Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

5 Aralık 2011 Pazartesi

İhlâsın Zorunluluğu


İhlasın Zorunluluğu

Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukabadî

Bismillahirrahmanirrahim.

Hamd Allah içindir. O’na hamd eder, O’ndan yardım ister ve O’ndan bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah kimi hidayet etmişse onu saptıracak yoktur. Kimi de saptırmışsa onu hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın kulu ve rasulüdür. O’nu bütün dinlere üstün kılmak için hidayet ve hak din ile göndermiştir. O da risalet görevini tebliğ etmiş, emaneti eda etmiş ve ümmete nasihat etmiştir. Allah’ım! O’na, ailesine, ashabına ve kıyamet gününe kadar onun yolunda giderek hidayetine tabi olanlara salat ve selam et, onlara bereket ver.

Bundan sonra:



Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:

"Yedi kişi var, Allah onları hiçbir gölgenin olmadığı Kıyamet gününde kendi gölgesinde gölgeler:

-Adil imam,

-Allah'a ibadet içinde yetişen genç,

-Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse,

-Allah için birbirlerini seven, Allah rızası için bir araya gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişi,

-Güzel ve makam sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde; "Ben Allah'tan korkarım" deyip icabet etmeyen kimse,

-Allah'ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş boşanan kimse.

-Sağ elinin verdiğini sol elinden gizleyerek sadaka veren"[1]

Adil İmam: Devlet yöneticisi, hükmünde insanların kimsenin engel olmayacağı bir yetkiye sahiptir. Hükmünde adaleti, Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyi tercih ederse bunu ancak Allah için ihlastan dolayı yapmıştır. Şeytan bir yöneticiyi saptırmak için en çok adaletten uzaklaştırmak için hileler kurar.  Ancak şeytanın ihlaslı kullara yetkisi olmadığı için ihlaslı bir yönetici adaleti uygulamayı başarır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

Şeytan ise şöyle demişti; "Rabbıml Beni azdırmış olman dolayısıyla yeryüzündeki günâhları Âdemoğulları için süsleyecek ve hepsini azdıracağım Ancak içlerinden ihlâslı kılınan kulların müstesna. Rabbı da buyurmuştu ki: "Vazgeçilmesi mümkün olmayan dosdoğru yol budur. Sana uyan azgınlar dışında, senin kullarım üzerinde hiçbir gücün yoktur” (Hicr 39-42)

Burada adil imam ifadesinin kapsamına insanlar üzerinde yetki sahibi olan herkes dahildir. Mesela vali, iş yeri patronu, şef, müdür vb. bu kapsama girdiği gibi insanlara dinlerini öğretme konusunda imam olan bir önder, aile reisi, çocukları üzerinde kocasının vekili olan anne de dâhildir. Zira bunlar da sorumlu oldukları kimselere karşı birer imamdırlar.

Bunun delili Müslim’in şu rivayetidir: “Şüphesiz adalet yapanlar Allah katında Rahmanın sağında nurdan minberler üzerinde olacaklardır. Onlar hükümlerinde, ailelerinde ve yetkisi kendisine verilen konularda adalet yapanlardır.”

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her biriniz çobansınız ve her biriniz sürüsünden mesuldür” buyurmuştur. O halde herkes, kendisine yetki verilen konuda, şeytanın kendisini adaletten saptırmaması için Allah Azze ve Celle’ye karşı ihlaslı olmalıdır.

Adalet; ifrattan (aşırı gitmekten) ve tefritten (kusurlu davranıp geri kalmaktan) uzak olmak, dengeyi muhafaza etmektir.

Her fert, bedenin imamı olan kalbine ihlası hâkim kılmalı, kalbinin vücut üzerinde Allah’ın indirdikleriyle hükmetmesini sağlamalıdır. Şüphesiz beden üzerinde Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen bir kalp de, adaletten sapan bir kalptir. Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler, zalimlerin, fasıkların ve kâfirlerin ta kendileridir. Allah’ın hükümlerini uygulamaya kişi önce kendi nefsinden başlamalıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi; “vücutta bir et parçası vardır ki, o düzgün olursa organların amelleri de düzgün olur, o et parçası bozuk olursa organların amelleri de bozuk olur. Dikkat edin o et parçası kalptir.”

Organlarımızdan ve dillerimizden sadır olan bozuk ameller, kalplerimizin bozukluklarından kaynaklanmaktadır. Organlarımızdan sadır olan isyanlar, adalete aykırıdır. Adaletin zıddı ise zulümdür. Zulümlerin en büyüğü ise şirktir. Nitekim Lokman aleyhi's-selâm oğluna şöyle demiştir: “Ey oğulcuğum! Allah'a sakın şirk koşma; zira şirk en büyük zulümdür” (Lokman 13) Muhakkak ki azalardan meydana gelen şirk, kalpte en büyük bozulmanın, adaletten en büyük sapmanın bir göstergesidir.

Bazen kalp şirk şubeleriyle bozulmuş halde iken organlardan düzgün amel de meydana gelebilir. İşte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmeti adına en çok korktuğu şeylerden birisi de budur: gizli şirk ki o riyadır. Kalp Allah Azze ve Celle için ihlas üzere olmadığı halde organlar, Allah için amel ediyormuş gibi görünür. Şayet kalpte meydana geldiği halde organlarda gözükmeyen bu bozulma, iman edilmesi gereken esasların yerine gelmemiş olması sebebiyle meydana gelmişse, kalp Allah Azze ve Celle’yi hakkıyla takdir etmediği halde organlar bunun aksine amel ediyorsa, kalp cenneti arzulamayıp, cehennemden korkmadığı halde, organların amelleri cenneti arzulayanların ve cehennemden sakınanların amellerini işliyorsa, kalp, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiklerine boyun eğmediği halde, organlar sünnete tabi olmuş gibi görünüyorsa işte bu münafığın halidir!

Onun organları, insanların yanında imanın ve islamın göstergesi olan ameller işler. Lakin kalbi, organlarının yaptıklarına katılmamaktadır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabına hitaben; “Sizler için kapkaranlık bir gecede, simsiyah bir kayanın üzerindeki siyah bir karıncanın adımlarından bile daha gizli olan şirkten korkarım” diyerek ürkütücü bir ifadeyle anlattığı durum budur. Kalp ile organlar arasındaki tutarsızlık amel boyutunda olursa bu büyük bir günah olan riyakârlıktır ve akide (inanç esasları) konusunda olursa bu da küfür olan münafıklıktır.

İşte bu sıfatlara sahip olan bir insan, kendisini şeytandan ihlas kalkanıyla korumadığı için rabbiyle yalnız kaldığı anlarda, Rabbinden başka kimsenin kendini görmediği anlarda adaleti yerine getiremez. Nefsi üzerinde adil bir imam olamaz.

İnsan, nefsi üzerinde adil imam olmak için kalbi üzerinde ihlas mücadelesini elden bırakmamalı, şeytana en ufak bir kapıyı açık bırakmamalıdır. Şüphesiz şeytan inansın kurdudur ve onu en büyük faziletten alıkoymak için sürekli fırsat kollar. İhlas sahibi olduğu halde ibadetler yapan bir kimse dahi asla kendisine güvenmemeli, gaflete düşmemeli, şeytanın tuzağından emin olmamalıdır. Çünkü şu aktaracağım hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem münafıklardan ve riya ile amel edenlerden değil, ihlas ile amel edenlerin düşebileceği bir vartaya dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır.

Ümmetimden birtakım kimseleri bilirim ki onlar kıyamet günü Tihâme dağları kadar (çok) ve bembeyaz (yâni tertemiz) sevaplar getirirler de Allah (Azze ve Celle) o sevapları saçılmış toz eder (yani mahveder, kabul etmez). Sevbân (Radıyallâhu anh): “Ey Allah’ın rasulü! Bilmeyerek onlardan olmamamız için bize onların sıfatlarını söyle ve bize onların durumunu açıkla” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bilmiş olunuz ki onlar sizin (din) kardeşleriniz ve sizin cinsiniz­den (bir takım insanlar)dır. Sizin aldığınız gibi onlar geceden (ibâ­detten nasiplerini) de alırlar. Lâkin onlar, Allah'ın yasak kıldığı şeyler­le tenha yerde başbaşa kaldıkları zaman o yasakların sınırlarını çiğ­nerler” buyurdu.[2]

- Allah’a ibadet içinde yetişen genç, bunu ancak ihlas ile elde eder. Gençlik, şeytanın insanı isyana çağırdığı en verimli çağdır. Allah’a isyan için sıhhat, kuvvet ve imkânın en bol bulunduğu çağıdır. Lakin beklemesi en zorlu olan, insanların terlerinin gırtlaklarına kadar ulaşacağı, başka hiçbir gölgenin olmadığı günde Rahman’ın gölgesini hak eden genç, rabbi Azze ve Celle’yi razı etmeyi, nefsinin gayri meşru olan bütün istek ve arzularına tercih ederek, Allah’a kulluk etmenin zevkini yaşayan, ihlasından dolayı bunu başaran gençtir.

-Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse de, mescid dışında bulunan birçok dünyevi arzulara bel bağlamayan, mescidde iken sudaki balık gibi, mescidin dışında ise havasız kalıp boğulur gibi hisseden, bir an önce tekrar mescide dönüp ibadet etmeyi arzulayan, Rabbine ibadetten haz duyan kimsedir. Şüphesiz bunun sebebi de kalbinde yerleşmiş bulunan ihlastır.

-Allah için birbirlerini seven, bir araya geldiklerinde ve ayrıldıklarında bu sevgiyi koruyan iki kişi. Bu iki kişi birbirlerine karşı sevgilerini herhangi bir menfaate dayandırmadıkları, yalnız Allah’ın rızasını umarak sevdikleri için ihlası elde etmişlerdir. Bu samimi sevgi onlar bir arada oldukları zaman devam ettiği gibi, meclisten ayrıldıkları veya ölüm aralarını ayırdığı zaman da devam eder. Onlar, arzularının zıddına dahi olsa, eğer Allah’ın rızası bunu gerektirmişse şahsi kinlerini bir tarafa atıp, birbirlerini sevmişler, birbirilerinden gördükleri olumsuzluklar, Allah için sevmeye ve bir araya gelmelerine mani olmamış, yokluklarında da Allah Azze ve Celle’ye ihlas için temin ettikleri bu sevgiyi yitirmemişlerdir.

Onları ortaklık, ticaret gibi başka bir şey değil, Allah Azze ve Celle’ye itaat bir araya getirir, meclislerinde boş sözler değil, ilim müzakere ederler, gıybet, dedikodu çekiştirme yapmaz, müzik gibi haram meşgalelere dalmaz, Allah’ı zikrederler. Bir birlerinden ayrıldıklarında meclislere kefaret olan zikri yaparak ve birbirlerine selam vererek ayrılırlar. Biri, diğerinde olan nimete haset etmez, bilakis onda bulunan nimetin devam etmesini diler. Birbirlerinin gıyabında hayır duada bulunurlar. Her biri kendisi için arzuladığı hayrı, kardeşi için de arzular. Bu ikisinden daha fazla nimete mazhar olan biri, diğerine karşı büyüklenmez, onu küçümsemez, elinde bulunan hayrı onunla paylaşır. Münafıkça davranıp kardeşinde kusur araştırmaz, kusur gördüğünde kardeşinin mazereti olduğunu düşünür ve o kusuru örter.

İhlas bunu gerektirdiğine göre, şeytan daima kulun bu şuurdan gafil kalmasını kollayacak, nefsin arzusunu rabbin rızasının önüne geçirmek için her yolu deneyecektir. Allah rızası için değil de başka bir menfaat için olan sevgiler ise ancak menfaat devam ettiği sürece bir araya getirir, ayrıldıklarında veya menfaat bulunmadığı zaman bu sevgi devam etmez.

-Güzel ve makam sahibi bir kadın tarafından davet edildiği halde; "Ben Allah'tan korkarım" deyip icabet etmeyen kimse.  Kul böyle bir haldeyken kendisini Allah’tan başka gören kimse yoktur. O anda nefsinin arzuladığı günahı işlemesine Allah Azze ve Celle’nin korkusu dışında bir engel bulunmamaktadır. Fakat hadiste övülen bu kul, nefsinin isteğine sırf Allah Azze ve Celle’den takvasındaki ihlasından dolayı uymaz.

-Allah'ı tek başına zikrederken gözlerinden yaş boşanan kimse. İnsanların görmediği yerde tek başına kul, ihlasa en yakın, riyadan en uzak bir haldedir. Bu kulun yalnızken Allah’ı zikrettiği esnada gözlerinden yaş boşanması Allah Azze ve Celle’den korkusundaki ihlastandır.

İmam Sahnun rahimehullah şöyle der: “Seni açıkta şeytana düşman iken, gizlide şeytanın arkadaşı olmaktan sakındırırım.” İbn Kayyım rahimehullah da şöyle der: “Arifler; yalnızken işlenen günahların ters yüz olmanın temeli olduğu ve gizlide ibadetin en büyük sebat sebeplerinden olduğu hususunda icma etmişlerdir. O halde ey ihlası elde etmek isteyen kul! Yalnız kaldığın vakitleri şeytana dost olup Rabbine isyan etmek için değil, Allahı zikredip muhabbet ve haşyet duyguları içinde gözyaşını akıtmak için fırsat bilmelisin!

-Sağ elinin verdiğini sol eli görmeyecek şekilde sadaka veren. Sağ elinin verdiğini sol elinden gizlemek, nafile sadakayı gizlemedeki mübalağadır. Bunu işleyen kul, bu üstün amelini yalnızca Allah Azze ve Celle’nin bilmesini isteyerek ihlaslı davranmıştır. Bunu ihlas ile yapan kul, en yakınlarından, eşinden, çocuklarından, yakın dostlarından dahi gizler. Hatta kendisine sadaka verdiği kimseden dahi gizler. Nitekim Zeynulabidin Ali b. Huseyn rahimehullah, senelerce muhtaç kimselerin kapılarına gizlice yiyecek bırakmış, insanlar bu hayrı kimin işlediğini ancak Zeynulabidin’in vefat etmesi sebebiyle anlayabilmişlerdir.

Bütün bu sayılan amellerde ihlas ile beraber kimisinde sabır, kimisinde takva, kimisinde muhabbet, kimisinde haşyet, kimisinde tevekkül vb. kalbî ameller iştirak etmiştir. Ancak hepsinde ortak olan özellik ihlastır. Yani ameli Allah Azze ve Celle’ye has kılmak, yalnızca rabbin kerim veçhini murad etmektir. İşte bu da ihsandır ki o; kulun her an rabbini görür gibi ibadet etmesidir. Zira kendisi O’nu görmese de O kendisini her an görmektedir.

İman ve İslam hasletlerini yerine getiren bir kul, işte bu misalleri anlatılan ihsanı da yerine getirmedikçe dinini tamamlayamaz. Zira meşhur Cibril hadisinde iman ve islam tarif edildikten sonra ihsan da anlattığımız gibi tarif edilmiş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hadise hakkında “Soru soran kişi Cibril idi, size dininizi öğretmeye geldi” buyurmuştur.



[1] Buhari, Ezan 36, Zekat 16, Rikâk 24, Hudûd 19; Müslim 91, (1031); Muvatta 14, (952, 953); Tirmizi, Zühd 53, (2392); Nesâi, Kudât 2, (8, 222, 223).
[2] İbn Mace 4245, Sevban radıyallahu anh’den. Elbani ve Şeyh Mukbil sahih demişlerdir

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)