Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

7 Kasım 2024 Perşembe

Deccal Neden Filistin’i Sordu?

 Fatıma bt. Kays radıyallahu anha’dan: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem minbere çıktı ve güldü. Buyurdu ki:

Muhakkak ki Temim ed-Dari bana bir şey anlattı, buna sevindim ve size de anlatmak istedim: Filistin halkından bazı insanlar denizde gemiye binerek açılmışlar, gemi onları denizdeki adalardan bir adaya atmış. Bir de bakmışlar ki  elbisesi kıllarından ibaret olan bir şey görmüşler. Demişler ki:

“Sen de nesin?” O da: “Ben el-Cessase’yim” demiş. Onlar: “Bize haber ver” demişler. O da demiş ki: “Size ben haber veremem, size haber de soramam. Lakin köyün uzağındaki yere gidin. Zira orada sizin haber alabileceğiniz ve size haber soracak kimse var” Bunun üzerine köyün uzak yerine gittik. Bir de baktık ki zincirlere bağlı bir adam! Dedi ki:

“Bana Zugar pınarından haber verin!” Biz: “Dolup taşmaktadır” dedik. Dedi ki:

“Bana Buhayra’dan (yani Taberiye gölünden) haber verin” Biz: “Dolup taşmaktadır” dedik. Dedi ki:

“Bana Ürdün ile Filistin arasında bulunan Beysan hurmalıklarından haber verin, meyveleri yeniyor mu?” Biz: “Evet” dedik. Dedi ki:

“Bana Nebi’den haber verin, O gönderildi mi?” Biz: “Evet” dedik. Dedi ki:

“Bana insanların durumunu haber verin.” Dedik ki: “Hızla O’nun dinine giriyorlar.” Bunun üzerine öyle bir sıçradı ki neredeyse zincirlerinden kurtulacaktı. Dedik ki:

“Sen de nesin?” Dedi ki: “Ben Taybe (Medine) dışında bütün şehirelere girecek olan Deccal’im.”[1]

Faideler:

1- Temim b. Evs el-Lahmî ed-Dârî el-Filistinî radıyallahu anh hristiyan iken hicri 9. Yılda Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e elçi olarak gelmiş, müslüman olmuş ve müslümanlığı da güzel olmuştur. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in ondan Cessase kıssasını nakletmiş olması kendisinin faziletlerindendir. Osman radıyallahu anh’ın öldürülmesinden sonra Beytu’l-Makdis’e yerleşmiş ve hicri 40 yılında vefat etmiştir.

2- Bu rivayet, daha üstün olanın kendisinden daha düşük durumda olan birinden rivayet etmesine ve akide konusunda ahad haberin kabul edilmesine bir delildir. Eşariler, Maturidiler ve Hizbu’t-Tahrirciler gibi sapık fırkalar ve benzerleri ise akidede ahad haberi kabul etmezler!

3- Temim radıyallahu anh’ın anlattığı bu kıssayı Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ümmetine anlatmak istemiştir. Çünkü daha önce Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in vermiş olduğu haberleri tasdik eden ve nübüvvet delillerinden olan bir kıssadır.

4- Bu hadis, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in zamanında Filistin’in bilinmekte olduğunu göstermektedir. Temim radıyallahu anh Filistin hakından idi ve bu gemi yolculuğunda bulunanlardan biri idi.

5- Cessase, Deccal için casusluk yapan, haber araştıran bir yaratıktır.

6- Bu hadiste âhir zamanda zuhur edecek Deccal’in insan suretinde ortaya çıkacağına delil vardır. Çünkü onu zincirlere bağlı bir adam/insan suretinde görmüşlerdir.

7- Onun zuhuruna henüz izin verilmediği için hareket özgürlüğüne sahip değildir, zincirlere bağlıdır. Dünyayı yöneten güçler olduğu söylenen kodamanların da zincirli halde bulunan Deccal ile irtibat halinde olmaları mümkündür. Nitekim hadiste geçen Filistin halkından bu topluluk onunla görüşüp konuşmuşlardır.

8- Zugar pınarı Şam’da, Belkâ taraflarında, Eriha şehrine yakın yerde bir pınardır. Şu ân Aynu’s-Sultan (Sultan Pınarı) olarak adlandırılmaktadır. Günümüze kadar suyu dolu olarak devam edegelmiştir.

9- Beysan, 1948 yılında Yahudilerin işgal ettikleri bir Filistin şehridir.

10- Deccal, Mekke, Medine, Beytu’l-Makdis ve Tur dışında bütün şehirlere girecektir.

11- Filistin ve Ürdün Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı tarafından Şam beldeleri olarak bilinmekteydi. Aynı şekilde Deccal de bunu biliyordu. Bu da ahir zaman hadiselerinin merkezinin bu bölge olacağını göstermektedir.

12- Deccal yeryüzünde hayattadır, mevcuttur ve rızıklanmaktadır. Lakin zuhur edeceği vakte kadar hapistir.

13- Deccal kendisinin Deccal olduğunu bilmekte ve itiraf etmiştir. Lakin zuhur ettiği zaman bunu yalanlayacak, insanları saptırmak için desiseler kuracaktır.

14- Yeryüzünde fesat çıkaranlar kendilerinin ve davetlerinin hakikatini biliyorlar lakin onlar insanları saptırmak için iyilik ve ıslaha davet ettiklerini iddia ederler. “Onlara: “Yeryüzünde fesat çıkarmayın!” denildiği zaman: “Biz ancak ıslah edicileriz” derler. Dikkat edin! Doğrusu onlar fesat çıkaranların ta kendileridir; ne var ki farkında değiller.” (Bakara 11-12)

Onlara kendi elleriyle sundukları şey sebebiyle bir musibet geldiği zaman nasıl olacak?! Sonra sana gelerek: “Biz ancak iyilik etmek ve ara bulmak istedik!” diye Allah’a yemin ederler.” (Nisa 62)

Yahudilerle İranlıların Uyumu

Enes b. Malik radıyallahu anh’den; Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 Deccal’e Esbehan Yahudilerinden taylasanlı yetmiş bin Yahudi tabi olur.”[2]

Faideler:

1- Deccal zuhur ettiği zaman ona Asbahan’ın Yehudiyye denilen köyünden Yahudiler tabi olurlar.

2- Burada taylasan ile kastedilen, yuvarlak ve yeşil renkte olan, başın üzerine örtülen, geniş ve uzun olup omuzun iki yanına ve sırta sarkıtılan Yahudi libasıdır. Arap ülkelerenin çoğunda günümüzde sarık yerine tercih ettikleri, başları üzerinden örttükleri beyaz örtüler de taylasandır ve İslam’da bu kıyafet meşru değildir!

3- İbn Teymiyye rahimehullah el-Cevabu’s-Sahih’te (1/177) şöyle demiştir: “Yahudiler Mesih ile müjdelenince onun Meryem oğlu İsa olmadığı şeklinde te’vil ettiler. Ahir zamanda gelecek Mesih’i beklemektedirler. Hakikatte onlar Mesih Deccal’i bekliyorlar. Zira ona Yahudiler tabi olacaklardır. O yanında Asbahan Yahudilerinden yetmiş bin taylasanlı Yahudi ile birlikte çıkacaktır. Müslümanlar onlarla savaşacak, hatta Sahih’te sabit olduğu üzere, ağaç ve taş: “Ey müslüman! İşte arkamda bir Yahudi var” diyecek” o da onu öldürecektir.”

4- Bu hadis her Sünnî Müslümanın derin düşünmesini ve doğru bir analiz yapmasını gerektiriyor. O zaman Yahudiler ile İran Rafizileri arasındaki dostluk açıkça ortaya çıkar! Zira İslam ve Müslümanlar aleyhinde kurulan global emperyalizmin merkezi İrandır! Nitekim Yahudi ve Şii liderlerden birçoğu bu yakın dostuğu, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’i hedef almadaki ittifaklarını birçok defa açıkça ifade etmişlerdir!

Önceki Yahudi başbakan Şaron, Muzakere’sinde (s.583) şöyle demiştir: “Bugün Şia’yı uzun zamanlardan beri İsrail’in düşmanları arasında görmüyorum.”

Şii Hizbullah’ın eski liderlerinden Subhi et-Tufeylî şöyle demiştir: “Muhakkak ki Hizbullah, İsrail’in sınırlarının koruyucusudur” (eş-Şarku’l-Evsat gazetesi 29 Receb 1424 hicri sayısı)

Şia Emel hareketinin liderlerinden Haydar ed-Dayih şöyle demiştir:  “Biz İsrail için silah taşıyoruz. Lakin İsrail bize kollarını açtı, bize destek oldu. Biz de Filistin’in güneyindeki teröristleri temizlemek için İsrail’e yardım ediyoruz.” (24.10.1983 tarihli Mecelletu’l-Usbu’u’l-Arabi dergisindeki röportaj)

Bu konuda ayrıntılı bilgi için Selim Hilali’nin Bezlu’l-Mechud Fi Merviyati Kitali’l-Yehud kitabı (s.33-51) bakabilirsiniz.

4- Taşların ve ağaçların konuşup arkasındaki Yahudileri haber vermesi, ahir zamanda Allah’a kulluk eden ve hak dine tabi olan tevhid ehlinde meydana gelecek bir keramettir. Bu keramet şahıslara değil, ümmete verilecek bir keramettir.

5- Yahudilerle savaş devam edecek, geçici anlaşma olsa bile, sulh veya ittifak ile sonlanmayacaktır. Akibet tevhid ehli âbid müslümanların olacak, Yahudileri kökten kazıyacaklardır.

6- Yahudiler bu gerçekleri öz evlatlarını bildikleri gibi bilmekte ve tasdik de etmektedirler. Bu yüzden istisna edilen Garkad ağacı yetiştirmeye özen göstermekte, bir yandan da bu konudaki hadisler Müslümanlara gizlemek için çabalamaktadırlar. Bu yüzden hadis inkarcılarının, aklî yorumlarla hakikatlerin üzerini örtmeye çalışanların müslümanlar arasında türemesini sağlamaya çalışmaktadırlar. Müslümanların Allah’tan yardım görmelerine sebep olacak olan Asr-ı Saadet’teki dine – selefiliğe – dönmemeleri için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Son günlerde birinin söze selefî, diğerinin de sözde sufi gibi gösterildiği kuklalardan iki kelamcı zındığın – ki her iki taraf da plandemide dinden irtidat edenlerdendir - “Allah gökte midir” konulu tiyatroda konuşturulması ve ikisinin de Allah’ı mekandan tenzih etme küfründe ittifak etmiş gösterilmesi de insanların Selef’in akidesinden şüpheye düşürülerek hak dinden uzaklaştırılmasında etkili olmuştur!

7- Vakti gelmeden önce bizim zamanımızda taşların ve ağaçların konuşturulmasında acele etmek mümkün değildir. Herşeyin belirli bir vakti vardır. Her şey kader iledir. Bu müjdeleri şu an işgal altında olan Filistin ortamında beklemek, Yahudilerin Filistin’deki devletinin son bulmasını şu anlar için ummak cahilliktir! Onlar hepsi birer deccal olsalar da henüz Deccal’in tabileri değillerdir! Bilakis onlar farklı devletler halindedirler. Yeryüzünü yeni devletçiklere bölmüşlerdir. Yakında Filistin bütün Ehl-i Sünnet müslümanları kucaklayacaktır.

8- Müslümanların zihinlerinde Filistin’in Özgürlüğü, Mescidu’l-Aksa’nın dönüşü gibi beklentiler ekmek uygun değildir. Ahir zamanda Yahudilerle savaş olduğu zaman Filistin müslümanlara geri dönecek, Yahudilerin zulmü sona erecektir.

Allah’ın Yahudiler hakkında sünneti şudur: “O zaman Rabbin onlara kıyamet gününe kadar üzerlerine, kendilerini en kötü azaba uğratacak kimseler göndereceğini bildirdi. Muhakkak ki Rabbin azabı çabuk olandır. Muhakkak ki O, elbette Ğafûr’dur, Rahîm’dir” (A’raf 167)

Yahudiler kıyamet gününe kadar çeşitli azaplara, bahtsızlığa ve ayrılıklara mahkumdurlar. Onlar Allah’ın yardımından mahrum edilmiş bir ümmettir. Allah onları zelil edecek ve sonunda köklerini kazıyacak kimseler göndermeye devam edecektir. Nüzul edince İsa aleyhi's-selâm ve Taifetu’l-Mansura; Deccal’e ve onun Yahudilerden, Haricilerden ve Rafizilerden olan tabilerine karşı savaşacaklardır.

Kalbinde hastalık olanlara da şu uyarıyı yapmak lazım: Özellikle plandemiden sonra yeryüzünde müslüman sayısı çok küçük bir azınlık kaldı diye endişe etmeyin! Ağaçlar, taşlar ve yeryüzünde bulunan diğer varlıklar Allah’ın ordusu olacak, Yahudilere karşı Müslümanlarla birlikte savaşacaktır.

Yahudilerin devletinin şu an için üstün bir durumda görünmesi istisnâî bir durumdur, yaz bulutundan ibarettir! Yahudiler bunu, İslam ümmetini tevhid akidesinden ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ittiba’dan uzaklaştırmak, müslümanlar arasında bulunan münafık işbirlikçileri vesilesiyle harp ateşini yakmak sayesinde başardılar!

Çünkü Yahudiler tarihleri boyunca zelil, kahrolmuş bir ümmmettir! Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Böylece üzerlerine alçaklık ve yoksulluk vuruldu. Allah’tan bir gazaba uğradılar; işte bu, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere nebilerini öldürmeleri sebebiyledir. İşte bu, isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyledir.” (Bakara 61)

İslam ümmeti ise, İsrailoğullarının bile yaptıklarını yapamadılar! Dikkat edin! Plandemi’de dünyadaki bütün müslüman ülkelerin toptan dinden çıkışlarına şahit olmadık mı? Filistinliler de bunlar arasında idi. Hastalık korkusuyla cemaatle namazlar, hac, umre, safları birleştirme yasaklanınca herkes bu yasağı haklı bulmadı mı? Herkes kendi canının derdine düşüp karşılığında dinlerini satmadı mı?

Şimdi şu ayetlerde anlatılan kıssayı bir düşünün ve neden “İsrailoğullarının yaptığını bu ümmet yapamadı” dediğimi anlayın:

 Hani Mûsâ kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Gerçekten siz o buzağıyı (ilah) edinmekle kendinize zulmettiniz; hemen yaratanınıza tevbe edin de nefislerinizi (birbirinizi) öldürün. Bu yaratanınız katında sizin için daha hayırlıdır.” Bunun üzerine tevbenizi kabul etti. Şüphesiz ki O, Tevvab’dır, Rahim’dir.” (Bakara 54)

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan:

قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ {فَتُوبُوا إِلَى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُوا أَنْفُسَكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ} قَالَ أَمَرَ مُوسَى قَوْمَهُ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ عَزَّ وَجَلَّ أَنْ يَقْتُلُوا أَنْفُسَهُمْ قَالَ فَاحْتَبَى الَّذِينَ عَكَفُوا عَلَى الْعِجْلِ فَجَلَسُوا وَقَامَ الَّذِينَ لَمْ يَعْكُفُوا عَلَى الْعِجْلِ وَأَخَذُوا الْخَنَاجِرَ بِأَيْدِيهِمْ وَأَصَابَتْهُمْ ظُلْمَةٌ شَدِيدَةٌ فَجَعَلَ يَقْتُلُ بَعْضُهُمْ بَعْضًا فَانْجَلَتِ الظُّلْمَةُ عَنْهُمْ وَقَدْ أَجْلُوا عَنْ سَبْعِينَ أَلْفَ قَتِيلٍ كُلُّ مَنْ قُتِلَ مِنْهُمْ كَانَتْ لَهُ تَوْبَةٌ وَكُلُّ مَنْ بَقِيَ كَانَتْ لَهُ تَوْبَةٌ

“Musa aleyhi's-selâm, kavmine dedi ki: “Hemen yaratanınıza tevbe edin de nefislerinizi (birbirinizi) öldürün. Bu yaratanınız katında sizin için daha hayırlıdır.” Bunun üzerine tevbenizi kabul etti. Şüphesiz ki O, Tevvab’dır, Rahim’dir.” (Bakara 54) Musa aleyhi's-selâm kavmine rabbinin, birbirlerini öldürmelerine dair emrini bildirdi. Bu­nun üzerine buzağıya tapanlar saklandılar ve bulundukları yerlerde oturup kal­dılar. Buzağıya tapmayanlar ise hançerleri ellerine alıp diğerlerini öldürmek istediler. Tam o sırada kendilerini şiddetli bir karanlık kapladı. Onlar da karanlıkta birbirlerini öldürmeye giriştiler. Karanlık kalktığında yetmiş bin kişinin öldüğü görüldü. Bu olay, öldüren için de, öldürülen için de bir tevbe idi.”[3]

Allah tevbelerinin kabulü için İsrailoğullarına birbirlerini öldürmelerini emretti, onlardan bu emri yerine getirenler bağışlandı.

İşte iman böyle bir şeydir! Şimdi siz düşünün, Allah, düşman karşısında savaş halinde dahi cemaatle safları sıklaştırarak namazı emretmişken, “Hayır efendim, safları birleştirir, cemaatle namaz kılarsak hasta oluruz, ölürüz” diyenlerin iman iddiası mı, yoksa Allah’ın affına mazhar olmak için kendilerini öldürenlerin iman iddiası mı daha doğrudur?

Peki ya safları ayırıp mesafe koymayı, cemaatle namaz kılmamayı dinin vacibi sayan, sokağa İblis’in emri olan maskeyi takmadan çıkanın kul hakkına girdiği, haram işlediği fetvasını veren küfür önderi hocaları tasdik edenleri, İslam’ı terk edip uydurulan bu yeni Sıfırlama dinine girenleri tekfir etmeyenler, “Gazze’de müslümanlar öldürülüyor” diye yaygara yaparken ne kadar haklı olabilirler ki? Hakikatte Yahudi kafirler, kitapsız kafirlere dönmüş Filistin’lileri öldürüyor değil mi?



[1] Muslim (2942)

[2] Muslim (2944)

[3] Sahih. Taberi Tefsir (1/680)

2 Kasım 2024 Cumartesi

Zayıf Hadisle Amel İle Zayıf Hadisi Rivayeti Birbirine Karıştıranlar!

 Bu meselede şu ayrıntıların bilinmesi gerekir:

1- Akide konusunda zayıf hadisle amel etmenin caiz olmadığında icma edilmiştir.

2- İlim ehlinin çoğunluğu ahkâm konusunda zayıf hadisle ameli caiz görmezler.

3- Faziletler, tefsir, megazi ve siyer konusunda zayıf hadisle amel ve hüccet getirme, ilim ehlinin cumhuruna göre zayıflığın şiddetli olmaması, zayıf hadisin genel bir esasın kapsamında olması, onunla amel edildiğinde onun sabit olduğuna itikad edilmemesi şartlarıyla cevaz verilmiştir.

Nevevî ve Molla Aliyu’l-Kârî amellerin faziletleri konusunda zayıf hadisle amel edilebileceğine dair icma nakletmişlerdir. Lakin Ebu Hatim, Ebu Zur’a, İbnu’l-Arabî, eş-Şevkânî, el-Elbani gibi ilim ehlinden bir topluluk bunun aksini söylemişlerdir. Şeyhulislam İbn Teymiyye ve İbn Kayyım rahimehumallah’ın sözleri ile Buhârî ve Muslim’in uygulamaları da buna delalet etmektedir.

Buna göre dinin hiçbir bâbında mutlak olarak zayıf hadisle amel edilemez, ancak isti’nâs olarak yani aslı sahih naslarla sabit olmuş bir meselede zayıf hadis zikredilebilir. İbnu’l-Kayyım rahimehullah zikredilen iki görüşün arasını bu şekilde bulmuştur.

Doğrusu şudur: Hakkında galip zan oluşup da hasen ligayrihi derecesine çıkmadığı sürece zayıf hadisle hiçbir konuda amel edilemez.

Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi isteyen Şeyh Abdulkerim el-Hudayr’ın el-Hadisu’d-Daif ve Hukmu’l-İhticâc Bihi adlı risalesine bakabilir.

İmam Buhârî ve Zayıf Hadisle Amel Hakkında Ortaya Atılan Bir Şüpheye Cevap:

İmam Buhârî rahimehullah’ın faziletler konusunda zayıf hadisle ameli caiz gördüğü, el-Edebu’l-Mufred kitabında zikrettiği hadislerin buna delalet ettiği şeklinde bir şüphe dile getirilmektedir.  

Et-Tehânevî ve İbn Muflih’in el-Adabu’ş-Şer’iyye kitabının muhakkiki, Buhârî’nin amellerin faziletleri konusunda zayıf hadisle amele cevaz verdiğini iddia etmişlerdir. Bu iddiaya ayrıntılı reddiye veren çalışmalar yapılmış ve yayınlanmıştır.

Burada Buhârî’nin Sahih’inde amellerin faziletleri konusunda zayıf hadis rivayet ettiği ve bunun Buhârî’nin bu konuda zayıf hadisle amele cevaz verdiğini gösterdiği iddiasına cevap verilecektir.

Hafız İbn Hacer, “Dünyada bir garip gibi veya geçip giden bir yolcu gibi ol[1] hadisi hakkında dedi ki: “Bunu rivayette et-Tafavî tek kalmıştır. Bu, Sahih’in gariblerindendir. Sanki Buhârî tergib ve terhib hadislerinden olduğu için bu konuda şiddet göstermemiş gibidir. Allah en iyi bilendir. Sonra Nevadiru’l-Usul kitabında Malik b. Suayr – el-A’meş tarikiyle bir mutabî’ini buldum.[2] Allah en iyi bilendir.”[3]

Et-Tehânevî, bu sözleri Buhârî’nin tergib hadisleri konusunda gevşek davrandığına delil getiriyor![4]

Halbuki onun bu iddiasına burada bir delil yoktur. Çünkü İbn Hacer’in kendisi de Malik b. Suayr’ın mutabaatından dolayı bu sözünden dönmüştür!

Hem sonra et-Tafavî yani Muhammed b. Abdirrahman adlı ravi de zayıf değildir. O ancak hasenu’l-hadistir.

İbnu’l-Medinî onun sika olduğunu söylemiştir.[5]

İbn Main onun hakkında: “Sâlih” demiştir.[6]

Diğer rivayette İbn Main: “Onda bir sakınca yoktur” demiştir.[7]

Ebû Dâvûd: “Onda bir sakınca yoktur” demiştir.[8]

Ebu Hatim müteşeddidlerden olmasına rağmen: “Onda bir sakınca yoktur, saduktur, ancak bazen yanılır” demiştir.[9]

Ancak Ebu Zur’a’nın: “Munkeru’l-Hadis”[10] sözüne tutunanlar onu zayıf görmüştür. Yine Ebu Zur’a: “Saduktur, ancak bazen yanılır” demiştir.[11]

Üstelik Muhammed b. Abdirrahman et-Tafavî tek kalmamış, az önce geçtiği gibi Malik b. Suayr da ona mutabaat etmiştir.

El-Hâzimî şöyle demiştir: “Buhârî’nin zayıflık türlerinden bir türe nispet edilen kimselerin hadisini tahriç ettiğini asla onaylamıyoruz. Şayet bu ravilerde zayıflık olsa da Buhârî’nin katında bu kimselerin hadisi sabit olduğu için tahriç etmiştir.”[12]

Faziletler konusunda gevşek davranma metodu bu gibi örneklerle asla İmam Buhârî’ye nispet edilemez. Aksini iddia edenin açık bir delil getirmesi gerekir. Nitekim el-Kâsımî şöyle demiştir:

“Buhârî’nin mezhebinin zahiri faziletler konusunda zayıf rivayete cevaz vermemiş olmasıdır. Sahih’inde koştuğu şart bunu göstermektedir.”[13]

Evet, Buhârî’nin Sahih’inde gözettiği şartlar zikredilen iddianın aksine delalet etmektedir. İmam Buhârî rahimehullah şöyle demiştir:

“el-Cami kitabıma ancak sahih olanları aldım. Kitabın uzamaması için birçok sahihleri de almadım.”[14]

Lakin Buhârî’nin el-Edebu’l-Mufred kitabında zayıf hadisler tahriç etmiş olmasının, faziletler gibi konularda zayıf hadislerin rivayetinde müsamaha gösterdiğine delalet ettiği söylenebilir. Allah en iyi bilendir.

Zayıf hadisle amel başka bir şey, zayıf hadisin rivayetine cevaz vermek başka bir şeydir!

Adabu’ş-Şer’iyye Muhakkiki şöyle demiştir: “Buhârî Edebu’l-Mufred kitabında zikrettiği her hadisin sahih olması şartını gözetmemiştir. Bu şartı ancak Sahih’inde gözetmiştir. Burada tahric ettiği hadislerin bazılarını Muslim Sahih’inde tahric etmiştir. Diğerlerinin genelini Sünen ve Musned sahipleri de tahriç etmişlerdir. Bunlar arasında sahih, hasen ve zayıflığı hafif olan zayıf hadisler vardır. Bu da Buhârî’nin amellerin faziletleri, incelikler ve menkıbeler konusunda zayıf hadisle ameli caiz gördüğünü göstermektedir.”[15]

Bu açıklamasıyla bu muhakkik de Nevevî’nin düştüğü hataya düşmüş, “zayıf hadisle amel” ile “zayıf hadisi rivayet” konularını birbirine karıştırmıştır! Nitekim günümüzde de birçok kimse bu önemli ayrıntıya dikkat etmediğinden bu ikisini birbirine çokça karıştırıyorlar!



[1] Sahih. Buhârî (Fethu’l-Bari 11/237) İbn Ebi Asım ez-Zuhd (185) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (3/301) İbn Hibban (2/471) Beyhakî (3/369) Beyhakî Şuab (7/261) el-A’meş – Mucahid – İbn Ömer radıyallahu anhuma tarikiyle merfuan rivayet ettiler. Bu rivayette el-A’meş’e mutabaat da sabit olmuştur.

[2] Aynı şekilde Malik b. Suayr tarikiyle; Hattabi el-Uzlet’te (s.44) ve Kudai Musnedu’ş-Şihab’da (1/644 no:373) rivayet etmişlerdir.

[3] İbn Hacer Hedyu’s-Sari (s.463)

[4] Kavaid Fi Ulumi’l-Hadis (s.426)

[5] Buhârî Sunenu’l-Kubra (3/369) Şuabu’l-İman (7/262) isnadı sahihtir.

[6] İbn Ebî Hâtim el-Cerh ve’t-Ta’dil (7/324) isnadı sahihtir.

[7] Abbas ed-Devrî Tarihu İbn Main (4/124)

[8] Mizzi Tehzibu’l-Kemal (25/654)

[9] El-Cerh ve’t-Ta’dil (7/324)

[10] El-Cerh ve’t-Ta’dil (7/324)

[11] İbn Ebî Hâtim İlelu’l-Hadis (1/127)

[12] Şurutu’l-Eimmeti’l-Hamse (s.70)

[13] Kavaidu’t-Tahdis (s.113)

[14] El-Halilî el-İrşad (s.380) Mizzi Tehzibu’l-Kemal (24/442) Zehebi Siyeru A’lami’n-Nubela (12/402) İsnadı hasendir.

[15] Et-Ta’lik Ala Adabu’ş-Şer’iyye Liibni Muflih (1/8)

30 Ekim 2024 Çarşamba

Ebu’z-Zubeyr’in Muan’an Rivayetleri Hakkında

 Ebu’z-Zubeyr Muhammed b. Muslim b. Tedrus el-Mekkî; Cabir b. Abdillah b. Amr b. Haram el-Ensarî radıyallahu anhuma’dan rivayette bulunmuştur.

Eğer Ebu’z-Zubeyr’den rivayet eden kişi Leys b. Sa’d’dan başkası ise ve tahdis sigasını tasrih etmemişse (an’aneli rivayet etmişse) bu rivayeti tedlis sebebiyle eleştirilir” diyen kimsenin sözü reddedilir. Hadis ehli Ebu’z-Zubeyr’in Cabir radıyallahu anh’den yaptığı rivayeti en sahih isnadlardan sayma konusunda ittifak etmişlerdir.

1- Burada Ebu’z-Zubeyr’i tedlis ile niteyelenin tedlis sözüyle kastı nedir? Bu, ravinin haberinin reddedilmesini gerektiren kınanmış tedlis midir? Çünkü tedlis kelimesi birçok şey hakkında kullanılmıştır. Bazen aradan ravinin iskat edilmesi sebebiyle, irsal hakkında da tedlis tabiri kullanılmıştır.

Ebu’z-Zubeyr Hicaz halkındandır. Onlar tedlisi bilmezler.

Şu’be b. el-Haccac tedlise karşı katı tutumuna rağmen Ebu’z-Zubeyr’den rivayette bulunmuş ve onun hakkında tedlis zikretmemiştir.

Muslim, Ebu’z-Zubeyr’in an’aneli rivayetlerini Sahih’inde rivayet etmiştir.

Darekutni Sahihayn üzerine yaptığı istidrakta Ebu’z-Zubeyr’in hadislerini almış ve hiçbir hadisinde tedlise işaret etmemiştir.

Buhârî, Ebu Hatim, el-Ukaylî, İbn Adiy ve İbn Hibban Ebu’z-Zubeyr’in hal tercemesini zikretmişler ama onu tedlis ile nitelememişlerdir.

2- Tedlisin birçok türleri vardır. İsnad tedlisi, şuyuh tedlisi, atıf tedlisi, sükut tedlisi gibi beş veya altı çeşidi vardır. Ebu’z-Zubeyr’in suçlandığı tedlis hangisidir?

3- Ebu’z-Zubeyr çok tedlis yapanlardan mıdır? Tedlis yaptığı söylenen herkes çok tedlis yapanlardan değildir. Ebu’z-Zubeyr’i hafızlardan hiçkimse tedlis ile nitelememiştir. Ancak Nesâî rahimehullah onun tedlis yaptığını zikretmştir.[1] Ebu Hatim’in de bu şekilde anlaşılabilecek bir sözü vardır. Başka kimse Ebu’z-Zubeyr’i tedlis ile nitelememiştir.

Nesâî, Ebu’z-Zubeyr’in altmıştan fazla hadisini tahric etmiş, bunlardan hiçbirini illetli bulmamıştır. Bununla beraber Ebu’z-Zubeyr’i tedlis ile nitelemiştir. Bunun anlamı onun an’aneli rivayetleri reddetmek demek değildir, an’aneli rivayetin reddedilmesi yalnızca metinde nekaret olması haliyle alakalıdır. Nesâî, hadis terimlerinin muhaddisler katında karar kılmasından önce, mürsel rivayette bulunanları tedlis ile nitelemiştir. Hâlbuki tedlis bir kusurdur, ama mürsel rivayet etmek kusur değildir.

Hakim Marifetu’l-Ulum’da açıkça Ebu’z-Zubeyr’in müdellis olmadığını söylemiştir.

Ebu’z-Zubeyr’in hadislerini araştırdığımızda bazen Cabir radıyallahu anh’den rivayetinde arada başka bir şahsı zikretmiştir. Şayet çok tedlis yapan biri olsaydı elbette bu vasıtayı iskat ederdi. Yine onun rivayetinde bazen bu vasıtayı zikretmediğini görürüz. Müdellislerin çoğunun hadislerini araştırdığımızda kendisiyle rivayette bulunduğu şahıs arasındaki vasıtayı zikretmediğini görürüz. Burada tedlis yapmış olma ihtimali olur. Ama Ebu’z-Zubeyr’in hadislerini Sahih’lerde, Sünen’lerde, Müsned’lerde ve Musannef’lerde araştırdığımızda sadece düzgün rivayetlerini buluyoruz. Onun ancak çok az tedlis yaptığı söylenebilir ki, az tedlis yapanların an’aneli rivayetleri aksini gösteren bir delil bulunmadığı sürece işitmeye ve ittisale hamledilir.

4- Ebu’z-Zubeyr’in tedlis yaptığı varsayılırsa, Ebu’z-Zubeyr ile Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma arasındaki vasıta; meşhur Cabir Sahifesi’dir. Bunu el-Hasen el-Basrî, Katade, eş-Şabî gibi tabiinin büyüklerinden ilim ehli de rivayet etmişlerdir.

Yine Ebu Hatim er-Razi rahimehullah ve başkaları, Ebu’z-Zubeyr’in Suleyman b. Kays el-Yeşkurî vasıtasıyla Cabir radıyallahu anh’den rivayette bulunduğunu belirtmişlerdir.[2] Suleyman b. Kays el-Yeşkurî de sikadır. Böylece tedlis ile söz konusu olabilecek zaaf ihtimali kökünden yok olmuştur. Çünkü inkıta makbul ve merdud olmak üzere iki kısımdır. Merdud olan inkita, arada ismi düşürülen ravinin bilinmemesi veya zayıf bir ravi olması halinde söz konusudur. Ama ismi düşürülen ravinin sika olduğunu bilinirse bu inkıta sıhhate zarar vermez.

Mesela Humeyd et-Tavil’in Enes radıyallahu anh’den rivayetleri mutlak olarak kabul edilir. Çünkü ikisi arasındaki vasıta bilinmektedir. Her ne kadar Humeyd tedlis ile nitelense de, ikisi arasında ismi düşürülen ravinin Sabit el-Bunanî olduğu bilinmektedir. Hafızlar bu şekilde tayin etmişlerdir. Sabit el-Bunani ise çok sağlam bir ravidir. Dolayısıyla tedlis ile nitelenen Humeyd et-Tavil’in, Enes radıyallahu anh’den an’aneli rivayet etmiş olması sıhhate bir zarar vermez.[3]

Yine Ebu Ubeyde b. Abdillah b. Mes’ud’un babası İbn Mes’ud radıyallahu anh’den rivayetinde, Ebu Ubeyde, babası İbn Mes’ud radıyallahu anh’den bir şey işitmemiştir. Bununla beraber onun babasından rivayeti makbuldür. Çünkü hafızlar onun babasından rivayetlerini araştırmışlar ve bu rivayetlerin düzgün olduğunu tespit etmişler, arada ismi zikredilmeyen vasıtanın sika olduğunu anlamışlardır. Bu yüzden asrında hadis ehlinin imamı olan Ali b. el-Medinî ve başkaları Ebu Ubeyde’nin, babası İbn Mes’ud radıyallahu anh’den yaptığı rivayetleri müsned ve muttasıl kabul etmişlerdir.[4]

Yine asrındaki hadis ehlinin imamı Darekutni Sunen’inde bu tür rivayeti sahihlemiştir.[5] Hafız İbn Hacer, en-Nuket’te Nesâî’nin de bu rivayeti sahihlediğini nakletmiştir.[6]

Burası anlaşıldıysa, Ebu’z-Zubeyr’in tedlis yaptığı iddiası kabul edilecek olsa bile, onun Cabir radıyallahu anh’den yaptığı rivayette aradaki vasıtanın sika bir ravi olan Suleyman b. Kays el-Yeşkurî olduğu bilindiği için Ebu’z-Zubeyr’in an’aneli rivayeti sıhhate bir zarar vermez!

5- İmam Muslim b. el-Haccac gibi büyük hafızlar Ebu’z-Zubeyr’in Cabir radıyallahu anh’den an’aneli rivayeti kabul etmişlerdir. Tirmizî “Hasen, sahih” demiştir.

Nesâî, Sunen’inin birçok yerinde bu şekildeki rivayetleri almış, illetlendirmemiştir. Üstelik İbn Adiy gibi bazı hafızlar Nesâî’nin kitabını Sahihu’n-Nesâî diye adlandırmışlardır.[7] Nitekim Sunenu’n-Nesâî araştırıldığı zaman hadislerinin genelinin sahih hadisler olduğu görülür. İlletli bir hadis bulunduğunda ise Nesâî bu illeti açıklamıştır. Nesâî’nin şartlarının Buhârî’nin şartlarından da şiddetli olduğu söylenmiştir.[8] Ancak bu söz abartılıdır.

Yine önemli imamlar olan İbn Hibban, İbn Huzeyme Ebu’z-Zubeyr’in Cabir radıyallahu anh’den an’aneli rivayetlerini sahihlemişler, Ebu’l-Hasen ed-Darekutni, İmam Muslim’e yaptığı tenkidlerde Ebu’z-Zubeyr’in an’ane’li rivayetini sahihlemesinden dolayı eleştiri yapmamıştır. Yine Ebû Dâvûd ve İbnu’l-Carud da bu meyanda zikredilebilir.

Bu, Ebu’z-Zubeyr’in Cabir radıyallahu anh’den an’aneli rivayetleri kabul etmesi konusunda hafızların ittifakı gibidir.

6- Ebu’z-Zubeyr’in Cabir radıyallahu anh’den an’aneli rivayetlerinde münker bir hadis bulunmamaktadır. Bir iki hadis hakkında nekaret türünden eleştiri bulunsa da da bu rivayetler kabul görmüş ve sahih olarak değerlendirilmiştir.

İbn Ömer radıyallahu anhuma’nın hanımını hayızlı iken boşaması ve bunun bir talak sayılmaması hakkındaki hadisi Ebu’z-Zubeyr rivayet etmiştir. Buhârî ve başkaları da bunu Enes b. Sirin’den, bunun bir talak sayıldığı şeklinde rivayet etmişlerdir. İlim ehlinin çoğunluğu da bu görüşü tercih etmişlerdir. Ebû Dâvûd, İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayette bu konuda Ebu’z-Zubeyr’in tek kaldığını zikretmiş, İbn Abdilber de böyle söylemiştir. Ebu’z-Zubeyr’in rivayetinde bunun talak olarak sayılmadığı geçer. Bu rivayete de İbn Teymiyye, İbn Kayyım gibi ilim ehlinin büyüklerinden tabi olanlar vardır.

Ebu’z-Zubeyr’in Cabir radıyallahu anh’den an’aneli rivayetlerinin geneli düzgündür.



[1] Bkz: Zehebi Siyeru A’lami’n-Nubela (7/74)

[2] Bkz.: İbn Ebî Hâtim el-Cerh ve’t-Ta’dil (4/136)

[3] Bkz.: İbn Adiy el-Kamil (3/67) Hafız İbn Hacer Tarifu Ehli’t-Takdis (üçüncü mertebe)

[4] Hafız İbn Receb Şerhu İleli’t-Tirmizî (1/298)

[5] Sunenu’d-Darekutni (1/145 no: 44-46)

[6] En-Nuket Ala Kitabi İbni’s-Salah (1/398)

[7] İbn Adiy el-Kamil (2/381) Zehebi Tezkiratu’l-Huffaz (1/128)

[8] İbn Tahir el-Makdisi Şurutu’l-Eimme (s.104)

29 Ekim 2024 Salı

Ehl-i Sünnet’i “Allah Zatıyla Arşın Üzerindedir” Dedikleri İçin Haşevî Olmakla Suçlayan Bid’at Ehline Reddiye

 Allame el-Elbani rahimehullah Muhtasaru’l-Uluv’da (s.256) dedi ki: “Zehebî rahimehullah el-Uluvv’da şöyle demiştir:

“Malikîlerin şeyhi İmam Ebu Muhammed b. Ebi Zeyd el-Magribî (el-Kayravanî) İmam Malik’in mezhebi hakkındaki meşhur risalesinin başında şöyle demiştir:

وأنه تعالى فوق عرشه المجيد بذاته وأنه في كل مكان بعلمه

“Allah Teâlâ zatıyla yüce arşının üzerindedir. O ilmiyle her mekândadır.”

Nitekim bu ibarenin benzerini ondan önce de Ebu Ca’fer İbn Ebî Şeybe ve Osman b. Said ed-Dârimî de kullanmışlardır. Yine Sicistan vâizi Yahya b. Ammar risalesinde, Hafız Ebu Nasr el-Vâilî es-Siczî el-İbane’sinde kullanmışlardır. Es-Siczî dedi ki:

وأئمتنا كالثوري ومالك والحمادين وابن عيينة وابن المبارك والفضيل وأحمد وإسحاق متفقون على أن الله فوق العرش بذاته وأن علمه بكل مكان

“es-Sevrî, Malik, iki Hammad (İbn Zeyd ve İbn Seleme), İbn Uyeyne, İbnu’l-Mubarek, el-Fudayl, Ahmed (b. Hanbel), İshak (b. Rahuye) gibi imamlarımız Allah’ın zatıyla arşın üzerinde olduğu, ilminin ise her mekanda olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.”

İlerine geleceği üzere bu ifadeyi İbn Abdilber de kullanmıştır. Yiine Şeyhulislam Ebu İsmail el-Ensarî rahimehullah’ın ibaresi de şu şekildedir:

وفي أخبار شتى أن الله في السماء السابعة على العرش بنفسه

“Çeşitli haberlerde Allah Teâlâ’nın nefsiyle (zatıyla) yedinci gökte arşın üzerine olduğu geçmektedir.”

Yine Ebu’l-Hasen el-Kercî eş-Şafîî kasidesinde şöyle demiştir:

عقائدهم أن الإله بذاته … على عرشه مع علمه بالغوائب

“Akideleri şudur ki: el-İlah zâtıyla arşının üzerindedir, gaybleri bilmektedir.”

Allame Takiyuddin b. es-Salah’ın el yazısıyla bu kasidenin üzerine şöyle yazılmıştır:

هذه عقيدة أهل السنة وأصحاب الحديث

“Bu, Ehl-i Sünnet’in ve hadis ashabının akidesidir!”

Yine Hafız Ahmed b. Sabit et-Tarkî, Şeyh Abdulkadir el-Geylanî, Muftî Abdulaziz el-Kuhaytî ve bir taife bu lafzı kullanmışlardır.

Allah Teâlâ herşeyi zâtıyla yaratmıştır. Mahlukarı bir yardımcı olmaksızın, zâtıyla tedbir etmektedir. İbn Ebi Zeyd ve başkaları ancak Allah Teâlâ’nın bizimle olması ile arşının üzerinde bulunması arasındaki farkı açıklamayı kastetmiştir. Dediği gibi, Allah ilmiyle bizimle beraberdir. Yine: “Rahman arş üzerine istivâ etti” ayetinde bize bildirdiği üzere kendisi arşın üzerindedir.

Nitekim bu kelimeyi az önce geçtiği gibi zikredilen âlimlerden bir cemaat kullanmışlardır. Şüphe yok ki lüzumsuz kelâmı terk etmek İslam’ın güzelliğindendir. İbn Ebi Zeyd, Magrib’de ilmiyle amel eden âlimlerdendir. Ona Maliku’s-Sagir (Küçük İmam Malik) lakabı verilmiştir. Usûl ilminde zirvedeydi.

Hafız İbn Asakir, Tebyinu Kizbi’l-Mufteri Fîmâ Nusibe İle’l-Eş’arî adlı kitabında onun vefat tarihini zikretmemiştir. O 380 yılında vefat etmiştir. 389 da denildi. “Zatıyla” ifadesini kullandığı için ona yüklenmişlerdir. Keşke bunu söylemeseydi.”

El-Elbanî rahimehullah Zehebi’den bu nakli yaptıktan sonra şöyle demiştir:

“Derim ki: aralarında müellif (ez-Zehebi)nin de bulunduğu Ehl-i Sünnet’ten bu âlimler ve benzerleri hakkında el-Kevserî – Allah ona layık olduğu gibi muamele etsin – “Onlar Haşevîye şeyhleridir” diyor! Çünkü onlar İbn Ebi Zeyd’den “zâtıyla” lafzını nakletmekte koşuşturuyorlar! Bunu ya desise olarak ya da yükselme hırsıyla söylüyor!

Yani “Allah zatıyla el-Mecîd’dir” dedikleri için! Böylece ilim ehlinin sözleri hakkında ortaya attığı tereddüt aslında (Allah’ın arş üzerinde olduğunu) bir inkârdır veya te’vili bâtıl bir te’vildir!

Zehebi’nin: “Keşke bunu söylemeseydi” sözü hakkında el-Elbani şöyle demiştir: “Zehebi bu söz hatalı olduğu için değil, insanların ona yüklenmemeleri için söylemiştir. Nitekim kendisi ondan önce bu sözü söyleyen âlimleri zikretmiştir. Hakikatte bu söz ile müellif (Zehebi)’nin az önce geçen: “Allah her şeyi zatıyla yaratmıştır” sözü arasında bir fark yoktur! Bu açıklama için İbn Teymiyye’nin Hadisu’n-Nuzul (s.56)’ya bakın.”

El-Elbani’den nakil bitti.

Peki el-Kevserî gibi zındıkların ve onların kuyruklarının, Kitap ve sünnet naslarına teslim olanlar hakkında sık sık kullandıkları Haşevî sözü nereden geliyor?

Haşv kelimesi itibar edilmeyen lüzumsuz söz demektir. İnsanların rezillerine de “haşvetu’n-nas” derler. (Bkz.: Lisanu’l-Arab (14/180)

İslam’da Haşevi kelimesini kullanan ilk kişi olarak Mu’tezile önderi Amr b. Ubeyd bilinmektedir. Ona İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan kendisinin görüşüne aykırı bir şey nakledilince:

“İbn Ömer Haşevî idi” demiştir. Mu’tezile sıfatları ve kaderi ispat edenlere Haşevî demeyi adet edinmişlerdir. (Bkz.: İbn Teymiyye Beyanu Telbisi’l-Cehmiyye (1/244)

İmam Ebu Hâtim er-Razi rahimehullah şöyle demiştir:

علامة الزنادقة تسميتهم أهل الأثر حشوية يريدون بذلك إبطال الأثر

“Zındıkların alâmeti Eser ehlini “Haşeviye” diye isimlendirmeleridir. Bununla rivayetleri iptal etmek isterler.” (es-Sabuni Akidetu’s-Selefi Ashabi’l-Hadis s.132)

Evet, buna göre Haşevî’likle itham edilen ilk kişi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine sıkı bağlılıyla bilinen sahabi İbn Ömer radıyallahu anhuma’dır!

Bu ithamı yapanların ilki de Amr b. Ubeyd zındığıdır!

İbn Ömer radıyallahu anhuma bize ne güzel bir imamdır ve Amr b. Ubeyd o zındıklara ne berbat bir imamdır!

28 Ekim 2024 Pazartesi

Allah’ı Mekân’dan Tenzih Etmek Cehmiyye'nin Kavlidir!

 Allah Teâlâ hakkında mekân olan arşının üzerinde olduğunu söylemek sahihtir, mekan lafzı Sahihayn’da ve başka eserlerde sabit olmuştur. Yine sahabe ve tabiinden de Allah Teâlâ hakkında mekânı ispat eden ifadeler gelmiştir.

Ehl-i Sünnet’ten bazıları bu konuda tevakkuf etmişler, Allah hakkında mekânı ne ispat etmişler ne de nefyetmişlerdir. Mekân kelimesinin manası hakkında ayrıntıya gitmişlerdir.

Lakin Allah’ı mekândan mutlak olarak tenzih etmek Cehmiyye’nin görüşüdür! Selef’ten Allah’ı mekândan tenzih eden bir görüş gelmemiştir!

Allah Teâlâ hakkında mekânı ispat edenlerin delillerine gelince:

Merfu Hadisler

1- Buhârî Enes radıyallahu anh’den rivayet ediyor: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

فَأَسْتَأْذِنُ ‌عَلَى ‌رَبِّي ‌فِي ‌دَارِهِ فَيُؤْذَنُ لِي عَلَيْهِ، فَإِذَا رَأَيْتُهُ وَقَعْتُ لَهُ سَاجِدًا..."

Rabbim’den O evinde iken izin istedim, benim için izin verildi, O’nu görünce O’na secdeye kapandım…”[1]

2- Buhârî Enes radıyallahu anh’den rivayet ediyor:

فَأَشَارَ إِلَيْهِ جِبْرِيلُ: أَنْ نَعَمْ إِنْ شِئْتَ، فَعَلاَ بِهِ إِلَى الجَبَّارِ، فَقَالَ وَهُوَ مَكَانَهُ: يَا رَبِّ خَفِّفْ عَنَّا فَإِنَّ أُمَّتِي لاَ تَسْتَطِيعُ هَذَا، فَوَضَعَ عَنْهُ عَشْرَ صَلَوَاتٍ

“…Cibril ona: “Evet, dilersen” diye işaret etti. Bunun üzerine el-Cebbar’a yükseldi, O mekânında idi, dedi ki: “Ey rabbim! Bizden hafiflet. Zira ümmetim buna güç yetiremez.” Bunun üzerine on namaz indirildi…” [2]

İbn Receb el-Hanbelî bu hadisleri kastediyor olmalı ki şöyle demiştir:

وفي الصحيحين إثبات لفظ المكان

“Sahihayn’da mekân lafzı ispat edilmiştir.”[3]

El-Hattabî gibi kelamcılar bu hadis hakkında mekan’ın Allah’a izafe edilemeyeceğini, “O mekanında idi” lafzındaki zamirin Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e râcî olduğu iddia etmişler, Şerik’in bu lafızda tek kalması ile illetlendirmişlerdir. Maalesef Abdullah el-Guneyman[4] gibi Ehl-i Sünnet menhecini benimsemiş olan ve Allah’ı mekandan tenzih etmeyen bazı âlimler dahi zamirin Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e döndüğü şeklindeki te’vile tabi olmuşlari, el-Elbani[5],  bu konuda tereddüte düşmüştür!

3- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

إِنَّ اللهَ يُمْهِلُ حَتَّى إِذَا ذَهَبَ ثُلُثَا اللَّيْلِ هَبَطَ إِلَى هَذِهِ السَّمَاءِ ثُمَّ أَمَرَ بِأَبْوَابِ السَّمَاءِ فَفُتِحَتْ ثُمَّ قَالَ هَلْ مِنْ سَائِلٍ فَأُعْطِيَهُ؟ هَلْ مِنْ دَاعٍ فَأُجِيبَهُ؟ هَلْ مِنْ مُسْتَغْفِرٍ فَأَغْفِرَ لَهُ؟ هَلْ مِنْ مُسْتَغِيثٍ أُغِثه، هَلْ مِنْ مُضْطَرٍّ أَكْشِف عَنْهُ الضُّرَّ؟ فَلَا يَزَالُ ذَلِكَ مَكَانَهُ حَتَّى يَطْلُعَ الْفَجْرُ فِي كُلِّ لَيْلَةٍ مِنَ الدُّنْيَا ثُمَّ يَصْعَدُ إِلَى السَّمَاءِ

Muhakkak ki Allah gecenin üçte biri geçince şu semâya iner, sonra semâ kapılarının açılmasını emreder ve buyurur ki:

“İsteyen yok mu ona istediğini vereyim. Duâ eden yok mu, ona icabet edeyim. Bağışlanma dileyen yok mu onu bağışlayayım. Yardım isteyen yok mu ona yardım edeyim. Sıkıntıda olan yok mu, onun sıkıntısını gidereyim.” Bu durum O mekânında iken dünyanın her gecesinde fecir doğuncaya kadar devam eder. Sonra semaya yükselir.[6]

4- Muslim’in rivayet ettiği meşhur hadiste Nebî sallallahu aleyhi ve sellem cariyeye: “Allah nerede?” diye sormuştur.[7] “Nerede” sorusu Araplar katında mekânı sormak demektir.

Hadis hakkındaki ızdırap ve şazlık iddiasına el-Elbani rahimehullah Muhtasaru’l-Uluv’de şöyle cevap vermiştir:

“Bu hadis çeşitli yollarla varid olmuştur. Muhtemelen bundan dolayı musannif bunun mütevatir hadislerden birisi olduğunu söylemiş olmalıdır. Ancak bu tartışılır. Çünkü Müsned’de olduğu gibi, bazılarının rivayetinde cariyenin Arapça bilmediği ve: “Semâdadır, dedi” yerine semâya işaret ettiği belirtilmektedir. Fakat bu hadisin senedinde asıl adı Abdurrahmân b. Abdullah b. Utbe b. Mes’ûd el-Kûfî olan el-Mes’ûdî adındaki ravi bulunmaktadır. Bu ravinin hafızası karışmıştı. Bu hadisi de hafızasının karıştığı zamanlarda rivayet etmiştir. Çünkü hadis Müsned’de (2/291) ve Beyhakî’nin Sünen’inde (7/388) Yezîd b. Hârûn’un kendisinden diye naklettiği rivayet olarak kaydedilmiştir. İbn Numeyr şöyle demektedir:

“(el-Mes’ûdî) sika bir ravi idi, ama son zamanlarında hafızası karışmıştır. Ondan İbn Mehdî ve Yezîd b. Hârûn karışmış halde bir takım hadisler dinlemiştir.” Dolayısıyla ez-Zehebî’nin kitabın aslında “senedi hasendir” demesi pek güzel bir ifade değildir. Çünkü buradaki “Arap olmayan” fazlalığının zayıf olduğunu pekiştiren hususlardan birisi de diğer rivayet yollarında bu lafzın bulunmamasıdır. Musannıf bunu kitabın aslında da zikretmiştir. Rivayetin bir kısmı sahih, diğer bölümlerinin ise şevâhid arasında kullanılmasında bir sakınca yoktur.

(el-Elbani dedi ki) Ben Sahîhu Ebî Dâvûd (862) ile İbn Ebî Şeybe, el-İman, (84) numaralı hadis ile İbn Ebî Âsım’ın Tahrîcu’s-Sunne (489)’de bu hadisin kaynaklarını gösterdim. Bu hadis hiç şüphesiz sahih bir hadistir. Bunda cahil ya da hevâ sahibi garezkâr kimseler dışında şüphe eden olmaz. Böylelerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den bulundukları sapıklığa muhalif bir nas geldi mi hemen onu te’vil etmek hatta büsbütün ta’til etmek suretiyle ondan kurtulmaya çalışırlar. Buna imkânları olmazsa bu hadiste olduğu gibi, hadisin sübûtu hakkında tenkitte bulunmaya çalışırlar.

Şüphesiz hadis, senedinin sıhhati ile birlikte hadis imamları da aralarında bildiğim kadarıyla bir görüş ayrılığı bulunmaksızın sahih kabul etmişlerdir. Bunlardan birisi de İmam Müslim’dir. Çünkü hadisi Sahîh’inde rivayet etmiştir. Aynı şekilde Ebû Avane de, Müslim üzerine Mustahrec’inde bu hadisi rivayet etmiş, Beyhakî el-Esmâ ve’s-Sıfât’ta hadisin akabinde (s. 422): “Bu sahihtir ve bunu Müslim rivayet etmiştir” demiştir.

Bununla birlikte taassubun içerisinde helak olmuş Kevserî’nin hadiste ızdırab bulunduğu iddiası ile sıhhati hakkında şüphe uyandırmaya çalıştığını görüyoruz. O, el-Esmâ adlı eser üzerinde karaladıkları arasında bu hadis hakkında (s. 441-442) şu notu düşmüştür:

Bunların hadisini Muâviye b. el-Hakem’den yalnızca Atâ b. Yesâr rivayet etmiştir. ez-Zehebî’nin “Kitabu’l-Uluvv”da belirtildiği üzere bu hadisin bir lafzında Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in cariye ile konuşmasının ancak işaret ile olduğuna ve ravinin işaretten anladıklarını kendisinin tercih ettiği bir lafız ile sıraladığına delil teşkil etmektedir. Buna göre, bizim dediğimize delil teşkil eden Atâ’nın lafzı şöyledir: “Bana bizzat cariye sahibinin kendisi tahdis etti…” Bu hadiste şu ifadeler yer almaktadır: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem soru sormak amacı ile elini cariyeye uzatarak: Semâda kim var, diye sormuş, cariye: Allah demiştir. Peki, ben kimim diye sorunca, cariye: Rasûlullah demiştir. Allah Rasûlü: Bu cariyeyi hürriyetine kavuştur. Çünkü o müslüman birisidir, buyurdu. İşte bu “Allah nerededir?” ifadesinin Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından telaffuz edilmediğine bir delildir. İşte mana yoluyla rivayet, hadiste gördüğünüz şekildeki bir ızdırabı ortaya çıkarmış bulunmaktadır.”

Kevserî böyle demektedir. Allah ona adaletiyle muamele etsin. Daha önce hadisin sahih oluşuna dair yaptığımız açıklamaları hatırlayın. Ayrıca Atâ’nın bizatihi cariye sahibinden nakletmiş olduğu hadis, Saîd b. Zeyd’in rivayetinden olduğundan ötürü senedi açısından sahih değildir. Çünkü Saîd b. Zeyd her ne kadar doğru sözlü birisi ise de, hıfzı pek güçlü birisi değildir. Bundan dolayı bir topluluk onun zayıf olduğunu söylemiştir. Hatta Yahyâ b. Saîd onun oldukça zayıf olduğunu söylüyordu.

Hâfız da Takrîbu’t-Tehzîb’de buna işaret ederek: “O doğru sözlüdür. Ama bazı yanılmaları vardır” demektedir.

İşte bu şekilde: Allah nerede, diye kendisine sorulan herkesin, fıtratı gereği hemen: Semâdadır, dediğini görüyoruz. Bu rivayette iki mesele vardır:

Birincisi Müslüman’ın: “Allah nerededir?” diye sormasının meşru olduğudur.

İkincisi ise, kendisine soru sorulan kimsenin: “Semâdadır” diyeceğidir. Bu iki meseleyi inkâr edip reddeden bir kimse aslında Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem’e karşı tepki gösteriyor demektir.

Câbir b. Abdullah radiyallâhu anh’in rivayet ettiği hadis: Buna göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Arafe günü verdiği hutbesinde:

Tebliğ ettim mi?” diye sormuş, ashâb, evet diye cevap verince, Allah rasûlü parmağını semâya kaldırıp, onu onlara doğru indirip işaret ederken:

Şahit ol Allah’ım!” buyurdu. Hadisi Müslim rivayet etmiştir.

Buna ek olarak, hadisin rivayetinde geçen “el ve soru sormak”, bu hadisi rivayet eden hadis hafızları ile onların daha alt mertebelerinde bulunanlar arasında yalnız kendisinin münferiden söylediği bir şeydir. Onun bunu münferiden rivayet etmesini hadis âlimleri şüphesiz münker olarak saymaktadır.

Allah bizi de, sizi de hevâdan korusun. Şimdi şu adamın (Kevserî’nin) bu münker rivayete nasıl dayandığına bir bakıp düşünün. Durum bundan ibaret de değildir. Aksine bu rivayet ile muhaddisler arasında sahih olduğu ittifakla kabul edilmiş, ikinci rivayeti vurmakta ve münker rivayeti sahih olan rivayetin zayıf ve muzdarip oluşuna delil kabul etmektedir. İlmini ve bildiklerini müslümanların peygamberlerinin hadisleri hakkında şüphe uyandırmak için kötüye kullanan bu adam hakkında mümin ne der? -Allah ona layıkını versin-

Diğer taraftan o bu şekilde bir saptırıcılıkla yetinmiyor. Aksine raviye Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem hakkında bilerek yalan söylemeyi de nispet ediyor. Fakat bu ravi hangisi olursa olsun sika birisidir. Çünkü bu hadisin bütün ravileri sikadırlar. Bunu dememizin sebebi, Kevserî’nin az önce geçen sözlerinin anlamının şu olmasıdır: Ravi Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in cariyeye “Allah nerededir?” dediğini nispet etmeyi tercih etmiştir. Hâlbuki Kevserî’ye göre vakıa Peygamber’in böyle bir şey demediği şeklindedir. Bunu ancak ravi kendi kanaati ile Saîd b. Zeyd’in rivayeti yerine koymuştur:

“Peygamber elini cariyeye soru sormak üzere uzattı: Semâda olan kimdir, (anlamında) sordu.”

İşte müslümanları Kevserî denilen bu zattan ve suçsuz olan kimseleri yapmadıkları ile itham eden benzerlerinden sakındırmak, görevlerim arasındadır. Bunu yaparken de onlara Yüce Allah’ın: “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse -bilgisizce bir kavme sataşıp da onlara yaptıklarınıza pişman olmamak için- iyice araştırın.” (Hucurât, 6) âyetini hatırlatıyorum.”

5- Zehebî, el-Uluvv’da şöyle demiştir: “Ebu Ahmed el-Assâl, Kitabu’l-Ma’rife’de, kuvvetli bir isnad ile Sabit (el-Bunanî)’den, onun da Enes radıyallahu anh’den rivayet ettiği hadiste şöyle geçer:

فَآتِي بَابَ الْجَنَّةِ فَيُفْتَحُ لِي فَآتِي رَبِّي تبارك وتعالى ‌وَهُوَ ‌عَلَى ‌كُرْسِيِّهِ أَوْ سَرِيرِهِ فَأَخِرُّ لَهُ سَاجِدًا وَذَكَرَ

Cennetin kapısına gelirim, bana kapı açılır, Rabbim Tebarek ve Teâlâ’ya gelirim, o kürsisi veya seriri (koltuğu) üzerindedir. Hemen O’na secdeye kapanırım….” Hadis böyle devam eder.[8]

6- Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’ın Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet ettiği Kudsi hadiste şöyle buyrulmuştur:

".. وَعِزَّتِي ‌وَجَلَالِي ‌وَارْتِفَاعِ ‌مَكَانِي لَا أَزَالُ أَغْفِرُ لَهُمْ مَا اسْتَغْفَرُونِي

İzzetime, celalime ve mekânımın yüksekliğine yemin olsun ki benden bağışlanma diledikleri sürece onları bağışlamaya devam ederim.”[9]

7- Cabir radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

يَقُول الله عز وجل يَوْم الْقِيَامَة أَنا الديَّان أَنا مَالك يَوْم الدّين وَعِزَّتِي وعظمتي ‌وَجَلَالِي ‌وارتفاع ‌مَكَاني لَا يدْخل الْجنَّة أحد ولأحد من أهل النَّار قبْلَة مظْلمَة

Allah Azze ve Celle kıyamet gününde şöyle buyurur: “Ben ed-Deyyan’ım. Ben din gününün Malik’iyim. İzzetime, azametime, celalime ve mekânımın yüksekliğine yemin ederim haksızlıklar ödenmedikçe cennetlikler cennete, cehennemlikle cehenneme giremez.[10]

Tabiin ve Tebau’t-Tabiinden Selefin Sözleri

8- Mucahid rahimehullah şöyle demiştir:

بَيْنَ السَّمَاءِ السَّابِعَةِ وَبَيْنَ الْعَرْشِ سَبْعُونَ أَلْفَ حِجَابٍ فَمَا زَالَ مُوسَى عليه السلام يَقْرُبُ حَتَّى كَانَ بَيْنَهُ وَبَيْنَهُ حِجَابٌ فَلَمَّا ‌رَأَى ‌مَكَانَهُ ‌وَسَمِعَ ‌صَرِيفَ الْقَلَمِ قَالَ {رَبِّ أَرِنِي أَنْظُرْ إِلَيْكِ}

“Yedinci kat sema ile arş arasında yetmiş bin perde vardır. Musa aleyhi's-selâm kendisiyle rabbi arasında tek bir perde kalıncaya kadar yakınlaştı. O’nu mekânında görünce kalemin cızırtısını işitti. Dedi ki: “Rabbm! Bana kendini göster, sana bakayım.”[11]

9- Vehb b. Munebbih rahimehullah’tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

لَمَّا سمع مُوسَى عَلَيْهِ السَّلَامُ كلام الله تعالى أنس بالصوت فَقَالَ يا رب أَسْمَعُ صَوْتَكَ وَلَا أَرَى مَكَانَكَ فَأَيْنَ أَنْتَ؟  فَقَالَ الله سبحانه أَنَا فَوْقَكَ وعن يمينك وعن شمالك وَأَمَامَكَ وَخَلْفَكَ وَمُحِيطٌ بِكَ

 “Mûsâ aleyhi's-selâm Allah Teâlâ’nın kelamını işitince sesle ünsiyet buldu ve dedi ki:

“Ey rabbim! Sesini işittim, mekânını göremedim. Sen neredesin?” Allah Subhânehu buyurdu ki:

“Ben senin üstündeyim. Sağından, solundan, önünden ve arkandan seni kuşattım.”[12]

Uyarı: Bu rivayette Musa aleyhi's-selâm’ın Allah Azze ve Celle’ye mekân nispet etmesi açıktır. Lakin Ebu Nasr es-Siczî, Zebid Halkına Mektup kitabında kendisinin de zikrettiği bu rivayetteki bu manadan gaflet ederek Eşari’lerin “Allah’ı mekândan tenzih” tuzağına düşmüş, risalesinin başka bir yerinde şöyle demiştir:

Hak ehline göre Allah Subhânehu zatıyla halktan ayrıdır, keyfiyet ve mekân olmaksızın arşın üzerindedir

Bize göre Allah mekânlardan ayrıdır, her muhdesin (sonradan olma şeylerin) üzerindedir

Allah Subhânehu ise arşın üzerindedir, mekân veya sınır söz konusu değildir. Allah Subhânehu’nun mekânda olmadığı hususunda ittifak ettik. Sonra mekânı yaratmıştır. Allah, mekânı yaratmadan önce nerede ise oradadır.”

Şüphesiz Cehmiyye ve Mu’tezilî Eşarilere reddiye vermeye çalışırken, es-Siczî’den bir zuhûl eseri olarak sadır olan bu sözler, şaz sözlerdir. Elbette es-Siczî, Mu’tezile, Cehmiyye ve Eş’âriler’in akidesinde değil, bilakis onları şiddetle reddeden bir imamdır. Lakin şeklen Cehmîlerin sözüne benzeyen sözler kendisinden hatâ ile çıktı diye es-Siczî rahimehullah Cehmîlik, Eş’arilik veya Mu’tezilelik ile itham edilemez! Bu açıktır. Ama maalesef asrımızda iş bilmez cahiller, Beyhakî, Zehebî, Nevevi, İbn Hacer, el-Elbani gibi hadis ehli imamları, isim-sıfat meselelerinde hata ettikleri bazı sözlerden dolayı hemen Cehmîlik vb. ithamlarla suçluyorlar!

10- Hammad b. Zeyd rahimehullah şöyle demiştir:

‌هُوَ ‌فِي ‌مَكَانِهِ ‌يَقْرُبُ مِنْ خَلْقِهِ كَيْفَ شَاءَ

“O (Allah Azze ve Celle) mekânındadır, mahlûkatına dilediği gibi yakınlaşır.”[13]

11- el-Fudayl b. Iyad rahimehullah şöyle demiştir:

إِذَا قَالَ لَكَ الجهمي إنا لا نؤمن بِرَبٍّ ينزل عَنْ مَكَانِهِ فَقُلْ أنت أَنَا أُؤْمِنُ بِرَبٍّ يَفْعَلُ مَا يَشَاءُ

“Bir Cehmî sana: “Biz mekânından nüzul eden bir rabbe iman etmeyiz” derse sen de de ki: “Ben dilediğini yapan bir rabbe iman ediyorum.”[14]

Ehl-i Sünnet İmamların Sözlerinden Bazıları

12- İbn Kuteybe ed-Dineverî rahimehullah dedi ki:

ولو أن هؤلاء رجعوا إلى فطرهم وما ركبت عليه خلقتهم من معرفة الخالق سبحانه لعلموا أن الله تعالى هو العلي وهو الأعلى وهو بالمكان الرفيع

“Şayet bu kimseler, yaratıcının kendilerini yaratmış olduğu fıtratlarına dönseler, Allah Teâlâ’nın yüce, yukarıda ve yüksek mekanda olduğunu anlarlardı.”[15]

13- Osman b. Said ed-Darimi şöyle demiştir:

وَكَيْفَ يَهْتَدِي بِشْرٌ لِلتَّوْحِيدِ، ‌وَهُوَ ‌لَا ‌يَعْرِفُ ‌مَكَانَ ‌وَاحِدِهِ

“Bişr (el-Merisî) tevhide nasıl hidayet bulabilir ki? O birlediği zatın mekanını bilmiyor!”[16]

14- Et-Taberî rahimehullah şöyle demiştir:

وقال آخرون: معنى ذلك: وهو العَلِيُّ على خَلْقِه، بارتفاعِ ‌مكانِه ‌عن ‌أماكنِ ‌خَلْقِه

“Diğerleri de dedikler ki: “Bunun manası yarattıklarından üstte olması, mahlûkatın mekanından yüksek bir mekanda olmasıdır…”[17]

15- İbn Batta rahimehullah şöyle demiştir:

لَكِنَّا نَقُولُ: ‌إِنَّ ‌رَبَّنَا ‌تَعَالَى ‌فِي ‌أَرْفَعِ ‌الْأَمَاكِنِ، وَأَعْلَى عِلِّيِّينَ قَدِ اسْتَوَى عَلَى عَرْشِهِ فَوْقَ سَمَاوَاتِهِ وَعِلْمُهُ مُحِيطٌ بِجَمِيعِ خَلْقِهِ

“Lakin biz deriz ki: Rabbimiz Teâlâ mekânların en yükseğinde, a’lâyu illiyyindedir. Semalarının üzerindeki arşı üzerine istiva etmiştir. İlmi bütün mahlûkatını kuşatmıştır.”[18]

Bu gibi nakilleri çoğaltmak mümkündür. Lakin Ehl-i Sünnet’ten hiçkimse Allah’ın mekândan münezzeh olduğunu söylememiştir. Bunu ancak Cehmîyye söylemiştir:

16- İmam Harb el-Kirmanî rahimehullah şöyle demiştir:

والجهمية أعداء الله: وهم الذين يزعمون أن القرآن مخلوق وأن الله لم يكلم موسى، وأن الله لا يتكلم، ولا يرى، ‌ولا ‌يعرف ‌لله ‌مكان، وليس لله عرش، ولا كرسي وكلام كثير أكره حكايته، وهم كفار زنادقة أعداء الله فاحذروهم

 “Cehmiyye: Allah’ın düşmanlarıdırlar. Onlar Kur’ân’ın mahlûk olduğunu, Allah Azze ve Celle’nin Musa aleyhi's-selâm ile konuşmadığını, Allah’ın konuşucu olmadığını, görülmeyeceğini, Allah için bir mekân tarif edilemeyeceğini, Allah’ın arşı ve kürsisi olmadığınıı iddia ederler. Onlar Allah’ın düşmanı zındık kâfirlerdir. Onlardan sakının!”[19]

17- Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir:

ولا يقدر احد ان ينقل عن احد من سلف الامة وائمتها في القرون الثلاثة حرفا واحدا يخالف ذلك لم يقولوا شيئا من عبارات النافية ان الله ليس في السماء والله ليس فوق العرش ولا انه لا داخل العالم ولا خارجه ولا ان جميع الامكنة بالنسبة اليه سواء ولا انه في كل مكان أو أنه ليس في مكان او انه لا تجوز الاشارة الحسية اليه ولا نحو ذلك من العبارات التي تطلقها النفاة

“Ümmetin ilk üç asırdaki selefinden ve imamlarından birinin buna aykırı tek bir sözünü kimse nakledemez. Onlar Allah’ın semâda olmadığı, arşın üzerine olmadığı, âlemin ne içinde, ne dışında olduğu, bütün mekanların O’na eşit seviyede olduğu, O’nun hiçbir mekanda olmadığı veya bir mekanda olmadığı, O’na hissi bir işaretle işaret etmenin caiz olmadiğı gibi nefiycilerin kullandıkları ibarelerden bir şey kullanmamışlardır.”[20]

Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah, Selef’in Allah’ı asla mekândan tenzih etmediklerini ifade etmiştir.



[1] Sahih. Buhârî (7440) Ahmed (3/244) İbn Ebi Asım es-Sunne (804) İbn Huzeyme et-Tevhid (353) Zehebi el-Arş (41)

[2] Sahih. Buhârî (7517)

[3] Zeylu Tabakati’l-Hanabile (3/35)

[4] Şerhu Kitabi’t-Tevhid Min Sahihi’l-Buhârî (2/461)

[5] Tahricu Şerhi’t-Tahaviye (s.148)

[6] Hasen. İbn Muhib es-Samit Sıfatu Rabbi’l-Âlemin (1114) Darekutni en-Nuzul (55) İbn Kayyım Tariku’l-Hicreteyn (1/465) Bütün ravileri sikadır, Yunus b. Ebi İshak saduktur.

[7] Sahih. Muslim (537)

[8] Sahih. Zehebî el-Uluv (64) Zehebi sahih kaydıyla: el-Arş (42)

* İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan şahidi: Ahmed (1/281) Tayalisi (2711) İsnadında Ali b. Zeyd b. Cud’an vardır.

* Ebu Hureyre radıyallahu anh’den şahidi: Ebu’ş-Şeyh el-Azamet (1/72)

[9] Beyhakî el-Esmâ ve’s-Sifat (265) Sa’lebi el-Keşfu ve’l-Beyan (10/143) Begavi Şerhu’s-Sunne (1293) İbn Hayrun Fevaid (50) Deylemi (4559) el-Elbani es-Sahiha (104) İsnadında İbn Lehia bulunsa da, ondan rivayet eden kişi Kuteybe b. Said’dir. Kuteybe, İbn Lehia’nın hafızasının karışmasından sonraki rivayetlerinden skınmıştır. Derrac’ın Ebu’l-Heysem’den rivayetinde zayıflık vardır. El-Elbani tarikleriyle hasen demiştir.

[10] Deylemi (8060) Zehru’l-Firdevs (2991) isnadı hasen olmaya elverişlidir. Ancak Cabir radıyallahu anh’den meşhur olan bu rivayetin sadece bu tarikinde mekân lafzı geçer.

[11] Sahih maktu. Beyhakî el-Esma ve’s-Sifat (855) Taberî Tefsir (16/95) Ebu’ş-Şeyh el-Azamet (2/690, 714) Zehebi el-Arş (145)

[12] Hasen maktu. İbn Ebî Hâtim Tefsir (16122) Ahmed Zühd (348) İbn Asakir Tarih (61/44, 48, 50) İbn Kuteybe Te’vilu Muhtelifi’l-Hadis (s.275) Dineveri el-Mucalese (1452) es-Siczî Risale İla Ehli Zebid (s47) Abdussamed b. Ma’kil yoluyla gelen tarik hasendir.

[13] Sahih maktu. Ukaylî ed-Duafa (1/143)

[14] Sahih maktu. Buhârî Halku Ef’ali’l-İbad (s.33) el-Lalekai İtikad (3/452) Ebu Osman es-Sabuni Akidetu’s-Selefi Ashabi’l-Hadis (benim tercümem s.69) Ebu Bekr el-Esram’ın es-Sunne adlı eserinden isnadıyla naklen: İbn Teymiyye Mecmuu’l-Fetava (5/377) İbn Teymiyye el-İstikamet (1/77)

[15] Te’vilu Muhtelefi’l-Hadis (s.394)

[16] Dârimî en-Nakz (1/142)

[17] Taberî Tefsir (4/545)

[18] İbn Batta el-İbane (7/141)

[19] Kirmani Mesail (3/980)

[20] Beyanu Telbisi’l-Cehmiyye (3/424)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)