Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

7 Eylül 2011 Çarşamba

İnancımıza Aykırı Yönetmeliklerle Mücadeleye Çağrı

İnancımıza Aykırı Yönetmeliklerle Mücadeleye Çağrı
Türkiye'de yaşayan, Allah ve rasulünün emir ve yasaklarını bağlayıcı kabul edip, bunlara aykırı olan hiçbir yasa, kanun, tüzük ve benzerlerine itaat zorunluluğu olmadığını bilen şuurlu müslümanların dikkatine!
Malum olduğu üzere, ülkemizde cumhuriyet rejimi uygulanalı beri, dininin gereklerini yerine getirmek isteyen müslümanlar çeşitli zulüm ve baskılara maruz kalmışlar, devletin yönetim kesiminde zaman içinde oluşan oligarşik yapıyı fırsat bilerek, birkaç avuç diyebileceğimiz din ve dindar düşmanı azınlık hegemonya kurmuş, beşerin kendi uydurduğu "cumhuriyet" kavramına da riayet etmemişler, çoğunluğu müslüman kabul edilen bu ülkede sözü edilen azınlık, dindar kimseler üzerindeki dayatmacı zihniyetini devam ettiregelmiştir. Halen bu zihniyetin yerleştirdiği veya yerleşmesine sebep olduğu tabular, inandığı gibi yaşamak isteyen birçok müslümanın zihinlerini meşgul etmektedir.
Şüphesiz bu ülkede müslümanların önünde biran önce kaldırılması gereken pekçok engeller vardır. Ancak bu engeller ancak Allah'ın yardımı ve lütfuyla kalkacaktır. Bu yardım ve lütfa nail olabilmemiz de,
*Müslümanlar olarak bizlerin; dinine sahip çıkan,
*Alemlerin rabbinin ve alemlere rahmet olarak gönderilmiş rasulünün emirlerini herşeyin önüne geçiren,
*İmanın olmazsa olmaz şartı olarak inandığımız; Allah ve rasulünü herşeyden, canımızdan dahi fazla sevmek gerektiği düsturunu hayata geçiren,
*Er ya da geç, mutlaka terk edeceğimiz fânî dünyada birkaç günlük rahat ve keyif sürmek için ruhsatlara verilen tavizleri elinin tersiyle iten,
*Cennet ve Cehennem'in Sahibi'nden başkasından korkmayan, 
*Dininin gereğini yaşamak hususunda hiçbir şeyden çekinmeyen, müslümanlığından dolayı komplekse kapılmayan,
 *Ebedî hayatta seadete kavuşmak için rüya mesabesindeki dünya hayatını feda etmeyi gözünde büyütmeyen 
*Kendi hayatını, peygamberlerin hayatından üstün görmeyen,
*Bu dünya hayatının; telafisi olmayan, kazanmak zorunda olduğumuz tek imtihan olduğunu bilen,
*Ve bütün bunların tercihe bırakılmış mesele değil, dinî bir zorunluluk olduğunun farkında olan  kimseler olmamıza bağlıdır.
İyi bilmemiz gerekir ki, bu ülkenin vatandaşları olarak üzerimize; bize ait olmayan, dinimize, ruhumuza, vicdanımıza hitap etmeyen, bizden olmayanların bize tahakküm etmesine dayalı devletler kuranlar, Allah'ın rasulüyle gönderdiği ve en güzel örneğinin sahabeler asrında yaşandığı dinin yaşanılmasının önüne geçmek için; toplumun akide konusundaki cehaletinden istifade ederek, avamın veli diye inandığı, genel kabul gören Celalettin Rumi, Hacı Bektaş, Hacı Bayram gibi, dine aykırı inaçları olan kişileri Allah rasulünün önüne geçiren, rasulün sünnetini işlevsiz kılan, bunun yerine Kur'an ve sünnette şirk ve bid'at olarak tanımlanan unsurların dinamik kalması için hiçbir masraftan kaçmayan diyanet işleri gibi müesseseler teşkil etmeyi de unutmamıştır.
Bu gibi hedeflere hizmet için kurulmuş müessesede her ne kadar görev yetkisinin sınırlı olması hasebiyle, zaman zaman - Allah'a hamd olsun - mezkur hedeflere hizmet etmeyen insanlar da gelip geçmiş, lakin genel tablo olarak, hurafelerden uzak, sahih dinin prensiplerinin ön plana çıkmasına da herzaman engel teşkil etmiştir. Maalesef cemaatlerimizin önünde namaz kıldıran imamlarımızın çoğu Allah'ın er-Rezzâk sıfatına imandaki zaaflarından ötürü, maaşlarından olmamak uğruna batıl olduğunu çok iyi bildikleri fiillere iştirak etmişler, gereken uyarıları yapmaktan çekinmişler, bunların ardından da, öncekilerinden devraldıkları batılları hak zanneden nesiller gelmiştir. Öyle ki, Allah'a ibadet edilen mescidlerde, cumhuriyet ve demokrasinin - haşâ ve kellâ - İslâm'a en uygun rejimler olduğunu ilan eder olmuşlardır. Bunun akabinde böylesi bâtıl söylemlere meşru tepkilerini göstermek  yerine agresif tutum takınan gruplar oluşmuş, imamları, hatta onların arkasında namaz kılan müslümanları tekfir edip Allah'a ait olması gereken mescidleri, zulüm işleyenlere terk etmişlerdir. Böylece mescidlerde hakkın sesinin kısılmasına en büyük katkıyı yapmışlar, olması gereken mücadeleden kaçmışlardır. Halbuki selefimize baktığımızda buna benzer çirkin seslerin mescidlerde boy göstermesine rağmen, sahabeden, tabiinden ve tebau't-tabiînden olan imamlarımız mescidleri tagutlara terk etmemişler, Cehmî'liğin resmi din haline geldiği zamanlarda sünnetin imamı Ahmed b. Hanbel, mescidleri onlara terk etmeye çağırmamış, bilakis hakkı söyleyenlerin müslümanların buluşma yeri olan mescidlerden eksik olmaması için mücadele etmiştir.
Uyanık olun! Şahit olduğumuz pekçok zulüm varsa, bilmeliyiz ki o zulmün bekâsı bizim kendi hatalarımızdır. Bu yüzden Allah Azze ve Celle: "İşlemiş oldukları günah sebebiyle zalimlerin bir kısmını bir kısmına musallat ederiz" (En'am 129) buyurmaktadır. 
Kaybettiğimiz yerden telafiye başlamak için; dinimiz etrafında birleşeceğimiz, toplum olarak yeniden dirileceğimiz, yığınlarla Kitap ve sünnet etrafında buluşacağımız yer yine mescidler olmalıdır. Bizlere ma'bed kılınan yerlerde, Allah'ın gönderdiği vahiyde buluşmazsak, Allah'ın dinine aykırı unsurları mabedlerimizden çıkarmak için mücadele etmezsek, hangi yüzle Allah'tan rahmetini, nusretini ve lutfunu bekleyebiliriz?
Bundan sonra: Beşerî nizamlarla bize hükmedenlerin anayasasında din ve vicdan hürriyetini güvenceye alan bir madde vardır. Bu madde 24. maddedir. Buna göre hiçkimse bu ülkenin vatandaşlarına neye nasıl inandığından dolayı sorgulayamaz, baskı yapamaz. Müslümanlar, bu maddeden istifade etmeli, dinlerinden dolayı kendilerine baskı yapan herkesten hesap sormalıdır! Anayasanın bu maddesine aykırı olarak yürürlükte tutulan bütün yönetmeliklere de hukukî savaş açmalıdır. Aksi takdirde çarklar müslümanların aleyhine işlemeye devam edecek, bizden sonraki nesillere zulmü daha şedit kanunlara muhataplık miras bırakmış olacağız.
Şimdiye kadar birçok müslüman, bu işe, "Tagutun kanunlarına ve muhakemelerine başvurmak olur" şüphesiyle girişmemişler, dine düşmanlık etmek isteyenleri daha fazla cesaretlendirmişler, bir kısmı da korkaklık ve pısırıklıklarına kılıf olması için bunu mazeret sunmuşlardır.  
Öncelikle bilinmelidir ki, taguta muhakeme olmak demek; Allah ve rasulünün hükümlerinden kaçmak için başkalarına muhakeme olmaktır. Bahsettiğimiz yasa ise Allah ve rasulünün hükümlerini hayata geçirmek için, bu yasayı suistimal edenlere karşı kullanmamız gereken bir yasadır. Lakin şu unutulmamalıdır ki, inancına aykırı olan hiçbir yasa bir müslümanı bağlamaz. 
Bu ülkede yaşayan çoluk çocuk sahibi her müslümanın başında okullarla ilgili problemler kaçınılmaz musibettir. Şu anki hükümet müslümanların inançlarına saygılı olduğu imajını veren bir hükümet olmakla beraber, kız çocuklarının başlarını açmalarını gerektiren kılık kıyafet yönetmelikleri carî olmasına rağmen "Haydi kızlar okula" kampanyasına destek vermekte, müslümanlar gerekeni yapmadıkça da, zulüm çarkları aleyhimize dönmektedir. Aslında yanlış söyledim, sözü geçen kampanyaya, kılık kıyafet yönetmeliğine hiçbir tepki vermeyen, çocuğunu kurda teslim ettikten sonra dönüp arkasına bakmayan misali sorumsuz hareket eden velîler daha fazla destek vermektedir.
Her ne kadar, gizli örgütlerin aramıza kadar soktuğu, hatta pekçoğunun gözünde "islam devetçisi" kabul edilmiş, lakin hakikatte ne vakit namazlarına ne de cuma namazlarına hiçbir özen göstermeyen, oturduğu yerde sürekli gözden düşürebileceği bir islam davetçisi arayan, kendisine sevgide şirk koşulmasını(!) asla affetmeyen, kusur araştıran, bulamazsa kafasından uyduran ve şahsım hakkında da mücadeleme mani olmak için elinden geleni yapan, mani olamayınca "Çocukları okula gönderenleri tekfir ediyor, memurluğu da tekfirciliğinden dolayı bıraktı" gibi iftiralar atan, türkiyedeki Ehl-i sünnet bilinçlenmesini engellemek için islam davetçilerine benim; "çocuklarını okullara gönderenleri tekfir ettiğim" şeklinde düzmece  e-mailler gönderen çakma "Müslüman" ortaya bir sürü şaibeler atarak zihinleri bulandırsa da, bilakis çocukların okula gönderilmesini talep etmekteyiz. Ancak bunun şartı, kız çocuklarının tesettürüne mani olanlarla, okullarda istiklal marşında saygı duruşu, Allah'tan başkası adına yemin edilmesi, sınıflara putlar asılması, öğretmenlere ayağa kalkılması, müfredatta dinimize yabancı ve zıt konuların bulundurulması gibi İslam'a aykırı her unsurla  yılmadan mücadele etmektir.
Okullarda başörtüsü probleminin tek çözümü de ilköğretim çağlarındaki çocuklara uygulanan başörtüsü yasağıyla mücadele etmekten geçer. Bunu ihmal edip de Üniversite kurumlarında bu çözümü aramak akıl kârı değil, hatta ahmaklıktır. Zira kızların üniversite okuması mecburi değildir. Yüksek okul okumak hanımların tesettürlerine mani ise, başlarını ve yüzlerini açmak zorunda bırakılıyorlarsa, müslümanların dinlerinde sebat etmeleri farzdır. Lakin ilköğretim devlet tarafından mecbur tutulmakla birlikte dinimize aykırı davranışlar çocuklarımıza dayatılmaktadır. O halde müslümanlar, bu problemin çözümüne buradan başlamalıdırlar!
Kaçamak fetva arayan bazı kimseler de, çocukların henüz buluğ çağına gelmediği gerekçesiyle ilk okullarda tesettür vb. unsurlar için mücadele etmeyi hiç önemsemiyorlar. İnanın şeytanın istediği de zaten bu. Çünkü en güzel eğitim vereceğimiz yaşlarında çocuklarımız münasip olmayan bilgilerle zehirleniyor. Bizim -güya - münasip eğitim vermeyi tasarladığımız çağlarında ise atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmiş oluyor. Nasıl ki büluğ çağından önceki çocuklarımıza gerekli eğitimi verip, onların yalan söylemek, hırsızlık yapmak gibi kötü fiiller işlemelerine göz yumamıyorsak, aynı şekilde tevhid, tesettür ve akide eğitimi konusundaki kötü fiilerine göz yummamamız gerekir.
Müslümanlar! Elinizi çabuk tutmalısınız. Aksi halde çocuklarımızın eğitimi üzerinde söz sahibi olmamız ortadan kaldırılır ve çocukların velayetine el konulması gibi zulümler gündeme gelir. Zulme uğramaktan veya uğratılmaktan Allah'a sığınır, yardımı ancak O'ndan dileriz. Şüphesiz O duaları hakkıyla işiten ve icabet edendir.

Ekte, mücadele etmek isteyen kardeşlerimiz için, bundan birkaç sene önce kızımın başörtüsüyle ilgili olarak resmi kurumlarla yazışmalarımın numulerini sunuyorum.
* Çocuklarımızı okula göndermeyen bizler değiliz, inandığımız değerlerin gereğine uygun şartlarda okullara kabul etmeyenler, okul yönetimleridir. Bu ibareye dikkat edilmelidir. Resmî ya da gayrî resmî kişi veya kurumların, bize çocuklarımıza tesettür vb. eğitimlerini hangi yaşta ve nasıl vereceğimiz konusunda müdahale etmeye hiçbir hakları yoktur!  

Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî
  


  

   

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)