küfür ve riddet (dinden çıkmak)tır. Ama fâilin hükmüne gelince, eğer bunu yapan bir müslüman ise mazereti nedir, cahil midir, te’vil mi ediyor, bu başka bir konudur.

Bu açık hüküm, fetva vermeye kalkışanlara bile gizli kalmışsa durum Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sahih hadiste haber verdiği gibidir: “Muhakkak ki Allah ilmi insanların göğüslerinden çekip almak suretiyle kaldırmaz, lakin âlimlerin canlarını alır, geriye bir alim kalmaz, insanlar cahilleri önder edinirler, onlar da ilimsiz olarak görüşleriyle fetva verirler, hem kendileri sapar, hem de insanları saptırırlar.”

Müslümanların durumunun bu hale geleceğini, mescidleri kapamanın ve namazları yasaklamanın hükmünde asıl olanın ne olduğu konusunda dahi ihtilaf edeceklerini kim düşünebilirdi?!!

Bu durum, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sahih hadiste haber verdiği şu hale düşüldüğünü gösteriyor: “Muhakkak ki İslam garip olarak başladı, tekrar başladığı gibi garip haline dönecektir. Gariplere müjdeler olsun!” 

Ali Abdurrazzak, İslam adına hilafetin tarihi bir merhale olup sona erdiğini, dinî hükümlerde önemli olanın maksatları olduğunu söyleyinceye kadar arkadaşlarımızla bugün Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek ve hilafet hakkında konuşmadık! Hatta bugün mescidler, ibadetler ve dinin rükünleri meselesine ulaştık. Devlet: “Umumun maslahatı bunu gerektirdiği için Mescidleri kapattık, Cuma ve cemaatleri engelledik” dediği zaman hüküm nedir? Bunun yalnızca büyük bir günah olduğu söylenebilir mi? Kim böyle diyorsa meselenin hükmündeki aslı ve bunun dinin esaslarıyla bağlantısını düşünmüyor!

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bizimle onlar arasındaki ahit namazdır. Kim namazı terk ederse kâfir olur.”

Diğer hadiste şöyle buyurmuştur: “Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır.” Diğer bir hadiste zalim yöneticilerle vuruşmak hakkında sorulduğu zaman Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Namazı ikame ettikleri sürece hayır!”,

Kadı Iyad rahimehullah namaza davet etmek namazı ikame etmektir, namaza çağrıyı terk etmek ise namazı terk etmek demektir, diye bunda icma olduğunu nakletmiştir. Bu bedihî (apaçık) bir esastır ve İslam’da otoritenin gözetmesi gereken en önemli şey dinin ve şiarlarının korunmasıdır:

Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde imkân verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler.” (Hac 41)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)