Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

4 Nisan 2014 Cuma

İttiba Tevhidi ve Taguta Muhakeme Arasındaki İlişki

İbnu’l-Kayyım rahimehullah, İ’lamu’l-Muvakkiîn’de (1/39 vd.) şöyle demiştir:
“…Şurası unutulmamalı ki, Allah Teâlâ, mü’minlere, kendi aralarındaki ihtilaflı konuları, Allah’a ve rasulüne havale etmelerini, “eğer iman etmiş iseler” ifadesiyle emretmiştir. Onlara bunun hem dünyada, hem ahirette kendileri için en hayırlı sonucu vereceğini de haber vermiştir.
Mü’minler fıkhî konularda tartışmışlar ancak bu tartışmaları ile dinden çıkmamışlardır. Ashab-ı kiram da müminlerin efendileri ve onların en kâmil imanlıları olmalarına rağmen fıkhî hükümlerin birçoğunda tartışmışlardır. Ne var ki onlar, Allah Teâlâ’nın isimleri, sıfatları ve fiillerinden tek bir meseleyi bile tartışma konusu yapmamışlardır. Aksine başından sonuna kadar istisnasız olarak kitap ve sünnetin söylediğini kabul etmiş, O’nun isim, sıfat ve fiillerini te’vile zorlamamış, manalarını bozmamış, herhangi birini iptal edici bir tavır içine girmedikleri gibi, onlar hakkında örneklendirme yoluna da gitmemişlerdir. Onlar bu meselelerin ne başı, ne de sonu ile ilgilenmemişlerdir. Herhangi biri, “O’nun isim ve sıfatları hakiki manalarının dışına taşınmalı, mecazi manalara yorumlanmalıdır” dememiştir. Onlar, O’nun isim ve sıfatlarını kabul etmiş, teslim olmuş, iman ve saygı ile karşılamış, hepsini tek parça olarak değerlendirmiş, hepsi hakkında tek yol izlemişlerdir. Hevâ ehli ve bid’at ehlinin yaptıkları gibi parçalara ayırıp, ellerinde açık bir delil olmaksızın bazısını kabul edip bazısını reddtme yoluna gitmemişlerdir. Hâlbuki hevâ ve bid’at ehli kimselerin, kabul etme hususunda takındıkları tavrın aynısını, inkâr etme hususunda da takınmaları gerekirdi.
Hükümlerin bazılarında tartışma, kişiyi imandan çıkarmaz. Bundan maksat, müminlerin: “Allah Teâlâ’nın: “Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız o (tartıştığınız konuları) Allah’a ve rasulüne götürün” (Nisa 59) ayetinde emrettiği gibi, ihtilaf ettikleri konuları Allah’a ve rasulüne havale ederek tartıştıkları zaman imandan çıkmayacaklarıdır. Çünkü bir şarta bağlanan hüküm, o şartın ortadan kalkması ile ortadan kalkar.
Ayette geçen “herhangi bir şeyde tartışırsanız” ifadesindeki “bir şey” şartın devamında nekre olarak gelmiştir. Bu da, müminlerin, dinin ince-kaba, açık-kapalı her türlüsü ile tartıştıkları dinî konuların tamamını kapsar. Allah’ın kitabı ve Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinde bunlarla ilgili herhangi bir açıklama bulunmasa ve bulunanlar da yeterli olmasaydı Allah Teâlâ böyle bir emri vermezdi. Çünkü ihtilaflı bir konuyu, hakkında çözüm bulunmayan bir kaynağa havale etmek imkânsızdır.
Diğer taraftan “Allaha havale”nin manası; O’nun kitabına, rasulüne havalenin manası da hayatta iken kendisine, vefatından sonra da sünnetine havale demek olduğu hususunda âlimler icma etmişlerdir.
Ayrıca bu havale, imanın gereklerinden sayıldığı için; bunun olmaması, imanın olmamasını gerektirir. Zira lazımın olmadığı yerde melzum da olmaz. Özellikle bu iki şey arasında lazımiyet-melzumiyet birbirine daha fazla bağlıdır. Bunlardan birisi olmazsa, diğeri de olmaz. Sonra bu havalenin kendileri için daha hayırlı olduğunu bildirmiş, sonuç olarak da bunun en hayırlı sonuç olduğu ifade edilmiştir.
Allah Subhanehu ve Teâlâ, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiğinden başkasını hakem tayin edip onun hakemliğine müracaat etmenin, tagutu hakem olarak benimsemek ve ona müracaat etmek olduğunu haber vermiştir. Tagut: Kulun kendisiyle haddini aştığı her türlü ma’bud, kendisine uyulan ve itaat edilen varlıktır. Her kavmin tagutu, Allah ve rasulü dışında kendisinin hakemliğine başvurulan, Allah dışında ibadet edilen, Allah’tan bir yol gösterme olmaksızın kendisine ittiba edilen veya insanların bilmedikleri konularda kendisine itaat etmeyi Allah’a itaat kabul ettikleri kimselerdir. İşte bunlar dünyanın tagutlarıdırlar. Düşünüp incelediğin zaman, insanların çoğunun Allah’a ibadetten onlara kulluğa, Allaha ve rasulünün hakemliğinden onların hakemliğine, Allah’a itaat ve rasulüne ittibâdan, onlara itaat ve ittibaya yöneldiklerini görürsün. Onlar bu ümmetin kurtuluşa ermişleri olan sahabe ve tabiun’un yolunu tutmamış, onların hedeflerine yönelmemişler, hem menhec hem de hedef olarak onlardan ayrılmışlardır.
Sonra Allah Teâlâ haber veriyor ki; “Onlara: Allah’a ve rasulüne gelin” denildiği zaman bundan yüz çevirir, davetçiye icabet etmez ve başkalarının hükümlerine razı olurlar. Ardından onları Allah ve rasulünden yüz çevirip, başkalarının hâkimliğine müracaat etmelerinin, malları, bedenleri, basiretleri, dinleri ve akıllarına büyük musibetler getireceği ile tehdit etmiştir. “Eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah onların bazı günahları sebebiyle başlarına bir felaket getirmek ister.” (Maide 49) Onlar maksatlarının yalnızca iyilik ve uyumdan ibaret olduğunu ileri sürerek mazeret beyan ederler. Yani ana gayeleri her iki zümreyi razı edip aralarını bulmaktı. Bunların bu davranışları aynen Rasulün getirdiği ile onun zıddı olanların arasını bulmaya çalışıp, bununla da iyilik yaptığını ve tarafların arasını düzeltip, uyumlu hale getirdiğini sananlara benzemektedir. Halbuki iman, rasulün getirdiği ile onun karşıtları arasında yol, hakikat, inanç, siyaset ve yorum bakımından tam bir savaş hali ilan etmeyi gerektirmektedir. Katıksız iman işte bu savaşı başarmakla mümkündür, uyum sağlamakla değil. Başarı Allah’tandır.
 Allah Teâlâ yine bu ayeti kerimede insanlar aralarında meydana gelen küçük büyük her türlü tartışmada Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i hakem tayin etmedikçe imanın meydana gelmeyeceğine yemin etmektedir. Dahası, iman için hakem tayin etmenin yetmediği, aksine O’nun vereceği hüküm karşısında en ufak bir sıkıntı ve darlık duymadan bunu kabul etmek gerektiğini, bununla da yetinmeyip tam manasıyla bu hükme teslim olup, boyun eğmenin, imanın gerçekleşmesi için şart olduğunu beyan etmiştir.
Allah Teâlâ, diğer bir ayette de, bununla beraber şöyle buyurmuştur: “Allah ve rasulü bir işe hükmettiği zaman gerek mümin erkek, gerekse mü’mine kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve rasulüne âsî olursa apaçık bir sapıklık etmiş olur” (Ahzab 36) Bu ayette O, Allah ve rasulü bir konuda karar verdikten sonra, hiçbir müminin seçme hakkının olmadığını haber vermiştir. Bundan sonra başka şeyleri seçenlerin de apaçık bir şekilde sapıklığa düştüğünü bildirmiştir.
Allah Teâlâ: “Ey iman edenler! Allah’ın ve rasulünün önüne geçmeyin, Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Hucurat 1) buyurmaktadır. Yani O konuşmadan siz konuşmayın, o emretmeden siz emretmeyin, O fetva vermeden siz fetva vermeyin, bir konuda O nihâî kararı verip onaylamadan, siz kesin hükümler vermeyin demektir.
Ali b. Ebi Talha’nın rivayetine göre İbn Abbas radıyallahu anhuma: “Yani kitap ve sünnete aykırı konuşmayın” demiştir.
Avfî’nin İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan rivayeti ise şöyledir: “O’nun sözü önünde konuşmalar yasaklandı.” (Taberi tefsiri, 26/116)
Bu ayetin en özlü yorumu şudur: Bir konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den önce konuşmaya veya bir iş yapmaya acele etmeyin. Nitekim Allah Teâlâ: “Ey iman edenler! Seslerinizi Nebi’nin sesinden fazla yükseltmeyin. Biribirinize bağırdığınız gibi, Nebi’ye yüksek sesle bağırmayın. Öyle yaparsanız farkına varmadan amelleriniz boşa gider” (Hucurat 2) buyurmaktadır. Bu ayete göre Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında seslerini yükseltmeleri, amellerin boşa çıkmasına sebep oluyorsa, re’y, akıl yürütme, zevk, siyaset ve bilgilerin onun önüne geçirilmesi ve onun tercih edilmesi durumunda halleri nice olur?
Bunlar amelleri boşa çıkarmada ötekinden daha öncelikli olmaz mı? Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Müminler ancak Allah’a ve rasulüne gönülden inanmış kimselerdir. Onlar, o nebî ile beraber bir iş üzerinde bir araya geldikleri vakit, O’ndan izin istemedikçe bırakıp gitmezler” (Nur 62) Bu ayete göre, O’nunla birlikte oldukları zaman gidilecek bir yere izin almadan gitmemek, imanın bir gereği olduğuna göre, bir konuda yorum yapmadan, görüş belirtmeden önce izin almak daha evla olarak imanın bir gereği olacaktır. O’nun izin vermesi ise, izin verdiğini gösteren bir delil ile bilinir…”

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)