Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

14 Aralık 2023 Perşembe

Haricîlerin Hevâlarına Alet Ettikleri Âyetler Hakkında Özet Bir Cevap

 1- Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ

Yoksa onların, Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için dinden bir şeriat koyan ortakları mı var?” (Şura 21)

Hâricîler; bu âyeti öne sürerek “şeriat/yani kanun koyan Allah’a ortak koşmuş olur” diyorlar.

Cevap: Ayet sadece dinde değişiklik yapanın küfrüne delildir. Çünkü o, iki sıfatı bir araya getirmekle kâfir olur;

1- Teşri (şeriat koymak). Zira “onlara bir şeriat koyan” buyrulmuştur.

2- Bunun dinden olduğunu iddia etmek. Çünkü “mine’d-din/dinden..” buyrulmuştur.

Dolayısıyla bu ayette şeriat kelimesi lügavi anlamda “kanun” anlamına gelse de, burada ıstılahî anlam söz konusudur. Çünkü “mine’d-din” kavlinde “ed-Din” ma’rife olarak gelmiştir ve bununla kastedilen de Allah’ın hak dinidir. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللَّهِ الْإِسْلَامُ

Muhakkak ki Allah katında ed-Din; İslam’dır.” (Al-i İmran 19)

Yani kim Allah’ın izin vermediği şeyi, Allah’ın dinine nispet ederse, Allah’ın dininde değişiklik yaparsa ancak bu durumda Allah’a ortak koşma söz konusu olur ve bunun küfür oluşunda icma vardır.

Genel bir kanun çıkarmak Arap dilinde “umumî teşrî” şeklinde ifade ediliyor diye, bu lügavî anlama dayanarak her türlü kanunu şirk saymak İslam dinini bilen hiç kimsenin öne süremeyeceği saçma bir iddiadır. Çünkü bu ayeti öne sürerek her türlü kanun çıkarmanın Allah’a teşride ortak koşmak olduğunu iddia eden kimsenin, mesela trafik kurallarını düzenleyen genel bir kanun çıkarmayı da şirk sayması gerekir. Zira  bu da “umumî teşrî” şeklinde tabir edilir.

Raşid halifelerin ve onlardan sonraki halifelerin bu türden birçok umumî teşride bulundukları yani kanunlar çıkardıkları bilinmektedir. (Mesela Ömer radıyallahu anh'ın zımmîlerin müslümanlarla karışmamaları için ön gördüğü tedbirleri içeren Şurutu Ömeriyye diye meşhur kanunname, hicrî takvimi uygulamaya koyması vb.) Lakin ilk dönemlerdeki Hariciler ve halifeleri tekfir eden sapıklık ehli dahi yöneticileri tekfir için bu ayeti öne sürmemişlerdir! Çünkü bu konuda böyle bir delil getirmek abesle iştigaldir!

2- Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا

O, hükmünde hiç kimseyi ortak etmez” (Kehf 26)

Haricîler diyorlar ki: “Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden, Allah’ın hükmünde kendisini O’na ortak tutan bir kâfirdir

Cevap: Buna üç açıdan cevap verilecektir:

*- Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden, kendi hükmünü dine nispet etmedikçe veya Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmenin caiz olduğuna inanmadıkça Allah’ın hükmünde ortak olmaz. Bunun dışındakilerin Allah’a hükmünde ortak koşanlar olduğunu kabul edemeyiz.

*- Ayette Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmedenin Allaha hükmünde ortak koştuğuna delil yoktur. Bilakis bundan ileri derecede yasaklama söz konusudur. Bu konuda ihtilaf yoktur. İhtilaf tekfir hususundadır.

*- Bu iddia, zulmeden yöneticnin de, Allah’a hükmünde ortak koşmuş sayılarak tekfirini gerektirir. Hâlbuki Ehl-i Sünnet zulmeden yöneticinin kâfir olmayacağında icma etmişlerdir. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem birçok zalim yöneticilerin geleceğini haber vermiş, küfrü bevah (hakkında ihtilaf bulunmayan apaçık küfür) görmedikçe onlara isyan etmeyi yasaklamıştır.

3- Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ

Hüküm ancak Allah’ındır.” (En’am 57, Yusuf 40, 67)

Hariciler diyorlar ki “Kendisinden hükümler koyan, sadece Allah’a ait olan hüküm konusunda Allah ile çekişmiştir. Bu yüzden kâfir olur

Cevap: Buna üç açıdan cevap verilecektir:

*- Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmedenin, kendisinin buna hak sahibi olduğunu iddia etmeksizin sadece fiiliyle Allah ile çekiştiğini kabul etmek mümkün değildir.

*- Buna muhalefet edenin, Ehl-i Sünnetin, kâfir olmayacağı hususunda icma ettikleri zalim yöneticiyi de tekfir etmesi gerekir.

*- Yine buna muhalefet edenin, suret yapan kimseyi ve elbisesini sürüyen kimseyi de tekfir etmesi gerekir.  

Ebû Zur’a’dan: “Ebû Hureyre radıyallahu anh ile beraber Medine’de bir bahçeli eve girdik. Evin üst tarafında sûret (resim) yapan bir ressam gördü ve ona dedi ki: “Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu bildirdi:

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ ذَهَبَ يَخْلُقُ كَخَلْقِي، فَلْيَخْلُقُوا حَبَّةً، وَلْيَخْلُقُوا ذَرَّةً

Benim yarattığım gibi bir şeyi yaratmaya kalkışandan daha zalim kim olabilir? Bir dane veyahut bir zerre yaratsın­lar (da göreyim)!”[1]

Ebu Said el-Hudrî ve Ebu Hureyre radıyallahu anhuma’dan: Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

قال الله عَز وجلَّ: العِزُّ إِزارِي والكِبرِياءُ رِدائي، فَمن نَازعني بِشيءٍ مِنهُما عَذبتُه

Allah Azze ve Celle buyurdu ki: “İzzet benim gömleğim, Kibriya cübbemdir. Kim bu ikisi hususunda benimle çekişirse ona azap ederim.”[2]

Bu rivayetlerde görüldüğü gibi suret yapan yaratma konusunda, kibirlenen de izzet ve kibriya konusunda Allah Azze ve Celle ile çekişmiş olur! Lakin Ehl-i sünnet bu sayılanların günah olup, küfür olmadığı hususunda icma etmişlerdir.



[1] Sahih. Buhârî (5953) Muslim (2111)

[2] Sahih. Buhârî Edebu’l-Mufred (552) Temmam Fevaid (1392) Muslim (2620) Humeydî (1149) Ebû Dâvûd (4090) Hakim (1/61)

4 Aralık 2023 Pazartesi

Hangi Giyimler Kâfirlere Benzeşmektir? - el-Elbani -

 Cidde Fetvaları Kaset 18

Soru: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır” hadisine göre kâfirlere benzemenin kayıtları nelerdir? Özellikle şu an bazı elbiseler kafir ile müslüman arasında ortaktır. Mesela işte giyilen pantolon gibi. Dışarıdan getirttiğimiz ayakkabı ve çizmeler, soğukta giyilen yünlü elbiseler, ceketler vs. bu benzeme kapsama girer mi?

El-Elbani rahimehullah dedi ki: Cevap, Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah’ın önemli kitabı “İktizau’s-Sirati’l-Mustakim Muhalefetu Ashabi’l-Cahim” adlı eserinde şerh ettiği gibidir: Benzeşmenin dereceleri vardır. En düşük derecesi tenzihen mekruhluktur. En üst derecesi haramlıktır. Hatta bu haramlığa helal sayma da katılırsa sahibini küfre ve sapıklığın ta kendisi olan şeye götürür. Dış görünüşteki benzerlik kuvvetli oldukça insan muhalefet ve isyan mertebesinde yükselir.

Ben bu meselenin anlaşılması için bazı ince örnekler vereceğim. Mesela soru sahibinin bahsettiği ceket, müslümanların ve gayri müslimlerin müşterek elbisesidir. Bu elbiseyi giymekle kâfire benzeme türlerinden bir şey meydana gelmez. Bunun uluslararası bir elbise olduğu söylenebilir. Her millet onu giymektedir. Her hangi bir millete özel bir şiar değildir. Durum böyle olduğuna göre bu misalle ilgili olarak ceket ve benzerleri gibi kâfirlere benzeme illetinin söz konusu olmadığı elbiseleri giymekte mani olmadığını söyleriz. Alimler Mugira b. Şube radıyallahu anh hadisini buna yormuşlardır. Özetle bu hadiste şöyle geçer: Onlar bir yolculukta iken bir yerde konakladılar. Sabahladıkları zaman Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ihtiyaç gidermek için çıktı. Yanında Mugira b. Şu’be radıyallahu anh de vardı. Abdest almak istediği zaman Mugira radıyallahu anh ona su döküyordu. Kollarını yıkamak için açmak istediğinde yenleri dar olan Rum işi cübbe giymiş olduğundan kollarını açamadı. Hadis bu şekilde devam ediyor. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yenleri dar olan Rum işi bir cübbe giymişti. Kollarını sıvamak mümkün olmayınca onu omuzları üzerine attı ve kollarını yıkadı.

Alimler dediler ki: Bu Rum işi cübbeyi giymekte sakınca yoktur çünkü bu Araplar ile acemlerin arasında müşterek bir elbise idi. Ayırıcı bir alamet değildi. Ama elbise küfür milletinin şiarı olmaya devam ediyorsa burada daha önce geçen ayrıntı söz konusudur. Zahirdeki benzeşmeye göre hükmü de farklılık gösterir.

Mesela kişi kamis (cellabiye) üzerine veya şalvar üzerine ceket giyiyorsa burada benzeşme söz konusu değildir. Burada şalvar sözüyle pantolonu kastetmiyorum! Eskiden beri müslümanların libası olan, avreti belli etmeyen bol şalvarı kastediyorum. Ama kişi pantolon üzerine ceket giyerse bunun benzeşme olduğunda tereddüt yoktur. Şu an daha önce olmayan bir görüntü ortaya çıkmıştır. Ceket giyme sebebiyle değil, pantolon giymek sebebiyle bu durum ortaya çıkmaktadır.

Özellikle pantolon hakkında onun müslümanların elbisesi olmadığını söylemek mümkündür. Çünkü o avreti belli eder. Müslümanın elbisesinin geniş, bol, avreti belli etmeyen bir elbise olması gerekir. Özellikle Allah’ın huzurunda namaza durduğunda!

Biz maalesef bugün mescidde ve başka yerlerde pantolon giymiş kimsenin rüku ve secde ettiğinde – tabir yerindeyse – uyluklarının ortaya çıktığını görürüz. Arkasında namaz kılanlar hatta bazen çok üzücüdür ki iki uyluğu arasındaki büyük avretini görür! Böyle bir elbise nasıl müslümanların elbisesi olabilir? Bilakis o Allah’ın ve rasulünün haram kıldıklarını haram saymayan kâfirlerin elbisesidir. Bundan dolayı pantolon giymenin kâfirlere benzemek olduğunda hiçbir şüphe yoktur.

Lakin ikinci ve son örneğe gelecek olursak, pantolon giyen bu kimse, başı üzerine fötr şapka koyarsa benzeşmeyi artırmış olur. Başının üzerine küfür örtüsü de koymuştur! Benzeşmedik bir şey bırakmayacak şekilde artırmıştır. Bunun haram olduğunda şüphe yoktur. Sadece pantolon giymedeki haramlıktan daha fazla bir haramlık söz konusudur.

Burada benzeşmenin başka dereceleri de vardır. Benzeşmeyle alakası olmayan tek bir hadisle sözü özetledik. Çünkü benzeşmenin türleri çok fazladır. Ben az önce sözü oldukça özetledim. Görünüşteki benzeşme arttıkça haramlık da artar. Zahirdeki benzeşme ortadan kalkınca mubah dairesine girer.

Kâfirlere Benzemenin Kayıtları – el-Elbani

 Silsiletu’l-Hedyi ve’n-Nur kaset no: 671

El-Elbani rahimehullah dedi ki: “Sahihu’l-Buhârî’deki uzun bir hadiste Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yenleri dar olan Rumî bir cübbe giydiği geçmektedir. “İşte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kâfir elbisesi, yenleri dar olan Rum işi cübbe giymiştir. O halde siz neden şiddetli davranıyorsunuz ve kafir elbisesi giymeye karşı çıkıyorsunuz? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sahih hadiste kâfir elbisesi giymiştir.” Bunu söyleyende fıkıh yoktur. Zannediyor ki kitap ve sünnete ve salih selefin menhecine davet eden bizler, sanki küfür ülkelerinden gelen elbiseleri giymenin caiz olmadığını söylüyoruz! Bazılarında şöyle bir ahmaklık vardır: “Sizler de kafir ülkelerinden gelen arabalar kullanıyorsunuz” vb. sözler söylüyorlar. Onların bu durumu, üstadın Cuma hutbesinde işaret ettiği şeydir. Onlar dînî bid’at ile dünyevî bidatı ayırmıyorlar. Bu ayrımı yapamadıkları için, dünyevi yenilikler caiz olduğuna göre dindeki yenilikler de caizdir diyerek dinde bid’atlerin kapısını açıyorlar.  

Kafirlere benzeme ile ilgili konuda da onların durumu böyledir. Kafirlerin yaptığı veya kafirlerin ürettikleri herşeyin müslümanlara caiz olmadığını zannediyorlar. Burada kayıtlar vardır. Ben diyorum ki, burada iki kayıt vardır ki biri diğerinden daha önemlidir: İnancıma göre en azından ilim talebelerinin bu iki kaydı bilmeleri gerekir.

Birincisi: Kafirlerin amelinden olan şeyler ya onların şiarı (özel alameti)dir ki müslümanın bunu yapması, kullanması caiz değildir. Bu, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır” hadisinin genel kapsamına giren bir sakıncadır.

İkincisi: Kafirler bir şeyi yaparlar da bu onların şiarı değilse, onlara muhalefet imkanımız varsa muhalefet etmemiz gerekir. Bu muhalefet onlara benzeşmemek babından değildir. Çünkü şu an bu fiilin onların şiarı olmadığını varsayıyoruz. Şayet onların şiarı ise onu yaparsa onlara benzeşmiş oluruz. Lakin şu an konu onların yaptığı bir fiilde onlara muhalefet etmemiz gerektiğidir. Burada çok önemli bir hadis geliyor. İlim talebelerinin çoğu ve bazen ilim ehlinden olanlar dahi sadedinde olduğumuz bu konuyla ilgili olan bu hadisin önemine uyarmıyorlar. Dikkat edin, bu hadis şudur:

Yahudiler ve Hristiyanlar (ağaran saç ve sakallarını) boyamazlar. Siz onlara muhalefet edin.”  

Onlara muhalefet edin! Muhalefet bir şey, benzeşmeyi terk etmek ise başka bir şeydir. Birlikte bu hadisi düşünelim:

Muhakkak ki Yahudiler ve Hristiyanlar (ağaran saç ve sakallarını) boyamazlar.” Ağaran saç ve sakalları boyamazlar. Saç ve sakallarının ağarması kendi fiilleri değil, yaratıcılarının fiilidir. Yaşlılık çağına gelenlerde müslüman ya da kâfir bu konuda fark yoktur. Müslümanın da, kâfirin de saçı sakalı ağarıyor. Bununla beraber bu aklık, Allah’ın kâfire musallat ettiği şeydir. Kendi fiili değildir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de bize onlara muhalefet edip saç ve sakallarımızı boyamamızı söylüyor. Ağardıkları halde boyanmayan Yahudilere ve Hristiyalara muhalefet edin diyor! Burada muhalefeti amaçlamak büyük bir dinî hedeftir. Müslümanlar veya onlardan bir taife İslam’ı doğru şekilde anlarlarsa, bunu tüm yönleriyle tatbik etmenin en önemli şey olan akideye dahil olduğunu, en azından müstehap veya mendup bir emir olduğunu kavradıkları zaman mü’minler Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir.

Mesela iddia ettikleri gibi hürriyet ve gerçek demokrasi söz konusu ise, herkesin akidesinin sınırlarında tasarrufta bulunma özgürlüğü olur ve kimse kimseye görüşünü dayatamaz. Bu şekilde iddia ettikleri gibi olsaydı, elbette küfür ve sapıklık şiarlarına aykırı olan İslâmî şiarlar üstün halde bulunurdu. Hatta en basitinden, az önceki sahih hadiste geçen, işaret ettiğim muhalefet gerçekleştirilmiş olurdu.

Şimdi birisini herkesin kolayca anlayabileceği, diğerini ancak halk üzerinde yetki sahibi olan yöneticinin kolay anlayacağı iki misal vereceğim:

Şu kol saatleri konusu kolaydır. Şüphesiz bunu kâfirler yapıyorlar. Lakin onlar sol kollarına takıyorlar, biz ise sağ kolumuza takıyoruz, neden? Onlara muhalefet etmek için. Biz saatten istifade etmeyi yasaklamıyoruz. Fakat takacaksak sağ elimize takarız. Çünkü onun önemi vardır. Lakin mesela arabaya gelince, onu ülkede istediğimiz gibi yapamıyoruz ve mesela üzerine İslam alameti koyma hürriyetimiz yok!

3 Aralık 2023 Pazar

Tekfir Konusundaki Şüphelere Allâme el-Elbanî'nin Cevabı

 Silsiletu’l-Hedyi ve’n-Nur Kaset no:820

Mecliste bulunanlardan biri Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden yöneticinin kâfir olacağına dair icma nakledince Şeyh el-Elbanî küfrün itikâdi küfür ve amelî küfür çeşitlerindeki ayrımdan bahsederek münakaşa etmiştir. Bu konuşma şu şekilde geçmiştir:

Soru sahibi dedi ki: “İbn Kesir’in el-Bidaye ve’n-Nihaye kitabında Yasık ile hükmedenin kâfir olacağında müslümanların icma ettiklerini söylüyor. Şeyh Muhammed b. Abdilvehhab tagutun manasının veya başlıcalarının beş olduğunu söylemiş, onların ikincisi ve üçüncüsü olarak Allah’ın hükümlerini değiştiren zalim yönetici olduğunu söylemiştir. Üçüncüsünü Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden yönetici olarak zikretmiştir. Nitekim biz biliyoruz ki tagutu tekfir etmek tevhidin ikinci rüknüdür. Allah Azze ve Celle Bakara suresinde: “Kim tagutu inkar eder ve Allah’a iman ederse sağlam kulpa tutunmuş olur” buyurmuştur. Tagutu tekfir etmek imanın rükünlerinin ikincisidir. Allah Azze ve Celle’nin şeriatını değiştirmeye kalkanın da küfründe icma edildiğini söyledimizde bu akidenin gerçekleştirilmesi ve İslam devletinin kurulması gerekir. Sizden işittiğimiz bunun kalbî olmasıdır. Ben bunun kalbî olduğuna inanmayı gerekli görmüyorum. Özellikle müslümanların âlimlerinden birçok kimse İstibdal yapan (Allah’ın hükmünü değiştirmeye çalışan) yöneticinin kâfir olacağında icma nakletmişlerdir. Mahmud Şakir ve Dr. Ömer el-Aşkar bu âlimlerdendir. Altı kadar âlim bu meselede icma nakletmişlerdir.

El-Elbani: Allah sana bereket versin, daha önce kalbî amelî küfrün bedenî amel olmadığına dair meclise katıldın mı? Bu sohbette var mıydın yok muydun?

Soru sahibi: Biz bunu onaylamıyoruz.

El-Elbani: Burada yerleşik bir problem var. O halde lügavî ve şerî anlam olarak küfür nedir?

Soru sahibi: Lügatte küfrün inkar olduğu söylenir. Dindeki anlamını ise alimler amelî küfür, itikadî küfür, büyük küfür ve küçük küfür diye taksim etmişlerdir. Büyük küfür dinden çıkaran küfürdür. Küçük küfür ise…

El-Elbani: Allah sana bereket versin, şu an küfrün amelî ve itikadî olduğunu sen de söyledin. Söylediğinle ne kastediyorsun? Amelî küfür işleyen tekfir edilir mi?

Soru sahibi: Evet, eğer dinden çıkaran bir küfür işlemişse

El-Elbani: Amelî küfür işleyen tekfir edilir mi yani?

Soru sahibi: Evet, dinden çıkaran küfür ise, büyük küfür ise tekfir edilir. Çünkü amelî küfür büyük küfür de olabilir, küçük küfür de olabilir.

El-Elbani: Ey kardeşim! Allah sana bereket versin, ben sana az önce bir şey söyledim. Biz sanki itikadi küfür ve amelî küfür diye bir ayrımda ittifak ettik. Ben de sana amelî küfür sahibini dinden çıkarır mı? Dedim. Sen ya evet de, ya da hayır de. Ayrıntıya gitmek gerekirse gidersin.

Soru sahibi: Burada ayrıntıya gitmek gerekiyor ama

El-Elbani: Gerekmiyor. Sen cevap ver ve amelî küfür dinden çıkarır mı çıkarmaz mı onu söyle!

Soru sahibi: Ayrıntı olmadan cevap veremem.

El-Elbani: Subhanallah! İtikadî küfür dinden çıkarır mı?

Soru sahibi: Evet.

El-Elbani: Güzel. Peki, neden bunda ayrıntıya gitmiyoruz?

Soru sahibi: Çünkü bu üzerinde ittifak edilmiş bir şeydir. Lakin amelî küfür meselesi Ehl-i Sünnet ile Mürcie arasında ihtilaf konusudur.

El-Elbani: Güzel. Şu halde amelî küfrün dinden çıkaranının senin de bahsettiğin itikadî küfürle bağlantısı var mıdır yok mudur?

Soru sahibi: Bağlantısı vardır.

El-Elbani: O halde bu itikadî küfre dönüyor. Allah sana bereket versin. İtikadi küfürle amelî küfrün farkını anlayamadan itiraz ediyorsun. Amelî küfür; müslüman kimseden kâfirlerin amelinin sadır olmasıdır. Lakin müslümandan sadır olan bu amel, bir yönden kâfirin ameline benzerken diğer yönden farklılık göstermektedir. Kâfirin işlediği amel, hem amelî, hem itikadîdir. Müslüman ise bunu sadece amelî olarak işlemektedir. Bu ikisinin küfrü arasında fark vardır. Müslümanın yaptığı amelî küfürdür. Buna itikadî küfrü de eklerse bunun dinden çıkaran küfür olduğu hususunda bir kapalılık yoktur. Ama amelî olarak işlediği küfre itikadî küfrün de katıldığına delalet eden bir durum yoksa o zaman bu itikadî küfür olmaz. Çünkü itikadî küfür, kalbî bir küfür olmasıyla amelî küfürden farklıdır. Ama amelî küfür kalbî bir küfür değildir. O yalnızca amelî küfürdür. Bu meselede mesela sıhhatinde ittifak edilen:

Müslümana sövmek fasıklık, onunla savaşmak küfürdür” hadisini düşün.  Müslümanın müslüman kardeşiyle vuruşması bir küfürdür. Şimdi sana soruyorum: Bir müslüman diğer müslümanla savaşırsa, bu savaşma küfür değil midir?

Soru sahibi: Kâfir olmaz, çünkü bu küçük küfürdür.

El-Elbani: Ey kardeşim Allah sana bereket versin!

Soru sahibi: Hayır, kâfir olmaz.

El-Elbani: Sözün hayırlısı az ve öz olanıdır! Bu bir küfür değil mi?

Soru sahibi: Evet bir küfürdür.

El-Elbani: Şimdi bunu küçük küfür diye adlandırabilirsin, tamam. Ben de bunu amelî küfür diye adlandırdım. Benimle senin arandaki fark nedir? Ben buna amelî küfür diyorum, sen de küçük küfür diyorsun. Şimdi şöyle diyelim: Bu neden amelî bir küfürdür? Çünkü bu kâfirlerin amelidir. Kâfirlerin tabiati, her zaman şahit olduğumuz gibi birbirleriyle savaşmalarıdır. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bu hakikate işaret etmiştir, bu durum senin bunu küçük küfür diye te’vil etmeni destekler. Yine bizim amelî küfür olduğunu söylememizi de destekler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem veda haccında, Buhârî’nin Cerir b. Abdillah el-Becelî radıyallahu anh’den rivayetine göre şöyle buyurmuştur:

İnsanları benim için sustur.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara hutbe vermiş ve şöyle buyurmuştur:

Benden sonra birbirlerinin boyunlarını vuran kâfirlere dönüşmeyin.”

Hadisteki: “Birbirlerinin boyunlarını vuran” ifadesinin amel olduğunda bir tereddüt yoktur. Bu, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Benden sonra kâfirlere dönüşmeyin” sözünün açıklamasıdır.

Nasıl kâfirlere dönüşürler? “Birbirlerinin boyunlarını vurarak” O halde bu amelî küfürdür. “Müslümana sövmek fasıklık, onunla vuruşmak küfürdür” hadisi de böyledir, bu dinden çıkaran bir küfür değildir.

Lakin müslümanın müslüman kardeşiyle savaşmasında onun kanını kalbinde helal sayması da buna katılırsa onun bu amelî küfrü, itikadî bir küfre dönüşür. İşte senin öncekilerden falan ve filandan veya sonrakilerden nakletmiş olduğun icma böyledir. Mutlaka imamların: “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir” ayetine yaptıkları tefsiri okumuşsundur.

Yani sen bu ayetin birbirlerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sormaya teşvik eden Yahudiler hakkında nazil olduğunu okumuşsundur. Onlar tartışan iki grup idiler. Birbirlerine: “Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’e sorun” diyorlardı. Eğer onlara uygun cevap verirse kabul edecekler, aksi halde reddedeceklerdi. Meşhur tefsir imamlarından İbn Cerir et-Taberî bu ayetin tefsirinde der ki:

“İşte onlar kâfirlerdir. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hükmüne kalpleriyle inanmıyorlardı. Çünkü onlar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i inkâr etmeleri esası üzerindeydiler. Ancak kendi lehlerine hüküm verirse o zaman bu hükme tabi olacaklardı. Eğer lehlerine hüküm vermezse kalıplarıyla da, kalpleriyle de kabul etmeyeceklerdi.”

İbn Kesir de aynı şekilde, bu ayetin facir ve fasık olan, Allah Azze ve Celle’nin indirdiğine iman eden ancak ya nefsine uyarak, ya da başka bir sebeple Allah’ın kitabındaki hükme veya nebisi sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetindeki hükme aykırı hüküm veren müslüman aleyhine bu ayeti kullanmanın caiz olmadığını belirtmiştir. Çünkü bunlar müslümanlardır, Allah’ın indirdiğine iman ederek müşriklere muhalefet etmişlerdir. Lakin Allah’ın indirdiğine imanlarına amellerini katmamışlardır. Allah’ın indirdiğini kalpleriyle ve kalıplarıyla inkâr eden kâfirlerden farklıdırlar. Bu yüzden müslümanların âlimleri, mutlak tekfire tutunan birçok kimsenin dayandıkları bu ayetin tefsirinde, senin de “dinden çıkaran amelî küfür” sözünde olduğu gibi, bunun dinden çıkaran bir küfür olabileceğini de belirtmişlerdir.    

Burada amelî küfrün dinden çıkaran küfür olması ancak kalbin itikadındaki küfürle birleşmesi halinde söz konusu olur. İtikadî küfürle amelî küfrün arasındaki ayrımı gözetmek gerekir. Dinde asla Allah’ın indirdiğine iman ettiği halde onu fiilen yapmayan kimsenin kafir olacağına dair açık bir nas bulamayız. Mesela faiz yiyenin hükmü nedir? Dinden çıkan mürtet bir kâfir midir? Hayır diyeceksin. Öyle değil mi?

Soru sahibi: Öyle

El-Elbani: Ben senin söylediğin gibi demiyorum. Yani kişi ameliyle işlediği faizi kalbiyle de onaylarsa o zaman dinden çıkarak küfürdür, varacağı yer cehennemdir, orası ne kötü dönüş yeridir. Ama: “Allah tevbelerimizi kabul edicidir” derse buraya kadar söylediğimiz sözlerin boş olduğunu anlarız. Çünkü bu kişi bu fiilinde Allah Azze ve Celle’ye ve rasulüne isyan ettiğine iman ediyor. Lakin bir yönden de hevasına tabi olmuştur. Ey kardeşler! Allah Azze ve Celle’ye faiz yiyerek isyan eden ile Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden arasında fark yoktur!

Şimdi çok basit bir misal vereyim. Şer’î kadı hükmediyor, şeriatle hükmediyor demiyorum, bilakis her zaman söylediğimiz gibi, kitap ve sünnetle hükmediyor, lakin hükümette belli bir mesele hakkında onun yanında iki kişi davalaşıyor. Kadı da zalimden yana hüküm veriyor. Bu Allah’ın indirdiği ile hüküm müdür?

Soru sahibi: Bu soruna ayrıntıya gitmeden cevap vermem lazım değil mi?

El-Elbani: Bizim burada Şam’da: “Yanında ne varsa getir” derler. Buyur.

Soru sahibi: Bu kadı bu hükmü, her durumda geçerli sayılacak şekilde din hükmü kılıyor mu? Mesela insan bir şey çalıyor ve Allah’ın indirdiği ile hükmeden kadıya geliyor, lakin bu meselede heva sebebiyle yahut hırsızın akrabası olması sebebiyle diyor ki: “Ellerini kesmeyi uygun görmüyorum, başka bir ceza uygun görüyorum” diyor. Hâlbuki hırsızlık suçunun şartları onda yerine gelmiştir. Başka hükümlerinde el kesmeye hükmediyor. Bunun küfür olduğunu söylemeyiz. Onun hakkında İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın: “Küfrün altında bir küfür” dediği gibi söyleriz. Ama hırsızlığın cezasını hapis olarak tayin ederse, bu hükmü tabi olunan bir din kıldığı için mücerret bir küfür olduğunu söyleriz. Çünkü kendisini Allah’a denk kılmıştır.

El-Elbani: Allah sana bereket versin, sana bunu açıklamamdan önce bana itiraz edip sözümü kesmenin sana bir faydası olmamıştır. Ben de şunu diyecektim: Zalimin lehine ve mazlumun aleyhine hükmeden bu kişi Allah’ın diniyle mi hükmetti? Senin hayır diyeceğin varsayılır. Bundan sonra konuyu sonuca bağlayabiliriz. Eğer söylediklerinle bağlantısı varsa, diyeceğini o zaman dersin.

Soru sahibi: Şimdi konuya girebiliriz.

El-Elbani: Sadede gelelim. Allah’ın indirdiği ile hükmetme adeti olan bu kadı, bir meselede Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmediyor. Bir müslümanın dine aykırı olan bu hükmü vermesi sebebiyle bir âlimin onun küfrüne hükmedeceğini sanmıyorum. Bunu hiç kimsenin yapacağını sanmam.

Demek istiyorum ki: Başka bir sebeple veya bir başkası hakkında bu sebep tekrar ederse veya yeniden böyle hükmederse burası mühim değil, yine Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmederse yine ben kimsenin onun dinden çıkaran itikadî küfürle kâfir olduğunu söyleyebileceğini sanmıyorum. Bu ne zamana kadar tekrar eder? Beş, on, yirmi, yüz defa mı? Ne zaman onun sadece amelî küfür değil de, dinden çıkaran küfürle kâfir olduğunu söyleyebiliriz?

Bunun kalbinde yerleşen şeyden kaynaklanmadığını biliyorsak. Ama eğer kalbinde Allah’ın indirdiği hükmü uygun görmediğinin yerleşmiş olduğu ortaya çıkarsa o zaman onun küfrünün dinden çıkaran bir küfür olduğu söylenir.

Belki de bunun dinden çıkaran küfür olduğunu söylemelerinin sebebi, onların bunu kanun edinmelerini, onların nefsinde İslam’ın hükmünü uygun görmemelerinin yer etmiş olduğuna delil görmeleri olabilir. Diyorum ki: Bu hükümleri veya istinbatları doğru olsaydı, o zaman itikadî küfre mutabık, sahih bir hüküm olurdu.

Şu halde bu hükmün dayanağı ve araştırma konusu: iki küfür arasını ayırmaktır. Burada kalbe bakarız. Kalp mü’min, amel kâfir ise burada kalpte yer eden hüküm, amelde yer eden hükme galip gelir. Ama kalpte olan amele mutabık ise yani kişi dinde gelen hükmü ikrar etmiyorsa – bunu ya diliyle ya da hal diliyle ortaya koyar – ortaya koyduğu bu şey, kalbinin küfrü olup bunu diliyle ifade ediyorsa konu kapanır. Ama hal dili bunu ortaya koyuyor, dili ifade etmiyorsa tartışmaya açıktır. Şimdi bu ayrıntıdan sonra ne diyorsun?

Geçenleri özetleyecek olursam; amelî küfür, senin de cevabının başında dediğin gibi itikadî küfür olabilir. Bu durumda itikadî küfürle bağlantısı olmak zorundadır. Ama amelî küfür işleyenin hükmünün itikadî küfürle aynı olması yani kalbiyle iman etmiş olan kimsenin dinden çıkaran küfür işlediğini söylemeye gelince, şimdi sendeki ayrıntılara gir bakalım

Soru sahibi: Burada itikada itibar etmeksizin, mü’min mi, değil mi diye bakmadan dinden çıkaran amelî bir küfür olduğuna inanırız. Bu konuda bize selef vardır. Onlardan biri Şeyhulislam İbn Teymiyye’nin Fetava’da söyledikleridir.

El-Elbani: Bize herşeyden önce kitaptan deliller getir.

Soru sahibi: Delilerden birisi: “Küfür sözünü söylemişlerdir” ayetidir.

El-Elbani: Ey kardeşim! Sana az önce söylediğim sözüme dönüyorum: İtikadî küfür! Merkezi kalp olan itikadî küfür konusunda acele etmemeni rica ediyorum. Dilin ve hal dilinin delalet ettiği şeydir bu. Sen ise şimdi: “Küfür sözünü söylediler” ayetini delil getiriyorsun! Subhanallah! Bu başka bir şey! Beni anlamıyor musun?

Soru sahibi: Anlamıyor değilim. Zira Allah Azze ve Celle onların helal sayıp saymamalarını beyan etmeden bunu mutlak olarak belirtiyor.

El-Elbani: Ey kardeşim! Allah seni hidayet etsin! Ben sana apaçık Arap diliyle söylüyorum, Mü’minin imanına neyle hükmediyorsun, bunu sözüyle söylemez mi?

Soru sahibi: İkrarıyla, evet.

El-Elbani: Güzel, Kafire neyle hükmediyorsun? Sözüyle değil mi? Ben sana daha önce kalpte yer eden küfrü açıkladım, biz kalbe ulaşamayız. Lakin kalpte olana ulaşmanın iki yolu vardır. Ya sözle ifade etmesidir, buna lisanu kâl denir. Ya da hal diliyle ifade etmesidir ki, buna da lisanu hâl denir. Bu ikisinin ayrımına katılıyor musun?

Soru sahibi: Evet.

El-Elbani: Güzel. Şimdi bana ayetten bir delil getir.

Soru sahibi: Lakin benim senin sözünden anladığım şu: Sen küfür sözünü söyleyeni tekfir etmiyorsun ve diyorsun ki “Kişi ailesinin evinde kötü terbiyeyle yetiştiği için Allah Azze ve Celle’ye sövmüş olabilir, bunu tekfir etmeyiz diyorsun. Bu ise İbn Teymiye’nin naklettiği alimlerin icmaına aykırıdır. Burada Allah’a söven kimse, iman edip etmediğine bakılmaksızın kafir olur.

El-Elbani: Güzel. Peki öldürülür mü?

Cevap: Evet, öldürülür.

El-Elbani: Hayır, tevbe ettirilir.

Soru sahibi: Bu konuda alimler arasında ihtilaf vardır.

El-Elbani: Alimlerin arasındaki ihtilafta racih olan nedir?

Soru sahibi: Bu meselede racih olan öldürülmemesidir.

El-Elbani: Güzel. Tekfir edilir mi edilmez mi?

Soru sahibi: Tekfir edilir ve tevbeye çağırılır.

El-Elbani: Tevbe ettirilmez mi?

Soru sahibi: Tevbe ettirilir.

El-Elbani: Biz: “Tevbe ettirilir mi, ettirilmez mi?” dediğimizde sen: “İki görüş var” dedin. Güzel, peki racih olan neydi?

Soru sahibi: Okuduğumuza göre onun tercihi “Hayır (tevbe ettirilmez)”

El-Elbani: Güzel. Dinden çıktığını ilan eden tevbe ettirilir mi?

Soru sahibi: Tevbe ettirilir.

El-Elbani: Dinden çıktığını ilan eden kimse?

Soru sahibi: Tekfir edilen tevbeye çağırılır evet.

El-Elbani: “Kim dinini değiştirirse öldürün” buyruluyor, tevbeye mi çağırılır?

Soru sahibi: Benim bildiğim tevbe ettirilir.

El-Elbani: Ey kardeşim! Dinden çıktığını ilan eden kimse ile küfür sözü söyleyen kimse arasında fark vardır. Küfür sözünü söyleyen kimsenin bir mazereti olabilir. Nitekim cahillere nispetle az önce bu konuyu zikrettik. Belki de sen, sahabinin “Dinini değiştireni öldürün” hadisini rivayet etme sebebini bana hatırlatırsın. Şu an tereddüt ediyorum.

Bu kıssa Muaz b. Cebel ile Ebu Musa el-Eş’arî radıyallahu anhuma arasında geçmiştir. İkisi Yemen’de idiler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onları Yemen’e göndermişti. Tereddütüm, Muaz radıyallahu anh’e misafir olarak gelen Ebu Musa radıyallahu anh mı, yoksa bunun aksi miydi, bu konudadır. Onun yanında zincire bağlı bir adam görüyor ve soruyor. Diğeri de: “Bu dinini değiştirmiştir” diyor. Kılıcını sıyırıp onu öldürmek istiyor ve “Kim dinini değiştirirse onu öldürün” hükmünü infaz ediyor.

Dini değiştirmede mazeret yoktur. Bu kimseye tevbe ettirilmez. Ama küfür sözünü söyleyene gelince, mazereti bulunması ihtimali vardır. Ya bilip de hata etmiştir, ya bilmiyordur yahut başka bir sebep bulunabilir. Senin de az önce sözüme işaret ettiğin gibi, kötü terbiye olabilir.

Mesela biz bugün kötü terbiye sebebiyle bir kimsenin öfke anında küfür sözü söylediğini işitiriz. Öfkesi geçince sözünü kendisine söylediğimizde “Estağfirullah” der, şeytana lanet etmeye başlar. Böylece kendi kendisiyle çelişir. Burada İslam hükmü olsa tevbe ettirilir, mesela Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e söven kimse tevbeye çağırılır, tevbe etmezse öldürülür. Ama bu kimse hemen Allah’tan bağışlanma diliyor!

2 Aralık 2023 Cumartesi

Pantolon Giymenin Hükmü - Şeyh Mukbil ve Ubeyd el-Cabirî'nin Fetvaları

 

Şeyh Mukbil b. Hadi el-Vadiî rahimehullah’a: “Pantolon giymenin hükmü nedir?” diye soruldu.

Cevap: İslam düşmanlarına benzemektir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır” buyurmuştur.

Eğer pantolon üzerinde (cübbe, cellabiye, uzun pardesü gibi) bir elbise yoksa en azından mekruhtur. Ama eğer İslam düşmanlarına benzeme kastı varsa haram sayılır ve bu kimsenin kafir olmasından korkulur.”

Kam’ul-Muânid (s.318)


Şeyh Ubeyd el-Cabirî’ye 22 Ramazan 1427 tarihinde şöyle soruldu: “Erkekler, kadınlar ve çocuklar için pantolon giymenin ve pantolonla namazın hükmü nedir?”

Cevap: Birincisi: Pantolon müslüman erkeklerin ve müslüman kadınların kıyafetinden değildir. Zannederim toplumumuz altmış sene önce pantolon nedir bilmezdi. O kâfirlerin elbiselerinden girmiştir! Dinimizde müslümanın, kafirlerin müslümanlardan ayrıştığı ve onlara has özellik haline gelen konularda kâfirlere benzeşmesi haram kılınmıştır. Pantolon da kafirlere has olan görünüştendir.

İkincisi: Pantolonla namazın sıhhati konusu… Velilerin çocuklarını Ehl-i İslam’ın görünüşüyle giyinmeye alıştırmaları gerekir. Bu, velilere gerekir. Çünkü çocuk mükellef değildir. Ancak akıl sahibi ve buluğa ermiş olan mükellef olur. Geriye namazın sıhhati meselesi kaldı. Deriz ki: Pantolonun üzerinde (cübbe, cellabiye gibi) bir elbise yoksa namaz bâtıldır (geçersizdir). Çünkü pantolon avreti belli eder.”  


Pantolon Giymeyi Şart Koşan İşte Çalışılır mı?

 Şeyh el-Elbanî rahimehullah’a şöyle soruldu: “Marangozluk ve benzerleri gibi işlerde şart koşulan pantolon giymenin hükmü nedir?”

Cevap: Pantolun giymek zaruret midir?”

Soru sahibi: “Ben bir şirkette çalışıyorum ve pantolon giymeyi şart koşuyorlar.”

El-Elbani: Müslümana Allah’ın dinine muhalif olan şeyi şart koşan böyle bir şirkette mi çalışıyorsun? Burada çalışman zaruret midir? Ne mecburiyetin var?

Zaruret; kendini helâk olma riskinden kurtarmak için yapmak zorunda kaldığın şeydir. Sen şirkette çalışıyorsun ve şirket sana dine aykırı davranmanı emrediyor! Bu şirkette çalışmayı terk etsen helak mı olursun? Açıkça söyle, hayır de!

O halde şuan insanların zaruret dedikleri şey aslında hâciyyat denilen bir ihtiyaçtır. Hâlbuki bu olmadan da olur.

“Zaruretler mahzurları mubah kılar” kaidesine uydurmak için buna “zaruret” adını veriyorlar!

Ey kardeşim! Zaruret falan yok! Nerede zaruret?

Kardeşlerimizden biri şirketlerden birinde bir işe girdi. Sonuçta evraklar imzaladı, onlara has diplomasiyle:

“Elbise yerine pantolon giysen” denildi. O da onlara

“Neden” dedi. Dediler ki:

“Kanun böyledir.” Elhamdulillah adam - kimseyi Allah’a karşı temize çekemeyiz ama zannımıza göre - Allah’tan korkan ve sakınan biriydi. Öncelikle rızkın Allah’ın elinde olduğunu biliyor ve Allah Teâlâ’nın:

 Kim Allah’tan sakınırsa ona bir çıkış kılar ve ummadığı yerden onu rızıklandırır” (Talak 2-3) ayetlerine iman ediyordu. İşini dönüşü olmayan üç talakla boşadı ve şirkete kul olmaktansa daha üstünü olan hürriyetle yaşadı. Öyleyse bazı şeyleri zaruret diye isimlendirmek bir hata, bu yanlış isimlendirme üzerine mahzurları mubah kılmak ise hata üstüne hatadır.”

(Silsiletu’l-Hedy ve’n-Nur kaset no: 342)

Giyim Gibi Kâfirlerin Dininden Olmayan Konularda Benzeme Hakkında Şüphe ve Cevabı

 Muhammed Reşid Rıza, giyimde benzeme konusunda çeşitli gerekçelerle gevşeklik gösterme yoluna gitmiştir. Onun burada reddiye sunacağım görüşleri, onun gibi pekçok Mu’tezile zihniyetli kimselerin de dayandıkları şüpheleri içermektedir.

Reşid Rıza bir soruya cevaben şöyle diyor: “Diyorsunuz ki İslam’ın ilk yıllarında müslüman olanlara görünüşlerini değiştirmeleri şart koşulmadı. Biz de buna şunu ekleriz: Sahabe müşriklerden, Mecusilerden ve Kitap Ehlinden ganimet olarak aldıkları elbiseleri giyerlerdi. Hatta daha önce zikrettiğimiz gibi Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onların elbiselerinden giymiştir. Şayet belirli bir görünüm şekliyle kulluk etmemiz kastedilseydi bu tercih edilir ve bize bağlayıcı kılınırdı. İslamî görünüm şârî tarafından ortaya konmuş değilse Kitap ehlinin görünüşüne uyum göstermek, Müşriklerin görünüşüne benzemekten daha öncelikli olur. Çünkü İslam, Rumlar, Ruslar gibi iki kitap ehlini, Kureyş’li Haşimî müşriklerinden üstün tutmaktadır. Herhangi bir asırda müslümanlar tek bir görünüm şekli gözetmiyorlarsa, dînî görünüm şekli hangisidir ve hangisi kâfirlerin ve mürtetlerin görünüm şeklidir?..” Salahuddin el-Muneccid ve Yusuf el-Hûrî’nin derledikleri: Fetava’l-İmam Muhammed Reşid Rıza (1/80-81)

Cevap:

Reşid Rıza, yeni müslüman olanlara görünümlerini değiştirmelerinin şart koşulmadığını zikrediyor.  Bunun cevabı şudur:

İslam’ın ilk yıllarında Arapların görünüm şekli zaten Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in asrında İslam’ın başlangıcında bu dini yayan ümmetin görünüm şekli idi. İlk halife döneminde de giyimde bir farklılıkları yoktu. Şirk ehline özel bir kıyafet yoktu. Bilakis Arapların hepsi birbirine yakın kıyafetler giyerlerdi. Benzeşme konusunda gelen naslar, ancak kâfirlere has olan kıyafetler hakkında gelmiştir.

Müslümanlar ile başkaları arasında müşterek olan kıyafetlerde aslen bir teşebbüh söz konusu olmaz. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sahabeden bazısına kâfirlerin elbisesi olması sebebiyle bazı elbiseleri terk etmesini emretmiştir. Nitekim bu hadis Sahih’te Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan rivayet edilmiştir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bu elbiseden yasaklamasının zahiri, Arap olmayan kafirlerin elbisesi olmasından dolayıdır. Bu muasfara yani kırmızı bir elbise idi.

Bundan sonrasında ise müslümanlar, kendileriyle başkaları – özellikle Arap olmayanlar - arasında ayırıcı alamet olan şeyler konusunda, hiçbir açıdan kâfirlere benzeşmemek için hırs göstermeye başladılar.  Bu konuyu ikinci halife Ömer radıyallahu anh’ın Zimmîlere koştuğu şartlar açıklığa kavuşturmaktadır. Onun zamanında fetihler genişlemiş ve birçok halklar Allah’ın dinine girmişlerdir. Şurutu Ömeriyye denilen bu şartlar, Zimmet ehline, durumlarının müslümanlarla karıştırılmaması için giyimde ve başka konularda, onlara has olan görünüm ve tarzlarla ayrışmalarına dair emirler içeriyordu. Bu konuda İbn Kayyım el-Cevziyye rahimehullah’ın Ahkamu Ehli’z-Zimme kitabına (2/735 vd.) bakılabilir. Nitekim Ömer b. Abdilaziz rahimehullah’ın da Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’ın zimmet ehli hakkındaki bu şartlarını emredip gözettiği sahih olarak gelmiştir.

Bu durum, Müslüman toplumda o zamandan beri Müslümanlarla Kâfirlerin şekil olarak ayrışmalarının gözetilir hale geldiğinin istikrar bulduğunu göstermektedir.  

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in onların elbisesini giymesine gelince, eğer burada kastedilen onlardan hediye olarak gelen elbiseleri veya ganimet olarak alınan elbiseleri giymesi ise, bunlar kâfirlerin başkalarından ayrıcalıklı olduğu, onlara has olan elbiseler değildir. Burada bir sorun yoktur. Daha önce açıklandığı gibi kâfirlere has olmayan elbiselerde yasak olan benzeşme söz konusu olmaz.

Ama eğer Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kâfirlere has olan, onların ayrıcalıklı oldukları elbiseleri giymesi ise, bu bâtıldır.

Nitekim Muhammed Reşid Rıza başka bir yerde (Fetava 3/866) bunu kastettiğini ortaya koymuş, şöyle demiştir: “Bilinmektedir ki, İslam, mensuplarına belli bir görünüşü haram kılmaz, başka bir görünüşü farz kılmaz. Bilakis görünüm şeklini kendi tercihlerine bırakır. Sünneti seniyyede buna delalet eden şeyler vardır. Nitekim Sahihayn’da sabit olduğu üzere Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Rum’ların görünüm şeklinden olan Rum cübbesi, Mecusilerin görünüm şeklinden olan Kisravî taylasan giymiştir. Bunda o kavmi taklid etmeyi kastetmemiştir. Ancak bunlar kendisine gelince, giymiştir. ”

Bu sözlerin bâtıl oluşu şu açıdandır: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Rumlara, Farslara giyim, görünüm gibi birçok konuda muhalefet etmeyi emrediyordu. Mesela Hristiyanlar ve Yahudiler ayakkabılarla namaz kılmazlardı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara muhalefet için ayakkabılarla da namaz kılmayı emretmiştir. Sakalı traşlamak da onların ve Mecusilerin fiilindendi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara muhalefet için sakalı serbest bırakmayı emretmiştir. Hatta Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’yı giymiş olduğu iki elbiseyi, kâfirlerin elbisesi olması sebebiyle yasaklamıştır.

Belki de bu şüphe, bu elbiselerin imal edenlerin isimleriyle meşhur olmasından dolayı yahut öncelikle onlar arasında çokça kullanılmasından dolayı Reşid Rıza’ya arız olmuştur. Bir elbiseyi kâfirlerin imal etmiş olmasında ve ilk olarak onlar tarafından kullanılmış olmasında bir sorun yoktur. Bir elbise hem kâfirler arasında, hem de başkaları arasında yaygınlaşmış olup, kâfirlere has bir özellik taşımadığı ve onların alameti olmadığı sürece kâfirlere benzeşme söz konusu değildir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in giymiş olduğu Rum işi cübbe de şüphesiz, kâfirlere has olmayan bir giyim şeklidir. Kâfirlere benzeşmekten yasaklayan hadislere ters düşmemek için hadis ancak bu şekilde anlaşılır. Lakin ihtimal taşıyan manalara yorumlayarak sarih ve sahih naslara ters düşmek kabul edilemez.

Reşid Rıza’nın: “Şayet Allah belli bir görünüm şekliyle kulluk etmemizi dileseydi elbette bir şekil seçer ve bize bunu bağlayıcı kılardı…” sözlerine gelince, bunun cevabı şudur:

Bu, meseleyi saptırmaktır. Mesele belli bir şeklin bağlayıcı kılınması değildir. Mesele ancak görünüşlerinde kâfirlere benzeşmenin yasaklanması meselesidir. Kâfirlerin görünüşüne muhalif olan her mubah şekil tercih edilebilir. Dinin sınırladığı – erkeklerin ipek giymekten yasaklanması gibi - illetlerin bulunmadığı çeşitli elbiseleri tercih etmekte bir mani yoktur. Belli bir elbisenin yasaklanması, dinen veya aklen belli bir şekli bağlayıcı kılmayı gerektirmez.

Ama dinin belli bir elbiseyi giymeyi sınırlamamış olmasından, şirk ehli dışında kitap ehline giyimlerinde uyum göstermeyi çıkarmak, kabul edilemez bir çıkarımdır. Hatta iki sebepten dolayı bu çıkarım tuhaftır:

Birincisi: Şer’î naslar kitap ehline benzeşmekten yasaklamıştır. Reşid Rıza ise görünümde kitap ehline benzemeyi tercih sonucuna varıyor ve bunun (kitapsız) müşriklere benzemekten daha öncelikli olduğunu iddia ediyor! Aklıyla buna hükmediyor ve bunu benimsiyor!

İkincisi: Sanki müslümanın bağımsız şahsiyeti yokmuş gibi ya kitap ehline uyum göstermesi yahut kitapsız müşriklere uyum göstermesini zorunlu görüyor! Yani ya şunları, ya da diğerlerini taklid etmek zorundaymış gibi!

Şüphe yok ki İslam geldiğinde bu iki taife (yani kitap ehli kâfirler ve kitapsız müşrikler) mevcut idiler. Bu iki taifeye has olan elbiseler giymek zorunda kalmadılar. Bilakis bu iki taifeden birinin diğerlerinden ayrıldığı kendilerine has elbiseleri yoktu. Müslüman, bu iki taifeye benzeşme söz konusu olmadan kendisine caiz olan elbiseyi giyiyordu.

Reşid Rıza’nın: “Asırlardan herhangi birinde müslümanlara tek bir görünüm şekli bağlayıcı kılınmadığına göre, hangi görünüm şekli dinî görünüm şeklidir, hangisi kâfirlerin ve mürtetlerin görünüm şeklidir?” sözlerine gelince, cevabı şudur:

 Müslümanlara birçok asırlarda kâfirlerin elbiseleri olması sebebiyle kâfirlerin giyimiyle giyinmekten uzak durmak bağlayıcı kılınmıştır. Burada müslümanlara belli bir giyim şeklinin zorunlu kılınmamış olması öne sürülemez! Bilakis onlar, kâfirlerin (onlara has) elbiselerinden alıkonulmuşlardır.

Mesela Zehebî Teşbihu’l-Hamis’te (s.191), kendi asrı hakkında şöyle diyor: “Mavi ve sarı sarıkları görmez misin, bunları giymek daha önce bize serbest idi. Yedi yüz yılında Sultan Melik en-Nasır bu renkteki sarıkları onlara (zimmet ehline) şart koşup bize yasakladı.”

1 Aralık 2023 Cuma

Zahirinde İslam’a Girmemiş Olanın Bâtınında Müslüman Olduğunu Söylemek Abestir!

 İbn Ömer radiyallahu anhuma dedi ki:

جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ أَوْصِنِي فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا تُشْرِكْ بِاللهِ عَزَّ وَجَلَّ شَيْئًا وَتُقِيمُ الصَّلَاةَ وَتُؤْتِي الزَّكَاةَ وَتَحُجُّ وَتَعْتَمِرُ وَتَسْمَعُ وَتُطِيعُ وَعَلَيْكَ بِالْعَلَانِيَةِ وَإِيَّاكَ وَالسِّرَّ

“Bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve: “Bana tavsiyede bulun” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Allah Azze ve Celle’ye hiçbir şeyi ortak koşma, namazı kıl, zekâtı ver, hac ve umre yap, (yöneticilerini) dinle ve itaat et. Görünen hallerinden sorumlusun, iç âlemin hakkında da sakınmalısın.”

Bu hadis Muslim'in şartına göre sahihtir. Tahavî Şerhu Muşkili'l-Âsâr (2658) Buhârî Tarihu’l-Evsat (646) İbn Ebi Asım es-Sunne (1070) Esbehani el-Hucce (253) Hatib Muvaddahu Evham (218) Beyhakî Şuab (3690) rivayet etmişlerdir.

Hadiste geçen “Görünen hallerinden sorumlusun” kavli, zahiren kılık kıyafette müslümanların şeklinde girme mecburiyetini de ifade etmektedir.

Bu kavlin benzerini, raşid halife Ömer radıyallahu anh, Medine’den uzakta yaşayan bedevilere de emretmiştir:

El-Hasen el-Basrî rahimehullah dedi ki:  “Bir bedevî Ömer radiyallahu anh’e dedi ki: “Ey insanların en hayırlısı! Ey insanların en hayırlısı!” Ömer radiyallahu anh: “Ne diyor?” dedi. Denildi ki: “Ey insanların en hayırlısı diyor.” Ömer radiyallahu anh dedi ki:

“Size yazıklar olsun! Ben insanların en hayırlısı değilim.” Adam dedi ki: “Ey Mü’minlerin emiri, vallahi ben senin insanların en hayırlısı olduğunu sanıyordum.” Ömer radiyallahu anh dedi ki:

“Sana insanların en hayırlısını haber vereyim mi?” o da: “Evet” dedi. Ömer radiyallahu anh dedi ki:

“İnsanların en hayırlısı evinde ailesinin ve malının başında iken İslam kendisine ulaşınca develerinden bir kısmına dönüp onları hicret edilecek yurtlardan bir yere indirip satan ve karşılığıyla Allah Azze ve Celle yolunda hazırlık yapan, sabah akşam müslümanlarla onların düşmanları arasında bulunan adamdır. İşte bu insanların en hayırlısıdır.” Adam dedi ki: “Ey müminlerin emiri! Ben bâdiye halkından bir adamım. Meşguliyetlerim ve bir sürü işlerim var. Bana dayanacağım kendisiyle amacıma ulaşacağım bir iş emret.” Ömer radiyallahu anh:

“Elini bana göster” dedi. Adam elini ona verdi. Ömer radiyallahu anh dedi ki:

“Allah Azze ve Celle’ye hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet et, namazı kıl, zekâtı ver, ramazan orucunu tut, hac ve umre yap. Dinleyip itaat et. Görünen hallerinden sorumlusun ve iç âlemin hakkında da sakınmalısın. Sana söylendiği ve yayıldığı zaman utanmayacağın ve seni rezil etmeyecek herşeyi tavsiye ederim.” Adam dedi ki:

“Ey mü’minlerin emiri! Bunlarla amel edeceğim. Rabbim ile karşılaştığım zaman Ömer b. el-Hattab bana böyle emretti derim.” Ömer radiyallahu anh dedi ki:

“Ey Allah’ın kulu! Bunları yap, Allah Teâlâ ile karşılaştığında da söyleyeceğini söyle.” Bunu İbnu’l-Mubarek el-Cihad (164) Hâkim (1/116) el-Lalekai İtikad (333) Beyhakî Şuab (3691) sahih isnadla rivayet etmişlerdir.

Nitekim İbn Teymiyye İktizau’s-Sirati’l-Mustakim’de (1/123) müslümanların giyimde kâfirlere muhalefet etmesinin vacip olduğu hususunda icma zikretmiştir. Bu konuda seleften zikrettiği rivayetler arasında şu vardır:

Ma’mer b. Raşid rahimehullah dedi ki: Ömer b. Abdilaziz rahimehullah valilerinden birine şöyle yazdı

امْنَعْ مَنْ قِبَلَكَ فَلَا يَلْبَسُ نَصْرَانِيٌّ قَبَاءً وَلَا ثَوْبَ خَزٍّ وَلَا عَصَبٍ وَتَقَدَّمَ فِي ذَلِكَ أَشَدَّ التَّقَدُّمِ حَتَّى لَا يَخْفَى عَلَى أَحَدٍ نَهْيٌ عَنْهُ وَقَدْ ذُكِرَ لِي أَنَّ كَثِيرًا مِمَّنْ قِبَلَكَ مِنَ النَّصَارَى قَدْ ‌رَاجَعُوا ‌لُبْسَ ‌الْعَمَائِمِ وَتَرَكُوا الْمَنَاطِقَ عَلَى أَوْسَاطِهِمْ وَاتَّخَذُوا الْوَفْرَ وَالْجُمَمَ وَلَعَمْرِي إِنْ كَانَ يُصْنَعُ ذَلِكَ فِيمَا قِبَلَكَ إِنَّ ذَلِكَ بِكَ ضَعْفٌ وَعَجْزٌ فَانْظُرْ كُلَّ شَيْءٍ نُهِيتَ عَنْهُ وَتَقَدَّمْتَ فِيهِ فَلَا تُرَخِّصْ فِيهِ وَلَا تُغَيِّرْ مِنْهُ شَيْئًا

"Bölgendeki aykırı davranışlara engel ol. Hiçbir Hrıstiyan, aba, ipekli giymesin ve başına sarık bağlamasın. Bu söylediklerimin üzerine önemle dur ve bunları herke­se bildir ki, hiç kimse kendisini ilgilendiren yasaklardan ha­bersiz kalmasın. Bana anlatıldığına göre sorumluluk bölgende yaşayan çok sayıda Hristiyan yeniden sarık sarmaya başlamış, bellerine kuşak bağlamaz olmuş ve perçemlerini de kısaltmayarak fa­vori ve uzun saç bırakmaya koyulmuş. Yeminle söylüyorum ki, eğer gerçekten bunlar sorumluluk bölgende yapılıyorsa, bu durum senin zayıflığını ve yetersizliğini gösterir. Sana yasak olduğunu bildirip üzerinde durduğum hu­suslara bağlı kalıp onları yürütüp yürütmediğini gözden geçir, bunları ihmal etme ve hiç birinde eskiye dönüşe mey­dan verme”

Bunu Ebu’ş-Şeyh’in isnadıyla: İbn Kayyım Ahkamu Ehli’z-Zimme (3/1273) isnadı sahihtir. Ebu Yusuf el-Harac’da (s.140) Abdurrahman b. Sabit b. Sevban – babası yoluyla rivayet etmiştir.

İbn Kayyım rahimehullah, Ahkamu Ehli’z-Zimme kitabında (3/1267 vd.) müslümanların diyarında yaşayan Kitap Ehli Zımmî kâfirlerin sarık saramayacakları ve sarıkların ucunu sarkıtamayacaklarına dair başlıklar altında, sarığın Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve müslümanların İslam için ayırıcı bir alamet olan kıyafeti olduğu, müslümanlarla kâfirlerin arasını ayıran önemli alametlerden olduğuna dair nakillerde bulunmuştur.

Dolayısıyla sarık sarmadan başı açık gezen, pantolon, kıravat gibi kâfirlere has elbiseler giyerek yahut hastalık bulaşacağı korkusuyla maske takarak dolaşan kimseler zahiren İslam’a girmemiş kimselerdir. Baş açık gezen kadınlar da böyledir. Kalplerinde iman varsa buna ahirette Allah hükmedecektir. Fakat dünya hükmü bakımından bu kimselerin müslüman olduklarını söylemeye bir yol bulamıyoruz. Mütevatir hadiste geldiği gibi: “Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır.” Bu kimselerin de kendilerini Müslümanlara benzetmedikleri ortadadır!

Bu konuda zikredilecek deliller çoktur, bunlardan birçoğunu Bizden Olmayanlar kitabında zikretmiş bulunuyorum. Oraya bakın.

Müslümanın Giyim Şeklini Disipline Eden Sünnet

 

Zeyd b. Yahya – Abdullah b. el-A’la b. Zebr – el-Kasım b. Abdirrahman – Ebu Umame radıyallahu anh yoluyla: Ebu Umame radıyallahu anh dedi ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sakalları beyazlaşmış Ensar’lı ihiyarların yanına gelip buyurdu ki:

يَا مَعْشَرَ الْأَنْصَارِ حَمِّرُوا وَصَفِّرُوا وَخَالِفُوا أَهْلَ الْكِتَابِ قَالَ فَقُلْنَا يَا رَسُولَ اللهِ إِنَّ أَهْلَ الْكِتَابِ يَتَسَرْوَلَونَ وَلْا يَأْتَزِرُونَ فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تَسَرْوَلُوا وَائْتَزِرُوا وَخَالِفُوا أَهْلَ الْكِتَابِ قَالَ فَقُلْنَا يَا رَسُولَ اللهِ إِنَّ أَهْلَ الْكِتَابِ يَتَخَفَّفُونَ وَلَا يَنْتَعِلُونَ قَالَ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَتَخَفَّفُوا وَانْتَعِلُوا وَخَالِفُوا أَهْلَ الْكِتَابِ قَالَ فَقُلْنَا يَا رَسُولَ اللهِ إِنَّ أَهْلَ الْكِتَابِ يَقُصُّونَ عَثَانِينَهُمْ وَيُوَفِّرُونَ سِبَالَهُمْ قَالَ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قُصُّوا سِبَالَكُمْ وَوَفِّرُوا عَثَانِينَكُمْ وَخَالِفُوا أَهْلَ الْكِتَابِ

Ey Ensar topluluğu sakallarınızı kırmızılaştırın veya sarılaştırın ve Ehl-i Kitaba muhalefet edin.” Denildi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Onlar sirval giyer, izar giymezler.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Siz sirval de giyin, izar da giyin, Kitap ehline muhalefet edin.” Dedik ki: “Ey Allah'ın Rasulu! Ehl-i kitap mest giyerler de ayakkabı giymezler.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Mest de giyin ayakkabı da giyin ve Ehl-i Kitaba muhalefet edin.” Dedik ki: “Ey Allah'ın Rasulu! Kitap ehli sakallarını kısaltır, bıyıklarını gür yaparlar” Buyurdu ki:

Siz de bıyıklarınızı kesin, sakallarınızı bolca bırakın. Böylece Ehl-i Kitaba muhalefet edin.”

Hadisin Tahrici:

Ahmed Musned’de (5/264) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr’de (8/237) Beyhaki Şuabu’l-İman’da (5/214) rivayet etmişlerdir.

Hadisin Ricali:

Ebu Abdillah Zeyd b. Yahya b. Ubeyd el-Huzâî ed-Dimeşkî: Sikadır. Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn Mace ondan rivayette bulunmuşlardır. Bk.: Takrib (1/277)

Abdullah b. el-A’lâ b. Zebr ed-Dimeşkî er-Rabaî: Sikadır. Buhârî ve dört Sünen sahipleri ondan rivayette bulunmuşlardır. Bk.: Takrib (1/439)

Ebu Abdirrahman el-Kasım b. Abdirrahman ed-Dimeşkî: Ebu Umame radıyallahu anh’ın arkadaşıdır. Saduktur. Buhârî Edebu’l-Mufred’de ve dört Sünen sahipleri ondan rivayette bulunmuşlardır. Bk.: Takrib (2/118)

İsnadın Hükmü:

El-Heysemî Mecmau’z-Zevaid’de (5/131) dedi ki: “Ricali sika bir ravi olan ve hakkında zararsız eleştiri bulunan el-Kasım dışında sahih ricalidir.”

El-Heysemî burada yanılmıştır. Zira Zeyd b. Yahya sahih ricalinden değildir.

El-Kasım b. Abdirrahman hakkında Zehebî dedi ki: “Saduktur. Lakin ondan sika raviler rivayet ederse hadisi hasen sayılır. Özellikle Ebu Hâtim şöyle demiştir: “Sikaların O’ndan rivayeti düzgündür. Onda bir sakınca yoktur. Ancak zayıf raviler O’ndan rivayette bulunduğunda münker bulunur.” Bu hadisi el-Kasım’dan sika bir ravi olan Abdullah b. el-A’lâ rivayet ettiğinden bu hadis hasendir.

Hafız İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (10/354) hadisin hasen olduğunu söylemiştir. El-Elbani es-Sahiha’da (1245) hasen demiştir. Şuayb el-Arnaut Musned tahkikinde sahih demiştir.

Hadis bu isnadla hasendir. El-Kasım b. Abdirrahman’da hafif zabt kusuru vardır. Şahitleriyle sahih derecesine çıkmaktadır:

Hadisin Şahitleri:

1- Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan: “Dediler ki:

قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ الْمُشْرِكِينَ يَتَسَرْبَلُونَ وَلَا يَتَّزِرُونَ؟ قَالَ تَسَرْبَلُوا أَنْتُمْ وَاتَّزِرُوا قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ فَإِنَّ الْمُشْرِكِينَ يَحْتَفُونَ وَلَا يَنْتَعِلُونَ؟ قَالَ فَاحْتَفُوا أَنْتُمْ وَانْتَعِلُوا خَالِفُوا أَوْلِيَاءَ الشَّيْطَانِ كُلَّمَا اسْتَطَعْتُمْ

“Ey Allah’ın rasulü! Müşrikler gömlek giyiniyor, izar giyinmiyorlar” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Siz gömlek de giyin, izar da giyin.” Dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! Müşrikler (namazda) mest giyiniyor, ayakkabı giyinmiyorlar.” Buyurdu ki:

Sizler mest de giyin, ayakkabı da giyin. Şeytanın dostlarına gücünüz yettiği kadarıyla muhalefet edin.”

Bunu Taberânî Mu'cemu'l-Evsat’da (4/253) Ebu Nuaym, Muntehab Min Hadisi Yunus b. Ubeyd’de (el yazma no:26) rivayet etmişlerdir.

İsnadı hasendir. El-Heysemi Mecmau’z-Zevaid’de (5/131): “Taberani el-Evsat’ta Ali b. Said er-Razi’den rivayet etti, o zayıftır” demiştir.

Derim ki: Darekutni onu pek kuvvetli görmemiş ve “Başkalarının rivayet etmediği hadisler rivayet etti” demiştir.

Lakin bu hadis, zikredilen şahitlerle birlikte hasen derecesinden aşağıda kalmaz. Nitekim Ali b. Said er-Razi hakkında tevsik de varid olmuştur: Mesleme b. Kasım, Ali b. Said er-Razi hakkında: “Sika, hadisi bilen biri” demiştir. (Lisanu’l-Mizan (5/542)

el-Halîli el-İrşad’da (1/437) Ali b. Said hakkında: “Hafız, mutkin (çok sağlam)” demiştir.

2- Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu

لَيْسَ مِنَّا مِنْ تَشَبَّهَ بِغَيْرِنَا لَا تَشَبَّهُوا بِالْيَهُودِ وَلَا بِالنَّصَارَى فَإِنَّ تَسْلِيمَ الْيَهُودِ الْإِشَارَةُ بِالْأَصَابِعِ وَإِنَّ تَسْلِيمَ النَّصَارَى بِالْأَكُفِّ وَلَا تَقُصُّوا النَّوَاصِي وَأَحْفُوا الشَّوَارِبَ وَأَعْفُوا اللِّحَى وَلَا تَمْشُوا فِي الْمَسَاجِدِ وَالْأَسْوَاقِ وَعَلَيْكُمُ الْقُمُصُ إِلَّا وتَحْتَها الْأُزُرُ

Bizden başkalarına benzeyenler bizden değildir. Yahudi ve Hristiyanlara benzemeyin. Şüphesiz Yahudilerin selamı parmaklarla işarettir. Hristiyanların selamı ise avuç içiyledir. Perçemleri kesmeyin, bıyıkları kısaltın, sakalları serbest bırakın. Üzerinizde altında izar bulunmayan entari/gömlek olduğu halde mescidlerde ve çarşılarda yürümeyin.”

Bu hadisi Taberânî Mu'cemu'l-Evsat’ta (7/238) rivayet etmiştir.

İlk cümle ve selam kısmıyla: Tirmizi (2695) Deylemi el-Firdevs (5270) Kudai Musnedu’ş-Şihab (1191) rivayet etmiştir.

El-Elbani es-Sahiha (2194) ve Sahihu’l-Cami’de (5434) bunun hasen olduğunu söylemiştir. Abdulkadir el-Arnaut da el-Ezkar tahkikinde (1/210) “İsnadı zayıf olup bunu takviye eden şahitleri vardır” dedi.

3- İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke’yi feth ettiği zaman şöyle buyurdu:

قُصُّوا الشَّوَارِبَ وَاعْفُوا اللِّحَى وَلَا تَمْشُوا فِيَ الْأَسْوَاقِ إِلَّا وَعَلَيْكُمُ الْأُزُرُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنَّا مَنْ عَمِلَ بِسُنَّةِ غَيْرِنَا

Bıyıkları kısaltın, sakalı serbest bırakın. Üzerinizde izar olmadıkça çarşılarda yürümeyin. Muhakkak ki bizden başkasının sünnetiyle amel eden bizden değildir.

Bunu Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr’de (11/158) el-Evsat’ta (9/162) ve Deylemi (5268) rivayet etmişlerdir.  İsnadında Yusuf b. Meymun zayıftır.

Garibu’l-Hadis:

Yeteservelûn la ye’tezirûn: Sirval giyerler izar giymezler demektir. Sirval: iç donudur. İzar: belden aşağısını örten bol elbisedir. Pijama, şort ve pantolon gibi dar olan ve avreti belli eden elbiseler, üzerinde izar olmaksızın giyilen sirval hükmündedir. Bunda hem kâfirlere benzeme hem de avreti örtmeme söz konusu olduğundan caiz değildir. Ancak şalvar gibi, ağ kısmı diz kapaklarına kadar inen, bol olan ve avreti örten giysiler, izar hükmündedir.

Yetehaffefûn la yenta’ilûn: Mest giyerler ayakkabı giymezler demektir.

Asânin: sakallar demektir.

Sibâl: bıyık demektir.

Hadisin Fıkhı:

Bu hadiste Kitap Ehli’nin yapmadıkları bazı şeyleri bizim yaparak onlara muhalefet etmemiz emredilmiştir. Bu yüzden Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem her maddenin sonunda: “Kitap ehline muhalefet edin” buyurmuştur. Nitekim diğer rivayette: “Şeytanın dostlarına gücünüz yettiğince muhalefet edin” buyrulmuştur.

Birinci emir: Kitap ehline ağarmış saç ve sakalları vers veya za’feran ile boyayarak muhalefet edilmesidir.

İkinci emir: Kitap ehli sirval giyer, izar giymezler. Bize sirval ile beraber izar giymek emredilmiştir. Yani üzerinde cübbe, uzun pardesü, cellabiye gibi izar kıyafeti olmadan yahut bol şalvar gibi izar hükmündeki kıyafetler olmadan dar eşofman, pantolon, kapri, şort gibi kıyafetlerle dışarıda gezmek müslümana yasaktır.

Üçüncü emir: Onlar mest giyerler, ayakkabı giymezler. Bize mestlerle beraber ayakkabı da giyerek onlara muhalefet etmemiz emredilmiştir.

Dördüncü emir: Onlar sakallarını kısaltırlar ve bıyıklarını uzatırlar. Bize onlara muhalefet ederek sakalı serbest bırakmamız ve bıyıkları kısaltmamız emredilmiştir.

Bu hadiste kitap ehline giyimlerine ve dinimize aykırı olan yollarında muhalefet etmemiz emredilmiştir.

Kâfirlere mahsus olan giysiler yasaklanmıştır: Abdullah b. Amr b. El-Âs radıyallahu anhuma’dan: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem benim üzerimde asfur ile boyanmış (sarı renkli) iki elbise gördü ve şöyle buyurdu:

إِنَّ هَذِهِ مِنْ ثِيَابِ الْكُفَّارِ فَلَا تَلْبَسْهَا

O kâfirlerin giydiği elbisedir. Sen giyme onları.” Bunu Muslim (2077) Hâkim (4/211) Nesai (5316) Ahmed (2/207, 211) rivayet etmişlerdir.

Raşid halife Ömer radıyallahu anh de, Acem topraklarına sefere giden seriyyenin komutanı Utbe b. Ferkad radıyallahu anh’e gönderdiği mektupta şöyle yazmıştır:

Sizi aşırı nimetler içinde kendinizi kaybetmekten, müşriklere ait kıyafetler giyinmekten ve ipek giysi giymekten menederim” Bunu Buhari, (Libas: 25) Müslim, (Libas: 11, 21) Ahmed (1/16, 43) rivayet etmişlerdir.

İbn Kayyım rahimehullah Medaricu’s-Salikin’de (2/22) şöyle demiştir; “Elbise ile kalp arasında zahir-batın (iç-dış) ilişkisi vardır. Böyle bir ilişki olduğu için dışa giyilen elbise kişinin kalbini, halini gösterir. Kalp ve elbise karşılıklı olarak birbirinden etkilenir.”

Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Dış görünüşte onlara benzemek, birbirine benzeyen şeyler arasında sevgi ve yakınlaşmaya sebep olur. Benzeyen kimse, benzediği kimsenin ahlakına uyar veya onun amelleri gibi amel eder. Bazen işin sonunda sapık küfür itikatlarında da onun gibi inanmaya başlar. Bu şahit olunan bir şeydir. Asker elbisesi giyen kimse kendisinde onun gibi davranma şuuru hisseder. Böylece tabiati, bir engel söz konusu olmadıkça ona boyun eğer. Bu yüzden kâfirlere ve mertebesi Müslümandan aşağı olan her şeye veya Müslümana yakışmayacak sıfatlara benzeme hakkında yasak varid olmuştur.

Bu konuda şeytana, hayvanlara, cahiliye ehline, fasıklara, kadınlara, yabancılara ve bedevilere benzemekten yasaklayan hadisler vardır. Bu yasaklarla kastedilen; Müslüman olsalar dahi yabancılara ve bedevilere has olup selefin yapmadığı şeylerden sakındırmaktır. Zira selefin bir şeyi terk etmesi, onların terk ettiği şeyin en azından faziletli olmadığına delildir. Bkz.: el-İktiza (1/80-83, 164, 366, 371-411, 486-488) Feydu’l-Kadir (6/104)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem muhayyer bırakıldığı konularda Mekke’li müşriklere muhalefet edip, Ehl-i Kitab’a benzemeyi tercih ediyordu. Hatta saç tarama şeklinde bile böyle davranırdı. İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle demiştir:

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, (vahiyle) emrolunmadığı hususlarda ehl-i kitaba uyum göstermeyi severdi. Mesela ehl-i kitap saçlarını sarkıtırlardı. (Kitapsız) Müşrikler ise saçlarını başlarının ortasından ikiye ayırırlardı. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de (kitapsız müşriklere muhalefet için) ehl-i kitap gibi sarkıtırdı. Sonra saçlarını ortadan ayırmaya başladı.” Bunu Buhari (3558, 3944, 5917) ve Muslim (2336) rivayet etmişlerdir.

Sarık sarma konusunda Mekke’li müşriklere muhalefet etmemesi, sarığın İslam’da ikrar edilmiş olduğunun delilidir. Zira sarık arapların âdeti idi. Bu yüzden İslam Tarihinde Zımmî’lerin Müslümanlara benzememeleri için onlara sarık sarmak yasaklanmıştır. Bu konuda bkz.: Ebu Abdillah Halid b. Muhammed el-Gırbanî, et-Tezkir Biba’di Ahkami’l-Amame

Şeyh el-Elbani rahimehullah ed-Daife’de (1/254) şöyle demiştir: “Müslüman sarığa namaz dışında, namaz içinde olduğundan daha çok ihtiyaç duyar. Çünkü bu müslümanı kâfirden ayıran bir alamettir. Özellikle de müminlerle kâfirlerin görünüşlerinin birbirine karıştığı bu zamanda! Hatta müslümanın, tanıdığı ve tanımadığı müslümana selam vermesi zorlaşmıştır.”

Kâfirlerle müslümanlar arasında ayırıcı alamet olmayan, kâfirlerin şiarı olmayan kıyafetleri giymekte ise sakınca yoktur. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e Rum işi, kolları dar bir cübbe hediye edilmişti ve onu giyiyordu. Çünkü bu cübbe müslümanların da, kâfirlerin de giydiği kıyafetlerden idi. O günlerde Rumlara has bir kıyafet değildi. Lakin fötr şapka, kravat gibi kıyafetleri giymenin kâfirlere benzemek olduğu hususunda bir ihtilaf yoktur. Bunun dinle alakası açıktır. Nitekim fötr şapka giymeyi zorunlu koşan kâfir tagut, halkın şekillerini kâfirlere benzetmekle beraber küfrî yasaları da kanunlaştırmış, Türk halkı hem zahiren (giyimiyle) hem de batinen (demokrasi, laiklik, ithal medeni hukuk, miras hukuku gibi küfrî kanunlara itikadla) küfre intibak ettirilmiştir Bu kâfirleştirme çalışmaları neticesinde günümüzde artık bu ülkede özellikle plandemi sonrası açıkça zahir olduğu üzere, sayıları yüzleri geçmeyen çok çok küçük müslüman azınlık – en azından zahiren müslüman kılığında görünen kimseler -  kalmıştır.  


Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)