Tabi olunamayacak bir zellesi bulunmayan bir âlim yoktur. Ancak bu durum onun imamlığını etkilemez ve bu sebeple sapık görülmez. Haddadîler ve benzerleri ise âlimlerin bazı hataları sebebiyle onların bid’atçi olduğuna ve sapıklık üzere öldüklerine hükmediyorlar! Bundan Allah’a sığınırız.
İbnu’l-Kayyım rahimehullah şöyle demiştir: “İki şeyin
bilinmesi zorunludur ki, bunlardan biri diğerinden daha önemlidir. O da Allah,
Resûlü, Kitab'ı ve dini için nasihat; Allah Teâlâ'yı elçisi ile gönderdiği
hidayet ve açıklamalara aykırı düşen bâtil sözlerden tenzih etmek. Çünkü o
sözler hikmet, maslahat, rahmet ve adâletine aykırıdır. Dolayısıyla bunları
dinden uzaklaştırmak ve dinin dışına itmek gerekir. Bunları dine çeşitli te’vil
ve yorumlarla birileri dâhil etmiştir.
İkincisi, İslâm âlimlerinin faziletleri, değerleri, hakları
ve mertebelerinin bilinmesi. Onların fazilet, ilim ve Allah ve Resûlü için
nasihatleri, söyledikleri her sözün kabul edilmesini gerektirmez. Onların
fetvâları içerisinde, Allah Resûlü'ünden vârit olan rivâyetlerin kendilerine
ulaşmamış olması sebebiyle, bilgileri oranında yorumladıkları meseleler
olabilir. Bu meselelerin hakikate aykırı olması, sözlerinin tamamının
reddedilmesini, onların küçümsenip aleyhlerinde ileri geri konuşulmasını
gerektirmez.
Bu iki husus haktan sapma manasına gelen iki tavırdır. Doğru
yol ise ikisi arasında olan yoldur. Onları günahkârlıkla itham etmediğimiz
gibi, masum da kabul etmeyiz.
Râfizilerin Ali radıyallahu anh hakkındaki yollarına
girmediğimiz gibi, Şeyhayn (Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma) hakkındaki
davranışları gibi de davranmayız. Aksine onların kendilerinden önceki
sahâbîlere davrandıkları gibi davranırız. Çünkü onları ne günahkârlıkla itham
ediyor, ne de masum olduklarını söylüyorlardı. Görüşlerinin tamamını kabul
etmedikleri gibi, yok da saymıyorlardı. Onların dört halife ve diğer sahabilere
karşı tutumlarının aynısını, bizim mezhep imamları hakkında takınmamızı nasıl
eleştirebilirler ki?
Allah'ın göğsünü İslâm'a açtığı kişiler için bunların
arasında bir zıtlık yoktur. Bu iki tutum ancak şu iki kişiden birisine göre
çelişkili olur: Mezhep imamlarının değerlerini ve faziletlerini bilmeyen ya da
Allah Teâlâ'nın elçisi ile gönderdiği şeriatın hakikatini bilmeyen. Şeriatı ve
realiteyi bilen bir kişi şunu da kesinlikle bilir ki, İslâm üzerine sâbit ve
güzel bir yaşantısı olan, İslâm ve Müslümanlar nezdinde iyi bir konum edinmiş
büyük kişilerin elbette ki ayak kaymaları ya da yanılmaları olabilir. Onlar bu
yanılma ve hatalarında mazurdurlar, dahası içtihatları karşılığında sevap bile
alırlar. Bu yanlış içtihatlarında onlara tâbi olunmaz, buna karşın bu, onların
konumlarını, imâmlıklarını ve Müslümanların gönüllerindeki yerlerini de yok
saymayı gerektirmez.
Abdullah b. el-Mubarek rahimehullah şöyle demiştir: “Kûfe'de
iken, ihtilaflı bir mesele olan nebîz (hoşaf) konusunda benimle münazara
ettiler. Onlara dedim ki:
“Gelin, delil getirmek isteyen Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in sahâbîlerinden ruhsat veren birisini ileri sürsün. Ona şiddetli
bir cevap ile karşılık vermezsek, görüşü sahih sayılır.” Onlar delillerini
ileri sürmeye başladılar. Onlar kimden bir ruhsat fetvâsı ileri sürseler, biz
onlara daha sert bir karşılık verdik. Ellerinde Abullah b. Mesûd radıyallahu
anh'den başka bir dayanak kalmadı. Nebiz hakkındaki sert ifadeler konusunda ona
dayanarak söyleyecekleri sözlerden hiçbiri de sahih senetle sâbit değildir.
Ondan gelen sahih rivayet ise kendisine sorulan nebizin yeşil testide yapılmamış
olanı ile ilgilidir. İbnu'l-Mubarek rahimehullah dedi ki:
“Ruhsat konusunda İbn Mes'ud radıyallahu anh’ı delil
gösterene dedim ki:
“Ey Ahmak! Düşün ki İbn Mes'ud radıyallahu anh şurada
oturuyor olsaydı ve “O sana helâldir” demiş olsaydı bile Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem ve sahâbîlerinden nebiz konusunda nakledilen sert ifadeler
senin nebizden sakınmanı ve korkmanı gerektirirdi.” İçlerinden birisi şöyle
dedi:
"Ey Ebû Abdirrahman! En-Nehai, eş-Şa'bi ve daha birçok
âlimin ismini saydı- haram içecek mi içiyorlardı?" Dedim ki:
"Münâzarada şahıs isimlerini anmayı bırakın. İslâm
tarihinde nice insanlar vardır ki, hakkında şöyle şöyle menkibeler nakledilir,
ancak onun da zellesi olabilir. Zellesi olan konuda onu delil kabul etmek
kimseye câiz olur mu? Bunu kabul etmediyseniz, o zaman Atâ, Tâvûs, Câbir b.
Zeyd, Saîd b. Cübeyr ve İkrime hakkında ne dersiniz?" dedim.
"Onlar seçkin kişilerdir" cevabını verdiler.
"O zaman bir dirhemin iki dirhem karşılığında peşin
olarak satılmasına ne dersiniz?" diye sorunca
"Haramdır" dediler. Bunun üzerine ben
"Onlar bunu helal kabul ederler. Onlar haram yiyerek mi
öldüler?" deyince şaşkına döndüler ve ileri sürecek delil bulamadılar.”
…Şeyhülislam (İbn Teymiyye) şöyle demiştir: “İbnü'l-Mübarek'in
söyledikleri, âlimler arasında ittifakla kabul edilen yorumdur. Zira önceki
ilklerden olan imâmlar ve onlardan sonra gelenlerden her birinin sünnetten bir
bilgileri bulunmadığı için yorum yaptıkları bir konuları mutlaka vardır.”
Ben de derim ki: Ebû Ömer b. Abdilber, İstizkar adlı eserinin
başında şöyle demiştir: “Onların çoğunun, sadece bazı âlimlerin nezdinde
bilinen pek çok sünneti bilmemeleri mümkündür. Sahâbeden hiç kimseyi bilmiyorum
ki, nispeten özel bir bilgi ihtiva eden ve âhâd olarak nakledildiği için kendi
gözünden kaçan rivâyetler olmasın. Bu durum, onlardan sonrakiler için çok daha
mümkündür. Herkesin bu rivâyetlerin tamamını ihâta etmesi ise imkânsızdır.”
Şeyhülislam (İbn Teymiyye) şöyle demiştir: “Bu saymakla
bitirilemeyecek kadar geniş bir konudur. Bununla birlikte bu onların derecelerini
düşürmez, ancak bu hususta kendilerine tâbi de olunmaz. Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur:
"Bir konuda ihtilâfa düştüğünüz zaman onu Allah ve
Rasûlüne havâle edin." (Nisa 59) Mücahid, Hakem b. Uteybe, Mâlik ve
diğerleri şöyle demişlerdir:
"Allah'ın kulları içerisinde Rasûlüllah hariç, bütün
insanların görüşlerinden alınabilecekler de vardır, alınmayacaklar da."
İbn Kayyım’dan nakil bitti.[1]
Selefin siyerinde bunun örnekleri çoktur:
1- Kadı Şureyh, Allah Azze ve Celle’nin aceb (beğenme,
şaşırma) sıfatını tevil ile inkar etmiş, bundan dolayı Abdullah b. Mes’ud
radıyallahu anh’den gelen “bel acibtu” şeklindeki kıraati reddetmiştir. Alimler
bu konuda onun hatasını açıklamışlar ama bid’atçilikle suçlamamışlardır.[2]
2- İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın azatlısı İkrime
rahimehullah hakkında İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullah şöyle demiştir:
“İnsanların en âlimlerinden idi. Lakin o Sufriyye Haricilerinin görüşünde idi…”[3]
Benzer sözleri İbnu’l-Medini ve Yahya b. Main de
söylemişlerdir.[4]
Bununla beraber imamlar İkrime rahimehullah’tan övgüyle
bahsetmişlerdir.[5]
3- Said b. Cubeyr rahimehullah huruc görüşünde idi.[6]
İbnu’l-Eş’as’ın Abdulmelik’e karşı ayaklanmasına destek olmuştu.
İmam Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir: “Bize İsmail tahdis
etti, dedi ki: bize Eyyub haber verdi, dedi ki: el-Hasen (el-Basri)
rahimehullah şöyle dedi:
“Said b. Cubeyr’e şaşırmaz mısın? O yanıma girip Haccac’a
karşı savaşmamı istedi. Yanında İbnu’l-Eş’as’ın ashabından ileri gelenler de
vardı.”[7]
Said b. Cubeyr rahimehullah’ın bu görüşünden döndüğü sabit
olmamıştır. Bununla beraber onun bu görüşü eleştirilmiş ama bid’atçilikle
suçlamamışlardır.
4- İmam İbn Kuteybe rahimehullah. Aralarında İbn Teymiyye ve
Muhammed b. Abdilvehhab’ın da bulunduğu birçok imamlar İbn Kuteybe’yi
övmüşlerdir. Bununla beraber İbn Kuteybe Allah’ın aceb ve dıhk (gülme)
sıfatlarını te’vil etmiştir.[8]
5- Mucahid b. Cebr rahimehullah. Makamu’l-Mahmud’u
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Arş’ta oturtulması olarak te’vil
etmiş, bazı ayetlerin te’vilinde çelişkilere düşmüştür. Bununla birlikte
el-Lalekai rahimehullah onu “Sünnette bir imamdır” diye nitelemiştir.[9]
6- Ömer b. Abdilaziz rahimehullah Ali radıyallahu anh’ı,
Osman radıyallahu anh’den üstün gören bir adama şöyle demiştir: “Sana hangisi
daha sevimlidir? Kanlar hususunda acele eden adam mı yoksa mal konusunda acele
eden adam mı?”[10]
Burada Ömer b. Abdilaziz rahimehullah zelleye düşmüştür.
Zira ne Osman radıyallahu anh haksız yere bir mal almıştır ne de Ali
radıyallahu anh haksız yere kan dökmüştür! Bu konularda sükut etmek (sahabileri
eleştirmemek) Ehl-i Sünnet’in köklü mezhebidir.
7- İmam Muhammed b. İdris eş-Şafii rahimehullah İbrahim b.
Muhammed b. Ebi Yahya ile oturur, ondan tedlis yaparak rivayette bulunur ve
“Bana itham etmediğim biri rivayet etti” derdi. Halbuki onun bid’atini ve
aşırılığını biliyordu. İbn Ebi Yahya Cehmî, Rafizi ve Mu’tezili idi. İmam Ahmed
İbn Ebi Yahya hakkında: “Bütün belalar ondadır” demiştir. İbnu’l-Mubarek onun
hakkında: “Kader inkarını açıkça söylediği için ondan rivayeti terk ettim”
demiştir.
İmam Şafii’nin kitaplarında kutsal sayılan günler ve aylar
hakkındaki münker rivayetler de Şafii’nin İbn Ebi Yahya yoluyla yaptığı
rivayetlerdir.
İmamların bid’atçilerden sakındırdıkları gibi, bid’atçilerle
oturanları da bid’atçilikle itham etmeleri malum ve meşhurdur. Bununla beraber
imamlardan hiç kimse İmam Şafii’nin bid’atçi olduğunu söylememiştir.
Peki Haddadiler ne yapacaklar? İmam Şafii’yi bid’atçi mi
sayacaklar yoksa selefin sözlerine, onların herkesi kendi konumuna göre
değerlendirip muamele etmelerine dönüş mü yapacaklar?!
Bu konuda örnekler çoğaltılabilir, lakin inşaallah yeterlidir.
Böylece anlaşılmıştır ki, Kitap, sünnet ve selefin icmaına
aykırı olan hata kimden gelirse gelsin reddedilir, hatanın sahibine ise konumuna
göre hükmedilir. Bilerek, kasten, geçerli bir te’vil olmaksızın veya hak tebliğ
edildiğinde ısrarla yanlışına devam eden, bid’atini ilan edip insanları buna
davet kimse ile bu sıfatlarda olmayan kimse aynı hükümde değildir. Selef mutlak
ile muayyen hüküm ayrımını gözetmişlerdir. Haddadiler ise Selefin bu menhecinden çok uzaktırlar!
[1]
İ’lamu’l-Muvakkiin (3/220-222)
[2]
Bkz: Hakim el-Mustedrek (2/430) Beyhakî el-Esma ve’s-Sifat (991) İbn Hacer
Fethu’l-Bari (8/365)
[3]
İbn Adiy el-Kamil (5/266)
[4]
Fesevi Ma’rife (2/7)
[5]
Bkz.: Tehzibu’l-Kemal (20/264) Siyeru A’lami’n-Nubela (5/33, 6/106)
[6]
Bkz.: Siyeru A’lami’n-Nubela (4/321) İbn Teymiyye Minhacu’s-Sunne (4/527, 530)
[7]
Ahmed b. Hanbel el-İlel ve Marifetu’r-Rical (2739)
[8]
Bkz.: Te’vilu Muhtelefi’l-Hadis (s.108, 248)
[9]
El-Lalekai İtikad (1/35)
[10]
Ebu Zur’a ed-Dimeşki Tarih (s.145) Siyeru A’lam (5/72)