Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

24 Mayıs 2013 Cuma

Şeyh Suheymî ve el-Elbânî'nin Video Hakkında Fetvaları



Şeyh Suheymi : « Video kaydı çekenler hakkında »

Soru : Kardeşlerden biri soruyor, sizi video kaydına çekecek olursak bizleri bağışlarmısınız?

Şeyh Suheymi : Hayır !
Hayır ! Onu (asla) bağışlamam ! Hiç bir zaman video kaydı çekilmesine izin vermem !
(Ruh olan) bir şeyin resmini çekmek ancak (büyük) zarûret halinde caiz olabilir.
Onu (asla) affetmem ! Ve eğer beni çekecek olursa ona beddua ederim !


Şeyh el-Elbânî : « Video çekimi hakkında »

Soru : Video kaydı çeken kişi, örneğin bu ilim meclisini videoya çeken kişi, Avrupada olan kardeşlerimize ne söyleyebiliriz? Video kaydı çektikleri için mazeretlimidirler?

Şeyh el-Elbânî : Allah'a sığınırım ! Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım!
Video (ruh taşıyan) resimlerle oluşuyor mu, oluşmuyor mu?
Öğrenci: Evet.
Şeyh el-Elbânî : Video resim (suret/musavvir) olarak adlandırılıyor mu, adlandırılmıyor mu?
Öğrenci: Resim olarak adlandırılır!
Şeyh el-Elbânî : Burda bitiriyoruz.


23 Mayıs 2013 Perşembe

Sahih Bir Hadisi İnkar Etmek de Rasule İftiradır!

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, mütevatir olarak nakledilen hadisinde: "Kim benim adıma kasten yalan söylerse cehennemde oturacağı yerini hazırlasın" buyurmuştur.
 
Bu hadis, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem adına hadis uydurmanın tehlikesini ifade ettiği kadar, kendisine sahih yolla, güvenilir raviler kanalıyla ulaşan bir hadisi inkar etmenin tehlikesini de bildirmektedir. Zira böyle bir hadisi inkar eden kimse: "Bunu rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem söylemedi" diyerek, O'nun adına yalan söylemiş olmaktadır!
 
"Bir takım kimseler) "Allah'a ve Peygambere îman ve itaat ettik" derler; sonra da onlardan bir gurup, bunun ardından yüz çevirir. Bunlar mü'min değillerdir." (Nur 47)
 
"Peygamberi kendi aranızda çağırmayı, birbirinizi çağırmakla bir tutmayın. Allah, içinizden birbiri arkasına gizlice sıvışanları elbette bilmektedir. Bu itibarla, O'nun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belânın gelmesinden, yahut acı bir azaba uğramaktan sakınsınlar." (Nur 63)

14 Mayıs 2013 Salı

Şalvar Giymek


Alimlerin ittifakıyla şalvar giymek caizdir. Burada aslolan bunun caiz olmasıdır. İbn Abbas radıyallahu anhuma Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
İzar bulamayan şalvar giysin. Ayakkabı bulamayan mest giysin.” (Buhari 1841, 5804) Nesâî (2672) İbn Mace (2931)
Bu şalvarın avreti belirtmeyecek şekilde olması gerekir. Eğer bu şekilde bol değilse üzerine avreti örten uzun gömlek (kamis) giymek gerekir. Nitekim Ebu Umame radıyallahu anh şöyle demiştir:
“Dedik ki; ey Allah’ın rasulü! Kitap ehli şalvar giyiyor, izar giymiyorlar.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
Şalvar da giyin, izar da giyin. Kitap ehline muhalefet edin.” (Ahmed (5/264) Taberani (Mecmau’z-Zevaid 5/121) sahihtir.
Ummu Seleme radıyallahu anha’dan: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in en sevdiği elbise kamis (entari) idi.” (Tirmizi (1762, 1763) Ebu Davud (4025) Nesai, Sunenu’l-Kubra (9668) Ebu Ya’la (7014) Beyhaki (2/239) hasendir.
Çünkü entari azaları izar ve ridadan (gömlekten) daha iyi örtücüdür.

Sarık Sarmak Müstehaptır

Cabir radıyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Fetih günü Mekke’ye girerken üzerinde siyah bir sarık vardı.” (Muslim (1358) Tirmizi (1735) Nesai (2869) Ebu Davud (4076) İbn Mace (2822) sahihtir.
Sarığın ucunu iki omuz arasına sarkıtmak müstehaptır. Amr b. Hureys radıyallahu anh şöyle demiştir: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bakar gibiyim; minber üzerinde idi, siyah bir sarığı vardı. Ucunu sırtından iki omuzu arasına sarkıtmıştı.” (Muslim (1359) İbn Mace (2821)
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sarık sardığı zaman ucunu iki omuzu arasına sarkıtırdı.” (Tirmizi (1763) İbn Hibban (6397) Taberani (12/379) hasen ligayrihi.)

Yüzden Kıl Almak mı Yoksa Kaş Almak mı Yasaklanmıştır?


4 Mayıs 2013 Cumartesi

Bid'at Ehlini Reddetmek Cihaddır!


Bid'at ve sapıklık ehlini reddetmek; tagutu reddetmektir ve en üstün cihaddandır.


  el-Mikdad b. el-Esved radıyallahu anh rivayet ediyor:  “Allah’a yemin olsun, Allah, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i peygamberlerini gönderdiği fetret ve cahiliye dönemleri içinde en şiddetli olanında gönderdi. Putlara ibadetten daha üstün bir din görmüyorlardı. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem hak ile batılın, baba ile evladının ayırıcısı olarak geldi. Öyle ki kişi babasının, çocuğunun veya kardeşinin kâfir olduğunu görüyordu. Nitekim Allah onun kalbindeki kilidi imana açmıştı. O halde ölse cehenneme gireceğini biliyordu. Sevdiği kimse cehennemlik iken sevinemezdi. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve nesillerimizden gözlerimizin bebeği iyi insanlar ihsan et.” (Furkan 74)" (Ahmed (6/2-3) El-Elbani es-Sahiha (2823)>
Şeyh el-Elbani bu hadisin açıklamasında şöyle der: “Bu hadiste ayrımın bizzat kınanmış olmadığına açık bir delil vardır. Bazı insanlar, Kitap ve sünnete davetten ve Kitap ile sünnete muhalif sonradan çıkarılan şeylerden sakındırılmasından nefret ettirerek bunun vaktinin gelmediğini gerekçe gösteriyorlar. Bu davetin insanları uzaklaştırdığını ve insanların aralarını ayırdığını iddia etmeleri hak davet konusunda büyük bir cahilliktir. Her zaman ve her yerde bu davetin karşısındaki muhalefet ve çekişmeler, Allah Teâla’nın halk üzerindeki sünnetidir. Allah’ın sünnetinde değişiklik olmaz. “Eğer Rabbın dileseydi, insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa işte ihtilaf edip durmaktadırlar. Ancak Rabbının merhamet ettikleri, (bu ihtilaftan) istisna teşkil ederler” (Hud 118-119) (es-Sahiha 6/322)
Bilmek gerekir ki, cerh ve ta’dil ile sapıklık ve bid’at ehlini reddetmek ilimlerin en şereflisi ve en gereklisidir. Zira hak batıldan; sünnet, bid’atten ve sünnet ehli, bid’at ehli olandan bu sayede ayrılır. Nitekim seleften ilim ehli bid’at ehlini reddetmişler, onların kusurlarını ve batıllarını açıklamışlar, bu konuda birçok kitaplar telif etmişlerdir. Öyle ki bu husus, her zaman ve her mekanda bid’at ehlini reddeden Ehl-i Sünnet alimlerinin menheci olmuştur. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sonradan ge­len her bir neslin arasından bu ilmi adaletli olanları yüklenip taşır. Bunlar aşırı gidenlerin tahriflerini, batıl ehlinin sahiplenmelerini ve cahillerin yanlış tevillerini bertaraf ederler." İbnul Vezir el-Yemanî Ravzu’l-Basim (1/21-23) Elbani; Tahricu’l-Mişkat (1/82-83/248)
Bu, usulü ve kaideleri olan bir ilimdir. Bunu ancak alimler yerine getirmişlerdir. Bizler onlardan nakleden ve onların menhecinde yürüyerek onların izlerine uyan kimseleriz. Allah’tan başarı ve sebat dileriz. Bu husus, iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak kapsamında olup Allah yolunda cihaddandır.
Cerh ve ta’dil ilmi iki kısma ayrılır. Hadislerin ravileri ve isnadları hakkındaki cerh ve ta’dil ilmi hususunda kitaplar yazılmış ve ravilerin durumları açıklanmıştır. İkinci kısmı ise bid’at ve sapıklık ehlini red ile şahitlikler hakkındaki cerh ve ta’dil ilmidir ki kıyamet gününe kadar devam edecektir.
Allah Azze ve Celle, Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’i hidayet ve hak din ile göndermiş, sahabeler de tertemiz hak üzere O’na tabi olmuşlardır. Sonra Kitap ve Sünnete muhalif olan bid’at fırkaları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunun üzerine sahabeler onları reddederek karşı çıkmışlar, onların batıllarını açıklamışlar ve onlardan sakındırmışlardır. Salih selef ve onlara en güzel şekilde tabi olanlar da onların yolunda devam etmişler, birisi çıkıp din hakkında ilimsiz olarak konuştuğunda onu reddetmiş ve ondan sakındırmışlardır. Bu Allah için ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem için nasihattir.
Muhalifi reddetmek Ehl-i Sünnet akidesinin esaslarındandır. Bu, iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamaktır. Kitap ve sünnete muhalefet eden, bid’at ve sapıklıkları yayanlara karşı nasıl sükut edilebilir? İlim ehli, Ehl-i sünnetten ve ilim ehlinden biri olsa dahi, reddedilip yanlışının açıklanması gerektiğinde, kitap ve sünnete muhalefet eden herkesi reddetmeye devam etmişlerdir. Peki ya ehl-i sünnetten ve ilim ehlinden olmayan kimselerin, hatta Allah’a davet kapısını cehaletle ve zulümle tıkayan, haramı helal, helali haram sayan, bid’atleri yayarak hak davete karşı kafa tutanları reddetmemek nasıl düşünülebilir? Böylesini reddetmek daha önceliklidir ve dinen farzdır. Batıl hakkında sükut etmek ise ilmi gizlemektir. Şayet hata yapan ve cehaletiyle davete engel olan herkese karşı susulsa ve yanlışı açıklanmasa ortam kaosa döner ve herkes din hakkında konuşmaya başlar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten yasaklayan bir ümmet bulunsun.”
İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın.”
Asr'a yemin ederim ki, insan muhakkak hüsrandadır. Ancak îman edenler, sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler böyle değildir.”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Din nasihattir” Sahabeler: “Kimin için?” dediler. Buyurdu ki: “Allah için, Kitabı için, rasulü için, müslümanların imamları ve geneli için” Müslim (iman 95)
Sizden biriniz kendisi için istediği şeyi kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” (Buhari 13) Muslim (iman 71)
Sizden her kim bir münker görürse eliyle değiştirsin, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle. Bu ise imanın en zayıfıdır.” (Muslim iman 78)
Adiy b. Hâtim radıyallahu anh’den: “Bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında hutbe verdi ve şöyle dedi: “Kim Allah’a ve rasulüne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim de bu ikisine isyan ederse sapmıştır” Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sen ne kötü bir hatipsin. “Kim de Allaha ve rasulüne isyan ederse” de.” Muslim (Cuma 48)
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Bir adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve bir mesele hakkında konuştu. O sırada: “Allah ve sen dilersen” dedi. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Beni Allah’a ortak mı koştun! Yalnız Allah dilerse demelisin.” (Ahmed no:1839) Buhari Edebu’l-Mufred (783) Nesai Sunenu’l-Kubra (10759) ve başkaları rivayet etmişler, Şeyh el-Elbani sahih demiştir. es-Sahiha (139)
Ebu Vakıd el-Leysi radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Huneyn gazasına giderken müşriklerin çevresinde toplandıkları, “Zatu envat” dedikleri üzerine silah ve diğer eşyalarını astıkları bir ağaca uğradı. Müşrikler topluca onun çevresinde oturuyorlardı. Sahabeler dediler ki: “Ey Allah’ın Rasulu müşriklerin olduğu gibi bizim de bir “Zatu envat”ımız olsa iyi olmaz mı? Bize de böyle bir yer seç?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Subhanallah! Bu sizin dediğiniz kardeşim Musa’nın kavminin dediğine benzer. Onlar da “Ey Musa! Müşriklerin ilahları olduğu gibi bizim için de ilahlar edin” dediler. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizden öncekilerin adetlerini birer birer işleyeceksiniz." (Tirmizi (2180) Ebu Ya’la (3/30) Ahmed (5/218) İbn Hibban (15/95) Taberani (3/244)
 Amr b. Yahyâ’dan: Babamı, babasından (naklen) şöyle rivayet ederken duydum: (Babam) dedi ki: "Sabah namazından önce Abdullah b. Mes'ûd'un kapısının önünde otururduk. Çıktığında, onunla beraber mescide giderdik. Neyse (bir gün) Ebû Mûsâ el-Eş'arî yanımıza geldi ve: "Ebû Abdirrahman (Abdullah b. Mes’ûd) şimdiye kadar yanınıza çıktı mı?" dedi. "Hayır" dedik. O da bizimle beraber oturdu. Nihayet (Abdullah) çıktı. Çıkınca toptan ona ayağa kalktık. Sonra Ebû Mûsâ ona şöyle dedi: "Ey Ebû Abdirrahman! Biraz önce mescidde yadırgadığın bir durum gördüm. Ama yine de, Allah'a hamd olsun, hayırdan başka bir şey görmüş değilim. (Abdullah): "Nedir o?" diye sordu. O da; "Yaşarsan birazdan göreceksin" dedi (ve) şöyle devam etti:
"Mescidde halkalar halinde, oturmuş, namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkada (idareci) bir adam, (halkadakilerin) ellerinde de çakıl taşları var. (İdareci): "Yüz defa Allahu ekber deyin" diyor, onlar da yüz defa Allahu Ekber diyorlar. Sonra, yüz defa La ilahe illallah, deyin diyor, onlar da yüz defa La ilahe illallah diyorlar. Yüz defa Subhânallah deyin diyor, onlar da yüz defa Subhânallah diyorlar."
 "Peki, onlara ne dedin?" dedi. "Senin görüşünü bekleyerek -veya "senin emrini bekleyerek"- onlara bir şey söylemedim." dedi. Dedi ki; "Onlara kötülüklerini sayıp (hesap etmelerini) emretseydin ve (bununla) iyiliklerinden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine dair onlara güvence verseydin ya!" Sonra gitti, biz de onunla beraber gittik. Nihayet o, bu halkalardan birine geldi, başlarında durdu ve şöyle dedi: "Bu, yaptığınızı gördüğüm şey nedir?"
Dediler ki; "Ey Ebû Abdirrahman! (Bunlar) çakıl taşları. Onlarla Allahu Ekber, La ilahe illallah ve Subhânallah deyişleri sayıyoruz." (Bunun üzerine Abdullah b. Mes'ûd) dedi ki; "Artık kötülüklerinizi sayıp (hesap edin)! Ben, iyiliklerinizden hiç bir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim. Yazıklar olsun size ey Muhammed ümmeti! Ne çabuk helâk oldunuz! Peygamberinizin -salallahu aleyhi ve sellem- şu sahabesi (içinizde hâlâ) bolca bulunmakta. İşte onun elbiseleri, (henüz) eskimemiş; kapları, (henüz) kırılmamış. Canım elinde olan (Allah'a) yemin olsun ki, sizler kesinlikle (ya) Muhammed'in dininden daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz (-ki bu imkânsızdır) veya bir sapıklık kapısı açmaktasınız."
Onlar; "Vallahi, Ey Ebû Abdirrahman, biz, başka bir şey değil, sadece hayrı (elde etmeyi) istedik" dediler.
(O da) şöyle karşılık verdi; "Hayrı (elde etmek) isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde edemeyeceklerdir. Rasûlullah -salallahu aleyhi ve sellem- bize haber vermişti ki; “Kur'an'ı okuyacak olan bir topluluğun (bu okuyuşları sadece dilde kalacak), onların köprücük kemiklerini ileriye geçmeyecek.” (hadisin bu kısmı hakkında;bkz.: Muslim (1/663); İbn Mâce (1/59); Ahmed (1/380, 404).el-Elbânî, es-Sahîha (2005). Vallahi, bilmiyorum, belki onların çoğu sizdendir." Sonra (Abdullah) onlardan yüz çevirdi. (Amr b. Yahya'nın dedesi) Amr b. Seleme, bundan sonra şöyle dedi: “Bu halkalardaki (insanların) çoğunu, en-Nehrevân olayında, Haricîlerin yanında bize karşı vuruşurken gördük." (Bu rivayet İbn Mes’ud radıyallahu anh’den birçok rivayet yoluyla gelmiştir. Bkz.: Darimi (1/79). Abdurrazzak (5408-5409); Ahmed, Zühd (2116); Taberânî (9/125-128 no: 8628-8639); İbn Vaddah, el-Bid’a (s.8-13 no: 9-24); Ebû Nuaym, el-Hilye (4/380-381); Ziyâ el-Makdisî, İttibau’s-Sunen (s.1); Eslem b. Sehl Bahşel, Tarihu Vasıt (s.198); Ebû Şâme el-Bâis (s.14); Suyuti el-Emru Bi’l-İttiba (s.83) İbnu’l-Cevzi Telbîsu İblîs (s.17). Heysemî, Mecmau'z-Zevâ'id’de (1/181); el-Elbânî, es-Sahîha’da (5/4) ve et-Tarhûni, Kâsımî’nin Cem’u’l-Fevâid adlı eserinin tahkikinde (s.9) sahih demişlerdir.
Bunlar ve sözün uzamaması için terk ettiğimiz daha başka pekçok deliller, hatanın reddedilmesinin ve muhalife karşı çıkmanın farz olduğunu göstermektedir. Bu konuda esas; iyiliği emretmeyi ve kötülüğü yasaklamayı emreden naslardır.
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Sünneti emretmek ve bid’ati yasaklamak iyiliği emir ve kötülüğü yasaklamaktır ve bu salih amellerinden en üstünlerindendir…”
Yine İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Birisi Ahmed b. Hanbel’e şöyle dedi: “Bana; “Filan kimse şöyledir, falan kimse böyledir” demek ağır geliyor.” Bunun üzerine Ahmed dedi ki: “Sen susarsan, ben susarsam cahil kimse sahih ile sahih olmayanı nasıl bilecek?” Hata eden veya yalan söyleyen hadis ravileri hakkında konuşulmasında olduğu gibi,  dinin özel ve genel maslahatları hakkında nasihat de farzdır.
Yahya b. Said rahimehullah şöyle demiştir: “Malik, Sevrî, Leys b. Sa’d ve el-Evzâî’ye hadis hususunda itham edilen bir kimse hakkında sordum. Hepsi de: “Onun durumunu açıkla” dediler.
“Bid’at önderleri ile kitap ve sünnete aykırı görüş ve amel sahipleri de böyledir. Onların durumlarını açıklamak ve ümmeti onlardan sakındırmak müslümanların ittifakı ile farzdır. Hatta Ahmed b. Hanbel’e şöyle denilmiştir: “Oruç tutan, namaz kılan ve itikaf yapan birisi mi yoksa bid’at ehli hakkında konuşan biri mi sana daha sevimlidir?” İmam Ahmed rahimehullah dedi ki: “Eğer namaz kılar, oruç tutar ve itikaf yaparsa bunlar ancak kendisi içindir. Ama bid’at ehli hakkında konuşan müslümanların yararına bir iş yapmıştır ve bu daha faziletlidir.” (Mecmuu’l-Fetava 4/110, 28/231-232)
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Böylece İmam Ahmed bunun müslümanların geneli ve dinleri hakkında faydalı olduğunu, bunun Allah yolunda cihaddan olduğunu açıklamıştır. Zira Allah’ın yolunun, dininin, menhecinin ve şeriatinin bu bozguncu düşmanlardan temizlenmesi, müslümanların ittifakıyla farz-ı kifayedir. Şayet Allah, bunu yerine getiren kimseler vesilesiyle o kimselerin zararını def etmeseydi elbette din ifsat olurdu. Dinin ifsat olması, düşmanın ve harp ehlinin istila etmesinden daha büyük bir fesattır. Zira onlar toprakları istila ettikleri zaman kendilerine uymayanların kalplerini ve o kalplerde olan dinleri bozamazlar. Ama bunlar öncelikle kalpleri bozarlar.”
Bu yüzden imamlarımız selefin menhecinden sapmış kimselere yağcılık yapanlardan daha fakih idiler. Hatta onların cihadını iki cihaddan en büyük olanı olarak görmüşlerdir. Nitekim Buhari ve Muslim’in şeyhi olan Yahya b. Yahya rahimehullah şöyle demiştir: “Sünneti savunmak Allah yolunda en üstün cihaddır” Muhammed b. Yahya dedi ki: “Ben Yahya’ya: “Kişi malını infak ediyor, cihadda kendisini yoruyor, bundan da mı üstün?” dedim. O dedi ki: “Evet, hem de çok üstün.” (Bunu, Nasr b. Zekeriyya – Muhammed b. Yahya ez-Zuhli – Yahya b. Yahya isnadıyla Herevî rivayet etmiştir. Siyeru Alami’n-Nubela (10/51)
Buhari’nin şeyhi el-Humeydi şöyle demiştir: “Vallahi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini reddeden şu kimselerle savaşmam benim için türklerden olan birçok kimse ile savaşmaktan daha sevimlidir.” Burada Türkler ile o sırada kafir olan Türkleri kasdetmiştir. Nitekim bu ifadenin benzeri el-Humeydi’nin tabakasından üstte de mevcuttur. Asım b. Şumeyh şöyle demiştir: “Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’ı yaşlanmış ve eli titrer halde gördüm. Şöyle diyordu: “Haricilerle savaşmak benim için türklerden birçok kimse ile savaşmaktan daha değerlidir.”
Bu yüzden İbn Hubeyre, Ebu Said radıyallahu anh’ın Haricilerle savaş hakkındaki hadisi hakkında şöyle demiştir: “Hadiste haricilerle savaşmanın, müşriklerle savaşmaktan öncelikli olduğu geçmektedir. Bunun hikmeti onlarla savaşmanın İslam’ın temel sermayesi, şirk ehliyle savaşmanın ise kazanç olmasıdır. Sermayenin korunması daha önceliklidir.”
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam rahimehullah şöyle demiştir: “Sünnete sarılan kor avuçlamış gibidir. Bugün bana göre bu, Allah yolunda kılıç vurmaktan daha faziletlidir.” (Tarihu Bağdad (12/410)
İbnu’l-Kayyım şöyle demiştir: “Hüccet ile cihad ve dil ile cihad, kılıçla ve dişlerle cihaddan önceliklidir.”
Bu yüzden bid’at ehlinin reddedilmesi, onların utandırılması ve batıllarının açıklanması ilmin gereğidir. Bid’at ve sapıklık hakkında susmak ise din ve dünya hakkında münker ve bâtılın yayılması karşısında sükut etmektir. Bunun için bu ilim, dinin korunmasında en önemli ve pekiştirilmiş farzlardan birisidir.
Nitekim Sahabeler radıyallahu anhum ve onların yolunda yürüyen tabiin ve din imamları bu farzı idrak etmiş ve hakkıyla uygulamışlardır. Hafız Ebu Hatim b. Hibban el-Bustî rahimehullah şöyle demiştir: “Bu ilmin süvarileri müslümanlar için dini koruyanlar ve onları dosdoğru yola iletenlerdir. Onlar şehirlerde sünnetleri talep yolunda çölleri ve çorak arazileri aşmayı, uzun yolculuklara çıkmayı ve birçok ülkelerde dolaşmayı, yurtlarında ve vatanlarında nimetlenmeye tercih etmişlerdir. Hatta sünnetlere saptırıcı bir kimsenin saptırması girmesin diye, bir tek hadis ve tek bir kelime için günler süren fersahlarca uzak yollara gitmişlerdir. Onlar bunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini yalandan korumak ve dine destek olmak için yapmışlardır.” (el-Mecruhin 1/27)
Hak ile batılın mücadelesinin kıyamet gününe kadar süreceği bilinen bir durumdur. Bu durumda sahabe radıyallahu anhum’un, tabiinin ve din imamlarının; şeriat-ı Muhammediyye’yi aşırıların tahriflerinden, batıl ehlinin sahiplenmelerinden ve cahillerin tevilinden koruma ve dini safiyetiyle muhafaza etme menhecinde devam etmek, bununla beraber Allah’ın farz kıldığı; halk için hakkı açıklayıp batılı reddetme görevini yerine getirmek kaçınılmaz bir zorunluluktur.
İbn Kayyım Medaricu’s-Salikin’de (1/372) şöyle demiştir: “Selef, bidat önderlerine şiddetle karşı çıkmışlar, bidat ehlini her yerde yüksek sesle ilan etmişler, onların fitnelerinden şiddetle sakındırmışlar, kötülük, zulüm ve düşmanlıklara karşı çıktıklarından daha fazlasıyla bidat ehline karşı çıkmışlardır. Çünkü bidatlerin zararı ve dini yıkması daha şiddetlidir.”
Hidayetu’l-Hiyara’da ise (s.10) şöyle demiştir: “Allah’ın kitabına ve rasulüne hakaret edenleri reddetmek, onlarla delil ve açıklamayla, dişler ve kılıçla, kalp ve gönülle cihad etmek, Allah’ın kulları üzerindeki hakkındandır. Bundan ötesinde ise hardal tanesi kadar iman yoktur.”
Allame İbn Muflih, el-Adabu’ş-Şer’iyye kitabında (1/230) şu şekilde başlık açmıştır: “Bidatleri ve sapıklıkları iptal etmenin ve bunların batıl oluşuna dair hüccet ikamesinin farz oluşu” Sonra şöyle demiştir: “Nihayetu’l-Mubtediîn’de şöyle denilmektedir: “Saptırıcı bid’atlere karşı çıkılması ve bunların batıl oluşunun açıklanması, bu bidatlerin sahiplerinin kötülüklerinin açıklanması ve reddedilmesi farzdır. Kötülüğe karşı çıkmak için sultana şikayet edebilen eder. Eğer onun karşı çıkmayacağından endişe ederse kendisi karşı çıkar.”
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Dinin düşmanların iki türdür: kafirler ve münafıklar. Allah, nebisine her iki grupla da cihad etmesini emrederek şöyle buyurmuştur: “Kafirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara sert davran” (Tevbe 73) zira Münafık toplulukları kitaba aykırı bid’atler çıkarmakta ve insanlara onu karışık göstermektedirler. İnsanlar kitabın bozulması ve dinin değiştirilmesini fark edemiyorlar. Nitekim bizden önceki kitap ehlinin dini, o dinin mensuplarının karşı çıkmadıkları tebdiller (dinde değişiklikler) ile bozulmuştu. Bidatçi topluluklar münafıklar olmasalar da münafıkları dinlemişler ve durumları onlara karışık gelmiş, onların kitaba aykırı sözlerini hak zannetmişler ve böylece münafıkların bidatlerine davet eden kimseler haline gelmiştir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Eğer sizinle birlikte (savaşa) çıksalardı sizi bozmaktan başka bir işe yaramazlar, içinizde fitne çıkarmak için hemen aranıza sokulurlardı; zira içinizde onlara kulak veren kimseler vardı. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.” (Tevbe 47)

Yine onların durumlarını açıklamak zorunludur. Hatta onların fitnesi daha büyüktür. Zira onlarda, kendilerine dostluk gösterilmesini gerektiren iman vardır fakat münafıkların dini bozmak için çıkardıkları bidatlere girmişlerdir. Bu bidatlerden sakındırılması zorunludur. Bu husus onların isimlerini ve şahıslarını zikretmeyi de gerektirebilir. Hatta şayet bu bidatleri bir münafıktan almış olmasalar da bunların dinden olduğu için hidayet ve iyilik olduğunu söylerler.  Şayet durum böyle olmasaydı bile yine onun açıklanması gerekirdi. Bu yüzden hadis ve rivayet hususunda hata eden, görüş ve fetva hususunda hata eden ve zühd ve ibadet hususunda hata kimselerin durumlarını açıklamak farzdır. Hata eden kişi hatası bağışlanmış ve içtihadından dolayı ecir almış bir müçtehit dahi olsa durum böyledir. Kişinin kendisi söz ve ameliyle muhalefet etse dahi, Kitap ve sünnetin delalet ettiği söz ve ameli açıklamak zorundadır.” İbn Teymiyye el-Fetava 28/231-232)

İbnu’l-Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “Kalplerin iki kalbe döndüğünü açıkladıktan sonra; bir kalp Allah’ı isimleri ve sıfatlarıyla bilir, bunları Allah Azze ve Celle’nin muradına göre tahrifsiz, ta’tilsiz, tekyifsiz ve temsilsiz olarak ispat eder. Bir kalp de şüphe, tartışma ve kelam ile doludur, bunları bilmeye itiraz eder ve tahrif eder. Bu kimse ehli hadis tarafından tekfir edilir, bidatçi ve sapık görülür. Bu yüzden Allah’ın sıfatlarını cisimleştirme ve benzetme yaparak ispat etmeye kalkar. Bu ikinci kalp hakkında şöyle denir: Bundan ve imanda bunun benzerlerinden büyük bir musibet yoktur. Kur’an ve sünnete karşı ondan kötü suç yoktur. Kalp, el ve dil ile buna karşı cihad etmek Rahman’ın en sevdiği ameldir. Bu mizanda en ağır gelecek olan cihaddır.  Hüccet ve dil ile yapılan cihad, kılıç ve dişlerle yapılan cihaddan önceliklidir. Bu yüzden Allah Teâlâ el ile cihadın olmadığı Mekke döneminde inen surelerde, sakındırarak ve kınayarak şöyle buyurmuştur: “Kafirlere itaat etme ve onlara karşı büyük bir cihad ver.” (Furkan 52) Allah Teâlâ müslümanların arasında yaşamalarına rağmen münafıklarla cihad edilmesini ve onlara sert davranılmasını emretmiştir: “Ey nebi! Kafirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir ki, o ne kötü varış yeridir” (Tevbe 73) İlim ve hüccet ile cihad, nebilerin, rasullerin ve Allah’ın hidayet ve başarıya tahsis ettiği seçkin kullarının cihadıdır.

Kalemlerin en şereflisi bidat ve sapıklık ehlini reddetme kalemidir.

İbnu’l-Kayyım rahimehullah, kalemlerin türlerini açıklarken şöyle demiştir: “On ikinci kalem; kapsamlı kalemdir. Bu, batıl ehlini reddeden ve sünneti yücelten kalemdir. Batıl ehlinin batıllarını farklı türleri ve cinslerine göre ortaya çıkarır, onların çelişkilerini ve haktan çıkıp batıla girişlerini açıklar. İşte bu kalem, kalemler arasında  tıpkı insanlar arasındaki krallar gibidir. Bu kalemin sahipleri Rasul ile gelenlerle desteklenen hüccet ehlidir. Rasulün düşmanlarına karşı harbeder. Onlar Allah’a hikmet ve güzel öğütle davet ederler. Allah’ın yolundan cedel ve tartışma türleriyle çıkanlarla mücadele ederler. Bu kalemin sahipleri her batıl ehliyle savaşırlar ve rasule muhalefet eden herkesin düşmanıdırlar. Onların yeri başka, diğer kalem sahiplerinin yeri başkadır.” (et-Tıbyan Fi Aksami’l-Kur’an s.132)

Abdulaziz Alu’ş-Şeyh’in fetvası:

Soru: “Şöyle diyen kimse hakkında ne dersiniz: Bidat ve sapıklık ehlini reddetmek, selefin üzerinde durdukları şeylerden değildi. Reddiyeler yazmışlarsa da bunların ilim talebelerinden başkasına yayılması uygun değildir”

Cevap: Bidat ehline reddiye vermek Allah yolunda cihaddandır ve dine dinden olmayan şeylerin yapışmasını önlemektendir. Bu konuda kitaplar basılması ve dağıtılması hak davet ve Allah yolunda cihaddir. Bidatçileri reddetmek için kitaplar basmanın ve dağıtmanın sonradan çıkma bidat olduğunu iddia eden hatalıdır. Zira Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Ey Nebi! Kafirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara sert davran” (Tevbe 73) Cihad el ile, dil ile ve mal ile olur. Dil ile cihad; bu dini her türlü şüphe ve batıllardan savunmak ve himaye etmektir. Bidatlerden sakındırma ve hakka davet etmek de böyledir. Bu yüzden İmam Ahmed ve başkaları bidatçilerden sakındırdıkları kitaplar yazmışlardır. İmam Ahmed er-Reddu Ale’z-Zenadika risalesini yazmış, onların şüphelerini açıklamış ve herbirine cevap vermiştir. Buhari rahimehullah Halku Ef’ali’l-İbad kitabını yazmış, diğer islam imamları da bidatçileri reddetmek, batıllarını çürütmek ve aleyhlerine hucceti ikame etmek için kitaplar telif etmişlerdir. Aynı şekilde Şeyhulislam İbn Teymiyye, Rafizilere “Minhacu’s-Sunneti’n-Nebeviyye Fi Nakdi Kelami’ş-Şia ve’l-Kaderiye” kitabını yazmış ve onların batıl ve sapıklıklarını açıklamıştır.” (Ceridetu’r-Riyadi’s-Suudiyye, 4 Muharrem 1424 Cuma sayı: 12674, Fetava’l-Muhimme Fi Tabsiri’l-Umme’den)
Ebu Muaz

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)