Cevap: Aleykum selam. Tekfirci birisiyle konuşmanız,
selamlaşmanız hele bu diyaloglara girmeniz caiz değildir.
Meseleye gelince, İslam dini fiillerin hükümlerini açıklar, muayyen
fâillere gelince, o konuda içtihada yetkili kadılar hükmeder. Her bir müslümanı
belirli kişileri tekfir etmekle mükellef tutmak ise İslam hukuk ve ahlâkından
zerre kadar nasip almamış, şeytanın oyuncak edindiği kimselerin işidir. Zira
hadiste geldiği gibi, “Kendisini ilgilendirmeyen/üzerine vazife olmayan şeyleri
terk etmesi kişinin müslümanlığının güzelliğindendir.” Muayyen şahısları
tekfir etmek üzerine vazife olmadığı halde bu işi üzerine alanlar ise
müslümanlığı güzel olmayan ve emanete de ihanet eden kimselerdir. Çünkü Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki Allah size emanetleri sahiplerine vermenizi
ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor!
Muhakkak ki Allah’ın size kendisiyle öğüt verdiği şey ne güzeldir. Muhakkak ki
Allah Semi’ ve Basir olandır.” (Nisa 58)
İnsanlar arasında hükmetmek, sahiplerine verilmesi gereken
bir emanettir. Bu emaneti sahibine tevdî etmeyip kendileri hükmetmek isteyenler
ise emanete ihanet etmiş olurlar. Bu da kıyamet alametlerindendir. Ruveybida’nın
söz sahibi olması ve emanetin ehline bırakılmaması kıyamet alametlerinden sayılmıştır.
Ruveybida, yeterliliği ve ehli olmadığı halde umumî meselelerde söz sahibi olan
kimse olarak açıklanmıştır.
Yahudi birinin veya bir kâhinin hakemliğine başvuranlar
hakkında Nisa 60. Ayeti nazil olmuştur, Allah ve rasulünün hükmüne başvurmaları
gereken kimseler, böyle bir hakemliğe başvurdukları için nifak fiilini işlemekle
itham edilmişler, fakat bu fâillere kâfir ve mürted hükmü verilmemiştir. Zamanımızdaki
iki tür sapkınların bir tarafı, günümüzdeki mahkemelere her türlü başvurunun
küfür olduğunu, mahkemeye çıkanların tekfiri vacip kâfirler olduklarını iddia
ederken, diğer sapıklık tarafı da bunda hiçbir sakınca olmadığını iddia
etmektedir!
Orta yolu tutan, Kur’ân, sünnet ve selefin menheci dışına çıkmayan
Ehl-i Sünnet ise, günümüzdeki mahkemelere müracaat hususunda ayrıntıya gider.
Eğer Kur’ân, sünnet ve icma ile sabit olan bir hükmün aksini talep için
herhangi bir mahkemeye başvuran kimse nifak üzeredir. Bu ister günümüzdeki
beşerî mahkemeler olsun, isterse Hanefi, Şafii, Hanbeli, Maliki, Zahiri,
Caferi, Sufi gibi mezheplerden birinin hükmü olsun fark etmez, Kur’an ve sünnet
hükmünden kaçış için başvurulan her hüküm bir nifak kapısıdır.
Bunun dışında kişinin Kur’ân ve sünnete göre meşrû olan bir
hakkını talep için bir hakimin hükmüne başvurmasında hiçbir sakınca yoktur. Bu hâkim
ister yahudi, ister müslüman olsun fark etmez. Bu konuyu muayyen şahıslara
indirgeyip küllî hükme şahıslar üzerinden varmak yanlış bir metottur. Malum
olduğu üzere Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem müşrik liderlere davet
mektupları gönderdi. Bu mektuplar bir hüküm talebidir! Bu liderler ya İslam’ı
kabul edecekler ya da reddedeceklerdi. İslam’ı kabul edenler meşru olan hükümde
bulundu, kabul etmeyenler de taguta (şeytana) itaat etti. Şimdi Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem kâfirin hükmüne mi müracaat etmiş oldu? Bu örnek
meselenin sağlıklı düşünülmesi için verilmiştir. Birileri çıkıp da bunun
mahkemelerle ne alakası var diyelbilir. Sığ düşüncelere bu akide hapsedilemez! Halbuki
mesele hüküm meselesidir. Bir kimsenin kendisinin işinde hakimin Allah’ın
dinine göre hükmetmesini istemesi ile, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
müşrik liderlerden halklarına Allah’ın diniyle hükmetmesini istemesi arasında
fark yoktur!