Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

19 Kasım 2016 Cumartesi

Köylerde ve Mahallelerde Cuma Namazı Kılmanın Hükmü


Köylerde ve Mahallelerde Cuma Namazı Kılmanın Hükmü


El-Elbani rahimehullah ed-Daife (no:917)’de dedi ki:
لا جمعة ولا تشريق إلا في مصر جامع
Büyük şehir dışında Cuma da yoktur, teşrik tekbirleri de yoktur” şeklindeki hadisin bildiğim kadarıyla merfu bir aslı yoktur.
Ancak Ebu Yusuf, Kitabu’l-Asar’da (no:296) “Ebu Hanife kendisine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den şöyle buyurduğunun ulaştığını iddia etti…” diyerek bu sözü merfuan zikretmiştir. Bu bir yanılgıdır. Ebu Yusuf bu yanılgıya; “Ebu Hanife iddia etti ki…” sözüyle işaret etmiştir. Bununla beraber o bir imamdır. Ancak isnadı mu’daldir. (Yani isnadında peşpeşe birden fazla ravi eksiktir.)
Nitekim zikrettiğimiz hususa Hafız ez-Zeylai, Nasbu’r-Raye’de (2/159) “Merfuan garibdir. Bunu ancak Ali radiyallahu anh’den mevkuf olarak bulduk” diyerek işaret etmiştir.
Hafız İbn Hacer de bunun merfu olarak rivayetinin yanılgı olduğunu söylemiştir. Et-Telhis’te (132) şöyle demiştir: “Ali radiyallahu anh hadisi: “Büyük şehir dışında Cuma da yoktur teşrik de yoktur.” Ahmed (b. Hanbel) bu rivayetin zayıf olduğunu söyledi.”
Nevevi el-Mecmu’da (4/488) dedi ki: “Çok zayıftır.” Dedikleri gibidir.
İbn Hacer ve Nevevi kimin tahric ettiğini ve bakabilmemiz için isnadını zikretmemişlerdir. Zannediyorum o ikisi (merfu olarak zikretmekle) yanılmışlardır. İmam Ahmed’in ancak Ali radiyallahu anh’den gelen mevkuf rivayeti zayıf görmesi bunu destekler. Merfu olanı ise zikretmemiştir. Onu merfu olarak işittiğine de inanmıyorum.
İshak b. Mansur el-Mervezi, İmam Ahmed’den rivayet ettiği Mesail’inde (s.219) dedi ki: “Ali radiyallahu anh’ın: “Büyük şehir dışında Cuma da yoktur, teşrik de yoktur” sözü zikredilince Ahmed b. Hanbel dedi ki: “el-A’meş, Sa’d’dan işitmemiştir.”
Derim ki: Burada Sa’d b. Ubeyde’yi kastetmektedir. Nitekim İbn Ebî Şeybe Musannef’te (1/204); Ebu Muaviye – el-A’meş – Sa’d b. Ubeyde – Ebi Abdirrahman es-Sulemi – Ali radiyallahu anh isnadıyla bunu zikretmiştir.  
Ali b. el-Ca’d el-Cevheri, “Hadis” cüzünde (12/178/1); Ebu Ca’fer er-Razi - el-A’meş yoluyla rivayet etmiştir. Ahmed b. Hanbel; el-Ameş ile Sa’d b. Ubeyde arasında inkıta olmasıyla illetlendirmiştir.
Derim ki: el-A’meş bu rivayette tek kalmamıştır. Bilakis İbn Ebî Şeybe’nin rivayetinde Talha b. Musarrif, Tahavi’nin Muşkilu’l-Asar’ında (2/54) ve Beyhaki’nin Sunen’de (3/179) rivayetlerinde Zubeyd el-Yamî mutabaat etmişler ve her ikisi; Sa’d b. Ubeyde’den rivayet etmişlerdir. Sa’d b. Ubeyde Kutub-i Sitte ricalinden, sika bir ravidir. Ebu Abdirrahman es-Sulemî de öyledir. Bu durumda isnad mevkuf olarak sahihtir.
İbn Hazm da el-Muhalla’da (5/53) bunu sahih bulmuştur. Bu, Ebu Cafer et-Tahavi’nin de sözünün gerektirdiği manadır. Lakin o şöyle demiştir: “Ali radiyallahu anh bunu şahşi re’yi ile söylememiştir. Zira böyle bir söz re’y (şahsi görüş) ile söylenmez. Bunu ancak Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittiği için söylemiştir!”
Tahavî böyle diyor ama bunda açık bir şüphe vardır. Zira kalp, bu sözün re’y ve içtihat ile söylendiğine şahittir. Bu yüzdendir ki bu mesele ihtilaf konusu olarak devam edegelmiştir. Nitekim bunun tam aksi bir söz Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh’den sahih olarak gelmiştir. Peki, daha isabetli olan bu sözün de hükmen merfu olduğu söylenebilir mi?
İbn Ebi Şeybe, Köyler ve benzerlerinde Cuma kılınması görüşünde olanlar başlığı altında; Ebu Rafi yoluyla Ebu Hureyre radiyallahu anh’den şöyle rivayet ediyor: “Ömer radiyallahu anh’e Cuma namazı hakkında sormak için mektup yazdılar. O da cevap olarak: “Nerede olursanız olun Cuma namazını kılın” diye yazdı.
Derim ki: Bunun isnadı Buhârî ve Muslim’in şartlarına göre sahihtir. Ebu Rafi’nin ismi Nufey b. Rafi es-Saig el-Medenî’dir. İmam Ahmed bu eseri, Ali radiyallahu anh’den gelen rivayetin zayıflığına gerekçe göstermiş ve şöyle demiştir:
“İlk Cuma namazı Medine’de kılındı. Onları Mus’ab b. Umeyr radiyallahu anh topladı, onlar için bir koç kesti ve hepsine yetti. Onlar kırk kişi ya var, ya yoklardı. Sonra hüküm böylece devam etti.” İshak el-Mervezi dedi ki: “O’na dedim ki:
“Sen Merv köylerinde Cuma kılabilecekleri görüşünde misin?” O da: “Evet” dedi.
Sonra İbn Ebî Şeybe (1/204/2) sahih senedle Malik’ten şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı Mekke ile Medine arasında bulunan şu subaşlarında Cuma kılarlardı.”
Buhârî (2/316 Fethu’l-Bari), Ebû Dâvûd (1068) ve başkaları; İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: “Cuma namazı için Bahreyn köylerinden biri olan Cuvasa’da toplandılar.” Bir rivayette şöyle demiştir: “Abdu Kays köylerinden biri olan…” Buhârî ve Ebû Dâvûd bu hadisi “Köylerde Cuma namazı” başlığı altında zikretmişlerdir.
Hafız İbn Hacer dedi ki: “Hadisin delil olma açısı açıktır. Abdu Kays kabilesi ancak Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in emri üzerine Cuma kılmışlardır. Sahabenin vahiy nazil olduğu sıralarda şer’î bir emir olmadıkça buna girişmemeleri onların âdetinden bilinmektedir. Çünkü şayet bu (Cuma kılmadan beklemeleri) caiz olmasaydı elbette bu konuda ayet nazil olurdu. Nitekim Cabir radiyallahu anh’ın ve Ebu Said radiyallahu anh’ın azil yapmanın caiz oluşuna; bunu yapmalarına rağmen bu konuda yasaklayan ayet nazil olmamasını delil getirmişlerdi.  
Derim ki: Ömer radiyallahu anh, Malik radiyallahu anh ve Ahmed b. Hanbel rahimehullah’tan gelen bu selefî eserlerde Cuma namazının köylerde ve başka yerlerde kılınmaya devam edilmesini emrederek kalıcı olan bu İslamî şiara büyük önem verdikleri görülmektedir. Ali radiyallahu anh’den gelen esere uyulmamıştır. Çünkü ittifak edilen şer’î nasların genel kapsamlı ve mutlak oluşu ve Cuma namazını terk etmekten dolayı şiddetli sakındırma söz konusudur. Şuan Kur’ân’dan bir ayeti zikretmekle yetineceğim: “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için nida edildiğinde Allah’ın zikrine gidin ve alışverişi bırakın.” Cuma namazından sonra öğle namazı kılmak, ayetin devamındaki şu ifadeye aykırıdır: “Namaz kılındığı zaman yeryüzünde dağılın ve Allah’ın lütfundan arayın.”
Hicri 1396 yılı Ramazan ayında İngiltere’ye gittiğim sırada Londra’da kalan müslümanların Cuma namazını ve bayram namazını kıldıklarını görmem beni çok sevindirmişti. Bazıları Cuma namazını satın aldıkları, kiraladıkları ve namazgâh edindikleri evlerde kılıyorlar, beş vakit namazı ve Cuma namazlarını da buralarda kılıyorlardı. Kendi kendime: “Bunlar bu yüce ibadeti bu küfür ülkesinde devam ettirmekle ne kadar güzel yapyıyorlar!” dedim. Şayet mezheplerine taassup gösterselerdi ki, bunların başında Hanefi mezhebi gelmektedir, elbette Cuma namazını iptal eder ve öğle namazını kılarlardı! Kesin olarak şunu anladım ki; İslamı’n yayılmasının ve buna devam edilmesinin, Kitap ve Sünnetin naslarına teslim olmaktan ve salih selefe uymaktan başka bir yolu yoktur. Donuk mezhepçilikten; İslam’ın geniş dairesine çıkmak zorunludur. Her zaman ve her mekâna uygun olan ancak İslam’ın naslarıdır, mezhep taassubu değil! Başarılı kılacak olan Allah’tır.
El-Elbani’den tercüme eden: Ebu Muaz

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)