Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

9 Mart 2025 Pazar

Ateistlere Davet Yapılmaz!

 

Soru: “Bir ateiste Allah'ın varlığını nasıl ispatlayabiliriz?”

Cevap: Müslümanların ateistlere Allah’ın varlığını ispatlama gibi bir mükellefiyeti yoktur. Zira istisnasız olarak aklı olan herkes Allah’ın varlığını bilir. Fakat bazı psikolojik, aklî veya ruhî bozukluğu olan yahut karaktersiz, şahsiyetsiz, ahlaksız kimseler Allah’ın varlığını inkar ettiklerini söylerler. Böyle şahısları İslam’a davet etmeye çalışanlar kadar ahmak kimse görmedim. O kimse İslam’a dönse ne olacak? Onda bir hayır olsaydı zaten Allah o kimseyi hidayet ederdi. Allah onlara fıtratlarında hüccet ikamesini ve tebliği zaten yapmış, kendisinin varlığını onların nefislerinde ispat etmiştir. Ama onlar yüz çevirmişlerdir. Böyle bozuk şahısları İslam'a, imana davet etmek değil, bilakis İslam’dan daha da uzaklaştırmak lazım. Onlara Allah’ın azabı yakışır. 

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: Allah her kimin fitnesini dilerse, sen onun için Allah’tan hiçbir şeye sahip olamazsın. İşte onlar o kimselerdir ki Allah onların kalplerini temizlemek istememiştir. Onlar için dünyada bir rezillik, ahirette ise çok büyük bir azap vardır.” (Maide 41)

8 Mart 2025 Cumartesi

Cem Yapılan İki Namazın Arasına Süre Girmesi

 Soru: Ben seferde iken öğle vakti girdi ve iki rekat kıldım, ikindi vakti girmeden önce memleketime dönerim zannıyla ikindiyle cem yapmadım. İkindi vaktine yaklaşık on dakika kala hareket etmek üzere olan arabaya binmek istedim ve ezandan önce ikindiyi iki rekat kıldım. Bu yaptığım doğru mudur? Şimdi ne yapmalıyım?

Cevap: Hamd Allah’adır. Anlattığın şey, ilim ehlinin zikrettikleri meseleden dolayıdır. O mesele; iki namaz cem-i takdim yapıldığında muvalat şart koşulması, yani ikinci namazı ilk namazın hemen ardından kılarak ikisi arasına uzun zaman girdirmek suretiyle ertelememektir. Bu mesele âlimler arasında ihtilaflıdır. İlim ehlinin cumhuru; iki namazın cem edilmesinin sıhhatinde eğer iki namaz ilk vakitte cem edilecekse, muvalatın şart olduğu görüşündedir.

El-Mevsuatu’l-Fıkhiyye’de (15/288) şöyle geçer: “Namazların cem edilmesini caiz gören fakihlerin cumhuru cem-i takdim yapıldığında dört şeyi şart koştular:,,,

Üçüncüsü: İki namaz arasında muvâlâttır. Bu; iki namaz arasında uzun bir süre fasıla koymamaktır. Az zaman aralığı zarar vermez. Çünkü bundan kaçınılamaz. Eğer iki namaz arasındaki fasıla uzarsa cem’ bâtıl olur. Bu fasılanın uyku, dalgınlık, meşguliyet veya başka sebeple olması fark etmez. Bu fasılanın azlık ve çokluk değerlendirmesi örfe göredir…”

Abdulaziz b. Baz da bu şekilde fetva verirdi.

Bu mesele ile ilgili ikinci görüş ise muvâlâtın şart olmadığıdır. Cem edilen iki namaz arasına uzun süreli fasıla girebilir. Bu görüş İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullah’dan rivayet edilmiş, şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah da bu görüşü tercih etmiştir.

İbn Teymiyye rahimehullah (Mecmuu’l-Fetava 24/54) şöyle demiştir: “Sahih olan görüş, birinci vakitte de, ikinci vakitte de namazlar cem edildiğinde muvalatın şart koşulmamasıdır. Zira dinde bunun bir sınırı yoktur ve bu şartı koşmak, kastedilen ruhsatı ortadan kaldırır.”

Yine Mecmu’u’l-Fetava’da (24/52) şöyle demiştir: “İmam Ahmed’in sözü şuna delalet ediyor: O’na göre cemin manası, bir namaz ile diğer namaz birbiri peşine kılınmış olmasa bile, iki namazın bir vakitte kılınmasıdır. Kişi akşamı ilk vaktinde kılsa, yatsıyı da akşam vaktinin sonunda kılsa cem yapması caiz olan kimse için bu caizdir.”

İbn Useymin (Şerhu’l-Mumti 4/400) şöyle demiştir: “Şeyhulislam (İbn Teymiyye) rahimehullah İmam Ahmed’den, cem-i te’hir yapıldığında şart koşulmadığı gibi, iki namaz cem-i takdim yapıldığı zaman da muvâlâtın şart koşulmaması görüşünde olduğunu zikretmiştir. İhtiyatlı olanı, eğer peşpeşe kılınmayacaksa cem yapmamaktır. Lakin Şeyhulislam’ın görüşü kuvvetlidir.”

Namazların cem edilmesi ümmete verilen bir ruhsattır. Bu ruhsatta muvâlâtın yani cem edilen iki namazın peşpeşe kılınmasının şart koşulması hem hakkında delil bulunmayan bir şart koşmadır, hem de ruhsat ile kastedilen kolaylaştırmayı ortadan kaldırmaktır.

Hadiste geldiği gibi, yüz şart dahi olsa Allah’ın kitabına aykırı olan her şart batıldır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in tahdit koymadığı bir şeye tahdit koymak da Allah’ın kitabına aykırı bir şarttır. O halde ey müslüman, at mezheplerin re’ylerini mezhebe (helaya) ve sahih sünnete geldiği gibi tabi ol.

7 Mart 2025 Cuma

Zan ve Kalbe Gelen Düşünceler Ne Zaman Sorumluluk Getirir?

 

Şöyle soruldu: “Sû-i zan ne zaman haram olur? Nebi sallallahu aleyhi ve sellem "ümmetim kalbinden geçirdiklerini dışarı vurmadıkça mesul değildir" hadisiyle nasıl anlarız?

Cevap: Bu meselenin anlaşılması için Ehl-i Sünnet’in iman tarifini doğru idrak etmek yeterlidir. Ehl-i Sünnet’e göre iman; söz ve ameldir, amel olmadan iman geçerli değildir. Sonra bunu kalbin sözü ve ameli ile dilin sözü ve azaların ameli şeklinde detaylandırmışlardır.

Yani, kalbe gelen bir düşünce, kalbin ameli haline gelmedikçe iman yerine gelmez. Kalbe gelen düşüncenin kalbin ameli haline gelmesi ise onun akdedilmesi/bağlanması ile olur ki buna da i’tikad veya akide diyoruz.  Bu itikad edilen şey ya haktır, ya da bâtıldır. Kul kalbin akdettiği şey ile mes’ul olur veya me’cur olur.

Sû-i zan da böyledir. Yani kişi bir şeye veya kişiye dair olumsuz bir düşünceyi aklından geçirse bunun bir zararı yoktur. Bu vesveseden ibaret kalır. “Kalbinden geçenleri dışa vurmadıkça” diye aktarılan hadiste de bu ifade “hadisu’n-nefs” şeklinde gelir. Yani bu düşünce kalbe uğrar, orada yer etmez, gelip geçer. Kişiyi sorumlu kılan kötü zan ise kalpte yer edip kalbin ameli/i’tikadı haline gelen düşüncelerdir.

Mesela uğursuzluk inancı hakkındaki hadislerde de bu durum ifade edilir. Kişi olumsuz yorumlayacağı bir şey gördüğünde kalbine ister istemez olumsuz düşünceler gelir, sonra hadiste geldiği gibi, mü’min kimse Allah’a tevekkül ederek bu olumsuz düşünceden kurtulur. Ama bu düşünceden kurtulmazsa, uğursuz sayma düşüncesi kalbinin ameli ve i’tikadı haline gelirse işin sonu şirke kadar varabilir.  Halk arasında meşhur hurafelerden olan totem yapma fiili bu tür şirke örnektir. Yahut kara kedi geçince uğursuz saymak, nazar boncuğu gibi şeylerin koruyacağına inanmak bu tür aslı olmayan, sahibini şirke kadar götüren hurafe itikadlardır.

Abdullah b. Amr radiyallahu anhuma’dan: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

مَنْ رَدَّتْهُ الطِّيَرَةُ مِنْ حَاجَةٍ فَقَدْ أَشْرَكَ قَالُوا يَا رَسُولَ اللهِ مَا كَفَّارَةُ ذَلِكَ؟ قَالَ أَنْ يَقُولَ أَحَدُهُمْ اللهُمَّ لَا خَيْرَ إِلَّا خَيْرُكَ وَلَا طَيْرَ إِلَّا طَيْرُكَ وَلَا إِلَهَ غَيْرُكَ

 Uğursuzluk inancı kimi ihtiyacından alıkoymuşsa, o şirk koşmuştur.” Dediler ki: “Bunun kefareti nedir ey Allah’ın rasulü?” şöyle buyurdu:

Onlardan birinin: “Allah’ım’ senin uğurundan başka uğur yoktur, senin hayrından başka hayır yoktur, senden başka ilah yokturdemesidir.”[1]

Mesela hasta bir kimseye yakın olmak veya ona temas etmek sebebiyle hastalığın bulaşacağını düşünmek Allah’a karşı kötü zanda bulunmaktır. Eğer kişi bu kötü zannı Allah’a tevekkül ile bertaraf etmezse, Allah’a kötü zanda bulunmasından dolayı o hastalık ile iptila edildiğinde, hastalığın bulaştığına itikad etmeye başlar ve böylece şirke düşer.

Enes radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لَا عَدْوَى وَلَا طِيَرَةَ وَيُعْجِبُنِي الفَأْلُ الصَّالِحُ الكَلِمَةُ الحَسَنَةُ

Hastalığın bulaşması ve tıyera (kötümserlik/uğursuz saymak) yoktur. Uygun yorum (güzel söz/hayra yormak) hoşuma gider.[2]

Hadislerde şirk olarak ifade edilen tatayyur/uğursuz sayma tam da budur. Çünkü şer’î delil olmadan hatta şer’î deliller hastalığın bulaşmadığını açıkça ifade etmiş olmasına rağmen kişi tamamen zanna tabi olarak, hastalığın bulaştığına itikad etmiş, Allah’a karşı kötü zanda bulunmuştur. Allah da o kişiye zannettiği şekilde muamele eder. Zira kudsi hadiste: Allah Azze ve Celle “Ben kulumun zannına göreyim” buyurmuştur.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, hastalık bulaşması düşüncesinden Allah’a tevekkül ederek uzaklaşmayı fiilî olarak göstermiştir:

Mufaddal b. Fudale; Habib b. eş-Şehid – Muhammed b. el-Munkedir yoluyla Cabir radiyallahu anh’den rivayet ediyor:

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَخَذَ بِيَدِ مَجْذُومٍ فَوَضَعَهَا مَعَهُ فِي الْقَصْعَةِ وَقَالَ كُلْ ثِقَةً بِاللَّهِ وَتَوَكُّلًا عَلَيْهِ

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cüzzamlı bir adamın elini tuttu, onunla beraber elini tabağa koydu ve buyurdu ki:

Allah’a güvenerek ve O’na tevekkül ederek ye.”[3]

Raşid Halife Ebu Bekr radıyallahu anh de Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu sünnetini uygulamıştır:

Abdurrahman b. el-Kasım rahimehullah, babası (el-Kasım b. Muhammed) rahimehullah’tan rivayet ediyor:

قدِمَ عَلَى أَبِي بَكْرٍ وَفْدٌ مِنْ ثَقِيفٍ فَأُتِيَ بِطَعَامٍ فَدَنَا الْقَوْمُ وَتَنَحَّى رَجُلٌ بِهِ هَذَا الدَّاءُ يَعْنِي الْجُذَامَ فَقَالَ لَهُ أَبُو بَكْرٍ ادْنُهُ  فَدَنَا فَقَالَ كُلْ فَأَكَلَ وَجَعَلَ أَبُو بَكْرٍ يَضَعُ يَدَهُ مَوْضِعَ يَدِهِ

Ebu Bekr radiyallahu anh’e Sakif’ten elçiler geldi. Onlara yemek getirildi. Topluluk sofraya yanaştı, cüzzamlı bir adam ise uzak durdu. Ebu Bekr radiyallahu anh ona:

“Onu yaklaştırın” dedi, o da yanaştı. Ona:

“Ye” dedi, o da yedi. Ebu Bekr radiyallahu anh onun elini koyduğu yere elini koymaya başladı.”[4]

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetlerinin sıkı takipçisi olmakla meşhur sahabi İbn Ömer radıyallahu anhuma da hastalık bulaşması hakkında somut gibi görünen alametler bulunmasına rağmen, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisine tabi olup, beşerin oluşturduğu zan kültürünü terk etmek gerektiğini fiilen göstermiştir:

Sufyan rahimehullah, Amr (b. Dinar) rahimehullah’tan şöyle rivayet etti: “Burada Nevvas adında biri vardı. Onun uyuz bir devesi vardı. İbn Ömer radiyallahu anhuma gitti ve o deveyi adamın ortağından satın aldı. Adam gelince ortağı:

“O deveyi sattım” dedi. Adam: “Kime sattın?” deyince ortağı; “Şöyle şöyle bir şeyhe sattım” dedi. Adam dedi ki:

“Sana yazıklar olsun! Vallahi o İbn Ömer radiyallahu anhuma’dır.” Bunun üzerine adam İbn Ömer radiyallahu anhuma’ya gitti ve dedi ki:

“Ortağım sana uyuzlu deve satmış ve seni tanıyamamış.” İbn Ömer radiyallahu anhuma: “Onu getir” dedi. Adam getirmeye gidince İbn Ömer radiyallahu anhuma dedi ki:

“Bırak onu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Hastalığın bulaşması yoktur” hükmüne razı olduk.”[5]

Kullara karşı kötü zanda bulunmak da böyledir. Ortada somut bir delil olmadığı halde bir kişi hakkında olumsuz düşünceler kalbe gelebilir. Kul, ortada somut delil olmadığı için böyle bir düşünceyi kalbinden uzaklaştırmakla mükelleftir. Ama delilsiz olarak böyle bir zannı kalbinde devam ettirirse kalbin ameli haline gelir ve bundan dolayı sorumlu olur.

Ebu Hureyre radıyallahu anh’ten: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الْحَدِيثِ وَلَا تَحَسَّسُوا وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا تَنَافَسُوا وَلَا تَحَاسَدُوا وَلَا تَبَاغَضُوا وَلَا تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللهِ إِخْوَانًا

Sizi zandan sakındırırım. Zira zan sözün en yalanıdır. Birbirinizi gizlice dinlemeyin, birbirinizin ayıplarını araştırmayın, birbirinizle rekabet etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize buğz etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, Allah’ın kardeş kulları olun.”[6]

Olaylara ve eşyalara karşı kötü zanda bulunmak da böyledir. Ancak somut deliller varsa durum başkadır. Mesela uğursuz/bereketsiz olan evi, bereketsiz hanımı, bereketsiz bineği değiştirmek somut verilere dayalı olur:

Sa’d b. Ebi Vakkas radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim:

لَا عَدْوَى وَلَا طِيَرَةَ وَلَا هَامَ فَإِنْ تَكُ الطِّيَرَةُ فِي شَيْءٍ فَفِي الْمَرْأَةِ وَالْفَرَسِ والدار

Hastalık bulaşması, tıyera (kötümserlik) ve baykuş uğursuzluğu yoktur. Eğer bir şeyde uğursuzluk varsa kadında, atta ve evde olur.”[7]

İbrahim aleyhi's-selâm’ın oğlu İsmail aleyhi's-selâm’ın evine ziyaretinde kanaatkâr olmayan, herşeyden şikayetçi olan gelini hakkında: “Oğluma söyle kapısının eşiğini değiştirsin” diyerek onu boşamasını ima etmesi, sonra kanaatkâr olan ve herşeyi hayra yoran gelini hakkında da: “Oğluma söyle kapısının eşiğini sağlam tutsun” diye tembihlemesi bu yüzdendir.

Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, oturduğu evde zahir olan bereketsizliği bildiren adama o evi terk etmesini tavsiye etmiştir:

Enes b. Mâlik radıyallahu anh’den:  “Bir adam şöyle dedi: “Ey Allah’ın rasulü! Bizler sayıca ve malca kalabalık bir evdeydik. Başka bir eve taşındık. Sayımız da azaldı, malımız da azaldı.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Kötü bir yer olduğu için orayı terk edin.”[8]

Allah en iyi bilendir.

[1] Muslim'in şartına göre sahih. Ahmed (2/220) İbn Vehb el-Cami (658) İbn Sunni (292) el-Elbani es-Sahiha (1065)

[2] Sahih. Buhârî (5756, 5776) Muslim (2224)

[3] Hasen. Hâkim (4/152) İbn Hibbân (13/490) İbn Ebî Şeybe (5/141) Ebû Dâvûd (3925) Tirmizî (1817) İbn Mâce (3542) Ebû Ya'lâ (3/354) Abd b. Humeyd (1092) İbn Ebi'd-Dunyâ et-Tevadu (83) İbnu’s-Sunni Amelu’l-Yevm ve’l-Leyle (463) Tahavî Şerhu Meâni'l-Âsâr (4/310) Beyhakî (7/219) Beyhakî Şuab (2/122) İsnadında Mufaddal b. Fudale vardır.

[4] Sahih mevkuf. İbn Ebî Şeybe (5/141) Ravileri Buhârî ve Muslim ricalidir.

[5] Sahih. Buhârî (2099)

[6] Sahih. Muslim (2563)

[7] Sahih. İbn Hibbân (13/497) Ahmed (1/180) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (3/162) Ebû Ya'lâ (2/126) Bezzar (3/290) el-Elbani es-Sahiha (789)

[8] Muslim'in şartına göre sahih. Bezzar (13/79) Ebu Dâvud (3924) Buhârî Edebu’l-Mufred (918) Beyhakî (8/140) Mukbil b. Hadi Sahihu’l-Musned (108)

Mushafa Abdestsiz Dokunmanın Hükmü Hakkında İcma İddiasının Butlânı -5-

 

Amr b. Hazm’ın Mürsel Hadisi

Amr b. Hazm rahimehullah’tan: Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Kur’ân’a ancak tahir/temiz olan kimse dokunabilir.”[1]

Bu hadiste geçen ‘tahir/temiz’ kelimesi; cünüp olmayan kimse, abdestli olan kimse, bedeninde necaset olmayan kimse ve mümin kişi arasında ortak bir tabirdir:

a- Cünüp olmayan kimsenin “tahir/temiz” anlamı kapsamında olmasının delili:

وَإِنْ كُنْتُمْ جُنُبًا فَاطَّهَّرُوا

Eğer cünüp iseniz temizlenin” (Mâ’ide,  6) ayetidir. Bu ayete göre cünüp olmayan kimse temizdir.

b- Abdestli olanın tahir/temiz anlamında oluşunun delili: Mugîre radiyallahu anh’ın Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem’in mestlerini çıkarmaya davranması üzerine:

دَعْهُمَا فَإِنِّي أَدْخَلْتُهُمَا طَاهِرَتَيْنِ فَمَسَحَ عَلَيْهِمَا

“Onları bırak, zira ben onları temiz (abdestli) iken giydim” buyurmasıdır.[2]

c- İster hayız veya cünüp, ister abdestli, ister üzerinde necaset bulunsun, mutlak anlamda mümin/müslüman kimsenin tahir/temiz anlamı kapsamında olmasının delili:

إِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ

Müşrikler ancak bir necistir.” (Tevbe, 28) ayeti ile şu rivayettir:

Ebu Hureyre radiyallahu anh’den:

أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَقِيَهُ فِي بَعْضِ طَرِيقِ المَدِينَةِ وَهُوَ جُنُبٌ فَانْخَنَسْتُ مِنْهُ فَذَهَبَ فَاغْتَسَلَ ثُمَّ جَاءَ فَقَالَ أَيْنَ كُنْتَ يَا أَبَا هُرَيْرَةَ قَالَ كُنْتُ جُنُبًا فَكَرِهْتُ أَنْ أُجَالِسَكَ وَأَنَا عَلَى غَيْرِ طَهَارَةٍ فَقَالَ سُبْحَانَ اللَّهِ إِنَّ المُسْلِمَ لاَ يَنْجُسُ

“Ebu Hureyre radiyallahu anh cünup iken Medine yollarından birinde Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile karşılaştı. Ondan saklandı ve gidip guslettikten sonra geldi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Neredeydin ey Ebu Hureyre?” Dedi ki: “Ben cünüp idim. Temiz olmadığım halde yanında oturmak istemedim.” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Subhanallah! Müslüman necis olmaz.”[3]

Kur’an’a tahir/temiz olandan başkasını dokunmaktan nehyeden hadiste, necislikle vasfedilen müşrikler kastedilmektedir.

Hadisin “Kur’an’a ancak temiz olduğun halde dokun” şeklinde gelen rivayeti ise zayıftır. Bu sebeple abdestsiz olarak Kur’ân’a dokunulmayacağına bu hadiste bir delil yoktur.

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan:

أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم خَرَجَ مِنَ الْغَائِطِ ثُمَّ أَرَادَ أَنْ يَطْعَمَ فَقِيلَ أَلَا تَتَوَضَّأُ؟ فَقَالَ إِنَّمَا ‌أُمِرْت ‌بِالُوُضُوءِ ‌لِلصَّلَاةِ

“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ihtiyaç gidermekten çıktı, sonra yemek yemek istedi. “Abdest almayacak mısın?” denildi. Buyurdu ki:

Ben ancak namaz için abdest almakla emrolundum.”[4]

Mümin ister cünüp veya hayızlı, ister abdestsiz olsun temizdir. Ona ne hakiki anlamda ne de mecazî anlamda ‘necis’ denilemez.

Düşman topraklarına Mushaf ile sefer edilmesini yasaklayan hadis Mushaf’ın, necis olmakla vasfedilen müşriklerin eline geçmemesi içindir:

Abdullah b. Ömer radiyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لَا تُسَافِرُوا بِالْقُرْآنِ فَإِنِّي لَا آمَنُ أَنْ يَنَالَهُ الْعَدُو

Kur’ân ile yolculuk yapmayın. Zira ben onun düşmanların eline geçmemesinden emin olamıyorum.”[5]

Lakin Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem‘in Hirakl’e gönderdiği mektupta âyetler yazılı idi.

Bu rivayet, müslüman olması umulan kâfirin âyetler yazılı olan kâğıda dokunup okumasında Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem‘in sakınca görmediğini gösterir.

Bu yalnızca bir ayet idi, Mushaf değildi” diye itiraz etmenin de gerekçesi yerinde değildir.

Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatında Kur’an tam bir Mushaf şeklinde değildi, her sahabede ayrı ayrı parçalar halinde idi. Malum olduğu üzere Kur’an’ın Mushaf halinde getirilmesi daha sonraki zamanlarda gerçekleşmiştir.

El-Elbani’nin Açıklamaları

El-Elbânî, el-İrvau’l-Galil’de (no: 122) şöyle demiştir: “Ebu Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm, babasından, o da dedesinden rivayet ediyor:

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Yemen halkına bir mektup yazdı. Orada: “Kur’an’a ancak tâhir/temiz olan dokunur” yazıyordu.”

Bunu el-Esram ve ed-Darekutni muttasıl olarak rivayet ettiler. Ahmed bununla hüccet getirdi. Malik de Muvatta’da (s.37) Mürsel olarak rivayet etti. Sahihtir.

Amr b. Hazm, Hakîm b. Hizam, İbn Ömer ve Osman b. Ebi’l-As radıyallahu anhum’den rivayet edilmiştir. Amr b. Hazm hadisine gelince zayıftır. İsnadında Suleyman b. Erkam vardır ve o çok zayıftır. Bazı raviler hata ederek ismini Suleyman b. Davud şeklinde zikretmişlerdir. İbn Davud; el-Havlanî’dir ve sikadır. Bundan dolayı bazı âlimler buna sahih diyerek hata etmişlerdir. Bu hadis ancak İbn Erkam sebebiyle zayıftır.

Nitekim bu meseleyi Mişkatu’l-Mesabih (no: 465) hadislerini tahkikimizde ayrıntılı olarak açıkladım. Bu yüzden bu konuda sözü tekrar etmeyeceğim. Burada söyleyeceğimiz şudur: Doğrusu Ebu Bekr b. Muhammmed b. Amr b. Hazm’ın Mürsel rivayeti aynı zamanda Mürsel olduğundan dolayı da zayıftır.”

Hakîm b. Hizam Radiyallahu anh Hadisi

Bunu Taberani el-Kebir’de (1/322/1), el-Evsat’ta (1/5/2- Evsat ile Sagir’in bir araya getirildiği nüsha), Darekutni (s.45) Hâkim (3/485), es-Sunne’de el-Lalkâi (1/82/2); Suveyd Ebi Hatim – Matar el-Verrak – Hassan b. Bilal yoluyla rivayet ettiler. Dedi ki:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem beni Yemen’e gönderdiği zaman: “Tahir/temiz olman haricinde Kur’an’a dokunma” dedi.

Hâkim: “İsnadı sahih dedi, Zehebi de onayladı! Derim ki (El-Elbani): “Taberani’nin dediği gibi sadece bu isnad ile rivayet edilen bir hadisin nasıl sahih olduğu söylenebilir?

İbn Main, Ebu Hatim ve başkalarının dedikleri gibi Matar el-Verrak zayıftır. Et-Takrib’de: “Saduktur, çok hata yapar” denilmiştir.

Matar’dan rivayet eden Suveyd Ebi Hatim de aynı şekilde zayıftır. Nesai onun hakkında: “Zayıf” dedi. Ebu Zur’a: “Kuvvetli değil, rivayeti, sıdk ehli kimselerin rivayetidir” dedi.

Derim ki: “Yani kasten yalan söylemez” demek istiyor. İbn Main dedi ki: “Onda bir sakınca olmadığını umarım.” Et-Takrib’de: “Saduktur, ezberi kötüdür ve yanlışları vardır” denilmiştir.

Et-Telhis’te de (s.48) hadisin ardından şöyle denilmiştir: “İsnadında Suveyd Ebu Hatim zayıftır. El-Hazimî isnadını hasen bulmuştur.” Sonra en-Nevevi’nin el-Hulasa’da: “Hakîm b. Hizam ile Amr b. Hazm hadisinin ikisini da zayıf gördüğü zikredilmiştir.

İbn Ömer Radıyallahu anhuma Hadisi

Taberani Mu’cemu’s-Sagir’de (s.239) ve el-Kebir’de (3/194/2) Darekutni ve O’ndan rivayetle Beyhaki (1/88), İbn Asakir (13/214/2); Said b. Muhammed b. Sevab – Ebu Asım – İbn Cureyc – Suleyman b. Musa – Salim – babası yoluyla merfu olarak rivayet ettiler. Taberani dedi ki:

“Suleyman’dan bunu İbn Cureyc’den başkası rivayet etmedi. Ondan’da Ebu Asım’dan başkası rivayet etmedi. Said b. Muhammed bu tarikle rivayette teferrüd etti/tek kaldı”

Derim ki: Hatib, Tarihu Bağdad’da (9/94) (Said b. Muhammed’i) cerh ve ta’dilde bulunmaksızın zikretti. Sanki o meçhulu’l-hal’dir.

Nitekim Darekutni Sunen’inde (242) seferde namazı tam kılmaya dair bir hadisini sahih saymıştır. Bu hadis ileride (el-İrva 563) gelecektir. Diğer ravileri sikadırlar. Ancak İbn Cureyc mudellis olup, an’ane ile rivayet etmiştir. Bütün bunlara rağmen Hafız (İbn Hacer) bu hadis hakkında: “İsnadında sakınca yoktur” demiş, El-Esram’dan Ahmed’in bu hadisle hüccet getirdiğini zikretmiştir.

Nasıl olur da bunda sakınca olmaz! Hafız (İbn Hacer)’in kendisi İbn Curayc’i tedlis yapmakla vasıflamıştır ve burada an’ane yapmıştır!? İsnadınsa İbn Sevvab vardır ki, onun durumunu da öğrendin! Lakin belki de İbn Hibban’ın sikatında yer aldığı içindir.[6]

Nitekim Heysemi, Mecma’da (1/276): “Bunu Taberani, Kebir’de ve Sagir’de rivayet etmiştir. Ricali sika görülen kimselerdir” demiştir. Onun “sika görülen kimseler” sözü, genelin sika görmesi değil, bazılarının zayıf bulduğu halde İbn Hibban’ın sika saymakta tek kaldığına işarettir. Adı geçen kitap hakkında vardığımız kanaat budur. Allah en iyi bilendir.

Osman b. Ebi’l-As Radiyallahu anh Hadisi

Bunu Taberani, el-Kebir’de (3/5/2), İbn Ebi Davud el-Mesahif’te (5/12/2); İsmail b. Rafi yoluyla rivayet etmişlerdir.

Birincisi: Muhammed b. Said b. Abdilmelik – Mugire b. Şu’be’den demiş, diğeri, el-Kasım b. Ebi Ebze’den demiş, sonra ikisi ittifak ederek Osman b. Ebi’l-As’tan tamamen Suveyd’in rivayetinde lafızla rivayet etmişlerdir.

Hafız İbn Hacer dedi ki: “İbn Ebi Davud’un isnadında inkıta/kopukluk vardır. Taberani’nin rivayetinde ise tanınmayan kimseler vardır.”

Derim ki: Bilakis her iki isnadda da İsmail b. Rafi vardır ki, bizzat Hafız İbn Hacer’in kendisine göre o zayıftır. Et-Takrib’de onun zayıf olduğunu söylemiştir. Her ne kadar gördüğün gibi ihtilaf edildiyse de, bu isnadın illeti budur. Heysemi de bununla illetlendirerek şöyle demiştir:

“İsnadında İsmail b. Rafi vardır. İbn Main ve Nesai onun zayıf olduğunu söylediler. Buhari ise: “Sika, mukâribu’l-hadis” dedi.

Özetle: Hadisin bütün rivayet yollarında zayıflık vardır. Lakin bu zayıflık azdır. Çünkü bu rivayetlerde yalanla itham edilen yoktur. İllet ancak Mürsel olması veya kötü ezber gibi şeylerdir.

Mustalah ilminde kararlaştırıldığı üzere; isnadında yalanla itham edilen raviler yoksa rivayet yolları birbirini kuvvetlendirir. Nitekim Nevevi et-Takrib’de, sonra Suyuti bunun şerhinde bunu belirtmişlerdir. Gönül bu hadisin sıhhatine yatışır. Özellikle de sünnet imamı Ahmed b. Hanbel bununla hüccet getirmiştir. Daha önce geçmişti.

Yine onun arkadaşı İmam İshak b. Rahuye sahih görmüştür. İshak el-Mervezi, Mesailu’l-İmam Ahmed’de (s.5) şöyle demiştir: “Dedim ki – yani İmam Ahmed’e-:

“Kişi abdestsiz Kur’an okuyabilir mi?” şöyle dedi: “Evet. Lakin abdestsiz iken mushaftan okumaz.” İshak dedi ki:

“Dediği gibidir. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Kur’an’a ancak temiz olan dokunur” hadisi sahihtir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı ve tabiin de böyle yapmışlardır.

Derim ki: Sahabe’den sahih olarak gelenlerden bazısı şunlardır: Musab b. Sa’d b. Ebi Vakkas dedi ki: “Sad b. Ebi Vakkas’a Mushafı tutuyordum. Kaşındım. Sad radıyallahu anh dedi ki:

“Galiba zekerine dokundun öyle mi?” Ben: “Evet” dedim. “Kalk abdest al” dedi. Ben de kakıp abdest alarak döndüm.”

Bunu Malik (1/42 no: 59) ve ondan da Beyhaki rivayet etmişlerdir. İsnadı sahihtir.

Bu geçenleri yazdıktan uzun süre sonra[7] Amr b. Hazm’ın hadisini, Fevaidu Ebi Şuayb kitabında, Ebu’l-Hasen Muhammed b. Ahmed ez-Za’ferani rivayetiyle buldum. O daha önce bahsettiğim gibi Suleyman b. Davud’un rivayeti olarak geçiyordu. Sonra Begavi’den şöyle rivayet ediyor:

“Ahmed b. Hanbel’den işittim: bu hadis ona sorulunca: “sahih olmasını umarım” dedi.”

Bu babda yine Sevban radıyallahu anh’den de rivayet vardır. Ancak isnadında hâlik (helak olmuş, çok zayıf) biri olan Habib b. Cahder vardır. O yalancıdır ve şahit getirilemez. Nitekim bunu ez-Zeylai (1/199) tahric etmiştir.

İbn Ömer Radiyallahu anhuma Hadisi

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

لَا تَقْرَأِ الحَائِضُ وَلَا الجُنُبُ شَيْئًا مِنَ القُرْآنِ

Cünüp ve hayızlı olan kimse Kur’ân’dan bir şey okumasın[8]

Tirmizî dedi ki: “Bu konuda Ali’den de hadis rivâyet edilmiştir. Bu İbn Ömer’in hadisini yalnızca İsmail b. Ayyaş, Musa b. Ukbe, Nafi’ yoluyla bilmekteyiz. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı, tabiin ve daha sonraki gelen âlimlerin çoğunluğu bu görüştedir. Sûfyân es-Sevrî, İbnu’l-Mubarek, Şâfii, Ahmed ve İshâk şöyle demektedirler:

“Cünüp ve hayızlı olan Kur’ân’dan bir şey okumamalı ancak bir ayetinin bir kısmını veya bazı bölümlerini okuyabilir ayrıca tesbih (Sübhanallah) ve tehlil (La ilahe ilallah) gibi şeyleri söylemelerinin bir sakıncası yoktur.”

Muhammed b. İsmail (el-Buhari)’den işittim şöyle diyordu: Hadisin râvîlerinden İsmail b. Ayyaş, Hicaz ve Irak bölgesi adamlarından münker rivâyetlerde bulunur.” Sanki onlardan rivayette tek kaldığı hadisleri zayıf görmüş ve şöyle demiştir: “İsmail b. Ayyaş’ın hadisi ancak Şam’lılardan rivayet ettiğinde kabul edilir”

Ahmed b. Hanbel diyor ki: İsmail b. Ayyaş Bakıyye (b. el-Velid)’den daha sağlamdır. Zira Bakıyye’nin güvenilir kimselerden münker rivayetleri vardır. Ahmed b. Hasen bana aktardı ve dedi ki: “Bu sözü Ahmed b. Hanbel’in kendisinden işittim.”

Abdullah Parlıyan’ın Sunenu’t-Tirmizî tercümesinde büyük bir hata vardır, o şöyle tercüme etmiştir:

وسَمِعْت مُحَمَّدَ بْنَ إِسْمَاعِيلَ يَقُولُ إِنَّ إِسْمَاعِيلَ بْنَ عَيَّاشٍ يَرْوِي عَنْ أَهْلِ الحِجَازِ وَأَهْلِ العِرَاقِ أَحَادِيثَ مَنَاكِيرَ كَأَنَّهُ ضَعَّفَ رِوَايَتَهُ عَنْهُمْ فِيمَا يَتَفَرَّدُ بِهِ وَقَالَ إِنَّمَا حَدِيثُ إِسْمَاعِيلَ بْنَ عَيَّاشٍ عَنْ أَهْلِ الشَّأْمِ

(Buhari) İsmail (b. Ayyaş)in bu rivâyeti Şam bölgesi adamlarındandır demekle bu hadise güvendiğini söylemektedir.

Böylece Buhari’nin bu hadisi güvenilir bulduğu anlamına gelen bir tercüme yapmıştır. Hâlbuki İsmail b. Ayyaş bu hadisi Şam’lılardan birinden değil, Hicaz’lılardan biri olan Musa b. Ukbe’den rivayet ettiği için münker görmektedir.”

Bu kısmın doğru tercümesi şu şekilde olmalıydı: “Hadisin râvîlerinden İsmail b. Ayyaş, Hicaz ve Irak bölgesi adamlarından münker rivâyetlerde bulunur.” Sanki onlardan rivayette tek kaldığı hadisleri zayıf görmüş ve şöyle demiştir: “İsmail b. Ayyaş’ın hadisi ancak Şam’lılardan rivayet ettiğinde kabul edilir

İsmail b. Ayyaş’ın Şam’lılardan rivayetinin kabul edilip, Hicaz’lılardan rivayetinin kabul edilmemesinin sebebi, kendisinin Şam’da iken hafızasının sağlam olup, Hicaz’a yerleştiğinde hafızasının bozulmasıdır.

Hadis Şeyh el-Elbani ve ondan önceki muhaddislerin de belirttikleri gibi münker (huccet olamayacak derecede zayıf) bir rivayettir.

Buhârî, Yahya b. Main, Ali b. el-Medinî, Ahmed b. Hanbel ve başkaları, İsmail b. Ayyaş’ın Şam’lılardan başkalarından rivayet ettiği hadisleri zayıf görmüşlerdir.[9] Bu hadis de bunlardan birisidir.

Tirmizi şerhi Tuhfetu’l-Ahvezi’de Mubarekfuri şöyle der: “İbn Mâce de İbn Ömer (radıyallâhu anhuma)'nın hadisini bu yoldan rivayet etmiştir. Hadîs zayıftır. Çünkü hadîs imamları, İsmail b. Ayyâş'ı Şam halkından yaptığı rivayetlerde sika/güvenilir saymışlar, fakat Hicâzlılardan yaptığı rivayetleri zayıf görmüşlerdir. Kendisi bu hadisi Hicaz halkından olan Mûsâ b. Ukbe'den rivayet etmiştir.”

İsmail b. Ayyaş bu rivayette tek kalmamış, el-Mugira b. Abdirrahman ve Ebu Ma’şer ona mutabaat etmişlerdir.

a- Darekutni (1/117); Abdulmelik b. Mesleme – el-Mugira b. Abdirrahman – Musa b. Ukbe yoluyla rivayet etmiştir.

Abdulmelik b. Mesleme hakkında Ebu Hatim: “Mudtaribu’l-hadis, kuvvetli değil” demiştir. Ebu Zur’a: “Kuvvetli değil, munkeru’l-hadistir” dedi. İbn Hibban dedi ki: “Çokça münker rivayetler yapmıştır.” İbn Yunus dedi ki: “Munkeru’l-hadistir.”[10] Bu tarik şiddetli zayıf olduğu için mutabaat sabit olmamıştır.

İbn Hacer et-Telhis’te dedi ki: “İbn Seyyidi’n-Nas, el-Mugira tarikini sahih görerek hata etti. Çünkü bu tarikin isnadında Abdulmelik b. Mesleme zayıftır. Şayet bu illetten salim olsaydı elbette isnad sahih olurdu. Her ne kadar İbnu’l-Cevzi Mugira b. Abdirrahman’ı zayıf saysa da bunda isabet etmemiştir. Çünkü Mugira sikadır.”

b- Darekutni (1/118); Muhammed b. İsmail – bir adam – Ebu Ma’şer – Musa b. Ukbe yoluyla rivayet etmiştir.

Bu isnadda belirsiz bir kimse bulunduğundan ve Ebu Ma’şer Nuceyh b. Abdirrahman’ın zayıf olması sebebiyle şiddetli zayıftır. Bu da mutabaata elverişli değildir.

Netice olarak İbn Ömer radiyallahu anhuma hadisi şiddetli zayıftır. Hafız İbn Hacer Fethu’l-Bari’de (1/409) bu hadis hakkında dedi ki: “İbn Ömer radiyallahu anhuma hadisinin bütün yolları zayıftır.”

Ahmed, Ebu Hatim, Ebu Zur’a, Buhârî, Nesâî ve daha başka imamlar bu hadisin zayıf olduğunu söylemişlerdir.

Ukaylî ed-Duafa’da (1/90) Abdullah b. Ahmed’in şöyle dediğini rivayet ediyor: “Babama (Ahmed b. Hanbel’e) bu hadisi arz ettiğimde, İsmail b. Ayyaş’tan dolayı “Bu bâtıldır” dedi.

Cabir Radiyallahu anh Hadisi

Darekutni (2/87) ve İbn Adiy el-Kamil’de (6/163); Muhammed b. el-Fadl – babası – Tavus – Cabir radiyallahu anh isnadıyla rivayet ediyorlar: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Hayızlı veya nifaslı kadınlar Kur’ân’dan bir şey okuyamazlar.”

Bu isnad çok zayıftır. Muhammed b. el-Fadl metruktur. Yahya b. Main, Ahmed, Nesâî, Darekutni ve başkaları onun kezzâb/yalancı olduğunu söylemişlerdir.

Yine Darekutni (1/121); Yahya b. Ebi Uneyse – Ebu’z-Zubeyr – Cabir radiyallahu anh isnadıyla mevkuf olarak rivayet etmiştir. Yahya b. Ebi Uneyse yalanla itham edilmiştir. Bu tarik de şiddetli zayıftır.

İbn Receb, Fethu’l-Bari’de (1/429) şöyle demiştir: “Hayızlı ve cünübün Kur’ân okumasını yasaklayan merfu rivayetler gelmiştir, ancak isnadları kuvvetli değildir. İmam Ahmed de hayızlı kadının Kur’ân okuması meselesinde bunu söylemiştir…”

Ali b. Ebi Talib Radiyallahu anh Hadisi

Amr b. Murre - Abdullah b. Seleme yoluyla; Abdullah b. Seleme dedi ki:

دَخَلْتُ عَلَى عَلِيِّ بْنِ أَبِي طَالِبٍ فَقَالَ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَأْتِي الْخَلَاءَ فَيَقْضِي الْحَاجَةَ ثُمَّ يَخْرُجُ فَيَأْكُلُ مَعَنَا الْخُبْزَ وَاللَّحْمَ وَيَقْرَأُ الْقُرْآنَ وَلَا يَحْجُبُهُ - وَرُبَّمَا قَالَ لَا يَحْجُزُهُ - عَنِ الْقُرْآنِ شَيْءٌ إِلَّا الْجَنَابَةُ

“Ben Ali b. Ebî Tâlib (radıyallâhu anh)'ın yanına girdim. Dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem helaya uğrayıp ihti­yacını giderdikten sonra çıkar ve (abdest almadan) bizimle beraber ekmekle et yiyer, Kur'ân okurdu. Cünüplükten başka hiç birşey, O'nu Kur'ân okumaktan men etmezdi.”[11]

Ravilerinden Abdullah b. Seleme hakkında ihtilaf edildiği için bu hadisin sıhhat hükmü hakkında da âlimler ihtilaf etmişlerdir:

Buhârî, Abdullah b. Seleme hakkında: “Hadisine tabi olunmaz” demiştir. Ebu Hatim ve Nesâî: “Maruf ve münker rivayetleri var” dediler. Darekutni: “Zayıf” dedi. İbn Hibbân: “Hata eder” dedi.

El-İclî: “Sika bir tabiîdir” dedi. Yakub b. Şeybe: “Sika” dedi. İbn Adiy: “Onda sakınca olmadığını umarım” dedi.[12]

İmam Şafii: “Hadis ehli bu hadisi sabit bulmamışlardır” dedi.

Beyhakî el-Ma’rife’de (1/323) dedi ki: “Şafii rahimehullah bu rivayet Abdullah b. Seleme el-Kufî etrafında döndüğü için hadisin sabit olması hususunda duraklamıştır. Çünkü Abdullah b. Seleme yaşlanmış, rivayetleri münker görülmüştür. Aklında bazı bozulmalar olmuştu. Bu hadisi ancak yaşlandıktan sonra rivayet etmiştir. Bunu Şu’be ifade etmiştir.”

İbnu’l-Munzir el-Evsat’ta (2/100) dedi ki: “Ali radiyallahu anh hadisinin isnadı sabit olmamıştır. Çünkü Abdullah b. Seleme tek kalmıştır. Amr b. Murre onun hakkında eleştiri yaparak şöyle demiştir: “Abdullah b. Seleme’den işittim, maruf ve münker rivayetleri vardır.” Bu hadisi Abdullah b. Seleme’den bizzat rivayet eden Amr b. Murre olduğu için, onu cerh ettiğinden dolayı bu hadisle hüccet getirmek batıl olmaktadır.”

El-Hattabî Mealimu’s-Sunen’de dedi ki: “Ahmed b. Hanbel Ali radiyallahu anh’den gelen bu hadisi Abdullah b. Seleme’nin durumundan dolayı zayıf görüyordu.”

Nevevî el-Mecmû’da (2/159) dedi ki: “Tirmizî hadisin hasen sahih olduğunu söyledi. Ondan başka hafız muhakkikler ise hadisin zayıf olduğunu söylediler. Şafii, Sunenu Harmele’de rivayet etti ve: “Eğer sabit ise” dedi.”

Hâfız İbn Hacer gibi bazı âlimler bu hadisi hasen saymışlardır. İbn Hacer: “Delil olarak kullanılmaya müsaittir ancak bu tartışmaya açıktır’ demiştir. Hâkim ve Zehebî bu hadisi sahih görenlerdendir.

Hafız İbn Hacer et-Telhis’te (1/139) dedi ki: “Tirmizî, İbnu’s-Seken, Abdulhak (el-İşbilî), Şerhu’s-Sunne’de el-Begavi hadisi sahih gördüler. İbn Huzeyme, Şu’benin: “Bu hadis sermayemin üçte biridir” dediğini rivayet etti. Darekutni, Şu’benin: “Bundan daha güzel bir hadis rivayet etmedim” dediğini rivayet etti.”

Yine İbn Huzeyme ve İbn Hibban Sahih’lerinde bu hadisi tahric etmişlerdir. Şeyh Ahmed Şakir de el-Musned ta’likinde (627) sahihlemiştir.

El-Elbâni el-İrvau’l-Galil’de (no: 485) dedi ki: “İbnu’l-Carud şunu ekledi: “Şu’be bu hadis hakkında: “Kabul edebileceğimiz ve inkâr edebileceğimiz kısmı var” derdi. Yani Amr (b. Murre) Abdullah b. Seleme’ye yetiştiğinde o yaşlanmıştı.”

İşte burada İbn Seleme’nin ömrünün sonlarında hafızasının değiştiğine işaret vardır. Amr b. Murre ondan ancak İbn Seleme böyle bir hale geldiği zaman rivayette bulunmuştur. Bu hadisi zayıflatmaktadır.

Nitekim imamlardan bir cemaat bunu açıkça belirtmişlerdir. el-Munziri Muhtasaru’s-Sunen’de (1/156) şöyle der: “Ebu Bekr el-Bezzar: “Bunu ancak Amr b. Murre, Abdullah b. Seleme’den rivayet etmiştir” diye zikretti…

İbn Hacer, Fethu’l-Bari’de (1/348) orta yolu tutarak şöyle demiştir: “Sünen sahipleri rivayet etmiş, Tirmizî ve İbn Hibban sahih saymışlardır. Bazıları ravilerinden birini zayıf görmüşlerdir. Doğrusu bu hüccet getirmeye elverişli, hasen türündendir.”

Hafız İbn Hacer’in hadis hakkındaki bu görüşünü onaylayamayız. Çünkü işaret edilen ravi Abdullah b. Seleme hakkında Hafızın bizzat kendisi et-Takrib’de: “Saduk, hafızası değişmiştir” demiştir. Bu hadisi de ancak hafızasının değişmesinden sonra rivayet ettiği yukarıda geçtiğine göre, görünen o ki, Hafız İbn Hacer bu hadise hasen hükmü verirken bu durumu hatırlayamamıştır. Allah en iyi bilendir…

Rivayete Getirilen Şahidin Durumu

  Ahmed (1/110) Aiz b. Habib – Amir b. es-Sımt – Ebu’l-Gurayf isnadıyla rivayet etmiştir:

“Ali Radıyallahu anh’e geldim. Abdest aldı, üç defa mazmaza ve istinşak yaptı. Üç kere yüzünü yıkadı. Ellerini ve kollarını üçere kere yıkadı. Sonra başını mesh etti, sonra ayaklarını yıkadı ve sonra dedi ki:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu şekilde abdest aldığını gördüm. Sonra Kur’an’dan bir şey okudu ve dedi ki:

“Bu cünüp olmayan kimse içindir. Cünüp olan ise okuyamaz. Bir ayet bile (okuyamaz)”[13]

Allâme el-Elbânî bu ziyadenin zayıf, mevkuf ve münker olduğunu belirtmiştir.

Zayıf olmasının sebebi Ebû’l-Gurayf adlı ravidir. Ravileri güvenilir saymada gevşek oluşu (mütesahil) bilinen İbn Hibbân’dan başkası onu güvenilir saymamıştır. Muhaddisler İbn Hibbân’ın ta’dilde tek kalmasına itibar etmemişlerdir.

Fakat Ebû’l-Gurayf hakkında Ebû Hatem er-Râzî: “Hakkında eleştiriler vardır ve rivayette meşhur değildir” demiştir. Ona: “Sen onu (Ebu’l-Gurayf’ı) mı yoksa Haris el-A’ver’i mi daha çok beğenirsin?” dediler. Dedi ki: “Haris daha meşhurdur. Onun hakkında da eleştiri yapmışlardır. Bu ise, Esbağ b. Nubate ayarında bir şeyhtir.”

Esbağ, Ebu Hatim’e göre leyyin/gevşek bir ravidir. Başkalarına göre ise metruktur. Böyle birinin rivayeti sahih olmak bir yana hasen bile olamaz.

Neticede bu ravinin durumu meçhullükten kurtulmadığı gibi hakkında eleştiriler olduğu da belirtildiğinden zayıftır.

Münker olmasına gelince bu ziyade sadece ‘Aiz b. Habîb’in rivayeti olarak gelmiştir. Bu hadisi nakleden diğer raviler bu ziyadeyi zikretmemişlerdir.

Şayet bu sahih olsaydı bile şahit getirilen merfu kısmı sarih değildir. “Sonra Kur’an’dan bir şey okudu…” kısmı şahit getirilmektedir!

Aiz b. Habîb ise İbn Adî’in de dediği gibi münker rivayetlerde bulunur.[14]

Belki de bu hadis de bunlardandır. Nitekim kendisinden daha güvenilir ve daha iyi ezberleyen kimse bunu Ali radıyallahu anh’den mevkuf olarak rivayet etmiştir. Bunu Darekutni (44) Yezid b. Harun – Amir b. es-Sımt – Ebu’l-Gurayf el-Hemedani yoluyla rivayet etmiştir: “Biz Ali radıyallahu anh ile beraber Rahbe’de idik. Rahbe’nin yukarı tarafına çıktı. Vallahi bilmiyorum küçük abdeste mi, büyük abdest bozmaya mı gitti, sonra geldi ve bir tas su istedi. Ellerini yıkadı, sonra ellerini yumdu, sonra Kur’an’dan bir kısım ezbere okudu. Sonra dedi ki:

“Biriniz cünüp olmadığı sürece Kur’an okusun. Eğer cünüp olursa, tek bir harf bile okumasın.”

Darekutni dedi ki: Bu Ali radıyallahu anh’den mevkuf olarak sahihtir.

Yine İbn Ebi Şeybe’nin rivayetinde (1/36/2) Kadı Şureyk b. Abdillah, mevkuf olarak rivayet etmiştir. Beyhaki’nin (1/89, 90) rivayetinde Hasen b. Hay ve Halid b. Abdillah da, üçü Amir b. es-Sımt’tan diyerek muhtasar ve (Ali radıyallahu anh’den) mevkuf olarak,

“Cünüp olan Kur’an’dan bir harf bile okuyamaz” lafzıyla rivayet etmişlerdir.  

Böylece bu tahkikten ortaya çıkıyor ki, mutabi olarak getirilen bu hadiste racih olan Ali radıyallahu anh’den mevkuf olmasıdır. Ali radıyallahu anh’den sahih olarak gelse de, merfu hadise şahit olmaya elverişli değildir. Bilakis şöyle denilir:

Bu merfu hadisi illetli kılar. Bu, Abdullah b. Seleme’nin hata ederek mevkuf hadisi merfu olarak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiş olduğunu gösterir. Bu uzak bir ihtimal değildir. Allah Teâlâ en iyi bilendir…”

Ali radiyallahu anh hadisi şayet sahih olduğu kabul edilseydi bile bu fiilî bir hadistir ve bundan yasaklama söz konusu olmadığı için ancak müstehaplık ifade eder.

İbn Huzeyme dedi ki: “Bu hadis cünübün Kur’ân okumasına engel değildir. Zira burada yasaklama olmayıp yalnızca Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem‘in fiili nakledilmektedir.”[15]


 

Netice

Kur’an ve sünnette cünüp veya hayızlının Kur’an okumasını yasaklayan bir delil sabit olmamıştır.

Abdestsiz, cünüp veya hayızlı olarak ve mushafa dokunarak Kur’ân okumayı yasaklayan bir nas da sabit olmamıştır. Sahabe, tabiin ve sonraki âlimler bu konuda ihtilaf etmişlerdir.

Bu ihtilafı kitaba ve sünnete döndürdüğümüzde, ancak abdestsiz olarak Allah’ı zikretmek veya Kur’ân okumanın tenzihen kerahetine delil olabilecek nas varid olmuştur.

Bazıları, cünüp iken Kur’an’ın ezberden okunabileceğini kabul ediyor, ancak mushaftan okumayı caiz görmüyorlar. Ancak bunu yasaklayan delil de yoktur. Bilakis Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Hirakl’e tam ayet yazılı mektup göndermesi, hadesu’l-ekber ile muhdis olan hayızlı ve cünübün de mushafa dokunmasının caiz olduğuna delalet etmektedir.



[1] Mürsel. Darekutnî (1/121) Beyhakî (1/87) Busayrî, İthaf (726) Metâlibu’l-‘Alîye (91) el-Elbânî, el-İrvâ’ (122)

[2] Sahih. Buhârî (5799, 183) Muslim (274)

[3] Sahih. Buhârî (283) Muslim (371)

[4] Sahih. Abd b. Humeyd (690) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (12/82) Bkz.: Muslim (374)

[5] Sahih. Muslim (1869) Buhârî (2990)

[6] İbn Hibban es-Sikat’ta (8/272) zikretmiş ve “Mustakimu’l-hadis” demiştir.

[7] 1381 yılı Şaban ayında. Kitap Medine’de el-Mektebetu’l-Mahmudiye’dedir. Bu oraya Suud devletinin beni Medine Camiu’l-İslami’yede hadis hocası olarak bahsedilen yıl davet ettiklerinde ikinci gidişimde olmuştur.

[8] Çok zayıf. Tirmizî (131) İbn Mâce (595) Darekutni (1/117) Beyhakî (1/89) Hatib el-Bağdadi Tarih (1/145) el-Ukayli ed-Duafa (1/90) İbn Adiy el-Kamil (1/298)

[9] Bkz.: İbn Adiy el-Kamil (1/300) el-Ukaylî ed-Duafa (1/90) İbn Ebî Hâtim el-İlel (1/49)

[10] El-Cerh ve’t-Ta’dil (5/371) et-Tenkih (1/135)

[11] Zayıf, münker. İbn Mâce (594) Ahmed (1/83, 84, 107, 124, 134) Ebû Dâvûd (229) Nesâî (1/144) Tirmizî (146) İbn Ebî Şeybe (1078, 1107) Humeydi (57) İbnu’l-Carud el-Munteka (52, 53) Tayalisi (101) Ebû Ya'lâ (408, 524, 623) İbn Huzeyme (208) İbn Hibbân (799, 800) Tahavi (1/87) Darekutni (1/119)

[12] Bkz.: Tehzibu’l-Kemal (3301) Lisanu’l-Mizan (2/431) İbn Hibban es-Sikat (5/12) et-Tenkih (1/137)

[13] Münker. Ahmed, (1/110 no: 830) ve Ziyâ’u’l-Makdisî, el-Muhtâre, (621).

[14] Bu konuda detaylı bilgi için bkz. Elbânî, el-İrvâ’u’l-Galîl, (2/243).

[15] İbn Hacer, Telhîsu’l-Hâbir, (s. 15).

Mushafa Abdestsiz Dokunmanın Hükmü Hakkında İcma İddiasının Butlânı -4-

 

Sonuç

Abdurrahman b. Avf ve İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan nakillerde diğer sahabeden buna karşı çıkan yoktur. Hatta İbn Teymiyye diğer sahabelerin de hristiyanlara ve kâfirlere ücretle mushaf yazdırdıklarını düşündürecek şekilde ifade etmiş, “Çünkü sahabe Hire halkına mushafları yazdırırlardı” demiştir. Sahabe ve tabiinden nakledinlerde bahsedilen şartlar zikredilmemektedir.[1]

İmam Ahmed ve diğer fakihlerin mushafa dokunmamayı ve taşımamayı şart koşmalarına gelince, bu da şu beş sebepten ötürü kabul edilemez:

1- Hanbeliler kâfire ücretle mushaf yazdırmak konusunda sahabenin fiiline dayanmışlardır. Ama sahabe ve tabiin bunu şart koşmamışlardır! Sahabenin fiilini geldiği gibi, şart koşmadan ve tahsis etmeden almaları gerekir!

2- İmam Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam, Alkame rahimehullah’ın mushaf edinmek istediği zaman onu bir hristiyana verip yazdırdığını delil getirmiştir.[2]

Alkame rahimehullah ise müşriğin ve temiz olmayan müslümanın mushafa dokunmasını caiz görmekteydi. Çünkü “Mushafa müşriğin ve tahir olmayan müslümanın dokunması babı” başlığı altında, yasaklayanların delillerini zikrettikten sonra Alkame rahimehullah’ın bu rivayetini zikretmiş ve “Âlimlerden bazı insanlar buna ruhsat vermiştir” başlığı koymuş, sonra Alkame rahimehullah’ın “Onu bir hristiyana verirdi” sözünü açıklayarak: “Yazdırma dokunmayı ve taşımayı gerektirir” demiştir.

3- Hanbelilerin mushafa dokunmak için tahareti şart koşmaları tamamen onların fıkhi görüşlerine dayalı bir durumdur. Bu görüş ise bu yazımızdan anlaşıldığı üzere zayıf bir görüştür.

4- Kâfirlerden mushaf yazmasını talep edip de ona dokunmamalarını, sayfalarını elleriyle çevirmemelerini, taşımamalarını istemek zorlama ve meşakkatlendirme demektir. Hatta imkânsızı istemektir. Anlaşılacağı üzere bu düşünülemeyecek bir durumdur.

5- Cumhurun görüşü ki İmam Ahmed’den de rivayet edilen görüştür, kâfirlerin mushaf yazdırmak üzere ücretle tutulmalarını men etmektir. Bu konuda üç illet öne sürülmüştür:

Birincisi: Bunda müşrikten yardım istemek söz konusudur ki bu caiz değildir.

İkincisi: Mushaf yazmak Allah’a bir yakınlık sebebidir. Kâfirde bu durum gerçekleşmez.

Üçüncüsü: Yazmak, yazılan şeye dokunmak demektir. Bu da taharet üzere olmayı gerektirir.

Eğer bir kimse; “İmam Ahmed “Mushaf yazan az olduğu için Hire hristiyanları mushaf yazıyorlardı” demiştir” derse, bu konuda ihtiyaç ve maslahat bulunması haliyle illetlendirilir. Sahabenin muhdis kimsenin mushafa dokunmasını caiz gördüklerine delil getirilmez.”

Buna iki açıdan cevap verilir:

1- Sahabenin bunu ihtiyaç ve maslahattan dolayı yaptıklarını ispat etmeleri istenir.

2- İhtiyaç ve maslahat bulunduğu kabul edilecek olursa, bu durumda bize delil olur. Çünkü ihtiyaç ve maslahat halince kâfirlerin mushafa dokunmaları caiz oluyorsa, abdesti olmayan veya cünüp müslümanın mushafa dokunması da ihtiyaç ve maslahat sebebiyle mubah olur.

Yine İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen rivayette cima edilen yatağa mushaf koymayı caiz görmüştür. Ebu Ubeyd el-Kasım b. Sellam rahimehullah bunu müşrik ve tahir olmayan müslümanın mushafa dokunmasının cevazına delil getirmiştir.

Yine Aişe radıyallahu anha’nın çarşaf üzerine mushaf koymayı caiz görmesi de böyledir. Hafız el-Mustagfiri rahimehullah muhdis kimsenin Kur’ân’a dokunmasında ruhsat görüşünü İbn Abbas radıyallahu anhuma’ya nispet etmiş ve bu konudaki rivayeti delil getirmiştir.[3]

Sahabeden ve tabiin âlimlerinden; Said b. Cubeyr, eş-Şa’bi, Alkame, İbn Ebi Leyla, el-Hasen el-Basri, Muhammed b. Sirin, İbrahim en-Nehai, Ebu Rezin, el-Hakem, Hammad, ed-Dahhak, Davud, Ebu Sevr rahimehumullah’tan, bir de sapıkların imamı Ebu Hanife’den nakledilen bütün bu sözlere rağmen nasıl olur da mushafa abdestsiz dokunmanın caiz olmadığında icma olduğunu iddia edebiliyorlar?

Bu durum bütün mezhep taklitçiliklerinin birbirinden kokuşmuş cahiliye olduğunu göstermiyor mu?

Helal ve haram koyma yetkisi sadece Allah’a ve bunu beyan yetkisi sadece Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ait olduğu halde, sırf “dört mezhep ittifak etmiştir”  iddialarıyla nice haram helal kılınıp, nice helal haram kılınmıyor mu?

Allah İmam Ahmed’e rahmet etsin şöyle demişti: “Hakkında icma iddia edilen şey bir yalandır. İcma iddia edenler yalancıdır. Belki insanlar ihtilaf etmişlerdir de ona ulaşmamıştır, o da: “İnsanların ihtilaf ettiklerini bilmiyoruz” der.”[4]

Taklitçi olmayan muhakkik imam İbn Teymiyye rahimehullah ise şöyle der: “Bir kimsenin ihtilaflı meselelerde bir kimsenin görüşünü delil getirme hakkı yoktur. Hüccet ancak nas, icma ve şer’î delillerle sunularak istinbat edilmiş delildir. Bazı âlimlerin sözleri delil değildir! Zira âlimlerin görüşleri de şer’î delillere muhtaçtır. Şer’i deliller ise âlimlerin görüşlerine muhtaç değildir. Belli bir mezhep üzere yetişen ona alışır ve o mezhepte bulunanlara itikad eder. Bu kimse şer’i delilleri güzel beceremez, rasul sallallahu aleyhi ve sellem’den gelip ümmetin kabul ile karşıladığı, iman edilmesi gereken şeyler ile âlimlerden bazısının görüşleri arasında farkı göremez. Bu kimseye hüccet de ikame edilemez. Bu ayrımı yapamayan kimseler, âlimlerin sözleri hakkında da ilimle konuşamaz. O sadece başkalarının sözlerini nakledenlerin taklitçisinden ibarettir!”[5]



[1] Bkz.: İbn Ebi Davud el-Mesahif (s.300)

[2] Ebu Ubeyd Fadailu’l-Kur’ân (s.401) İbn Hazm el-Muhalla (1/99)

[3] Mustagfiri Fadailu’l-Kur’an (1/217)

[4] Abdullah b. Ahmed Mesail (1578) bk.: İbn Kayyım İ’lamu’l-Muvakkiin (2/54)

[5] Mecmuu’l-Fetava (26/202)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)