Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

31 Ağustos 2020 Pazartesi

Dinini ve Vatanını Şeytana Satanlara Hâlâ Hüsnüzan Edenler İzlesin!

 


Harry Vox'un Pandemi Yalanı İle İlgili Önemli Açıklamaları
İblis ve taraftarlarının maske takma şirkine zorlamalarının, ardından çipli aşıları zorunlu kılmalarının altında yatan sebepler

* Paganist sistemin yayın organlarından biri olan YOUTUBE kanalı yukarıda linkini verdiğim videoları da yayından kaldırmıştır! Nitekim korona yalanını ortaya koyan birçok videoyu da engellemektedir. Aşağıda vereceğim linkten söz konusu videolara ulaşabilirsiniz:

https://www.yeniakit.com.tr/haber/2014-yilinda-bugunu-anlatip-kaynagini-acikladi-karantina-sokaga-cikma-yasagi-1254989.html



Dr. Young Corona Yalanının İç Yüzünü Açıklıyor!

BAZI BEYİNSİZLER MASKE TAKMANIN TEDBİR OLDUĞUNU İDDİA EDİYOR! 
MÜŞRİKLERE GÖRE NAZARLIK TAKMAK DA BİR TEDBİR DEĞİL Mİ?! 
ÜSTELİK NAZAR DEĞMESİ HAKİKATİ OLAN BİR TEHLİKEDİR VE BUNA RAĞMEN NAZARLIK TAKMANIN ŞİRK OLDUĞU AÇIKLANMIŞTIR.
 KORONA VE HASTALIK BULAŞMASI İSE YALAN BİR ZANDAN İBARET!
MASKE TAKMAK; İBLİSE KÖLELİĞİ KABULLENMENİN SİMGESİDİR!



Youtube, konuşması Türkçeye çevirilen Dr. Robert O. Young'un videosunu anında sildi.

Kimin doğru söylediğini o kadar iyi biliyor ki bu internet şirketleri, özellikle Türkçe'ye çevirilenleri hemen siliyorlar.

Dr. Robert O. Yungun'un uzun bir yazısı aylar önce Türkçe'ye çevirilip yayınlanmıştı. "Virüs" tarihinin gelişimini, dönen dolapları, "virüs" denen bir şeyin olmadığını, bugüne kadar iddia edilen o sözde "virüs"lerin izole edilemediğini, hastalıkların asıl nedeninin vücuttaki pH düşüklüğü olduğu bilgisini, aşılarda dönen dolapları anlatıyordu.

Küreselci zenginler sadece aşı savunucusu virologların ekranlarda, medyada konuşmasını istiyor, gerçek bilim insanlarının söylediklerinin duyulmasını, bilinmesini istemiyor.

Silinen videonun alternatif linki

https://bittube.tv/post/ba73b7ae-8d13-4437-9d13-76aa77495c39

 

20 Ağustos 2020 Perşembe

Mü’minler Neden Maske Takmıyor ve Müşrikler Neden Maskede Israr Ediyorlar?

 Çünkü Allah’a ve rasulüne iman edenler, hastalığın bulaşması diye bir şey olmadığını söyleyen Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i tasdik ediyor ve maske takmayarak bu imanlarını amele döküyorlar. Müşrikler şeytanın “Modern Bilim” adıyla uydurduğu yeni dinin akide esaslarından biri olan “virüs” yalanına ve hastalığın bulaşacağına inanıyorlar.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Birinizin lokması yere düştüğü zaman, bulaşan şeyi temizleyip lokmayı yesin. Onu şeytana bırakmasın.” buyurmuş, sözlerinin devamında tabağın iyice sıyrılmasını da emrederek; Bereketin, yemeğin neresinde olduğunu bilemezsiniz.” diye îkazda bulunmuştur. (Müslim, Eşribe, 136)

Rasule iman edenler bu konuda rahattır:

Hasen (el-Basrî) rahimehullah dedi ki: “Ma’kıl b. Yesar radıyallahu anh bir gün sabah yemeğini yiyordu. Derken lokması düşmüş, O da onu alıp, üzerindeki pis şey­leri gidermiş, sonra da yemişti. Bunun üzerine o ileri gelenler, ayıplarcasına birbirlerine gözleriyle O'nu işaret etmişlerdi. O zaman Ma'kıl radıyallahu anh’e dediler ki:

"Şu acemlerin söylediklerine ne dersin? Onlar; “Önünde bunca yemek olmasına rağmen şu lokmaya yaptığına bakın” di­yorlar.” Ma’kıl radıyallahu anh de şöyle cevap verdi:

“Hiç şüphesiz ben, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den duymuş olduğum şeyleri, şu acemlerin sözünden dolayı terk edecek değilim. Muhakkak ki bizler, bi­rimizden bir lokma düştüğünde, üzerindeki pis şeyleri giderip onu yemekle emrolunurduk.” Dârimî (2029) İbn Mâce (3278) İbn Ebi Asım, el-Ahad ve’l-Mesani (1089) Taberânî (20/200) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (1129)

Şeytanın uyduruk bilim dinine inanan biri ise böyle bir durumda o lokmada bakteriler oluştuğuna inandığından o lokmayı şeytana bırakır. Zaten şeytanın da istediği bu değil miydi?

Bazıları yeniden düşünsünler, tekfirci mi olmuşuz? Aşırı mı gidiyoruz? Meşhur olmak için çoğunluğa mı muhalefet ediyoruz?

Yoksa taklid ettikleri hocalar (Ebu Said Yarbuzi, Murat Gezenler, Abdullah Yolcu, Nureddin Yıldız, Hüseyin Cinisli, Ebu Hanzala, Ebu Zeyd, Alpaslan Kuytul, Ubedullah Sırtlan ve tevhide davet iddiasında olan diğer şirk davetçileri) gerçekten İblis’in dinine mi tabi oluyorlar?

Suud’un koca koca şeyhleri dahi şu hadisi zikretmelerine rağmen nasıl yorumlarla tahrif edip pandemiye uygun hale getiriyorlar, şahit olmuyorlar mı?!

Ebu Hureyre radıyallahu anh rivayet ediyor:“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namazda elbiseyi sarkıtmayı ve kişinin ağzını örtmesini yasakladı.” İbn Huzeyme (772, 918) İbn Hibban (6/117) Hâkim (1/384) Ebu Davud (643) İbn Mace (966)

Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma şöyle dedi: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Saflarınızı ikame edin. Omuzlarınızı hizalayın. Aralıkları kapatın. Safa girmek isteyen kardeşlerinize yumuşak olun. Şeytanın girmesi için aralıklar bırakmayın. Ve kim safları bitiştirirse Allah ona rahmet etsin. Ve kim de bitiştirmez ise Allah da ondan rahmetini kessin!” Ebû Dâvud (666) Nesâî (819) Ahmed (2/97) İbn Huzeyme, (1549) Hâkim (1/333) Taberânî (13/319) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (1958) Ebu Tahir el-Muhallis el-Muhallisiyyat (2630) Beyhakî (3/101) el-Elbani es-Sahiha (6/76)

Şeytanın uydurduğu bilim dini, namazda bile saflara mesafe koymayı emrediyor, şirk baronları olan sözde hocalar da hemen işe koyulup bu hadisler nasıl devre dışı bırakılır diye yorumlara başlıyorlar ve sonuç olarak: namazlar maskeli ve mesafeli olarak kılınsa da geçerlidir diyorlar. Çünkü İblis böyle bir namazı kabul ediyor! Peki ya Allah’ın kabul edip etmeyeceği umurlarında mı?

Zaten Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, hastalığın bulaştığı şeklindeki cahiliyye inancını yok etmek ve böyle bir inanca mahal vermemesi için söylediği "Taun bulunan yere girmeyin, orada bulunan da oradan çıkmasın" şeklindeki sözlerini, hastalığın bulaştığına delil getirmek için büyük bir maharetle suistimal etmemişler miydi? 

Hem İblis’in uydurduğu Scientizm'e (bilimcilik dinine) hem de Allah’ın emrettiği dine uymak için arada bir yol tutmaya çalışanlara ne deniyordu?

Şüphesiz kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra, gerisin geri dönenleri, şeytan kışkırtmış ve uzun emellere kaptırmıştır. Bunun sebebi; onların Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: “Bazı hususlarda size itaat edeceğiz” demeleridir. Oysa Allah onların gizlediklerini biliyor. Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? İşte böyle; çünkü gerçekten onlar, Allah’ı gazaplandıran şeye uydular ve O’nu razı edecek şeyleri çirkin karşıladılar; bundan dolayı amellerini boşa çıkardı. Yoksa kalplerinde hastalık bulunanlar, Allah’ın kinlerini hiç çıkarmayacağını mı sandılar? Eğer biz dilersek, sana onları elbette gösteririz, böylelikle onları simalarından tanırsın. And olsun, sen onları, sözlerin söyleniş tarzından da tanırsın. Şüphesiz Allah, amellerinizi bilir. (Muhammed Suresi 25-30. ayetler)

Evet Allah bize onları göstermeyi dilemiş ve simalarından, yüzlerindeki maskelerden tanıyoruz artık!

Pandemi Yalanı Bahanesiyle Şeytana İbadet Ritüellerinin Zorunlu Kılınması

 


- İktibas -

Gizli korona başlama ritüelinin ortaya çıkarılması

Tüm dünya gizli bir korona inisiyasyon ritüeline katılıyor, ancak neredeyse hiç kimse bunu anlayamayacak. Coronavirus Operasyonu'nun başlamasından bu yana hükümetlerin dünya çapında uygulamaya koyduğu önlemler ve politikalar - karantina, kilitlenme, el yıkama, maske takma, sosyal uzaklaşma ve daha fazlası - aslında gizli başlatma ritüelinin unsurlarıdır. Bu yönler mevcut sahte salgına akıllıca uyarlanmış ve gerçek halk sağlığı stratejileri olarak gizlenmiştir. Önceki makalelerde ele aldığım gibi, bu salgın on yıllardır titizlikle planlanan 9-11 tipi bir olay.

Sıklıkla Yeni Dünya Düzeni (NWO) komplocu dediğim dünyayı yöneten insanlar çok az şansı bırakıyor. Onlar kara büyücüler ve bu canlı egzersizi gizli Şeytani ritüellerini yönetmeye benzer şekilde yapıyorlar. Her iki durumda da amaç aynıdır: normal varoluş modlarından inisiyatif almak, onları yıkmak, boyun eğmek, teslim olmak, liderlerininkine benzemek, ve son olarak, onları yapamayacakları yeni bir normale döndürmek eski yollarına ve yaşamlarına dönüyorlar.

Korona Başlatma Ritüeli: Kilitleme ve Karantina (İzolasyon)

Herhangi bir iyi ritüel hazırlık gerektirir. Bir inisiyasyon ritüelinin ilk kısmı tecrittir. Bu izolasyon inisiyeyi hayatının sıradan (“dünyanın”) işlerinden ayırmaya hizmet eder. Genellikle dış dünya ile tüm bağları keserek yapılır. Bazen inisiye karanlık bir odaya veya mağaraya gönderilebilir; bu aynı zamanda karanlık bir rahimden yeniden doğmayı da önerir. Günümüzde bu izolasyon, teknolojiden ve onunla birlikte gelen her şeyden (telefonlar, bilgisayarlar, e-postalar, sosyal medya, vb.) Ayrılmayı da gerektirir. Duyu yoksunluğu inisiyeyi, inanç ve davranışlara daha az bağlı olduğu yere gönderir.

Coronavirus Operasyonunda, kilitleme ve karantina, ritüelin izolasyon yönü idi. Durumun farkında olan kişiler, sağlıklı bir topluluğun tamamını karantinaya almanın bir çelişki olduğunu fark ettiler, çünkü karantina kelimesi “başka bir yerden gelen veya maruz kalan insanların veya hayvanların maruz kaldığı bir durum, dönem veya tecrit yeri anlamına gelir. bulaşıcı veya bulaşıcı hastalık yerleştirilir. ” Böylece tanım gereği, enfekte olmamış sağlıklı insanları karantinaya alamazsınız; kişi sadece enfekte olmuş, hasta insanları karantinaya alabilir. Ancak gündem insanları ilk inisiyasyon adımına ulaşmak için gerekli olan her türlü yöntemle izole etmekti.

Korona Başlatma Ritüeli: Elde Yıkama (Reddetme)

Ritüelin bir başka unsuru da el yıkama üzerine saplantılı ve kompülsif odaklanma olmuştur. Genel olarak el yıkama, hastalığın yayılmasını sınırlamaya yardımcı olabilecek iyi bir hijyenik aktivite olsa da, Coronavirus Operasyonu onu tamamen yeni bir OKB kaygısı seviyesine taşımıştır (elbette tasarım gereği). Sembolik olarak, ellerin yıkanması, Nasıralı İsa'nın kaderiyle ilgili meseleyi ellerini yıkayan ve onu cezalandırmayı veya serbest bırakmayı reddeden İncil'den Pontius Pilate'in hikayesini anımsatıyor. Bu açıdan bakıldığında, el yıkama red ile ilgilidir. Ama kim veya ne reddediliyor? Özgürlüğün 'eski normali' mi?

Korona Başlatma Ritüeli: Maske Takma (Sansür, Teslim, İnsanlıktan Çıkarma, Alternatif Persona)

Dördüncüsü, maskeler genellikle seçkinler tarafından partilerinde ve ritüellerinde kullanılır. Kubrick’in Eyes Wide Shut'tan Şeytani cinsel seks sahnesini hatırlıyor musunuz? Maskeler kimliği gizler. Eski kimliğin 'ölümünü' acele ediyorlar. Maskeler alternatif bir kişilik oluşturur. Bu, Şeytani Ritüel İstismarının (SRA) ve zihin kontrolünün inanılmaz derecede önemli temasıyla bağlantılıdır. Zihin kontrolünde, bir 'işleyici' kurbanı ayrılmaya zorlamak için işkence ve istismar kullanır. İşte bu noktada zihinleri, onlara uygulanan muazzam acıyla başa çıkmak için gerçeklikten ayrılır ve ayrılır. Bu dahili bir zihinsel savunma stratejisidir. Bununla birlikte, mağdur, temel kişiliğinden kopuk olan birden fazla "alt" veya kişilik oluşturur. Bu değişikler diğer değişiklerin varlığını bilmiyorlar; böylece mağdur bir şeyler yapmak üzere programlanabilir (örneğin bir seks kölesi ya da bir suikastçı haline gelebilir) ve bunları hatırlamamaktadır, çünkü bir değişimin olaydan sonra ortaya çıkıp bilinçaltına dönmesi tetiklenebilir. Zihin kontrolü söz konusu olduğunda, maskeler, NWO denetleyicilerinin bilinçli olarak kendi bilinçaltı propagandalarını hedefledikleri gizli yönlerinin veya kişiliklerinin simgesidir.

Maske takmak birçok açıdan büyük bir konudur. Gerçeği Maskelemek: Çalışmalar Maskeleri İnsanların Zayıflattığını ve Sizi Korumadığınızı Gösteren makalede, maske takmanın sadece kendinizi COVID'den korumak istiyorsanız tıbbi olarak yararsız olmanın değil, aynı zamanda sağlık. Bununla birlikte, maskelerin ritüel yönleri söz konusu olduğunda daha derin birçok katman vardır. Birincisi, maskeler sansürü, ağzını örtmeyi, öğürmeyi ve süp
özgür bir sesin basıncı. Sansürü tasvir eden kaç görüntünün ağzında bant olan bir kişiyi gösterdiğini düşünün. Sansür, resmi olarak gerçekleşmeden önce bile bu gündemin Tüm korona inisiyasyon ritüellerini tek bir kavramla özetleseydim, bu eski, denenmiş ve gerçek olan olurdu. Ordo ab chao. Hegel diyalektiği. Problem Reaksiyon çözeltisi. Anka kuşu küllerden doğuyor. Tüm bu cümleler aynı yönteme işaret ediyor: yeniyi yaratmanın yolunu açmak için eskiyi yok etmek. Bu yöntem kendi başına kötü değildir; her şey nasıl kullanıldığı hakkında. Ritüelin gerçek amacı kişinin zihnini ve karakterini değiştirmektir ve bilinçli veya bilinçsiz, kasten veya farkında olmadan yapılabilir. Ritüel kara büyü kadar beyaz büyü için de kullanılabilir, örneğin bu tekniği kendi içinizdeki yıkıcı alışkanlıkları fethetmek ve daha iyi bir insan olmak için kullanabilirsiniz. Sadece dünya çapında komplo bağlamında, bu yöntem NWO komplocuları tarafından dünyayı daha az özgür, daha az huzurlu, daha kontrollü ve daha hiyerarşik bir yer haline getirmek için kullanılıyor.

Son düşünceler

Coronavirus Operasyonu dünya çapında bir ritüeldir ve birçok unsuru oldukça semboliktir. İnsanlar bilinçsiz olarak daha derin gündemi nasıl destekledikleri konusunda ipucu olmadan katılımcılar olarak yönlendiriliyorlar (örneğin kendi kölelikleriyle işbirliği yaparak, gülünç kısıtlamalara alışarak ve hatta vatandaşlarını aktif olarak polislik ederek). Bu sahte koronavirüs pandemisinin bir ritüel olması, NWO'nun iç çekirdeğinin kara büyü uygulayan Satanistler olduğu göz önüne alındığında şaşırtıcı değildir. Hayatta kalan ihbarcıların kanıtladığı gibi, Şeytani ritüellerinden bazıları tecavüz, hayvanlar, kitle seks partileri gibi insanları avlamak, insan kanı içmek, yamyamlık ve çocuk kurbanlarını içerir. Haklarımızı ve özgürlüğümüzü bu karanlık karşısında gerçekten koruyacaksak, bu gündemin daha derin sembolik yönlerine dikkat etmeliyiz.

https://www.nexusnewsfeed.com/…/exposing-the-occult-corona…/

Korona Yalanı ve İstanbul Sözleşmesi Arasındaki Bağlantı

 Attığım bu başlıkla ilgili olarak sosyal medya üzerinden şöyle bir manidar yazı yayınlanmış: 

Aşağıdaki afişte yazılanlar dikkatlice okunmalı, çok önemli olduğunu düşünüyoruz.

Küreselci çete yeni sistemini "cinsiyetsizlik" üzerine kuracağını en başından beri belli etti ve bu "transhümanizm" olarak isimlendirildi. Daha bilindik haliyle eşcinselliğin LGBT üzerinden dayatılması, "cinsiyetsiz toplum" kavramının üretilerek "İstanbul Sözleşmesi" denilen Avrupa Birliği döneminin artığı bir ucube sözleşmesiyle kadını erkekle çatıştırıp, bunun için sosyal dengeyi bozarak tüm toplumu terörize edip ama sanki kadını koruyormuş, koruyacakmış bahanesiyle çengel atmak.

Batı emperyalizminin sadece Türkiye'ye değil, hedef aldığı her ülkeye uyguladığı bir yöntem. Önce çatıştırılacak tarafları seç, sonra çatışmayı besle, daha sonra iki tarafı da kışkırtacak kuklaları konuştur ve ardından sorunu çözecek merkez olarak kendi kurallarını dayat ama bu arada çatıştırdığın iki kesim de yıpranıp asıl meydanı sana bıraksın. Bunu geçen yıllarda etnik ve mezhep çatışması temelinde denedi ve sonuç alamadı Batı dünyası. Şimdi sıra kadın erkek çatışmasını besleyip ama kadını tutuyormuş gibi yapıp, erkeği suçlu göstermeye çalışı, bu arada hem kadını hem de erkeği tüketecek bu gerilimli ortamdan LGBT'yi, galip çıkartacak, "cinsiyetsiz toplum"u pazarlayacak iklimi oluştur. Niyetleri bu küreselcilerin

Korona demek aslında LGBT demek, korona demek aslında kadının erkeğin ve dolayısı ile çocuklarının silinmesi, köleleşmesi demek. Korona demek kadına, erkeğe, çocuğa şiddet uygulamak, demek.

Korona mizanseni başladığında şöyle haberler çıktı : "Korona en çok erkekleri öldürüyor, kadınlar daha az ölüyor" Bu haberin ardından "korona ile mücadelede östrojen hormonu hastalıktan koruyor". Tabi, bu korona öyle bir ucube ki, politik söylemlerle birebir uyumlu çalışıyor çünkü aynı anda kadın - erkek çatışması beslenip asıl şiddet kaynağı küreselciler unutturularak yaşanan sorunları kadın ve erkek çatışması üzerine kurmak planıyla aşağıdaki gibi açıklamalar da geldi. "Erkelerden kurtulmak" gibi. Erkeği asıl suçlu gösteren ve sanki kadını düşünüyormuş gibi yapanların asıl amacı, küreselci çeteye karşı omuz omuza direnen kadın ve erkeği birbirine hasım edip karşılarındaki kadın - erkek cephesini ikiye bölüp böylece hem kadını, hem de erkeği yalnızlaştırmak ve daha kolay lokma haline getirip LGBT'yi dayatmaktı. Kadını ve erkeği kopardınız mı çocuk da sahipsizleşeceği için meydan LGBT'ye, çocuk düşmanlarına kalacaktı. Bundan sonra onlar için pedofilciliğin yolunu açmak, adeta legalleştirmek oldukça kolay olacaktı çünkü aile kavramı silinecekti kadın erkek çatışması ile.

Kadın ve erkek dayanışmasından korktukları için kadını erkeği birbirine kırdırmak ilk hamleleri olarak planlarının içinde yer aldı. Bu tuzağa düşenler var ama düşmeyen daha kalabalık aklı başında kadın ve erkek de var. Yıllarca bu toplumu ve başka toplumları şiddet sarmalına sürükleyen, ekonomik, sosyal dengeyi bozup insan ruhunu hasta eden, şiddete yönlendiren dizi, film ve bilgisayar oyunları ile şiddet tohumları ekenler kendi kusurlarını kadın- erkek çatışması üzerine yıkıp yeni bir galibiyet almak istiyorlar. Hayır, onlar kadını filan düşünmüyorlar, kadını erkeksiz bırakıp daha rahat köle yapacakları GILEAD sistemine yol açmak istiyorlar. Tabiat kadın ve erkek üzerine kuruludur ve biri olmadan diğer olmaz. Olur diyenler küreselcilerin öjenik ve sapık sözcüleridir ancak. LGBT karşısında anasız babasız kalan çocukları kontrol etmek onlar için bir sistem hedefidir ve bu da "LGBTİ ÇOCUKLAR" söylemi ile görünmüştür. Çocukların geleceğini düşünen bir kadın ve erkek omuz omuza birlikte küreselcilere karşı mücadele etmelidir ve küreselcilerin en çok korktuğu birlikteliklerden biri de kadın erkek dayanışmasıdır. işte bu nedenle ikide bir kadın ve erkek çatışmasını besleyip kendileri için karışacakları bir çatlak ve çatışma ortamı istiyorlar.

İşbirlikçi, küreselci sevdalısı aptal erkek ve aptal kadınlar ise küreselcilerin düğmelerine basmasıyla birbirine saldırıp sisteme hizmet edeceklerdir. Akıllı ve yürekli bir kadın ile, akıllı ve yürekli bir erkek birlikte, yan yana, omuz omuza dayanışma içinde küreselcilere karşı mücadele edeceklerdir. Bugün asıl ayrım kadın erkek ayrımı değil, etnik ayrım değil, mezhep ayrımı değil insanlık düşmanı, kadın erkek düşmanı, çocuk düşmanı küreselcilere karşı mısın yoksa onlardan yana mısın ayrımıdır.... tek ayrım budur, asıl kutuplaşma budur...

Erkeği hedef gösterip kadını yalnızlaştırıp kolay köle yapabilir koşullar arıyorlar LGBT'ye yol açmak ve çocukları sahipsiz bırakmak için. Oysa bu dünya kadın ve erkek birlikteliği ile vardır, kadın yoksa erkek olmaz, erkek yoksa kadın olmaz. o yüzden bugün en büyük dayanışma kadın ve erkek arasından hiç olmadığı kadar güçlü olmalıdır çocukları kimsesiz bırakmamak için... Kadın ve Erkek birlikte omuz omuza küreselci çeteye karşı direnilecektir...

Planladıkları "ME TOO" hareketi kadını da erkeği de köle yapmak içindir. Şiddet istiyorlar politik hedeflerini dayatmak için. Şiddetin asıl kaynağı bugün tüm dünyayı terörize eden küreselcilerdir ve bunlara karşı KADIN - ERKEK DAYANIŞMASI en çok gerekli olan dayanışmalardan biridir. Akıllı ve yürekli erkek ve kadınlar bunu fark etti zaten...

****


Küreselciler toplumları çatıştıracak tüm seçeneklerini tüketince ellerinde bir tek "pozitif" - "negatif" çatışmasını kurgulamak kaldı.

"maske taktın takmadın"
"LGBT'yi destekledin desteklemedin"
"Aşıyı savundun savunmadın"
"İstanbul sözleşmesinden yana mısın değil misin"
"Karantinaya uydun uymadın" gibi kutuplaşmaların hepsi, bilimsel olmayan korona PCR'sinin "pozitif-negatif" ana düzlem kutuplaştırmasının üzerine inşa edilen kutuplaştırmalar olarak plan dahilinde kullanılan yeni "Kopenhag Kriterleri"nin yerini şimdi yeni kriterler olarak aldı veya George Bush'un "Bizden misiniz, değil misiniz" yol ayrımında seçime zorlamak ve kabul etmeyenleri "terörist" ilan etmek gibi.

Tabii, sistem maskeyi, aşıyı, LGBT'yi, İstanbul Sözleşmesi'ni, karantinayı tutuyor ve savunmayanları illegal ilan etmeye, toplumdan dışlamaya hazırlanıyor.

Türk'ün Aşı ile imtihanı, diyelim ama bu sefer sadece Türkler değil, tüm dünya insanlığı küreselcilerin kriterleri üzerinden yeni sosyal ve bölünme kutuplaşmasına zorlanıyor. Bu sefer nihai hedef doğrudan insan DNA'sı. Dünya ölçeğinde tepki vermeyen başlayan insanlığa karşı büyük ihtimal yasaklar, internet kesintileri, elektrik kesintileri filan da gündemlerinde olmalı. Tabi, bu kesintilerin başka boyutları da var. Aşağı yukarı öjenik ve faşizan bir dünya düzeni istendiği netleşmeye başlıyor.

Bu arada aşıcılar yavaş yavaş kendi aralarında da kapışmaya başladı; "Yok Rusya'nın aşısı olmaz DSÖ'nün aşısı olur ancak" gibilerinden aşı düzlemi üzerinde aşıcıların kapışacağının da sinyali göründü. Bu güzel, yesinler birbirlerini ve bu çelişkilerinin olacağını tahmin ediyorduk ve daha da derinleşecektir Dijital Sistemi aşılar, yasaklar, bilim dışılıklar üzerine kurmalarının getireceği devasa açmazları yüzünden. Onların yalanları açığa çıktıkça belki daha saldırgan olacaklar ama bu arada halkların doğrulara sahip çıkması da her geçen gün dün insanlığının güç kazanmasına, haklı bir yükselişe geçmesine zemin oluşturacaktır. Sistem aslında, en son aşamada bu korona kurgusu ile kendi kendini enfekte ettiğini yaşayıp görecektir. Onlar antijen yolladıkça dünya insanlığı antikor üretmeye başlayacaktır ve başladı da.

***

"Virüs mutasyon geçiriyor" deniyor ama tanı kitleri hep aynı. Bir kapı kilidi düşünün; sürekli değişiyor ama elinizdeki anahtar her seferinde açıyor o kilidi. Bu "virüs" sisteme karşı çok anlayışlı, sadece dünya insanlığına yamuk yapmayı seviyor.

Hatta son özelliği de açıklandı; östrojen hormonu Korona'ya karşı koruyucu özellik sağlıyormuş. Erkeklere kadınlık hormonu reklamı yapan bir virüs gibi adeta. LGBT üyesi olabilir mi bu virüs ya da AB üyesi ve hatta NATO üyesi, belki de DSÖ genel sekreter yardımcılığı bile yapmıştır, belki de İngiliz Bilimler Akademisi üyesidir. Bu "virüs" o kadar ilginç ki, az gelişmiş ülkelerde sorun çıkarmıyor pek, en çok gelişmiş ülkelerde ve en çok tedbir alınan ülkelerde kuduruyor. "Salgın" dedin mi hep fakir, az gelişmiş üleklererden duyardık böyle haberleri, o da kısa sürer düşünülmezdi bile. Bu sefer tam tersi oluyor; en zengin, en teknolojik, en bilimsel ülkelerde kendisine karşı tedbir alındıkça azan bir "virüs". İsveç istisna gibi görünen gelişmiş ülkelerden ama pek tedbir almadıkları için onlara sorun çıkarmıyor. Belki İsveç'te insanlar zaten çiplenmeye başladıkları için orasıyla uğraşmayı zaman kaybı olarak düşünen bussinesman bir "virüs" olabilir.

Bu "virüs"ün A kan gurubunu daha çok öldürdüğü söylendi ama işin ilginç yanı aşı hazırlayanlar tüm kan guruplarına tek bir tip aşı hazırlıyorlar. Demek ki bu "virüs" maliyet hesabı yapacaklara yardımcı oluyor çeşit çeşit aşı üretilmesin kan guruplarına göre, diye. İktisat mezunu olabilir ama hangi ekolü temsil ediyor acaba; Adam Simit mi, Keynes mi, Karl Marx mı, Friedman mı yoksa Thomas Malthus mu ?

Belki de Malthus ekolüne yakındır bu virüs; bir prof da zaten Malthus isminden bahsetmişti korona muabbeti çıkınca.

"1766 – 1834 yılları arasında yaşamış İngiliz İktisatçı Robert Thomas Malthus’un teorisi en genel tanımıyla, nüfus artışı ile gıda üretiminin birbirini dengelemeyeceği. Teoriye göre insan nüfusu, var olan gıda kaynaklarına göre çok daha hızlı artıyor. Malthus’a göre gıda kaynakları aritmetik olarak artarken, nüfus ise geometrik olarak çoğalacak. Mevcut gıda kaynaklarının yetersizliği, onların ulaşılamaz olmasına neden olacak ve böylelikle dar gelirli kesim onlara erişemeyerek bir süre sonra hayata veda edecek. Bu durum ise güçlü olanın yaşaması, güçsüzün ise doğal seleksiyona uğraması anlamını taşıyor. Bu teori ise evrim teorisinin temellerini oluşturan düşüncelerden biri." şeklinde yorumlar vardır Malthus yaklaşımı için.

Bu "virüs" öylesine kapsamlı ki, "Dijital Eğitim"e, "Dijital Tıbba", "Yapay Zeka"ya, "mRNA aşıları"na, "Blockchain"e, "Big Data"ya, "LGBT"ye, "İstanbul Sözleşmesi"ne, "Küresel Isınma"ya, "Yapay Et Üretimi"ne, "5G"ye, "Bill Gates"e, "İnternete" güvenerek sahaya çıkmış gibi ve tüm küresel sermayenin desteği, medyası ve kurumlarının yardımıyla ve mucidi tarafından bile "virüslerde tanı kiti olarak kullanımının" reddedildiği PCR desteğiyle kendinden söz ettirecek kadar çaresiz, kimsesiz bir "virüs". Fakat önemli değil, namı yürüdü gitti, tüm dünyayı sardı. Her gün bir efsane gibi yenilmezliğini, acımazsızlığını, bilinmezliğini, gizli güçlerini dilden dile dolaştıran, kulaktan kulağa aktaran medyatik halk söylenceleri her evde, her sokakta, her köşe başında, her web sayfasında, her çalının dibinde, her afişte, her mail'de çığ gibi büyüyüp bir destana, salgın destanına dönüşüyor. Hatta öyle ki, Youtube'ye bakınca Ege yöresinden tut da, Azeri veya Arabesk tarzda söylenmiş korona şarkı ve türküleri, hemşirelerin seksi korona dansları, kolbastı korona oyunları, Çin usulü korona dansları, İran tarzı korona halk oyunları... evet, hepsi var. Halk bağrına bastı, şarkı besteledi, dans figürleri üretti, ressamlar resmini çizdi, akademisyenler antijen proteinlerinin müziğini internete yükledi, kasedi bile çıktı.

O artık her şeye dönüşen, her şeyi değiştiren, her şeyi silen, her şeyi unutturan hiçbir şeye dönüştü. Zaten, tüm gücünü hiçliğinden aldı, öyle olmasa o tahta Grip çoktan yerleşir ve her zaman iktidarını korurdu ama koronanın hiçliği Grip'te yoktu ve bu nedenle bir numara olması için en uygun aday medya açısından Korona idi.

Virüs Denilen Şeyler Hastalık Sebebi Değil, Sonucudurlar, Hastalık Bulaştırıcı Değildirler!

 

DR THOMAS COWAN’IN 12 MART 2020’DE TUCSON, ARİZONA’DA SAĞLIK VE İNSAN HAKLARI İSİMLİ KONFERANSINDA YAPTIĞI KONUŞMA

Çeviri: Ali Hakan Duman

Kendini tutamıyorum ama tüm bu koronavirüs olayı hakkında bir şeyler söylemek istiyorum, eğer isterseniz.

Tekrar edeyim Rudolph Steiner'ı tanıdığınızda, cevabını almış olacaksınız, ancak ayrıntıları anlamanız gerekir.

1918'deki büyük salgında, insanlık tarihinde görülmüş en büyük salgındı bu, yani İspanyol gribi salgını, hemen ardından Steiner'e tüm bu olup biten hakkında sorular soruldu ve şöyle cevap verdi; “Evet, virüsler basitçe toksik maddelerin hücrelerden atılımıdır. Virüsler, DNA parçalarıdır veya birkaç protein içeren RNA'dırlar, ve hücreden dışarı atılırlar. Hücre zehirlendiğinde oluşurlar. Virüsler hastalığa sebep olmazlar."

Ve sizi bu konuda düşünmeye teşvik edeceğim ilk önce şununla başlayalım; ünlü bir yunus doktoru olsaydınız diyelim, değil mi? Ve Kuzey Kutup Dairesi'ndeki yunusları yüzlerce yıldır veya en azından uzun süredir inceliyorsunuz varsayalım ve yunuslar gayet iyilerdi o ana kadar. ve bir gün sizi acil olarak arıyorlar: “Fred, Kuzey Kutup Dairesi'nde pek çok yunus ölüyor. Gelip araştırabilir misin?"

Tamam ve sorman gereken sadece bir soru hakkın olduğunu varsayalım. Ellerinizi gösterin lütfen. Kaçınız "O yunusların genetik yapısı mı bozuldu acaba diyerek yunusları araştırmam gerekir" derdi?

-Hiç kimse, çünkü bu aptalca.

Kaçınız "Bu yunusun veya şu yunusun virüslü olup olmadığını görmek istiyorum çünkü bulaşıcı olabilir ve bu yüzden tüm bu yunuslar hastalanıyor" derdi?

-Hiç Kimse.

Kaçınız “Biri buraya 1986’da olduğu gibi Exon Valdez petrol atığı gibi bir bok koydu denize?” derdi?.

-Herkes

İşte böyle olduğu için ve hücreler zehirlendiği için hasta oluyor yunuslar ya da insanlar. Bizim “virüs” dediğimiz şey hücreyi temizleyip arındırmak için içindeki toksik maddeyi kazıyıp atmaya çalışan şeydir. NIH'nin son zamanlarda virüslerin karmaşık yapısı hakkında yaptığı konuşmaları dinlerseniz “ekzozomlar” adını verdiği mevcut virüs teorisinin bu söylediklerimizle uyuştuğunu anlarsınız. Bunun virüs hakkındaki mevcut düşünceyle mükemmel bir şekilde uyumlu olduğunu göreceksiniz.

Size bir anımı anlatayım. Küçükken evimiz hemen dışında bunun dramatik bir örneğini gördüm, sulak bir alan vardı ve orası kurbağalarla doluydu ve kurbağalar beni bütün gece vak vaklayarak uyutmazdı, bu yüzden pencereleri bantladığım olurdu. Baharda birden bire seslerin kesildiğini farkettim ve kurbağalar nereye gitti diye merak ettim.

Kaçınız kurbağaların genetik bir hastalığa yakalandığı için bir anda yok olduğunu düşünüyor?

-Hiç kimse.

Kaçınız kurbağalara virüs bulaşmış o nedenle yok olmuşlar diye düşünüyor?

-Hiç kimse.

Kaç kişi birisi dereye DDT dökmüş o nedenle kurbağalar yok olmuş diye düşünüyor?

-Herkes.

Evet, çünkü mantıklı olan ve gerçektende kurbağaların ölmesine sebep olan buydu. Hastalıklar zehirlenme neticesinde olur.

Peki 1918'de ne oldu? Son 150 yılda her salgın, dünyanın elektriklendirilmesi neticesinde bir kuantum sıçraması nedeniyle olmuştur. 1917 sonbaharının sonlarında dünya çapında yüzlerce radyo istasyonları kurulmuştu ve dünya çapında radyo dalgalarının yayılışının başlangıç yılıydı. Herhangi bir biyolojik sistemi yeni bir elektromanyetik alana maruz bıraktığınızda, onu zehirlersiniz ve öldürürsünüz, ölmeyenler ise ilginç bir şekilde biraz daha uzun fakat daha hasta olarak yaşamaya devam ederler.

Ve sonra II.Dünya Savaşı başlamasıyla, tüm dünyayı insanların buna hiç maruz kalmadığı kadar bir yoğunlukta radar sistemleri ve radar alanlarıyla kaplayarak, tüm dünyayı bir sonraki salgına sebep olacak tesislerle dolduracaklardı. Ve hemen ardından 1957’deki Asya gribi başladı. 1968'de Hong Kong gribi salgını ise dünyanın ilk kez Van Allen Kuşağı'nda güneş, ay, Jupiter v.s. den gelen kozmik alanları bütünleştiren koruyucu bir tabakasının bozulması neticesinde gerçekleşti. Ve altı ay içinde Van Allen Kuşağına radyoaktif frekanslar yayan uydu adı verilen balonlar atmosferin üst tabakalarına yerleştirildi, bu nedenle yeni bir salgın yaşadık.

İnsanlar zehirlendiği zaman, toksin salgılarlar, bunlar virüs gibi görünürler, insanlar bunun bir grip salgını olduğunu düşünürler.

1918'de İspanyol Grip salgını sırasında Boston Sağlık Bakanlığı bu hastalığın ne kadar bulaşıcı olduğunu araştırmaya karar verdi, ister inanın ister inanmayın, yüzlerce insanı gönüllü olarak kullandılar. Hastaların burunlarından sümük, boğazlarından balgam aldılar ve bunu hasta olmayan sağlıklı insanlara enjekte ettiler. Fakat tüm denemelerine rağmen bir hasta kişi bir sağlıklı kişiyi hasta edemedi. Bunu defalarca yaptılar. Ve hastalığın bulaşıcı olduğunu kanıtlayamadılar.

Hatta grip olan atlarla bile yaptıkları deneylerde sağlıklı atları hasta etmeyi başaramadılar. Bir torbayı hapşıran atların ağzına bağladılar ve bu torbayı bir sonraki sağlıklı ata bağladılar ve tek bir at bile hastalanmadı. Bu konuyu anlatan Dünyanın elektrifikasyonundaki tüm adımları inceleyen ve altı ay içinde dünyada yeni bir grip salgının nasıl başladığını anlatan Arthur Firstenberg'in “Görünmez Gökkuşağı” adlı kitabını okumanızı tavsiye ederim.

Araştırdığınızda, normal açıklamaları duyduğunuzda; bu salgın nasıl olurda iki hafta içinde Kansas'tan Güney Afrika'ya gider diye düşünmeden edemiyorsunuz, çünkü o zamanlarda ulaşım şekli karada at sırtında ya da denizde tekneler ileydi. Böyle olmasına rağmen tüm dünyada salgının belirtileri aynı anda başladı. Sorsanız bunun bir açıklaması yok, sadece "bunun nasıl olduğunu bilmiyoruz" diye cevaplıyorlar. Ama bu radyo dalgaları ile olduysa ancak mümkün olabilir. Birçoğunuzun cebinizde şu anda Japonya'ya bir sinyal gönderdiğinizde anında ulaşacak frekansta sinyal üreten aletle dolaşıyorsunuz. Yani saniyeler içinde dünyanın her yerinde iletişim kuran bir elektromanyetik alan olduğuna inanmayanlarınız buna dikkat etmiyor.

Son altı ayda dünyanın elektrifikasyonu dramatik bir şekilde ve bir kuantum sıçraması olduğunu belirterek bitireceğim ve eminim ki birçoğunuz şu anda kulelerden yirmi bin radyasyon üreten beş gee denen şeyin ne olduğunu biliyorsunuz. Tıpkı cebinizde ya da bileğinizde taşıdığınız kullanılan radyasyon yayan şeyler gibi. Bu aletler kesinlikle sağlıkla uyumlu değildir. Bunun sağlıkla bağdaşmadığını söylediğim için üzgünüm. Bu aletler suyun yapısını değiştirebilen yani çok tehlikeli cihazlardır. Ve bazılarınız itiraz edecek ve diyecek ki "ama biz elektrikle işleyen varlıklar değiliz, biz sadece fiziksel maddeyiz" eğer böyle düşünüyorsanız, o zaman bir EKG veya EEG veya sinir iletim testi yapmakla uğraşmayın derim çünkü bizler elektriksel varlıklarız ve kimyasallar bu elektriksel uyarıların sadece yan ürünüdür.

Ve herkesin tek bir tahminde bulunarak bulmaya çalışacağı bir soru sorayım; dünyanın tamamen üzeri beş gee ile örtülü olduğu şehri nerededir? Evet, Wuhan. Kesinlikle. Bunu düşünmeye başladığınızda, insanlık olarak burada varoluşsal bir kriz içinde olduğumuzu anlarsınız. İnsanoğlunun hiç benzerini görmediği bir şey. Size Eski Ahit peygamberleri gibi davranmak istemiyorum, ama bu, yüz binlerce kulenin yeryüzünü örtecek kadar eşi görülmemiş bir frekans üretmesi daha önce görülmemiş bir şey.

Ve daha önce söyleyecektim, bunun aşı sorusuyla da bir ilgisi var. Yaklaşık 2 yıl önce gelen bir hastam vardı, tamamen sağlıklı, iyi bir sörfçü falan. Bir elektrikçi olarak çalışıyor ve çok zengin insanlar için WiFi sistemlerini kuruyordu. Elektrikçilerin ölüm oranı çok yüksektir ama o iyiydi. Ve bir gün kolunu kırdı ve koluna metal bir plaka koydular. 3 ay sonra yatağından çıkamaz hale geldi, kalp düzensizlikleri başladı ve tamamen çöktü resmen. Elektromanyetik alana duyarlılığınız, vücudunuzda ne kadar metal bulunduğuyla ve hücrelerinizdeki suyun kalitesiyle ilgilidir.

Dolayısıyla, insanlara aşılarla alüminyum enjekte etmeye başlarsanız, artan elektromanyetik alanı emmek için alıcılar haline gelirler. Ve bu, şu anda deneyimlediğimiz türlerin bozulması için mükemmel bir fırtına durumudur. Rudolf Steiner'den sevdiğim bir alıntı ile bitireceğim; ve bu 1917 yılları civarında söylenmiş bir söz, yani farklı bir zaman dilimi ile ilgili ”Havanın elektriksel etkilerle dolup taşmadığı zamanlarda insan olmak daha kolaydı.” Bu nedenle, bugün insan olabilmek için, bir asır önce gerekenden çok daha güçlü ruhsal kapasiteli olmak gerekiyor. Yapabileceğimiz tek şey manevi kapasitelerimizi artırmak çünkü bu günlerde insan olmak gerçekten çok zor. Dinlediğiniz için teşekkürler.

Dr Thomas Cowan, MD

12 Ağustos 2020 Çarşamba

İktibas: Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden derhal çıkmalıdır! / Yusuf Kaplan

 Kadın cinayeti gibi kangrene dönüşen bir sorunun o ürpertici Pınar Gültekin cinayetinden sonra sosyal medyada gündeme oturması kaçınılmazdı elbette.

Konu, kadın tecavüzü, cinayeti ve şiddeti’ydi.

Nasıl tartışıldı peki bu konu?

Şöyle: “Eğer İstanbul Sözleşmesi iptal edilirse, bu cinayetler kontrolden çıkar, dolayısıyla Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkması cinayettir!” denildi!

Konu, Pınar Gültekin cinayeti’ydi. Ama konuşulan, İstanbul Sözleşmesi’nin kadın cinayetinin önlenmesinde bir kurtarıcı olduğu iddiası!

“KADIN CİNAYETİ”, “KADINA ŞİDDET” İŞİN MASKESİ, KILIFI!

Birincisi, İstanbul Sözleşmesi’nde kadın cinayetine, kadın şiddetine ilişkin çok şey var. Fakat bu yasa uygulamaya konulduğu zamandan bu yana kadına yönelik cinayet ve şiddet olaylarında azalma değil, artma hatta katlanma olmuş!

Demek ki, neymiş? İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik cinayet ve şiddet olaylarını azaltmamış aksine artırmış, üstelik de katlayarak artırmış!

Bütün rakamlar, veriler, kadına yönelik şiddet, tecavüz ve cinayet olaylarında İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmaya başlanmasından bu yana patlama olduğunu göstermesine rağmen birileri neden ısrarla İstanbul Sözleşmesi’ni ölümüne savunma ihtiyacı duyuyor peki?

İkinci dikkat çekeceğim nokta tam bu soruyla ilgili: İstanbul Sözleşmesi’nde kadına yönelik şiddet, cinayet, tecavüz sorunlarının hepsi maske, kılıf. Asıl dert “toplumsal cinsiyet eşitliği” ve “cinsel yönelim tercihi” (madde 3) gibi kavramlarla sapkın eşcinsel ilişki biçimlerini yasayla meşrulaştırmak ve yasa yoluyla topluma dayatmak!

Zokayı yutmayalım lütfen!

İstanbul Sözleşmesi’nde şiddetle, nefretle karşı çıktığımız yer burası işte: Birileri kadına cinayeti önleme kılıfı altında, bütün dünyada eşcinsel ilişki biçimlerini meşrulaştırma, dayatma ve yaygınlaştırma, dolayısıyla aile kurumunu çökertme amacı güdüyor!

Buna aslâ göz yumulamaz ve izin verilemez!

Kadına şiddetle, cinayetle ilgili başka yasa yapamayacak kadar aptal mı bu ülkenin hukukçuları?

Hasta mısınız siz?

Kimi aldatıyorsunuz?

Eğer bütün bunları bilerek yapıyorsanız bu toplumun altını sinsice oyacak, aileyi sinsice ortadan kaldıracak tehlikeli bir oyun oynuyorsunuz demektir ve bu tezgâhınız er geç deşifre edilip suratınıza çarpılır.

POLONYA KADAR OLAMAYACAK MIYIZ?

Tıpkı Polonya’da olduğu gibi...

Polonya, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıyor.

Gerekçesi sarsıcı!

Polonya, bugünden itibaren İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış sürecini resmen başlatıyor...

Polonya Adalet Bakanı Zbigniew Ziobro, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış gerekçesini açık, net ama son derece sarsıcı bir şekilde şöyle açıkladı:

“İstanbul Sözleşmesi, kabullenemeyeceğimiz sakıncalı ideolojik dayatmalar içeriyor. Meselâ bunlardan biri, “toplumsal cinsiyet” düşüncesi. Buna göre cinsiyet doğuştan değil, herkesin sosyo-kültürel kararına göre belirleniyor. Bu ideolojik varsayıma dayanan sözleşmeye göre, sözleşmeyi imzalayan devletler genç nesillere, bu “değer ve düşünceleri” öğretmek için eğitim sistemini değiştirmek zorunda. Önemli olanın sosyo-kültürel tercihlerimize göre belirlediğimiz cinsiyet olduğunu söylüyor. Bunu yanlış buluyoruz ve reddediyoruz.”

Yanarım yanarım da, şu Müslüman ülkede Polonya Adalet Bakanı kadar İstanbul Sözleşmesi’ni açıkça ve son derece tutarlı, güçlü bir şekilde reddeden bir devlet adamı çıkmadı, ona yanarım!

Kadın cinayetini kimse savunamaz! Bu sözleşmenin asıl meselesi de kadına yönelik şiddet, cinayet değil. Milleti aptal yerine koymayın!

Kadın cinayeti maskedir, işin kılıfıdır!

Kaldı ki, biraz önce de dikkat çektiğim gibi, kadın cinayetini önleyecek yasa yapmaktan âciz mi Türkiye?

Oysa burada asıl amaç, eşcinsel ilişkilerin yasal hâle getirilmesi, yasayla dayatılması ve ailenin çökertilmesidir!

Böyle bir sözleşmenin adının “İstanbul Sözleşmesi” olarak adlandırılması ise yüzkarası!

Polonya Adalet Bakanı’nı dinlerken, İstanbul adının geçmesinden yüzüm kızardı, bu ülkenin her bir insanının da, yöneticisinin de bu videoyu izlediklerinde yüzlerinin kızaracağından, İstanbul’un adının insanı soysuzlaştıracak bir sözleşmenin adı olmasından çılgına döneceklerinden eminim.

Türkiye, böylesine iğrenç bir amaçla hazırlanan, cinsiyetsiz bir dünya inşasının kilometre taşlarını döşeyen yüzkarası bir anlaşmadan derhal çıkmalıdır!

Yoksa yasayla kendi ellerimizle kendi toplumunun altını oyma cinayetine imza atmış insanlar olarak tarihe geçeceğiz -Allah muhafaza!

7 Ağustos 2020 Cuma

İblisin Maske Takma Küfrüne Zorlaması Karşısında Dinde Sebat Etmek Gerekir


Diğer devletler gibi T.C. devleti de Paganizm dininin kurduğu Dünya Sağlık Örgütüne ve İblisin dinine biat ederek Korona yalanını bahane etmekte ve sözde tedbir gerekçesiyle insanları, kendileri gibi kâfir olmaya zorlamaktadır. Önce cami ve cemaatleri yasaklatan iblis, sonra namazı Allah’ın emrettiği şekilden çıkararak kendisine ibadet şekline sokmuş, mesafeli ve maskeli namazı şart koşmuş, böylece namazların geçersiz olmasına hatta İblise ibadet edilen şirkî bir ritüel haline getirtmiştir. 

İblisin komutası altındaki tagutlar şimdi de halklarına maske takarak İblise itaat etmelerini ve böylece müşrik olmalarını zorunlu hale getirmişlerdir. Bizler müslümanlar olarak “Hastalığın bulaşması yoktur” buyuran Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i tasdik ediyor ve buna aykırı olarak dayatılan “Koronaya inanma” küfrünün dayatılmasını reddediyoruz.

Küfür ve şirkte tagutlara itaat eden kâfir olur! Ceza da verseler, hapse de atsalar, işten de atsalar, marketlere, toplu taşıma araçlarına da almasalar, idam da etseler maske takmamak, İblise ve askerlerine küfürde itaat etmemek gerekir!

Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ka’b b. Ucra radıyallahu anh’e dedi ki:

أَعَاذَكَ اللَّهُ يَا كَعْبُ بْنَ عُجْرَةَ مِنْ إِمَارَةِ السُّفَهَاءِ قَالَ وَمَا إِمَارَةُ السُّفَهَاءِ؟ قَالَ أُمَرَاءُ يَكُونُونَ بَعْدِي لَا يَهْدُونَ بِهَدْيِي وَلَا يَسْتَنُّونَ بِسُنَّتِي فَمَنْ صَدَّقَهُمْ بِكَذِبِهِمْ وَأَعَانَهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ فَأُولَئِكَ لَيْسُوا مِنِّي وَلَسْتُ مِنْهُمْ وَلَا يَرِدُونَ عَلَى حَوْضِي وَمَنْ لَمْ يُصَدِّقْهُمْ بِكَذِبِهِمْ وَلَمْ يُعِنْهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ فَأُولَئِكَ مِنِّي وَأَنَا مِنْهُمْ وَسَيَرِدُونَ عَلَى حَوْضِي، يَا كَعْبُ بْنَ عُجْرَةَ لَا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ لَحْمٌ نَبَتَ مِنْ سُحْتٍ أَبَدًا النَّارُ أَوْلَى بِهِ يَا كَعْبُ بْنَ عُجْرَةَ النَّاسُ غَادِيَانِ فَمُبْتَاعٌ نَفْسَهُ فَمُعْتِقُهَا أَوْ بَائِعُهَا فَمُوبِقُهَا

Ey Ka’b b. Ucra! Ben seni sefihlerin idareciliğinden Allah’a sığındırırım.” Ka’b radiyallahu anh:

“Sefihlerin idareciliği nedir?” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Benden sonra gelecek bazı idarecilerdir. Benim hidayetime uymazlar ve sünnetlerime tabi olmazlar. Onların yalanlarını tasdik eden ve zulümlerinde onlara yardım eden benden değildir, ben de ondan değilim. O havzıma gelemez. Kim onların yalanlarını tasdiklemez ve onlara zulümlerinde yardım etmezse onlar bendendir, ben de onlardanım. Onlar havzıma geleceklerdir. Ey Ka’b b. Ucra! Haramdan beslenmiş bir beden cennete asla gitmeyecektir, cehennem ona daha layıktır. Ey Ka’b b. Ucra! İnsanlar sabah çıktıklarında canını ya kendilerini azat edecek olana ya da cezalandıracak olana satarlar.”[1]

Huzeyfe radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِنَّهَا سَتَكُونُ أُمَرَاءُ يَكْذِبُونَ وَيَظْلِمُونَ، فَمَنْ صَدَّقَهُمْ بِكَذِبِهِمْ، وَأَعَانَهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ، فَلَيْسَ مِنَّي، وَلَسْتُ مِنْهُ وَلَا يَرِدُ عَلَيَّ الْحَوْضَ، وَمَنْ لَمْ يُصَدِّقْهُمْ بِكَذِبِهِمْ، وَلَمْ يُعِنْهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ فَهُوَ مِنِّي، وَأَنَا مِنْهُ، وَسَيَرِدُ عَلَيَّ الْحَوْضَ

Şüphesiz ileride yalan söyleyen ve zulmeden yöneticiler olacaktır. Onların yalanlarını tasdik eden ve zulümlerine yardım eden bizden değildir, ben de ondan değilim. O havza gelemeyecektir. Onların yalanlarını tasdiklemeyen ve zulümlerine yardım etmeyen ise bendendir, ben de ondanım. O havza gelecektir.”[2]

Ka’b b. Ucra radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِنَّهَا سَتَكُونُ عَلَيْكُمْ أُمَرَاءُ مِنْ بَعْدِي يُعْطُونَ بِالْحِكْمَةِ عَلَى مَنَابِرَ، فَإِذَا نَزَلُوا اخْتَلَسْتَ مِنْهُمْ، وَقُلُوبُهُمْ أَنْتَنُ مِنَ الْجِيَفِ، فَمَنْ صَدَّقَهُمْ بِكَذِبِهِمْ وَأَعَانَهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ فَلَيْسَ مِنِّي وَلَسْتُ مِنْهُ وَلَا يَرِدُ عَلَى الْحَوْضِ وَمَنْ لَمْ يُصَدِّقْهُمْ بِكَذِبِهِمْ وَلَمْ يُعِنْهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ فَهُوَ مِنِّي وَأَنَا مِنْهُ وَسَيَرِدُ عَلَى الْحَوْضِ

Muhakkak ki benden sonra üzerinde bazı yöneticiler olacak, minberler üzerinde iken onlara hikmet verilecek, minberden indikleri zaman onlardan hikmet alınacak. Kalpleri leşten daha kokuşmuş olacak. Kim onların yalanlarını tasdiklerse ve zulümlerinde onlara yardım ederse benden değildir, ben de ondan değilim. O havza gelemez. Kim onların yalanlarını tasdiklemez ve zulümlerinde yardım etmezse o bendendir, ben de ondanım. O havza gelecektir.”[3]

Ali radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

الْأَئِمَّةُ مِنْ قُرَيْشٍ أَبْرَارُهَا أُمَرَاءُ أَبْرَارِهَا وَفُجَّارُهَا أُمَرَاءُ فُجَّارِهَا وَلِكُلٍّ حَقٌّ فَآتُوا كُلَّ ذِيِ حَقٍّ حَقَّهُ، وَإِنْ أَمَّرْتُ عَلَيْكُمْ عَبْدًا حَبَشِيًّا مُجَدَّعًا فَاسْمَعُوا لَهُ وَأَطِيعُوا مَا لَمْ يُخَيَّرْ أَحَدُكُمْ بَيْنَ إِسْلَامِهِ وَضَرْبِ عُنُقِهِ، فَإِنْ خُيِّرَ بَيْنَ إِسْلَامِهِ وَضَرْبِ عُنُقِهِ، فَلْيُقَدِّمٍ عُنُقَهُ فَإِنَّهُ لَا دُنْيَا لَهُ وَلَا آخِرَةَ بَعْدَ إِسْلَامِهِ

İmamlar Kureyş’tendir. İyileri, iyilerinin imamıdır. Günahkârları günahkârlarının imamıdır. Her birinin hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını verin. Başınıza kolu kesik bir Habeş’li bir köle dahi emir olsa, sizden birinizi İslâm’ı ile boynunun vurulması arasında tercihte bırakmadığı sürece onu dinleyip itaat edin. Eğer İslam’ı ile boynunun vurulması arasında tercihte bırakırsa boynunu uzatsın. Zira İslam’ı gittikten sonra onun için ne dünyası kalır ne âhireti.”[4]

Suveyd b. Gafele rahimehullah’tan: “Ömer radiyallahu anh bana dedi ki:

يَا أَبَا أُمَيَّةَ إِنِّي لاَ أَدْرِي لَعَلِّي لاَ أَلْقَاك بَعْدَ عَامِي هَذَا فَاسْمَعْ وَأَطِعْ وَإِنْ أُمِّرَ عَلَيْك عَبْدٌ حَبَشِيٌّ مُجْدَعٌ إِنْ ضَرَبَك فَاصْبِرْ وَإِنْ حَرَمَك فَاصْبِرْ وَإِنْ أَرَادَ أَمْرًا يَنْتَقِصُ دِينَك فَقُلْ سَمْعٌ وَطَاعَةٌ دَمِي دُونَ دِينِي فَلاَ تُفَارِقَ الْجَمَاعَةَ

“Ey Ebâ Umeyye! Ben şu yılımdan sonra belki de seninle karşılaşmam. Başına toy bir habeşli köle dahi yönetici olsa dinle ve itaat et. Seni darb etse de sabret. Seni mahrum etse de sabret. Eğer dinini eksiltmeyi kastederse de ki:

“Dinlemek ve itaat dinim hakkında değil, canım hakkındadır.” Sakın cemaatten ayrılma.[5]

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

السَّمْعُ وَالطَّاعَةُ حَقٌّ مَا لَمْ يُؤْمَرْ بِالْمَعْصِيَةِ، فَإِذَا أُمِرَ بِمَعْصِيَةٍ، فَلاَ سَمْعَ وَلاَ طَاعَةَ

Müslüman kişinin günah ile emredilmediği sürece itaat etmesi bir haktır. Günah ile emredildiğinde ise dinlemek de yoktur, itaat de.”[6]

Abdullah b. Mes’ûd radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

سَيَلِي أُمُورَكُمْ بَعْدِي، رِجَالٌ يُطْفِئُونَ السُّنَّةَ، وَيَعْمَلُونَ بِالْبِدْعَةِ، وَيُؤَخِّرُونَ الصَّلَاةَ عَنْ مَوَاقِيتِهَا فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنْ أَدْرَكْتُهُمْ، كَيْفَ أَفْعَلُ؟ قَالَ: تَسْأَلُنِي يَا ابْنَ أُمِّ عَبْدٍ كَيْفَ تَفْعَلُ؟ لَا طَاعَةَ، لِمَنْ عَصَى اللَّهَ

Benden sonra işlerinizi sünneti öldüren ve bid’atle amel eden kimseler üstlenecektir. Namazları da vakitlerinden erteleyecekler." Ben:

“Ey Allah’ın rasulü! Onlara yetişirsem nasıl yapayım?” dedim. Buyurdu ki:

Nasıl yapacağını bana mı soruyorsun ey Ummi Abd’in oğlu! Allah’a isyan edene itaat yoktur[7]

Muaz b. Cebel radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

أَلَا إِنَّ الْكِتَابَ وَالسُّلْطَانَ سَيَفْتَرِقَانِ فَلَا تُفَارِقُوا الْكِتَابَ أَلَا إِنَّهُ سَيَكُونُ أُمَرَاءُ يَقْضُونَ لَكُمْ، فَإِنْ أَطَعْتُمُوهُمْ أَضَلُّوكُمْ وَإِنْ عَصَيْتُمُوهُمْ قَتَلُوكُمْ قَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ فَكَيْفَ نَصْنَعُ؟ قَالَ: كَمَا صَنَعَ أَصْحَابُ عِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ نُشِرُوا بِالْمَنَاشِيرِ وَحُمِلُوا عَلَى الْخَشَبِ مَوْتٌ فِي طَاعَةٍ خَيْرٌ مِنْ حَيَاةٍ فِي مَعْصِيَةِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ

 Dikkat edin! Kur’ân ile yönetim birbirinden ayrılacaktır. Sizler Kur’ân nerede olursa o tarafta yer alın. Üzerinize bazı idareciler gelecek, onlara itaat ederseniz sizi saptırırlar. Karşı çıkarsanız sizi öldürürler.” Dediler ki:

“Ey Allah’ın rasulü! O zamana ulaşırsak ne yapalım?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

İsa’nın (aleyhi's-selâm) ashabının yaptığını yapın. Onlar testere ile biçildiler, darağaçlarına çekildiler. Allah’a itaat üzere ölmek, isyan üzere yaşamaktan iyidir.”[8]

Ubade b. Samit radiyallahu anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yöneticilerden bahsetti ve şöyle buyurdu:

 يَكُونُ عَلَيْكُمْ أُمَرَاءُ إِنْ أَطَعْتُمُوهُمْ أَدْخَلُوكُمُ النَّارَ وَإِنْ عَصَيْتُمُوهُمْ قَتَلُوكُمْ فَقَالَ رَجُلٌ مِنْهُمْ يَا رَسُولَ اللَّهِ سَمِّهُمْ لَنَا لَعَلَّنَا نَحْثُوا فِي وُجُوهِهِمُ التُّرَابَ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَعَلَّهُمْ يَحْثُونَ فِي وَجْهِكَ وَيَفْقَئُونَ عَيْنَكَ

Üzerinize bazı idareciler gelecek. Şayet onlara itaat ederseniz sizi ateşe sokacaklar. İsyan ederseniz sizi öldürecekler.” Orada bulunan bir adam dedi ki:

“Ey Allah’ın rasulü! Onların isimlerini bize bildir ki, onların yüzlerine toprak saçalım.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Belki de onlar senin yüzüne toprak saçacak ve gözünü oyacaklar!”[9]



[1] Muslim'in şartına göre sahih. El-Hattabi el-Uzlet (224) Bezzar (Keşfu’l-Estar 1609) İbn Hibban (5/11, 10/372) Hâkim (1/152, 3/546, 4/141, 469) Ahmed (3/321, 399) Taberani (19/142, 145, 146, 156, 161) Haris b. Ebi Usame Musned (618) Ma’mer b. Raşid Cami (1330) Begavi Şerhu’s-Sunne (2029) Begavi Mu’cem (2833) Abd b. Humeyd (1138) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (1345) el-Esbehani et-Tergib (2106) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (8/247)

[2] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Ahmed (5/384) Taberani (3/167) Bezzar (7/253, 255) İbn Ebi Asım es-Sunne (759)

[3] Muslim'in şartına göre sahih. Taberânî (19/160)

* Habbab b. Eret radiyallahu anh’den: Hakim (1/151)

[4] Hasen. Hâkim (4/85) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (2/73) İbn Ebî Şeybe (7/737) Taberânî Evsat (4/26) İbnu’l-A’rabi Mu’cem (2320) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (7/242) el-Hallal es-Sunne (63) el-Muhrevaniyyat (100) Ebu Amr ed-Dani Sunenu’l-Varide Fi’l-Fiten (203) Rafii et-Tedvin (2/422)

[5] Muslim'in şartına göre sahih. İbn Ebi Şeybe, el-Musannef (7/737)

[6] Sahih. Buhârî (2955) Muslim (1839)

[7] Buhari’nin şartına göre sahih. Ebu Muhammed el-Fakihi Fevaid (131) İbn Mâce (2865) Ahmed (1/400) Taberani (10/173) Beyhaki (3/124) İbn Asakir Tarih (63/240)

[8] Sahih ligayrihi. Taberani (20/90) Taberani Mucemu’s-Sagir (749) Ebu Nuaym Hilye (5/165) Şeceri Emali (2830) İbn Hacer Metalibu’l-Aliye (4416) Ravileri güvenilirdir. Ancak Yezid b. Mersed, Muaz radıyallahu anh’den işitmemiştir. Hadisin şahitleri vardır:

* Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: İbn Ebi Şeybe (7/461)

* Ebu Berze radıyallahu anh’den: Ebu Ya’la (13/436)

[9] Sahih. Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (8/345) İbn Ebi Şeybe (7/461)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)