Bismillah.
Duâ

26 Şubat 2015 Perşembe
25 Şubat 2015 Çarşamba
Allah'ım! İnsanların İhtilaf Ettiği Hususlarda Bizi Hakka Ulaştır
İbn Mes’ud radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu: “Bilir misin, müminlerin en bilgilisi hangisidir?” Ben: “Allah ve rasulü daha iyi bilir” dedim. Buyurdu ki: “İhtilaf ettikleri zaman – Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem parmaklarını birbirine geçirdi – ameli az dahi olsa ve kıçı üzerinde sürünüyor olsa dahi hakkı en iyi görenidir.”
İbn Şahin Şerhu
Mezahibi Ehli’s-Sunne’de (no:38) bu hadisin ardından dedi ki: “Bu hadisin
isnadı hasen ve lafzı Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözlerinden bir
söz olarak garibdir. Bize necat/kurtuluş ehlinin; insanlar ihtilaf ettikleri
zaman salahı fesattan ayıran alimler olduğunu açıklamaktadır. Hakkı bilmeyen
batıla düşer. Batılı bilen ondan uzaklaşır.
Daha önce: “Allah’ım bize hakkı hak olarak göster ve ona tabi olmayı
bize ilham et. Bize batılı batıl olarak göster ve ondan uzaklaşmayı bize ilham
et” duası geçmişti. Kim hakka sarılırsa amelinin azlığı ona zarar vermez. Kim de
hakkı tanımazsa amelinin çokluğu ona fayda vermez. Çünkü ilimsiz amel ne zarar,
ne de fayda verir.”
Derim
ki: İbn Şahin rahimehullah’ın son cümlesi su götürür. Zira ilimsiz amel etmek,
birçok kimsenin bid’atlere düşerek zarara uğramasına sebep olmuştur. Allah en
iyi bilendir.
Faide: İbnu'l-Kasım dedi ki: "İmam Malik'e: "Kimin fetva vermesi caizdir?" diye soruldu. Dedi ki: "İnsanların ihtilaf ettikleri hususları bilenden başkasının fetva vermesi caiz değildir" Denildi ki: "Re'y ehlinin ihtilafını mı bilmesi gerekir?" İmam Malik dedi ki: "Hayır! Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabının ihtilafını, Kur'an'dan ve Rasulullah'ın hadislerinden nasih ve mensuh olanların ilmini bilmesi gerekir. İşte ancak bu şekilde fetva verebilir." (İbn Abdilberr, Camiu Beyani'l-İlm (972)
Sufyan b. Uyeyne dedi ki: "İnsanlardan fetva vermeye en cüretli olanı, alimlerin ihtilafını en az bilenleridir." (Camiu Beyani'l-İlm 970) Aynısını İbn Uyeyne, Eyyub es-Sahtiyani'den nakletmiştir. (Camiu Beyani'l-İlm 969)
Faide: İbnu'l-Kasım dedi ki: "İmam Malik'e: "Kimin fetva vermesi caizdir?" diye soruldu. Dedi ki: "İnsanların ihtilaf ettikleri hususları bilenden başkasının fetva vermesi caiz değildir" Denildi ki: "Re'y ehlinin ihtilafını mı bilmesi gerekir?" İmam Malik dedi ki: "Hayır! Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabının ihtilafını, Kur'an'dan ve Rasulullah'ın hadislerinden nasih ve mensuh olanların ilmini bilmesi gerekir. İşte ancak bu şekilde fetva verebilir." (İbn Abdilberr, Camiu Beyani'l-İlm (972)
Sufyan b. Uyeyne dedi ki: "İnsanlardan fetva vermeye en cüretli olanı, alimlerin ihtilafını en az bilenleridir." (Camiu Beyani'l-İlm 970) Aynısını İbn Uyeyne, Eyyub es-Sahtiyani'den nakletmiştir. (Camiu Beyani'l-İlm 969)
24 Şubat 2015 Salı
16 Şubat 2015 Pazartesi
Bid’atçiler Tevhid Ehli Olabilir mi?
Bid’at ehli, tevhid ehli değildir!
Sünnette varid olan mescidleri ihya etmeyi bu zaman ve mekana uygun görmeyip dernek gibi alternatifler icat etmekte, hocaları ise sünnetleri ihya için kurulmuş mescitlere “dırar mescidi” tabirini kullanmaktadır. Böylece hocaları (Ebu Said ve diğerleri de dahil) “tagut” ismini hak etmekte, takipçileri ise taguta itaat eden kimseler olmaktadırlar.
Yine âlimleri ve rahipleri rab edinmeyi teklif edercesine,
suretlere cevaz veren kimsenin fetvasını öne sürerek; haramı helal saymaya
davet eden hocalarının peşinden gitmektedirler.
Derneklerde toplanmaya gelince, Allah Azze ve Celle
mescidler hakkında şöyle buyurmuştur:
فِي بُيُوتٍ
أَذِنَ اللَّهُ أَنْ تُرْفَعَ وَيُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ
“Allah’ın, yüceltilip, içinde isminin zikredilmesine izin
verdiği evler” (Nur 36)
Peki derneklerde Allah’ın zikredilmesine izin veren kimdir?
أَمْ لَهُمْ
شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ
“Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyleri dinde
meşru kılan ortakları mı var?” (Şura 21)
Nasıl olur da dernekçilerin tevhid ehli olduğu söylenebilir?
Dernekçilerin tevhid ehli olduğu söylemek; hakkın bâtıl, bâtılın hak olduğunu
söylemek demektir. Tevhid hakkında yanlış bilgilendirme yapan ve hakkı gizleyen
hocaları sebebiyle bu yanlış algıya düşmektedirler.
Şirk, uluhiyet ve rububiyet tevhidini bozar. Bid’at ise
ittiba tevhidini bozar. Hariciler, Mürcie, Mu'tezile, Sufiler vs. bid'at ehli, nasıl tevhid ehli değiller ise, dernekçi, deyyusiyye, suretçi, mezhepçi, kıyasçı bid'atçiler de tevhid ehli değillerdir.
Allah Azze ve Celle’ye, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in
meşru kıldıklarından başkasıyla ibadet edenler tevhid üzere değildirler.
Dernekçiler, deyyusluk ve suret gibi fitnelere hiç karşı
çıkmayan, bilakis münkere karşı çıkılmasını eleştiren, bâtılın ve bâtıl ehlinin
reddedilmesini üslupsuz gören, kalpleri ters dönmüş kimselerdir.
Bid’atler gibi münkerleri emredip, sünnetler gibi iyilikleri
yasaklayanlar münafıklardır:
“Erkek olsun kadın olsun, bütün münafıklar birbirlerine benzerler.
Kötülüğü emredip iyilikten nehyederler” (Tevbe 67)
“Münafıklar sana gelince, "şâhidlik ederiz ki sen,
Allah'ın Rasûlüsün" derler. Allah da senin kendi Rasûlü olduğunu elbette
bilmektedir. Ve şuna da şâhidlik etmektedir ki, münafıklar muhakkak
yalancıdırlar. Onlar, yeminlerini bir kalkan edinmişler ve Allah'ın
yolundan başkalarını da çevirmişlerdir. Onların yapmış oldukları bu şey ne
kötüdür. Bu, onların önce îman, sonra da küfretmiş olmaları
dolayısıyladır. Bu yüzden de kalblerinin üzeri mühürlenmiştir; artık hiçbir şey
anlamazlar. Onları görünce cisimleri hoşuna gider. Söz söylerlerse
sözlerini dinlersin; fakat onlar, sanki elbise giydirilmiş içi boş odun
gibidirler. Her sesin, kendi aleyhlerine olduğunu zannederler. Onlar düşmandır;
Bu itibarla onlardan uzak dur. Allah onları katletsin. Nasıl olup da haktan
döndürülüyorlar” (Münafıkun 1-4)
Hadis ehlinin; sünnetlerin ihya edildiği, bid’atlerin
öldürüldüğü mescidlerine “dırar mescidi” diyen utanmaz bunak! Videolarla çekim
yapılan, kilise modelinde seminerler tertip edilen, mezheplere ve taklide davet
edilen, kadın-erkek ihtilatı bulunan, deyyusluğa davet edilen, haricilik
propagandası yapılan, Bid’at ehlinden beranın unutturulduğu, sünnet ehline
düşman olmanın aşılandığı, Müslümanların kanlarının dökülmesine cevaz veren,
Mısır’daki ayaklanmayı meşru gösteren, sünnetlerin ihyasına fitne diyen, bütün
bu pisliklere rağmen “Selefi” olduklarını söyleyen kimselerin dernekleri “dırar
mescidi” hükmüne daha uygun değil mi? Hakkı itiraf etmeye mani olan kibriniz mi?
“Hadis ehli” ismini kullanmaktan hiç mi utanmıyor, Allah’tan hiç mi
korkmuyorsun?!
Dün Abdullah Yolcu, Ebu Enes, Ebu Erva, Temel Alıcı, Ebu
Zerka gibi saptırıcıların selefilik adını kullanarak selefiliği tahrif
etmelerine dilsiz şeytan idin, senin sapıklığın ve çirkinliklerin reddedilince
dilin çözüldü, “dırar mescidi” demek aklına geldi, hayırdır?
Sünnet Ehlini Fitne Çıkarmakla İtham Eden Bid'atçilere Şeyh Elbani'den Nefis Cevap
Şeyh el-Elbani rahimehullah’a
şöyle soruldu: “Oruç tutan Müslümanlardan bazı insanlar ezandan bir süre önce
iftar ediyorlar. Bazıları da ezanla birlikte iftar ediyorlar. Bu iki grubun
hükümleri nedir?
Şeyh el-Elbani şöyle
dedi: “Sen bizimle beraber isen bunu anlayabilirdin. Allah sana bereket versin.
Soruyu soran: “Ben
sürekli seninle beraberim, lakin sen sahur ezanından bahsetmiştin.
Şeyh el-Elbani: “Akşam
ezanından da. Akşam ezanından da bahsettik, akşam iftarda acele etmek ve namaz
için acele etmekten de bahsettik. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Ümmetim
iftarda acele ettikleri sürece hayır üzere bulunmaya devam eder” hadisini de
rivayet ettik. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yolculukta sahabeden
birine “bize iftarlığımızı getir” dediğini anlattık. Adam: “Ey Allah’ın rasulü,
gündüz önünde” demişti. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de ona: “Getir”
dedi. Bu sahabe: “Birimiz devesine binse güneşi görür” dedi. Yani (Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem) güneş kaybolur kaybolmaz iftarda acele ediyordu.
Yine fatihayı ezberlediğimiz gibi ezberlememiz gereken bir hadis söylemiştik. O
da Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisidir: “Gece şuradan yönelip,
gündüz şuradan gittiğinde ve güneş battığında oruçlu iftar etmiştir” İftarda
hiç beklemeden acele etmek gerekir.”
Soruyu soran dedi ki: “Kişi
bir toplulukla beraber bulunuyor, bu topluluktakilerin hiçbiri iftar etmiyor,
bu kimsenin kendi başına iftar etmesi olurmu? Gecenin gittiğini nasıl bilecek?
Şeyh el-Elbani: “Allah
sana bereket versin. Az önce Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Kim
İslam’da güzel bir sünnet başlatırsa” hadisini anlattık. Bu adam vaktin
girdiğini yani iftar vaktinin girdiğini biliyorsa, bir de buna şunu ekle: bunu
sırf iftarda acele etme sünnetini bildiği için yapıyorsa, bu insanların önünde bardağı
alıp içtiğinde, hurma alıp yediğinde güzel bir sünnet mi başlatmış olur, kötü
bir çığır mı açmış olur?
Soruyu soran: “Elbette
güzel…
Şeyh el-Elbani: Evet,
Allah sana bereket versin.
Soruyu soran: Onlar sana “bizim
ezanı beklememiz de güzel bir sünnet diyecekler.
Şeyh el-Elbani: Allah
sana bereket versin, burada ikinci bir konuya geçiyoruz. Eğer onların
bekledikleri ezan vaktinde okunuyorsa hiç kimsenin ezandan önce yemesi caiz
olmaz. Lakin biz bugünkü ezandan bahsediyoruz. Zannederim bugünkü ezanın
güneşin batmasından on dakika sonra okunduğunu işitmişsindir.
Soruyu soran: Kişi
bugünkü ezandan bahsediyor, önceki ezanı kastetmiyor.
Şeyh el-Elbani: Öyleyse
bu şekildeki bir ezanı beklemek sünnet değildir. Bilakis sünnete muhaliftir…
14 Şubat 2015 Cumartesi
Bid’atçiliğe Hükmetmek
Şeyh Muhammed
Bazemul
Tercüme: Ebu Muaz
Soru: “Şeyhimiz,
Allah size ihsan etsin, size ve ilminize bereket versin. Bir sorum var. İki
alim cerh etme, bid’atle itham ve sakındırma hususunda ihtilaf ettiğinde
sakındırmayı bid’atle ithama çeviren kayıt nedir? Selefi bir kimsenin görüşlerden
birini tercih eden kardeşlerine karşı tutumu nasıl olmalıdır?
Cevap: Soruda cerh etme (tecrih), bid’atçilikle suçlama (tebdî’) ve sakındırma (tahzir) kelimeleri zikredilmektedir.
Tecrih; cerh
etmekten gelir. Bu kişinin dindeki adaleti veya hafızası hususunda
eleştirilmesidir. Her tecrih (cerh etme) tebdî’ (bidatçilikle suçlama) demek
değildir. Fakat her tebdî’ bir cerh etmedir.
Bir kimseyi bid’atinden
dolayı bid’atçilikle suçlamak durumlara göre farklıdır:
Bazen bir sözü veya
bir fiili bid’at olmakla nitelenir ve o zaman kendisinin çıkardığı veya
işlediği bid’atten dolayı ona bid’at sahibi denilir.
Bazen de şahsın
kendisi bid’at ile nitelenir ve ona “Mubtedi’: bid’atçi” denilir. Bu da
kendisine hüccet ikame edilip inad etmesi ve hevasına uyup hakka dönmemesi
halinde olur. Bu kimse hevâ ve bid’at ehlidir.
Tahzir; bir
şahıstan, bir meseleden, bir hükümden, bir üsluptan veya bir fikirden
sakındırmak demektir. Şahsın cerh edilmiş bir bid’atçi olması gerekmez. Bu
konuda kişiye yumuşak veya şiddetli yahut acilen sakındırma yapılabilir.
Kişinin sözünde çokça kullandığı bir ibare ele alınarak sakındırılabilir veya
onun bid’at veya sapıklığından sakındırılabilir.
İlim talebesinin bir
şahıs hakkında durumun hakikatini öğrenmek için bir alime veya kendisinden daha
iyi bilen birine müracaat etmesi gerekir.
Alimler bu konuda
şahsın durumu hakkındaki kendi bilgilerine göre ihtilaf edebilirler, o kişinin
durumundan haberdar olmayabilirler. Bu insanlar hakkındaki bilgiye göre
değişiklik arz edebilir.
Bu yüzden soru
sahibine nasihatim; sözün sahibi olan alime başvurması ve sürekli olarak
tesebbütte bulunmasıdır. (Sözün sahibi olan alimin kendisinden sormasıdır.) Bu meselelerdeki
ihtilafı kaldırmak için en uygun yol budur.
İlim talebesi bu
meselelerde ilim ehline tabi olmalıdır. En selametlisi budur. Kendi başına
acele edip tavır almamalıdır. Bu konuyu yönlendirebildiği kadarıyla alimlere
bırakmalıdır.
Allah’tan herkes
için başarı ve doğruluk dilerim.
Sünnet Alimleri Hakkında: "Davetçilerin Hatalarını Araştırıyorlar" İftirasına Reddiye
Suud’dan
soran birisi şöyle diyor: “Hizipçilerden çok defa şöyle dediklerini işitiyoruz:
“Bu asrın sünnet şeyhleri davetçilerin hatalarını gözlüyorlar” Bu söylentiye ne
dersiniz?
Birincisi: Bu onlardan yadırganacak bir şey değildir. Eskiden beri bid’at ehli kurabildikleri her tuzağı kurmuşlardır. Sünnet ehline karşı İftira, yalan ve bâtıl suçlamalar bu tuzaklardandır. Allah biliyor ki, onlar bu iftira ve suçlamalardan beridirler. Sünnet ehli, Şeyhul İslam İbn Teymiyye rahimehullah’ın dediği gibi: “İnsanların mahlukata en merhametlileri ve insanların hakkı en iyi bilenleridir.”
İkincisi:
Sünnet alimleri ve ilim talebeleri onların gizli olarak işledikleri hatalara
kastetmezler. Ancak dinin esaslarına ve fer’î hükümlerine göre hata olduğunu
bildikleri şeyleri kitap ve sünnet üzerine kurulu ilim ile reddederler. Kitap
ve sünnetin naslarını araştırıp salih selefin siyretini örnek alırlar. Bu ise
muhalefet edilen hususlarda hidayete götüren yoldur.
Üçüncüsü:
Ehli sünnet indinde insanların sözlerinin ve fiillerinin arz edileceği iki
terazi vardır. Bunlar nas ve icma’dır. Kim nas veya icmaya uygun ise ondan
kabul edilir. Kim de nas veya icma’ya aykırı ise kendisine reddedilir. Muhalefet
edilen konu eğer bir mecliste ise o mecliste reddedilir. Eğer bir Cuma hutbesinde
ise orada reddedilir. Eğer muhalefet yayılmış ve ulaşacağı heryere ulaşmış, bu
Allah’ın dininden sayılarak kabul edilmeye başlanmışsa bu (reddiye) yolu
tutulur.
Bu konuda
dayanakları şudur:
1- Dinin naslarından burada bazı ayetler ve bazı
hadisler zikredeceğim:
Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur: “Mümin erkek ve mümine kadınlar birbirlerinin
dostlarıdırlar. İyiliği emreder ve kötülükten yasaklarlar.”
“İçinizden
hayra çağırıp iyiliği emreden ve kötülükten yasaklayan bir ümmet bulunsun. İşte
onlar kurtuluşa erenlerdir.”
Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in aykırılıkların sahiplerine reddedileceğine dair
hadislerine gelince, bu hadisler lafzen mütevatir olmasa da mânâ olarak
mütevatir ve müstefizdir.
Bunlardan
birisi Buhari ve Muslim’in Aişe radıyallahu anha’dan şu rivayetleridir: Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim şu emrimizde olmayan bir
yenilik çıkarırsa reddolunur.” Muslim’in rivayetinde şöyledir: “Kim şu
emrimizde olmayan bir amel ile amel ederse o reddolunur.” Buhari rahimehullah, Muslim’in
mevsul olarak rivayet ettiği bu hadisi, Kitabu’l-İ’tisam’da muallak olarak
zikretmiştir.
2- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: “Ümmetimin son zamanlarında sizlerin ve babalarınızın
işitmedikleri şeyler anlatan bazı insanlar olacak. Onlardan sakının ve
sakındırın.”
3- Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bu ilmi – yani Allah’ın dininde
fıkhı – sonradan gelen her asırda adil olanları yüklenecek, aşırı gidenlerin
tahriflerini, bâtıl ehlinin sahiplenmelerini ve cahillerin te’villerini
reddedeceklerdir.”
Sahabe ve
onlardan sonrakilerin sözlerine gelince, bazı ifadelerini seçelim:
1- el-Faruk
(Ömer) radıyallahu anh şöyle demiştir: “Sizleri sünnetlerin düşmanları olan re’y
ehlinden sakındırırım. Onlar Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
hadislerini muhafazadan aciz kalınca re’y (şahsi görüş) söylerler, böylece hem
sapar, hem saptırırlar.”
2- Ali radıyallahu anh şöyle demiştir: “Şayet
din re’y (şahsi görüş) ile olsaydı elbette mestlerin iç tarafını mesh etmek,
üzerini mesh etmekten daha uygun olurdu.” İbn Abbas radıyallahu anhuma şöyle
derdi: “Doğuda veya batıda bid’at çıkar, kişi onu bana taşır, eğer bende son
bulursa sünnet ile onu kendisine reddederim.”
Sahabe’den
sonraki ilim ve iman ehlinin sözlerine gelince, onlar bu nasların ifade ettiği
üzere, ister usul meselesi olsun, ister fürû’ meselesi olsun fark etmeksizin,
dine muhalefet edenleri reddetmek hususunda icma etmişlerdir.
İbn Sirin rahimehullah
şöyle demiştir: “Şüphesiz bu ilim dindir. Dininizi kimden aldığınıza dikkat
edin!”
Şa’bî rahimehullah
şöyle demiştir: “Sizleri kıyaslamaktan sakındırırım. Nefsim elinde olana yemin
ederim ki, şayet kıyası kabul ederseniz mutlaka helali haram, haramı helal
kılarsınız. Size Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den ezberlenip gelenlerden
ulaşanı alıp kabul ediniz.” Veya: “ona tutununuz” dedi.
Bu sözleri ve
daha fazlasını görmek isteyen İbn Batta el-Ukberî’nin el-İbanetu’l-Kubra
kitabına, el-Lalkâi’nin Şerhu Usuli İtikad İnde Ehli’s-Sunne kitabına ve bunun
gibi ilim ve iman ehli imamların kitaplarına baksın. Binaenaleyh, o hizipçi ve
felsefeci kimselerin; “Ehl-i sünnetin davetçilerin hatalarını gözledikleri”
şeklindeki sözleri yalan ve iftiradır. Bu çirkin ve günah bir sözdür.
Bid'atinde Israr Edenden Sakındırılır
Soru: “Selefî bir kimse
bir bid’ate düşse, kardeşleri ona nasihat edip sabretseler ve ona açıklasalar,
buna rağmen bid’atinde ısrar edip dönmezse bu durumda o kişinin bid’atçi
olduğuna hükmedilir mi? Selefiler onu bid’atçi görerek uzaklaşabilir mi ve
ondan sakındırabilirler mi? Yoksa buna alimin mi hükmetmesi gerekir? Bize
açıklayın, Allah size bereket versin.
Cevap: Eğer kardeşlerinin
sözleri ona fayda etmez ve dönmezse ondan ve sözlerinden sakındırılır. İlim
ehline danıştıktan sonra da onun bid’atçi olduğuna hükmedilir. Yardım istenecek
olan Allah’tır.
Şeyh Muhammed Bâzemul
13 Şubat 2015 Cuma
Şeytanın Bâtılı Süslemesi ve Hakkı Çirkin Göstermesi
İbnu’l-Kayyim rahimehullah şöyle der:
"Şeytanın hilelerinden
biri de şudur: İnsanı tuzağa düşürmek için, aklı daima büyülemesidir. Onun
büyüsünden ancak Allah’ın dilediği kişiler kurtulabilir.
12 Şubat 2015 Perşembe
Sahih Hadisler Sitesini Hatanın Tashihine Tekrar Davet Ediyorum!
Daha önce Sahih Hadisler sitesinde
Abdestsiz ve Cünüp olarak Kur’an okunması meselesinde Şeyh el-Elbani rahimehullah’ın
adı kullanılarak tedlisler ve delil karartması yapıldığına dair uyarıda
bulunmuştum.
7 Şubat 2015 Cumartesi
Münafıklarla Cihad
İbn Mes’ud radıyallahu
anh şöyle demiştir:
لَمَّا نَزَلَتْ: {يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ
جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ} أُمِرَ رَسُولُ
اللهِ صَلى الله عَلَيه وَسَلم أَنْ يُجَاهِدَ بِيَدِهِ, فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ
فَعَلَيْهِ بِوَجْهٍ مُكَفَهِرٍّ
“Ey Nebi! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad
et” (Tevbe 73) ayeti indiği zaman Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem;
el ile cihad etmesi, buna gücü yetmezse onları asık suratla karşılamakla
emrolundu.” Sahih. Taberî (11/566) Beyhaki, Şuabu’l-İman (7/38)
İmam Ebu Cafer
et-Taberi dedi ki: “(Tevbe suresi 73. Ayetine dair) Bu görüşler içinde bana
göre en isabetlisi İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın, Allah Teâlâ’nın, Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’e münafıklarla cihad etmeyi emrettiğine dair sözüdür. Bu,
müşriklerle cihadı emretmesinin benzeridir.
Eğer birisi: “Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem ashabı arasında bulunan münafıkları bildiği halde
onları nasıl bıraktı?” diyecek olursa, denilir ki: “Muhakkak ki Allah Teâlâ onlardan
küfür sözünü ortaya açıkça koyan kimselerle savaşmasını emretti. O münafığın zahire
vurduğu şeye göre davranılır.
Onlardan küfür
sözünü söylediklerinden haberdar olunanlar yakalandığı zaman inkâr eder ve bu
sözden dönerek: “Ben Müslümanım” derse diliyle İslam’ı izhar eden herkes hakkında
Allah’ın hükmü onun malının ve kanının koruma altında olmasıdır. İtikadında başka bir şey gizlese bile, onların
sırları Allah Azze ve Celle’ye bırakılır. Halkın gizlilikleri araştırmasına yol
bırakılmamıştır.
Bu yüzden Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem münafıkları bilmesine ve Allah’ın kendisini onların
içlerinde gizledikleri şeylerden ve kalplerindeki itikatlardan haberdar
etmesine rağmen, bu kimselerin ashabı arasında bulunmasını onaylamış, onlarla
olan cihadda, Allah’a ortak koşan (kâfirlere) harp açması gibi bir cihad yolunu
tutmamıştır. Münafıklardan birisi, Allah’ı küfr/inkâr içeren bir sözünden haberdar
olunup yakalanınca, inkâr etmiş, diliyle Müslüman olduğunu izhar etmiştir. Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem de onu, daha önce söylediği sözden ve içinde
gizlediği itikattan değil, ancak kendisinin huzurunda söyleyerek ortaya koyduğu
sözle sorumlu tutmuş ve buna göre hüküm vermiştir.
Allah hükümde hiç
kimseye insanların içlerinde gizlediğine göre hükmetmeyi mubah kılmamıştır,
içte gizlenenin hükmünü yalnız kendisine ayırmıştır.” (Taberi Tefsiri 11/567)
6 Şubat 2015 Cuma
Tekfirci Haricilere Reddiye/Şeyh Nasıruddin el-Elbânî Rahimehullah
Tercüme: Ebu Muaz
Şeyh el-Elbani rahimehullah, es-Sahiha'da şöyle demiştir:
Ubade b. Es-Samit radıyallahu anh’den: “Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’e zorlukta ve kolaylıkta, dinçlikte ve isteksiz
hallerde, bize karşı aleyhimizde kayırmacılık yapılsa bile dinleyip itaat
etmek, katımızda Allah’tan açık bir burhan olan bariz küfür görmedikçe, yetki
konusunda yöneticilerle çekişmemek, nerede olursak olalım hakkı söylemek ve
Allah için kınayıcının kınamasından korkmamak üzere biat ettik.”
Bu hadiste birçok faydalar ve fıkhî meseleler
vardır. Özellikle Hafız İbn Hacer, Fethu’l-Bari’de başta olmak üzere, âlimler
şerhlerinde bu konuda konuşmuşlardır.
Bunlardan burada önemsediğim kısım şudur:
Burada müminlerin emiri Ali b. Ebi Talib radıyallahu anh’e karşı ayaklanan
haricilere açık bir reddiye vardır. Zira onlar herhangi bir şüphe veya tereddüt
söz konusu olmaksızın, Ali radıyallahu anh’de bariz küfür görmemişlerdi.
Bununla beraber onunla ve onun yanında bulunan sahabelerle, tabiinle savaşmayı
ve kanlarını dökmeyi helal saydılar. Ali radıyallahu anh de onlarla savaşıp
köklerini kazımaya mecbur kaldı ve onlardan sadece bir azınlık kurtuldu. Sonra tarihte
bilindiği gibi Ali radıyallahu anh’ı haince öldürdüler. Onlar İslam’da kötü bir
çığır açtılar. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in birçok sakındırıcı
hadislerine rağmen Müslümanların yöneticilerine karşı ayaklanmayı zamanlar boyu
din edindiler. Bu hadislerden birisi: “Hariciler cehennemin köpekleridir” hadisidir.
(Mişkatu’l-Mesabih, (3554) er-Ravdu’n-Nadir (906, 908)
Onlar yöneticilerde bariz küfür
görmemelerine rağmen böyle olmuştur. Onlar ancak küfrün altında olan zulüm,
fücur ve günahlar görmüşlerdir.
Bugün – tarih tekerrür eder sözünde olduğu
gibi – Müslüman gençler arasında dinde çok az fıkıh sahibi olan, yöneticilerin
Allah’ın indirdiklerinden çok azıyla hükmettiklerini gören, ilim, fıkıh ve
hikmet ehli ile istişare etmeksizin yöneticilere karşı ayaklanmayı uygun gören
kimseler türedi. Hatta önderleri Mısır’da, Suriye’de ve Cezayir’de kör
fitnelere, kanlar dökmeye kışkırtıyor! Bundan öncede Mekke Harem’inde bir fitne
olmuş, böylece hariciler dışında seleften ve haleften Müslümanların üzerinde
ittifak ettikleri bu sahih hadise muhalefet etmişlerdi.
Bu gençlerde galip gelen zan, onların Allah’ın
veçhini dileyen samimi kimseler olmaları olduğundan, durum aldatıcı bir hale
gelmiştir. Ben hatalarını itiraf ettirmek için onlara bir nasihatte ve
hatırlatmada bulunmak istiyorum. Umulur ki doğru yolu bulurlar.
Diyorum ki: Bilindiği üzere Müslümanlar, İslam’ın
rükünlerinde dahi güçlerinin yettiği hükümlerden sorumludurlar. Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur: “Beyt’i haccetmek, yoluna güç yetirebilenler için Allah’ın
insanlar üzerinde bir hakkıdır.” (Al-i İmran 97) Bu mesele ayrıntıya
girmeye gerek kalmayacak kadar açıktır.
Burada detaylandırılması gereken yalnız iki
hakikatin hatırlatılmasıdır:
Birincisi: Hangi türüyle olursa olsun Allah’ın
düşmanlarıyla savaşmak, Allah’ın hükümlerine boyun eğip tabi olmak suretiyle
nefis terbiyesini gerektirir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurmuştur: “Mücahid; Allah’a taat için nefsiyle cihad edendir.”
(es-Sahiha 549)
İkincisi: Bu (savaş), Allah’ın düşmanlarını
cezalandıracak olan maddî hazırlık ve savaş silahlarını da gerektirir. Zira Allah
bunu müminlerin emirine emrederek şöyle buyurmuştur: “Onlara karşı gücünüz
yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın.
Bununla hem Allah düşmanını, hem kendi düşmanınızı hem de bunlar dışında sizin
bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz” (Enfal 60) Güç yettiği halde bunun ihlal
edilmesi ancak münafıkların özelliğidir. Bu yüzden alemlerin rabbi onlar
hakkında şöyle buyurmuştur: “Şayet (savaşa) çıkmayı isteselerdi bunun için
hazırlık yaparlardı.” (Tevbe 46)
Ben kesinlikle inanıyorum ki bu maddi
hazırlık müminlerden bir topluluğun yöneticilerinin bilgisi olmadan
yapabilecekleri bir şey değildir. Nitekim bu bilinen bir husustur. Buna göre,
Allah’ın düşmanlarıyla savaşacak bir topluluğun vakti gelmemiştir. Durum Mekke
dönemi gibidir. Bu yüzden Müslümanlar, ancak Medine döneminde cihad/kıtal ile
emrolunmuşlardı. Bu husus, şu rabbanî nassın gereğidir: “Allah hiçbir nefse
kapasitesinin üzerinde yüklemez.” (Bakara 286)
Bu yüzden ben cihad için hamasetli ve
kulların rabbi için gerçekten samimi olan gençlere şunu öğütlüyorum: İçteki
ıslaha yönelsinler, imkanları olmayan dıştakini önemsemeyi ertelesinler. Tasfiye
ve Terbiye adını verdiğim bu çalışma, alıştırmalar yapmayı ve uzun bir zamanı
gerektirir. Bunu yerine getirecek olanlar ancak alimlerden, seçkinlerden ve
takva sahibi eğitimcilerden bir topluluktur. Özellikle yöneticilere karşı
kışkırtan cemaatler arasında bu zamanda onlar ne kadar da azdırlar!
Bazıları bu tasfiye işleminin zorunlu
olduğuna karşı çıkabilir. Nitekim bazı İslamî gruplar böyle davranıyorlar.
Bazıları bunun devrinin kapandığını iddia edebilir ve siyasi çalışmalara veya
cihada sapabilir, tasfiye ve terbiye işini önemsemekten yüz çevirebilirler.
Hepsi de bu şekilde yanılırlar. Tasfiye görevini ihmal etmeleri sebebiyle nice
meselelerde dine muhalefetler ettiler, taklide ve telfike (mezheplerin
ruhsatlarını seçmeye) yöneldiler. Allah’ın haram kıldığı nice hükümleri helal
saydılar! İşte bir örnek: Kendilerinden bariz küfür sadır olmasa da yöneticilere
karşı ayaklanmak!
Son olarak diyorum ki: Bizler, mesela
Ramazan orucunun farz olduğunu inkar eden, kurban bayramında kurban kesmeye
karşı çıkan vb. kimseler gibi dinde bilinmesi zorunlu olan şeyleri inkar eden bazı
yöneticilerin, kendilerine karşı ayaklanmayı hak ettiklerini inkar etmiyoruz. Hadisin
ifade ettiği gibi böyle kimselerle savaşılması gerekir. Lakin daha önce
belirtildiği gibi, bunun için güç yetirme şartı vardır.
Lakin mukaddes toprakları işgal eden, Müslümanların
kanlarını döken Yahudilere karşı cihad etmek, burada açıklanmasına imkân
olmayan birçok açıdan bu şekildeki yöneticilere karşı savaşmaktan daha
önceliklidir. En önemlisi bu yöneticilerin ordusu veya en azından onların
çoğunluğu, bu yöneticilerden razı olmayan Müslüman kardeşlerimizden
oluşmaktadır. Bu hamasetli gençler Müslümanların yöneticileriyle savaşmak
yerine neden Yahudilere karşı savaşmıyorlar?!
Zannederim bunun cevabı, az önce
açıklandığı gibi: “Güç yetiremiyoruz” anlamında olacaktır. Buradaki cevap da
aynı cevaptır. Vakıa bunu desteklemektedir. Onların imkan bulunmamasına rağmen
yaptıkları ayaklanmalar, maalesef kanların dökülmesinden başka sonuç
vermemiştir. Cezair’deki örnek önümüzde durmaya devam ediyor. İbret alıp
düşünen var mı?
El-Elbani, es-Sahiha (7/2/1237-1243)
Küfrün Altında Bir Küfür Ayrımı Hakkında Kaide
Tercüme: Ebu Muaz
Soru: İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın
Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler hakkında söylediği “Küfrün altında bir
küfür” sözü hakkında bu ayrımın kuralı nedir?
Şeyh Muhammed Nasıruddin el-Elbânî rahimehullah dedi ki: “Bu itikadî küfür
ile (onun altında olan) amelî küfür ayrımıdır. Kimin kalbinde itikadi küfür
varsa bu kimse dinden çıkar. Kim de itikadına muhalif olan amelî küfür işlerse,
bu da küfrün altında bir küfürdür, o kişi bununla kafir olmaz.
Burada dinleyicilerin bilmeleri gereken
ince bir nokta vardır: Küfür iki çeşit olduğu gibi, nifak da iki çeşittir.
Bugün insanlar arasında iki çeşit küfürden bahsediliyor da, nifakın da iki
çeşit olduğundan bahsedilmiyor. Halbuki bu da önemli bir meseledir. Kim
gönlünde küfrü gizliyorsa o itikadi bir küfürle kafirdir öyle değil mi?”
Birisi: “Evet” dedi.
Şeyh şöyle devam etti: “Lakin bu kimse “Şehadet
ederim ki Allah’tan başka ibadete layık hak ilah yoktur ve Muhammed (sallallahu
aleyhi ve sellem) Allah’ın rasulüdür” diyor. Müslümanlarla beraber oruç tutmaya
devam ediyor. Bu onun nifakını tamamlıyor! O iç aleminde kafirdir, dıştan Müslümandır.
Buraya kadar anlaşıldığını sanıyorum. Bu, itikadi küfürle beraber ameli küfrün
tam aksidir. Amelî küfür işleyen kimse itikadına göre sahih bir imana sahiptir.
Lakin ameli kafirin amelidir. Münafık ise tam aksidir, ameli Müslümanların amelidir,
fakat itikadı kafirlerin itikadıdır. Müslümanların itikadına sahip olan velakin
aamelinde kafirlerin amelini işleyen kimse tekfir edilmez. Çünkü o müslümanların
itikadında olup, ameli kafirlerin amelidir. Bunu anladıysak, bu açıklama ile milyonlarca
Müslümanı tekfir etme problemini sonlandırmalıyız.
İşte o zaman Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in: “Kul ile küfür arasında veya kul ile şirk arasında namazın terki
vardır” hadisini de anlamış oluruz. Namazı terk eden küfür işlemiştir. Bu küfür
itikadi de olabilir, amelî bir küfür de olabilir. Peki bu veya diğeri ne zaman
söz konusu olur? Eğer herhangi bir yol ile onun namazın meşru (din kılınmış)
olduğuna iman ettiğini ve kendisinin Allah’a karşı günah işlediğini itiraf
edip: “Allah bizim tevbemizi kabul etsin” dediğini bilirsek bu kişi kalbinde Müslümanlarla
beraber iman eden biridir. Lakin o ameliyle kafirlerle beraberdir. Çünkü
kafirler namaz kılmazlar. İşte bu, itikadî küfür ile amelî küfür arasındaki
farktır.”
El-Hedyu ve’n-Nur (547/58 :17:00 – Tariku’l-İslam)
Ebu Muaz’ın notu: Bu açıklamada Selef’ten gelen
tanımlamalara muhalefet söz konusudur. Nitekim Huzeyfe radıyallahu anh nifak
hakkında şöyle tarifte bulunmuştur: “Münafık İslam’ı dile getiren, lakin onunla
amel etmeyendir.” Sahih
mevkuf. Ebu Nuaym, Sıfatu’n-Nifak (126) İbn Ebi Şeybe (15/115) İbn Ebî Hâtim Tefsir
(10508)
Hasen el-Basri de şöyle demiştir: “Nifak iki kısımdır.
Biri Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i yalanlamaktır ki bu tür nifak
küfürdür. Diğeri de kişinin hata ve günahlarından dolayı içine düştüğü
durumdur. Böylesi bir kişinin de bağışlanması umulur “Sahih maktu. İbn Batta el-İbane
(939) Taberî Tehzibu’l-Asar (1953) Ebu Nuaym Sıfatu’n-Nifak (127) Tirmizi Sunen'de (2632) nolu rivayetten sonra isnadsız olarak zikretmiştir.
* Buna göre Müslüman olduğunu iddia ettiği
halde İslam şartlarından olan namazı terk eden kimse nifak üzeredir.
* Bu nifak
ise büyük nifaktır. Zira namazın terkinin büyük küfür olduğu üzerinde sahabenin
icmaı sabit olmuştur.
* Büyük küfür yani dinden çıkaran küfür, itikadi küfürle
beraber amelî küfürün bulunması halinde söz konusu olur.
* Namazı terk etmenin
küfür olduğunu bildiği halde, kasıtlı olarak, geçerli bir te’vil söz konusu
olmaksızın ve ikrah altında olmaksızın namazı terk eden kimse namazı terk etmekle
aslında itikadi bir küfür de işlemiş olmaktadır.
* Bununla beraber Müslüman olduğunu
da iddia etmekte, şehadet kelimelerini ikrar etmektedir. Şayet hüccet ikamesini
yapacak ve gerekli yaptırımı uygulayacak bir İslam kadısı olsa idi, böyle bir
kimse ya tevbe edip namaza dönmeye mecbur kalır, yahut küfründe ısrar ederek
mürted olduğu halde öldürülürdü.
* Lakin bu zamanda İslam devleti mevcut olmadığı
için namazın terkinin hükmünü öğrendiği halde, ikrah altında olmaksızın ve
kasten namazı terk edip, Müslümanlık iddiasında devam edenler ancak münafık
konumunda bulunmaktadırlar.
* Dünya hükümleri bakımından pek çok konuda fasık Müslüman
gibi muamele görürler, onlara karşı dikkatli olunur ve öldüklerinde cenaze
namazlarını kılmak gerekmez.
* Bununla beraber Müslüman mezarlığına gömülürler.
Allah en iyi bilendir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)