Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

21 Haziran 2019 Cuma

Alimleri Taklid Ederek Oy Kullanmaya Cevaz Veren Zındıklara Uyarı!

 Şeyh el-Elbani’nin Oy Kullanma Konusundaki Görüşünden Dönüş Yapması
Tercüme: Şeyh Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
El-Elbani rahimehullah “iki zarardan hafif olanını seçmek” iddiasıyla Cezair’deki seçimlerde oy kullanmaya cevaz içeren bir fetva vermişti. İmam Mukbil b. Hadi el-Vadiî rahimehullah onun ve başkalarının seçimlerde oy kullanmaya dair fetvalarını hatalı buldu ve ümmete zarardan başka bir şey artırmayacak olan bu fetvadan dönüş yapmaları için onlara nasihat içeren mektup göndereceğini vaad etti.
Müceddid imam Mukbil b. Hâdi el-Vadiî rahimehullah dedi ki: “Bu fetva bana ulaşınca Şeyh el-Elbani’ye: “Seçimlerde oy kullanmayı nasıl mubah görebildin?” dedim. O da dedi ki: “Ben mubah görmüyorum. Lakin bu iki zarardan hafif olanını işlemek babındandır.”
Bakalım Cezayirde iki zarardan hafifi mi meydana geldi yoksa en büyük zarar mı meydana geldi? Ebu Hanife’nin biyografisini okuyun! Âlimlerimizin re’y (şahsi görüş) ve istihsan’dan yasakladıklarını bulacaksınız. Onlar bunu Mu’tezilelik ve Cehmileşme yolu olarak görüyorlardı. Şeyh el-Elbani’nin fetvasına gelince, eskiden beri buna tutunuyorlar! Şeyh İbn Useymin’e gelince onun durumu daha şaşırtıcı! Grupları ve cemaatleri haram görüyor, sonra da daha tehlikeli olan, demokrasinin vesilesi olan seçimlerde oy kullanmayı mubah görüyor!
Ben bu karıştırıcılara (hizipçileri kastediyor) diyorum ki: “Bu şeyhler görüşlerinden dönseler sizler de dönecek misiniz yoksa dönmeyecek misiniz? Deriz ki: Biz taklidi haram görüyoruz. Ne Şeyh el-Elbani’yi, ne Şeyh İbn Baz’ı, ne de Şeyh İbn Useymin’i taklid etmemiz caizdir! Muhakkak ki Allah Teâlâ Kerim Kitab’ında şöyle buyurur:
Size rabbinizden indirilene tabi olun. O’nun dışında dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz?!” (A’raf 3)
İlmin bulunmayan şeyin ardına düşme” (İsra 36)
Ehl-i Sünnet taklit etmez! Sonra bu şeyhlere de deriz ki: “Bu fetvanız gerçekten çok tehlikelidir. Sizler bilmiyor musunuz ki, Bush (Allah onu rezil etsin) Amerika başkanı iken şöyle diyordu: “Suudi Arabistan ve Kuveyt demokrasiyi uygulamadılar.” Bu yüzden bu şeyhlerin derhal bu fetvalarından dönmeleri gerekir. Ben sizi şahit tutuyorum ki benim kitaplarımdan, ses kasetlerimden veya Allah Azze ve Celle’ye davetimden herhangi bir şeyde bir hatam var ise ondan dönerim! Gönlüm rahat bir şekilde dönüş yaparım! Şeyhlerin bu fetvadan dönüş yapmaları bir tercih meselesi değil, bilakis vaciptir!  Çünkü onlar Yemen’de neler olduğunu bilmiyorlar! Millet meclisinde neler döndüğünü, seçimler sebebiyle nasıl kötülükler meydana geldiğini bilmiyorlar! Seçimler sebebiyle çarpışmalar, cinayetler olmakta, kadınlar açılıp saçılarak (teberrüc ederek) çıkmakta, seçimler için kadınların resimleri çekilmekte, seçimler sebebiyle kitap, sünnet ve din; küfürle eşit görülmektedir. Bu seçimlerde oy kullanmakla hangi maslahat gerçekleşiyor?!
Şeyhlerin bu fetvadan dönüş yapmaları gerekmektedir! Onlara mektup göndereceğim inşaallah. Eğer dönmezlerse Allah’ı şahit tutarız ki biz onların fetvalarından berîyiz. Çünkü bu kitap ve sünnete aykırı bir fetvadır. İster hoşlarına gitsin, ister öfkelensinler! Şereflerimiz ve kanlarımız İslam'a feda olsun. Allah’a hamd olsun buna aldırmayız.
Biz şeyhlere diyoruz ki: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında, Usame b. Zeyd radiyallahu anh’ın komutan olup olmaması konusunda ihtilaf olduğunda oylama yapıldı mı? Emir çoğunluğun oyuyla mı seçildi? Ebu Bekr radiyallahu anh zamanında oylama yapıldı mı? Ömer radiyallahu anh zamanında oylama yapıldı mı? Emevîler, Abbasiler veya Osmanlılar zamanında oylama mı vardı? Yoksa bu sistem İslam düşmanları tarafından mı geldi? Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyururken ne kadar doğru söylüyordu:
Sizden öncekilerin yollarına adım adım, karış karış uyacaksınız. Hatta onlar bir keler deliğine girecek olsa siz de gireceksiniz.”
Bu bir fırkalaşma, düşmanlık ve nefretin yayılması sayılır. Hatta aynı aile fertleri arasında dahi bu seçimler sebebiyle ayrılık meydana gelir. İhvanu’l-Muslimin’i kendimize güldürmeyelim. Zira onlar bazen namaz kılmayan bir adaya oy verirler ve: “Onun niyeti güzel” derler. Yahut cahil bir şeyhi seçerler! Allah’tan korkun ey şeyhler! Bizi Amerika’nın ve Allah’ın haramlarını mubah sayan Demokrasinin uyduları haline getirmeyin! Bazı küfür devletlerinde oylama yoluyla livatayı (oğlancılığı) ve her türlü haramları mubah saydılar!  Bizler müslümanlarız! Elimizde rabbimizin kitabı var!
İşte bu dosdoğru yolumdur. Ona uyun, yollara uymayın. Aksi halde sizi O’nun yolundan ayırır.” (En’am 159)
Eski zamanda uyacağımız ve şu zamanda uyacağımız ayrı dinler mi var, yoksa kıyamet gününe kadar baki olan tek bir dinin mi mensuplarıyız?! Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Ümmetimde Allah’ın emri (kıyamet) gelinceye kadar hak üzerine zahir olan bir taife bulunmaya devam edecek, onları yardımsız bırakanlar, onlara bir zarar veremeyecektir.” Umulur ki şeyhler bu fetvadan dönerler. Islahçıların ne yapacaklarına da bakacağız! Allah yardımcımız olsun.” Şeyh Mukbil b. Hadi, Tuhfetu’l-Mucib, Dâru’l-Âsâr baskısı (s.311-316)
 İmam Vadi’î rahimehullah, İmam el-Elbani rahimehullah’a seçimlerde oy kullanmaktan yasaklayan ve buna katılmanın hiçbir şekilde caiz olmadığını ifade eden evrakları, Yemen’li şeyhlerin onay imzalarıyla beraber gönderdi. Şeyh İmam el-Elbani rahimehullah da onların kararını ve Şeyh Mukbil’in fetvasını onaylayan imzasını ekledi.
Nitekim Şeyh Selim Hilalî’ye (Allah onu hidayet etsin) şöyle soruldu: “Ey şeyh! Yemen’de seçim zamanı geldi. Şu an onlar (Yemen’dekiler) ya katılacaklar ya da katılmayacaklar. Adaylara oy vermek veya bu seçimlere katılmanın hükmü nedir?”
Selim Hilali şöyle cevap verdi: “Seçimlere katılmak ve adaylar için oy kullanmak konusunda eskiden beri bizim görüşümüz, bunun caiz olmadığı şeklindedir. Bunu el-Esale dergimizde yayınladık. Nitekim Şeyh’e (yani İmam el-Elbani rahimehullah’a) Şeyh Mukbil’den bir hitap gelmişti ve Şeyhimiz (el-Elbani) ve Yemen’deki ilim ehlinden bazıları bunu onayladılar. Bu hitapta; bu seçimlere katılmanın hiçbir şekilde caiz olmadığını, bunun şeytanın yollarından bir yol olduğunu, bunun bâtılın kelimesini yüceltmek olduğunu, hakkın kelimesinin ve Allah Teâlâ’nın sözünü yüceltme yolu olmadığını söylüyorlardı..” (Es’iletu’t-Talibi’l-Yemânî Litalebeti’l-Elbani adlı kasetten.)
Ali b. Hasen b. Abdilhamid el-Halebi’ye (Allah onu hidayet etsin) şu an düştüğü musibete düşmesinden önce (Allah’tan onu tekrar önceki istikametine dönmesinini kolaylaştırmasını dileriz) şöyle sorulmuştu:
“İmam el-Elbani rahimehullah’a seçimlerde oy kullanmayı caiz gördüğü nispet ediliyor”
Ali el-Halebi şöyle cevap verdi: “Bu bâtıl bir sözdür. Yirmi seneden beri Şeyh’ten böyle bir şey bilmiyoruz. O kardeşimiz Ebu Usame’nin (Şeyh Selim el-Hilali’yi kastediyor) zikrettiği gibi, oylamaları yasaklama kaidesi üzerinde idi. Bunu açıklayan evraklar ortadadır. O evraklarda Şeyh Mukbil’in, oradaki ve buradaki bazı kardeşlerin imzaları vardı. Bu evrak Şeyh el-Elbani’ye gönderildiğinde ona kendi imzasını da ekleyerek onayladı.
Bu açık bir beyandır. Ama şeyhin sözlerinden bir anlayış çıkardılar, istinbat yaptılar, başka bir manaya yorumladılar. Şeyh el-Elbani’nin sözü buradadır. O iddia sahiplerinin şeyhe nispet ettikleri sözlerin ve fetvanın ise aslı yoktur. Allah en iyi bilendir. Sonra onlar, diledikleri gibi çıkardıkları bu çıkarımlara Şeyh’in (el-Elbani’nin) ismini eklediler. Onlar bu konuda Veki b. el-Cerrah rahimehullah’ın söylediği gibi, hevâ ehline benzemişlerdir: Veki rahimehullah dedi ki: “Hevâ ehli, kendi lehlerine olanları söyler, aleyhlerine olanları gizlerler.” İşte bunlar da böyledirler! Şeyh el-Elbani onların üzerinde oldukları şeye uygun bir şey söylerse onu dünyaya yayarlar, onlara muhalif olarak söylediklerini ise gizler ve yok ederler…”
(Es’iletu’t-Tâlibi’l-Yemanî Litalebeti’l-Elbani adlı kasetten.)
* Ebu Muaz’ın notu: Burada bahsi geçen ve altında Şeyh Mukbil, Şeyh el-Elbani ve diğer şeyhlerin imzası bulunan, seçimlere katılmanın haramlığına dair beyannameyi el-Albaniyyat derslerinin 1.sinde seslendirmiştim. Sesli sohbetler bölümünden ulaşabilirsiniz. El-Elbani’nin konuyla alakalı diğer bazı fetvaları şu şekildedir:
Seçimlere Katılmanın Hükmü Nedir
el-Elbanî rahimehullah şöyle demiştir: “Seçimlere katılmak zalimlere meyletmektir. Zira Parlemento düzeni ve seçim düzeni, her müslümanın kendisinde bulunan sahih İslam kültürüyle bildiği kadarıyla İslam’ın düzeni değildir.”
Yine şöyle demiştir: “İlimlerine güvenilen müçtehitlerden birinin görüşü üzere kurulu olan, müslümanların mezheplerinden bir mezhep ile hükmetmek ile Allah’a ve rasulüne iman etmeyen kâfirlerin sistemleri üzere kurulu olan parlementolar birbirinden farklıdır. Hatta o kâfirler Allah Teâlâ’nın şu gibi ayetlerinin kapsamına öncelikle giren kimselerdir:
Kendilerine kitap verilmiş olanlardan, Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve rasulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dinini din olarak kabul etmeyenlerle küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın” (Tevbe 29)
Parlementoya girip de kendileriyle savaşmamız emredilen kimselerin kanunlarıyla hükmetmek için aday olmak isteyen müslümanlara hayret edilir! Elbette parlementerlerin hükmettiği parlemento sistemi ile İslamî şura birbirlerinden çok farklıdır!”
Yine şöyle demiştir: “Şüphesiz bu seçimler ve parlementolar İslamî değildir. Ben bir müslümana bu parlementoya vekil adayı olmasını asla tavsiye etmem. Zira o İslam için asla bir şey yapamaz. Bilakis akıntıyla sürüklenir gider.”
Yine şöyle demiştir: “Müslümanların, hatta müşrikler ve mülhitlerin de katıldığı parlementoya gelince, parlemento seçimler/oylama üzerine kuruludur. Seçimlere ise erkek, kadın, müslüman, erkek ve kafir erkek, müslüman kadın ve kafir kadınlardan dileyen aday olur. İslam’daki şura meclisi ile bugünkü parlemento birbirinden çok farklıdır.”
(Silsiletu’l-Hedyi ve’n-Nur, seçimlere katılmak ve parlementonun hükmü, no:660 fetva no 1-5)
Parlementoya Girmenin Hükmü
el-Elbanî şöyle demiştir:  “Bizden önceki şeriatleri delil getirenlerin hatasını düşündüm. Yakın geçmişte seçmler hakkında ve bunun meşru olmadığı hakkında konuşuyorduk. Bazı İslamî cemaatler, Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla hükmetme üzerine kurulu parlementolara girme hususunda vartaya düştü. Oturanlardan biri senin şüphene benzer bir şüphe attı ve o Yusuf aleyhi's-selâm’ın şu sözünü söyledi:
Yûsuf da demişti ki: "Beni, ülkenin hububat anbarının bakımına memur et. Zira ben çok iyi bir koruyucu ve bilgili bir idareciyim” (Yusuf 55) O, yöneticinin otoritesi altında bir yönetici iken müslümanların parlementoya girmesi neden caiz olmasın?”
Benim buna cevabım iki veya daha fazla açıdan oldu:
Birinci açı: Yusuf aleyhi's-selâm bu yüksek makama gayri meşru olan seçimlere girerek gelmedi. Ancak Allah Teâlâ’nın yüce hikmeti, onu Aziz’in karısıyla müptela etti, ikisinin arasında olan oldu. Bunun neticesinde Yusuf aleyhi's-selâm zindana atıldı. Zindanda iken iki kişinin kıssası meydana geldi. Onlardan birisi öldürülürken, diğeri kralın sakisi oldu. Bildiğiniz gibi kral bir rüya gördü.
Bir gün hükümdar şöyle demişti: "Rüyamda, yedi şişman ineği, yedi zayıf ineğin yediğini ve yedi yeşil başakla, diğer yedi kuru başak gördüm. Ey erkân! Eğer rüya tâbir ediyorsanız, benim bu rüyam hakkında da bana (onun hükmünü açıklayan) bir fetva verin." Onlar da şöyle demişlerdi: "Bir takım karışık rüyalar.. Biz böyle rüyaların tabirini bilen kimseler değiliz." (Hapisteki iki gençten) kurtulan ve uzun zaman geçtikten sonra (Yûsuf'u) hatırlayan kimse demişti ki: "Ben size bu rüyanın tabirini haber vereceğim. Beni hemen gönderin.” "Ey doğru sözlü Yûsuf! Yedi şişman ineği yiyen yedi zayıf inekle yedi yeşil başak ve diğer yedi kuru başak hakkında bize fetva ver. Ümid ederim ki (verdiğin bilgiyle) halka dönerim de, onlar da (senin kadr u kıymetini) anlarlar." (Yusuf 43-46) Bu tabiri krala nakledince hoşuna gitmiş ve şöyle demiştir:
Yûsuf da demişti ki: "Beni, ülkenin hububat anbarının bakımına memur et. Zira ben çok iyi bir koruyucu ve bilgili bir idareciyim.” (Yusuf 55)
Yusuf aleyhi's-selâm hedefe veya yüksek makama ulaşan bir yol tutmamıştır. Bunun getireceği şeyi de düşünmemiştir. Ancak Rabbimiz Azze ve Celle ona bu çeşitli olayları takdir etmiş, ta ki kral bizzat devletinde onu vezir yapmıştır. O da kâfirin dinine göre değil, rabbinin vahyettiği dine göre hükmetmiştir. Bu, işin bir yönüdür.
Biz ise bugün şirk kapılarının, putperest küfür kapılarının önündeyiz. Yusuf aleyhi's-selâm ise buna ulaşacak yolu uygulamak bir tarafa, düşünmemiştir bile. Bildiğiniz gibi seçimler kâfir düzen ile uyum içindedir. Onlara göre mü’min, kâfir ayrımı yoktur, insanların hepsi eşittir.
Yine onlarda erkek kadın ayrımı yoktur. Kadın da erkekle aynı haklara sahiptir ve daha neler neler. Buna göre, bu seçimler, mümin ile kâfirin, erkek ile kadının, salih ile facirin eşit görülme kapısını açar, bunun neticesinde de halkın en şerlileri seçilir. Biz bu kâfirce yolu tutmak için Yusuf aleyhi's-selâm kıssası gibi, onun başına gelen ile günümüzdeki seçimlerin birbiriyle alakası olmadığı şeyleri nasıl delil getirebiliriz?”
(Mevsuatu’l-Elbani Fi’l-Akide 9/621-623)

5 Haziran 2019 Çarşamba

1 Şevval 1440/5 Haziran 2019 Ramazan Bayramı Vaazı


Ey şahsına gereken şeyleri bulamayan! Bu hâlin geçip gitmesini şiddetle isteme. Belki gelecek şeylerde seni helak edecek nesneler vardır.
Ey hasta! Hastalığın geçmesini mutlak olarak isteme. Afiyetin her zaman yararlı olacağını sana kim söyledi? Şimdi hastasın, îmanın var; sağlam olunca bu îmanı kaybetmeyeceğini kim temin eder? Dünyalığa dalar, Allah'ı, rasulünü unutursun. Akıllı ol; her olur olmaz şeyin peşine koşma.
Elinde ne varsa, hırsı bir yana at; kanaatini ona yönelt. “Mutlaka artsın!” deme; fazla gelirse al. Olmadığı için üzüntü duyma. Allah’ın verdiğini ye ki, hoş ola. Şahsî isteklerini alırsan dertlenebilirsin.
Dilencilik iyi değildir. Verilen alı­nır; ama dilenmek olmaz. Ancak iç âleminden kopup gelen arzu so­nunda istenebilir. Bu da bir nevi tecrübe olur. Kuvvet sahibine sığı­nıp istemek yerinde olur herhâlde. Bu hâlde isteyene değil, istene­ne bakmak gerektir. Bu istek zararsızdır; hele kalbin ayık olması mutlaktır. Kalp ayık olunca işler mübarek olur, keder vermez.
İstek­ler yalnız dünyalık işlere olmamalı, biraz da âhiret işlerine olmalı. En çok dileğin af ve afiyet olmalı. Din, dünya ve âhiret için iyilik dile. Bunları yapabilirsen sana yeter; fazlası sana ne lâzım?
Allah hiç bir işi yapmaya mecbur değildir. O, mülkünde ancak dilediğini yapar. Allah'ı mülk sahibi bil. Bu sahip hayırlıdır. Başka­sını seçme. Senin için iyi olmaz.
Bir ağır yük kaldırdığın zaman sırf kuvvetini görme. Allah'ın kudretini sez. O'nun gücü olmasa senin gençliğinin, kuvvetinin ne değeri olur?
Malına da pek güvenme. Mal sana ne yapabilir? Malın özünde manevî tesir olmadan hiç bir de­ğer ifade etmez. Allah bir defa tutarsa bırakmaz. Maddiyatı bırak; biraz manevî ol. O'nun tutuşu manevî yollardan gelir. Maddî tedbir­lerin pek tesiri olmaz. Olsa olsa, yine O'nun tesiri ve izni ile olur.
Yazık, dilin müslüman gibi konuşuyor, kalbin onu doğrulamı­yor. Sözün Allah'a ve rasulüne inanmış gibi, özün tam tersine. İşlerin hiç birine uymuyor. Ne olacak hâlin? Halk arasına çıkınca, senden iyisi olmuyor; yalnız kalınca neden şeklin değişiyor?
Bili­yor musun, yıllarca namaz kılsan, oruç tutsan sana hayır getirmez; ömrün boyunca hayırlı işlerde bulunsan hayır göremezsin; ancak Allah rızasını gözetmelisin; bunu iyi bilmen gerek. Aksi hâlde yap­tıkların boşuna; bu duruma göre, sana damga, “münafık ve içi bo­zuk” sözleri olur. “Allah'tan uzak” mührünü alnına vururlar. Şu an­da yaptıklarından dön. Bir an bile yaşamana senedin yoktur. Ne kadar kötü işin varsa bırak, kötü sözlerden dön. Kötü niyetlerinden kendini hemen çekiver.
Allah yolcularının iç âleminde aksaklık göremezsin. Onlar, kur­tulmuşlardır. Onlar, tam îmana sahiptir. Muvahhid onlardır. İhlâslı işi onlar tutar. Belâya onlar sabırla karşı koyar. Bir afet indiğinde sızlanmazlar; inlemezler. Metin ve vakur olarak işlerin sonunu beklerler.
İyilik geldiği zaman şükür yoluna koyulurlar. İyiliği ilân eder, kötülüğü saklı tutarlar. Başlarında olan felâketli işlerden, kim­seye şikâyet etmezler. Ellerinde bir bolluk varsa, herkese dağıtırlar. Dağıttıkları elde kalandan fazladır. Bu verişi severek yaparlar. Ver­dikten sonra üzüntü duymazlar. Kendi kazançlarından diğer kardeş­lerine fayda sağladıkları için sevinirler.
Bu kullar ilk başta dilleri ile şükrederler. Sonra kalpleri ile, da­ha sonra da gönülleri ile... Halkı bilmezler. Halktan onlara bir eza gelirse sadece tebessüm ederler. Dünya şahları onların katında hiç­tir. Yeryüzünde gezenler, onlara fakir, hasta ve ölü gibi görünür. 
Büyük insanlar, Allah emrettiği için hakkı söylerler. Gerçeği söy­lerken kimseden korkmazlar. Kötü şeylerden halkı sakındırırlar. Yolu­nu şaşıranları bunlar yola getirir. Her zaman için çalışmaları bu yol­da olur. İşlerini çeşitli vesile ile yaparlar. Bazen bizzat, bazen de baş­kalarının eli ile yaparlar. Onlar için her şey bir vasıtadır.
Her zaman hakikati yerine getirmeye gayret ederler. Kulların hakkını kesip ken­dileri bol bol almazlar. Her kim ki fazilete lâyıktır, ona liyakatini ve­rirler. Nefislerinin hasis arzusunu desteklemezler. Tabiî ve kötü arzu­larının ardından koşmazlar.
Sevince, Allah için severler. Darılmak icap ederse, yine Hak için yaparlar. Onlar yalnız Allah yolunda olur­lar. Başka yol onlara göre yoktur.
Onların öyle nasibi vardır ki, bir kişiye ondan zerre miktar verilse başkasını istemez olur. Bu nasip Al­lah dostluğudur. Allah'ın dostunu, Allah'ın mahlukatı da sever. Kurtuluş bu yola varanlaradır. Yer onların hatırı için yemişler verir. Sema onların gönlü hoş olsun diye rahmet yağdırır.
Ey içi dışına uymaya, kullara ve sebeplere dayanan zavallı! Bu çirkin hâlinle sana o büyük nasip gelmez; Hak dostluğunu bulmak mümkün değildir. Bulunduğun, iyi olmayan hâl devam ettikçe hayır bekleme. İzzet senin için bir seraptır, önce İslâm ol. Doğruya bağ­lan. Tevbe et. İhlâs sahibi ol. Kurtuluş bu yoldadır. Aksi hâlde hida­yet yolu sana kapalıdır, uzaktır.
Sana acırım; benim sert konuşmam seni üzüyor; biliyorum. Ama yanılıyorsun. Aramızda düşmanlık yok. Yalnız şu var ki, ben gerçeği söylüyorum. Seni emir dışında görmem beni böyle söyletiyor. Büyükle­rin sözü seni sıkıyor. Haklısın; gurbet ilinde gezen, hak söze az dayanır. Fakirlerin pek azı engin gönüllü olur. En ufak öğüde gönül koyarlar.
Dünya geceleri karanlık olur. O gece gelince güneş kaybolur. Işık bulmak lâzım… Kendiliğinden aydınlık geç olur. Kendine ışık bul. Son­ra yırtıcı hayvanlar seni perişan eder. Bataklık da olur. İnişli çıkışlı yolları da olur. Karanlıkta kalırsan ilk sürçmede yere serilmen müm­kündür. Zaten ne kuvvetin var ki, zavallı!
Sana düşen, gece yolculuğunu tasarlamadan evvel, gece için ya­kacak temin etmektir. Gece lâzım olması muhtemel olanı, gündüzden bulman gerektir ki, karanlık basınca, yerden bir şeyler aramaya kalkmayasın; zararlı şeyleri toplamaktan kurtulasın.
Bütün hâlinde tevhid güneşini ara. Onun nu­ruyla dolaş. Onun nurundan çok faydalan. İslâm'ın esaslarına sağlam sarıl. Kötü şeylerden sakınmayı kendine huy edin. Bu hâl seni muhtemel felâketlerden korur; nefse uydurmaz. Şeytana da kapılmaz­sın. Şirkten kurtulursun. Halkın şerrinden emin olursun. Yolda yü­rümeye seni alıştırır; aceleciliği benliğinden siler.
Yazık sana, acele etme. Aceleci hatadan kurtulamaz. Aceleci ya hata eder veya hataya meyli artar. Dikkatli ve düşünceli giden, er-geç aradığını bulur yahut bulmaya yakınlaşır. Aceleyi kalbe şeytan geti­rir.
Dikkatli hareket etmek, Rahman olan Allah tarafından kalbe gelir. Seni aceleye iten şey dünya hırsıdır; çünkü başka acele edecek ne var? Hırsı olmayan kişi, her şeyin kendi iradesi dı­şında olup bittiğini sezer ve ona göre hareketlerini ayarlar. Şunu iyi bilmek gerek ki, hırs, insanı içinden çıkılması kabil olmayan felâket­lere sürükler.
İnsan olan, hırs değil kanaat sahibi olmalıdır. Kanaat tükenmez bir hazinedir. Dünyada senin için olan şeyler belirlidir. Başkasına gitmez. Hırsı bırak; sebebe yapış. Ama o sebebin sahibini de kalbin­den çıkarma. Günlük işlerine devam et. Kesin olarak senin olacağına inanmadığın şeyler peşinde hırsla koşup durma. Her şeyi hâline bı­rak; sadece çalış.
Nefsine sahip ol. Elinde olan mevcutla yetin. Bu hâle devam et. Ta ilâhî hikmetlere arif oluncaya kadar… İrfan sahibi olduğun zaman işlerin kolay olur. Hırs kalmaz o zaman. Kalbin kuvvet bulur. İçin nurla dolar. Rabb’in sana bilmediğin şeyleri öğretir. Dünya işlerini kolay çevirirsin.
Dış gözünü dünyaya verir, iç gözünü âhirete yönel­tirsin. Allah'tan gayrısı derununa tesir etmez. Hiç bir kimse, büyüklüğüne seni inandıramaz; olduğundan fazla göstere­mez. Sana göre, yalnız Allah yücedir.
Devam et; göreceksin ki, her varlık sana karşı saygı hissi besliyor.
İnsanlar biraz tuhaftır. Her arzularını tatmin yolunu ararlar. Ama doğru yol gösterilince gelmek istemezler. Hele biraz da güçlük olursa...
Hâlbuki her tatlının önü sıra az da olsa acı olur. Bir tatlıyı yemek için önce yorulmak icap eder. İşte bu sebeple deriz ki; her arzunun yerine gelmesini istiyorsan, Allah'ın yasak ettiği şeylere yanaşma. Önünde duran kapıların açılmasını istiyorsan, takva sahibi -kö­tü şeylerden sakınan- bir kimse ol. Her hayır kapısının anahtarı, Allah'ın ya­sak ettiği haram işlere yanaşmamaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Kim Allah'tan sakınırsa Allah da ona bir çıkış yolu ihsân eder ve onu hiç beklemediği yollardan rızıklandırır.” (Talâk,/2-3)
 

 


 

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)