Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

28 Temmuz 2023 Cuma

Vasatlık ve Dinin Kolay Olması Hakkında!

 İsyankârlara tavır uygulanmasına itiraz edenlerin dinin vasat ve kolaylık dini olmasını öne sürmeleri şaşırtıcı işlerdendir! Sanki vasatlık ve dindeki kolaylık, yollarına tutulmakla emrolunduğumuz Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının üzerinde oldukları şeyden başkasıymış gibi!

Şimdi vasatlığı düşün ve bu hevâlarına tâbi olanların zannettikleri şey mi bir bak! Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيداً

Sizi böylece vasat bir ümmet kıldık ki insanlara şahitler olasınız ve rasul de size şahit olsun.” (Bakara 143)

Vasat bir ümmet tabirini Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Adaletli” demektir diye açıklamıştır. Burada talep edilen şey insanların çoğunun âdetlerine veya hevâlarına aykırı bir din hükmü işittiklerinde: “Din vasattır” veya: “İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır”[1] diye hakkı inkâr ettiklerini açıklamaktır.

Cahil kimse bunu işitince zanneder ki, din vasat (orta yollu) olduğu için bu (hak), karşı çıkılması gereken bir münkerdir! Sonra da dindarları orta yolu terk etmiş oldukları iddiasıyla suçlar!

Bu kimseler aslında dindarları suçlamak ve onlara hakaret etmek olan maksatlarını kapalı sözlerle ifade ederler!

Denilir ki: Evet, din vasattır, işlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır. Bu hususta tartışma yok! Biz de bunu söyler ve bunu emrederiz. Dinde aşırılık etmekten ve orta yolu aşmaktan da Allah’a sığınırız. Lakin bu vasatlık, orta yol nedir? Bunu akıllar veya zamanımız halkının üzerinde oldukları şey mi belirliyor?

Vasat olan din ve işlerin en hayırlısı olan orta yol, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının üzerinde oldukları yol değil midir? Bu, emrolunanları yapmak, yasaklananlardan uzak durmak değil midir? Ekleme ve çıkarma yapmadan emrolunduğumuz vasatlık ve orta yol bu değil midir?

Ama eğer vasatlığın nefsinin arzularına uyan şey olduğunu ve zamanının halkının alışageldikleri şey olduğunu iddia edersen dinde Allah’ın izin vermediği yeni bir hüküm koymuş olursun! Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, ashabı ve onlara güzellikle uyanların yolunu eleştirmiş, onları dinde vasat olmamakla itham etmiş olursun! Bu ise yeni bir din uydurma sapıklığı cinsindendir!

 Bu kimselerden, sakalını kısaltan birine: “Bu sana helal değildir” denildiğinde: “İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır” diyor!

Görüyor musun nasıl bir gerekçe gösteriyor! Hak bir söz söylüyor fakat bâtılı kast ediyor! Ona göre sakalını kısaltan kimse sakalı tamamen serbest bırakan ile tamamen traş eden arasında orta bir yolu tutmuştur! Şeytanı da ona: “İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır” diye telkin ediyor! Ona göre sakalı serbest bırakma emri orta yol değildir!

Kısır aklıyla ve iflas etmiş anlayışıyla dinin meselelerini böyle tartıyor!  Şayet günahını itiraf etseydi ve bu sözü delil olarak getirmeseydi kendisi için daha hayırlı olurdu. Çünkü bunun manası, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve onun emrine itaat ederek sakallarını bolca serbest bırakanlar, yolların en hayırlısı olan orta yola uymuyorlar demektir! Dinin ölçüsü insanların akılları olsaydı elbette din zayi olur giderdi!

Böyle ahmaklara denilir ki: “Bir kimse Ramazan ayının yarısında oruç tutsa ve Ramazan ayının tamamını oruçla geçiren birini görse, sonra: “İşlerin en hayırlısı orta yollu olanıdır” diye gerekçe öne sürse ne dersin?” O kimse: “Bu caiz değildir” diyecektir. Ona:

“Neden?” denilir. Der ki: “Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ramazan ayının tamamında oruç tutulmasını emretmiştir” Ona denilir ki:

“Sakal da böyledir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sakalın tamamen serbest bırakılmasını emretmiştir. İşlerin en hayırlısı ve vasat olanı senin hayal ettiğin şey değil, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in emrettiği gibi sakalını tamamen serbest bırakmandır. Ramazan orucu ve diğer bütün meselelerde de böyledir.

Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerinde olduğu şey ve O’nun emrettikleri işlerin en hayırlısıdır ve en vasatıdır. Bundan fazlası ifrattır, bundan eksiği ise tefrittir. Bütün meselelerde ölçü budur, senin aklın ve hevân değil!”

Böylece bâtıl ehlinin cahillerin zihnini karıştırmak ve hevâlarına göre ölçü koymak için kullandıkları: aşırılık ve katılık, vasatlık ve kolaylık kelimelerinin manasını da anlamış oldun.

İnsanların söyledikleri sözlerin Kitap ve sünnete arzedilmeleri gerekir. Çünkü hakkı ve bâtılı tespit etmede asıl ölçü budur.

Şeyhulislam rahimehullah şöyle demiştir: “Vacip olan; Allah’ın indirmiş olduğu kitap ve hikmeti (sünneti) bütün meselelerde ölçü kılmaktır. Sonra insanların sözleri bu esaslara arz edilir. Kitap ve sünnete uygun olan lafız ve manalar kabul edilir, kitap ve sünnete aykırı olan lafız ve manalar ise reddedilir.”[2]

Zan ve hevaya tabi olmak ise haktan bir şey ifade etmez!

Yine bâtıl ehli dinin kolay olmasını gerekçe göstererek Allah ve rasulünün murâd etmedikleri şeyleri kastediyorlar. Bu sözü ancak işlemiş oldukları haramları ve terk etmiş oldukları farzları temize çekmek için söylüyorlar. Kendilerinin bir münkerine karşı çıkıldığı zaman: “Din kolaydır” diyorlar!

Onlara denilir ki: Doğru! Din kolaydır. Can korkusu söz konusu olduğu zaman Allah sana leşten yemeyi mubah kılmıştır! Yine su bulamadığın zaman sana teyemmüm etmeni meşru kılmıştır. Ayakta namaz kılmaya güç yetiremediğin zaman sana gücünün yettiği şekilde namaz kılmayı meşru kılmıştır. Hatta bütün bunlardan ötesi, gönlünün imanla mutmain olması şartıyla, can korkun bulunduğu zaman küfür sözünü söylemeni dahi mubah kılmıştır. İşte bunlar Allah’a hamd olsun ki dindeki kolaylıklardandır.

Din tamamen kolaydır. Hatta senin zor kıldığın şeyler dahi kolaylaştırılmıştır. Lakin sen onu hakikati üzere bilmiyorsun.

Kolay olduğunu kastettiğin din nedir peki? Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah katından getirdiği dini mi, yoksa zamanındaki insanların arzularına göre edindikleri dini mi kastediyorsun?

Eğer Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah katından getirdiği dini kastediyorsan, kolaylık ile kastettiğin nedir?

İnsanların adet edindikleri sapmalara itiraz edildiği zaman: “Din kolaydır” diyerek dilediklerini yapmaları mı?

Halbuki bu, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiği dine aykırdır! Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizi, kendisinin üzerinde olduğu yolu değiştirmekten, bozmaktan, ona ekleme ve çıkarma yapmaktan yasaklamıştır! Bunun delilleri sayılamayacak kadar çok olup malum ve meşhurdur!

Eğer zamanındaki insanların üzerinde oldukları dini kastediyorsan, bizim dinde insanların arzularına göre değişiklik yapma hakkımız yoktur! Her zaman insanların üzerinde oldukları şey hak din değildir! Bilakis Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının üzerinde oldukları şey hak dindir!

Tuhaftır ki hevasına aykırı olan dînî emrilerin zorluk ve katılık olduğunu idda eden kimse farkında olmadan zorluk ve katılığa düşmektedir! İşte bu, Allah’ın kullarına olan merhametinin ve onlara sevap ve cezada ihsanda bulunmasının delillerindendir. Nitekim ilim ehli günahların ve isyanların insan tarafından lezzetli bulunacağını, bunun hissedilen bir durum olduğunu açıklamışlardır ve bunu uyuz kaşıntısının lezzetine ve aç kimsenin zehirli yemeği iştahla yemesine benzetmişlerdir.[3]

Bunun sonucunu düşün! Uyuz kaşıntısı ve benzerlerindeki lezzet, onu kaşıdıkça o an sakinleşse de acısı katlanarak artar. Zehirli yemek de lezzetlidir ama sonucu ortadadır.

Bazı insanlar şöyle diyebilir: “Ben günahlarda bu etkileri bulamıyorum.”

Ona denilir ki: Bu acı verici kötü etkiler vardır, lakin seni aldığın lezzet ve şehvetler aldatmış, bunların ardına gizlenmiştir. Yoksa bu etkiler mevcuttur ve işlemektedir. Bunu anlamak istersen kalbinin bağlandığı şeyi yani Allah’a isyan imkanını kaybettiğini düşün,, kalbin buna razı olur mu! Rabbine yemin olsun ki içinde bulunduğun durumu göreceksin! Eğer Allah’tan korkarak onu terk edersen Allah Azze ve Celle senin kalbine onunla azap etmekten kerimdir! Hatta onun yerine sana ferahlık ve sevinç lütfeder. Allah için terk ettiğin şeyden daha hayırlısını sana verir.

Bu acıların en açık ve büyük olanı hayattan ayrılmaktır. İnsan şehvetlerinden ve lezzet aldığı şeylerden ayrılınca ne olur? Onu, bunların akibetleri karşılayacaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَحِيلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ

Onlarla arzuladıkları şeylerin arasına engel konulmuştur.” (Sebe 54)

Böylece kaçınmış olduğu zorluk ve katılık, sonunu düşünemediği şekilde zorluk ve katılık olarak karşısına çıkmıştır. Yağmurdan kaçarken doluya yakalanır!

Bu durumu, dinin emir ve yasağını anlamak açıklar. O sadece bir mükellefiyet midir yoksa insanın ruhuna, kalbine ve bedenine uygun bir rahmet ve ihsan mıdır?

Bunu anlamak isteyen kimse İbn Kayyım rahimehullah’ın: “Miftahu Dari’s-Seade” kitabının ikinci cildine baksın. Yine Medaricu’s-Salikin kitabına da. Bu iki kitap da Türkçe’ye tercüme edilmiştir. İbn Kayyım rahimehullah bu esası oldukça güzel açıklamıştır ki, bu ahiretten önce dünyada insana saadet kazandırır, gönlünü genişletir. Bu esas; Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmaktır.

İnsanlardan birçok kimseye isyankârlara tavır uygulamak ağır gelmektedir. Çünkü herkes az ya da çok bazı muhalefetlere düşüyor. Bu önemli durum karşısında zayıf düşüyor ve gevşek davranması için kurduğu hilelere sığınıyor! Bazen bu tutumun katılık olduğunu söylüyor, bazen de bu tavrı uygulayan şahsın mizacıyla ilgili bir katılık ve cahillik olduğunu söylüyor! Bu konuda da kendi lehine olmayan şeyleri gerekçe gösteriyor! Mesela Mescide idrarını yapan bedevî kıssasını[4] veya namazda konuşan adam kıssasını[5] yahut Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Yahudi’yi ziyaret etmesini[6] ve benzerlerini delil getirir. Bunları Allah Teâlâ için gazaplanmayı ve Allah’ın emri olan isyankâr muhaliflere sert davranmayı iptal etmek için delil getirir!

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’ın haramları çiğnenince öfkelenmesini[7], Tebük Gazvesinden geri kalan üç kişiden alakaları kesmesini[8], Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bazı eşlerine tavır uygulamasını[9], perdede ruh taşıyan canlılara ait resim gördüğü zaman öfkeden yüzünün renginin değişmesini[10] ve buna benzer şeyleri unutuyorlar veya bilmezden geliyorlar! Bunlardan ibret çıkarmazlar, çünkü hevaya aykırıdır!

Hatta isyankârlara katı davranılmaması ve hecir uygulanmaması için delil getirirler ki, bu deliller onların kastettiklerine delalet etmemektedir! Mescide idrarını yapan bedeviye Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sert davranmamıştır. Çünkü o adam mescidi ve namazı bilmiyordu ki ona sert davranılsın! Ona sert davranılsaydı bundan dolayı meydana gelecek zarar daha büyük olurdu. Bu yüzden ona yumuşak davranıldı ve İslam’a ülfet etmesi sağlandı. Bu İslam’ın ilk zamanlarındaydı. Bu bedevî de mescidinin hürmetini, mescid ile deve ağılları arasındaki farkı bilmiyordu. Lakin bugün bir kimse aynı şeyi yapsa ona karşı da Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bedeviye muamele ettiği gibi muamele edilebilir mi? Bu bozuk bir kıyastır! Çünkü artık herkes mescidin saygınlığını, temiz tutulması gerektiğini bilir! Bu bedevinin yaptığını bugün ancak bir suçlu veya deli bir kimse yapar!

Şimdi, Allah’ın haramlarının delinmesine karşı, bedevinin mescidde yaptığına Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sert davranmamış olması gerekçe gösterilerek yumuşak davranılması öne sürülebilir mi? Böyle bir gerekçe öne sürmek dinde çözülme ve dinin değerini düşürmek demektir.

أوْحى الله إلى يوشع بن نون أني مُهْلِك من قومك أربعينَ ألْفاً من خِيَارِهم وَسِتِّين ألفاً من شِرَارِهم فقال يا رَبُّ هؤلاء الأشرَار فمَا بالُ الأخيَار؟! قال (إنَّهُمْ لَمْ يَغْضَبُوا لِغَضَبِي وَكَانوُا يُواكِلُونَهُمْ وَيُشَارِبُونَهُمْ)؟.

Allah Teâlâ, Yuşa b. Nûn aleyhi's-selâm’a: “Kavminden kırk bin hayırlı kişiyi ve altmış bin şerli kişiyi helak edeceğim” diye vahyettiğinde Yuşa aleyhi's-selâm dedi ki:

“Ey rabbim! Şunlar şerliler, tamam da hayırlıları neden helâk ediyorsun?” Allah Azze ve Celle buyurdu ki:

Çünkü onlar benim öfkelendiğim şeye öfkelenmediler ve onlarla beraber yeyip içmeye devam ettiler.”[11]

Kısaca söylemek gerekirse, İslam’ın ilk yıllarında insanların çoğuna bazı hükümler gizli kalmıştır. Bu yüzden onların İslama ısındırılmaları söz konusu idi. Bugün ise böyle değildir. Çünkü bugün bilmeyen kimse bilen kimseyle aynı durumdadır. Bugün işlenen muhalefetler bilerek ve ısrar ile işlenmektedir! Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kıbleye tüküren bir adamı imamlıktan azletmesi ve mescid halkında:

Bunun arkasında namaz kılmayın!” demesi bu durumu açıklar. Adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmiş ve:

“Ey Allah’ın rasulü! Sen onlara arkamda namaz kılmalarını mı yasakladın?” demişti. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Evet! Çünkü sen Allah’a ve rasulüne eziyet verdin!”[12]

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bu kimseye nasıl katı davrandığına bak! Onu imamlıktan azletmiş ve mescid halkına onun arkasında namaz kılmayı yasaklamıştır. Bütün bunlardan da ağırı kıbleye tükürmesinden dolayı ona: “Sen Allah’a ve rasulüne eziyet ettin” sözüdür!

Şayet Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bugün mescidlere sokulan hoparlörleri, mikrofonları, fotoğraf makinelerini, cep telefonuyla resim çekilmesini, hatta mescidlerde telefondan çalan melodileri, namaz kılarken zil sesi olarak çalan şeytan çalgılarını görseydi ne derdi? Vallahi bunlar büyük fitnelerdir!

Zamanımız halkı böyle şeyleri umursamıyor ve böyle bir tavrı uygun görmüyor! Bizim dini hevâlarımıza ve zamanların görüşlerine göre değiştirmeye hakkımız yoktur! Aynı şekilde kabalıktan, katılıktan, söylediklerimizi desteklemek için delil aramaktan da Allah’a sığınırız. Maksadımız iki taraftan birini desteklemek değil, hakkı ortaya koymak, bâtıl iddiaların bozukluğunu açıklamak, delil getirilen şeylerin onlara delil olmadığını ortaya koymaktır.

Sertliğin yeri vardır böyle yerlerde yumuşak davranmak uygun olmaz. Yine yumuşaklığın yeri vardır ki burada sert davranmak uygun olmaz. Her kim bunlardan yalnız birini uygulamaya davet eder ve diğerini terk ederse o bâtıldadır.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir gün (savaş dönüşü) bineği üzerindeydi ve yanında bulunanlara namazı binekleri üzerinde kılmalarını emretmişti. Bir adam bineğinden atlayıp yerde kıldı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Muhalif düştü! Allah da ona muhalefet etsin!” Bu asam İslam’dan çıkmadan ölmedi!”[13]

Bu adam meşru bir şey yapmış olmasına rağmen, yeri dışında yaptığı için ona karşı kullanılan bu sert ifadeyi düşün! Çünkü o Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e kendi görüşü ile muhalefet etmiştir! İbadette aşırılık yapmak istemiştir.

Yine namazda gözü semaya kaldırmak hakkında şöyle buyurmuştur:

Bazı kimselere ne oluyor da namazlarında gözlerini semaya kaldırıyorlar!” Sözünü sertleştirip dedi ki:

Ya buna son verirler ya da gözleri onlardan alınır!”[14]

Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Biriniz başını imamdan önce kaldırmasından dolayı Allah’ın onun başını eşekbaşına çevirmesinden veya şeklini eşek şekline sokmasından korkmaz mı?”[15]

Bu, namazda bir ihlâldir. İnsanların çoğunun nazarında bu basit bir şeydir! Lakin ifadedeki sertliğe bakın! Peki ya tamamen namaz kılmayana ne denir?

Hevâya tabi olan ve dini bozan kimseler yalnız bir yönden bakar, diğer yönden terk eder. Hatta dinin gereğiyle amel edenlere hücum eder ve onu çirkin sıfatlarla niteler!

Yine namazda konuşan sahabi kıssasını da gevşeklik için öne sürerler. Yine namazda konuşan bu sahabi de, namazda konuşmanın helal olmadığını bilmiyordu. Çünkü bu yasaklanmadan önce namazda iken konuşurlardı. Bu konudaki yasak daha sonra gelmiştir. Bu sahabiye ise yasak ulaşmadığından, yasaklanmasından sonra namazda konuşmuştur. Bilmeden yaptığı için ona sert davranılmamıştır.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Yahudiyi ziyaret etmesine gelince, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onu İslam’a davet etmek için gitmiştir. Bu kıssayı isyankârlara hatta kâfirlere yumuşak davranmaya ve onlara sevgi besleyip meclislerine katılmaya delil getiren kimse dine karşı en büyük iftirayı atmıştır ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem adına yalan söylemiştir!

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ziyaret ettiği Yahudi ölmek üzere idi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem onu İslam’a davet etti, o da müslüman oldu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bunu müşriklere ve kitap ehline gidip onları Allah Teâlâ’ya davet etmek suretiyle de yapardı. Bu, onlara sevgi beslemek ve onlarla ünsiyet ederek birlikte oturmak şeklinde olmamıştır! Hiçbir müslüman böyle bir şey iddia etmez! Bu nasıl olabilir ki, Allah Teâlâ kendisine şu ayeti indirmiştir:

لا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُولَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْأِيمَانَ وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ أُولَئِكَ حِزْبُ اللَّهِ أَلا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavmin, Allah’a ve rasûlüne muhalefet eden kimselere, babaları, oğulları, kardeşleri veya aşiretleri olsa bile sevgi beslediklerini göremezsin. Kalplerine imanı yazmış ve kendisinden bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları, altından nehirler akan cennetlere sokacaktır; orada süreklidirler. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin şüphesiz Allah’ın fırkası kurtuluşa erenlerin kendileridir.” (Mucadele 22)

Musa aleyhi's-selâm, Firavunu rabbine davet etmek için gitmekle emrolundu diye, “Musa aleyhi's-selâm, Firavun’u ziyaret ederdi” iftirası yapılabilir mi? Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bu Yahudi’yi Allah Teâlâ’ya davet için gitmesi de işte böyledir!

Şeyh Hamd b. Atik rahimehullah şöyle demiştir: “Bir adam gündüzleri oruç tutsa, geceleri namaz kılsa, dünyadan tamamen zahid olsa, bununla beraber Allah için öfkelenip yüzü buruşmasa, bu adam Allah katında insanların en nefret edileni, dindarlığı en az olanıdır. Büyük günah sahipleri bile Allah katından bu kimseden daha ehvendir.”

Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Farzları terk etmek veya haramları işlemekle bilinen bir kimse kendisine hecir uygulanmasını (tavır konulmasını) hak etmiştir. Ona tazir cezası olarak tevbe edinceye kadar selam verilmez!”[16]

Bugün halkın geneli dinin bu yönünü terk etmiş olduklarından Allah Azze ve Celle’nin ve rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in razı olmadığı unsurlar giriş yolu bulmuş, şeytan da buna destekler ve savunma yolları hazırlamıştır. Allah yardımcımız olsun.

Hatta insanın akrabaları ve yakınları kâfirlerden ve günahkâr müslümanlardan ise Allah’ın emrini onlara karşı uygulayıp onlara buğzetmesi ve tavır uygulaması, onlardan günahkâr müslümanları tevbe edinceye kadar dargın durması gerekir.

ولا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لا يُوقِنُونَ

İyice inanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevk etmesin!” (Rûm 60)

Samimî ilim ehlinin sözlerini düşün ve dinde şahsi görüşüyle yorum yapan, fitneye düşmüş kimselerin sözlerinden sakın! Zira onların çoğu bu zamanın deccalleridir!

Hak ehline düşmanlık edenlerin düşmanlıklarına aldırma! Zamanımızdaki insanların kabul edip iyi gördükleri şey münkerin ta kendisidir ve çirkin bulup karşı çıktıkları şey marufun/iyiliğin ta kendisidir!



[1] Beyhakî Şuab (6601) İbn Sa’d Tabakat (7/142) İbn Asakir Tarih (58/304) Mutarrif b. Abdillah b. Şıhhir rahimehullah’ın sözü olarak rivayet etmişlerdir. Ebu Nuaym Hilye’de (2/286) Ebu Kılabe rahimehullah’ın sözü olarak rivayet etmiştir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e nispeti ise sahih değildir. Bkz.: Acluni Keşfu’l-Hafa (1247)

[2] Mecmuu’l-Fetava (17/306)

[3] Bkz.: İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava (1/24) İbn Kayyım Tariku’l-Hicreteyn (s.100-106) İgasetu’l-Lehfan (1/30)

[4] Buhârî (5679) Muslim (284) Enes b. Malik radıyallahu anh’den.

[5] Ebû Dâvûd (931) İbn Huzeyme (859) Muaviye b. El-Hakem es-Sulemî radıyallahu anh’den

[6] Buhârî (1290) Enes b. Malik radıyallahu anh’den.

[7] Bkz.: Buhârî (6461) Muslim (2328)

[8] Buhârî (4156) Muslim (2769)

[9] Ebû Dâvûd (4602) Ahmed (25046) Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (2609)

[10] Buhârî (5758) Muslim (2107)

[11] İbn Ebi'd-Dunyâ el-Emru Bi’l-Ma’ruf ve’n-Nehyi Ani’l-Munker (75)

[12] Ebû Dâvûd (481) İbn Hibban (1636)

[13] İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava (25/276) Hadisi İbnu’l-Mubarek Kitabu’l-Cihad’da ve İbn Asakir Tarih’inde rivayet etmişlerdir.

[14] Buhârî (717) Enes radıyallahu anh’den, Muslim (482) Cabir radıyallahu anh’den.

[15] Buhârî (650) Muslim (427) Ebu Hureyre radıyallahu anh’den.

[16] Mecmuu’l-Fetava (23/252)

24 Temmuz 2023 Pazartesi

Düşünce ve İfade Özgürlüğü Olur mu?

 Münkere karşı çıkmayı, Allah için buğzu ve bundan dolayı hecir uygulamayı terk eden çoğu kimse bu yaptıklarını “herkesin görüş ve ifade özgürlüğü vardır” diyerek savunuyor ki bu çok tuhaftır! Öyle ya, durumu böyle gördüklerine göre onlar için düşünce ve ifade hürriyeti olan muhaliflere hecir uygulamanın ne faydası var?!

Muhakkak ki bu bizim asrımızda daha öncesinde benzeri görülmemiş şekilde ortaya çıkmış büyük bir meseledir! Bazı iftiracıların tekrar edip durdukları “ifade özgürlüğü” ve “düşünce hürriyeti”ne itikad eden kimse kâfir olur. Çünkü bunun manası herkesin dilediği şeye inanabileceği, dinin kurallarına kayıtlı kalmadan dilediğini söyleyebileceği demektir. Allah Subhanehu şöyle buyurmuştur:

“Küfür sözünü söylediler.” (Tevbe 74) Yine şöyle buyurmuştur:

O bir söz söylemeye dursun, mutlaka onun yanında görüp gözetlemeye hazır biri vardır.” (Kaf 18)

Müslüman söylediği bir söz sebebiyle kâfir olabilir. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem sahih hadiste şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki kul nereye varacağına aldırmadan Allah’ı razı eden bir söz söyler de Allah onun sebebiyle dereceleri yükseltir. Yine muhakkak ki kul nereye varacağına aldırmadan Allah’ı öfkelendiren bir söz söyler de onun sebebiyle cehenneme yuvarlanır.”[1]

Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Muhakkak ki kul ne içerdiğini tam anlayamadan bir söz söyler de onun sebebiyle cehennemde doğu ile batı arasından daha uzak bir yere yuvarlanır.”[2]

Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Şu söze gelince: “Herkes dinini arzuladığı şekilde yaşar” sözü, tevbe ettirilmesi gereken, tevbe edilmediği takdirde cezalandırılmayı gerektiren büyük bir sözdür. Hatta bu sözde ısrar etmek öldürülmeyi gerektirir. Hiç kimsenin dinde Allah’ın ve rasulünün meşru kıldığından başkasıyla, hevasına göre amel etmesi söz konusu olamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Allah’tan bir hidayet olmaksızın hevâsına tabi olan kimseden daha sapık kim vardır?” (Kasas 50)

Buna rağmen pek çoğu arzularına uyarak bilgisizce saptırıyorlar.” (En’am 119)

Hevâya tabi olma! Aksi halde seni Allah’ın yolundan saptırır.” (Sâd 26)

Daha önce kesin olarak sapan ve pek çoğunu saptıran ayrıca yolun doğrusundan sapan bir toplumun arzularına uymayın!” (Maide 77)

İbn Teymiyye rahimehullah bu konuda daha birçok ayetler zikrettikten sonra şöyle demiştir:

“Böylece ortaya çıkmaktadır ki kula düşen Allah’ın rasulüyle göndermiş olduğu hakka tabi olması ve dinini hevâsına tabi kılmamasıdır. Allah en iyi bilendir.”[3]

Bunu iyi düşün ve “düşünce ve ifade hürriyeti” diyen topluluğun dinden kaçıp hevâya tabi olduklarını iyi anla! Hakikatte bu küfre davet etmek demektir. Çünkü küfür sözü söylemek isteyene de bu hak tanınır. Bu ise İblisin dini olan düşünce ve ifade hürriyetidir! Hatta bir kimse: “Allah ve şeytan tek bir şeyin iki ayrı yönüdür” dese – Allah bunu diyenin dilini koparsın – ona da ifade özgürlüğü tanınır!

Bu kimseler “Düşünce ve ifade hürriyeti” diye adlandırdıkları bu çağrıyı Kur’ân’ı arkalarına atıp batılı kafirlerin fitnelerine düşmelerinden sonra yapmışlardır. Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir:

“Kendisini İslam’a nispet edenlerden birçok kimse Kur’ân’ı arkalarına atıp şeytanların söylediklerine tabi olmuşlar, Kur’an’ın emrini ve yasağını önemsemez olmuşlardır. Kur’ân’ın dost edinilmesini emrettiği kimseleri dost edinmiyorlar ve Kur’ân’ın düşman edinilmesini emrettiği kimseleri düşman edinmiyorlar! Bilakis kim olağanüstü bir şey getirirse ona tazim ediyorlar! Hatta onlardan bazısı bunların şeytanlardan geldiğini bilir lakin hevâsından dolayı ona tazim eder ve onu Kur’ân’ın yolundan üstün görür! İşte bunlar kâfirlerdir! Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle buyurmuştur:

Kitaptan bir nasip verilenleri görmedin mi? Cibte ve tağuta inanıyorlar da kâfirler için: “Bunlar iman edenlerden daha doğru bir yoldadır” diyorlar.” (Nisa 51)”[4]

“İfade özgürlüğü” diye uydurdukları şeyin maksadı böylece ortaya çıkmaktadır. Bu söz, ancak dinin kurallarına bağlı kalmanın zıddı olarak ortaya atılmıştır. Onlar sözlerinin ve fiillerinin dinin ölçüleriyle değerlendirilmesinden kurtulmayı kastetmektedirler. Şunu iyi düşün: Muaz radıyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dilini tutarak buyurdu ki:

Şuna sahip ol!” Ben dedim ki: “Ey Allah’ın nebisi! Söylediklerimizden de sorumlu olacak mıyız?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Annen seni düşüreydi ey Muaz! İnsanları yüzleri üzere veya burunları üzere cehenneme yuvarlayan şey ancak dillerinin ürünleri değil midir?”[5]

İfade özgürlüğü iddiası, Darwin’in Evrim Teorisi gibi küfrî teorilerin de rahatça sunulmasını beraberinde getirmiştir!

Bazı sapıklar ve nifak ehli “hikâye” adı altında Allah Subhanehu’ya hakaret içerse bile hayali şahıslar üzerinde küfür sözü söylenmesini de bu sözde ifade hürriyetine dâhil ediyorlar! Bu kimse tekfir edilemezmiş, çünkü o ancak hikâyedeki hayali şahsa bunu söyletmiş! Konuştuğunda yalan söylemesi münafığın alametidir! O, yalanıyla beraber Allah’a sövmektedir! “Allah onların söylediklerinden münezzeh, büyük ve yücedir!” (İsra 43)

Buna rağmen bazı münafıklar bunda sakınca olmadığını iddia ediyorlar! Çünkü yazar bunu kendisine nispet etmemiş, hikâyenin kahramanına nispet etmiş! Zamanımız ne kadar da tuhaf oldu! Bu yazar bu küfür sözü gerçek bir şahıstan nakletse ve onun sözüne karşı çıksa, bunu inkâr yoluyla nakletse bu doğru ve isabetli olurdu. Ama bu sözü hiç karşı çıkmadan aktardığında o bir kâfirdir!

Hikâyede iki kişinin Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem hakkında tartıştığını, bunlardan birinin: “O Allah’ın rasulüdür, insanların akıl bakımından en kâmili ve yol bakımından en doğru yolda olanıdır” dediğini, diğerinin de: “Bilakis o mecnundur, diğer deliler ile onun arasında bir fark yoktur” dediğini aktararak kıssayı tamamlarsa veya bunun devamında ikinci şahsın söylediklerini reddeden bir şey yazmadan devam etse buradaki küfür açıktır. Bu, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i delilikle nitelemenin ta kendisidir. Çünkü anlattığı hikayeyle bu sözü revaca getirmiştir. Ama şayet kıssadaki şahıs, Ebu Cehil ve benzerleri gibi küfrü bilinen bir kafir olarak anlatılıp da onun küfür sözü aktarılmış olsaydı bu başka bir şey, diğeri başka bir şeydir!

Diğer bir örnek: Şayet hikâyede iki kişiden biri: “Allah diri ve mevcuttur” dese, diğeri de “Allah yoktur” dese, kişi bu kıssayı ikinci şahsın sözüne karşı çıkmaksızın aktarsa, ya bu küfrü onaylamıştır yahut da bu küfür konusunda tereddüt içindedir! Böyle bir tereddüt ise küfürdür. Hikaye yazarının böyle bir hayalî kıssa yazmasındaki mazeret nedir? Hayalî şahsa küfür sözünü, o söze hiç karşı çıkmadan ve bunun küfür olduğunu beyan etmeden söylettiriyor ve bunu yayıyor! Şüphesiz ki bu habis bir hiledir!

Bu gibi hikâye yazarlarını savunanlar, kendi şahısları aleyhinde yazarın hayalî şahıslara böyle çirkin sözler söyletmesine razı olurlar mı?

Eğer: “Razı olmam, bu suçtur. Çünkü ismimi zikrediyor” derse o zaman ona denilir ki: “Sen ve hatta bütün insanlar Allah ve rasulünden daha mı azizsiniz? Allah ile ve diniyle alay eden bu hikaye yazarlarının yalanlarını nasıl savunabiliyorsunuz o halde? Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

İşte siz öyle kimselersiniz ki dünya hayatında onlardan yana mücadele ettiniz; ya kıyamet günü kim onlardan yana Allah ile mücadele edecek yahut kim onlar için vekil olacak?” (Nisa 109)

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in huzunda ashabından bir cemaatin ve başkalarının bulunduğunu düşün! Orada bulunanlardan biri:

“Lat ve uzzaya tapmakta sakınca yoktur” dese, diğeri de:

“Yahudilerin dini haktır, Hristiyanların dini haktır” dese, üçüncü bir kişi de:

“Hırsızın elini kesmek vahşîliktir, hapsedilmesi veya mâli ceza verilmesi yeterlidir” dese veya buna benzer semavî Muhammedî dine aykırı şeyler konuşsa Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bu kimselere karşı (ifade ve düşünce özgürlüğünden dolayı(!) sükut mu ederdi yoksa onlara öfkelenip karşı çıkar ve cezalandırır mıydı?

Cevap: Hiçbir müslüman Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sözlere öfkelenmeyeceğini ve karşı çıkmayacağını söyleyemez. Bilakis onlara hak ettikleriyle muamele ederdi. Bu açıktır. Lakin onlar: “Bizim fikir ve ifade hürriyetimiz var” diyeceklerdir! Tertemiz dinde Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onlardan İbrahimî ve Muhammedî dini yıkan böyle bir şeytanî gerekçeyi kabul eder mi?!

Şu halde “fikir ve ifade hürriyeti” sözünden neyi kastettiklerini kıyasla! “Haksızlık edenler, hangi dönüşe döndürüleceklerini yakında bileceklerdir.” (Şuara 227)

Onlardan biri kendisine sövülüp hakaret edilmesine razı olur mu? Ona öfkelenip karşı çıktığında o da: “Bu fikir ve ifade hürriyetidir” dese ondan bunu kabul eder mi? İşte buradan anla ki, onların gayeleri dinin hükümlerini ortadan kaldırmaktır! Bu “ifade hürriyeti” sözünü dine muhalefet için kalkan edinmektedirler!

İnternet ortamında yaşadığım bir hadise geldi hatırıma. Bir zamanlar Türkiye’de Kur'ânî Mucahede adıyla çıkan bir dergiyle yayın yapan Tekfirci ve sünnet inkârcısı bir akım vardı. Liderleri Ramazan Yılmaz’ın sohbet ettiği bir internet odasına girmiş bulundum. İsra ve Mirac hadislerini inkâr ediyordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i hiçbir saygı ifadesi kullanmadan “Muhammed” diye zikrediyordu. Ona reddiye vermek için

“Söyle bakalım Ramazan!...” dedim, derhal mikrofona sarılarak: “Sen bana nasıl böyle hitap edersin? Ben senin askerlik arkadaşın mıyım?” dedi. Ben de dedim ki:

“Vallahi nikinde Ramazan Yılmaz yazıyor yoksa sana çok daha başka hitap ederdim. Peki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem senin askerlik arkadaşın mı da “Muhammed” deyip duruyorsun?”

Onlar “fikir ve ifade özgürlüğü” gibi sözlerle cahillere dinin hürriyete ket vuran, ağızları gemleyen ve aklı hapseden bir unsur olduğu intibaını vermek istemektedirler! Bütün bunlar iblis tarafından onlara söylettirilmekte, kötü amelleri kendilerine süslenmektedir. Böylece insanları yaratıcıları Azze ve Celle’nin dininden uzaklaştırmak, dinin hükümlerinden nefret ettirmek isterler. Sanki dinde insan kendisini, hakka hidayet için ifade edemezmiş gibi, sözünün hiç dinlenmeden ve durumu hiç düşünülmeden derhal cezalandırılacakmış gibi göstermek istiyorlar. Allah yardımcımız olsun.

Dinin hükümlerine ve islam kadılarının yargılarına dair ufak bir araştırma yapan herkes bu saptırıcıların tuzaklarını görür ve anlarlar.



[1] Buhârî (6113

[2] Buhârî (6112) Muslim (2988)

[3] Mecmuu’l-Fetava (22/240-241)

[4] Mecmuu’l-Fetava (14/227)

[5] Nesâî Sunenu’l-Kubra (11394) İbn Mace (3973) Tirmizî (2621) Abdurrazzak (20302)

23 Temmuz 2023 Pazar

Günahkâr Akrabalara da Hecir Uygulanır!

 Said b. El-Museyyeb rahimehullah dedi ki: “Ebu Bekra radıyallahu anh, Ziyad ile anne bir kardeş idi. Ziyad’ın yaptığı işten dolayı Ebu Bekra radıyallahu anh onunla konuşmamaya yemin etti ve ölünceye kadar onunla konuşmadı.”[1]

Bizim zamanımızda böyle yapana: “Akrabalık bağını kopardı!” derler! Lakin bu zamanın halkının aldandığı şeyle aldanan karanlıklara girer! Zira onlar kişiye dinini karıştırırlar!

İbn Ebi Cemre rahimehullah şöyle demiştir: “Sılayı rahim malla olur, ihtiyaçlara yardım etmekle, zararı gidermekle, güler yüz göstermekle ve dua ile olur. Kapsamlı mana şudur: İmkân bulunan hayrı ulaştırmak ve güç nispetinde zararı gidermektir. Bu, eğer akrabalar istikamet üzere iseler böyledir. Eğer akrabalar kâfir veya fâcir (günahkâr) iseler Allah için onlardan alakayı kesmek sılayı rahimdir. Bununla beraber onlara öğüt vermeye çaba sarfetmek, bunda ısrar ederlerse haktan geri durmaları sebebiyle onları bildirmek gerekir. Bu durum onların arkalarından doğru yola dönmeleri için dua ederek sılada bulunmayı terk etmeyi gerektirmez.”[2]

“Eğer kafir veya facir iseler” sözüne dikkat et! Facir; günahkâr olan müslümandır. Yine: “Onlara sılayı rahim; Allah için onlardan alakayı kesmek ile olur” sözüne de dikkat et! İşte bu Allah için buğzetmenin hakikatidir! Nitekim İbn Ömer radıyallahu anhuma’nın oğlu Bilal’e karşı tavrı, İbnu’l-Museyyeb rahimehullah’ın babasına karşı tavrı, Ebu Bekra radıyallahu anh’ın tavrı ve başkalarının tavrı bu konuda örnektir.

Bazı insanlara problemli gelen “akrabalara hecir (dargınlık) uygulama” meselesini açıklayan hususlardan birisi de Allah Teâlâ’nın şu ayetidir:

Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavmin, Allah’a ve rasûlüne muhalefet eden kimselere, babaları, oğulları, kardeşleri veya aşiretleri olsa bile sevgi beslediklerini göremezsin. Kalplerine imanı yazmış ve kendisinden bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları, altından nehirler akan cennetlere sokacaktır; orada süreklidirler. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin şüphesiz Allah’ın fırkası kurtuluşa erenlerin kendileridir.” (Mucadele 22)

Bu ayet kâfir akrabalara has değildir! Bilakis müslüman dahi olsalar baba, oğul, kardeş, aşiret mensupları bu kapsamdadırlar. Zira Allah’a rasulüne muhalefet ettikleri, Allah’ın haramlarını deldikleri takdirde bu ayetin kapsamındadırlar.  

Zamanımızdaki birçok kimse buna aldırmıyorlar günahkâr kimselerle oturup beraber yemek yiyor ve sohbet ediyorlar! Halbuki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Ancak bir mü’min ile arkadaşlık et ve yemeğini ancak takva sahibi yesin.”[3]

Kadı Ebu’l-Hasen şöyle demiştir: “Bid’at ehline ve müslümanların günahkârlarına hecir (dargınlık tavrı) uygulamanın vacip oluşu hususunda akraba ile yabancı arasında fark yoktur. Allah’ın hakkı için bu yapılıyorsa böyledir. Ama iftira, sövme, gıybet, malının gaspedilerek alınması gibi insanî haklar içinse bunda farklı bir durum vardır. Eğer bunları yapan akrabası ise ona hecir uygulaması caiz olmaz. Akrabasından başkası ise hecir uygulaması caizdir.”[4]

Bu söz, daha önce geçen İbn Ebi Cemre’nin sözlerini açıklığa kavuşturmaktadır.

Kul, akrabalarına mudahane yaparsa (onların açıktan günahlarına karşı tavır uygulamayıp yumuşak davranırsa), onlara rabbi için öfkelenmezse onun bu yaptığı şey de rabbine muhalefet olur. Çünkü rabbi onlara gazaplanmıştır.

Ama rabbinin onlara öfkelenmesi sebebiyle o da onlardan alakayı keserek rabbine uyum gösterirse ve İbn Ebi Cemre’nin zikrettiği haklarını eda ederse yani onları hakka dönmeye davet eder, ısrar ettikleri takdirde onların gıyabında hidayetleri için dua ederse hem Allah’ın hakkını hem de onların haklarını eda etmiş olur.

Ölçüsü insanların övgüsü veya kötülemeleri olan kişiye Allah için buğzetmek ve hecir uygulamak zor gelir. Malik b. Dinar rahimehullah ise şöyle diyor:

“İnsanları tanıdığımdan beri onların övgülerine sevinmiyorum ve onların kötülemeleri beni üzmüyor.” Dediler ki:

“Bu nasıl oluyor ey Ebu Yahya?” Dedi ki:

“Muhakkak ki ben öven kimsenin de ancak aşırılık ettiğini ve kötüleyen kimsenin de ancak aşırılık ettiğini görüyorum.”[5]

Övgüsü zinet, yermesi leke olan Allah Teâlâ’nın razı olması sana yeter!

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Kim insanları razı etmek için Allah’ı öfkelendirirse Allah ona öfkelendiği gibi, razı etmeye çalıştığı insanları da kendisine öfkelendirir. Kim de insanların öfkelenmelerine rağmen Allah Teâlâ’yı razı ederse Allah ondan razı olduğu gibi kendisine öfkelenen insanları da razı eder.”[6]



[1] Abdurrazzak (13564) ayrıntılı olarak: İbn Asakir Tarih (60/36) İbn Hazm el-Muhalla (11/259)

[2] İbn Hacer Fethu’l-Bari (10/418) Mubarekfuri Tuhfetu’l-Ahvezi (6/30) Sefarini Gızau’l-Elbab (2/59)

[3] Ebû Dâvûd (4832) Tirmizî (2395) Ahmed (11355) Hâkim (7169)

[4] Bkz.: ez-Zecru Bi’l-Hecr (s.28) Gızau’l-Elbab (1/395)

[5] Hattabi el-Uzlet (s.61)

[6] Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (11696) benzeri: İbn Hibban (276-277)

Mudahânenin Kişiye ve Ümmete Zararları

 

İnatla ve kibirle hak ile bâtılı karıştıranlar alçak nefislerini savunmak için isyankârlara hecir/tavır uygulanmasının caiz olmadığını, kendilerine hecir uygulayan ilim talebelerinin ve başkalarının isabetli olmadıklarını iddia ediyorlar.

Bu karıştırmacılara şöyle denilir: Üç günden fazla küs kalmaktan yasaklayan hadisler dünyevî konulardaki küslük hakkındadır. Nitekim sünnette isyan ehline karşı onlar tevbe edinceye kadar hecir uygulanması (küs kalınması) gelmiştir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ka’b b. Malik radıyallahu anh’e ve iki arkadaşına elli gün boyunca küs kalmış, Allah onların tevbelerini bildirene kadar onlarla konuşmamıştır.

Zeyneb bt. Cahş radıyallahu anha, Safiyye radıyallahu anha hakkında “Şu yahudi kadın…” deyince Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Zeyneb radıyallahu anha ile iki aya yakın süre hecir uygulamıştır.[1]

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ihtiyaç dışında bina yapan kimseye, o kişi binasını yıkıp yerle bir edinceye kadar hecir uygulamıştır.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir adamın zaferan ile boyandığını görünce adam onu yıkayıp izlerini yok edene kadar hecir uygulamıştır.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir adamın üzerinde ipekten bir cübbe görünce adam onu çıkarıp atıncaya kadar hecir uygulamıştır.

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir adamın elinde altından bir yüzük görünce adam onu atıncaya kadar hecir uygulamıştır.

Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Hâkim’in rivayetlerinde Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bir adamın üzerinde iki kırmızı elbise görünce ona hecir uygulamıştır.

Sahabe ve onlara güzellikle tabi olanlar da bu menhec üzere hareket etmişler, isyanı açıktan işleyenlere karşı onlar tevbe edip tevbelerini ortaya koymalarına kadar hecir uygulamışlardır.

İsyankârlara hecir uygulamanın sünnet oluşu hususunda bir ihtilaf zikredilmemiştir. İhtilaf ancak bu hecrin mutlak olarak vacip olup olmadığı hususundadır. [2]

Ebû Dâvûd, Sünen’inde Kitabu’l-Edeb bölümünde: “Müslüman kardeşine hecir uygulayan kimse babı” diye başlık açmış ve burada üç günden fazla küs kalmaktan yasaklayan hadisleri zikretmiş, sonra da bölümün sonunda şöyle demiştir: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hanımlarından bazısına kırk gün hecir uygulamıştır. İbn Ömer radıyallahu anhuma oğluna ölünceye kadar hecir uygulamıştır. Ömer b. Abdilaziz rahimehullah bir adamdan yüzünü çevirmeye devam etmiştir.”[3]

‌‌Bundan sonra Ebû Dâvûd, üç günden fazla küs kalma yasağı ile bunun arasındaki farkı açıklayarak şöyle demiştir: “Eğer dargınlık Allah içinse bu yasağın bununla alakası yoktur.”

Yani eğer Allah için dargınlık (hecir) uygulanıyorsa bu durum üç günden fazla küs kalma yasağı kapsamına girmez. Bu yüzden daha önce geçen örnekler varid olmuştur.

Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Allah için olan hecir (dargınlık) ile kişinin nefsi için dargınlığının arasının ayrılması gerekir. Birincisi emrolunan şeydir, ikincisi ise yasaklanan şeydir.”[4]

Dinî bir cezalandırma olarak hecir (dargınlık) uygulamak, Allah yolunda cihad türlerindendir. Bunun Allah’ın kelimesinin yüce olması ve dinin tamamen Allah’a ait olması için yapılması gerekir.

Suyuti rahimehullah dedi ki: Ebu’l-Kasım b. Bişr Emali’sinde Ebu Hureyre radıyallahu anh’den şöyle rivayet etti:

“Bir mecusî Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına sakalını kazımış ve bıyığını uzatmış bir halde girdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Sana yazıklar olsun! Sana bunu kim emretti?” Adam: “Bana bunu Kisra emretti” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Lakin benim rabbim Azze ve Celle sakalı serbest bırakmamı, bıyıklarımı ise kısaltmamı emretti.”[5]

Şeyh Hamud b. Abdillah et-Tuveyciri rahimehullah sakalını traş edene selam verilmeyeceği hakkında şöyle demiştir:

“Kim sakalını traş ederse o muhanneslerdendir (kadınlaşanlardandır). Çünkü erkeklere benzemeyi terk edip yanakları pürüzsüz ve yüzünde kıl olmayan kadınlara benzemeyi seçmiştir. Bunu yapan kimseye, isyanı açıktan işlediği için selam vermek gerekmez.”

Nitekim İbn Abdilber et-Temhid’de şöyle demiştir: “Sakalı traş etmek haramdır. Bunu ancak erkeklerin muhannesleri (kadınlaşanları) yapar.”

Ebu Nuaym sahih isnad ile Ziyad b. Hudeyr rahimehullah’ın şöyle dediğini rivayet etti: “Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh’ın yanına girdim. Üzerimde taylasan vardı. Buyığım da uzundu. Ona selam verdim. Başını kaldırıp bana baktı, selamımı almadı. Bunun üzerine oradan ayrılıp onun oğlu Asım’ın yanına gittim. Ona dedim ki:

“Mü’minlerin emirinden tepki gördüm.” O da dedi ki:

“Ben senin için aracı olurum.” Sonra babasının yanına gidip dedi ki:

“Ey Mü’minlerin emiri! Kardeşin Ziyad b. Hudeyr sana selam vermiş, selamını almamışsın.” Ömer radıyallahu anh dedi ki:

“Onun üzerinde taylasan ve bıyığını da uzatmış şekilde gördüm.” Bunun üzerine bana döndü ve durumu haber verdi. Ben de gidip bıyığımı kestim, yanımda bulunan bürdeyi keserek izar ve rida haline getirdim. Sonra Ömer radıyallahu anh’ın yanına gittim ve selam verdim. Dedi ki:

“ve aleyke’s-selam. İşte bu öncekinden daha güzel ey Ziyad!”[6]

Ömer radıyallahu anh bıyığını uzattığı için Ziyad b. Hudeyr rahimehullah’a hecir uygulamıştır. Aynı şekilde sakalını kesene de bu şekilde hecir uygulanır. Çünkü ikisi de açık bir isyandır. Bıyığı uzatmak da, sakalı kesmek de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine muhalefettir ve mecusilere benzemektir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in:

Kim kendisini bir kavme benzetirse onlardandır[7] buyurduğu sabit olmuştur.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kadınlaşan erkeklere lanet etmiştir.[8] Sakalı traş etmek kadınlara benzemektir.

Ömer radıyallahu anh’ın Ziyad b. Hudeyr rahimehullah’a giyim ve kılığıyla ilgili olarak uyguladığı bu tavır, zamanımızda kendisini dine nispet edenler tarafından “Nefret ettirici, uzaklaştırıcı” görülmektedir! Böyle kimselerin yolu şöyle demektir: “Ey mü’minlerin emiri! Onun selamını alsaydın da sonra ona nasihat etseydin, nasihatini kabul ederdi!...” Bunlar ancak dinde gevşeme yolunu tutan, muhalif davranışlarda bulunanlara katılıp da onlara karşı çıktıklarında kabul görmeyen kimselerdir. Onların katında münkere karşı çıkmak münker görülür hale gelmiştir. Zamanımızdaki nice münkerler hevâya tabi olunarak maruf görülür hale gelmiştir!

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının açıktan isyan işleyenlere karşı uyguladıkları hecri onlardan sonra âlimler de bu güne kadar devam ettiregelmişler, karşı çıkılmayı ve buğzu hak edene hecir uygulamışlardır.

Zamanımızdaki garipliğin şiddetinden ve muhalefetlerin insanlara süslenmesinden dolayı işler tersine dönmüş, mudahaneci (yağcılık yapan kişi) karşı çıkılması gereken bir kişi iken, sünnetle amel ederek isyankârlara hecir uygulayan kimselere karşı çıkılır olmuştur!

İşte bu şeytanın tuzağıdır. Maruf münker görülür, münker de maruf görülür hale gelmiştir. Zamanımızdaki çoğunluğun terazileri/ölçüleri ters dönmüştür!

Ebû Dâvûd rahimehullah dedi ki: “Ebu Abdillah Ahmed b. Hanbel rahimehullah’a dedim ki: “Sünnet ehlinden bir adamı bid’at ehlinden biriyle beraber görürsem onunla konuşmayı terk edeyim mi?” Ahmed b. Hanbel rahimehullah dedi ki:

“Hayır, yanında gördüğün o adamın bid’at sahibi olduğunu ona bildir, eğer o bid’at sahibiyle konuşmayı terk ederse onunla konuşmaya devam et. Aksi halde o da ona katılır.”[9]

İmam Ahmed rahimehullah’ın: “Aksi halde o da ona katılır” sözünü iyi düşün! Yani o kimse o bid’at sahibiyle konuşmayı terk etmezse o da bir bid’atçi sayılır!

Mudahane/Yağcılık

Mudahane yapan kimse bu muhalefetiyle hem kendisine zarar verir, hem de kendisine yağcılık yaptığı isyan işleyen kimseye, onun aldanmasına sebep olmasıyla zarar verir. Bundan dolayı: “Mudahin (günahkâra yumuşak davranarak yağcılık yapan) kişi isyankârdan daha şerlidir” demişlerdir.

Sufyan es-Sevrî rahimehullah şöyle demiştir: “Bir kimseye komşularının hepsi övgüde bulunuyorlarsa o kötü bir adam demektir.” Dediler ki: “Bu nasıl olur?” Sufyan rahimehullah dedi ki:

“Bu adam onları günah işlerken gördüğü halde onlara karşı çıkmamış ve güler yüzle onları karşılamaya devam etmiştir.”[10]

Bu kıssadan şunlar ders çıkarılmalıdır:

Günahkârlar güler yüzle karşılanmamalıdır.

Burada istikametten ayrılmamaya dair ibret vardır.

Komşusu veya başkaları olsun fark etmez, maksat insanların övgüsünü elde etmek veya onların kötülemelerinden kaçınmak olmamalıdır!

Övgülerle aldanan ve kötülenmekten kaçınan niceleri vardır ki dinin terazisinde kayıptadır. Diğeri cahiliyye terazisidir!

Bunlardan sonra isyankârlara hecir uygulamaya karşı çıkan kimseye ne denir?

Zamanımızın halkından şaşırtıcı şeyler işitilir, hatta onların çoğu isyankârlara hecir uygulanmasını “kötü ahlâk” diye niteler! Hecir uygulayanları sert davranmakla, dar görüşlülükle suçlar! Bu kimseler iki konuda insanları aldatıyorlar:

Birincisi: Allah’ın haramlarına karşı cüretkârlık ve Allah’tan korkmamak

İkincisi: Dindar kimselerin isyankârlara mudahene yapması (yumuşak davranmaları), dilsiz şeytan olarak nitelenmelerini gerektirir. Bundan dolayı isyankârların fücurları artar ve aldanırlar.

Zamanımızda Allah’ın dilediği dışında dinî ayrım ortadan kalkmış, hak din tam bir garipliğe dönmüştür.

İbn Kayyım rahimehullah cihad, iyiliği emir ve kötülükten yasaklama, Allah için nasihat, rasulü için nasihat ve kullar için nasihat, Allah’a, rasulüne, dinine ve kitabına destek olmak konularını zikrettikten sonra mühahane (isyankârlara yumuşak davranış) hakkında şöyle demiştir:

“İşte bunlar vacipdirler. Bunları yapmaları şöyle dursun, bunları yapmayı isteme hatırlarından bile geçmez. Allah katında insanların din bakımından en zayıfı en buğuzlusu -her ne kadar dünyayı terk edip kendisini ibadete verse bile- bu vacipleri terk edenlerdir. Âlimler içerisinde Allah'ın yasakları çiğnendiğinde Allah için yüzleri kızarıp ta gazaba gelenler, Allah'ın dinine yardım etme yolunda mallarını harcayanlar, pek azdır.”

Şumayt b. Aclan rahimehullah şöyle demiştir: “Fıska (günaha) razı olan onun ehlindendir.”[11]

El-Evzaî rahimehullah şöyle demiştir: “Bir âlimin arkadaşlarının çok olduğunu görürsen bil ki o karıştırmacıdır! Çünkü şayet hakkı söyleseydi mutlaka ona buğzederlerdi.”[12]

Bu mudahanecinin özelliğidir. Sufyan es-Sevri rahimehullah’ın şu sözü de bunu açıklar:

“Kardeşlerin çokluğu din konusundaki ahmaklıktandır.”[13] Yine şöyle demiştir:

“Dostların çokluğu dindarlıkta zayıflıktandır.”[14]

Şüphe yok ki günahkârlara ve isyankârlara mudahane etmenin kötü etkileri vardır. Sünnet ehlinin kitapları bunun açıklaması ve sakındırmalarıyla doludur.

Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Salih arkadaş ile kötü arkadaşın misali misk taşıyıcısı ile körük üfleyicisinin misali gibidir. Misk taşıyıcı ya sana koku sürer veya ondan misk satın alırsın.  Ya da ondan güzel koku duyarsın. Körük üfleyici ise ya elbiseni yakar ya da ondan kötü koku duyarsın.”[15]

Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

Ancak mü’min ile arkadaşlık et, yemeğini de ancak takva sahibi yesin.”[16]

İlim ehli Abdurrazzak b. Hemmam rahimehullah’ın Ca’fer b. Suleyman’ı dinleyip arkadaşlık etmesinden sonra şiiliğe girdiğini zikretmişlerdir.[17]

İbn Ebi’z-Zi’b rahimehullah Kaderîlerle latifeleşip onların meclisine girdiği zaman Kaderîlikle itham edilmiştir. Zehebi dedi ki: “Onun yapması gereken onlara asık surat göstermesiydi. Belki de insanlara hüsnü zan eden biriydi.”[18]

İmran b. Hittan sünnet ehlinden idi. Haricî bir kadınla evlendikten sonra Haricilerin imamlarından biri oldu. İbn Asakir dedi ki:

“İmran b. Hittan, Sedus oğullarından bir adamdı. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabından bir topluluğa da yetişmişti. Onun son durumu Haricîlerin görüşlerine girmesi oldu. Bunun sebebi bize ulaştığına göre şudur: Onun amcasının kızı Haricilerin görüşündeydi. İmran ona reddiye vermek için onunla evlendi. Sonra kadın onu kendi mezhebine çevirdi.”[19]

İbn Mes’ud radıyallahu anh şöyle demiştir: “İnsanları sırdaş dostlarıyla değerlendirin. Zira kişi ancak beğendiği kişiyi sırdaş dost edinir.”[20]

Amr b. Kays rahimehullah şöyle derdi: “Kayma sahibiyle oturma senin de kalbini kaydırır.”[21]

Yahya b. Said el-Kattan rahimehullah şöyle demiştir: “Sufyan es-Sevrî rahimehullah Basra’ya geldiği zaman er-Rebi b. Subayh’ın durumunu araştırmaya başladı. İnsanlar katında değeri büyüktü. “Onun mezhebi nedir?” diye sorunca:

“Onun sünnetten başka mezhebi yoktur” dediler. Dedi ki:

“Peki sırdaşları kimlerdir?” Dediler ki: “Kaderiyye mensuplarıdır.” Sufyan rahimehullah dedi ki:

“O halde o da bir kaderîdir.”[22]

İbn Batta rahimehullah Sufyan es-Sevrî rahimehullah’ın bu sözüne not olarak şöyle demiştir: “Hikmetle konuşmuş ve doğru söylemiştir. Kitap ve sünnete uygun ilimle bunu demiştir. Hikmetin gereği de budur. Gözlerin idrak ettiği ve basiret ehlinin bildikleri şeydir. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin ki, sizi ifsat etmekten geri durmazlar ve sizin sıkıntıda olmanızı arzu ederler.” (Al-i İmran 118)

El-Evzaî rahimehullah’a: “Bir adam: “Ben sünnet ehliyle de, bid’at ehliyle de otururum” diyor” denilince şöyle demiştir: “Bu adam hak ile bâtılı eşitlemek isteyen biridir!”[23]

Sufyan es-Sevrî rahimehullah dedi ki: “Kişiyi bozma veya düzeltme konusunda arkadaştan daha etkili bir şey yoktur.”[24]

El-Fudayl b. Iyad rahimehullah şöyle demiştir: “Mü’minin dilediği kimseyle oturup konuşma serbestliği yoktur. Çünkü Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

Ayetlerimiz hakkında konuşmaya dalanları gördüğün zaman onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir.” (En’âm 68)”[25]

İmam İbnu’l-Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “Şeytanın kula kurduğu tuzaklardan birisi de onu türlü günahlara karşı güzel ahlâkla davranıp, güler yüz göstermeye davet etmesidir. Hâlbuki onun (günahların) şerrinden ancak surat asması ve ondan yüz çevirmesi ile kurtulabilir. Düşmanı olan şeytan ona günahkârlara karşı güleryüz ve tatlı dil ile davranmayı süsler. Bu kul da buna bağlanır ve kurtulamaz. Düşmanı olan şeytan onunla ihtiyacını giderene kadar çabalamaya devam eder. Böylece kula tuzağını güzel ahlâk ve güler yüz maskesi altında sokar. Bundan dolayı kalplerin tabipleri bid’at ehlinden yüz çevirmeyi, onlara selam vermemeyi ve onlara güler yüz göstermemeyi, onları ancak asık suratla karşılamayı ve yüz çevirmeyi tavsiye etmişlerdir." (İgasetu'l-Lehfan 1/140)

[1] Ebû Dâvûd (4602) Ahmed (25046) Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (2609)

[2] Bkz.: Tuveyciri Tuhvetu’l-İhvan Bima Cae’l-Muvalat ve’l-Muadat ve’l-Hub ve’l-Buğz ve’l-Hicran (s.38-40)

[3] Sunenu Ebi Davud (4/279)

[4] Mecmuu’l-Fetava (28/203-210)

[5] Suyuti Esbabu Vurudi’l-Hadis (178)

Hadisi İbn Sa’d Tabakat (1/449) ve İbn Abdilberr et-Temhid (20/55) Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe’den mürsel olarak rivayet ettiler. Haris b. Ebi Usame Musned’inde (583) Yahya b. Ebi Kesir’den mürsel olarak rivayet etti.

[6] Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (4/197-198)

[7] Ebû Dâvûd (4031) Ahmed (5115) İbn Ebî Şeybe (33016) bkz.: İbn Hacer Fethu’l-Bari (10/271)

[8] Buhârî (5547) Ebû Dâvûd (4930) Ahmed (1982)

[9] Ebu Ya’la Tabakat (1/61)

[10] Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (7/30) Zehebi Siyeru A’lam (7/278)

[11] İmam Ahmed Zühd (s.229) İbnu’l-Cevzi Sıfatu’s-Safve (3/341)

[12] Munavi Feydu’l-Kadir (4/274)

[13] İbn Ebi'd-Dunyâ et-Tevazu ve’l-Hamul (42) Ahmed el-Vera (s.193) İbn Ebî Hâtim el-Cerh ve’t-Ta’dikl (1/94)

[14] Şa’ranî Tabakat (1/46)

[15] Buhârî (5214) Muslim 2628)

[16] Ebû Dâvûd (4832) Tirmizî (2395) Ahmed (11355) Hâkim (7169)

[17] Bkz.: Zehebi Tezkiratu’l-Huffaz (1/241) Siyetu A’lam (9/570) İbn Adiy el-Kamil (5/315)

[18] Siyeru A’lami’n-Nubela (7/141)

[19] İbn Asakir Tarihu Dimeşk (43/490) Mizzi Tehzibu’l-Kemal (22/323)

[20] İbn Batta el-İbane (381) İbn Ebi'd-Dunyâ el-İhvan (38)

[21] El-İbane (371)

[22] El-İbane (426)

[23] El-İbane (434)

[24] El-İbane (504)

[25] El-İbane (514)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)