Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

30 Aralık 2020 Çarşamba

Virüs Yalanı, İspanyol Gribi Düzmecesi ve Aşıyla Toplu Katliam

https://.coronagercegi.com sitesinden iktibas:

Bilgilenmek, salgın korkusuna karşı en iyi ilaçtır!



İlk küresel aşılar 100 yıl önce Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru gerçekleşti. Hemen ardından 100 milyon insanı öldüren, şimdiye kadar bilinmeyen bir hastalık ortaya çıktı. Bu daha sonra "İspanyol gribi" olarak tanındı. Ancak o zamana ait doktorların eski kitaplarını okursanız, grip salgınının tamamen farklı bir resmini görürsünüz: kitlesel ölümleri tetikleyen gerçekte AŞILARDI.




Bugün ortaya koyacağım tez şöyle:

100 yıl önce İspanyol gribi tüm Dünya'yı kasıp kavurdu.

Bu süreçte 100 milyon insan öldü.

Resmi açıklamalara göre, sorumlusunun grip virüsü olduğu, BİR YALANDIR !

GERÇEKTE ise buna, insanlık tarihindeki ilk KİTLESEL AŞILAMALAR SEBEP OLMUŞTUR.

Bu karşı çıkılabilecek bir tezdir.

Fakat bu videoda bunu TÜM DAYANAKLARIYLA temellendireceğim.

Ve göreceksiniz o dönem ile bugünkü durum arasında kısmen ürkütücü derecede BENZERLİKLER bulunmakta.

Öncelikle sadece istatistiklere bakarak başlamak istiyorum.

Özellikle gribal enfeksiyon yoluyla olan ölümlere bakalım.

Kayıtlara alındığından bu yana salınım yapan bir dalga gibidir.

Kışın daha fazla insan, yazın daha az insan ölür ve bu hep bu şekilde devam eder.

Ve burda TEK bir istisna vardır. O da İspanyol gribidir. Orda bir anda böyle olur.

Sonra yine gayet normal şekilde devam eder.

Sadece istatistiksel açıdan bakıldığında bile bu ŞÜPHE UYANDIRICIDIR !

Yani böyle bariz bir yükselişin olması.

Ve bu konunun biraz derinine inildiğinde...

Resmi kaynakların dışında...

Bambaşka bir tablo ile karşılaşıyorsunuz.

Bunlardan biri...

Eleanor McBean

Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşamış ABD'li birdir (araştırmacı yazar).

Kendisi, o dönem olanlarla ilgili TAMAMİYLE FARKLI BİR TABLO ÇİZMEKTE.

Olaylar Filipinler ile başlıyor.

İlaç endüstrisinin o zamanlarki adeta deney laboratuvarı gibiydi.

Bugünün Hindistan'ı gibi diyebiliriz.

Aşıları denemek için ilk oraya gidildi.

Ve ilk kitlesel aşılamalar orda yapıldı.

Ve büyük bir başarıydı, her şey harikaydı...

Fakat kısa bir süre sonrasında Flipinler'de nüfusun dörtte üçünün ölümüyle sonuçlanan bir salgın halini aldı.

"Burda olanlar zamanında Dünya'ya duyurulmuş olsaydı, tek bir kişi bile bir daha aşılanmak istemezdi." demiştir.

Bu salgın ile aşılama arasında resmi birimlerce yine de bir bağlantı kurulmadı.

Filipinler de zaten oldukça uzaktaydı.

Ve sonra aşılamalarla devam edildi.

Sonrasında 1. Dünya Savaşı'nda ilk defa ASKERLERE zorunlu aşı yapılmaya başlandı.

Herkese 10 ila 20 arasında aşılama yapıldı.

McBean burda bir dizi ordu raporuna atıfta bulunuyor.

Doktorun birinin yazdığına göre : "Toplu aşılama yaptığım her sefer sonrasında askerlerin %75'ini hasta olarak kaydetmem gerekiyordu.

Yan etkileri çok güçlü olduğu için.

Daha sonra savaşa gittiklerinde dahi askerlerin kalıcı olarak %30'u halen askeri hastanelerde yan etkilerle mücadele ediyorlardı.

O zamanlar askerler arasında "Kurşundan çok, iğneden ölünüyor" diye bir söz de yaygınlaşmıştı.

Başka bir rapor daha var.

Amerikan genelkurmayından.

Orda şöyle yazmakta...

"Bu yıl askeri hastanelerde aşılamalardan hemen sonra 63 kişi yere yığılarak ölmüştür."

İşte böyleydi o zamanlar...

Tak, bom, öldü !

Belki de o kadar iyi bir şey değil aşılanmak !?

Bu tip durumlar askeri hastanelerde artmaya başladı. Hatta bir kısım asker aşı olmayı reddetti.

Aşılamalar kısmen durduruldu da.

Fakat bu konunun özellikle de üst kademelerde duyulması istenmiyordu.

Çünkü bu, düşmanın karşısında zayıflık olurdu.

Ve bu, özellikle halk arasında da korkuya sebep olabilir, erkekler orduya katılmak istemeyebilirdi.

O yüzden savaş sırasında bu konunun üzeri örtüldü.

Gün geldi savaş sona erdi. Ve savaşın hengamesinde insanlar aşıdan gördükleri zarar üzerinde duramadılar. Konu bir şekilde gündemden düştü.

Savaş artık sona ermişti.

Çok sayıda aşı artmıştı.

"O halde şimdi sivilleri aşılayalım" dendi.

Ve böylece başladı...

Bir doktor şöyle yazmış :

Ben durumu köyümde yakından takip edebildim. Aşılanan herkes hasta oldu. Aşılanmayı reddedenlerin hiçbiri hasta olmadı.

Sonrasında bu hasta olanlardan geleneksel tıp hastanelerine gidenlerin %33'ü ölürken, alternatif şifa kliniklerine gidenlerin ise HİÇBİRİ ölmedi.

Ve burda, gripte de aslında alışılmadık olan, tekrar eden dalga meselesine, hani sürekli değişime uğradığı söylenen "aynı virüsün" tekrar geliyor olmasına da açıklık getiriliyor.

Şöyle açıklanıyor : "Doktorlar aldıkları talimatlar gereği aşıladıkları kişilerin hastalıkları geçmeyince onları daha yüksek dozlarda tekrar aşıladılar."

Ve bu kişiler daha da hasta oldu.

Ve sonra aynı şeyi çok daha yüksek dozlarda tekrarladılar ve daha da çok insan öldü.

Ve bu durum böylece 2 yıldan fazla devam etti.

Doktorlar da bir yerden sonra bu durumun farkına vardıklarından, bir çoğu bu konuda bir daha konuşmak istemediler.

Ve böylece konunun ÜZERİ ÖRTÜLDÜ çünkü doktorların kendileri bu kitlesel ölümlerden sorumluydu.

Çok iyi başka bir kaynak ise günümüzün "AŞI RAPORU" isimli tıp dergisi. (www.impf-report.de)

"İspanyol gribi" konusunda bir çok özel baskısı oldu.

Bu baskılarda her şey çok daha kapsamlı olarak ele alınmıştır.

Önce sebebin "grip" olduğuna dair resmi teze ışık tutulmakta.

Bu tez, o döneme ait değil. Çünkü o dönemde ya sebebin ne olduğu bilinmiyordu ya da aşının sebep olduğu düşünülüyordu. Yani suç "gribe" atılmamıştı.

Bu sonradan ortaya atılmış bir fenomendir (tezdir).

Çok sonradan bu şekilde (grip olarak) adlandırılmıştır.

Bunu da "O zamana ait korunmuş doku örneklerinin analiz edilerek bunlarda grip virüslerinin bulunduğu" şeklinde açıklamaktadırlar.

O da hepsinde değil, sadece bir kaçında...

Fakat buna rağmen, "Demek ki hastalığın sorumlusu grip virüsü olmalıydı" denmiştir.

Fakat bu her şeyden önce "tamamiyle yetersiz" bir gerekçe.

Çünkü insanın kendi içinde zaten sürekli olarak grip virüsleri bulunur. Ve birden bu hastalığın sorumlusu olması gerektiği, hiçbir nedensel ilişkiye dayandırılmamıştır.

Ve durum, korona virüsüyle, bugün de aynen böyle...

Bir yandan yeni bir korona virüsü... her yıl yeni virüslerin geldiği gibi.

Diğer yandan Dünya'nın farklı yerlerinde akciğer hastalıklarından ölenler...

Fakat buna virüsün yol açtığı, sadece BİR TAHMİN !

Bu konu iyi kavranmalı.

"AŞI RAPORU" (dergisi) O ZAMANLARDA BİLE bunun grip olmadığının ZATEN TAMAMEN BİLİNDİĞİNİ ortaya koymaktadır.

Bunu dayandırdığı gerekçelerinden biri, ÖLENLERİN YAŞ ARALIĞI 'dır.

Ölenler genelde 20 ila 40 yaş arası genç erkeklerdi. Grip (influenza) için bu tamamen sıra dışı bir durumdu çünkü daha çok yaşlıları, hastaları ve güçsüzleri öldürüyordu.

Ve neden genç erkeklerdi bunlar? Çünkü en çok aşılananlar askerlerdi.

Diğer bir gerekçe ise, çok çaresiz olduklarından hastalık bulaştırma (enfeksiyon) girişiminde bulundular.

Hapisteki esirlere cezasız olarak salıverileceklerini, ama öncesinde askeri hastanedeki hastaların kendilerine dokunmaları ve 10 dk boyunca yüzlerine öksürmeleri gerektiğini söylediler.

Ve bunu yüzlerce insanla yaptılar.

Fakat 1 TANESİNE BİLE hastalık bulaşmadı.

Bu nedenle griple (influenza ile) ilgili hipotez aslında devre dışı kalmış oluyor.

İspanyol gribinin aslında İspanya ile de hiçbir ilgisi bulunmamakta.

İspanya'dan yayılmamıştı !

Yayılmalar yavaştı. O zamanlar çok daha yavaştı... Henüz uçaklar yoktu. Aylarca gemilerle seyahat etmek gerekiyordu.

Fakat aynı anda birkaç yerde patlak verdi. Hep de bu ordu üslerinde. Çünkü ÖNCE askerlere aşı yapılıyordu.

Zamanla ASIL SORUMLUNUN AŞI OLDUĞUNU daha fazla insan anladı.

Bu da, protestolara ve konunun PARLAMENTODA tartışılmasına yol açtı.

Milletvekilleri, aşılamaların DERHAL durdurulması gerektiğini söyledi.

Bunun ölümlere sebep olduğunu ve sorumlularının hesap vermesi gerektiğini söyledi.

Sonra bir şey oldu mu?

Hayır...

Ve resmi açıklamalarda, gerçekleşmiş olan tüm bu sosyo-politik karşı çıkışlardan, faaliyetlerden HİÇ BAHSEDİLMİYOR !

AŞI KONUSUNA DEĞİNİLMİYOR BİLE İspanyol gribi araştırmalarında.

Ve neden?

Çünkü TIPKI bugün olduğu gibi o zamanlarda da bu konunun ardında muazzam maddi çıkarlar söz konusuydu.

İlaç şirketleri o zamanlarda da çok ciddi paralar kazanıyorlardı bu işten.

Ve bu işin ardında bazı süper zenginler vardı.

Burda şöyle anlatılıyor :

Bir isimden sıkça bahsedilmekte burda...

John ROCKEFELLER

O dönem, Dünya'nın en zengin adamı.

Sağlık enstitülerine muazzam bağışlar yaptı.

BU SAYEDE tıp konularında SÖZ SAHİBİ ve herkesin aşılanması gerektiği konusunda KARAR VERİCİLERDEN olmuştur.

Ama aynı zamanda TÜM AŞI FİRMALARI da ONUNDU !

Yoksa bugünkü durumla bazı benzerlikler mi var?

Bugünkü yapının AYNISI söz konusu.

Detaylar farklı...

Fakat hikaye AYNI.

Ve bu, insanı düşündürtebilmeli.

Dolayısıyla olanları kabullenip sadece izlemeyin, sorgulayıp ARAŞTIRIN !

Ve olanlara direniş gösterin.

Sonbaharda ikinci dalga oluşturulduğunda

İNTİHARDAN FARKSIZ sokağa çıkma yasakları ve aşılarla

durum ÇOK DAHA VAHİM olabilir.

Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

Hepinize sevgi diliyorum.

Kendinize iyi bakın...



KAYNAKLAR :

 

29 Aralık 2020 Salı

İktibas: Abdurrahman Dilipak/Basiret Bağlanması mı?

 

Basiret bağlanması mı!

Abdurrahman Dilipak

Ey milleti merhume, sabah oldu uyan. / Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan.

Ne Kürt’lük, ne Türk’lük kalacak aç gözünü..! / Dinle peygamber-i Zişanın ilahi sözünü.

Veriniz baş başa zira sonu hüsranı mübin. / Ne hükümet kalıyor ortada, billahi ne din.

“Medeniyet” size çoktan beridir diş biliyor. / Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.

Artık Bill Gates’e filan kızmıyorum. Adamlar saklamıyor, davul çala çala geliyorlar. Bizimkilerin gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar.

Dünya 5’ten büyüktür” diyorduk, şimdi BMGK’nın terör tanımına uygun alel acele yasa çıkarıyoruz. Söylüyorum, kendilerini gömecekleri bir mezarı kazıyorlar kendi elleriyle. Cellatlarının bıçaklarını bileyliyorlar. Kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşuyorlar. BM Güvenlik Konseyi’nin normlarına, “norm”una tabi oluyoruz. “Norm” dedikleri yasa üstü bir kural. Bu normlara aykırı yasa yapmak değil, yorum bile yapamazsınız. Bakın “İlah” “hüküm koyucu” demek. Yani o hükmün de bağlı olacak bir “üst hüküm” var. O da ulusal ötesi evrensel bir değer taşıyor. Buna “Norm” diyorlar. “Meşru” nasıl “Şeriata uygun” anlamına, “Gayri meşru” Şeriata uygun değil anlamına geliyorsa, “Normal” dediğiniz şey “Norma uygun”, “anormal” dediğiniz şey “norma uygun değil” anlamına geliyor. Hemen söyleyeyim, ben “anormal”im bu anlamda. Onların standartlarına uygun değilim, bedenen, aklen ve ruhen. Onların normuna uygun olmaktan da Allah’a sığınırım.

Sahi, bizimkilerin adına “Faiz” dedikleri, “Riba”ya karşıydık değil mi! Enflasyonu tanımlamadan Faizi nasıl tanımladıklarını zaten hiç anlamadım. Onlar da kağıt para / kaime, plastik para, Sanal parayı hiç anlamadılar zaten. Sonunda artık Faiz kelimesini de kullanamaz olduk. FED ve LIBOR’un “Norm”larına tabi olduk. Zaten artık paranın adı da “döviz” oldu, o da alınıp satılıyor. Altın-gümüş desen, Bretton Woods-2 sonrası onlar da dolara endekslendi, dolar da bağını altından koparınca olan oldu. Şimdi Bretton Woods 3’ten söz ediliyor. O terörün finansmanı hadisesi bu BW-3 ile ilgili. Minareyi çalmaya niyet ettiler, kılıfını hazırlıyorlar. Bizimkiler de Turhan’ın Cumhuriyet’teki karikatüründeki gibi, batı sistemine katılmaya çalışan “domuz sürüsündeki uysal kuzu” gibiydi dün. Bu günde şark cephesinde yeni bir değişiklik yok. Artık slogan da atamıyoruz. Çünkü zılgıt yiyoruz.

Bu anti terör yasasından sonra artık İsrail’le de işler yoluna girebilir. Netanyahu sorun çıkarıyorsa, onu göndermek de zor değil. Önemli olan yerine kimin geleceği.. Eee sıra Türkiye’ye gelmişse, İsrail’le bile yakınlaştıktan sonra, Suudiler, Mısır, BM, Sudan, Fas ile de yakınlaşabiliriz yeniden.

Farkında mısınız, bu global çete, 5G ve CoVID, aşı konusunda hemen hepsi sanki seferber olmuş bizi ikna etmeye çalışıyorlar. Tabii bizim üzerimizden İslam ülkelerine pazarlayacaklar bu işi. Karakoyun giderse, akkoyunları peşlerine takmanın zor olmadığını düşünüyorlar.

İlginç değil mi, bu konularda diğer muhalefet partileri, iktidar ile tam bir uyum içinde, hiçbir çatlak ses çıkmıyor, tıpkı İstanbul sözleşmesinde olduğu gibi. Bakın şu son yasa, bu STK’ları da vuracak, yurtdışında çalışan işçilerimizi, esnafımızı da. Dahası bu yasa bu yasayı çıkaranların başına bela olacak. Yine iyi tezgah kurmuşlar, ağuyu altun tas içre sunuyorlar, bal da onun suç ortağı..

CoVID ve 5G konusundaki Türkiye’nin, siyaset, bürokrasi, akademi, STK, Mediası, DSÖ, FDABill Gates ve WEF ile tam bir uyum içinde Great reset cehennemine doğru ilerliyorlar. Tabii Chip, StarlinkNeoralinkGlobal Pass 1-2, önümüze ne koyarlarsa imzalıyoruz.

Gücümüz HDP’ye, FETÖ’ye yetiyor, kertenkelenin kuyruğu ile baş etmeye çalışıyoruz, bunları örgütleyen, yöneten, himaye eden, silahlandıran, saldırtan ABD, CIA, NATO, AB ile dostane ilişkilerimiz aynen devam ediyor. Eee biraz da onlarla ağız dalaşı yapalım, onlar da buna razı zaten.

Ya hu, adamlar “Great reset” diyor, “Yeni Normal” diyor, Starlink’lerle uzayın işgali devam ediyor. Neuralink’ler için chip teknolojisi için çalışmalar tam gaz devam ediyor. mRNA aşılarını bile hemen kabul ediyoruz. Dünya Sağlık Örgütü uzmanları bile gidişattan paniklemiş durumdalar. Global çete tarihin en büyük katliamına hazırlanıyor, bizimkiler Covid’i gözlerine o kadar yaklaştırmışlar ki arkasındaki cehennemi görmüyorlar sanki.

Adamlar Transhumanizm’den söz ediyorlar, biz İHA’lardan, SİHA’lardan bahsediyoruz. Adamlar insansız hava aracı değil, insansız bir dünya tasarlıyor. Geleneksel insanın yerine, cinsiyetsiz Siborgları düşünüyorlar. Biz zaten hemen nüfus cüzdanlarımıza, pasaportumuza “Gender” diye yazdık bile. “Birey”den söz ediyoruz, toplumsal cinsiyeti kabul ettik!? Şimdi  insan, hayvan ve makine arası bir mahluktan söz ediyoruz.. Şunu tartışıyorlar, “Bu insan türü tarihin son insan türü” olacak. Çünkü “Tarihin sonu” bugün onlar için. Artık askere, polise, öğretmene, şoföre, avukata, doktora gerek yok. Daha birçok sektörde Humanoidler çalışacak.

Korkarım bu gidişle kendi cehennemimize kendi sırtımızda odun taşımaya devam ediyoruz. “Tecdid-i nikah” ve “tecdidi iman” eden bir sufi gibi, sanki içimize sızarak bizi ifsada çalışan birileri BM’ye, ABD’ye, AB’ye, NATO’ya, FED’e, LIBOR’a, DSÖ’ye, FDA’ya, IMF’ye, FAO’ya, WB’a “arz-ı ihlas” ile sadakat yemini etmemizi istiyor FETÖ’nün efendileri sanki! Ve içimizden de bir sürü gönüllü gece gündüz bunun için çalışıyor. Kafalarını batılı efendilere kiralayan birileri, “Arzı ihlas” edersek, bu “Şeytanın efendileri”ne bizi bağışlayacaklarını ve ödüllendireceklerini umuyor sanki aramızdan bazıları. Bilmem bu durumu daha açık nasıl anlatabilirim. Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım. Ya Rab! Sana sığındım. Beni; nefsini ve aklını insan Şeytanlarına satan, siyasi emellerini onların emelleri ile tevhid edenler ve şahsi menfaatlerini onların menfaatleri ile tevhid ederek onlara tabi olanlar hariç, Ademoğlullarını bu beladan koru. Bize Hakkı Hak, batılı batıl göster, hakta toplanmamızı nasib et. Bizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl. Bizim ellerimizle zalimleri cezalandır ve mazlumlara yardım et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Mekerallah! Selâm ve dua ile.

 

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)