İhlasın Zorunluluğu
Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukabadî
Bismillahirrahmanirrahim.
Hamd Allah içindir. O’na hamd eder,
O’ndan yardım ister ve O’ndan bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve
amellerimizin kötülüklerinden Allah’a sığınırız. Allah kimi hidayet etmişse onu
saptıracak yoktur. Kimi de saptırmışsa onu hidayet edecek yoktur. Şehadet
ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. O birdir, ortağı yoktur. Yine şehadet
ederim ki Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın kulu ve rasulüdür. O’nu
bütün dinlere üstün kılmak için hidayet ve hak din ile göndermiştir. O da
risalet görevini tebliğ etmiş, emaneti eda etmiş ve ümmete nasihat etmiştir.
Allah’ım! O’na, ailesine, ashabına ve kıyamet gününe kadar onun yolunda giderek
hidayetine tabi olanlara salat ve selam et, onlara bereket ver.
Bundan sonra:
Ebu Hureyre radıyallahu anh
anlatıyor: "Rasûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Yedi kişi var, Allah onları
hiçbir gölgenin olmadığı Kıyamet gününde kendi gölgesinde gölgeler:
-Adil imam,
-Allah'a ibadet içinde yetişen genç,
-Tekrar dönünceye kadar kalbi
mescide bağlı olan kimse,
-Allah için birbirlerini seven,
Allah rızası için bir araya gelip, Allah rızası için ayrılan iki kişi,
-Güzel ve makam sahibi bir kadın
tarafından davet edildiği halde; "Ben Allah'tan korkarım" deyip
icabet etmeyen kimse,
-Allah'ı tek başına zikrederken
gözlerinden yaş boşanan kimse.
-Sağ elinin verdiğini sol elinden
gizleyerek sadaka veren"[1]
Adil İmam: Devlet yöneticisi, hükmünde insanların kimsenin engel olmayacağı
bir yetkiye sahiptir. Hükmünde adaleti, Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyi
tercih ederse bunu ancak Allah için ihlastan dolayı yapmıştır. Şeytan bir
yöneticiyi saptırmak için en çok adaletten uzaklaştırmak için hileler
kurar. Ancak şeytanın ihlaslı kullara
yetkisi olmadığı için ihlaslı bir yönetici adaleti uygulamayı başarır. Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Şeytan ise şöyle demişti; "Rabbıml
Beni azdırmış olman dolayısıyla yeryüzündeki günâhları Âdemoğulları için
süsleyecek ve hepsini azdıracağım Ancak içlerinden ihlâslı kılınan kulların
müstesna. Rabbı da buyurmuştu ki: "Vazgeçilmesi mümkün olmayan dosdoğru
yol budur. Sana uyan azgınlar dışında, senin kullarım üzerinde hiçbir gücün
yoktur” (Hicr 39-42)
Burada adil
imam ifadesinin kapsamına insanlar üzerinde yetki sahibi olan herkes dahildir.
Mesela vali, iş yeri patronu, şef, müdür vb. bu kapsama girdiği gibi insanlara
dinlerini öğretme konusunda imam olan bir önder, aile reisi, çocukları üzerinde
kocasının vekili olan anne de dâhildir. Zira bunlar da sorumlu oldukları
kimselere karşı birer imamdırlar.
Bunun delili
Müslim’in şu rivayetidir: “Şüphesiz adalet yapanlar Allah katında Rahmanın sağında nurdan
minberler üzerinde olacaklardır. Onlar hükümlerinde, ailelerinde ve yetkisi
kendisine verilen konularda adalet yapanlardır.”
Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem: “Her biriniz çobansınız ve her biriniz sürüsünden mesuldür” buyurmuştur. O halde herkes, kendisine
yetki verilen konuda, şeytanın kendisini adaletten saptırmaması için Allah Azze
ve Celle’ye karşı ihlaslı olmalıdır.
Adalet;
ifrattan (aşırı gitmekten) ve tefritten (kusurlu davranıp geri kalmaktan) uzak
olmak, dengeyi muhafaza etmektir.
Her fert,
bedenin imamı olan kalbine ihlası hâkim kılmalı, kalbinin vücut üzerinde
Allah’ın indirdikleriyle hükmetmesini sağlamalıdır. Şüphesiz beden üzerinde
Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyen bir kalp de, adaletten sapan bir kalptir.
Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler, zalimlerin, fasıkların ve kâfirlerin
ta kendileridir. Allah’ın hükümlerini uygulamaya kişi önce kendi nefsinden
başlamalıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi; “vücutta bir et parçası vardır ki, o
düzgün olursa organların amelleri de düzgün olur, o et parçası bozuk olursa
organların amelleri de bozuk olur. Dikkat edin o et parçası kalptir.”
Organlarımızdan
ve dillerimizden sadır olan bozuk ameller, kalplerimizin bozukluklarından
kaynaklanmaktadır. Organlarımızdan sadır olan isyanlar, adalete aykırıdır.
Adaletin zıddı ise zulümdür. Zulümlerin en büyüğü ise şirktir. Nitekim Lokman
aleyhi's-selâm oğluna şöyle demiştir: “Ey oğulcuğum! Allah'a sakın şirk koşma; zira
şirk en büyük zulümdür” (Lokman 13)
Muhakkak ki azalardan meydana gelen şirk, kalpte en büyük bozulmanın, adaletten
en büyük sapmanın bir göstergesidir.
Bazen kalp şirk
şubeleriyle bozulmuş halde iken organlardan düzgün amel de meydana gelebilir.
İşte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmeti adına en çok korktuğu
şeylerden birisi de budur: gizli şirk ki o riyadır. Kalp Allah Azze ve Celle
için ihlas üzere olmadığı halde organlar, Allah için amel ediyormuş gibi
görünür. Şayet kalpte meydana geldiği halde organlarda gözükmeyen bu bozulma,
iman edilmesi gereken esasların yerine gelmemiş olması sebebiyle meydana
gelmişse, kalp Allah Azze ve Celle’yi hakkıyla takdir etmediği halde organlar
bunun aksine amel ediyorsa, kalp cenneti arzulamayıp, cehennemden korkmadığı
halde, organların amelleri cenneti arzulayanların ve cehennemden sakınanların
amellerini işliyorsa, kalp, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in
getirdiklerine boyun eğmediği halde, organlar sünnete tabi olmuş gibi
görünüyorsa işte bu münafığın halidir!
Onun organları,
insanların yanında imanın ve islamın göstergesi olan ameller işler. Lakin
kalbi, organlarının yaptıklarına katılmamaktadır. Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem ashabına hitaben; “Sizler için kapkaranlık bir gecede, simsiyah bir kayanın üzerindeki
siyah bir karıncanın adımlarından bile daha gizli olan şirkten korkarım” diyerek ürkütücü bir ifadeyle anlattığı
durum budur. Kalp ile organlar arasındaki tutarsızlık amel boyutunda olursa bu
büyük bir günah olan riyakârlıktır ve akide (inanç esasları) konusunda olursa
bu da küfür olan münafıklıktır.
İşte bu sıfatlara sahip olan bir insan,
kendisini şeytandan ihlas kalkanıyla korumadığı için rabbiyle yalnız kaldığı
anlarda, Rabbinden başka kimsenin kendini görmediği anlarda adaleti yerine getiremez.
Nefsi üzerinde adil bir imam olamaz.
İnsan, nefsi üzerinde adil imam olmak
için kalbi üzerinde ihlas mücadelesini elden bırakmamalı, şeytana en ufak bir
kapıyı açık bırakmamalıdır. Şüphesiz şeytan inansın kurdudur ve onu en büyük
faziletten alıkoymak için sürekli fırsat kollar. İhlas sahibi olduğu halde
ibadetler yapan bir kimse dahi asla kendisine güvenmemeli, gaflete düşmemeli,
şeytanın tuzağından emin olmamalıdır. Çünkü şu aktaracağım hadiste Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem münafıklardan ve riya ile amel edenlerden değil,
ihlas ile amel edenlerin düşebileceği bir vartaya dikkat çekerek şöyle
buyurmaktadır.
“Ümmetimden birtakım kimseleri bilirim ki onlar kıyamet günü Tihâme
dağları kadar (çok) ve bembeyaz (yâni tertemiz) sevaplar getirirler de Allah
(Azze ve Celle) o sevapları saçılmış toz eder (yani mahveder, kabul etmez).
Sevbân (Radıyallâhu anh): “Ey Allah’ın rasulü! Bilmeyerek onlardan olmamamız
için bize onların sıfatlarını söyle ve bize onların durumunu açıkla” dedi.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bilmiş olunuz ki onlar sizin (din)
kardeşleriniz ve sizin cinsinizden (bir takım insanlar)dır. Sizin aldığınız
gibi onlar geceden (ibâdetten nasiplerini) de alırlar. Lâkin onlar, Allah'ın
yasak kıldığı şeylerle tenha yerde başbaşa kaldıkları zaman o yasakların
sınırlarını çiğnerler” buyurdu.[2]
- Allah’a ibadet içinde yetişen genç, bunu ancak ihlas ile elde
eder. Gençlik, şeytanın insanı isyana çağırdığı en verimli çağdır. Allah’a
isyan için sıhhat, kuvvet ve imkânın en bol bulunduğu çağıdır. Lakin beklemesi
en zorlu olan, insanların terlerinin gırtlaklarına kadar ulaşacağı, başka
hiçbir gölgenin olmadığı günde Rahman’ın gölgesini hak eden genç, rabbi Azze ve
Celle’yi razı etmeyi, nefsinin gayri meşru olan bütün istek ve arzularına
tercih ederek, Allah’a kulluk etmenin zevkini yaşayan, ihlasından dolayı bunu
başaran gençtir.
-Tekrar dönünceye kadar kalbi mescide bağlı olan kimse de, mescid dışında
bulunan birçok dünyevi arzulara bel bağlamayan, mescidde iken sudaki balık
gibi, mescidin dışında ise havasız kalıp boğulur gibi hisseden, bir an önce
tekrar mescide dönüp ibadet etmeyi arzulayan, Rabbine ibadetten haz duyan
kimsedir. Şüphesiz bunun sebebi de kalbinde yerleşmiş bulunan ihlastır.
-Allah için birbirlerini seven, bir
araya geldiklerinde ve ayrıldıklarında bu sevgiyi koruyan iki kişi. Bu iki
kişi birbirlerine karşı sevgilerini herhangi bir menfaate dayandırmadıkları,
yalnız Allah’ın rızasını umarak sevdikleri için ihlası elde etmişlerdir. Bu
samimi sevgi onlar bir arada oldukları zaman devam ettiği gibi, meclisten
ayrıldıkları veya ölüm aralarını ayırdığı zaman da devam eder. Onlar,
arzularının zıddına dahi olsa, eğer Allah’ın rızası bunu gerektirmişse şahsi
kinlerini bir tarafa atıp, birbirlerini sevmişler, birbirilerinden gördükleri
olumsuzluklar, Allah için sevmeye ve bir araya gelmelerine mani olmamış,
yokluklarında da Allah Azze ve Celle’ye ihlas için temin ettikleri bu sevgiyi
yitirmemişlerdir.
Onları ortaklık, ticaret gibi başka bir
şey değil, Allah Azze ve Celle’ye itaat bir araya getirir, meclislerinde boş
sözler değil, ilim müzakere ederler, gıybet, dedikodu çekiştirme yapmaz, müzik
gibi haram meşgalelere dalmaz, Allah’ı zikrederler. Bir birlerinden
ayrıldıklarında meclislere kefaret olan zikri yaparak ve birbirlerine selam
vererek ayrılırlar. Biri, diğerinde olan nimete haset etmez, bilakis onda
bulunan nimetin devam etmesini diler. Birbirlerinin gıyabında hayır duada
bulunurlar. Her biri kendisi için arzuladığı hayrı, kardeşi için de arzular. Bu
ikisinden daha fazla nimete mazhar olan biri, diğerine karşı büyüklenmez, onu
küçümsemez, elinde bulunan hayrı onunla paylaşır. Münafıkça davranıp kardeşinde
kusur araştırmaz, kusur gördüğünde kardeşinin mazereti olduğunu düşünür ve o
kusuru örter.
İhlas bunu gerektirdiğine göre, şeytan
daima kulun bu şuurdan gafil kalmasını kollayacak, nefsin arzusunu rabbin
rızasının önüne geçirmek için her yolu deneyecektir. Allah rızası için değil de
başka bir menfaat için olan sevgiler ise ancak menfaat devam ettiği sürece bir
araya getirir, ayrıldıklarında veya menfaat bulunmadığı zaman bu sevgi devam
etmez.
-Güzel ve makam sahibi bir kadın
tarafından davet edildiği halde; "Ben Allah'tan korkarım" deyip
icabet etmeyen kimse.
Kul böyle bir haldeyken kendisini Allah’tan başka gören kimse yoktur. O
anda nefsinin arzuladığı günahı işlemesine Allah Azze ve Celle’nin korkusu
dışında bir engel bulunmamaktadır. Fakat hadiste övülen bu kul, nefsinin
isteğine sırf Allah Azze ve Celle’den takvasındaki ihlasından dolayı uymaz.
-Allah'ı tek başına zikrederken
gözlerinden yaş boşanan kimse. İnsanların görmediği yerde tek başına kul,
ihlasa en yakın, riyadan en uzak bir haldedir. Bu kulun yalnızken Allah’ı
zikrettiği esnada gözlerinden yaş boşanması Allah Azze ve Celle’den
korkusundaki ihlastandır.
İmam Sahnun rahimehullah şöyle der: “Seni
açıkta şeytana düşman iken, gizlide şeytanın arkadaşı olmaktan sakındırırım.” İbn
Kayyım rahimehullah da şöyle der: “Arifler; yalnızken işlenen günahların ters
yüz olmanın temeli olduğu ve gizlide ibadetin en büyük sebat sebeplerinden
olduğu hususunda icma etmişlerdir. O halde ey ihlası elde etmek isteyen kul!
Yalnız kaldığın vakitleri şeytana dost olup Rabbine isyan etmek için değil,
Allahı zikredip muhabbet ve haşyet duyguları içinde gözyaşını akıtmak için
fırsat bilmelisin!
-Sağ elinin verdiğini sol eli
görmeyecek şekilde sadaka veren. Sağ elinin verdiğini sol elinden gizlemek,
nafile sadakayı gizlemedeki mübalağadır. Bunu işleyen kul, bu üstün amelini
yalnızca Allah Azze ve Celle’nin bilmesini isteyerek ihlaslı davranmıştır. Bunu
ihlas ile yapan kul, en yakınlarından, eşinden, çocuklarından, yakın
dostlarından dahi gizler. Hatta kendisine sadaka verdiği kimseden dahi gizler.
Nitekim Zeynulabidin Ali b. Huseyn rahimehullah, senelerce muhtaç kimselerin
kapılarına gizlice yiyecek bırakmış, insanlar bu hayrı kimin işlediğini ancak
Zeynulabidin’in vefat etmesi sebebiyle anlayabilmişlerdir.
Bütün bu sayılan amellerde ihlas ile
beraber kimisinde sabır, kimisinde takva, kimisinde muhabbet, kimisinde haşyet,
kimisinde tevekkül vb. kalbî ameller iştirak etmiştir. Ancak hepsinde ortak
olan özellik ihlastır. Yani ameli Allah Azze ve Celle’ye has kılmak, yalnızca
rabbin kerim veçhini murad etmektir. İşte bu da ihsandır ki o; kulun her an
rabbini görür gibi ibadet etmesidir. Zira kendisi O’nu görmese de O kendisini
her an görmektedir.
İman ve İslam hasletlerini yerine getiren
bir kul, işte bu misalleri anlatılan ihsanı da yerine getirmedikçe dinini
tamamlayamaz. Zira meşhur Cibril hadisinde iman ve islam tarif edildikten sonra
ihsan da anlattığımız gibi tarif edilmiş, Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem bu hadise hakkında “Soru soran kişi Cibril idi, size dininizi
öğretmeye geldi” buyurmuştur.