Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

17 Eylül 2021 Cuma

Cebriyye’ye Reddiye

 Cebriyye’nin Ortaya Çıkışı:

Cebriyye:  Horasan emiri Silm b. Ahvaz tarafından 128 yılında öldürülen el-Cehm b. Safvan’a tabi olanlardır.[1]

Cebriyye diye isimlendirilmelerinin sebebi onların şöyle demeleridir: “Kul fiillerinde özgür değil, zorunludur. Hakiki fail Allah Teâlâ’dır. Allah Teâlâ kulları imana veya küfre zorlar.”[2]

Cebr’in (zorlamanın) manası: İnsanların irade ve istekleri olmaksızın bir şeyi yapmaya mecbur edilmeleridir. Cebriyye insanların fiillerinde seçim hakkı olmadığı, bir şeyi değiştirmeye de güçlerinin bulunmadığı, fiillerin ancak Allah’a ait olduğu, kulların yaptıkları şeyleri Allah’ın yaptırdığı görüşündedirler. Böylece mutlak olarak kulların bütün fiillerini Allah’a isnad ederler. Kul iman ettiğinde veya kafir olduğunda iman ve küfür Allah’tandır derler. Taat veya masiyet ancak mecaz yoluyla kula nispet edilir, hakiki fail Allah Subhanehu’dur, çünkü kul bir şeyi değiştirmeye güç yetiremez derler.[3]

Yine Cebriyye der ki: “Kul müyesserdir, asla bir tercihi yoktur. O rüzgarda salınan bir yaprak gibidir. Bundan dolayı onun hesap ve ceza hususunda küfür ve isyan hatta şirk fiili işlese bile Allah Teâlâ’ya yalnızca kalbiyle iman etmesi yeterlidir.” Allah onların söylediklerinden münezzehtir. Onlara göre Allah’a ortak koşan kimse Allah’ı bildiği sürece mü’mindir! Onlar Cebriyye’nin gulatı (aşırıları)dır. Çünkü onlar fiilin tamamen Allah Teâlâ’ya ait olduğu görüşünde olduklarından kullara kalpte bilmek dışında bir hesabın olmayacağını iddia ediyorlar. Onlara göre Allah Subhanehu’yu bilen kurtulur, Allah’ı inkar eden helak olur! Cebriyye mezhebi en pis ve en bâtıl mezheplerdendir. Çünkü Allah Teâlâ’yı kullarına zalim kılarlar! Allah Teâlâ Cebriyyenin gulatının söylediklerinden yücedir!

İmam İbn Hazm rahimehullah şöyle demiştir: “İnsanlar imanın mahiyeti hakkında ihtilaf ettiler. Bir topluluk imanın Allah Teâlâ’yı yalnızca kalp ile bilmek olduğunu iddia etti. Yahudilik, Hristiyanlık ve diğer küfürleri diliyle ve ibadetleriyle izhar etse bile Allah Teâlâ’yı kalbiyle bildiği zaman onun cennetlik bir Müslüman olduğunu iddia ettiler. Bu el-Cehm b. Safvan’ın görüşüdür.”[4]

Cebriyye’nin Kur’ân Ayetlerine Bozuk Yorumları:

1- Cebriyye’den bazıları toplanıp kaderden bahsettiler ve Hüdhüd’ün: “Şeytan onlara amellerini süsledi” (Neml 24) sözünü zikrettiler. Onlardan biri dedi ki: “Hüdhüd Kaderî idi. Ameli o kavme, süslemeyi ise şeytana nispet etti. Hâlbuki bunların hepsi Allah’ın fiilidir”(!)

2- Cebriyye’den birine Allah Teâlâ’nın: “İman etselerdi ne olurdu?” (Nisa 39) ayeti soruldu. Dedi ki: “Onlarla alay ediliyor.” Denildi ki: “O zaman şu ayetin manası nedir: “Şükreder ve iman ederseniz Allah size ne diye azab etsin?” (Nisa 147) dedi ki: “Bu fiilde kazandıkları bir günah yoktur. Bilakis başlangıçta küfretmişlerdir. Sonra bundan dolayı azap görürler.”

3- Cebriyye’den biri işlediği bir günahtan dolayı eleştirilince dedi ki: “Eğer O’nun emrine isyan etmişsem ben yine O’nun iradesine itaat etmişimdir.”

4- Bir kârî Cebriyye’den birinin yanında şu ayeti okudu: “Dedi ki: Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?” (Sad 75) dedi ki: “Onu alıkoyan Allah’tır. Şayet İblis bunu söyleseydi doğru söylemiş olurdu. Fakat İblis mazeretini açıklamada hata etti. Şayet ben orada olsaydım: “Sen alıkoydun” derdim.”

5- Cebriyye’den birisi: “Semud’a gelince, onları hidayet ettik. Onlar ise körlüğü hidayete tercih ettiler” (Fussilet 17) ayetinin okunduğunu işitince şöyle dedi: “Bu bir şey değildir. Bilakis Allah onları saptırdı ve kör etti.”

5- Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle dedi: “Cebriyye’nin şeylerinden birini azarladım. Bana dedi ki: “Muhabbet, kalpte sevilen dışında her şeyi yakan bir ateştir. Kainat tamamen O’nun muradıdır. Ondan hangi şeye buğz eder ki?” Ben de ona dedim ki: “Eğer sevilen, kainatta bazılarına buğz eder, onlara düşmanlık eder ve lanet eder de sen de onları sever ve veli edinirsen sevilenin dostu mu yoksa düşmanı mı olursun?” Dedi ki: “Taş yutmuş gibi oldum.”[5]

Cebriyye’nin Getirdiği Şüphelere Cevaplar:

1- Cebriyye bâtıl mezheplerine Allah Teâlâ’nın şu ayetini delil getirmişlerdir: “Attığın zaman sen atmadın. Lakin Allah attı.” (Enfal 17) dediler ki: “Bu ayet fiilin insana ait olmadığına, ancak Allah’a ait olduğuna delildir. Çünkü atan Allah’tır.”

Bu şüphenin cevabı:

Alimler dediler ki: Ayetin anlamı şöyledir: “Hedefe sen isabet ettirmedin. Lakin hedefe isabet ettirmeye muvaffak kılan Allah’tır. Sen attığında isabet ettirmeye muvaffak kılan Allah Teâlâ’dır.”

2- Cebriyye bâtıl mezheplerine amelin cennete girmeye bir sebep olmadığını ifade eden şu hadisi delil getirdiler: Buhârî ve Muslim Aişe radiyallahu anha’dan Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet ettiler: “Hiç kimse cennete ameliyle giremez.” Dediler ki: “Sen de mi ey Allah’ın rasulü?” Buyurdu ki: “Ben de. Ancak Allah beni mağfiret ve rahmetine daldırmıştır.”[6]

Cebriyye der ki: “Bu hadis amellerin bir etkisi olmadığına delildir. Ameller cennete girme sebebi değildir. Buna göre ameller insandan değildir. İnsanın herhangi bir ameli yoktur. onların bir hareketi yoktur. Bilakis o hareket ettirilendir. İşinde mağluptür. Onu Allah’ın iradesi hareket ettirir. Tıpkı ağacın kendi tercihiyle hareket etmemesi gibi.”

Bu şüphenin cevabı:

İmam İbnu’l-Kayyım rahimehullah bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem cennete girişin hiç kimsenin amelinin karşılığı olmadığını haber vermiştir. Şayet Allah Subhanehu’nun kulunu rahmetiyle cennete sokması olmasa sadece kulun ameli onun cennete girmesine bedel olamazdı. Zira onun amelleri Allah’ın sevip razı olduğu şekilde meydana gelmiş olsa da, Allah’ın dünya yurdunda vermiş olduğu nimetlerini karşılamazdı. Hatta şayet hesap edilse bütün amelleri Allah’ın nimetlerinin çok azını karşılar, geriye şükür gerektiren nimetler kalırdı. Şayet bu durumda ona azap etse bundan dolayı Allah ona zulmetmiş olmazdı. Eğer ona rahmet ederse, Allah’ın rahmeti kulun amelinden hayırlı olurdu.”[7]

Ebû Dâvûd, Ubey b. Ka’b radiyallahu anh’den Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Şayet Allah göklerinin ve yerinin halklarına azap edecek olsa onlara zulmetmiş olmaz. Şayet onlara rahmet ederse elbette rahmeti onların amellerinden hayırlı olur.”[8]

İmam İbnu’l-Cevzî rahimehullah bu hadis ile Allah Teâlâ’nın: “İşte yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur” (Zuhruf 72) ayetinin arasını cem ederek şöyle demiştir:

“Burada dört cevap vardır:

Birincisi: Amele başarılı kılınmak Allah’ın rahmetindendir. Şayet Allah’ın rahmeti olmasa ne iman ne de kurtuluşu kazandıran taat meydana gelir.

İkincisi: Kölenin efendisine fayda vermesi efendisinin hakkıdır. Ne zaman ona karşılık olarak nimette bulunursa bu onun lütfundan olur.

Üçüncüsü: Bazı hadislerde kişinin cennete Allah’ın rahmetiyle girdiği, cennetteki derecelere ise amellerle ulaştığı bildirilmiştir.

Dördüncüsü: Taat amelleri sınırlı zamanlarda işlenir. Sevap ise tükenmez. Tükenmeyen nimetler amellerin karşılığı olamaz.”[9]

İmam İbn Hacer el-Askalanî rahimehullah da söz konusu hadis ile Zuhruf 72. Ayetinin arasını cem ederken şöyle demiştir:

“Hadis; amel edenin cennete girmek için faydalanamadığı, kabul görmeyen amele yorumlanır. Bu durumda ameli kabul edip etmemek Allah Teâlâ’ya aittir. Allah ancak rahmet ettiklerinin amelini kabul eder. Buna göre: “Yaptıklarınız sebebiyle cennete girin” (Nahl 32) ayeti; kabul edilen ameller hakkındadır.”[10]

Cebriyye’ye Reddiye

İbn Useymin Cebriyye’ye cevap olarak şöyle demiştir: “Bizler taatleri kendi tercihlerimizle işliyoruz, bizi kimsenin zorladığını hissetmiyoruz. Günahları da aynı şekilde kendi tercihlerimizle işliyoruz. Bir kimsenin bizi zorladığını hissetmiyoruz. İnsanın fiilinin kendi iradesinden kaynaklandığının vahiyden ve vakıadan delili vardır.

Vahiyden delili: Bu konuda ayetler çoktur. Allah Teâlâ’nın şu kavli bunlardan biridir: “Kiminiz dünyayı istiyordu, içinizde ahireti isteyen de vardı.” (Al-i İmran 152)

Allah’ın vechini arzulayarak infak ettikleriniz” (Bakara 272)

Buhârî ve Muslim Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh’den, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Ameller ancak niyetlerledir. Her kişiye de ancak niyet ettiği şey vardır.”[11]

Kulun fiilinin kendi tercihiyle meydana geldiğine dair sayılamayacak kadar çok delil vardır. Lakin bu tercih Allah’ın dilemesine bağlıdır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (İnsan 30)

Vakıadan delil: Muhakkak ki her insan bazı fiiller işler ve hiç kimsenin kendisini bunu yapmaya zorladığını hissetmez. Derse kendi tercihiyle katılır, derse gelmezse kendi tercihiyle gelmez. Bu yüzden şayet fiil onun tercihiyle meydana gelmeseydi kula nispet edilmez, hiçbir suçu da olmazdı.

Ebû Dâvûd, Ali b. Ebi Talib radiyallahu anh’den Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, ihtilam oluncaya kadar çocuktan ve akıllanıncaya kadar deliden.”[12]

Allah Azze ve Celle Ashab-ı Kehf’in çevirilmelerini onlara değil, bilakis kendisine nispet etmiş, şöyle buyurmuştur: “Onları sağa ve sola çeviriyorduk” (Kehf 18) “Onlar dönüyorlardı” dememiştir. Çünkü bunda onların bir iradesi yoktu. Uyuyan kimsenin iradesi yoktur. Bu yüzden kişi uykuda karısını boşasa boşaması geçerli olmaz. Çünkü kendi iradesi olmasan meydana geldiği için fiil ona nispet edilmez.

Yine şayet ne söylediğinin farkında olmayacak kadar sarhoş olan kimsenin boşaması da gerçekleşmez. Nefsine hâkim olamayacak kadar şiddetli öfke halinde olan kimse karısını boşasa bu talak da gerçekleşmez. Çünkü iradesi olmadan meydana gelmiştir. Bir şey irade olmaksızın meydana geliyorsa dinen onun hükmü yoktur. Buradan ortaya çıkıyor ki, bizden iradeyle meydana gelen bir şeyin geçerli olacağı Kur’an ile sabittir.”[13]

Günahlara Mazeret Getiren Cebriyye’ye Reddiye:

İmam Nevevî rahimehullah şöyle demiştir: “Şayet şöyle denilecek olursa: “Günahkar olan kimse: “Günahlarımız Allah’ın bize takdir ettiği şeylerdir” derse o kimse kınanmaktan ve cezadan kurtulamaz. Eğer söylediği şeyde samimi ise cevap şudur: Muhakkak ki bu günah sahibi mükellefiyet diyarındadır. Onun üzerinde mükelleflere uygulanan ceza, kınanma gibi hükümler devam eder. Ona yapılan bu uygulamalar başkalarını böyle fiillerden sakındırmak içindir. O kimse ölmediği sürece sakındırılmaya muhtaçtır.”[14]

İbn Useymin şöyle demiştir: “Kulların taat ve masiyet olarak bütün fiilleri Allah’ın yaratmasıyladır. Lakin bu durum bu günahı işleyen kimse için bir mazeret değildir. Bunun birçok delillerinden bazıları şunlardır:

1- Allah ameli kula nispet etmiş ve onun kazancı kılmıştır. Şöyle buyurmuştur: “Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir” (Mu’min 17) Şayet bu fiilde onun tercihi olmasaydı ona nispet edilmezdi.

2- Allah kula emir ve yasaklarda bulunmuş, onu ancak gücünün yettiği şeylerle yükümlü kılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah hiçbir nefsi gücünün yetmediği şeyle yükümlü kılmaz.” (Bakara 286) Yine şöyle buyurmuştur: “Gücünüz yettiği kadarıyla Allah’tan sakının.” (Tegabun 16) Şayet kul zorlanmış olsaydı, bir şeyi yapmaya veya terk etmeye gücü yetmeyen konumunda olurdu. Çünkü zorlanan kimse bundan kurtulmaya güç yetiremeyendir.

3- Herkes tercihle işlenen amel ile mecburen yapılan amel arasındaki farkı bilir. Tercihle yapılan amel, ondan kurtulmaya güç yetirilen ameldir.

4- Günah işleyen kimse günaha girişmeden önce kendisine takdir edileni bilmemektedir ve o onu yapmaya veya terk etmeye imkân sahibidir. Bilinmeyen bir kader, yapılan yanlışa nasıl mazeret getirilebilir? Bu durumda doğru amel eden kimsenin de: “Bana takdir edilen buymuş” demesinin ne ayrıcalığı olur?

5- Allah mazeret kalmaması için rasuller gönderdiğini haber vermiştir. Şöyle buyurmuştur: “İnsanların rasullerden sonra Allah’a karşı bir mazereti olmasın diye” (Nisa 165)

Şayet kader günah işleyen kimseye bir mazeret olsaydı rasullerin gönderilmesi ile bu mazeret ortadan kalkmazdı. O zaman Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarının ancak bir şeyi işlemeye veya terk etmeye imkanı olan kimseye söz konusu olduğunu biliriz. Muhakkak ki O günaha zorlamaz ve taati terk etmeye mecbur bırakmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Allah hiçbir nefsi gücünün yetmediği şeyle yükümlü kılmaz.” (Bakara 286)

Gücünüz yettiği kadarıyla Allah’tan sakının.” (Tegabun 16)

Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir” (Mu’min 17)

Bu ayetler delalet ediyor ki; kulun fiili ve kazancı vardır. İyilikleri sevapla, kötülükleri ceza ile karşılık görür. Bu da Allah’ın kaza ve kaderiyle meydana gelir.”[15]



[1] İbn Ebi’l-İz el-Hanefi Şerhu’l-Akideti’t-Tahaviyye (2/349)

[2] Şehristani el-Milel ve’n-Nahl (1/87)

[3] Ebu’l-Hasen el-Eşari Makalatu’l-İslamiyyin (1/338)

[4] İbn Hazm el-Fazl Fi’l-Milel ve’n-Nahl (3/105)

[5] Hişam Abdulkadir Muhtasaru Mearici’l-Kabul (s.290)

[6] Buhârî (6467) Muslim (2816)

[7] Miftahu Dari’s-Seade (s.18)

[8] Sahih. el-Elbani Sahihu Suneni Ebi Davud (3932)

[9] İbn Hacer el-Askalani Fethu’l-Bari (11/301-302)

[10] Fethu’l-Bari (11/302)

[11] Buhârî (1) Muslim (1907)

[12] Sahih. el-Elbani Sahihu Suneni Ebi Davud (3703)

[13] İbn Useymin Şerhu’l-Akideti’s-Sefariniyye (s.335)

[14] Nevevi Şerhu Sahihi Muslim (8/454)

[15] İbn Useymin Şerhu Lum’ati’l-İtikad (s.93-94)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)