Aşı veya Tedavi Olmanın Hükmü
Fetva: Üstad
Doktor Hâkim el-Mutayrî Tercüme: Ebu Muaz
Fetva
tarihi: Cemadilâhira 1442 h./Şubat 2021 m.
Soru: Hükümetlerin halkları, insanî haklarının ve
doğal hayat ilişkilerinin sağlanması için aşı olmaya mecbur tutmasının hükmü
nedir? Kendisine zarar verdiğini ve ölümüne sebep olacağını bildiği halde aşı
olmak zorunda kalan kimse günaha girmiş olur mu?
Cevap: Hamd âlemlerin rabbi Allah içindir. Allah’ın
salat ve selamı nebimiz Muhammed’e, ailesinin ve ashabının üzerine olsun. Bundan
sonra:
Fakihlerin çoğunluğu
hastanın tedavi olmasının vacip olmadığı görüşündedir. Hatta Kadı Iyaz bu
konuda icma olduğunu iddia etmiştir.
Bunun sebebi şudur:
Bedenleri hasta eden, hastalıktan koruyan ve şifa veren Allah’tır. Kişi sabrettiği
zaman bu kendisi için daha hayırlıdır. Bazılarının acıya tahammül etmekten aciz
olması sebebiyle tıp ve tedavi de ona mubah kılınmıştır. Şifanın kesin olmaması
ve tedaviden zarar görme imkanı sebebiyle bu vacip kılınmamıştır.
Şeyhulislam İbn
Teymiyye bunun illetlerini Fetava’l-Kubra’da (1/388) şöyle açıklamıştır:
“Tedavi olmak şu
sebeplerden dolayı zaruret değildir:
Birincisi: Hastalardan
birçoğu veya çoğunluğu tedavi olmadıkları halde şifa bulmaktadırlar. Özellikle kırsallarda
ve şehirden uzakta yaşayanlarda böyledir. Allah, onların bedenlerinde yaratmış
olduğu kuvvetli tabiat sebebiyle onlara şifa vermekte, hastalığı
kaldırmaktadır. Onlara hareket ve çalışma türünden işleri kolaylaştırmıştır. Yahut
kabul gören bir dua, faydalı rukye, kuvvetli kalp, güzel bir tevekkül veya daha
başka ilaç dışında birçok sebeplerle şifa vermektedir. Ama yemek zarurettir.
Allah canlıların bedenlerinin ancak gıda ile ayakta durmasını belirlemiştir. Şayet
bu olmazsa ölür. Böylece sabit oluyor ki tedavinin zaruretle alakası yoktur.
İkincisi: Zaruret halinde yemek yemek vaciptir. Mesruk rahimehullah şöyle demiştir: “Leş yemek zorunda kalan kimse yemez de ölürse cehenneme girer.” Tedavi ise vacip değildir. Kim bu konuda tartışacak olursa ona sünnette sabit olan şu delili getiririz: Siyah kadını Nebî sallallahu aleyhi ve sellem belaya sabredip cennete girmesi ile afiyet bulması için dua etmesi arasında tercihte bırakmıştır. O da belayı ve cenneti tercih etmiştir. şayet hastalığın kaldırılması açlığın giderilmesinde olduğu gibi vacip olsaydı onu bu konuda muhayyer bırakmazdı. Yine hummânın Kuba halkında kalması ve ümmetinin ta’n (savaşta vurulma) ve taûn (cinlerin saldırısıyla meydana gelen vebâ) ile ölmeleri için dua etmesi, taundan kaçmayı yasaklaması da böyledir. Yine Eyyub aleyhi's-selâm ve Allah’ın diğer nebileri belalara uğramışlar ve belaya sabretmişler, bunu giderecek sebeplere tutunmamışlardır.
Salih selefin halleri de böyleydi. Ebu
Bekr es-Sıddık radiyallahu anh kendisine: “Senin için tabip çağırmayalım mı?”
dediklerinde şöyle demiştir: “Beni gördü!” Dediler ki: “Peki sana ne dedi?” Ebu
Bekr radiyallahu anh dedi ki: “Muhakkak ki ben dilediğimi yapanım” dedi.”
Bunun bir benzeri de Kufelilerin
en üstünlerinden biri olan er-Rebi b. Huseym rahimehullah’tan rivayet
edilmiştir. Raşid halife Ömer b. Abdilaziz rahimehullah ve sayılamayacak kadar
çok kimseden de rivayet edilmiştir. Seleften kimsenin tedaviyi vacip gördüğü
bilinmemektedir. Fazilet ve marifet ehlinden birçok kimse ancak tedaviyi terk
etmeyi, Allah’ın seçtiği şeyi tercih etmeyi ve buna razı olup teslim olmayı
daha faziletli görmüşlerdir. Her ne kadar ashabından bazısı tedaviyi vacip,
bazısı müstehap görse de İmam Ahmed tedaviyi terkin daha faziletli olduğunu
belirtmiştir. Böylece imam Ahmed selefin çoğunun yolunu tercih etmiş, Allah’ın
yarattığı ve kulları için sünnetlerinden kıldığı sebeplere tutunmuştur.
Üçüncüsü: Tedavinin
sonucu kesin değildir. Bilakis hastalıklardan bir çoğunda hastalığın def
edilmesi zannı bulunmaz. Bu tedavi terk edildiğinde de kimse ölmez. Zorunlu kalınan
yiyeceği terk etmek ise böyle değildir. Allah’ın kulları ve mahlukatı
üzerindeki sünnetinin hükmüyle bundaki durum kesindir.
Dördüncüsü: Hastalığın
çeşitli tedavileri olur. helal kılınmış olanlar, haram kılınmış olanlara
ihtiyaç bırakmaz. Helalden bir şifanın veya ilacın bulunmuyor olması mümkün
değildir. Hastalığı indiren ölüm dışında her derdin devasını da indirmiştir. İlacın
yalnızca haram kılınan şeylerde olması mümkün değildir. Allah bundan
münezzehtir, O Rauf ve Rahim’dir. Nitekim şu hadis buna işaret etmektedir: “Muhakkak
ki Allah ümmetimin şifasını onlara haram kıldığı şeyde kılmamıştır.”
Açlık zaruretinde olan kimse ise böyle
değildir. Helalden yiyecek bulunmadığı takdirde bu kimsenin herhangi bir
yiyeceği yemesinin mubah olduğunda ittifak vardır. Eğer bu durum tedavide de
söz konusu olursa bu nadir bir surettir. Çünkü (ölümcül) hastalık, açlıktan çok
ender görülen bir durumdur ve haramdan olan bir ilacın hastalığı giderecek
olması kesin değildir. Geçen açıklamalardan dolayı burada bir çelişki yoktur.
Beşincisi: Bu konuda
fıkhın şöyle bir bölümü vardır: “Muhakkak ki Allah Teâlâ insanları yemek ve
gıdaya muhtaç kılmıştır. Açlıklarını ancak yiyecek sınıfından bir şeyle
giderebilirler. Nitekim bizi açlık zaruretini giderecek şeylere yönlendirmiş ve
öğretmiştir.”
Hastalığa gelince o,
açık ve gizli, ruhani ve cismani bazı sebeplerle giderilebilir. Hastalığı
giderecek olan ilaç tayin edilmiş değildir. Sonra tedavi türleri de bedenlerin
türlerine göre belirlenmiş değildir. Belli bir tür ilaç da insanların çoğuna
gizli kalmaktadır. Onu bu uzmanlık dalıyla uğraşan anlayış ve akıl sahibi olan,
ömrünü bunları öğrenmek için harcayan özel bazı kimseler bilmektedir. Sonra hastalığın
türü ve hakikati gizli kalabildiği gibi tedavisi ve şifası da gizli
kalabilmektedir. Böylece hastalığı giderecek sebepler birbirinden farklı
olabilmektedir. Açlık zaruretini giderecek olan sebepler ise böyle değildir. Bundan
dolayı bunların hükümleri de anlattığımız üzere birbirinden farklıdır. Böylece
haramı mubah kılan hacet ve zarurete dair zikredilen kıyaslara karşı cevap da
zahir olmuştur.”
Yine Şeyhulislam İbn
Temiyye Fetava’l-Kubra’da (3/10) şöyle demiştir: “Tabiplerin: “Bu kişi
hastalıktan ancak bu belirli ilacı almakla kurtulur” şeklindeki sözü cahilce
bir sözdür. Allah'ı ve rasulünü bilmeyi bir kenara bırakın, aslen tıbbı bilen
bir kimse de bunu diyemez. Zira âdeten doymayı gerektiren belli bir sebebin bulunması
gibi, âdeten şifayı gerekli kılan belli
bir sebep yoktur. Bazı insanları Allah tedavi söz konusu olmaksızın şifaya
kavuşturur. Kimine haram ya da helal olan cismani ilaçlarla şifa verir. Nitekim
kişi bunları kullandığı halde şartın yerine gelmemesi veya bir mani bulunması
sebebiyle şifaya da ulaşamayabilir. Yemek yeme ise böyle değildir. Zira yemek,
doymanın bir sebebidir. Bundan dolayı Allah mecbur kalana habis bir şeyi yemeyi
zaruret anında mubah kılmıştır. Zira açlık başka şeyle değil, bununla
giderilir. Kişi bunu yemezse açlıktan ölebilir veya hastalanabilir. Maksada
götüren yol belli olduğundan Allah onu mubah kılmıştır. Habis şeylerle tedavi
ise böyle değildir.
Hatta şöyle
denilebilir: “Kim habis şeylerle tedavi olarak şifa bulmaya çalışırsa bu onun
kalbinin hasta olduğunu gösterir. Bu da imanındaki sorundur. Zira şayet
Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in iman eden ümmetinden ise Allah onun
şifasını haram kıldığı bir şeyde vermez. Bu yüzden leş veya benzeri bir şey yemek
zorunda kalan kimsenin ondan yemesinin vacip olduğu görüşü, dört mezhep
imamlarından meşhur bir görüş iken, helal ile tedaviyi dahi âlimlerin çoğunluğu
vacip görmemişlerdir. İhtilaf ettikleri şey; (helal bir şeyle) tedavi olmanın
mı yoksa tevekkül yoluyla tedaviyi terk etmenin mi daha üstün olduğu
hususundadır.
Allah, leşi, kanı,
domuz etini ve başka şeyleri haram kılarken bunları ancak mecbur kalan kimseye,
haddi aşmadan alması şartıyla mubah kılmıştır. Diğer bir ayette de şöyle
buyurmuştur: “Her kim son derece açlık halinde çaresiz kalırsa,
günaha meyletmediği halde muhakkak ki Allah Ğafûr ve Rahîm’dir” (Maide 3) Bilinmektedir ki tedavi olan kimse haramla tedaviye mecbur değildir. Böylece bunun
ona helal olmadığı anlaşılır.
Zaruret sebebiyle değil de, ipek elbise giymek gibi hacet
sebebiyle mubah olanlara gelince: Sahih’te
şöyle sabit olmuştur: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ez-Zubeyr ve
Abdurrahman b. Avf radiyallahu anhuma’ya kendilerinde olan kaşıntı sebebiyle
ipek elbise giymelerine ruhsat vermiştir.” Bu, alimlerin görüşlerinden sahih
olana göre caizdir. Çünkü ipek elbise ancak ona ihtiyaç olmadığı zaman
haramdır. Bu yüzden kadınlara süslenme ihtiyaçları sebebiyle mubah kılınmıştır.
Örtünmek için kadınlara mutlak olarak mubah olan tedavi için de mubah, hatta
daha evladır. İpek elbise israf, övünme ve böbürlenme sebebi olduğu için
(erkeklere) haram kılınmıştır. Buna ihtiyaç olduğu zaman ise mesela soğukta veya
örtünmek için giyecek ipekten başka elbise bulunmazsa mubah olur.”
Fakihlerin genelinin tedavinin mubah olduğu ve vacip
olmadığı görüşüne binaen hasta olan kimse dilerse tedavi olur veya tedaviyi
terk eder. Bağışıklık sistemini kuvvetlendirecek şeylere devam eder ve şimdi
yahut daha sonra kendisini zayıflatıp zarar verecek olan, hatta kendisini
öldürebilecek olan tedaviden uzak durur. Kendisi veya başkası hakkında
tasarrufa sahip olan kendisidir. Dilerse sabredip hastalıktan ölse dahi ecir
kazanır!
Nitekim Buhârî’nin Sahih’inde Atâ b. Ebi Rabah rahimehullah’tan
şöyle rivayet edilmiştir: “İbn Abbas radiyallahu anhuma bana dedi ki: “Sana
cennetlik bir kadını göstereyim mi?” ben: “Evet” dedi. Dedi ki: “Şu siyah
kadındır. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve dedi ki: “Ben sara
hastasıyım ve (nöbet geldiğinde) üzerim açılıyır. Benim için Allah’a dua et.” Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Dilersen sabret, sana cennet
vardır. dilersen sana afiyet vermesi için Allah’a dua edeyim.” Kadın dedi
ki: “Sabrederim. Ancak üzerimin açılmaması için Allah’a dua et.” Bunun üzerine
ona dua etti.”
Muslim’in Sahih’inde Cabir b. Abdillah radiyallahu anhuma’dan
şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ummu’s-Saib
veya Ummu’l-Museyyeb’in yanına girdi ve buyurdu ki: “Neyin var ey Ummu’s-Saib
(veya ey Ummu’l-Museyyeb)! Titriyor musun?” Dedi ki: “Hummâ (ateş nöbeti)
var. Allah ona bereket vermesin!” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem
buyurdu ki: “Hummâya sövme! Zira o körüğün demirdeki pası giderdiği gibi âdemoğullarından
günahları giderir.”
Hastalıktan dolayı tedavi olmak ya da olmamak meşru olduğuna
göre bir kimseyi tedavi olmaya zorlamak, fakihlerin geneline göre haramdır.
Hasta olmayan Müslümanın ise hastalığa uğraması endişesiyle tedaviye
zorlanmasının haram olduğu daha önceliklidir!
Halkın insanî haklarından mahrum edilerek korona aşısı
olmaya mecbur bırakılmaları, özellikle insan haklarına karşı bir taşkınlık ve
engellenmesi gereken bir suçtur.
Tedavi veya korunma babında aşı olmakta veya Allah’a
tevekkül ederek veya aşının zararından uzak durmak için aşı olmayı terk etmekte
bir sakınca yoktur. Eğer aşı olmaya mecbur bırakılır da bundan dolayı kişi
zarara uğrarsa buna mecbur bırakan kimsenin tazmin etmesi gerekir. Aşı sebebiyle
ölüm olursa zorlayan kimseye kısas uygulanması gerekir!
Kim bir kimseyi aşı olmaya zorlar ve kişi aşı sebebiyle
ölürse onun katili olmuştur ve diyet gerekir. Tabiplere güvenerek aşıya teşvik
eden ama mecbur bırakmayan kimseye ise bir şey gerekmez.
Allah’a
tevekkül dışında bir sebepten dolayı yemek yemeyi terk etmeye teşvik eden ise
böyle değildir. Şüphesiz hastalığın bulaşması diye bir şey yoktur. Allah’ın
takdirine sabretmek veya ondan korunmak için, bedeninin aşıya tahammül
edemeyeceğinden korkarak aşı olmayan ve hastalıktan ölen kimsenin dinen aleyhine
bir durum söz konusu değildir.