Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

26 Ekim 2025 Pazar

Kur’ân’da Geçen İlhâd Kavramı ve Ateizm

 Arap dilinde Ateizm, materyalizm gibi sapkınlıklar da "ilhad" kelimesiyle karşılanmaktadır. İlhâd kelimesinin lügat manası meyletmek demektir. Kabir bir yana doğru meyilli kazıldığı için ona “lahid” denilmiştir. Allah Teâlâ Kitab’ında bu kelimeyi dört yerde zikreder. Bunlardan ilki şu âyettir:

وَلِلَّهِ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا وَذَرُوا الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي أَسْمَائِهِ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na bunlarla dua edin. O’nun isimleri hakkında çarpıtma yapanları (yulhidûn) bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasını yakında göreceklerdir.” (A’raf 180)

Allah’ın güzel isimleri hakkında ilhâd; onların gereklerinden sapmak ve çarpıtmaktır. Bu da şu şekillerde olur:

1- Bu isimlerin hepsini veya bir kısmını inkâr etmek. Nitekim müşrikler Allah Teâlâ’nın “er-Rahmân” ismini inkâr ediyorlardı.

2- Bu isimlerin delalet ettiği anlamları ve yüce sıfatları inkâr etmek. Mesela Mu’tezile şöyle der: “Allah, ilim sıfatı olmaksızın Alîm’dir, işitme sıfatı olmaksızın Semî’dir, görme sıfatı olmaksızın Basîr’dir, rahmet sıfatı olmaksızın Rahîm’dir

3- Allah Teâlâ’nın isimlerinden putlar için isim türetmek. Nitekim müşrikler, el-İlah isminden el-Lât, el-Azîz isminden el-Uzza ismini türetmişlerdir.

4- Allah Teâlâ’nın güzel isimlerinin mahlûkların sıfatlarına delalet ettiğine itikad etmek ve böylece Allah’a benzer kılmak.

5- Allah Teâlâ’yı kendisini isimlendirmediği isimlerle isimlendirmek. Hâlbuki Allah Teâlâ’nın isimleri tevkifî’dir, yani akıl ile belirlenemez. Mesela Hristiyanlar Allah’ı “baba” diye isimlendirmişler, bazı inançsızlar “Tabiat ana” diye adlandırmışlar, felsefeciler “fâil illet” veya “muharriki evvel/ilk hareket verici” diye isimlendirmişler, eski Şamanist Türkler, tan yeri kelimesinden türeyen “Tengri” – ki sonradan “tanrı” şeklini almıştır – diye isimlendirmişlerdir. Yine Yunus Emre’nin bazı şiirlerinde geçtiği üzere “Çalab” kelimesini kullanmışlardır.

6- Allah’ın isimlerinin bilinen bir manası olmadığını söylemek. Nitekim Mufevvida fırkası böyle itikad eder.

İlhâdın bu anlamları gösteriyor ki, Allah Teâlâ’nın isimleri konusunda ilhada sapanlar ile kastedilen, Allah’ın varlığını inkâr edenler değildir. Bilakis kastedilen mülhidler, Allah Teâlâ’nın güzel isimleri konusunda bahsedilen ilhad türleriyle çarpıtma yapan herkestir. Bunlar ise Allah Teâlâ’nın varlığını inkâr edenlerden çok daha fazladır. Allah’ın varlığını ise ancak büyüklenen bir kimse veya deli yahut psikolojik hastalığı olan bir kimse inkar eder.

Üzücüdür ki, günümüzde ateistlerle diyaloga veya tartışmaya girişenlerin çoğu, Allah Teâlâ’nın isimleri ve sıfatları konusunda ilhad/sapma içerisinde bulunan Mu’tezile, Rafıza, İbadiyye, Eş’ariyye, Maturidiyye gibi kimselerdir!

İlhad kelimesinin Kur’ân’da geçtiği ikinci yer şu ayettir:

إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي آيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا ۗ أَفَمَن يُلْقَىٰ فِي النَّارِ خَيْرٌ أَم مَّن يَأْتِي آمِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۚ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ ۖ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِير

Åyetlerimiz hakkında doğruluktan sapanlar (yulhidûn) bize gizli kalmaz. O halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! Kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir.” (Fussilet 40)

Allah Teâlâ bu ayette geçen “ayetlerimiz” kavlinde, kevnî ayetleri ve şer’î ayetleri biraraya getirmiştir. Kevnî âyetler; Allah Teâlâ’nın mahlûkatıdır. Bu konudaki ilhad şu şekillerde olur:

1- Bunları Allah’ın yarattığını inkâr etmek. Mesela Kaderiyye kulların fiillerini Allah’ın yarattığını inkâr ederler.

2- Yaratma konusunda Allah’a ortak koşmak.

3- Allah’ın fiillerini Allah’tan başkasına nispet etmek. Nitekim müşrikler: “Şu ve şu yıldızlar sayesinde yağmur yağdı” derler.

4- Allah’ın yaratma konusunda yardımcıları olduğuna inanmak

Şer’î ayetler ise Allah’ın nebilere ve rasullere indirdiği vahiylerdir. Allah’ın kulu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in kalbine indirdiği kelamı olan Kur’ân da bunlardandır. Bu konuda ilhâd ise şu şekillerde olur:

1- Bunları inkâr etmek. Mesela “Kur’ân Allah’ın kelamı değil, beşer söüzüdür” diyenler veya “Yabancı bir adam bunları Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e öğretmiştir” diyen kimseler böyledir.

2- Bu vahiyleri veya vermiş olduğu haberleri, delalet ettiği hükümleri yalanlamak.

3- Vahyin lafzını veya anlamlarını tahrif etmek. Mesela Eş’arî ve Maturidîler gibi sapmış fırkalar, bâtıl tahrifler yaparlar ve bunu “te’vîl” diye adlandırırlar.

4- Kur’ân’ın Allah Teâlâ’nın diğer mahlukları gibi mahlûk olduğunu söylemek. Mu’tezile ve İbadiyye böyle yapmışlardır.

Bütün bunlar Allah’ın ayetleri hakkında ilhad türleridir.

İmam Muhammed b. İdris eş-Şafii rahimehullah şöyle demiştir: “Allah’a Allah’tan gelenlerle Allah’ın muradına göre iman ettim. Allah’ın rasulüne, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelenlerle, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’İn muradına göre iman ettim.” İmam Şafii rahimehullah’ın bu ibareleri cidden önemlidir.

İlhad kelimesinin Kur’ân’da geçtiği üçüncü yer şu ayettir:

وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ ۗ لِّسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَـٰذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُّبِينٌ

Şüphesiz biz onların: “Bunu ona ancak bir insan öğretiyor” dediklerini biliyoruz. Kendisine nisbet ettikleri (yulhidûn) şahsın dili yabancıdır. Hâlbuki bu apaçık bir Arapçadır.” (Nahl 103)

Müşriklerden bazısı Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in acem birisine gittiğini, onun da kendisine Kur’ân’ı telkin ettiğini iddia etti. Böyle Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i yalanladılar ve Kur’ân’ın ancak bir beşer sözü olduğunu iddia ettiler. Allah Teâlâ da bu ayetle onların iddialarını yalanladı, onların yalanlarını ortaya koydu. Zira Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e Kur’ânı öğrettiğini nispet ettikleri/ilhad ettikleri kişinin dili a’cemî/yabancı idi. Kur’ân ise apaçık Arapça dilindedir.

 İlhad kelimesinin Kur’ân’da geçtiği dördüncü yer şu ayettir:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَيَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ وَالْمَسْجِدِ الْحَرَامِ الَّذِي جَعَلْنَاهُ لِلنَّاسِ سَوَاءً الْعَاكِفُ فِيهِ وَالْبَادِ ۚ وَمَن يُرِدْ فِيهِ بِإِلْحَادٍ بِظُلْمٍ نُّذِقْهُ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ

İnkâr edenler, Allah'ın yolundan ve yerli ya da yolcu bütün insanlara eşit kıldığımız Mescid-i Harâm'dan alıkoymaya kalkanlar! Kim orada zulüm ile haktan sapmak (ilhâd) isterse ona acı azaptan tattırırız.” (Hacc 25)

Bu ayette ilhad ile kastedilen zulümle Beytu’l-Haram’dan yani Ka’be’den alıkoymak, engellemek suretiyle meylettirmektir.

Allah Teâlâ’nın ilhad kavramını zikrettiği ayetler bunlardır.

Allah Teâlâ’nın varlığını inkar etmek anlamında olan ilhad ise Allah’ın güzel isimleri hakkındaki ilk ayetin (A’raf 180) kapsamına girebilir. Lakin Allah Teâlâ’nın varlığını inkar anlamındaki ilhad, diğer ilhad türlerine oranla çok çok azdır! Allah’a davetçi olduğunu iddia eden birçok kimse, çoğunlukta olan diğer ilhad türlerinden sakınmadıkları ve sakındırmadıkları halde, çok cüz’î bir kısım olan ateizm anlamındaki ilhad türüne güya reddiye vermekle çokça meşgul oluyorlar! 

Üstelik A'raf 180. ayetinde o mulhidlerle diyaloğa girmek değil, onları bırakmak/terk etmek yani muhatap almamak emrediliyor!

Mesela Rafiziler, Nurcular, Mu’tezilîler, Kaderîler, Sufiler, Eşariler, Maturidiler ve benzerleri bizzat kendileri mülhitlerdir. Çünkü Allah Teâlâ’nın yukarıda olduğunu inkar ediyorlar! Hatta açıkça şöyle diyorlar: “Arşın üzerinde kendisine ibadet edilen bir ilah yoktur” “Allah mahlukatın ne üzerine, ne altında, ne âlemin içinde, ne dışında, ne ona bitişik ne de ondan ayrıdır. Mahlukata temas etmediği gibi, onlardan ayrı da değildir, ne sağdadır, ne solda, ne öndedir ne arkada ne şöyledir ne de şöyledir… vs. 

Halbuki bu sözler apaçık ilhaddır ve Allah Teâlâ’yı inkârın ta kendisidir. Lakin mülhidlere, ateistlere cevap verdiklerini iddia edenlerin çoğu kendileri inkâr ve ilhad içinde bocalamaktadırlar!

Yine ateistlerle diyaloga girenlerin çoğunun dünyanın döndüğü, küre şeklinde olduğu gibi saçma sapan hurafeleri de sanki dinin bildirdiği bir bilgi gibi sunmaları ve paganizmin manipülasyonlarıyla tahrif ettiği sözde modern bilim (!) hurafeleriyle bunları örtüştürüp dinin hak olduğunu ispatlamaya çalışmaları meselenin diğer bir trajikomik yönüdür!

23 Ekim 2025 Perşembe

Ezanı İşitip de Mescide Gelmeyenin Namazı Hakkında Tahkik

 

İbn Abbas Radıyallahu anhuma Rivayeti

1. Tarik

Huşeym – Şu’be – Adiy b. Sabit – Said b. Cubeyr – Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma yoluyla: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ سَمِعَ النِّدَاءَ فَلَمْ يَأْتِهِ فَلَا صَلَاةَ لَهُ إِلَّا مِنْ عُذْرٍ

Nidayı işitip de gelmeyenin namazı yoktur. Ancak bir mazeret varsa başka.”[1]

Bu isnadın bütün ravileri sika olup Buhârî ve Muslim’in ricalidirler. Ancak bu hadisi merfu olarak rivayet konusunda ihtilaf vardır. Zira Şu’be’nin sika ashabının çoğunluğu bu rivayeti Şu’be tarikiyle mevkuf (İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın kendi sözü) olarak rivayet etmişlerdir:

Şu’be yoluyla bunu Ali b. el-Ca’d[2], Veki b. el-Cerrah[3], Vehb b. Cerir[4], Ebu Ömer el-Havdî ve Suleyman b. Harb[5], Amr b. Merzuk[6] ve Muhammed b. Ca’fer Gunder[7] mevkuf olarak rivayet etmişlerdir.

Şu’be’den rivayet konusunda Gunder insanların en sağlamıdır. Nitekim İbnu’l-Mubarek şöyle demiştir: “İnsanlar Şu’be’den rivayet konusunda ihtilaf ederlerse Gunder’in yazdıkları aralarında hakem olur.”

Hafız Abdulhak el-İşbilî el-Ahkamu’l-Vusta’da (1/274) bu rivayetin mevkuf olarak sahih olduğuna hükmetmiş, İbnu’l-Katan el-Fasi Beyanu’l-Vehm’de (2/278, 3/96) bu hükme itiraz etmeden onaylamıştır.

2. Tarik

El-Abbas b. Muhammed ed-Durî - Kurad – Şu’be – Adiy b. Sabit – Said b. Cubeyr – İbn Abbas radıyallahu anhuma yoluyla: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ سَمِعَ النِّدَاءَ فَلَمْ يُجِبْ فَلا صَلاةَ لَهُ إِلا مِنْ عُذْرٍ

Nidayı işittiği halde mazeretsiz olarak icabet etmeyenin namazı yoktur.”[8]

Şu’be’den merfu olarak Kurad ve Huşeym’den başkaları da rivayet etmişse de, bu tarikler zayıf yollardan gelmiştir:

3. Tarik

Ebu Muhammed İsmail b. Ya’kub b. İsmail es-Saffar - Sevvar b. Sehl el-Basrî – Said b. Amir – Şu’be – Adiy b. Sabit – Said b. Cubeyr – İbn Abbas radıyallahu anhuma yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ سَمِعَ النِّدَاءَ ‌فَلَمْ ‌يَأْتِهِ ‌فَلَا ‌صَلَاةَ ‌لَهُ ‌إِلَّا ‌مِنْ ‌عُذْرٍ

Nidayı işitip de mazereti olmadığı halde namaza gelmeyenin namazı yoktur.”[9]

Bu tarikte Ebu Muhammed İsmail es-Saffar meçhuldür.

Sevvar b. Sehl hakkında Ebû Dâvûd şöyle demiştir: “Şayet ona güvenmeseydim ondan rivayet etmezdim.” İbn Hibban es-Sikât’ta zikretmiş ve: “Tek kaldığı olur” demiştir.

Yine ravilerinden Said b. Âmir ed-Dubaî el-Basri sika olmakla beraber Ebu Hâtim er-Razi onun hakkında: “Rivayetinde bazı yanlışlar oluyor” demiştir.

4. Tarik

Ebu Gassan Malik b. el-Halil – Ebu Suleyman Davud b. el-Hakem – Şu’be – Adiy b. Sabit – Said b. Cubeyr – İbn Abbas radıyallahu anhuma yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ سَمِعَ النِّدَاءَ ‌فَلَمْ ‌يَأْتِهِ ‌فَلَا ‌صَلَاةَ ‌لَهُ ‌إِلَّا ‌مِنْ ‌عُذْرٍ

Nidayı işitip de mazereti olmadığı halde namaza gelmeyenin namazı yoktur.”[10]

Bu tarikte Ebu Suleyman Davud b. el-Hakem meçhuldür.[11]

5. Tarik

Kuteybe b. Said – Cerir – Ebu Cennab el-Kelbî – Megrâ el-Abdî – Adiy b. Sabit – Said b. Cubeyr – İbn Abbas radıyallahu anhuma yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ سَمِعَ الْمُنَادِيَ فَلَمْ يَمْنَعْهُ مِنَ اتِّبَاعِهِ عُذْرٌ فَلَا صَلَاةَ لَهُ قَالُوا وَمَا الْعُذْرُ؟ قَالَ خَوْفٌ أَوْ مَرَضٌ

Münadîyi işittiği halde ona tabi olmaya bir mazereti engel olmayan kimsenin namazı yoktur.” Dediler ki: “Mazeret nedir?” Buyurdu ki: “Korku veya hastalık.”[12]

Bu isnadda Ebu Cennab Yahya b. Hayye el-Kelbî zayıftır.[13] Megra el-Abdî meçhuldür.[14]

6. Tarik

Yahya b. Hassan – Suleyman b. Karm – Ebu Cennab el-Kelbî – Adiy b. Sabit – Said b. Cubeyr – İbn Abbas radıyallahu anhuma yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ سَمِعَ الصَّلَاةَ يُنَادَى بِهَا صَحِيحًا مِنْ غَيْرِ عُذْرٍ فَلَمْ يَأْتِهَا لَمْ يَقْبَلِ اللَّهُ لَهُ صَلَاةً فِي غَيْرِهَا قِيلَ وَمَا الْعُذْرُ؟ قَالَ الْمَرَضُ أَوِ الْخَوْفُ

Namaz için seslenildiğinde bunu işitip de mazereti olmadığı halde namaza gelmeyenin başka yerde kıldığı namazı Allah kabul etmez.” Denildi ki: “Mazeret nedir?” Buyurdu ki: “Hastalık veya korku.”[15]

Bu isnad da zayıftır. Ebu Cennab el-Kelbî zayıftır. Yine Suleyman b. Karm’ın hafızası kötüdür. Nitekim isnaddan bir önceki tarikte geçen Megra el-Abdî’yi düşürmüştür.

7. Tarik

İsmail b. İshak el-Kadî – Suleyman b. Harb – Şu’be – Habib b. Ebi Sabit – Said b. Cubeyr – İbn Abbas radıyallahu anhuma – Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yoluyla aynısı rivayet edildi.[16]

Hatib dedi ki: “Bize Ebu Bekr el-Berkani dedi ki: “İsmail b. İshak, Suleyman b. Harb’den bunu (merfu olarak) rivayette tek kaldı.”

Nitekim İsmail b. İshak bu tarikten merfu olarak rivayet etmek suretiyle muhalefet etmiştir:

Ahmed b. Amr el-Katranî – Suleyman b. Harb – Şu’be – Habib b. Ebi Sabit – Said b. Cubeyr – İbn Abbas radıyallahu anhuma yoluyla: İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki:

مَنْ سَمِعَ النِّدَاءَ فَلَمْ يَجِبْ فَلَا صَلَاةَ لَهُ

“Nidayı işittiği halde icabet etmeyenin namazı yoktur.”[17]

Taberani dedi ki: “el-Katrani, Suleyman b. Harb’den bu şekilde mevkuf olarak rivayet etti. İsmail b. İshak el-Kadı ise bunu Suleyman b. Harb’den merfu olarak rivayet etmiştir.”

Ahmed b. Amr el-Katranî sikadır.[18] Lakin Habib b. Ebi Sabit çokça tedlis ve irsal yapan bir ravi olup her iki rivayette de işitmes sigasını belirtmemiştir.

8. Tarik (Mevkuf)

Musa b. Harun – el-Abbas b. el-Huseyn el-Kantarî – Mubeşşir b. İsmail – Ca’fer b. Burkan – Meymun b. Mihran – İbn Abbas radıyallahu anhuma yoluyla:

من سمع حيَّ على الفلاح فلم يجب فقد ترك سنّة محمد صلى الله عليه وسلم

“Hayye ale’l-felah’ı işittiği halde icabet etmeyen Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini terk etmiş olur.”[19]

Özetle, bu rivayet İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın mevkuf sözü olarak sabit olmuştur. Merfu olarak ise iki sika ravi olan Huşeym ve Kurad Abdurrahman b. Gazvan rivayet etmişlerdir. Bu ikisi Şu’be’nin sağlam ashabının mevkuf olarak rivayet etmelerine muhalefet ederek merfu rivayet etmişlerdir. Merfu olarak diğer rivayetler ise zayıflık bulunan isnadlarla gelmiştir. El-Elbani el-İrva’da (2/336 no:551) bunu sikanın ziyadesi olarak kabul edip sahihlemiştir.

Ebu Musa Radıyallahu anh’den Merfu Rivayet Zayıf, Mevkuf Olarak Sahihtir

1. Tarik

İsmail b. İshak el-Kadî – Ahmed b. Yunus – Ebu Bekr b. Ayyaş – Ebu Husayn (Osman b. Asım el-Esedî) – Ebu Burde b. Ebi Musa - Ebu Musa radıyallahu anh yoluyla Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

من سمع النداء فارغًا صحيحًا فلم يجب فلا صلاة له

Nidayı işitip de boş olduğu ve sağlıklı olduğu halde icabet etmeyenin namazı yoktur.”[20]

İsnadında Ebu Bekr b. Ayyaş sika olmakla beraber yanılan bir ravidir. Ömrünün sonlarında hafızası bozulmuştur. Lakin yazıyla rivayeti sahihtir.

2. Tarik

Yezid b. Harun – Kays b. er-Rabi – Ebu Husayn – Ebu Burde – Ebu Musa radıyallahu anh yoluyla: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ سَمِعَ النِّدَاءَ فَلَمْ يُجِبْ فَلَا صَلَاةَ لَهُ أَحْسِبُهُ قَالَ إِلَّا مِنْ عُذْرٍ

Nidayı işitip de – zannederim “mazeretsiz olarak” dedi – icabet etmeyenin namazı yoktur.”[21]

İsnadında Kays b. er-Rebi’nin hafızası kadı olduktan sonra çok bozulmuş, kendisine ait olmayan rivayetler, onun rivayetleri arasına sokuşturulmuştur.

Bezzar dedi ki: “Birçok kimse bu hadisi Ebu Husayn – Ebu Burde – Ebu Musa radıyallahu anh yoluyla mevkuf olarak rivayet etmişlerdir.”

Beyhakî (3/57) dedi ki: “Ebu Musa el-Eş’arî radıyallahu anh’den müsned (merfu) ve mevkuf olarak rivayet edildi. Mevkuf rivayeti daha sahihtir.”

3. Tarik

Yahya el-Himmanî – Kays b. er-Rabi ve Ebu Bekr b. Ayyaş – Ebu Husayn – Ebu Burde – Ebu Musa radıyallahu anh yoluyla: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

مَنْ سَمِعَ النِّدَاءَ ثُمَّ لَمْ يُجِبْ مِنْ غَيْرِ عُذْرٍ وَلَا مَرَضٍ فَلَا صَلَاةَ لَهُ

Nidayı işittiği halde mazereti veya hastalığı olmadığı halde icabet etmeyenin namazı yoktur.”[22]

Bu isnadda Yahya el-Himmanî zayıftır. Kays ve Ebu Bekr b. Ayyaş’ın durumları açıklanmıştı.

Sahih olanı bu sözün Ebu Musa radıyallahu anh’e ait mevkuf bir söz olmasıdır. Bunu Mis’ar b. Kidam; Ebu Husayn – Ebu Burde – Ebu Musa radıyallahu anh yoluyla mevkuf olarak rivayet etmiştir.[23] Yine Zaide b. Kudame, Ebu Husayn yoluyla mevkuf rivayet etmiştir.[24]

Simak – Ebu Burde – Ebu Musa radıyallahu anh yoluyla mevkuf olarak rivayet etmiştir.[25]

Enes Radıyallahu anh’den Merfu Rivayet Zayıftır

Ebu’l-Kasım Ali b. Ya’kub – Ebu Cafer Ahmed b. Amr b. İsmail b. Ömer el-Farisi el-Muk’ad – Şeyban b. Ferruh – Hammad b. Seleme – Humeyd – el-Hasen – Enes radıyallahu anh yoluyla: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ سَمِعَ النِّدَاءَ فَلَمْ يُجِبْ فَلَا صَلَاةَ لَهُ

Nidayı işittiği halde icabet etmeyenin namazı yoktur.”[26]

Hasen el-Basrî mudellis olup an’ane ile rivayet etmiştir.

İbn Mes’ud Radıyallahu anh’den Mevkuf Rivayet Zayıftır

Musedded b. Muserhed Musned’inde dedi ki: bize Yahya (el-Kattan) tahdis etti, o Suleyman b. el-Mugira’dan, o Ebu Musa el-Hilalî’den, o babasından, o İbn Mes’ud radıyallahu anh’den şöyle dediğini rivayet etti:

من سمع الأذان ثُمَّ لَمْ يَأْتِ الصَّلَاةَ مِنْ غَيْرِ عِلَّةٍ فلا صلاة له

“Kim ezanı işitir de sebepsiz olarak namaza gelmezse onun namazı yoktur.”[27]

İbn Ebî Şeybe; Vekî – Suleyman b. el-Mugira yoluyla şu lafızla rivayet etti:

مَنْ سَمِعَ الْمُنَادِيَ ثُمَّ لَمْ يُجِبْ مِنْ غَيْرِ عُذْرٍ فَلَا صَلَاةَ لَهُ

“Kim münadiyi işitir de özürsüz olarak icabet etmezse namazı yoktur.”[28]

Ali b. el-Ca’d’ın Suleyman b. el-Mugira yoluyla rivayetinde de lafzı şu şekildedir:

جَارُ الْمَسْجِدِ يَسْمَعُ النِّدَاءَ لَا يَأْتِيهِ مِنْ غَيْرِ عِلَّةٍ لَا صَلَاةَ لَهُ

“Mescide komşu olup nidayı işiten kimse sebepsiz olarak namaza gelmezse onun namazı yoktur.”[29]

Rivayet mevkuf olmakla beraber bu tariklerin hepsinde Ebu Musa el-Hilali ve babası meçhul ravilerdir.

Sonuç

Ezanı işiten kimsenin mazeretsiz olarak cemaatle namaza gelmemesi halinde namazının olmayacağı ifadesi İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan mevkuf olarak sabit olmuş, merfu rivayetinin sıhhatinde ise ihtilaf edilmiştir. Mevkuf rivayetinin daha sahih olduğunda ise ihtilaf yoktur.

Ancak merfu olarak rivayetini sahih gören âlimler de “Namazı yoktur” ifadesini kemalin nefyedilmesi olarak değerlendirmişlerdir. Yani “Onun namazı kâmil ve faziletli değildir” demişlerdir.

Daha önce ben de Sahih Hadisler Kulliyatında İbn Abbas’ın merfu hadisini “Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih” şeklinde ifade etmiştim. Ancak İbnu’l-Mubarek’in: “Şu’be’den rivayet eden kimseler ihtilaf ettiklerinde Gunder’in rivayeti hakemdir” ifadesine vakıf olunca, mevkuf rivayetin Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih olduğu, merfu rivayetin ise şaz olduğu görüşüne meylettim. Zira Gunder ve onunla beraber Şu’be’nin sika ashabının çoğunluğu bu rivayeti Şu’be yoluyla mevkuf olarak rivayet etmişlerdir.

Bu rivayet yine Ebu Musa radıyallahu anh’den de mevkuf olarak sabit olmuş, merfu rivayeti sabit olmamıştır.

Cabir, Ebu Hureyre ve başka sahabilerden daha çürük isnadlarla gelmiştir ki zayıflıklarında ittifak edilen bu rivayetleri ele almadım. Yine İbn Mes’ud radıyallahu anh’den mevkuf rivayetin de sabit olmadığı açıklanmıştır.

Allah en iyi bilendir.

[1] Ma’lûl. İbn Mâce (793) Eslem b. Sehl Bahşel Tarihu Vasıt (s.202) Hakim (1/373) İbn Hibbân (5/415) İbnu’l-Munzir el-Evsat (1887) İbnu’l-Mukri Erbaun (51) Ziyau'l-Makdisi el-Muhtâre (10/239)

[2] Sahih mevkuf. Ziyau'l-Makdisi el-Muhtâre (10/240) İbnu’l-Ca’d Musned (482)

[3] Sahih mevkuf. İbn Ebî Şeybe (1/345) İbnu’l-Munzir el-Evsat (1888) Salih b. Ahmed b. Hanbel Mesail (579)

[4] Beyhakî (3/174)

[5] Hasen ligayrihi mevkuf. Beyhakî (3/174) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (12/18) İsnadında Habib b. Ebi Sabit mudellis olup an’ane ile rivayet etmiştir.

[6] Sahih mevkuf. Kasım b. Asbağ’dan naklen İbnu’l-Katan el-Fasi Beyanu’l-Vehm (2/278)

[7] Sahih mevkuf. Hâkim (1/373) İbn Hazm el-Muhalla (4/196)

[8] Şaz. Begavi Şerhu’s-Sunne (795)

[9] Zayıf. Hâkim (1/373)

[10] Zayıf. Hâkim (1/373)

[11] Bkz.: İbn Abdilhadi Tenkihu’t-Tahkik (1128) Lisanu’l-Mizan (2/416)

[12] Zayıf. Hakim (1/373) Ebû Dâvûd (551) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (11/446) Darekutni (2/293) Beyhaki (3/185)

[13] Bkz.: et-Takrib (s.589)

[14] Bk. Et-Takrib (s.542)

[15] Hakim (1/373)

[16] Zayıf. İbn Hazm el-Muhalla (4/190) Beyhakî (3/248) Hatib Tarih (6/285)

[17] Zayıf mevkuf. Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (12/18)

[18] Bkz.: es-Sikat (8/55) Siyeru A’lam (13/556)

[19] Sahih mevkuf. Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (Mecmau’l-Bahrayn 1/164)

[20] Şaz. Hâkim (1/374) Beyhakî (3/248)

[21] Zayıf. Bezzar (8/141)

[22] Zayıf. İbnu’l-A’rabi Mu’cem (1056)

[23] Sahih mevkuf. İbn Ebî Şeybe (1/303) Beyhakî (3/248) İbnu’l-Munzir el-Evsat (1889) Salih b. Ahmed b. Hanbel Mesail (576) Ebu Nuaym Ahbaru İsbehan (2/319)

[24] Sahih mevkuf. Beyhakî (3/249)

[25] Zayıf mevkuf. Bezzar (8/141) isnadında Hafs b. Cumey zayıftır.

[26] Zayıf. Temmam Fevaid (1291) Beyhakî el-Hilafiyyat (2753)

[27] Zayıf mevkuf. İbn Hacer Metalibu’l-Aliye (403) Busayri İthaf (918) İbnu’l-Ca’d Musned (3087)

[28] Zayıf mevkuf. İbn Ebî Şeybe (1/303) İbnu’l-Munzir el-Evsat (1891) Salih b. Ahmed b. Hanbel Mesail (577)

[29] Zayıf mevkuf. İbnu’l-Ca’d Musned (3087)

22 Ekim 2025 Çarşamba

Günümüzde Özel İmkanlarla Oluşturulan Mescidlerde Cemaat Namazı Hakkında Zihinlere Takılanlar

Mescidde Cemaatle Namaz Farz Değil, Müstehaptır

Birçok kimse bazı âlimlerin cemaatle namazın farz olduğu şeklindeki görüşlerine tabi olarak, namazı ferdî kılan kimsenin namazının geçersiz olduğu veya geçerli olsa da tek başına kıldığı için günaha girmiş olduğuna itikad etmektedir. Lakin müslümanlara vacip olan şey, öncelikle her itikad ettiği şeyin delillere dayalı olmasını araştırmak, ilim ehlinin fetvalarının da ancak delile muvafık olduğu zaman kabul edileceğini bilmektir. Müslüman burada “Ben âlimden daha iyi mi bileceğim” diye bir komplekse girmeden, mutlaka kitap ve sünnetten delille irtibatını araştırmak zorundadır. Elbette âlimden daha iyi bilecek değildir, lakin herkes başkasının bildiğinden değil, kendi bildiğinden sorumludur.

Cemaatle namaz meselesine gelince, bir kısım âlimler cemaatle namazın farz olduğu görüşünü, bazı deliller üzerinden istinbatta bulunarak ortaya koymuşlardır. Dayandıkları delillerin nassı “Cemaatle namaz farzdır” demiyor, lakin bazı âlimler böyle bir kanaate sahip olmuşlardır. Bununla beraber, cemaatle namazın farz değil de, müstehap bir sünnet olduğunu açıkça ifade eden deliller Buhârî ve Muslim’in sahihlerinde ve başka kaynaklarda sabit olmuştur. Bu hadislerden Sahihayn’da geçen bazıları şu şekildedir:

Ebu Musa radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

أَعْظَمُ النَّاسِ أَجْرًا فِي الصَّلاَةِ أَبْعَدُهُمْ فَأَبْعَدُهُمْ مَمْشًى وَالَّذِي يَنْتَظِرُ الصَّلاَةَ حَتَّى يُصَلِّيَهَا مَعَ الإِمَامِ أَعْظَمُ أَجْرًا مِنَ الَّذِي يُصَلِّي ثُمَّ يَنَامُ

İnsanların namazdan en çok ecir kazananı en uzaktan yürüyerek gelendir. İmamla beraber namazı kılıncaya kadar namazı bekleyenin ecri, namazı kılıp da uyuyanın ecrinden daha büyüktür.”[1]

Bu hadiste delil olan kısım; namazları mescidde cemaatle kılanın namazının derece bakımından çok üstün olduğu ifade edilmekle beraber, mescide gitmeyip evinde tek başına namaz kılan kimsenin de günah değil, ecir kazanmış olduğunun ifade edilmesidir!

Hem Buhârî hem de Muslim’in sahihlerinde geçen bu hadisten birçok kimse gaflet etmekte ve ferdî namaz kılanları itham ederek vebale girmektedirler!

Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

صَلاَةُ الجَمِيعِ تَزِيدُ عَلَى صَلاَتِهِ فِي بَيْتِهِ وَصَلاَتِهِ فِي سُوقِهِ خَمْسًا وَعِشْرِينَ دَرَجَةً فَإِنَّ أَحَدَكُمْ إِذَا تَوَضَّأَ فَأَحْسَنَ وَأَتَى المَسْجِدَ لاَ يُرِيدُ إِلَّا الصَّلاَةَ لَمْ يَخْطُ خَطْوَةً إِلَّا رَفَعَهُ اللَّهُ بِهَا دَرَجَةً وَحَطَّ عَنْهُ خَطِيئَةً حَتَّى يَدْخُلَ المَسْجِدَ وَإِذَا دَخَلَ المَسْجِدَ كَانَ فِي صَلاَةٍ مَا كَانَتْ تَحْبِسُهُ وَتُصَلِّي - يَعْنِي عَلَيْهِ المَلاَئِكَةُ - مَا دَامَ فِي مَجْلِسِهِ الَّذِي يُصَلِّي فِيهِ اللَّهُمَّ اغْفِرْ لَهُ اللَّهُمَّ ارْحَمْهُ مَا لَمْ يُحْدِثْ فِيهِ

Cemaatle namaz, kişinin evindeki namazından ve çarşısındaki namazından yirmi beş derece üstündür. Muhakkak ki birini güzelce abdest alıp yalnızca namaz kılmayı kastederek mescide gelse, mescide girinceye kadar attığı her bir adımda mutlaka Allah onun bir derecesini yükseltir, bir günahını siler. Mescide girdiği zaman namaz kendisini alıkoyduğu sürece melekler ona salat ederler. Namaz kıldığı yerde oturduğu sürece, kimseye eziyet vermediği ve abdestini bozmadığı takdirde: “Allah’ım! Onu bağışla, Allah’ım! Ona merhamet et” derler.”[2]

Yine bu hadiste de önceki hadiste söylenenlerin aynısı söylenir. Cemaatle ve mescide yürüyerek kılınan namazın üstünlüğüne teşvik edilmekte, lakin ferdî namaz kılanın ecri yok sayılmamaktadır. Yine şu hadiste de böyle bir teşvik söz konusudur:

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

مَنْ تَطَهَّرَ فِي بَيْتِهِ ثُمَّ مَشَى إِلَى بَيْتٍ مَنْ بُيُوتِ اللهِ لِيَقْضِيَ فَرِيضَةً مِنْ فَرَائِضِ اللهِ كَانَتْ خَطْوَتَاهُ إِحْدَاهُمَا تَحُطُّ خَطِيئَةً وَالْأُخْرَى تَرْفَعُ دَرَجَةً

Kim evinde temizlenir, sonra Allah’ın evlerinden bir eve, Allah’ın farzlarından bir farzı edâ etmek için yürürse iki adımından birinde bir günah silinir, diğer adımında bir derece yükseltilir.”[3]

Konuyla alakalı zihinlere takılan diğer bir mesele de şudur:

Günümüzde müslümanların imamı a’zamı (halifesi) ve bu imamın yetkilendirdiği cami imamları bulunmadığı için müslümanlar kendi aralarında cemaaat olup namaz kılmakta, imkan bulabilenler mescid edinip namazlarını buralarda icra etmektedir. Lakin bu mescidlerin çoğunda vazifeli, maaşlı belli bir imamı, müezzini ve düzenli cemaati yoktur. Dolayısıyla mescide gelenler her zaman vakit namazlarında cemaatle birlikte namaza tevafuk edemeyebiliyorlar. Böyle bir mescide gelen kimse, şayet cemaat namazı kılmışlarsa tek başına mı kılmalı yoksa ikinci bir cemaat yaparak namaz kılmaları caiz midir?

Bu mesele hakkında da ilim ehlinin ihtilaflı sözleri varid olmuştur. Bu meselenin anlaşılması için âlimlerin ifade ettikleri şu hususların bilinmesi gerekir;

Düzenli cemaati ve belli bir imamı bulunan mescidlerde aynı namaz vakti içerisinde o namazı ikinci defa cemaatle kılmak çirkin görülmüştür. Çünkü bu durum birçok zararlara ve fitnelere sebebiyet verir. Ama düzenli cemaati ve belli bir imamı bulunmayan, beş vakit namazın düzenli kılınmadığı; yol üstü mescidler (matrûka mescidler), işyeri mescidleri gibi mescidlere gelince bu tür mescidlerde müslümanlar birden fazla cemaat oluşturup namaz kılabilirler. İlim ehli bu konuda neredeyse ittifak etmişlerdir. Buna aykırı görüş belirten kimse hatırlamıyorum.

Sonradan gelip de cemaatle namaza yetişemeyen kimse hakkında “Buna sadaka verip kendisiyle cemaat yapacak kimse yok mu?” buyrulan hadis, (Ebû Dâvûd 574, Tirmizî 220) maaşlı, vazifeli imamı bulunmayan mescidlere yorumlanmıştır. Düzenli cemaati ve imamı bulunan mescidlerde ikinci bir cemaat yapmayı çirkin görenlere ise şu hadiste delil vardır:

Taberani dedi ki: bize Abdân b. Ahmed tahdis etti, dedi ki: bize Hişam b. Hâlid ed-Dimeşkî tahdis etti, dedi ki: bize el-Velid b. Muslim tahdis etti, dedi ki: bana Ebu Mutî Muaviye b. Yahya haber verdi, o Halid el-Hazza’dan, o Abdurrahman b. Ebi Bekra’dan, o babasından rivayet etti, Ebu Bekra radıyallahu anh dedi ki

 أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَقْبَلَ مِنْ نَوَاحِي الْمَدِينَةِ يُرِيدُ الصَّلَاةَ فَوَجَدَ النَّاسَ قَدْ صَلَّوْا فَمَالَ إِلَى مَنْزِلِهِ فَجَمَعَ أَهْلَهَ فَصَلَّى بِهِمْ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine etrafından namaz için geldi, insanlar namazı kılmışlardı. Bunun üzerine evine yöneldi, ailesini topladı ve onlara namazı kıldırdı.”[4]

Bazı ilim ehli bu hadise dayanarak, görevli imamı ve düzenli cemaati bulunan mescidde ikinci bir cemaat yapılmayacağını, sonradan gelenlerin namazı mescidde ferdî olarak kılmaları gerektiğini söylemişlerdir. Lakin görevli imamı bulunmayan mescidlerde ikinci bir cemaat yaparak namaz kılmakta bir sakınca görülmemiştir.

El-Elbani, Temamu’l-Minne’de (s.155) şöyle zikreder:

Enes b. Malik radıyallahu anh mescide girdiğinde namazın kılınmış olduğunu gördü ve bir adama ezan ve kamet okumasını söyledi, sonra bir cemaatle namaz kıldı.”

Elbani bu rivayetin isnadının sahih olduğunu söyler ve şöyle der: “Bazıları aynı mescidde birden fazla cemaat oluşturup namaz kılmaya bu rivayeti delil getirdiler. Ancak şu iki sebepten buna bir delil yoktur:

Birincisi: rivayet mevkuftur.

İkincisi: Enes radıyallahu anh’den daha fakih olan sahabe ona muhalefet etmiştir. Abdurrazzak Musannef’te ve ondan rivayetle Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr’de hasen isnadla İbrahim’den şöyle rivayet etti:

أن علقمة والأسود أقبلا مع ابن مسعود إلى المسجد فاستقبلهم الناس وقد صلوا فرجع بهما إلى البيت ... ثم صلى بهما

“Alkame ve el-Esved, ibn Mes’ud radıyallahu anh ile beraber mescide geldiler. İnsanlar namazı kılmışlardı. Bunun üzerine onları eve döndürdü ve ikisine namazı kıldırdı.”

Şayet mescide ikinci bir cemaat yapmak mutlak olarak caiz olsaydı ibn Mes’ud radıyallahu anh onlarla evde cemaat yapmazdı. Halbuki bilindiği üzere farz namazı mescidde kılmak daha faziletlidir.

Sonra bu mevkuf eserin merfu hükmünde olduğuna delalet eden rivayet buldum. Taberani’nin el-Evsat’ta Abdurrahman b. Ebi Bekra’dan, onun da babasından rivayetine göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem namaz için Medine etrafından gelmiş, insanlar da namazı kılmışlardı. Bunun üzerine evine döndü ve ailesini toplayıp onlara namazı kıldırdı.” Taberani dedi ki: “Bu Ebu Bekra radıyallahu anh’den ancak bu isnad ile rivayet edildi.” Derim ki rivayet hasendir. Heysemi dedi ki: “Taberani Kebir’de ve Evsat’ta rivayet etti, ravileri güvenilirdir.”

Belki de Enes radıyallahu anh’ın ikinci cemaat yaptığı mescid, görevli imamı ve görevli müezzini bulunmayan bir mescid idi. Böyle bir mescidde ikinci defa cemaat yapıp namaz kılmak mekruh olmaz. Böylece geçen rivayetler birbiriyle uyumlu olur, ihtilaf yoktur.

İmamların bu meseledeki sözlerinden vakıf olduğum en güzel açıklama İmam Şafii radıyallahu anh’ın sözüdür. Bu sözü ondan nakledenlerde sakınca yoktur. İnsanların çoğunun gaflet ettiği bu meselede özetle, el-Umm kitabında şöyle der:

“Eğer kişinin cemaatle namaz kıldığı bir mescid varsa ve namazı kaçırırsa, başka bir cemaat mescidine gitmesi bana göre daha iyidir. Eğer gitmezse kendi mescidinde tek başına kılması güzeldir. Eğer mescidin görevli bir imamı var da bir ya da birden fazla kimse cemaatle namazı kaçırırlarsa o mescidde namazı ferdi olarak kılarlar. Cemaat yapmalarını hoş görmem. Eğer cemaat yaparlarsa cemaat sevabını alırlar. Ancak bizden önceki selefin yapmadıkları bir şey olduğu için bunu çirkin görürüm. Hatta selef bazılarını bu yüzden ayıplamıştır. Zannederim ki bunu çirkin görmelerinin sebebi, ihtilafa meydan vermesinden ve kişinin cemaatin imamının arkasında namaz kılmaktan yüz çevirmesine sebep olmasından dolayıdır. Zira kişi namaz vaktinde cemaatin imamından geri durur, cemaat namazı kılınca mescide girerler ve ikinci bir cemaat yaparlar. Böylece ihtilafa ve söz birliğinin dağılmasına sebep olurlar. Bunda mekruhluk vardır. İmamı ve müezzini bulunan her bir mescinde ben bunu (ikinci cemaat yapmayı) çirkin görürüm. Ama yol üzerinde veya bir kenarda yapılan, ezan okuyan görevli müezzini ve düzenli namaz kıldıran görevli bir imamı bulunmayan, geçenlerin uğradığı mescidlerde bunu (ikinci defa cemaatle namazı) mekruh görmem. Çünkü bunda söz birliğinin dağılması, kişinin bir imamın imamlığından yüz çevirip başka bir imam belirlemesi gibi durumlar söz konusu olmaz.”

Yine Şafii dedi ki: “Kişinin cemaatle namaz kılabilecekken, tek başına kıldığı namazın geçersiz olacağını söylemekten beni alıkoyan şey, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in cemaatle namazın, tek başına kılınan namazdan faziletli olduğunu ifade etmesidir. “Tek başına namaz kılanın namazı geçersizdir” dememiştir! Biz, bazı kimselerin cemaatle beraber namaz kılmayı kaçırdıkları halde, tek başına namaz kıldıklarını ezberledik. Halbuki o kimseler cemaat yapabilirlerdi. Cemaatle namazı kaçırmış oldukları halde mescide geldiler, her biri tek başlarına namazı kıldılar. Bunu ancak bir mescidde (aynı namaz için) ikinci bir cemaat yapmayı çirkin gördükleri için yaptılar.” Şafii’den nakil bitti.

 Şafii’nin sahabeye dayandırıp muallak olarak zikrettiği şey, el-Hasen el-Basrî rahimehullah’tan mevsul (kesintisiz isnadla) gelmiştir. O şöyle demiştir:

كان أصحاب محمد صلى اللهُ عليه وسلَّم إذا دخلوا المسجد وقد صلي فيه صلوا فرادى

“Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı mescide girdiklerinde namaz kılınmış olursa, tek başlarına namaz kılarlardı.” Bunu İbn Ebî Şeybe (2/223) rivayet etmiştir.

Ebu Hanife dedi ki: “Görevli imamı bulunan bir mescidde cemaatin tekrarı caiz değildir.” Bunun benzeri el-Mudevvene’de İmam Malik’ten rivayet edilmiştir.

Özetle; Cumhur, zikri geçen şartla mescidde ikinci cemaat yapmayı çirkin görmüşlerdir ve bu hak olan görüştür. Şu meşhur hadis bu görüşe aykırı değildir: “Şununla beraber namazı kılmak suretiyle sadaka verecek kimse yok mu?” Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu kişiyle beraber namaz kılacak birini teşvik etmedeki gayesi, onun arkasında namaz kılacak kimsenin nafile kılacak olmasıdır. Bu, farz namaz kılan kimsenin arkasında nafile namaz kılmaktır. Burada ele alınan mesele ise farz namaz kılanın arkasında farz namaz kılmak suretiyle cemaat yapmak hakkındadır! Bunun diğerine kıyas edilmesi caiz değildir. Çünkü bu şu sebeplerden dolayı geçersiz bir kıyastır:

Birincisi: Hasen el-Basri rahimehullah’ın ifade ettiği birinci şekil, gerektirici sebebi bulunmasına rağmen Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den izin veya takrir olarak nakledilmemiştir.

İkincisi: Bu durum (ikinci defa cemaat yaparak namaz kılmak) meşru olan ilk cemaatin ayrılığına sebep olur. Çünkü insanlar cemaati kaçıracakları endişesiyle acele eder ve cemaati çoğaltırlar. Ama cemaati kaçırma endişesi olmayınca cemaatten geri kalır ve ilk cemaati azınlık bırakırlar. Bu mekruhtur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in onayladığı şekilde (cemaati kaçıranın tek başına kılması veya evinde cemaat yapmasında) ise bu sakınca yoktur. Böylece aradaki fark sabit olmuştur. Hadisten Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in uygulamasına aykırı istidlalde bulunmak caiz olmaz.”

El-Elbani’nin Temamu’l-Minne kitabından nakil bitti.

Hulasa:

Görevli imam ve müezzini ile beş vakit namazın düzenli kılındığı mescidlerde cemaatle namazı kaçıran kimseler mescidde ikinci cemaat yaparak namaz kılamazlar. Ya tek başlarına mescidde kılarlar, ya da evlerine gidip cemaat yaparlar. Ama görevli imam ve müezzini olmayan, beş vakit namazın düzenli kılınmadığı mescidlerde birden fazla cemaatlerin namaz kılmalarında sakınca yoktur.

Dolayısıyla çeşitli meşguliyetleri, işleri, uğraşları sebebiyle beş vakit namaz vakti için bir araya gelmelerinde güçlük bulunan kimselerin kurdukları mescidlerde görevli imam ve müezzin tayin etmeyip, mescidde hazır bulunmaya imkanı olanların cemaatle namaz kılmaları, cemaate yetişemeyenlerin de imkan buldukça tekrar mescidde cemaat olup namaz kılmaları, dini kolaylaştırmak esasına dayalıdır. Ama belli bir imam ve müezzin görevlendirmeleri halinde burada anlatması uzun sürecek çeşitli ihtilaflara, fitnelere ve zorlaştırmalara sebebiyet verebilir.

Allah en iyi bilendir.



[1] Sahih. Buhârî (651) Muslim (662)

[2] Sahih. Buhârî (477, 176) Muslim (649)

[3] Sahih. Muslim (666)

[4] Hasen. Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (4601, 6820)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)