Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

24 Nisan 2025 Perşembe

Allah Hakkında İstilkâ Sıfatı Nispet Eden Cahillere Reddiye

 Tevhid ve sünnet ilimlerini bilmedikleri halde akide konularında ahkâm kesen cahiller türemiştir. Sahih ve sabit delillere dayanmaksızın bazı hurafeler uyduruyorlar, sonra da bu hurafelerine itikad etmeyenleri Cehmi’likle suçluyor, tekfir ediyorlar.

Bu türedi akımdan bazıları Allah Azze ve Celle’nin istilka (yanı üzere yatıp uzanmak ve bacak bacak üstüne atmak) sıfatları olduğu ve bu konuda sahih hadis bulunduğunu iddia etmekte, bu itikadı geçmişteki bazı imamlara da nispet etmektedirler.

Bu konuda getirilen delil Taberânî’nin Mu'cemu'l-Kebîr’de (19/13) zikrettiği şu rivayetidir:

Bize Ca’fer b. Suleyman en-Nevfelî, Ahmed b. Rişdeyn el-Mısrî ve Ahmed b. Davud el-Mekkî haber verdiler, dediler ki: bize İbrahim b. el-Munzir el-Huzamî haber verdi, dedi ki: bize Muhammed b. Fuleyh b. Suleyman haber verdi, o babasından, o Said b. el-Haris’ten, o Abdullah b. Huneyn’den şöyle dediğini rivayet etti:

بينا أنا جالس إذ جاءني قتادة بن النعمان رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ فقال انطلق بنا يا ابن حُنين إلى أبي سعيد الخدري رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ فإني قد أُخبرت أنه قد اشتكى فانطلقنا حتى دخلنا على أبي سعيد فوجدناه مستلقيًا رافعًا رجله اليمني على اليسرى فسلمنا وجلسنا فرفع قتادة بن النعمان يده إلى رجل أبي سعيد فقرصها قرصة شديدة فقال أبو سعيد سبحان اللَّه يا ابن آدم أوجعتني فقال له ذلك أردت إن رسول اللَّه صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قال إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لَمَّا قَضَى خَلْقَهُ اسْتَلْقَى وَوَضَعَ إِحْدَى رِجْلَيْهِ عَلَى الأُخْرَى وَقَالَ لا يَنْبَغِي لأَحَدٍ مِنْ خَلْقِهِ أَنْ يَفْعَلَ هَذَا فَذَكَرَهُ فَقَالَ أَبُو سَعِيدٍ لا جَرَمَ وَاللَّهِ لا أَفْعَلُهُ أَبَدًا

“Ben oturuyorken bana Katade b. en-Nu’man radıyallahu anh geldi ve dedi ki: “Bizimle gel ey İbn Huneyn! Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’e gidelim. Zira onun rahatsız olduğunu haber aldım.” Bunun üzerine gittik ve Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’ın yanına girdik. Onu sağ ayağını sol ayağı üzerine atmış halde uzanırken bulduk. Selam verdik ve oturduk. Katade b. en-Nu’man radıyallahu anh elini Ebu Said radıyallahu anh’ın ayağına doğru kaldırdı ve şiddetli bir şekilde çimdikledi. Ebu Said radıyallahu anh dedi ki:

“Subhanallah! Ey Ademoğlu! Canımı acıttın!” O da dedi ki: “Ben de bunu istedim. Muhakkak ki Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 

Allah Azze ve Celle yaratma işini bitirince uzandı ve bir ayağını diğeri üzerine attı.” Buyurdu ki: “Halkından kimsenin bu şekilde yapması yaraşmaz.” Ebu Said radıyallahu anh dedi ki:

“Vallahi bir daha asla öyle yapmam.”[1]

Bu konuda iddialar şu şekilde:

1- Taberani gibi akidesini Abdullah b. Ahmed b. Hanbel’den öğrenmiş bir imam, bu hadisin içeriğine itikad etmeseydi rivayet etmezdi iddiası

2- Hadis Buhârî ve Muslim’in şartlarına göre sahihtir iddiası

Öncelikle bu iki iddiaya cevap verelim;

Taberani İtikad Etmediği Bir Hadisi Rivayet Etmez mi?

1- Şüphesiz böyle bir iddia İmam Taberani’ye karşı atılmış bir iftiradır ve Taberani eserlerinde böyle bir şart koşmuş değildir. Taberani gibi bazı imamlar rivayetin isnadını zikretmekle bütün sorumluluğu isnad zincirinde geçen ravilere yükleme düşüncesinde te’lifte bulunmuşlardır.

Taberani hakkında bu şekilde iddiada bulunmak yersiz bir kutsama düşüncesine dayanmaktadır. Nitekim bazı cahil sufiler de buna benzer bir iddiada bulunarak “Allah dostlarının kitaplarında uydurma hadis olmaz, onlar kitaplarına bir hadisi almışlarsa o hadis sahih demektir” diye hurafe bir iddia ortaya atmışlar, bu ümmeti önceki kitap ehlinden ayıran en önemli özelliklerden biri olan rical ve isnad ilmini hiçe saymışlardır!

Şayet bu iddia kabul edilirse yani Taberani’nin Mu’cemlerinde ve diğer eserlerinde rivayet ettiği bütün hadisleri içeriklerine itikad ettiği için rivayet etmiş olduğu söylenecekse, Taberani birçok hurafeye de itikad etmiş demektir!

Mesela Adem aleyhi's-selâm’ın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ile tevessülde bulunduğunu ifade eden uydurma hadisi Taberani Mu’cemlerinde rivayet etmiştir. ( Mu'cemu's-Sagir (2/182) Mu'cemu'l-Evsat (6/313)

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan merfu olarak rivayet edilen “Kim başka bir ihtiyaç için değil de sırf beni ziyaret etmek için gelirse, kıyamet günü ona şefaatçi olmam Allah üzerine bir hak olur.” Şeklindeki hadisi de Taberani Kebir’de ve Evsat’ta rivayet etmiştir.[2]

Yine şu rivayet de öyledir:“Kim hacceder ve ben öldükten sonra kabrimi ziyaret ederse, beni sağ iken ziyaret etmiş gibi olur.[3]

Yine Taberani ed-Dua kitabında Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve önceki nebilerle tevessül içeren uydurma rivayetler zikretmiştir.

Taberani Kebir’de (8/283) ve Evsat’ta, muhaddislerin uydurma oluşunda ittifak ettikleri ve sabit hadislere de aykırı olan:  “Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır” şeklindeki hurafe sözü de rivayet etmiştir!

Taberani Sagir’de, “Ümmetime her gece Yasin suresini okumayı farz kıldım. Her gece bunu okumaya devam eden şehit olarak ölür” şeklindeki uydurmayı da rivayet etmiştir!

Taberani’nin kitaplarına daha nice batıl itikadlar içeren uydurma ve hurafe rivayetler vardır ki, burada bunları zikretmek mümkün değildir.

İstilka hadisi hakkında “Taberani bu hadise itikad etmeseydi rivayet etmezdi” iftirasını atanlar, Taberani’nin ölülerle tevessüle, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrini ziyaret hakkındaki bâtıl rivayetlere ve ilk yaratılanın akıl olduğuna dair hurafeye de itikad ettiğini mi iddia ediyorlar yoksa?!

İstilka Hadisi Sahih mi?

2- İstilka hadisinin Buhârî ve Muslim’in şartlarına göre sahih olduğu iddiası doğru değildir. Hatta sahih olduğunu söylemek bile büyük bir iftiradır.

Heysemi Mecmu’z-Zevaid’de Taberani’nin üç şeyhinden ikisini tanımıyorum, Ahmed b. Rişdeyn zayıftır. Diğer ravileri Sahih’in ricalidir” demiştir.

İbrahim b. el-Munzir ve Muhammed b. Fuleyh b. Suleyman’dan Muslim rivayette bulunmamıştır. Bu ikisinden yalnız Buhârî rivayette bulunmuştur. Bu açıdan hadisin Buhârî ve Muslim’in şartına olduğu söylenemez, peki Buhârî’nin şartına göredir denilebilir mi? 

Bu da denemez. Çünkü bunu en azından isnadın zahirine göre söyleyebilmek için dahi isnadda inkıta olmaması gerekirdi. Halbuki Abdullah b. Huneyn ile Katade b. en-Nu’man arasında inkıta vardır. Bu illet ise bırakın Buhârî’nin şartına göre olmasını, her hangi bir sıhhat şartına da uymaz.

Rivayetin İsnadındaki Münkerlik

Açıklaması şöyle: Katade b. en-Nu’man radıyallahu anh, Ömer radıyallahu anh’ın halifeliği döneminde vefat etmiş ve cenazesini de Ömer radıyallahu anh kıldırmıştır. Abdullah b. Huneyn ise 105 senesinde, 75 yaşında vefat etmiştir. Yani Hicrî 30 yıllarında doğmuştur. Ömer radıyallahu anh ise 23 yılında vefat etmiştir.

Bu durumda Abdullah b. Huneyn’in: “Katade b. en-Nu’man radıyallahu anh bana geldi… Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’ı ziyarete gitttik” şeklinde rivayetinin doğru olması mümkün değildir. İsnadda açık bir inkıta vardır.

Bu rivayetin isnadındaki bu münkerlik ya Muhammed b. Fuleyh ya da onun babası Fuleyh b. Suleyman sebebiyledir. Nitekim Zehebi, bu rivayeti Fuleyh’in münker rivayetleri arasında zikretmiştir.

Fuleyh b. Suleyman bu hadisi bazen Said b. el-Haris – Ubeyd b. Huneyn – Katade b. en-Numan isnadıyla, bazen; Said b. el-Haris yerine Salim Ebu’n-Nadr - İbn Huneyn ve Busr b. Said yoluyla, bazen de ikisinin yerine Ebu’l-Habbab Said b. Yesar diyerek rivayet etmiştir.

Hafız Ebu Musa el-Medini dedi ki: “Bu hadisi İbnu’l-Asfar; İbrahim’den, o Muhammed b. Fuleyh’ten, o babasından, o Salim Ebi’n-Nadr’dan, o Ebu’l-Habbab Said b. Yesar’dan, o Katade radıyallahu anh’den rivayet etti.

Muhammed b. el-Mubarek es-Surî; İbrahim b. el-Munzir’den, o Muhammed b. Fuleyh’ten, o babasından, o Salim Ebu’n-Nadr’dan, o Ubeyd b. Huneyn ve Busr b. Said’den, ikisi Katade radıyallahu anh’den rivayet etti.

Katade radıyallahu anh’den yine Ubeyd b. Huneyn dışında Ebu’l-Habbab ve Busr b. Said – Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe yoluyla rivayet etti.

İbrahim b. el-Munzir’den; Muhammed b. İshak es-Sagani, Muhammed b. Musaffa, Muhammed b. el-Mubarek es-Suri, Ca’fer b. Suleyman en-Nevfelî, Ahmed b. Rişdeyn, Ahmed b. Davud el-Mekki, İbnu’l-Asfar ve başkaları rivayet ettiler…”[4]

Hafız Ebu Musa el-Medini’nin bu sözlerinden anlaşıldığı üzere; isnaddaki ızdırabın sebebi olarak kendilerinde zayıflık olan iki ravi: Muhammed b. Fuleyh ve babası Fuleyh b. Suleyman gözükmektedir. Buhârî bu ikisinin münker olmayan rivayetlerini, ancak sikaların rivayetlerine muvafakat ettiklerinde Sahih’inde almıştır.

Ahmed b. Hanbel rahimehullah bu hadisin ravilerinden İbrahim b. el-Munzir’i zemmeder ve eleştirirdi. Zekeriya es-Sacî: “Onun münker rivayetleri var” demiştir.

Fuleyh b. Suleyman hakkında Yahya İbn Main: “O da,  oğlu da sika değildirler” demiştir. Ebu Hatim: “Kavi değil” dedi. Ebu Zur’a: “Zayıf” dedi. Nesâî: “Zayıf” demiştir. İbn Hacer: “Saduk, çok hata eder” dedi.[5]

Muhammed b. Fuleyh hakkında İbn Main: “Sika değil” dedi. İbn Hacer et-Takrib’de : “Saduk, yanılır” demiştir.[6]

Bu rivayetin isnadında ise Fuleyh hem ızdırap yapmış hem de İbn Huneyn’in Katade radıyallahu anh’e yetişme imkânı olmamasına rağmen, onunla karşılaşmış gibi rivayet etmiştir.

Beyhakî: “Bu hadis münkerdir” demiştir. Sonra Fuleyh’in zayıf olduğuna dair âlimlerin sözlerini zikretmiş ve Muhammed b. Fuleyh ile babasının rivayette ızdırap yaptıklarına değinmiştir. Nitekim bu ızdırabı Hafız Ebu Musa el-Medini zikretmiştir. (Bkz.: el-Elbani ed-Daife 2/177-178)

İmam Zehebi bu hadisi Fuleyh’in münker rivayetleri arasında zikretmiştir.

Abdullah b. Ahmed b. Hanbel rahimehullah bu hadis hakkında: “Dinin mutemet divanlarında bu hadisi görmedim” demiştir.

Fuleyh’ten Başkalarının Rivayetinde Bu Münker Ziyade Yoktur!

İbn Hacer Metalibu’l-Aliye’de (2811) dedi ki: Ahmed b. Menî’ (Musned’inde) dedi ki: bize Ebu’l-A’lâ el-Hasen b. Sevvar tahdis etti, dedi ki: bize el-Leys (b. Sa’d) tahdis etti…

El-Haris (b. Ebi Usame Musned’inde) dedi ki: “Bize Yunus b. Muhammed tahdis etti, dedi ki: bize el-Leys (b. Sa’d) tahdis etti, o Yezid b. Ebi Habib’den, o Ebu’n-Nadr (Salim b. Ebi Umeyye)’den şöyle dediğini rivayet etti:

إنَّ أَبَا سَعِيدٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ كَانَ يَشْتَكِي رِجْلَهُ فَدَخَلَ عَلَيْهِ أَخُوهُ وَقَدْ جعل إحدى رِجْلَيْهِ عَلَى الْأُخْرَى وَهُوَ مُضْطَجِعٌ فَضَرَبَهُ ضَرْبَةً بيده عَلَى رِجْلِهِ الْوَجِعَةِ فَأَوْجَعَهُ فَقَالَ أَوْجَعْتَنِي أوَ لم تعلم أن رجلي وجعة قال: بلى قال: فما حملك على ذلك؟ قال أو لم تَسْمَعْ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَهَانَا عَنْ ذَلِكَ؟

 “Ebu Said radıyallahu anh ayağından rahatsız idi. Onun yanına bir kardeşi (İbn Hacer dedi ki: O Katade b. en-Nu’man radıyallahu anhtır[7]) girdi. Ebu Said radıyallahu anh uzanmış olduğu halde bir ayağını diğer ayağı üzerine attı. Bunun üzerine eliyle onun ayağına vurarak acıttı. Ebu Said radıyallahu anh:

“Acıttın! Ayağımın ağrıdığını bilmiyor musun?” dedi. O da: “Evet, biliyorum” dedi. Ebu Said radıyallahu anh: “Böyle yapmanın (vurmanın) sebebi nedir?” dedi. O da dedi ki:

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bizi bundan (bir ayağı diğeri üzerine atarak uzanmaktan) yasakladığını işitmedin mi?”[8]

Busayri İthafu’l-Mahera’da dedi ki: “Bunu İbn Menî, el-Haris (b. Ebi Usame) ve Ahmed sahih isnad ile rivayet ettiler.”

Heysemi dedi ki: “Ahmed rivayet etmiştir, ricali Sahih’in ricalidir. Ancak Ebu’n-Nasr, Ebu Said radıyallahu anh’den işitmermiştir.”

Görüldüğü gibi bu rivayetin isnadı, Taberani’nin Fuleyh b. Suleyman yoluyla yaptığı muzdarip isnadlı rivayetten daha iyi durumdadır ve metninde o münker kısımlar yoktur!

Rivayetin Metninin Münker Oluşunun Delilleri

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma’nın bacak bacak üstüne atarak uzandıkları sahih olarak sabit olmuştur. Abbad b. Temim – amcası (Abdullah b. Zeyd radıyallahu anh) yoluyla rivayet ediyor:

أَنَّهُ رَأَى رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وسلم مستلقيا في المسجد واضعًا إحدى رجليه على الأخرى

“O (Abdullah b. Zeyd radıyallahu anh), Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i mescidde bir ayağını diğeri üzerine atmış halde uzanırken görmüştür.”[9]

Buna karşı çıkmaya dair gelen rivayetler ise ancak altında don bulunmadan izar ile bu şekilde uzanan hakkında yorumlanmıştır:

Ebu’z-Zubeyr, Cabir radıyallahu anh’den şöyle rivayet etti; Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

لا يستلقين أحدكم ثم يضع إحدى رجليه على الأخرى

Biriniz bir ayağını diğeri üzerine atarak uzanmasın.”[10]

El-Hattabi dedi ki: “Bu konudaki yasak avretin açılması halinden dolayıdır. Zira onlar altında don olmadan izar giymiş olabiliyorlardı. Genellikle izarları, ayak ayaküstüne atılıp uzanıldığında avreti kapatacak kadar geniş olmuyor, uyluk açılabiliyordu. Uyluk ise avrettir. Ama eğer izar geniş ve avretin açılması riski yoksa bunda bir sakınca yoktur.”[11]

 Selefin Allah Azze ve Celle’ye İstilka Sıfatı Nispet Edilmesine Karşı Çıkmaları

Abdullah b. Ahmed, Kitabu’s-Sunne’de, Bize Abdullah b. Ömer el-Kavariri tahdis etti, dedi ki: bize Cafer b. Suleyman tahdis etti, o Ebu Sufyan es-Sadi’den şöyle dediğini rivayet etti:

رأيت الحسن قد وضع رجله اليمنى على شماله وهو قاعد فقلت يا أبا سعيد تكره هذه القعدة  فقال قاتل الله اليهود ثم قرأ ! ( ولقد خلقنا السماوات والأرض وما بينهما في ستة أيام وما مسنا من لغوب ) فعرفت ما عنى فامسكت

Hasen (el-Basrî) rahimehullah’ı gördüm, sağ ayağını, sol ayağı üzerine koymuş halde oturmuştu. Dedim ki: “Ey Ebu Said! Bu şekilde oturmayı çirkin görmüyor musun?” Hasen (el-Basrî) rahimehullah şöyle dedi:

Allah yahudileri helak etsin! “Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı.” (Kaf, 38) Kasdettiği şeyi anladım ve sustum.”[12]

Hasen el-Basrî rahimehullah, Yahudilerin, Allah Teâlâ’nın göklerle yeri yaratınca yorulduğu, bir ayağını diğeri üzerine koyarak dinlendiği iddialarını kastetmiştir. Allah Teâlâ kendisi hakkında yorulmayı reddetmiştir.

Görüldüğü üzere Taberani’nin akidede hocası Abdullah b. Ahmed, itikada dair es-Sunne kitabında bu rivayeti zikretmiştir. Böylece bazılarının: “Taberani bu akideyi Abdullah b. Ahmed’den, o babası Ahmed b. Hanbel’den, o Şafii’den, o Malik’ten almıştır” diye iddia etmeleri boş bir kuruntudan ibarettir!

Akil rahimehullah dedi ki:

قِيلَ لِلْحَسَنِ قَدْ كَانَ يُكْرَهُ أَنْ يَضَعَ الرَّجُلُ إِحْدَى رِجْلَيْهِ عَلَى الْأُخْرَى؟ فَقَالَ الْحَسَنُ مَا أَخَذُوا ذَلِكَ إِلَّا عَنِ الْيَهُودِ

Hasen el-Basrî rahimehullah’a denildi ki: “Kişinin bir ayağını diğeri üzerine atması çirkin görülüyordu” Bunun üzerine dedi ki:

“Onlar bu görüşü ancak Yahudilerden aldılar!”[13]

El-Hakem b. Uteybe rahimehullah dedi ki:

سَأَلْتُ أَبَا مِجْلَزٍ عَنِ الرَّجُلِ يَجْلِسُ وَيَضَعُ إِحْدَى رِجْلَيْهِ عَلَى الْأُخْرَى فَقَالَ لَا بَأْسَ بِهِ إِنَّمَا هُوَ شَيْءٌ كَرِهَتْهُ الْيَهُودُ قَالُوا إِنَّهُ خَلَقَ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى يَوْمَ السَّبْتِ ‌فَجَلَسَ ‌تِلْكَ ‌الْجِلْسَةَ

“Ebu Miclez rahimehullah’a kişinin otururken ayak ayaküstüne atması hususunda sordum. Dedi ki:

“Bunda bir sakınca yoktur. Bu ancak Yahudiler’in çirkin gördükleri bir şeydir. Onlar dediler ki: “Allah Teâlâ gökleri ve yeri altı günde yarattıktan sonra Cumartesi günü istivâ etti ve bu şekilde oturdu.”[14]

Ebu Miclez Lahik b. Humeyd rahimehullah, tabiinin büyüklerinden ve ilim sahiplerindendir.

Bütün bu açıklalamalardan anlaşılmıştır ki Allah Azze ve Celle’nin mahlukatı yarattıktan sonra bacak bacak üztüne atıp uzandığı şeklindeki sözler Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olmamıştır, bilakis selef tarafından reddedilmiş bâtıl bir iddiadan ibarettir.

Allah Azze ve Celle’ye bir sıfatı nispet etmek ancak Allah’ın kitabından yahut Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan sahih bir delille mümkündür. Bunun dışında söylenen sözler Allah hakkında ilimsizce konuşmaya dalmaktır ve şeytandandır. Bundan Allah’a sığınırız.



[1] Münker. Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (19/13) Hallal’dan naklen: İbtalu’t-Te’vilat (179, 183) İbn Ebi Asım es-Sunne (568) Beyhakî el-Esma ve’s-Sifat (761) Zehebi el-Uluv (110) İbn Kayyım İctimau’l-Cuyuş (s.107)

[2] Çok zayıf. Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (12/291) Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (5/16) Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (2/219) Iraki el-Muğni (1/208 no;819) İbn Mulakkin Tuhfetu’l-Muhtac (2/190) İbn Hacer Telhisu’l-Habir (2/267) el-Elbani ed-Daife (5372)

[3] Çok zayıf. Darekutni (2/278 no; 192-193) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (12/406) Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (1/94, 3/351) Beyhaki (5/246) Beyhaki Şuab (3/488) Ukayli ed-Duafa (3/457) İbn Cevzi el-Vefa (1529) İbn Adiy el-Kamil (2/382) el-Iraki el-Muğni (817) Kadı Iyad eş-Şifa (s.474) Zehebi Mizanu’l-İtidal (5/422) İbn Hacer Lisanu’l-Mizan (4/435) Suyuti Menahilu’s-Safa (s.71) Suyuti Camius-Sağir (8628) Acluni Keşfu’l-Hafa (2/329) Munavi Feyzu’l-Kadir (6/116) el-Elbani ed-Daife (47) el-Elbani Daifu’l-Cami (5553) el-Elbani el İrvau’l-Galil (1128)

[4] Ebu Nasr el-Gazi Emali (1/77) Ondan naklen: el-Elbani ed-Daife (755)

[5] Bkz;: Tehzibu’l-Kemal (23/317) Mizanu’l-İ’tidal (3/365) et-Takrib (s.787)

[6] Bkz.: Tehzibu’l-Kemal (26/299) et-Takrib (s.889)

[7] Katade b. en-Nu’man radıyallahu anh, Ebu Said radıyallahu anh’ın anne bir kardeşidir.

[8] Sahih ligayrihi. Ahmed (3/42) Haris b. Ebi Usame (Bugyetu’l-Bahis 843) Heysemi Mecmau’z-Zevaid (8/103)

[9] Sahih. Muslim (2100) Buhârî (475)

[10] Sahih. Muslim (2099)

[11] Mealimu’s-Sunen (5/187)

[12] Abdullah b. Ahmed es-Sunne (1187) 

[13] Hasen. Tahavi Şerhu Meani’l-Asar (4/279)

[14] Sahih. İbn Ebî Şeybe (25516) Hatib Tarihu Bağdad (8/6)

19 Nisan 2025 Cumartesi

Savaşta Zırh Giymemeye Dair Rivayet Hakkında Uyarı

  Daru’s-Sunne yayınları arasında çıkan Davetçinin El Kitabında no: 229’da şöyle bir rivayete yer verilmiş: İbn Ömer (radiyallahu anhuma) şöyle demiştir: “Ömer (radiyallahu anh) Uhud günü kardeşine, “Ey kardeşim kalkanını al.” dedi. Zeyd (radiyallahu anh) ise, “Senin şehadeti istediğin gibi ben de istiyorum.” dedi. Bunun üzerine herkes kalkanı terk etti.” Rivayetin dipnotunda sahih olduğu söylenmiş ve Mecmau’z-Zevaid (5/298) şeklinde kaynak verilmiş. Bu rivayet sahihse, savaşta tehlikeye karşı tedbir almamak meşru mu olur şeklinde bir soru oluşabilir. Bu yüzden şu açıklamayı yapmak gerekir:

Bahsi geçen kitap Riyazu’d-Duat ve’l-Muslihin adlı kitap esas alınarak, benim de yönlendirmelerimle, hazırlayan arkadaşımız tarafından bazı tasarruflarda bulunulmak suretiyle hazırlanmıştır. Kitabı düzenleyen arkadaşımız henüz kendi başına rivayetin sıhhatine hükmedebilecek seviyede olmadığından ya Heysemi’nin sözüne yahut kitabın orjinalini hazırlayan muhakkiklerin hükmüne dayanarak bu hükmü zikretmiş olmalıdır. Ancak bu hükmün kaynağını belirtmemesinin bir kusur olduğunu ve yoğunluktan dolayı benim de kitabın hazırlanma sürecinde ayrıntılı inceleme yapamadığım için kusurlu olduğumu itiraf etmem gerekir.

Rivayete gelecek olursak hadisin aslı Taberani’nin Mu’cemu’l-Evsat’ında (no:5300) Muhammed b. Nasr es-Saig – İbrahim b. Hamze ez-Zubeyri – Abdulaziz b. Muhammed (ed-Deraverdi) – Ubeydullah b. Ömer el-Ömerî – Nafi – İbn Ömer radıyallahu anhuma isnadıyla gelmiştir ve metni şu şekildedir:

 أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ، قَالَ لِأَخِيهِ زَيْدِ بْنِ الْخَطَّابِ يَوْمَ أُحُدٍ خُذْ دِرْعِي هَذِهِ يَا أَخِي فَقَالَ لَهُ: إِنِّي أُرِيدُ مِنَ الشَّهَادَةِ مِثْلَ الَّذِي تُرِيدُ، فَتَرَكَاهَا جَمِيعًا

Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh Uhud günü, kardeşi Zeyd b. El-Hattab’a dedi ki: “Şu zırhımı al ey kardeşim!” O da dedi ki: “Şehadeti senin istediğin gibi ben de istiyorum.” Böylece ikisi de onu (zırhı) bıraktılar.”

Bunu aynı tarikten ayrıca İbn Ebi Hayseme Tarih’te (1/231) Ebu Nuaym Marifetu’s-Sahabe’de (2866) ve Hilyetu’l-Evliya’da (1/367) rivayet etmişlerdir.

Heysemi, Mecmau’z-Zevaid’de hadisin sıhhatine hükmetmiş değildir, lakin “Taberani sahihin ricali ile rivayet etmiştir” demiştir. Bu ifadeye aldanarak rivayetin sıhhatine hükmedilmiş olabilir. Nitekim günümüzde pek çok muhakkik, hafız muhaddislerin bu gibi ifadelerinden rivayetin sıhhatine hükmettikleri zannına kapılıp bu sıhhat hükmünü de onlara nispet edebiliyorlar!

Bir rivayetin isnad zincirindeki bütün ravilerin sika olmaları, hatta sahihayn ricalinden olmaları o isnadın sahih olmasını gerektirmez. Nitekim inkıta, ihtilat, tedlis, şuzuz, ızdırap gibi sıhhate mani bir illet söz konusu olabilir.

Buradaki rivayete gelince, Abdulaziz b. Muhammed ed-Deraverdî, Ubeydullah b. Ömer el-Ömeri’den bunu rivayette tek kalmıştır. İmam Nesai şöyle demiştir: “ed-Deraverdi’nin, Ubeydullah b. Ömer’den rivayetleri münkerdir.”

Böylece bu rivayetin isnadındaki raviler sakıncasız kimseler olsalar da, özel bir durumdan dolayı Deraverdi’nin Ubeydullah el-Ömeri’den rivayetlerinin özellikle münker olduğu teşhis edilmiştir. Nitekim bu rivayetin lafzında da böyle bir münkerlik görülmektedir. Çünkü tevekkül edenlerin efendisi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem savaşlarda zırh giymeyi terk etmemiştir. Selefin katında tedbir almanın tevekküle mani olmadığı da bilinen bir durumdur ve özellikle Ömer radıyallahu anh’ın hac yolculuğuna azıksız çıkan kimselerin: “Biz tevekkül edenleriz” demeleri üzerine “Bilakis siz yiyicilersiniz” diyerek karşı çıktığı malum ve meşhurdur.

Zihinlere ed-Deraverdi sahihayn ricalinden, sika bir ravi olmasına rağmen neden özellikle Ubeydullah el-Ömeri’den rivayetleri münker oluyor diye bir soru takılabilir.

Bunun sebebi şudur: Abdullah b. Ömer el-Ömerî ve Ubeydullah b. Ömer el-Ömerî iki kardeştirler. Abdullah zayıf, Ubeydullah ise sika, sebt bir ravidir. Abdulaziz ed-Deraverdi’ye gelince, yazılı defterinden yaptığı rivayetlerde sağlam, hafızasından yaptığı rivayetlerde ise karıştıran bir ravidir. Ebu Talib’in rivayetinde İmam Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: “Abdulaziz ed-Deraverdi kendi kitabından rivayet ederse o sahihtir. Başkalarının kitabından rivayet ettiğinde ise yanılgıya düşer. O, başkalarının kitaplarından rivayet okur ve hata ederdi. Bazen Abdullah b. Ömer (el-Ömeri)’nin rivayetini Ubeydullah b. Ömer (el-Ömeri)’den diyerek rivayet ederdi.” Benzerini İmam Ahmed’den; Ali b. El-Hasen el-Hesnicani de rivayet etmiştir.

16 Nisan 2025 Çarşamba

Bizden Önce İman Edenlerin İmtihanından Çıkarılacak Dersler

 İbn Abbas radiyallahu anhuma dedi ki:

كَانَتْ مُلُوكٌ بَعْدَ عِيسَى بَدَّلُوا التَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ وَكَانَ فِيهِمْ مُؤْمِنُونَ يَقْرَأُونَ التَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ فَقِيلَ لِمَلِكِهِمْ مَا نَجِدُ شَيْئًا أَشَدَّ عَلَيْنَا مِنْ شَتْمٍ يَشْتُمُنَاهُ هَؤُلَاءِ أَنَّهُمْ يَقْرَأُونَ {وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلُ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ} هَؤُلَاءِ الْآيَاتِ مَعَ مَا يَعِيبُونَنَا بِهِ فِي قِرَاءَتِهِمْ فَادْعُهُمْ فَلْيَقْرَأُوا كَمَا نَقْرَأُ وَلْيُؤْمِنُوا كَمَا آمَنَّا بِهِ قَالَ فَدَعَاهُمْ فَجَمَعَهُمْ وَعَرَضَ عَلَيْهِمُ الْقَتْلَ أَوْ يَتْرُكُوا قِرَاءَةَ التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ إِلَّا مَا بَدَّلُوا مِنْهَا فَقَالُوا مَا تُرِيدُونَ إِلَى ذَلِكَ فَدَعُونَا قَالَ فَقَالَتْ طَائِفَةٌ مِنْهُمُ ابْنُوا لَنَا أُسْطُوَانَةً ثُمَّ ارْفَعُونَا إِلَيْهَا ثُمَّ أَعْطُونَا شَيْئًا نَرْفَعُ بِهِ طَعَامَنَا وَشَرَابَنَا فَلَا نَرِدُ عَلَيْكُمْ وَقَالَتْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ دَعُونَا نَسِيحُ فِي الْأَرْضِ وَنَهِيمُ وَنَشْرَبُ كَمَا تَشْرَبُ الْوحُوشُ فَإِنْ قَدَرْتُمْ عَلَيْنَا بِأَرْضِكُمْ فَاقْتُلُونَا وَقَالَتْ طَائِفَةٌ ابْنُوا لَنَا دُورًا فِي الْفَيَافِي وَنَحْتَفِرُ الْآبَارَ وَنَحْتَرِثُ الْبُقُولَ فَلَا نَرِدُ عَلَيْكُمْ وَلَا نَمُرُّ بِكُمْ وَلَيْسَ أَحَدٌ مِنْ أُولَئِكَ إِلَّا وَلَهُ حَمِيمٌ فِيهِمْ قَالَ فَفَعَلُوا ذَلِكَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ جَلَّ ثَنَاؤُهُ {وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاءَ رِضْوَانِ اللَّهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا} الْآخَرُونَ قَالُوا: نَتَعَبَّدُ كَمَا تَعَبَّدَ فُلَانٌ، وَنَسِيحُ كَمَا سَاحَ فُلَانٌ وَنَتَّخِذُ دُورًا كَمَا اتَّخَذَ فُلَانٌ وَهُمْ عَلَى شِرْكِهِمْ لَا عِلْمَ لَهُمْ بِإِيمَانِ الَّذِينَ اقْتَدَوْا بِهِمْ قَالَ فَلَمَّا بُعِثَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَلَمْ يَبْقَ مِنْهُمْ إِلَّا قَلِيلٌ انْحَطَّ رَجُلٌ مِنْ صَوْمَعَتِهِ وَجَاءَ سَائِحٌ مِنْ سِيَاحَتِهِ وَجَاءَ صَاحِبُ الدَّارِ مِنْ دَارِهِ وَآمَنُوا بِهِ وَصَدَّقُوهُ فَقَالَ اللَّهُ جَلَّ ثَنَاؤُهُ {يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَآمَنُوا بِرَسُولِهِ يُؤْتِكُمْ كِفْلَيْنِ مِنْ رَحْمَتِهِ} قَالَ أَجْرَيْنِ لِإِيمَانِهِمْ بِعِيسَى وَتَصْدِيقِهِمْ بِالتَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ وَإِيمَانِهِمْ بِمُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَتَصْدِيقِهِمْ بِهِ قَالَ {وَيَجْعَلْ لَكُمْ نُورًا تَمْشُونَ بِهِ} الْقُرْآنَ وَاتِّبَاعِهِمُ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَقَالَ {لِئَلَّا يَعْلَمَ أَهْلُ الْكِتَابِ أَلَّا يَقْدِرُونَ عَلَى شَيْءٍ مِنْ فَضْلِ اللَّهِ وَأَنَّ الْفَضْلَ بِيَدَ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ}

“İsa aleyhi's-selâm’dan sonra Tevrat ve İncil’i değiştiren krallar vardı. Aralarında Tevrat ve İncil’i okuyan mümin kişiler bulunmaktaydı. Krallara: “Şunların bize sövmelerinden daha ağır bir küfür görmüyoruz. Çünkü onlar: “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir… Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir…” (Maide 44-47) ayetlerini okumaktadırlar. Bunları okumalarıyla beraber işlediğimiz amelleri ayıplamaktadırlar. Siz onları çağırın da bizim okuduğumuz gibi okuyup bizim inandığımız gibi inansınlar” denildi. Kral onları çağırıp topladı ve;

“Ya değiştirilen kısmı hariç Tevrat ve İncil’i okumayı bırakın ya da öldürüleceksiniz” dedi. Onlar da:

“Bizi bırakın da istediğiniz şeyi düşünelim” dediler. Müminlerden bir grup:

“Bize bir kule inşa edip bizi üzerine çıkarın. Sonra da kendisiyle yiyeceğimizi ve içeceğimizi yanımıza çıkaracak bir şey verin. Bir daha yanınıza dönmeyiz” dedi. Başka bir grup:

“Bizi bırakın, yeryüzünde seyahat edip vahşi hayvanların yediği gibi yiyip, içtiği gibi içelim. Eğer bundan sonra da bizi topraklarınızda yakalarsanız öldürün” dedi. Diğer bir grup ise:

“Siz bize çöllerde manastır yapın. Biz kuyular kazıp baklalar ekelim. Sizden başka bir şey istemiyoruz. Bir daha sizin yanınıza uğramayız” dedi. Fakat onların her kabilede dostları vardı. Onlar böyle yapınca da Allah Teâlâ:

Allah’ın rızasını kazanmak için uydurdukları fakat gereği gibi uymadıkları ruhbanlığı onlara yazmadık” (Hadid 27) âyetini indirdi. Diğerleri ise şirk ehlinin taptığı şeylere tapan kişilerdi. Onlardan da ölenler ölünce:

“Biz de filan kişinin ibadet ettiği gibi ibadet eder, filan kişinin seyahat ettiği gibi seyahat eder ve filan kişi gibi manastır ediniriz” dediler. Onlar şirkleri üzerinde idi ve kendilerine uydukları kişilerin imanlarından habersiz idiler. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem gönderildiği zaman onlardan az bir kısım kalmıştı. Seyahatte olan seyahatinden ve manastırda olan manastırından gelerek Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e iman edip kendisini tasdik ettiler. Bu sebeple Allah Teâlâ:

Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve rasulüne iman edin ki rahmetinden size iki pay versin” (Hadid 28) buyurmaktadır. Bu da İsa aleyhi's-selâm’a iman edip nefisleriyle mücadele etmeleri, Tevrat’a, İncil’e ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e iman edip tasdik etmelerinden dolayıdır.

Sizin için aydınlığıyla yürüyeceğiniz bir nur versin” (Hadid 29) kavli de Kur’an’a ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olmalarıdır.”

Sahih. Taberî Tefsir (22/429) Nesâî (5400) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (10/270) Hakîm et-Tirmizî Nevadiru’l-Usul (1/84) Sa’lebî el-Keşfu ve’l-Beyan (9/249) el-Elbani Sahihu Suneni’n-Nesâî (4490)

Bu rivayetten çıkarılacak dersler:

1- Tevrat ve İncil’i değiştiren yöneticiler, halkları arasında değiştirilmemiş olan Tevrat ve İncil’i okuyup amel eden mü’minlerden rahatsız oldular. Değiştirilmiş dinle amel edenler, hak din ile amel edenlerin uyarılarından ve tenkitlerinden dolayı onları yöneticilere şikâyet ettiler, onların da kendileri gibi değiiştirilmiş dine göre amel etmeye zorlanmasını talep ettiler.

(Daha önce “Bu gece Dünkü Geceye Ne Kadar da Benziyor” başlıklı makalemde Pavlus’un Hristiyanlığı nasıl bozduğu ve yöneticilerle ittifak sağladığına değinmiştim.)

Bizim zamanımızda Kur’ân ve Sünnet’in hükümlerini ümmetin en hayırlıları olan salih selefin anlayıp uyguladıkalrı şekilde hayata geçirmeye karşı çıkan, dinde sonradan uydurulmuş itikadî ve amelî mezhepler, tarikatler ve sectler ile dinin kurallarını savsaklayan, şirkleri, bid’atleri, haramları ve dünyevileşmeyi hayat tarzı haline getirmiş kimseler, kendileri gibi olan yöneticilerinden, hak ehli aleyhinde benzer taleplerde bulunmakta, yöneticileri de bu minvalde hareket etmektedirler.

2- Yöneticiler, mü’minlere hak ile amel etmeyi yasaklayıp değiştirilmiş din ile amel etmeyi mecbur koşunca, iman edenler üç seçenek üzere hareket etmeyi teklif ettiler:

a- Toplumdan tecrit edilmiş bir kulede yaşamaya devam edecekler ve ihtiyaçları hükümet tarafından karşılanacak,

b- Yine toplumdan ayrılarak yeryüzünde seyahat edecekler, vahşi hayvanların yeyip içtikleri gibi yaşamaya devam edecekler

c- Hükümet mü’minlere toplumdan ayrı, çöllerde ibadethaneler yapacak, orada ziraat ve tarım ile uğraşacaklar.

Fakat her birinin bu kâfirler arasında hamîmi (yakın dostları) vardı, yani vela ve berâyı gerçekleştirmediler! Kafir akrabalarından ve arkadaşlarından alakayı kesmediler. Bu yüzden Allah Azze ve Celle Hadid 27. Ayetinde, kendi teklifleriyle ortaya koymuş oldukları bu ruhbanlığı hakkıyla yerine getiremedikleri için kınamıştır.

Allah’ın rızasını kazanmak için uydurdukları fakat gereği gibi uymadıkları ruhbanlığı onlara yazmadık. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fasıklardır.” (Hadid 27)

Yani kınanan şey onların bu ruhbanlığı tercih etmeleri değil, onu hakkıyla yerine getirmemeleridir! Nitekim Allah onlardan iman edenlere ecirlerini verdiğini bildirmiştir. “Gereği gibi uymadıkları” denilerek kınanmaları ise; bâtıl ehlinden alakayı kesmemeleri sebebiyle olmuştur!

Zamanımızda plandemi sebebiyle hükümetler ve halkların birçoğu dinden çıkmışlar, kendi hevalarına göre uydurdukları anlayışlarla kendilerinin müslüman olduklarını iddia etmektedirler. Paganist sisteme yalnızca kovit plandemisinde boyun eğmekle kalmadılar, HAARP teknolojisiyle yapay depremler, Chemtrails yoluyla (havadan ilaçlamalarla) yapay iklim değişikliği gibi tuzaklarla insanların genelini kandırmışlar, karbon ayak izi, emisyon değerleri gibi türlü hilelerle vergileri artırmışlar, tarımı, hayvancılığı bitirmek, cinsiyet farklarını ortadan kaldırıp türlü sapıklıkları meşrulaştırmak, akıllı şehirler iddiasıyla insanları köleleştirmek ve mülksüzleştirmek için süslemeler yaparak İblis’in dinine tabi olmaya ikna etmişlerdir.

Allah Azze ve Celle bizleri kitabında bizden önceki kitap ehlinin düştüğü hatalara düşmemek konusunda defaatle uyarmaktadır. Şimdi de bizden önceki kitap ehlinin maruz kaldıkları fitnenin benzerine maruz kalmaktayız. Çıkardıkları ve tasarladıkları kanunlar, hak dini din edinmemize mani olan unsurlar içermekte, bilakis İblis’e kulluğa mecbur koşmaktadır.

Bu yüzden bizden önce iman etmiş olan kitap ehlinin maruz kaldıkları gibi toplumdan tecrit olmamız kaçınılmaz olacak gibi görünüyor. Bu durumda kitap ehlinin düştüğü hataya düşmemek gerekir! Dikkat edin, bu hata; bâtıl ehlinden irtibatı kesmemek idi!

Şimdi görüyoruz, paganist sisteme karşı çıkanlar arasında demokrat görüşlü, partici kâfirler, açık saçık kâfire kadınlar, teberrüc yaparak güya örtünmüş gibi yapan münafık giyimli kadınlar, sarıksız, baş açık gezen kâfir libası giyen gayr-i müslim erkekler, Atatürkçü kâfirler,  küfür sistemlerinin bayrağını kaldıranlar, ruh taşıyan canlıların resimlerini yapmaktan ve asmaktan çekinmeyen fasıklar, hayatlarında Allah rasulü ve ashabının hayat tarzını asla benimsemeye yanaşmayan, sünnet inkarcıları, şirkle amel eden tarikatçılar vs. kimseler var!  Hümanizm diniyle hareket ederek “İnsan ailemiz” gibi diğer bir şeytani sloganla bunu yapıyorlar! Üstelik faaliyet alanları da twitter, facebook, instagram gibi şeytani mecralar!

Halbuki mü’min’in duası şudur ve bunun içeriğiyle amel etmek zorundadır: “Hasbiyallahu ve ni’mel vekil” Yani Allah bana yeter ve O ne güzel vekildir! Fakat yukarıda sayılan bâtıl kitleleşme ile hareket edenler, “Allah bana yetmez, kafir ve fasıkların da desteği lazım” demiş oluyorlar!

Kendilerini yeryüzünde tek başına tevhidi izhar etmek zorunda kalan İbrahim aleyhi's-selâm’dan, iman etmiş birkaç kişilik azınlık kalan Nuh aleyhi's-selâm’dan, Kehf ashabından daha mı akıllı ya da daha doğru yolda mı sanıyorlar? Onlar politik hareket edip etraflarında kitle toplayamazlar mıydı?

Onlar politik oyunlarla taraftar kitlesi toplamaya çalışmadılar! Nebilerin ve iman edenlerin yolu böyle değildir! Bilakis yalnızca Allah’ın tarafında olmayı gaye edindiler ve Allah’ın izniyle nice azınlıklar kalabalıklara galip geldi. Çünkü Allah’ın tarafında olan tek başına dahi olsa bütün dünyaya meydan okuyabilir. Allah’ın kurallarına göre O’nun safında olmayan ise milyarlarca taraftarı olsa dahi helak olmaya mahkumdur!


Kalp Hükümdar, Azalar Onun Ordusudur Rivayeti Hakkında

 

Soru: Selamun Aleykum. Suyuti'nin Durru’l-Mensur adlı kitabında geçen "Kalp, organların hükümdarıdır. Hükümdar iyi olursa emrindekilerde iyi olur" şeklindeki rivayet sahih midir?

Cevap: Aleykum selam. Bu manada Ma’mer b. Raşid el-Cami’de (no: 988) Asım b. Ebi’n-Nucud’dan, o Ebu Salih’ten, o da Ebu Hureyre radıyallahu anh’den şöyle dediğini rivayet etmiştir:

‌الْقَلْبُ ‌مَلِكٌ وَلَهُ جُنُودٌ فَإِذَا صَلُحَ الْمَلِكُ صَلُحَتْ جُنودُهُ وَإِذَا فَسَدَ الْمَلِكُ فَسَدَتْ جُنودُهُ، الْأُذُنَانِ قَمْعٌ وَالْعَيْنَانِ مَسْلَحَةٌ وَاللِّسَانُ تَرْجُمَانٌ وَالْيَدَانِ جَنَاحَانِ وَالرِّجْلَانِ بَرِيدَانِ وَالْكَبِدُ رَحْمَةٌ وَالطِّحَالُ وَالْكُلْيَتَانِ مَكْرٌ وَالرِّئَةُ نَفَسٌ فَإِذَا صَلُحَ الْمَلِكُ صَلُحَتْ جُنودُهُ وَإِذَا فَسَدَ الْمَلِكُ فَسَدَتْ جُنودُهُ

“Kalp hükümdardır, onun orduları vardır. Hükümdar düzgün olursa orduları da düzgün olur. Hükümdar bozuk olursa orduları da bozuk olur. Kulaklar hunidir, gözler cephaneliktir. Dil tercümandır. Eller iki kanattır. Ayaklar iki postacıdır. Karaciğer merhamet, böbrekler hile, akciğer nefestir. Hükümdar düzgün olursa orduları da düzgün olur, hükümdar bozuk olursa orduları da bozuk olur.”

Bu mevkuf rivayetin isnadı sahihtir. Bunu ayrıca Beyhakî Şuabu’l-İman’da (109) Ebu Nuaym Tıb (94) Dineveri el-Mucalese’de (570) rivayet etmişlerdir.

Beyhakî Şuabu’l-İman’da (110) ve Ebu Nuaym Tıb’da (95) merfu olarak da (Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e dayandırarak) rivayet etmişlerdir. Ancak bu tarikler zayıf olup mahfuz olanı mevkuf rivayetidir. Bkz.: el-Elbani ed-Daife (4074)

Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anhden: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

اليدان جناحان والرجلان بريدان والأذنان قمعان والعينان دليلان واللسان ترجمان القلب ملك فإذا فسد الملك فسد سائره

İki el ki kanattır. Ayaklar iki postacıdır. Kulaklar iki hunidir. Gözler iki delildir. Dil tercümandır. Kalp hükümdardır. Hükümdar bozuk olursa diğerleri de bozuk olur.”

Bunu Ebu Nuaym Tıb’da (96) ve Deylemi (9046) zayıf isnadla rivayet etmişlerdir. Atiyyetu’l-Avfi mudellis olup an’ane ile rivayet etmiştir.

Ka’b el-Ahbar rahimehullah şöyle demiştir:

الْقَلْبُ مَلِكٌ وَالْيَدَانِ الْجَنَاحُ وَالرِّجْلَانِ بَرِيدَانِ وَالْعَيْنَانِ مَسْلَحَةٌ وَالْأُذُنَانِ قُمْعٌ وَاللِّسَانُ تُرْجُمَانٌ وَالْكَبِدُ رَحْمَةٌ وَالطِّحَالُ ضَحِكٌ وَالرِّئَةُ نَفَسٌ وَالْكِلْيَتَانِ مَكْرٌ فَإِذَا طَابَ الْمَلِكُ طَابَتْ جُنُودُهُ وَإِذَا خَبُثَ الْمَلِكُ خَبُثَتْ جُنُودُهُ

“Kalp hükümdardır. Eller kanattır. Ayaklar iki postacıdır. Gözler cephaneliktir. Kulaklar hunidir. Dil tercümandır. Karaciğer merhamettir. Dalak gülmedir. Akciğer nefestir. Böbrekler hiledir. Hükümdar düzgün olursa ordusu da iyi olur. Hükümdar kötü olursa ordusu da kötü olur.”

Bunu maktu olarak Ebu Davud Zühd’de (469) sahih isnadla rivayet etmiştir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den merfu olarak sabit olan ise şudur: En-Nu’man b. Beşir radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:

أَلاَ وَإِنَّ فِي الجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الجَسَدُ كُلُّهُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الجَسَدُ كُلُّهُ أَلاَ وَهِيَ القَلْبُ

…Dikkat edin! Muhakkak ki bedende bir et parçası vardır. O düzgün olursa bütün beden düzgün olur. O bozulursa bütün beden bozuk olur. Dikkat edin! O kalptir.”

Buhârî (52) ve Muslim (1599) rivayet etmişlerdir.

Kalbin hükümdar, azaların ordu olduğunu ifade eden rivayet ise Ebu Hureyre radıyallahu anh’den mevkuf ve Ka’bu’l-Ahbar rahimehullah’tan makttu olarak sabit olmuştur.

Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın bu ayrıntıyı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işitmiş olması, kendi yorumuyla söylemiş olması veya Kabu’l-Ahbar’dan işitmiş olması ihtimali vardır.

Yine Ka’bu’l-Ahbar rahimehullah’ın da bu sözü Ebu Hureyre radıyallahu anh’den işitmiş olması yahut İsrailiyattan aktarmış olması ihtimali vardır.

Her hâlukârda rivayetin manası doğrudur ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olana mutabıktır.

Bu rivayetler, azalarından türlü kötülükler sadır olan kimseleri “Yaptıklarına bakma, kalbinde kötülük yok” diye aklamaya çalışan münafıkların yalanını ortaya koymaktadır. İslam’da kalpte olanlara göre değil, azalardan sadır olanlara itibar edilir. Bir kimsenin kalbi kötülüklerle dolu olsa – ki potansiyel olarak her nefis kötülüğü emredicidir – ama azalarından bir kötülük sadır olmasa, o suçsuz ve günahsız bir kimsedir.

Kişi kalbinden geçenlerle değil, azalarının işledikleri ile mes’ul olur. Kalplere hükmedecek olan ise yalnız Allah Azze ve Celle’dir. Bir kimse kalbinin ameli haline getirdiği inançlardan, nifaktan, şirkten, kinden, hasetten, riyadan, kibirden, ucubdan ve benzerlerinden Allah katında sorumlu olur. Ancak kalbinde yer eden bu kötülükleri dilinden veya azalarından izhar ederse kullar katında da mes’ul olur.

Kişi kalbiyle güzel itikatlara sahip olsa ama diliyle ve azalarıyla İslam’ı izhar etmese bu kimse dünyada kâfir olarak muamele görür. Müslümanlara karşı harbe zorla çıkarılan, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in amcası Abbas b. Abdilmuttalib radıyallahu anh’ın hakikatte iman edenlerden olmasına rağmen dünya hükmü bakımından müşrik muamelesi görmesi bunun bir örneğidir.

Yine kişi kalbinde iman etmemiş olduğu halde diliyle, azalarıyla İslam dinine mensubiyetini izhar etse o kimse dünyada müslüman muamelesi görür. İnsanlar onu kalbindekiyle yargılamazlar. Usame b. Zeyd radıyallahu anh’ın savaş meydanında öldürdüğü adamın durumunda olduğu gibi. Muhtemelen karşısındaki adam sırf yenik düştüğü için, kalbinde iman olmadığı halde La ilahe illallah diyerek korunmaya çalışmış, Usame b. Zeyd radıyallahu anhuma da onu hiç samimi bulmadığından öldürmüştü. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ise bu duruma öfkelenmiş ve “Kalbini mi yardın?” buyurmuştu.

İslam alenidir, iman kalptedir. İnsanlar olarak bizler insanların aleni olarak izhar ettiklerine göre hükmetmek zorundayız, kalplerine hükmedemeyiz.

Bugün kâfir kılıklarına girmiş insanlar müslüman olduklarını, kalplerinin Allah’a ve rasulüne iman ettiğini iddia ediyorlar! Bu kimseler müslüman kabul edilebilir mi?

Eğer gerçekten iddia ettikleri gibi Allah’a ve rasulüne iman etmişlerse bu imana Allah ahirette hükmeder, dünyada bizler onların kalplerini yaramayacağımıza göre, zahirlerine bakarak kâfir olduklarına hükmederiz. Çünkü gerçekten iman etmiş olsalardı, azalarının amelleri kalplerine göre olur, giyimleri, şekilleri de müslümanca olurdu.

Biz insanların sadece dışa vurduklarına göre hükmetmek durumundayız. Hiç kimsenin imanına/cennetlik olduğuna veya kalbinin kâfir/cehennemlik olduğuna hükmedemeyiz, buna ancak Allah hükmeder. Lakin bizler insanların İslamına/dünya hükmü bakımından müslüman olduklarına yahut kafir olduklarına hükmedebiliriz. Bu da azalarının, şekillerinin ortaya koyduklarıyla olur.

Bu anlatılanlar İman ile İslam’ı birbirinden ayrı görmeyen sapık Mürcie’ye reddiye olduğu gibi, iman hasletlerinin terki sebebiyle İslam’ı iptal ederek tekfir eden sapık Hariciler’e de bir reddiyedir.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)