Cebriyye’nin Ortaya Çıkışı:
Cebriyye: Horasan emiri Silm b. Ahvaz tarafından 128
yılında öldürülen el-Cehm b. Safvan’a tabi olanlardır.[1]
Cebriyye diye
isimlendirilmelerinin sebebi onların şöyle demeleridir: “Kul fiillerinde özgür
değil, zorunludur. Hakiki fail Allah Teâlâ’dır. Allah Teâlâ kulları imana veya
küfre zorlar.”[2]
Cebr’in (zorlamanın)
manası: İnsanların irade ve istekleri olmaksızın bir şeyi yapmaya mecbur
edilmeleridir. Cebriyye insanların fiillerinde seçim hakkı olmadığı, bir şeyi
değiştirmeye de güçlerinin bulunmadığı, fiillerin ancak Allah’a ait olduğu,
kulların yaptıkları şeyleri Allah’ın yaptırdığı görüşündedirler. Böylece mutlak
olarak kulların bütün fiillerini Allah’a isnad ederler. Kul iman ettiğinde veya
kafir olduğunda iman ve küfür Allah’tandır derler. Taat veya masiyet ancak
mecaz yoluyla kula nispet edilir, hakiki fail Allah Subhanehu’dur, çünkü kul
bir şeyi değiştirmeye güç yetiremez derler.[3]
Yine Cebriyye der ki: “Kul
müyesserdir, asla bir tercihi yoktur. O rüzgarda salınan bir yaprak gibidir.
Bundan dolayı onun hesap ve ceza hususunda küfür ve isyan hatta şirk fiili
işlese bile Allah Teâlâ’ya yalnızca kalbiyle iman etmesi yeterlidir.” Allah
onların söylediklerinden münezzehtir. Onlara göre Allah’a ortak koşan kimse
Allah’ı bildiği sürece mü’mindir! Onlar Cebriyye’nin gulatı (aşırıları)dır. Çünkü
onlar fiilin tamamen Allah Teâlâ’ya ait olduğu görüşünde olduklarından kullara
kalpte bilmek dışında bir hesabın olmayacağını iddia ediyorlar. Onlara göre
Allah Subhanehu’yu bilen kurtulur, Allah’ı inkar eden helak olur! Cebriyye
mezhebi en pis ve en bâtıl mezheplerdendir. Çünkü Allah Teâlâ’yı kullarına
zalim kılarlar! Allah Teâlâ Cebriyyenin gulatının söylediklerinden yücedir!
İmam İbn Hazm rahimehullah
şöyle demiştir: “İnsanlar imanın mahiyeti hakkında ihtilaf ettiler. Bir
topluluk imanın Allah Teâlâ’yı yalnızca kalp ile bilmek olduğunu iddia etti.
Yahudilik, Hristiyanlık ve diğer küfürleri diliyle ve ibadetleriyle izhar etse
bile Allah Teâlâ’yı kalbiyle bildiği zaman onun cennetlik bir Müslüman olduğunu
iddia ettiler. Bu el-Cehm b. Safvan’ın görüşüdür.”[4]
Cebriyye’nin Kur’ân Ayetlerine Bozuk
Yorumları:
1- Cebriyye’den
bazıları toplanıp kaderden bahsettiler ve Hüdhüd’ün: “Şeytan onlara
amellerini süsledi” (Neml 24) sözünü zikrettiler. Onlardan biri dedi ki: “Hüdhüd
Kaderî idi. Ameli o kavme, süslemeyi ise şeytana nispet etti. Hâlbuki bunların
hepsi Allah’ın fiilidir”(!)
2- Cebriyye’den birine
Allah Teâlâ’nın: “İman etselerdi ne olurdu?” (Nisa 39) ayeti soruldu. Dedi
ki: “Onlarla alay ediliyor.” Denildi ki: “O zaman şu ayetin manası nedir: “Şükreder
ve iman ederseniz Allah size ne diye azab etsin?” (Nisa 147) dedi ki: “Bu fiilde kazandıkları bir günah yoktur. Bilakis
başlangıçta küfretmişlerdir. Sonra bundan dolayı azap görürler.”
3- Cebriyye’den biri
işlediği bir günahtan dolayı eleştirilince dedi ki: “Eğer O’nun emrine isyan
etmişsem ben yine O’nun iradesine itaat etmişimdir.”
4- Bir kârî Cebriyye’den
birinin yanında şu ayeti okudu: “Dedi ki: Ey İblis! İki elimle yarattığıma
secde etmekten seni alıkoyan nedir?” (Sad 75) dedi ki: “Onu alıkoyan Allah’tır.
Şayet İblis bunu söyleseydi doğru söylemiş olurdu. Fakat İblis mazeretini
açıklamada hata etti. Şayet ben orada olsaydım: “Sen alıkoydun” derdim.”
5- Cebriyye’den
birisi: “Semud’a gelince, onları hidayet ettik. Onlar ise körlüğü hidayete
tercih ettiler” (Fussilet 17) ayetinin okunduğunu işitince şöyle dedi: “Bu
bir şey değildir. Bilakis Allah onları saptırdı ve kör etti.”
5- Şeyhulislam İbn
Teymiyye rahimehullah şöyle dedi: “Cebriyye’nin şeylerinden birini azarladım. Bana
dedi ki: “Muhabbet, kalpte sevilen dışında her şeyi yakan bir ateştir. Kainat
tamamen O’nun muradıdır. Ondan hangi şeye buğz eder ki?” Ben de ona dedim ki: “Eğer
sevilen, kainatta bazılarına buğz eder, onlara düşmanlık eder ve lanet eder de sen
de onları sever ve veli edinirsen sevilenin dostu mu yoksa düşmanı mı olursun?”
Dedi ki: “Taş yutmuş gibi oldum.”[5]
Cebriyye’nin Getirdiği Şüphelere
Cevaplar:
1- Cebriyye bâtıl
mezheplerine Allah Teâlâ’nın şu ayetini delil getirmişlerdir: “Attığın zaman
sen atmadın. Lakin Allah attı.” (Enfal 17) dediler ki: “Bu ayet fiilin
insana ait olmadığına, ancak Allah’a ait olduğuna delildir. Çünkü atan Allah’tır.”
Bu şüphenin cevabı:
Alimler dediler ki: Ayetin
anlamı şöyledir: “Hedefe sen isabet ettirmedin. Lakin hedefe isabet ettirmeye
muvaffak kılan Allah’tır. Sen attığında isabet ettirmeye muvaffak kılan Allah Teâlâ’dır.”
2- Cebriyye bâtıl
mezheplerine amelin cennete girmeye bir sebep olmadığını ifade eden şu hadisi
delil getirdiler: Buhârî ve Muslim Aişe radiyallahu anha’dan Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu rivayet ettiler: “Hiç kimse cennete
ameliyle giremez.” Dediler ki: “Sen de mi ey Allah’ın rasulü?” Buyurdu ki: “Ben
de. Ancak Allah beni mağfiret ve rahmetine daldırmıştır.”[6]
Cebriyye der ki: “Bu
hadis amellerin bir etkisi olmadığına delildir. Ameller cennete girme sebebi
değildir. Buna göre ameller insandan değildir. İnsanın herhangi bir ameli
yoktur. onların bir hareketi yoktur. Bilakis o hareket ettirilendir. İşinde
mağluptür. Onu Allah’ın iradesi hareket ettirir. Tıpkı ağacın kendi tercihiyle
hareket etmemesi gibi.”
Bu şüphenin cevabı:
İmam İbnu’l-Kayyım rahimehullah
bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
cennete girişin hiç kimsenin amelinin karşılığı olmadığını haber vermiştir.
Şayet Allah Subhanehu’nun kulunu rahmetiyle cennete sokması olmasa sadece kulun
ameli onun cennete girmesine bedel olamazdı. Zira onun amelleri Allah’ın sevip
razı olduğu şekilde meydana gelmiş olsa da, Allah’ın dünya yurdunda vermiş
olduğu nimetlerini karşılamazdı. Hatta şayet hesap edilse bütün amelleri Allah’ın
nimetlerinin çok azını karşılar, geriye şükür gerektiren nimetler kalırdı.
Şayet bu durumda ona azap etse bundan dolayı Allah ona zulmetmiş olmazdı. Eğer
ona rahmet ederse, Allah’ın rahmeti kulun amelinden hayırlı olurdu.”[7]
Ebû Dâvûd, Ubey b. Ka’b
radiyallahu anh’den Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: “Şayet Allah göklerinin ve yerinin halklarına azap edecek
olsa onlara zulmetmiş olmaz. Şayet onlara rahmet ederse elbette rahmeti onların
amellerinden hayırlı olur.”[8]
İmam İbnu’l-Cevzî rahimehullah
bu hadis ile Allah Teâlâ’nın: “İşte yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı
kılındığınız cennet budur” (Zuhruf
72) ayetinin arasını cem ederek şöyle demiştir:
“Burada dört cevap
vardır:
Birincisi: Amele
başarılı kılınmak Allah’ın rahmetindendir. Şayet Allah’ın rahmeti olmasa ne
iman ne de kurtuluşu kazandıran taat meydana gelir.
İkincisi: Kölenin
efendisine fayda vermesi efendisinin hakkıdır. Ne zaman ona karşılık olarak
nimette bulunursa bu onun lütfundan olur.
Üçüncüsü: Bazı
hadislerde kişinin cennete Allah’ın rahmetiyle girdiği, cennetteki derecelere
ise amellerle ulaştığı bildirilmiştir.
Dördüncüsü: Taat
amelleri sınırlı zamanlarda işlenir. Sevap ise tükenmez. Tükenmeyen nimetler
amellerin karşılığı olamaz.”[9]
İmam İbn Hacer
el-Askalanî rahimehullah da söz konusu hadis ile Zuhruf 72. Ayetinin arasını
cem ederken şöyle demiştir:
“Hadis; amel edenin
cennete girmek için faydalanamadığı, kabul görmeyen amele yorumlanır. Bu
durumda ameli kabul edip etmemek Allah Teâlâ’ya aittir. Allah ancak rahmet
ettiklerinin amelini kabul eder. Buna göre: “Yaptıklarınız sebebiyle cennete
girin” (Nahl 32) ayeti; kabul edilen ameller hakkındadır.”[10]
Cebriyye’ye Reddiye
İbn Useymin Cebriyye’ye
cevap olarak şöyle demiştir: “Bizler taatleri kendi tercihlerimizle işliyoruz,
bizi kimsenin zorladığını hissetmiyoruz. Günahları da aynı şekilde kendi
tercihlerimizle işliyoruz. Bir kimsenin bizi zorladığını hissetmiyoruz. İnsanın
fiilinin kendi iradesinden kaynaklandığının vahiyden ve vakıadan delili vardır.
Vahiyden delili: Bu
konuda ayetler çoktur. Allah Teâlâ’nın şu kavli bunlardan biridir: “Kiminiz
dünyayı istiyordu, içinizde ahireti isteyen de vardı.” (Al-i İmran 152)
“Allah’ın vechini
arzulayarak infak ettikleriniz” (Bakara 272)
Buhârî ve Muslim Ömer
b. el-Hattab radiyallahu anh’den, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir: “Ameller ancak niyetlerledir. Her
kişiye de ancak niyet ettiği şey vardır.”[11]
Kulun fiilinin kendi
tercihiyle meydana geldiğine dair sayılamayacak kadar çok delil vardır. Lakin
bu tercih Allah’ın dilemesine bağlıdır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah
dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” (İnsan 30)
Vakıadan delil:
Muhakkak ki her insan bazı fiiller işler ve hiç kimsenin kendisini bunu yapmaya
zorladığını hissetmez. Derse kendi tercihiyle katılır, derse gelmezse kendi
tercihiyle gelmez. Bu yüzden şayet fiil onun tercihiyle meydana gelmeseydi kula
nispet edilmez, hiçbir suçu da olmazdı.
Ebû Dâvûd, Ali b. Ebi
Talib radiyallahu anh’den Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir: “Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Uyanıncaya
kadar uyuyandan, ihtilam oluncaya kadar çocuktan ve akıllanıncaya kadar deliden.”[12]
Allah Azze ve Celle
Ashab-ı Kehf’in çevirilmelerini onlara değil, bilakis kendisine nispet etmiş,
şöyle buyurmuştur: “Onları sağa ve sola çeviriyorduk” (Kehf 18) “Onlar
dönüyorlardı” dememiştir. Çünkü bunda onların bir iradesi yoktu. Uyuyan kimsenin
iradesi yoktur. Bu yüzden kişi uykuda karısını boşasa boşaması geçerli olmaz.
Çünkü kendi iradesi olmasan meydana geldiği için fiil ona nispet edilmez.
Yine şayet ne
söylediğinin farkında olmayacak kadar sarhoş olan kimsenin boşaması da
gerçekleşmez. Nefsine hâkim olamayacak kadar şiddetli öfke halinde olan kimse
karısını boşasa bu talak da gerçekleşmez. Çünkü iradesi olmadan meydana
gelmiştir. Bir şey irade olmaksızın meydana geliyorsa dinen onun hükmü yoktur.
Buradan ortaya çıkıyor ki, bizden iradeyle meydana gelen bir şeyin geçerli
olacağı Kur’an ile sabittir.”[13]
Günahlara Mazeret Getiren Cebriyye’ye
Reddiye:
İmam Nevevî rahimehullah
şöyle demiştir: “Şayet şöyle denilecek olursa: “Günahkar olan kimse: “Günahlarımız
Allah’ın bize takdir ettiği şeylerdir” derse o kimse kınanmaktan ve cezadan
kurtulamaz. Eğer söylediği şeyde samimi ise cevap şudur: Muhakkak ki bu günah
sahibi mükellefiyet diyarındadır. Onun üzerinde mükelleflere uygulanan ceza,
kınanma gibi hükümler devam eder. Ona yapılan bu uygulamalar başkalarını böyle
fiillerden sakındırmak içindir. O kimse ölmediği sürece sakındırılmaya
muhtaçtır.”[14]
İbn Useymin şöyle
demiştir: “Kulların taat ve masiyet olarak bütün fiilleri Allah’ın
yaratmasıyladır. Lakin bu durum bu günahı işleyen kimse için bir mazeret
değildir. Bunun birçok delillerinden bazıları şunlardır:
1- Allah ameli kula
nispet etmiş ve onun kazancı kılmıştır. Şöyle buyurmuştur: “Bugün herkese
kazandığının karşılığı verilir” (Mu’min 17) Şayet bu fiilde onun tercihi
olmasaydı ona nispet edilmezdi.
2- Allah kula emir ve
yasaklarda bulunmuş, onu ancak gücünün yettiği şeylerle yükümlü kılmıştır. Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah hiçbir nefsi gücünün yetmediği şeyle yükümlü
kılmaz.” (Bakara 286) Yine şöyle buyurmuştur: “Gücünüz yettiği kadarıyla
Allah’tan sakının.” (Tegabun 16) Şayet kul zorlanmış olsaydı, bir şeyi
yapmaya veya terk etmeye gücü yetmeyen konumunda olurdu. Çünkü zorlanan kimse
bundan kurtulmaya güç yetiremeyendir.
3- Herkes tercihle
işlenen amel ile mecburen yapılan amel arasındaki farkı bilir. Tercihle yapılan
amel, ondan kurtulmaya güç yetirilen ameldir.
4- Günah işleyen kimse
günaha girişmeden önce kendisine takdir edileni bilmemektedir ve o onu yapmaya
veya terk etmeye imkân sahibidir. Bilinmeyen bir kader, yapılan yanlışa nasıl
mazeret getirilebilir? Bu durumda doğru amel eden kimsenin de: “Bana takdir
edilen buymuş” demesinin ne ayrıcalığı olur?
5- Allah mazeret
kalmaması için rasuller gönderdiğini haber vermiştir. Şöyle buyurmuştur: “İnsanların
rasullerden sonra Allah’a karşı bir mazereti olmasın diye” (Nisa 165)
Şayet kader günah
işleyen kimseye bir mazeret olsaydı rasullerin gönderilmesi ile bu mazeret
ortadan kalkmazdı. O zaman Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarının ancak bir şeyi
işlemeye veya terk etmeye imkanı olan kimseye söz konusu olduğunu biliriz.
Muhakkak ki O günaha zorlamaz ve taati terk etmeye mecbur bırakmaz. Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
“Allah hiçbir nefsi
gücünün yetmediği şeyle yükümlü kılmaz.” (Bakara 286)
“Gücünüz yettiği
kadarıyla Allah’tan sakının.” (Tegabun 16)
“Bugün herkese
kazandığının karşılığı verilir” (Mu’min 17)
Bu ayetler delalet
ediyor ki; kulun fiili ve kazancı vardır. İyilikleri sevapla, kötülükleri ceza
ile karşılık görür. Bu da Allah’ın kaza ve kaderiyle meydana gelir.”[15]
[1]
İbn Ebi’l-İz el-Hanefi Şerhu’l-Akideti’t-Tahaviyye (2/349)
[2]
Şehristani el-Milel ve’n-Nahl (1/87)
[3]
Ebu’l-Hasen el-Eşari Makalatu’l-İslamiyyin (1/338)
[4]
İbn Hazm el-Fazl Fi’l-Milel ve’n-Nahl (3/105)
[5]
Hişam Abdulkadir Muhtasaru Mearici’l-Kabul (s.290)
[6]
Buhârî (6467) Muslim (2816)
[7]
Miftahu Dari’s-Seade (s.18)
[8]
Sahih. el-Elbani Sahihu Suneni Ebi Davud (3932)
[9]
İbn Hacer el-Askalani Fethu’l-Bari (11/301-302)
[10]
Fethu’l-Bari (11/302)
[11]
Buhârî (1) Muslim (1907)
[12]
Sahih. el-Elbani Sahihu Suneni Ebi Davud (3703)
[13]
İbn Useymin Şerhu’l-Akideti’s-Sefariniyye (s.335)
[14]
Nevevi Şerhu Sahihi Muslim (8/454)
[15]
İbn Useymin Şerhu Lum’ati’l-İtikad (s.93-94)