Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

12 Temmuz 2025 Cumartesi

Deccalden Önceki Dört Büyük Fitne

 Abdullah b. Ömer radiyallahu anhuma dedi ki: “Biz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında otururken fitnelerden bahsetti ve çokça anlattı. Hatta ahlâs fitnesinden bahsetti. Birisi: “Ey Allah’ın rasulü! Ahlâs fitnesi nedir?” dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

هِيَ هَرَبٌ وَحَرْبٌ ثُمَّ فِتْنَةُ السَّرَّاءِ دَخَنُهَا مِنْ تَحْتِ قَدَمَيْ رَجُلٍ مِنْ أَهْلِ بَيْتِي يَزْعُمُ أَنَّهُ مِنِّي وَلَيْسَ مِنِّي وَإِنَّمَا أَوْلِيَائِي الْمُتَّقُونَ ثُمَّ يَصْطَلِحُ النَّاسُ عَلَى رَجُلٍ كَوَرِكٍ عَلَى ضِلَعٍ ثُمَّ فِتْنَةُ الدُّهَيْمَاءِ لَا تَدَعُ أَحَدًا مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ إِلَّا لَطَمَتْهُ لَطْمَةً فَإِذَا قِيلَ انْقَضَتْ تَمَادَتْ يُصْبِحُ الرَّجُلُ فِيهَا مُؤْمِنًا وَيُمْسِي كَافِرًا حَتَّى يَصِيرَ النَّاسُ إِلَى فُسْطَاطَيْنِ فُسْطَاطِ إِيمَانٍ لَا نِفَاقَ فِيهِ وَفُسْطَاطِ نِفَاقٍ لَا إِيمَانَ فِيهِ فَإِذَا كَانَ ذَاكُمْ فَانْتَظِرُوا الدَّجَّالَ مِنْ يَوْمِهِ أَوْ مِنْ غَدِهِ

O, insanların birbirinden kaçması ve haksız yere malların alınma­sıdır. Sonra Serrâ (bolluk) fitnesi vardır. Bu fitne, benim ehl-i beytimden, ben­den olduğunu iddia eden ama aslında benden olmayan bir adamın ayak­ları altından yayılacaktır. Benim dostlarım ancak sakınanlardır. Sonra insanlar, kaburga üzerindeki oturak gibi olan bir adamla anlaşacaklar. Daha sonra karanlık fitne çıkacak, bu ümmetten dokunmadığı kimse kalmayacaktır. Bitti, denildiğinde, devam edecektir. O fitnede kişi, mümin olarak sabahlayacak akşama kâfir olarak çıkacaktır. İnsanlar iki çadırda olacaklar. Bunlar, içinde asla nifakın olmadığı iman çadırı ve imanın olmadığı nifak çadı­rıdır. Siz o güne ulaştığınızda o gün veya ertesi gün Deccâl’i bekleyin.”[1]

Ali radıyallahu anh dedi ki:

الْفِتَنُ أَرْبَعٌ ‌فِتْنَةُ ‌السَّرَّاءِ وَفِتْنَةُ الضَّرَّاءِ وَفِتْنَةُ كَذَا فَذَكَرَ مَعْدِنَ الذَّهَبِ ثُمَّ يَخْرُجُ رَجُلٌ مِنْ عِتْرَةِ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم يُصْلِحُ اللَّهُ عَلَى يَدَيْهِ أَمَرَهُمْ

“Fitneler dörttür: Serrâ fitnesi, darrâ fitnesi, şu fitne” (Böylece altın madenlerini zikretti.) Sonra Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in soyundan bir adam çıkar, Allah onun eliyle işleri ıslah eder.”[2]

Ali radıyallahu anh’ın bahsettiği madenlerle ilgili fitnenin ayrıntısını İbn Amr radıyallahu anhuma şöyle anlatmıştır:

تَخْرُجُ مَعَادِنُ مُخْتَلِفَةٌ مَعْدِنٌ فِيهَا قَرِيبٌ مِنَ الْحِجَازِ يُقَالُ لَهُ فِرْعَوْنُ ذَهَبَ يَذْهَبُ إِلَيْهِ شِرَارُ النَّاسِ فَبَيْنَمَا هُمْ يَعْمَلُونَ فِيهِ إِذْ حُسِرَ لَهُمْ عَنِ الذَّهَبِ فَأَعْجَبَهُمْ مُعْتَمَلُهُ ‌إِذْ ‌خُسِفَ ‌بِهِ ‌وَبِهِمْ

“Çeşitli maden yatakları çıkacak, bunlardan biri Hicaz yakınlarında olacak ve ona “Firavun” denilecek. İnsanların en şerlileri oraya gelecek. Onlar orada çalışırlarken altın ortaya çıkacak. Onu almak için üşüştüklerinde yere batırılacaklar.”[3]

Bu çöküntü, kıyametin büyük alametlerinden olan üç büyük batışın zikredildiği hadiselerdendir. Bunların ardından da Mehdî çıkacaktır. Nitekim bu konunun detaylarına dair rivayetleri inşallah yakında çıkacak olan Dünyanın Son Günleri adlı kitabımda tahriç ettim. Konunun Mehdiye delaletine dair diğer rivayet şudur:

Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

سَتَكُونُ بَعْدِي فِتَنٌ مِنْهَا ‌فِتْنَةُ ‌الْأَحْلَاسِ يَكُونُ فِيهَا حَرْبٌ وَهَرَبٌ ثُمَّ بَعْدَهَا فِتَنٌ أَشَدُّ مِنْهَا ثُمَّ تَكُونُ فِتْنَةٌ كُلَّمَا قِيلَ انْقَطَعَتْ تَمَادَتْ حَتَّى لَا يَبْقَى بَيْتٌ إِلَّا دَخَلَتْهُ وَلَا مُسْلِمٌ إِلَّا صَكَّتْهُ حَتَّى يَخْرُجَ رَجُلٌ مِنْ عِتْرَتِي

Benden sonra fitneler olacaktır. Onlardan birisi el-Ehlâs fitnesidir. Bu fitnede kayıp ve kaçış olacak. Bundan sonra daha şiddetlisi olan fitneler olacak, sonra bir fitne daha olacak. “Bitti” denildikçe daha da uzayacak, girmediği bir ev, tokatlamadığı bir müslüman kalmayacak. Sonunda soyumdan bir adam çıkacak.”[4]

Dört fitne ile ilgili hadisleri önceki alimler çeşitli şekillerde yorumlamışlar, İbnu’z-Zubeyr radıyallahu anh’ın veya Osman radıyallahu anh’ın katledilmesini Ehlas fitnesine, diğer fitneleri Mervan, Ebu Muslim el-Horasanı, el-Muhtar es-Sekafî, Şerif Huseyin olayı gibi kimselere ve hadiselere yormuşlardır.[5]

Ancak bu yorumlar isabetli görünmemektedir. Çünkü Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Deccal’in zuhuruna çok yakın olup bütün İslam dünyasını ilgilendiren fitnelerden bahsetmektedir. Nitekim şu rivayetler konuya açıklık getiriyor:

Ertat b. Munzir rahimehullah dedi ki: “Bana ulaştığına göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

تَكُونُ فِي أُمَّتِي أَرْبَعُ فِتَنٍ تُصِيبُ أُمَّتِي فِي آخِرِهَا فِتَنٌ مُتَرَادِفَةٌ فَالْأُولَى تُصِيبُهُمْ فِيهَا بَلَاءٌ حَتَّى يَقُولَ الْمُؤْمِنُ هَذِهِ مُهْلِكَتِي ثُمَّ تَنْكَشِفُ وَالثَّانِيَةُ حَتَّى يَقُولَ الْمُؤْمِنُ هَذِهِ مُهْلِكَتِي ثُمَّ تَنْكَشِفُ وَالثَّالِثَةُ كُلَّمَا قِيلَ انْقَضَتْ تَمَادَتْ وَالْفِتْنَةُ الرَّابِعَةُ تَصِيرُونَ فِيهَا إِلَى الْكُفْرِ إِذَا كَانَتِ الْأُمَّةُ مَعَ هَذَا مَرَّةً وَمَعَ هَذَا مَرَّةً بِلَا إِمَامٍ وَلَا جَمَاعَةٍ ثُمَّ الْمَسِيحُ ثُمَّ طُلُوعُ الشَّمْسِ مِنْ مَغْرِبِهَا وَدُونَ السَّاعَةِ اثْنَانِ وَسَبْعُونَ دَجَّالًا مِنْهُمْ مَنْ لَا يَتْبَعُهُ إِلَّا رَجُلٌ وَاحِدٌ

Ümmetimde dört fitne olacak, ümmetimin sonundakilere peşpeşe isabet edecek: Birincisi: Onlara bir bela isabet edecek, hatta mü’min onda: “Bu benim helakimdir” diyecek, sonra fitne kalkacak. İkincisinde mü’min: “Bu benim helakimdir diyecek” sonra fitne kalkacak. Sonra üçüncüsü olacak, fitne kesildikçe uzayacak. Dördüncü fitnede küfre dönersiniz. Ümmet bir onunla bir bununla beraber olur. İmamları (halifeleri) ve cemaatleri yoktur. Sonra Mesih (Deccal) olur, sonra güneş batıdan doğar. Kıyametten önce yetmiş iki deccal olacak. Onlardan kimine sadece bir kişi tabi olacaktır.”[6]

Bu hadisin şahidi Abdullah b. Amr radıyallahu anhuma’dan şöyle gelmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

وَإِنَّ أُمَّتَكُمْ هَذِهِ جُعِلَ عَافِيَتُهَا فِي أَوَّلِهَا وَسَيُصِيبُ آخِرَهَا بَلَاءٌ وَأُمُورٌ تُنْكِرُونَهَا وَتَجِيءُ فِتْنَةٌ فَيُرَقِّقُ بَعْضُهَا بَعْضًا وَتَجِيءُ الْفِتْنَةُ فَيَقُولُ الْمُؤْمِنُ هَذِهِ مُهْلِكَتِي ثُمَّ تَنْكَشِفُ وَتَجِيءُ الْفِتْنَةُ فَيَقُولُ الْمُؤْمِنُ هَذِهِ هَذِهِ فَمَنْ أَحَبَّ أَنْ يُزَحْزَحَ عَنِ النَّارِ وَيُدْخَلَ الْجَنَّةَ فَلْتَأْتِهِ مَنِيَّتُهُ وَهُوَ يُؤْمِنُ بِاللهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَلْيَأْتِ إِلَى النَّاسِ الَّذِي يُحِبُّ أَنْ يُؤْتَى إِلَيْهِ وَمَنْ بَايَعَ إِمَامًا فَأَعْطَاهُ صَفْقَةَ يَدِهِ وَثَمَرَةَ قَلْبِهِ فَلْيُطِعْهُ إِنِ اسْتَطَاعَ فَإِنْ جَاءَ آخَرُ يُنَازِعُهُ فَاضْرِبُوا عُنُقَ الْآخَرِ

“…Şüphesiz sizin şu ümmetinizin afiyeti öncekilerine verilmiştir. Sonrakilerine belâ ve yadırgadıkları bir takım şeyler isabet ede­cektir. Bir fitne gelecek ki bazısı bazısını hafifletecek! Öyle fitne gelecek, mü'min: “Bu benim helâkimdir” diyecek! Sonra açılacak. Fitne gelecek, mü'mîn: “Bu budur” diyecek! Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete so­kulmak isterse eceli Allah'a ve âhiret gününe îmân ettiği hâlde gelsin ve insanlara karşı; kendisine yapılmasını istediği şekilde davransın! Bir kimse bir hükümdara biat eder de ona elini ve gönlünü verirse elinden geldiği kadarıyla ona itaat etsin! Başka biri gelir de onunla çekişirse o gelenin boynunu vuruverin!”[7]

Birinci Fitne: Ehlâs Fitnesi

Ehlâs, deve üzerine, semer altına konan çul manasına gelen “halis” kelimesinin çoğuludur. Kalmak ve devam etmek manalarına işarettir. Nitekim Ebu Musa radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste şöyle geçer:

إِنَّ بَيْنَ أَيْدِيكُمْ فِتَنًا كَقِطَعِ اللَّيْلِ الْمُظْلِمِ يُصْبِحُ الرَّجُلُ فِيهَا مُؤْمِنًا وَيُمْسِي كَافِرًا وَيُمْسِي مُؤْمِنًا وَيُصْبِحُ كَافِرًا الْقَاعِدُ فِيهَا خَيْرٌ مِنَ الْقَائِمِ وَالْقَائِمُ فِيهَا خَيْرٌ مِنَ الْمَاشِي وَالْمَاشِي فِيهَا خَيْرٌ مِنَ السَّاعِي إِلَيْهَا قَالُوا فَمَا تَأْمُرُنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ؟ قَالَ كُونُوا أَحْلَاسَ بُيُوتِكُمْ

Muhakkak ki önünüzde karanlık geceler gibi fitneler vardır. Kişi onda mü’min olarak sabahlar, akşama kâfir olur, mü’min olarak akşamlasa sahaba kâfir olur. O zamanda oturan, ayaktakinden hayırlıdır, ayakta duran yürüyenden hayırlıdır, yürüyen de ona koşandan hayırlıdır.” “Dediler ki: “Ey Allah’ın rasulü! Bize ne emredersin?” Buyurdu ki: “Evlerinizin çulları olun”[8] Yani evden ayrılmayın

Bu hadiste müslümanların birbirleriyle çarpıştıkları fitnelerden uzak durmak için evlerinden ayrılmamaları emredilmiş: “evlerinizin ehlâsı olun” denilmiştir. Çünkü bu fitnelerde kişi rakibi olan müslümanı tekfir eder ve kafir olur.

İşte bu dört fitneden ilki olan ehlâs fitnesi de müslümanların evlerinden çıkmamaları gereken bir fitnedir. Hereb ve harab fitnesi şeklinde açıklanmıştır. Yani hereb kaçış demektir. Harab ise kişinin malını ve ailesini kaybetmesidir.

Dünya çapında etkisini gösteren bu dört fitnenin ilki Allahu a’lem 2010 yılında çıkan Arap Baharı adı verilen fitnedir. Bu fitnede yollar kesilmiş, canlara kıyılmış, insanlar mallarını ve ailelerini kaybetmişler, birbirlerinden kaçmışlardır.

İkinci Fitne Serrâ Fitnesi

Bu fitne hadiste şöyle anlatılıyordu: “Sonra Serrâ (bolluk) fitnesi vardır. Bu fitne, benim ehl-i beytimden, ben­den olduğunu iddia eden ama aslında benden olmayan bir adamın ayak­ları altından yayılacaktır. Benim dostlarım ancak sakınanlardır.”

Dünya çapında İslam aleyhine dönen büyük fitnelerden biri de Işıd’in Nisan 2013 yılında, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in soyundan olduğunu iddia eden Ebu Bekr el-Bağdadi liderliğinde kurulmasıdır.

Üçüncü Fitne Liyakatsiz Lider

Bu fitne hadiste şöyle ifade edilmişti: “Sonra insanlar, kaburga üzerindeki oturak gibi olan (istikrarsız), bir adamla anlaşacaklar.”

El-Hattabi bu ifade hakkında şöyle demiştir: “Yani sabit kalamayan, düzgün yürümeyen bir iş demektir. Çünkü kalça, kaburga üzerinde durmaz, kaburga onu taşımaz… Bu adam da yöneticiliğe layık biri değildir, bağımsız da değildir.”

Allahu a’lem bu fitne ile kastedilen, BOP eşbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın liderliği üzerinde ittifak edilmesidir. 2014’de T.C. cumhurbaşkanı olmuş, 21 Mayıs 2017’de T.C. devlet başkanı olmuş, 2018 yılında Tayyib Erdoğan’ın İslam dünyasının en etkili lideri olduğu çeşitli liderler tarafından dile getirilmiş, TİME dergisine kapak yapılarak revaca getirilmiş, One Minute gibi tezgahlarla parlatılmıştır.

Dördüncü Fitne Duheyma Fitnesi

Bu fitne hadiste şöyle anlatılmıştı: “Daha sonra karanlık fitne çıkacak, bu ümmetten dokunmadığı kimse kalmayacaktır. Bitti, denildiğinde, devam edecektir. O fitnede kişi, mümin olarak sabahlayacak akşama kâfir olarak çıkacaktır.”

Allahu a’lem bu fitne korona ve iklim plandemisi ile ilgili fitnelerdir. 2020 yılında Korona yalanları ortaya atılmış, cemaatle namazlar yasaklanmış, hac ve umra yasaklanmış, iblise kulluk sembolü olan maskeler takılmış, ipler tamamıyla İblisin Dünya Sağlık Örgütüne teslim edilmiş, milyonlarca insan dinden çıkmıştır. “Bitti” zannedilirken şimdi de İklim kanunu ortaya atılmış ve daha büyük kapsamlı ve çok daha tehlikeli oyunlar resmi kılıflarla kurulmuştur.

Ali radıyallahu anh şöyle demiştir:

جُعِلَتْ فِي هَذِهِ الْأُمَّةِ خَمْسُ فِتَنٍ فِتْنَةٌ عَامَّةٌ ثُمَّ فِتْنَةٌ خَاصَّةٌ ثُمَّ فِتْنَةٌ عَامَّةٌ ثُمَّ فِتْنَةٌ خَاصَّةٌ ثُمَّ تَأْتِي الْفِتْنَةُ الْعَمْيَاءُ الصَّمَّاءُ الْمُطْبِقَةُ الَّتِي تَصِيرُ النَّاسُ فِيهَا كَالْأَنْعَامِ

 “Bu ümmette beş fitne olacak: Genel kapsamlı fitne, sonra özel fitne, sonra genel fitne, sonra özel fitne, sonra kapsamlı kör ve sağır fitne gelir, ondan insanlar hayvanlar gibi olurlar.”[9]

Nuaym b. Hammad’ın rivayetinde şu ziyade vardır:

ثُمَّ هُدْنَةٌ ثُمَّ دُعَاةٌ إِلَى الضَّلَالَةِ فَإِنْ بَقِيَ لِلَّهِ يَوْمَئِذٍ خَلِيفَةٌ فَالْزَمْهُ

“Sonra bir barış anlaşması olur. Sonra sapıklık davetçileri çıkar. Eğer o gün Allah bir halife bırakmışsa ondan ayrılma.”[10]

Ertat b. Munzir’in yukarıda geçen belagan rivayetinde insanların bu dördüncü fitnede küfre dönecekleri zikredilmekteydi.

Huzeyfe radıyallahu anh’den:

تَكُونُ فِتْنَةٌ، ثُمَّ تَكُونُ جَمَاعَةٌ ثُمَّ فِتْنَةٌ وَتَوْبَةٌ، ثُمَّ جَمَاعَةٌ وَتَوْبَةٌ، حَتَّى ذَكَرَ الرَّابِعَةَ، ثُمَّ لَا تَكُونُ تَوْبَةٌ وَلَا جَمَاعَةٌ

“Bir fitne olur, sonra cemaat olur, sonra fitne ve tevbe olur, sonra cemaat ve tevbe olur, sonra dördüncüsünde ne tevbe ne de bir cemaat olur.”[11]

Nuaym b. Hammad, Damra b. Rebia’dan, Yahya b. Ebi Amr eş-Şeybani yoluyla Ebu Hureyre radiyallahu anh’den Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini rivayet etti:

الْفِتْنَةُ الرَّابِعَةُ تُعْرَكُ فِيهَا أُمَّتِي عَرْكَ الْأَدِيمِ، يَشْتَدُّ فِيهَا الْبَلَاءُ حَتَّى لَا يُعْرَفَ فِيهَا الْمَعْرُوفُ، وَلَا يُنْكَرَ فِيهَا الْمُنْكَرُ

Dördüncü fitnede ümmetim derinin gerildiği gibi gerilir, belalar şiddetlenir. Hatta o fitnede meşru olanlar meşru görülmez, münker olanlara karşı çıkılmaz.”[12]

Yine aynı isnadla şöyle rivayet etmiştir:

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَذَكَرَ الْفِتْنَةَ الرَّابِعَةَ لَا يَنْجُو مِنْ شَرِّهَا إِلَّا مَنْ دَعَا كَدُعَاءِ الْغَرَقِ أَسْعَدُ أَهْلِهَا كُلُّ تَقِيٍّ خَفِيٍّ إِذَا ظَهَرَ لَمْ يُعْرَفْ وَإِنْ جَلَسَ لَمْ يُفْتَقَدْ وَأَشْقَى أَهْلِهَا كُلُّ خَطِيبٍ مِسْقَعٍ أَوْ رَاكِبٍ مُوضِعٍ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dördüncü fitneyi zikretti ve buyurdu ki:

Onun şerrinden ancak boğulan kimsenin dua etmesi gibi dua eden kurtulur. O zamanın halkının en mutlusu sakınıp gizlenen herkestir. Ortaya çıksa tanınmaz, evinde otursa yokluğu anlaşılmaz. O zamanın en kötüleri ise belagatli her hatip ve bineğiyle harekette olanlardır.”[13]

Yani yapılacak şey sokaklarda mitinglerle vs. aksiyon almak değil, Alemlerin rabbine samimiyetle dua etmektir!



[1] Sahih. Ebû Dâvûd (4242) Ahmed (2/133) Hâkim (4/513) Begavi Şerhu’s-Sunne (4226) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (5/158)

[2] Hasen mevkuf. Nuaym b. Hammad el-Fiten (94)

[3] Hasen. Nuaym b. Hammad el-Fiten (1694) Hâkim (4/505)

[4] Zayıf. Nuaym b. Hammad el-Fiten (95) İsnadında İsmail b. Rafi zayıftır. Kimden rivayet ettiğini de belirtmemiştir.

[5] Bkz. Şah Veliyullah ed-Dihlevi Huccetullahi’l-Baliga (3/195-196) Seharenfuri Bezlu’l-Mechud (7/134) Berzenci el-İşaa (s.354 vd.)

[6] Nuaym b. Hammad el-Fiten (91)

[7] Sahih. Muslim (1844)

[8] Sahih. Ahmed (4/408) Hâkim (4/487) Ebû Dâvûd (4262)

[9] Sahih. Hakim (4/484, 550) Ma’mer Cami (1351) İbn Ebî Şeybe (7/452) Fesevi Ma’rife (3/262)

[10] Sahih. Nuaym b. Hammad Fiten (77)

[11] Zayıf. Nuaym b. Hammad el-Fiten (79) İsnadında ismi belirtilmeyen ravi vardır.

[12] Munkatı. Nuaym b. Hammad el-Fiten (127)

[13] Munkatı. El-Fiten (367)

11 Temmuz 2025 Cuma

Kitap satışları için Sahihkitap.com sitesiyle iletişime geçilmelidir

 Soru: Selam aleyküm Kitap satışı taksit seçenekleri varmı

Cevap: Aleykum selam ve rahmetullah. Kitap satışlarıyla sahihkitap.com sitesi ilgilenmektedir ve  bu site ticarî amaçla kurulmuş değildir, kitaplar için maliyetinin de altında fiyatlar talep edilmektedir. İlmin, taliplerine en külfetsiz şekilde ulaştırılması amaçlanmaktadır. Bu yüzden ödemede her türlü kolaylığın sağlanacağını umarız.

Virüsler Hakkında "Allahın Ordusu" Diyen Zındıkların Şaşkınlığı!

 Cahil bir zındık olan Ebu Hanzala’nın Korona plandemisi zamanında – ki o dönemde fevç fevç dinden irtidat edenler arasında bu dinsiz de vardı - “Korona virüsü Allah’ın ordularından bir ordudur” şeklinde bir videosu paylaşılmış. Belli ki birçok konuşmalarında olduğu gibi bu konuda da bazı Arap zındıkların vaazlarını tercüme edip kendi sohbeti gibi sunmak suretiyle bunu yapmıştır. Çünkü o dönemde Mısır'lı ve Fas'lı bazı sapıklık davetçileri bu türden ifadeler kullanıyorlardı. Taklid kötü bir hastalıktır! Taklidçilerin balıklama daldıkları bu çamurlu bulanık göllerde nice haşeratlar vardır!

Allah Teala şöyle buyurmuştur:

 Cehennem bekçilerini yalnız meleklerden yaptık. Sayılarını da inkâr edenler için sadece bir fitne kıldık ki, kendilerine kitap verilenler kesin bir bilgiyle inansın; iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kâfirler de şöyle desin: “Allah bu misalle ne anlatmak istedi?” İşte Allah, dilediğini böyle saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını O’ndan başka kimse bilmez. Ve o, insanlar için sadece bir öğüttür.” (Muddessir 31)

Birincisi: Evet Allah Azze ve Celle, “Rabbinin ordularını O’ndan başka kimse bilmez” buyuruyor, bu zındıklar ise çıkmışlar, varlığına dair asla bir kanıt ortaya konamamış virüslerin Allah’ın ordusu olduğunu iddia ederek iftira ediyor, insanları aldatıyorlar!

İkincisi: Allah Teala bir şereflendirme olarak “rabbinin orduları” diyor, bununla da meleklerin kastedildiği ayetin baş tarafında açıklanmaktadır. Ayetin tefsiri hakkında İbn Kesir’in açıklamalarına bakılabilir. Bu izafetin şereflendirme manası taşıması hakkında da İbn Kayyım’ın er-Ruh (s.154) bakılabilir.

Peki ya hurafecilerin uydurdukları ve adına “virüs” dedikleri, habis vasıflarda niteledikleri şeyleri “Allah’ın ordusu” diye zikretmek kadar büyük bir iftira olabilir mi?

Üçüncüsü: Virüs denen hurafenin varlığına inananlar, bu sözde virüslerin aşı, ilaç gibi şeylerle bertaraf edilebileceğini de söylüyorlar. Ki Ebu Hanzala da bu itkadda olan şirk ve hurafe ehlinden bir zındıktır! Peki böyle bir şeyi nasıl Allah’ın ordusu diye niteleyebiliyor? Allah’ın ordusunu ilaçlarla yenebileceklerine mi inanıyor yoksa?

Allah Teâla şöyle buyurmuştur: “Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.” (Saffat 173)

Dördüncüsü: Cunud (ordular) kelimesi Allah’a nispetle zikredildiğinde bununla melekler kastedilmiştir:

Sonra Allah, rasulüne ve mü’minlere güven duygusu ve huzurunu indirmiş; görmediğiniz ordular da indirmiş ve kâfirleri azaplandırmıştır. Kâfirlerin cezası işte budur.” (Tevbe 26)

Bu ayetin tefsirinde İbn Abbas radıyallahu anhuma: “Allah’ın ordusu meleklerdir” demiştir. (Bkz el-Vahidi el-Vesit 2/488, İbn Cevzi Zadu’l-Mesir 2/247)

Allah Teala şöyle buyurmuştur:

Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi.” (Ahzab 9)

Taberi, İbn Ebi Hatim, İbn Ebi Zemenin, Sa’lebi, el-Vahidi, Sem’ani ve birçok müfessirler bu ayette “görmediğiniz ordular” ifadesiyle meleklerin kastedildiğini söylemişlerdir.

Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir.” (Saffat 173) ayetinde ise mü’minler kastedilmektedir.

Beşincisi: Allah’ın yarattığı bazı mahlukatı dahi Allah’a nispet etmek bazen edepsizlik ifade ederken, mevcudiyetine dolayısıyla Allah’ın yarattığına dair asla bir kanıt bulunmayan virüs hurafesini Allah’a nispet etmek büyük bir terbiyesizlik değil midir?

İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Muhakkak ki Allah her şeyin yaratıcısıdır ve meydana gelen her şeyi dilemiştir. Bununla beraber insanın mahlukattan bazı pislikleri özel ifadeyle Allah’a nispet etmesi yasaktır. Mesela “Ey köpeklerin yaratıcısı! Ey zinayı vb. dileyen!” şeklinde seslenmesi dinin çirkin bulduğu bir ifadedir. Bunun yerine “Ey her şeyin yaratıcısı! Ey herşeyi dilemesiyle meydana getiren…” demelidir.” (Mecmuu’l-Fetava 6/504)

Benzer açıklamayı İbn Adil el-Lubab adlı tefsirinde (1/293) yapmıştır.

Bir şüphe ve cevabı

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e çekirgeler hakkında sorulunca: “Allah’ın en kalabalık ordusudur, ne yerim ne de haram kılarım” dediği rivayet edilmiştir.

Alimler bu hadisin sahih olmadığını açıklamışlardır. (Bkz el-Elbani ed-Daife 4/43)

Bu sebeple bunu delil getirmek bâtıldır. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in çekirge yediği sahih olarak sabit olmuştur. Bunu İbn Ebi Evfa radıyallahu anh rivayet etmiştir. (Buhari 5495 Muslim 1952) Böylece yukarıda geçen rivayet bu sahih hadise de aykırı olduğu için münker bir rivayettir. Müslümanlar çekirge yemenin mübah olduğu hususunda icma etmişlerdir.

Yukarıda geçen rivayetin metin olarak münker oluşunu gösteren diğer bir husus da Allah’ın yaratıkları arasında en kalabalık olanların melekler olduğuna dair pekçok nas varid olmuştur.

5 Temmuz 2025 Cumartesi

Dünyada Sakala ve İslam Şiarlarına Karşı Yapılan Savaş – 2 -

 Batılı Oryantalistler ve Akademisyen Araştırmacıların Sakala Karşı Harbi

Bu tarz kimselerin sakala karşı harpleri devletlerin harplerinden daha tehlikelidir. Çünkü devletlerinin İslam ve müslümanlar aleyhindeki proglamlarını bu kimseler şekillendirmekte, sakallılar hakkında çirkin tanıtıcı lakaplar kullanmakta, onları terörle vb. nitelemektedirler.

Bu kimseler savaşlarını açıktan değil, gizlice ve hileli yollarla sürdürürler. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

Onlar düzen kurarlardı ama Allah da düzen kuruyordu. Şüphesiz Allah düzen kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal 30)

Hristiyan Kuruluşların Sakala ve Sakallılara Karşı Harbi

Batılı devletlerin müslümanların ükeklerinde çalışan kuruluşları aslında devletlerinin elçileridir. Devletlerinin maslahatları için çalışırlar ve müslümanlara karşı harb ederler. Dinlerinin birçok âdetlerini yayarlar, müslümanların arasında çirkinlikleri ortaya koyarlar ve müslümanların çocuklarını sakaldan ve sakallılardan hileli yollarla nefret ettirirler. Kendileriyle çalışacak kimselere erkekse sakalı traş etmesini, kadınsa tesettürü terk etmesini şart koşarlar. Kadının sosyal hayata katılması bahanesiyle kadın-erkek karışık ortamlarda bulunmasını şart koşarlar. Bunun gibi bozguncu vesilelerle kadının evden çıkmasını teşvik ederler.

   Batılı Devletlerin Haber Ajanslarının Sakala Karşı Harb Etmeleri

Bu devletlerin haber ajansları müslümanların ülkelerinde kaosu yaymakta, halkı ayırıp bölmekte, çekişmelerin fitilini ateşlemektedir. Bu haber ajansları sakal, tesettür gibi İslam şiarlarına karşı çeşitli hileli yollarla harp etmektedirler.

Sahih İslam’ı ve mensuplarını çirkin göstermek için sakallı ve dindar müslümanları, suçsuz kimseleri öldüren terör örgütlertinin mensupları gibi kanse ederler, insanları dinden ve dindarlardan uzaklaştırmak için İslamın giyimdeki şiarlarına tutunan kimseleri İşidci vb. terör isimleriyle bağdaştırmaya çalışırlar.

Durum öyle bir hale ulaşmıştır ki bazı kâfir devletler bizzat kendileri sakallı elemanlar yetiştirip kaos çıkarmakta, terör yapmakta ve bunları sakallı dindar müslümanların yaptığı şeklinde lanse etmektedirler.

Laiklerin Sakala ve Sakallılara Karşı Harpleri

Laiklerin sakala, tesettüre, İslam şiarlarına ve dindarlara karşı duydukları kin hiçbir akıl sahibine gizli değildir. Bu kimseler basın yayın organlarında söz sahibi olmuşlardır ve bu düşmanlıklarını her fırsatta dile getirmektedirler. Bunlar kendilerine bugün laik ve liberal denilen münafıklardır.

Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır.” (Bakara 10)

Sakala Karşı Yürütülen Harbin Şekillerinden Bazıları

* Dizilerde ve filimlerde bazı sahabeleri sakalsız veya sakalı kısaltılmış şekilde göstermeleri. Bu durum dinî ve tarihi bu dizileri izleyen halkın zihnine, sakalı serbest bırakmanın İslam’ın zorunluluklarından değil de, isteğe bağlı birşeymiş gibi algılanmasına sebep olmaktadır.

* Karikatürlerde sakallıları alay edilen ve aşağılanan şekillerde çizmeleri

* Dizi ve filimlerde sakallı ve dindar kimseleri kötü karakter sahibi kimseler olarak göstermeleri

* Sakal ve sakallılar aleyhinde uydurma ve bâtıl hikâyeler, düzmece kıssalar yayınlamaları

* Sakallı kimseleri insanların önünde sert yapılı, şiddet yanlısı kimseler olarak göstermeleri

Şüphe yok ki o suçlular, iman edenlere gülerlerdi.” (Mutaffifin 29)

Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar uzak bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim 3)

Batılıların İstediği İslam

Eski CIA Direktörü James Woolsey 2006'da şöyle demişti: “Bize uygun bir İslam yaratacağız, sonra onları ayaklandıracağız, sonra onları fanatik sloganlara böleceğiz ve sonra yürüyerek gelip galip geleceğiz!”

Bu pislik böyle demişti! Onların İslamî kılık kıyafetle harpleri de onların “Bize uygun bir İslam” sözlerine dâhildir. Suriye'de el-Culani'yi lider yaptıklarında onun sakalını kısaltmasını da şart koşmalarından bunu anlayabilirsiniz!

İslam ümmeti arasında şehvetleri ve şüpheleri yaymışlardır. Zındık ve münafık partileri, grupları desteklemişler, iktidar sahibi olmalarını sağlamışlar, iktidarların demokratik oylama yoluyla seçildiğini zanneden bazı ahmaklar oy kullanmaya cevaz vermiş, dinlerinde sebat eden müslümanlar ise buna karşı çıkmışlar, bu durum da müslümanlar arasında başka bir kaos ve ayrılığa sebep olmuştur.

Kâfir istihbaratçılar, Kur’ân ve sünnet ilimlerinin öğrenilmesine karşı harp etmişler, bu şerefli ilimlerden uzaklaştırmışlar, ümmet arasında “Siz müçtehit misiniz de hadis kitapları okuyorsunuz?” diyerek mezheplere uymaya, hatta kıyas ve re’y gibi bâtıl metotlara çağıran davetçiler yaygınlaşmış, Kur’ân ve sünnetten ibaret vahye uymaya çalışanlar çirkin gösterilmiştir.

İslam’ı çirkin göstermek için Işid meselesini çıkarmışlar, satılmış hocaları uydu kanalları ve yayın araçlarında konuşturarak batılıların arzuladığı “sözde İslam” düşüncesini yaymayı amaçlamışlar, Kur’ân ve sünnete sarılmanın Işid gibi terörist ve sapkın yapılaşmalara sebep olacağı fikrini aşılamışlardır. Halbuki Işid, el-Kaide gibi terörist yapılar içerisinde Kur’ân ve sünnet ile amel eden tek bir kimse bile bulunmamıştır! Bu örgütlerin mensupları da batılıların arzuladığı İslam olan mezhepçilik, kıyas ve re’y esasları üzerinde hareket etmektedirler!

Batılıların arzuladığı İslam’da vela ve bera da yoktur! Sapıklıklara karşı çıkmak, bid’atlere reddiye vermek, bid’atçilerden uzaklaşmak yoktur!  Bu yüzden “Vasat İslam” diye bir tabir çıkarmışlardır ve bu sapıklığın da davetçileri hala davetlerine devam etmektedirler!

Sahih İslam’a sarılan Selefileri ayrılık ve ihtilaflara düşürmek için son zamanlarda selefî olduğu zannedilen bazı davetçileri ortaya çıkarmışlardır. Bunlardan bazıları Arap dünyasında Muhammed Şemşeddin, Adil Alu Hamdan gibi Haddadilerdir. Bu kimselerin saptırmalarını içeren kitaplar Türkçeye de tercüme edilmiştir. Kitap ve sünnetten hiçbir delili olmayan; Allah’ın arşa oturduğu, ayak ayak üstüne attığı gibi sözlerle selefilerin akidelerini bulandırmakta, bu şekilde inanmayanların Cehmî olduğu şeklinde asılsız ithamlarla fitneye sebebiyet vermektedirler.

Yine iplerini ellerinde tuttukları diğer kuklalar olan ilahiyatçılar vasıtasıyla da bid’at ehlini reddeden hadislerin sıhhati hakkında şüpheler atmakta, sapıklıkların reddedilmesini iptal ettirmeye çalışmakta, bid’at ve sapıklıklara reddiye verenleri ise aşırılık ve sertlikle nitelemeye yol vermektedirler.

Bütün Müslümanlara Nasihat

Allah’tan sakının ve O’nun dinini sahih temelleri olan kitap, sünnet ve sahabe ile tabiinden olan selefin anlayışına döndürün! Şu kâfirler ile onların kuyrukları olan münafık ve zındıkların anlayışlarına değil!

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:

Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka velilere uymayın! Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.” (A’raf 3)

O halde aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet. Sana gelen haktan onların hevâlarına uyma! Sizden her biri için bir şeriat ve apaçık bir yol tayin ettik. Allah dileseydi elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat size verdiği ile sizi imtihan etmek istedi. O halde hayırlarda yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık ihtilaf ettiğiniz şeyleri size haber verecektir.” (Maide 48)

Onların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet de onların arzularına uyma. Ayrıca Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni fitneye düşürmelerinden sakın. Yüz çevirirlerse artık bil ki Allah onlara bir takım günahları sebebiyle musibet vermek istiyor. Muhakkak ki insanların pek çoğu fasıktırlar.” (Maide 49)

Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların arzularına uyma ve de ki: “Allah’ın indirdiği her kitaba iman ettim. Aranızda adaletli davranmakla emrolundum. Allah, bizim de rabbimiz, sizin de rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle sizin aranızda artık bir delile gerek yoktur. Allah hepimizi bir arada toplayacaktır ve dönüş yalnız O’nadır.” (Şura 15)

Bir de zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.” (Hud 113)

Eğer bilmiyorsanız, zikr (kitap ve sünnet) ehline sorun.” (Nahl 43)

Muhammed b. Sirin rahimehullah şöyle demiştir: “Muhakkak ki bu ilim dindir. O halde dininizi kimden aldığınıza dikkat edin!” (Muslim 1/11, Dârimî 438)

İblisin insanları saptırma ve tahrif edilmiş algılarla yönetme şebekeleri olan medyadan ve sosyal medyalardan uzak durun! Davet amacıyla dahi olsa bu şebekelere üye olarak İblis’in askerlerinden biri haline gelmeyin! Şunu iyi bilin ki bu sosyal medyalar aracılığıyla daveti kabul edenler de ancak İslam’a zarar verir. Şu an bunu anlamayan çok ama bunu idrak ettiğinizde iş işten geçmiş olacak!

Sahih İslam’ın batıl vesilelere ihtiyacı yoktur, şimdilik bunu anlayın yeter:

Allah, emrinde galip olandır, ancak insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf 21)

Bilakis biz, hakkı bâtılın tepesine bindiririz de o, bâtılın işini bitirir. Bir de bakarsınız ki, bâtıl yok olup gitmiştir.” (Enbiya 18)

3 Temmuz 2025 Perşembe

Dünyada Sakala ve İslam Şiarlarına Karşı Yapılan Savaş – 1 -

 El-Elbani rahimehullah, sömürgeci kâfirlerin kendi emellerini uygulamak için önce müslümanlardan kimseleri alet etmelerine işaret ederek şöyle anlatmıştır:

“Büyük mescidde insanlara yakın bir zamana kadar, Fransızlar Suriye’yi sömürge haline getirene kadar Hanefi imam namaz kılıdırıyordu. Suriye’de Osmanlı’dan insanlara miras kalan durum bu idi. Zira Osmanlı’ların tamamı Hanefî mezhebinde idi. Fransa Suriye’yi işgal edip, sonra oraya kendi zamanında Şam diyarının muhaddisi olduğunu söyledikleri Bedruddin el-Huseynî’nin çocuklarından; Tacuddin el-Huseynî adındaki cumhurbaşkanını yerleştirdi. Şu an konumuz bu değildir. Önemli olan şudur: Şeyh Tacuddin b. Bedreddin, başında bir fes üzerinde beyaz bir sarık bulunan bir cumhurbaşkanı idi. Çünkü o böyle yaşıyordu. Bu durum, Fransa’nın siyasetine uymaktaydı. Zira onlar, kendileri tarafından bu ülkelerin sömürgeleştirilmesini kolayca kabullendirdiler. Bunun için müslümanlardan sarıklı bir şeyhi cumhurbaşkanı atamayı uygun gördüler. Bu adam Şafiî idi. Namazın düzenini değiştirdi. Şafiî imam, Hanefî imamdan önce namaz kıldırıyordu. Bu, mezhep taassubunun sonucudur…”

Önce İngilizlerin kurduğu, sonra Amerikalıların devam ettirdiği Suud Devleti ve Arapların körfez ülkelerinde sünnet olan sarığın yerine bid’at olan baş üzerinden atılan atkı taylasanların yaygınlaşmasını ve bunun İslam kıyafeti zannedilir olmasına yahut Yunan fesinin batı hayranı olmuş Osmanlılar eliyle müslüman kıyafetiymiş gibi algılanır olmasına değinmeme gerek yok sanırım.

Kâfirlerin bu gibi hilelerinden sonra diğer müslüman ülkelerinde olduğu gibi Suriye’de de kâfir kılık kıyafetleri yaygınlaştığından el-Elbani (ed-Daife 1/254) şöyle demiştir:

“Müslüman sarığa namaz dışında, namaz içinde olduğundan daha çok ihtiyaç duyar. Çünkü bu müslümanı kâfirden ayıran bir alamettir. Özellikle de müminlerle kâfirlerin görünüşlerinin birbirine karıştığı bu zamanda! Hatta müslümanın, tanıdığı ve tanımadığı müslümana selam vermesi zorlaşmıştır.”

Yine el-Elbani rahimehullah gençlere yaptığı bir nasihatinde şöyle demiştir:

“Müslüman gençlerimizden gerçekten istediğim şey görünüşlerinin kâfirlerin görünüşü gibi olmamasıdır. Başlarına (takke veya sarık gibi) bir şey koymaları mutlaka gerekir. Baş açık gezmenin İslam ile alakası yoktur. Bundan elli sene öncesine kadar mescide başı açık bir kimse girmezdi. Müslümanlar böyle nasıl bir musibete uğradı? Onlara semadan; dindarlık, sıhhat ve felsefe olarak baş açık gezmelerinin daha üstün olduğuna dair yeni bir vahiy mi geldi, ne oldu bilmiyorum!

Suriye’de, Ürdün’de, Mısır’da ve başka yerlerde bu ancak İslam ülkelerinde emperyalizm kuran Avrupalılardan yayılmıştır. O halde İslam’ı bütün olarak benimsememiz gerekir. Önce akide olarak, sonra tam bir şekilde uygulayarak. Ben “tam bir şekilde” dediğimde, inanıyorum ki tam şekliyle uygulamaya güç yetiremeyiz. Lakin hedefimizi önümüze koymamız ve dinimizi eksiksiz bir şekilde

Allah hiçbir nefse gücü yetmeyen şeyi yüklemez” (Bakara 286) ayetinin sınırında uygulamalıyız.

Görüyoum ki müslüman gencin sakal bırakmayı kabul etmesinden hareketle, başına bir şey giymesi daha kolaydır. Çünkü sakal bırakmak cihadı (mücadeleyi) gerektirir. O halde bu mücahid müslüman neden islamı izhar etmeyi tamamlamıyor?

Zira dış görünüş, iç âlemin yansımasıdır. İnanıyorum ki mesele ilim ehli, şuurlu kimseler ve yol göstericiler tarafından bilinçlendirilmeye muhtaçtır.  Sonra da her hallerinde sünnete ittiba etmekle yükümlü olan bu gençlerin gayretlerine muhtaçtır. Allah Azze ve Celle’den bizi ve onları sünnete ittibada muvaffak kılmasını dileriz.”

Sakala ve İslam Şiarı Giyimlere Karşı Savaşın Başlangıcı ve Müslümanların Safları Arasına Bu Savaşın Sokulması

Aralarında el-Elbani rahimehullah’ın da bulunduğu birçok alimler bu savaştan bahsetmişlerdir. Özeti şu şekildedir:

Sakala karşı savaş son asırda İngiliz, Fransız ve diğer Avrupalıların İslam ülkelerini işgal için açtıkları savaşla başlamıştır. Onlar halklara kendi kültürlerini, âdetlerini, taklitlerini, pantolon, kravat, sakal traşı gibi görünüşlerini işgal ettikleri İslam beldelerinde müslümanlara dayatmışlardır. Bilindiği gibi yenik düşen halklar, kendilerine galip gelen milletleri taklit etme kompleksine girerler. Nitekim İbn Haldun Mukaddime’sinde bu durumdan bahsetmiştir.

İngilizler geldiklerinde, onlar sakallarını traş edip bıyıklarını uzatan kimselerdi. Müslümanların ne gençleri ne de yaşlıları asla sakallarını traş etmezlerdi. Lakin galip gelen işgalciler bunları yapınca, halk da onlara benzemeye çalışıp taklid ettiler. Sakallarını traş edip bıyıklarını uzatmaya başladılar. Azar azar bu durum yaygınlaştı ve neticede bu taklide uymayan, onlara benzeşmeyen bir azınlık kaldı.

Sonra Fransızlar geldiler,  onlar da hem sakallarını hem bıyıklarını kesen, böylece erkekle kadın arasında en büyük farklardan birini ortadan kaldıran kimselerdi. Müslümanlar kendilerine galip gelen bu kimseleri görünce onlara da benzeşmeye ve taklid etmeye başladılar. Bu görüntü da onların arasında yaygınlaştı, öyle ki yalnızca bıyık bırakan erkekler dahi dindar olarak görülmeye başlandı!

Günler geçti ve müslümanların haçlılardan aldıkları bu âdetler müslüman toplumlarda yaygınlaştı. Gözlerinde sakal bırakan kimseler garip görünmeye ve yadırganmaya başlandı. Böylece sakal sadece dindarların bir şiarı haline geldi. Bundan dolayı araplar arasında sakallılara “mutavva/itaatkar” diye bir ıstılah kullanmaya başladılar. Çeşitli vesilelerle sakallıları/dindarları çirkin göstermek için harbi başlattılar.

İşgalci Hristiyanların dış görünüşteki âdet ve kültürleri İslamî toplumun şahsiyetini eritti. Bilindiği üzere kâfirlere dış görünüşte benzeşmek, içteki benzeşmeyi mutlaka beraberinde getirir ve onlara sevgi duymaya sebep olur. Dış görünüşlerinde onlara benzeşen birçok kimselerin, toplulukların, hatta milletlerin batılı kâfirlere kalplerinin de benzeştiğine, sakal, sarık, çarşaf gibi İslam şiarlarına karşı harbe katıldıklarına şahit olmaktayız. Özellikle onlardan etkilenmiş olan laikler, dilleriyle, kalemleriyle, yetkileriyle bu İslam şiarlarına karşı öfke kusmaktadırlar!

Batılıların fikrî alanda başlatmış oldukları soğuk savaşı, onların asalak taklitçileri olan laikler ganimet bilerek sürdürmektedirler. Bu yüzden batılı efendilerini överler, onların medeniyetlerini yüceltirler. Kadınıyla erkeğiyle onların hertürlü âdetlerini izhar etme kompleksine girerler, Yahudilerin zünnarını, kepalarını, sakallarını veya Hristiyan papazların görüntülerini garipsemezler.

İslam Şiarlarına ve Sakala Karşı Savaş Vesileleri

Görebilen kimselere gizli kalmadığı üzere sakala ve İslam şiarlarına karşı başlatılan savaş çeşitli vesilelerle sürdürülmektedir. Bazen yazarların kalemleriyle, bazen yayın vasıtalarında dilleriyle, bazen karikatür ve fotoşop yoluyla, bazen dizi filimler ve sinemalarla bu savaşı ilan etmektedirler. Sakallıları çirkin ve rezil işler yapan yahut terör yapan kimseler olarak lanse etmek suretiyle sakaldan ve sakallı müslümanlardan nefret ettirmeye çalışmaktadırlar.

Dinlerinin hükümlerini bilmeyen kadın erkek, büyük küçük milyonlarca kimsenin gözünde sakalı ve sakal bırakanları kötü göstermekte, bazen de filimlerde, programlarda sakal ve sakallılarla dalga geçmektedirler.

Bazen sakala karşı yürütülen bu savaş, sakallılardan oluşan silahlı örgüt kurup çirkin işler yaptırarak ve yeryüzünde fesat çıkararak sergilenmektedir. Sonra da müslümanları terörle itham ederek sözde teröre karşı mücadele maskesi altında müslümanların topraklarını işgal etmekte yahut müslüman toplum içerisinde kendilerine hayran edindikleri cahil müslümanları, İslam şiarlarını ortaya koyan müslümanlara karşı kışkırtarak, ellerini bile sürmeden müslümanları İslam’a düşman etmektedirler! Hizbullah, El-Kaide, Işid, Nusra, Taliban gibi kâfirlerin destekledikleri örgütler bu hain planın en açık göstergesidir!

Sakala karşı sürdürülen savaşın görüntülerinden bir diğeri, devlet dairelerinde, askeriyede vb. resmi görevlerde en düşük mertebedeki bir işte dahi sakalı yasaklamak için kanun yapmalarıdır.

Öyle ki küfür sevgisi kalplerine yer etmiş kimselerin özel şirketlerinde dahi sakallı kimseler işe alınmaz olmuştur!

Batılı Devletlerin İslam Şiarlarına Karşı Savaşı

Batılı devletlerin İslam’a karşı düşmanlıkları eskilere dayanır. Lakin onlar bu düşmanlıklarını “Demokrasi”, “Başkalarıyla barış içinde yaşam” gibi hilelerle gizlerler. Fakat bu düşmanlıkları zaman zaman dillerinden kaçmaktadır. Eski Amerika başkanı oğul Bush, Irak savaşı günlerinde: “Bu bir haçlı savaşıdır” demiştir. Yine o zamanlarda: “İslamî bir devlet kabul etmemiz mümkün değildir” demiştir.

Tarihi bilenlere Haçlı Devletlerin ilk savaşının sakala karşı harp olduğu hususu gizli kalmaz. Onlar sakalı kesmeye çağırmışlar ve bunu teşvik edip sakaldan sakındırmak için müslümanların arasında uygulamışlardır. Bu bilinen bir husustur. Onların sakallıları ve dinlerine sarılanları araştırmak üzere görevli casusları vardır. Onların ülkelerinde yaşayan müslümanlar bunu iyi bilirler. Hatta müslümanların ülkelerinde sakalla ve sakallılarla mücadelenin sebebi de, batılıların kanunlarına ve kuyruklarına tutunup bunları müslümanların safları arasında uygulamak istemeleridir.

Peki müslümanların çoğunun sakala karşı çıkması, sakallarını kısaltıp traş etmeleri ve sakaldan nefret ettirmeleri, kâfirlerin müslüman beldelerini işgal etmiş olmalarının bir göstergesi değil midir?

Batılı devletler sakala ve İslamî görünüşe karşı savaşlarını gizli tuzaklar içeren vesilelerle yürütmektedir. Bu çalışmalar Masonluğun dinlere karşı savaşına benzemektedir. Bunda şaşılacak bir şey yok, çünkü bu devletlerin kanunları, Masonlarla aynı şeyi hedeflemektedir!

Batılıların sakallı olmalarına rağmen Sufilere, Rafizilere, diğer bid’at ehline ve zındıklara karşı savaşmamalarına gelince, bunun sebebi onların Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in getirmiş olduğu Sahih İslam’ı temsil etmiyor oluşlarındandır. Bu bid’atçiler batılı kâfirler için tehlike arz etmiyorlar! Hatta onların Sahih İslam’a karşı sürdürdükleri savaşa da hizmet etmektedirler!

İmam Mukbil el-Vadii rahimehullah, sarıklı olan bu sufi ve rafizi gibi bid’atçiler hakkında “Amaim alâ behâim/hayvanların başındaki sarıklar” tabirini kullanmıştır!

  Tarihten ve şu anki vakıadan bilinmektedir ki bu bid’atçi ve zındık fırkalar, batılıların elinde kılıçlar olup İslam ehline karşı darbe vurmuşlardır!


20 Haziran 2025 Cuma

Alimin Zellesine Uymamak ve Hata Eden Alimin Faziletini Tanımak

 Tabi olunamayacak bir zellesi bulunmayan bir âlim yoktur. Ancak bu durum onun imamlığını etkilemez ve bu sebeple sapık görülmez. Haddadîler ve benzerleri ise âlimlerin bazı hataları sebebiyle onların bid’atçi olduğuna ve sapıklık üzere öldüklerine hükmediyorlar! Bundan Allah’a sığınırız.

İbnu’l-Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “İki şeyin bilinmesi zorunludur ki, bunlardan biri diğerinden daha önemlidir. O da Allah, Resûlü, Kitab'ı ve dini için nasihat; Allah Teâlâ'yı elçisi ile gönderdiği hidayet ve açıklamalara aykırı düşen bâtil sözlerden tenzih etmek. Çünkü o sözler hikmet, maslahat, rahmet ve adâletine aykırıdır. Dolayısıyla bunları dinden uzaklaştırmak ve dinin dışına itmek gerekir. Bunları dine çeşitli te’vil ve yorumlarla birileri dâhil etmiştir.

İkincisi, İslâm âlimlerinin faziletleri, değerleri, hakları ve mertebelerinin bilinmesi. Onların fazilet, ilim ve Allah ve Resûlü için nasihatleri, söyledikleri her sözün kabul edilmesini gerektirmez. Onların fetvâları içerisinde, Allah Resûlü'ünden vârit olan rivâyetlerin kendilerine ulaşmamış olması sebebiyle, bilgileri oranında yorumladıkları meseleler olabilir. Bu meselelerin hakikate aykırı olması, sözlerinin tamamının reddedilmesini, onların küçümsenip aleyhlerinde ileri geri konuşulmasını gerektirmez.

Bu iki husus haktan sapma manasına gelen iki tavırdır. Doğru yol ise ikisi arasında olan yoldur. Onları günahkârlıkla itham etmediğimiz gibi, masum da kabul etmeyiz.

Râfizilerin Ali radıyallahu anh hakkındaki yollarına girmediğimiz gibi, Şeyhayn (Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma) hakkındaki davranışları gibi de davranmayız. Aksine onların kendilerinden önceki sahâbîlere davrandıkları gibi davranırız. Çünkü onları ne günahkârlıkla itham ediyor, ne de masum olduklarını söylüyorlardı. Görüşlerinin tamamını kabul etmedikleri gibi, yok da saymıyorlardı. Onların dört halife ve diğer sahabilere karşı tutumlarının aynısını, bizim mezhep imamları hakkında takınmamızı nasıl eleştirebilirler ki?

Allah'ın göğsünü İslâm'a açtığı kişiler için bunların arasında bir zıtlık yoktur. Bu iki tutum ancak şu iki kişiden birisine göre çelişkili olur: Mezhep imamlarının değerlerini ve faziletlerini bilmeyen ya da Allah Teâlâ'nın elçisi ile gönderdiği şeriatın hakikatini bilmeyen. Şeriatı ve realiteyi bilen bir kişi şunu da kesinlikle bilir ki, İslâm üzerine sâbit ve güzel bir yaşantısı olan, İslâm ve Müslümanlar nezdinde iyi bir konum edinmiş büyük kişilerin elbette ki ayak kaymaları ya da yanılmaları olabilir. Onlar bu yanılma ve hatalarında mazurdurlar, dahası içtihatları karşılığında sevap bile alırlar. Bu yanlış içtihatlarında onlara tâbi olunmaz, buna karşın bu, onların konumlarını, imâmlıklarını ve Müslümanların gönüllerindeki yerlerini de yok saymayı gerektirmez.

Abdullah b. el-Mubarek rahimehullah şöyle demiştir: “Kûfe'de iken, ihtilaflı bir mesele olan nebîz (hoşaf) konusunda benimle münazara ettiler. Onlara dedim ki:

“Gelin, delil getirmek isteyen Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahâbîlerinden ruhsat veren birisini ileri sürsün. Ona şiddetli bir cevap ile karşılık vermezsek, görüşü sahih sayılır.” Onlar delillerini ileri sürmeye başladılar. Onlar kimden bir ruhsat fetvâsı ileri sürseler, biz onlara daha sert bir karşılık verdik. Ellerinde Abullah b. Mesûd radıyallahu anh'den başka bir dayanak kalmadı. Nebiz hakkındaki sert ifadeler konusunda ona dayanarak söyleyecekleri sözlerden hiçbiri de sahih senetle sâbit değildir. Ondan gelen sahih rivayet ise kendisine sorulan nebizin yeşil testide yapılmamış olanı ile ilgilidir. İbnu'l-Mubarek rahimehullah dedi ki:

“Ruhsat konusunda İbn Mes'ud radıyallahu anh’ı delil gösterene dedim ki:

“Ey Ahmak! Düşün ki İbn Mes'ud radıyallahu anh şurada oturuyor olsaydı ve “O sana helâldir” demiş olsaydı bile Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ve sahâbîlerinden nebiz konusunda nakledilen sert ifadeler senin nebizden sakınmanı ve korkmanı gerektirirdi.” İçlerinden birisi şöyle dedi:

"Ey Ebû Abdirrahman! En-Nehai, eş-Şa'bi ve daha birçok âlimin ismini saydı- haram içecek mi içiyorlardı?" Dedim ki:

"Münâzarada şahıs isimlerini anmayı bırakın. İslâm tarihinde nice insanlar vardır ki, hakkında şöyle şöyle menkibeler nakledilir, ancak onun da zellesi olabilir. Zellesi olan konuda onu delil kabul etmek kimseye câiz olur mu? Bunu kabul etmediyseniz, o zaman Atâ, Tâvûs, Câbir b. Zeyd, Saîd b. Cübeyr ve İkrime hakkında ne dersiniz?" dedim.

"Onlar seçkin kişilerdir" cevabını verdiler.

"O zaman bir dirhemin iki dirhem karşılığında peşin olarak satılmasına ne dersiniz?" diye sorunca

"Haramdır" dediler. Bunun üzerine ben

"Onlar bunu helal kabul ederler. Onlar haram yiyerek mi öldüler?" deyince şaşkına döndüler ve ileri sürecek delil bulamadılar.”

…Şeyhülislam (İbn Teymiyye) şöyle demiştir: “İbnü'l-Mübarek'in söyledikleri, âlimler arasında ittifakla kabul edilen yorumdur. Zira önceki ilklerden olan imâmlar ve onlardan sonra gelenlerden her birinin sünnetten bir bilgileri bulunmadığı için yorum yaptıkları bir konuları mutlaka vardır.”

Ben de derim ki: Ebû Ömer b. Abdilber, İstizkar adlı eserinin başında şöyle demiştir: “Onların çoğunun, sadece bazı âlimlerin nezdinde bilinen pek çok sünneti bilmemeleri mümkündür. Sahâbeden hiç kimseyi bilmiyorum ki, nispeten özel bir bilgi ihtiva eden ve âhâd olarak nakledildiği için kendi gözünden kaçan rivâyetler olmasın. Bu durum, onlardan sonrakiler için çok daha mümkündür. Herkesin bu rivâyetlerin tamamını ihâta etmesi ise imkânsızdır.”

Şeyhülislam (İbn Teymiyye) şöyle demiştir: “Bu saymakla bitirilemeyecek kadar geniş bir konudur. Bununla birlikte bu onların derecelerini düşürmez, ancak bu hususta kendilerine tâbi de olunmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Bir konuda ihtilâfa düştüğünüz zaman onu Allah ve Rasûlüne havâle edin." (Nisa 59) Mücahid, Hakem b. Uteybe, Mâlik ve diğerleri şöyle demişlerdir:

"Allah'ın kulları içerisinde Rasûlüllah hariç, bütün insanların görüşlerinden alınabilecekler de vardır, alınmayacaklar da."

İbn Kayyım’dan nakil bitti.[1]

Selefin siyerinde bunun örnekleri çoktur:

1- Kadı Şureyh, Allah Azze ve Celle’nin aceb (beğenme, şaşırma) sıfatını tevil ile inkar etmiş, bundan dolayı Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’den gelen “bel acibtu” şeklindeki kıraati reddetmiştir. Alimler bu konuda onun hatasını açıklamışlar ama bid’atçilikle suçlamamışlardır.[2]

2- İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın azatlısı İkrime rahimehullah hakkında İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullah şöyle demiştir: “İnsanların en âlimlerinden idi. Lakin o Sufriyye Haricilerinin görüşünde idi…”[3]

Benzer sözleri İbnu’l-Medini ve Yahya b. Main de söylemişlerdir.[4]

Bununla beraber imamlar İkrime rahimehullah’tan övgüyle bahsetmişlerdir.[5]

3- Said b. Cubeyr rahimehullah huruc görüşünde idi.[6] İbnu’l-Eş’as’ın Abdulmelik’e karşı ayaklanmasına destek olmuştu.

İmam Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: “Bize İsmail tahdis etti, dedi ki: bize Eyyub haber verdi, dedi ki: el-Hasen (el-Basri) rahimehullah şöyle dedi:

“Said b. Cubeyr’e şaşırmaz mısın? O yanıma girip Haccac’a karşı savaşmamı istedi. Yanında İbnu’l-Eş’as’ın ashabından ileri gelenler de vardı.”[7]

Said b. Cubeyr rahimehullah’ın bu görüşünden döndüğü sabit olmamıştır. Bununla beraber onun bu görüşü eleştirilmiş ama bid’atçilikle suçlamamışlardır.

4- İmam İbn Kuteybe rahimehullah. Aralarında İbn Teymiyye ve Muhammed b. Abdilvehhab’ın da bulunduğu birçok imamlar İbn Kuteybe’yi övmüşlerdir. Bununla beraber İbn Kuteybe Allah’ın aceb ve dıhk (gülme) sıfatlarını te’vil etmiştir.[8]

5- Mucahid b. Cebr rahimehullah. Makamu’l-Mahmud’u Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Arş’ta oturtulması olarak te’vil etmiş, bazı ayetlerin te’vilinde çelişkilere düşmüştür. Bununla birlikte el-Lalekai rahimehullah onu “Sünnette bir imamdır” diye nitelemiştir.[9]

6- Ömer b. Abdilaziz rahimehullah Ali radıyallahu anh’ı, Osman radıyallahu anh’den üstün gören bir adama şöyle demiştir: “Sana hangisi daha sevimlidir? Kanlar hususunda acele eden adam mı yoksa mal konusunda acele eden adam mı?”[10]

Burada Ömer b. Abdilaziz rahimehullah zelleye düşmüştür. Zira ne Osman radıyallahu anh haksız yere bir mal almıştır ne de Ali radıyallahu anh haksız yere kan dökmüştür! Bu konularda sükut etmek (sahabileri eleştirmemek) Ehl-i Sünnet’in köklü mezhebidir.

7- İmam Muhammed b. İdris eş-Şafii rahimehullah İbrahim b. Muhammed b. Ebi Yahya ile oturur, ondan tedlis yaparak rivayette bulunur ve “Bana itham etmediğim biri rivayet etti” derdi. Halbuki onun bid’atini ve aşırılığını biliyordu. İbn Ebi Yahya Cehmî, Rafizi ve Mu’tezili idi. İmam Ahmed İbn Ebi Yahya hakkında: “Bütün belalar ondadır” demiştir. İbnu’l-Mubarek onun hakkında: “Kader inkarını açıkça söylediği için ondan rivayeti terk ettim” demiştir.

İmam Şafii’nin kitaplarında kutsal sayılan günler ve aylar hakkındaki münker rivayetler de Şafii’nin İbn Ebi Yahya yoluyla yaptığı rivayetlerdir.

İmamların bid’atçilerden sakındırdıkları gibi, bid’atçilerle oturanları da bid’atçilikle itham etmeleri malum ve meşhurdur. Bununla beraber imamlardan hiç kimse İmam Şafii’nin bid’atçi olduğunu söylememiştir.

Peki Haddadiler ne yapacaklar? İmam Şafii’yi bid’atçi mi sayacaklar yoksa selefin sözlerine, onların herkesi kendi konumuna göre değerlendirip muamele etmelerine dönüş mü yapacaklar?!

Bu konuda örnekler çoğaltılabilir, lakin inşaallah yeterlidir.

Böylece anlaşılmıştır ki, Kitap, sünnet ve selefin icmaına aykırı olan hata kimden gelirse gelsin reddedilir, hatanın sahibine ise konumuna göre hükmedilir. Bilerek, kasten, geçerli bir te’vil olmaksızın veya hak tebliğ edildiğinde ısrarla yanlışına devam eden, bid’atini ilan edip insanları buna davet kimse ile bu sıfatlarda olmayan kimse aynı hükümde değildir. Selef mutlak ile muayyen hüküm ayrımını gözetmişlerdir. Haddadiler ise Selefin bu menhecinden çok uzaktırlar!



[1] İ’lamu’l-Muvakkiin (3/220-222)

[2] Bkz: Hakim el-Mustedrek (2/430) Beyhakî el-Esma ve’s-Sifat (991) İbn Hacer Fethu’l-Bari (8/365)

[3] İbn Adiy el-Kamil (5/266)

[4] Fesevi Ma’rife (2/7)

[5] Bkz.: Tehzibu’l-Kemal (20/264) Siyeru A’lami’n-Nubela (5/33, 6/106)

[6] Bkz.: Siyeru A’lami’n-Nubela (4/321) İbn Teymiyye Minhacu’s-Sunne (4/527, 530)

[7] Ahmed b. Hanbel el-İlel ve Marifetu’r-Rical (2739)

[8] Bkz.: Te’vilu Muhtelefi’l-Hadis (s.108, 248)

[9] El-Lalekai İtikad (1/35)

[10] Ebu Zur’a ed-Dimeşki Tarih (s.145) Siyeru A’lam (5/72)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)