İslam Davetçisinin
Kılavuzu
Ebu
Muaz Seyfullah el-Çubukabadi
Mukaddime
Şüphesiz Hamd, Allah içindir. O'na hamd eder, O'ndan
hidayet ve bağışlanma dileriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden
Allah Teala'ya sığınırız. Şüphesiz Allah'ın hidayet eylediğini saptıracak,
O'nun saptırdığını da hidayete ulaştıracak yoktur. Allah'tan başka İlah
olmadığına, O'nun birliğine ve ortağı olmadığına, Muhammed (Sallallahu aleyhi
ve sellem)'in O'nun kulu ve Rasulü olduğuna şehadet ederim.
Bundan sonra;
Muhakkak ki; sözlerin en doğrusu Allah'ın Kitabı,
yolların en hayırlısı Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem'in yoludur. İşlerin
şerlisi sonradan ortaya çıkarılanlardır. Her sonradan çıkan şey; bid'at, her
bid'at; dalalet (sapıklık) ve her dalalet de ateştedir.
Şu an ümmet, uykusundan uyanması, layık olduğu konuma
geri dönmesi, alemlerin rabbi olan Allah’ın yolunda yeniden dünyaya önderlik
etmesi ve içinde buluduğu ruhi boşluktan kurtarılması için her gayretli
müslümanın ümmeti ve dini için çalışmasına muhtaçtır. Dünyanın bizimle beraber
bulunan nura ihtiyacı vardır. lakin bizler bu nuru onlara güzelce ulaştırıp
aydınlatamıyoruz. Nitekim biz onlardan etkilenmiş ve onlarda bulunan
hastalıkları kapmış durumdayız. Şu an kitap ve sünneti doğru şekilde anlamış,
davetlerini ırkçılıktan, taassuptan, grupçuluktan, hevadan, peşin isteklerden
arındırmış ihlaslı davetçilere büyük ihtiyaç vardır.
Allah’a Davetin Fazileti:
Allah’a davet kul için sen şerefli ameldir. Bu yüzden bu,
rasullerin, nebilerin ve onların varisleri olan alimlerin vazifesi olmuştur.
Şüphesiz bu vazife yorucu ve ağır olduğu kadar fazileti de büyüktür.
1- Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Allah'a davet eden, sâlih amel işleyen ve "ben müslümanım"
diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır?” (Fussilet 33)
2- Yine şöyle buyurmuştur: “İçinizden
hayra davet eden, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun.
Kurtuluşa erenler işte onlardır” (Al-i İmran 104)
3- Abdullah b. Mesud radıyallahu anh şöyle demiştir:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Allah, bizden bir hadis işitip, işittiği gibi tebliğ
eden kimsenin yüzünü aydınlatsın. Kendisine tebliğ edilen niceleri, tebliğ
edenden daha iyi ezberler” (Ahmed, Tirmizi ve İbn Hibban rivayet
etmişlerdir.)
4- Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: “Kim bir hidayete
çağırırsa ona tabi olanların ecri kadar kendisine de ecir vardır ve onların
ecrinden bir eksilme olmaz. Kim de bir sapıklığa çağırırsa ona uyanların
günahlarından eksilme olmaksızın kendisine de onların günahının aynısı vardır.” (Müslim)
Allah Teala bu ümmetin makamını
şöyle açıklamıştır:
“Siz, insanlar için ortaya
çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder kötülüğe mani olursunuz
ve Allah’a iman edersiniz” (Al-i İmran 110)
Bu ayet iki anlamı ifade etmektedir: birincisi: Bu
ümmetin en hayırlı ümmet oluşu. İkincisi: rasullerin vazifesi olan iyiliği
emretmek ve kötülüğü yasaklamak görevini yerine getirmeleridir. Bu kapsama
giren konuların ilki ise sadece Allah’a kulluk etmeyi emretmek ve şirkten
yasaklamaktır. Bu yüzden Allah Azze ve Celle, müminleri şöyle vasıflamıştır:
“Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin (Allah
için) dostudurlar. İyiliği emreder kötülüğü yasaklarlar.” (Tevbe 71)
Münafıklar ise bunun zıddıdır. Allah Azze ve Celle onlar
hakkında şöyle buyurmuştur:
“Münafık erkeklerle münafık kadınlar birbirinin
aynıdırlar. Kötülüğü emredip iyiliği yasaklarlar” (Tevbe 67)
Bundan dolayı her müslüman erkek ve kadın, güçleri ve
ilimleri oranında Allah’a davet ile yükümlüdür. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“De ki, bu benim yolumdur. Bana uyanlarla beraber
basiretle Allah’a davet ederim.” (Yusuf 108)
İbnu’l-Kayyım rahmetullahi
aleyh şöyle demiştir: “Kişi, kendisine davet ettiği şey hakkında basiret üzere
olmadıkça hakka tabi olanlardan olamaz.” (Miftahu Dari’s-Seade 1/154)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem: “Benden bir cümle dahi olsa tebliğ
ediniz” buyurmuştur. (Buhari)
Yine şöyle buyurmuştur: “Burada bulunan, bulunmayana tebliğ etsin” (Buhari)
Yüzlerce ayet ve onlarca hadis
ezberleyen nice müslüman, bunun sadece alimlerin sorumluluğunda olduğu zannıyla
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine muhalefet ederek bunları kimseye tebliğ etmez.
Alimlere has olan ancak dinin
ayrıntılarını, hükümlerini ve manalarını tebliğ etmektir. Allah Teala şöyle
buyurmuştur:
“Her Topluluktan bir
cemaatin, dinî iyi öğrenmeleri ve kavimleri kendilerine döndüklerinde onları
uyarmaları için, savaştan geri kalmaları daha doğru olmaz mı” (Tevbe 122)
“İçinizden hayra davet eden, iyiliği emredip
kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte onlardır.”
(Al-i İmran 104)
İbn Kesir rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: “Bu ayette
kastedilen; bu ümmetten herkese gücü oranında vacip olsa da, bu iş için görevli
bir grubun bulunmasıdır.”
Burada sadece müslüman olmaları sebebiyle davet
mesuliyetini yüklenen sahabelerden örnekler zikredilecektir ki, onlardan
öğrenelim ve onlara uyalım:
Birincisi: Ebu
Bekir radıyallahu anh: Allah onun gönlünü İslam’a açınca, bu nur onu harekete
geçirmiş, arkadaşlarını ve yakınlarını Allah’a davet etmeye başlamıştır. Allah
onun vesilesiyle cennetle müjdelenen on kişiden beşini hidayet etmiştir.
Bunlar: Osman b. Affan, Zubeyr b. el-Avvam, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi
Vakkas ve Talha b. Ubeydillah radıyallahu anhum’dur. Nitekim bunlar sahabelerin
seçkinleridir. İnşaallah bunların imanına vesile olması, kıyamet gününde Ebu
Bekir radıyallahu anh’ın terazisinde iyilik kefesinde olacaktır.
İkincisi: Ebu Zerr el-Gıfari radıyallahu anh: Mekke’de
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i duyunca, kardeşi Uneys’i, ondan haber
getirmesi için göndermiş, sonra kendisi gitmiştir. Etkileyici kıssası uzundur.
Neticede kardeşi ve annesiyle birlikte müslüman olmuşlardır. Sonra Ebu Zerr
radıyallahu anh Gıfar kabilesine giderek onları İslam’a davet etmiş, hicretten
önce kavminin yarısı müslüman olmuştur. O gün kavminin lideri Hifaf b. İma
el-Gifari radıyallahu anh idi. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in hicretinden
sonra kavminin geriye kalanı da iman etmişlerdir. Bunun üzerine Eslem kabilesi
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmişler ve şöyle demişlerdir: “Ey
Allah’ın rasulü! Kardeşlerimizin iman ettiği hususlara biz de iman ediyoruz.”
Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Allah Gıfar kabilesini bağışlasın, Eslem kabilesini de
selamete ulaştırsın” (Müslim)
Üçüncüsü: Tufeyl b. Amr ed-Devsî radıyallahu anh:
Mekke’de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e sadakatle iman ettikten sonra Devs
diyarındaki kavmine dönmüş ve onları İslam’a davet etmiştir. Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem Medine’ye hicret edinceye kadar orada kalarak davete devam
etmiş, sonra kavminden kendisine tabi olanlarla birlikte Hayber’de Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmişlerdir.
Dördüncüsü: Useyd b. Hudayr ve
Sa’d b. Muaz radıyallahu anhuma: Es’ad b. Zurare radıyallahu anh, Mus’ab b.
Umeyr radıyallahu anh ile beraber Abduleşhel oğulları ve Zafer oğullarının
diyarlarına İslam’a davet için gittiler. Kavimleri onları kovmak için Sad b.
Muaz ile Useyd b. Hudayr’ı gönderdiler. Useyd b. Hudayr, Mus’ab b. Umeyr’i dinledi
ve müslüman oldu. Sonra ona dedi ki:
“Benim arkamda bir adam var. O eğer
size uyarsa kavminden hiç kimse kalmaksızın hepsi size uyar. Şimdi onu size
göndereceğim. O Sa’d bin Mu’az’dır.” Sonra kamasını alıp Sa’d’ın ve kavminin
yanına gitti. Onlar da kendi meclislerinde oturuyorlardı. Sa’d bin Mu’az onun
gelmekte olduğunu görünce:
“Allah’a yemin ederim ki, Useyd sizin yanınızdan
ayrıldığı sıradaki yüzünden farklı bir yüzle yanınıza geldi” dedi. Meclisin
başında durunca Sa’d kendisine:
“Ne yaptın?” diye sordu. O da şöyle dedi
“O iki adamla konuştum. Vallahi kendilerinde herhangi bir
kötülük görmedim. Onları (yaptıklarından) nehyettim. “Senin istediğini yaparız”
dediler. Harise oğullarının Es’ad b. Zurâre’yi öldürmek üzere çıktıklarını
söyledim. Bunu da, onun senin teyzenin oğlu olduğunu bildikleri için senden
utanırlar (diye söyledim).” Bunun üzerine Sa’d hızla, sinirlenmiş halde ve
Harise oğulları hakkında söylenilenden dolayı endişeli bir halde kalkarak,
mızrağı eliden aldı ve:
“Vallahi gördüğüm kadarıyla sen hiçbir şeyi
halletmemişsin” dedi. Sonra o iki kişinin yanına gitti. Sa’d onların gayet
rahat bir halde olduklarını görünce, Useyd’in kendisini onlarla karşı karşıya
getirmek ve onların sözlerini bizzat duymasını sağlamak amacıyla öyle konuştuğunu
anladı. Başlarına durup kendilerine sövmeye başladı. Es’ad b. Zurâre’ye şöyle
dedi:
“Ey Ebu Umâme! Eğer seninle benim aramda yakınlık
olmasaydı bana hiç bir şey engel olamazdı. Kendi yurdumuzda bizim başımıza
hoşumuza gitmeyecek bir şey mi saracaksın?” Es’ad b. Zurâre de Mus’ab b.
Umeyr’e şöyle dedi:
“Ey Mus’ab! Vallahi sana arkasındaki kavminin efendisi
geldi. Eğer bu sana uyarsa onun kavminden iki kişi bile senin davetine uymaktan
geri kalmaz.” Mus’ab da ona dedi ki:
“İstersen otur ve dinle, eğer hoşuna giden ve beğendiğin
bir şey olursa kabul edersin. Hoşlanmazsan o zaman da senin hoşlanmadığın şeyi
senden uzak tutarız.” Sa’d:
“İnsaflı davrandın” dedi. Sonra süngüsünü topladı ve
oturdu. Ardından ona İslâm’ı anlattı ve kendisine Kur’an okudu. O ikisi dediler
ki:
“Vallahi bu esnada, sevinmesinden ve kendini rahat
hissetmesinden o daha konuşmaya başlamadan biz onun yüzünden Müslüman olduğunu
anladık.” Sonra onlara:
“Siz Müslüman olduğunuza ve bu dine girdiğinizde ne
yapıyorsunuz?” diye sordu. Onlar da şöyle dediler:
“Gusledersin. Kendini güzelce temizlersin. Bu arada
elbiseni de temizlersin. Sonra hak üzere şehadet getirirsin. Sonra iki rek’at
namaz kılarsın.” Bunun üzerine kalkıp gusletti. Elbisesini temizledi. Hak üzere
şehadet getirdi. Sonra iki rek’at namaz kıldı. Sonra Useyd b. Hudayr’ı da
yanına alarak kavminin toplanma yerine getirmek üzere yola çıktı. Kavmi onun
gelmekte olduğunu görünce şöyle dediler:
“Vallahi Sa’d sizin yanınızdan ayrıldığı sıradaki yüzden
farklı bir yüzle yanınıza geliyor.” (Sa’d) başlarında durunca:
“Ey Abduleşhel oğulları! Benim sizin aranızdaki konumum
nasıldır?” diye sordu. Onlar:
“Efendimiz, en isabetli görüş sahibimiz ve en uğurlu
temsilcimizsin” dediler. Bu kez:
“Artık Allah’a ve Peygamberlerine iman edinceye kadar sizin
erkeklerinizin ve kadınlarınızın sözleri bana haramdır” dedi. O ikisi (Mus’ab
ve Es’ad Radıyallahu anh) dediler ki:
“Vallahi Abduleşhel oğulları yurdunda bir tek adam ve
kadın müstesna olmaksızın hepsi akşama Müslüman olarak girdiler.”
Es’ad ve Mus’ab Radıyallahu
anh Es’ad bin Zurâre Radıyallahu anh’nın
evine döndüler. (Mus’ab Radıyallahu anh
orada ikamet ederek insanları İslâm’a davet etmeye başladı. Derken ensârın
evlerinden, Umeyye b. Zeyd, Hateme, Vâil ve Vâkıf’ınkilerden dışında kalan
evlerin hepsinde kadın ve erkek Müslümanlar oldu. (İbn Kesir el-Bidaye (3/76,
81, 193-194) İbn Hişam (1/157, 2/25, 59)
Bu Konuda Bir Şüphenin Giderilmesi:
Bazı insanlar, Allah Teala’nın: “Ey iman edenler, siz
kendinize bakın, siz hidayet üzere olursanız, sapıtanlar size bir zarar veremez”
(Maide 105) ayetini yanlış anlıyorlar ve Allah’a daveti terk
ediyorlar. Bu yanlış anlayıştan dolayı, iyiliği emretmediği ve kötülükten
yasaklamadığı halde kendisinin salih ve hidayet üzere olduğunu, sapıtanların
kendisine bir zarar vermediğini zannedenler var. Böyle bir anlayışı Ebu Bekir
radıyallahu anh reddederek hutbesinde şöyle demiştir: “Ey insanlar! Sizler: “Ey
iman edenler, siz kendinize bakın, siz hidayet üzere olursanız, sapıtanlar size
bir zarar veremez” (Maide 105) ayetini okumakta fakat yanlış
değerlendirmektesiniz. Şüphesiz ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
şöyle buyurduğunu işittim:
“Muhakkak ki insanlar kötülüğü gördüklerinde
değiştirmezlerse Allah Azze ve Celle’nin onların cezasını genelleştirmesi
yakındır.” (Sahihtir. Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace ve Ahmed rivayet
etmişlerdir.
Şu halde müslümanların durumunu önemsemeyen, içinde
bulunduğu toplumu hayra davet edip kötülükten sakındırmayı iptal eden bir kimse
nasıl hidayet üzere olabilir? Hidayet ancak kişinin kendisine farz olanları
yerine getirmesiyle tamamlanır. Eğer kul, üzerine vacip olan davet görevini
yerine getirirse, işte o zaman sapıtanların sapıklığı ona bir zarar vermez ve
kusur edenlerin kusurundan sorumlu olmaz.
Davetçinin Ahlak ve Özellikleri
Her ibadet veya taatin kabulü
için şu iki şartın bulunması zorunludur:
Birincisi: Allah Azze ve Celle
için samimiyet, ihlas. Amelde dünya nasibi aranmamalıdır. Allah Teala şöyle
buyurmuştur:
“Halbuki onlar, dini sadece
Allah’a tahsis ederek, hakka eğilerek, ancak Allah’a ibadet etmekle,
emrolunmuşlardır” (Beyyine 5)
İkincisi: Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in sünnetine uygun hareket etmek, bidat çıkarmamak. Allah
Teala şöyle buyurmuştur:
“Rasul
size neyi verdiyse onu alın, neyden sakındırdıysa ona da son verin” (Haşr 7)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem de şöyle buyuru: “Size sünnetimi ve
benden sonra hidayete erdirilmiş raşid
halifelerimin sünnetini tavsiye ederim. Ona azı dişlerinizle sarılın. Sizleri
dinde sonradan çıkan şeylerden sakındırırım. Zira dinde her sonradan çıkan şey
bidat, her bidat sapıklık ve her sapıklık da ateştedir.” (Sahihtir. Ebu Davud ve Tirmizi rivayet etmişlerdir.)
Bu iki şart iki şehadet
kelimesinin gereğidir. İlki Allah’tan başka ilah olmadığına şahitliğin,
ikincisi de Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’ın rasulü olduğuna
şahitliğin gerçekleşmedi demektir.
Bu yüzden davetçi, bu iki şartı
gerçekleştirerek şu vasıflarla vasıflanmalıdır:
1- Doğruluk:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem safa tepesinin üzerinde Kureyş’e şöyle seslenmiştir:
“Ne
dersiniz? Şayet size vadide atlıların size karşı gelmekte olduklarını haber
versem beni tasdik eder misiniz?” Onlar:
“Evet, senden doğruluktan başka
bir şey görmedik” dediler. (Buhari) Onlar, Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in doğru sözlü olduğu hususunda birleşmişlerdi. Bu yüzden Allah Azze ve
Celle Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle buyurmuştur:
“Onlar
seni yalanlamıyorlar, lakin zalimler Allah’ın ayetlerini inkar ediyorlar.” (En’am 33) Ebu Sufyan, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem hakkında
Hirakl’e şöyle demiştir:
“Onun yalan söylediğini hiç
görmedik” (Buhari ve Müslim)
Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve
sadıklarla beraber olun” (Tevbe 119)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem de şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki doğruluk
iyiliğe, iyilik de cennete götürür..” (Buhari ve
Müslim)
Doğruluk, bir davetçide
bulunması gereken en önemli özelliklerdendir. Yalan söyleyen bir kimsenin
davetçi olması düşünülemez. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in haber
verdiği gibi: “Yalan facirliğe,
facirlik de cehenneme götürür” Facir (günahkar)
bir kimsenin Allah’a davet ettiği düşünülebilir mi?
Şüphesiz doğruluk, davete
muhatap olanların nefislerinde etki ederek onları davetçiye saygı göstermeye,
sözünü kabul etmeye iter. Yalan ise bunun tam zıddı bir etki yapar.
2- Emanet (Güvenilirlik):
Şüphesiz insanlar bu haslete
sahip olan davetçiye güven duyarlar. Güvenilirlik, doğrulukla alakalıdır. Bu
yüzden insanlar ne yalancıdan ne de hain kimseden huzur hissetmezler. Allah
Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah kendilerine kitap
verilenlerden "onu insanlara muhakkak açıklayacaksınız; onu asla
gizlemeyeceksiniz' diye söz almıştı da, onlar onu arkalarına alıp
umursamamışlar, yok pahasına onu satmışladır. Ne kötü alışveriş!” (Al-i İmran 187)
İlmi ve insanlara faydalı olacak iyiliği gizlemek
hıyanettendir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Allah sizlere emanetleri ehline vermenizi emrediyor..”
(Nisa 58)
3- Sabır:
Bu haslet her insan için gerekli bir haslet olup, bir
davetçinin olmazsa olmazlarındandır. Zira davetçi, davetini ulaştırmada yorucu
işlerle ve zorluklarla karşılaşır. Genellikle hoşlanmadığı şeylere tahammül
etmedikçe de bu görevi yerine getiremez. Bu yüzden Allah’a davet eden kimse
sıkıntılara karşı hilim sahibi (ağırbaşlı, tahammüllü) ve sabırlı olmalıdır.
Zira zorluklara karşı sabırlı ve tahammüllü olmazsa maksada ulaşamaz.
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahmetullahi aleyh’in dediği gibi, sabırsız ve
tahammülsüz kimsenin bozdukları, düzelttiklerinden fazla olur. Bu yüzden Allah
Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir”
(A’raf 119)
“İyiliği emret, kötülükten yasakla,
başına gelenlere karşı da sabret. Muhakkak ki bu azmedilmeye değer işlerdendir.”
(Lukman 17)
Sabır, imanın yarısıdır.
Nitekim Allah Azze ve Celle Kitab’ında seksenden fazla sefer bunu zikretmiş,
şöyle buyurmuştur:
“Sabrederek
ve namaz kılarak yardım isteyin” (Bakara 45) Allah
Azze ve Celle, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e hitaben şöyle buyurmuştur:
“Sabır
sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sabret. Onlar için acele etme” (Ahkaf 35)
Sabır ve yakin dinde önderliğe
ulaştırır. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Sabretmeleri
ve âyetlerimize yakinen inanmaları sebebiyle, içlerinden bir kısmını, emrimizle
doğru yola sevkeden önderler yapmıştık” (Secde 24)
Sabır ve takva sayesinde
düşmanların tuzakları bir zarar vermez. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Eğer sabreder ve
(Allah'tan) sakınırsanız, onların hilesi, size hiçbir zarar vermez. Allah,
şüphesiz, onların yaptıklarım (ilmiyle] çepeçevre kuşatmıştır” (Al-i İmran 120)
Sabretmek, Allah’ın sevgisine ve yardımına ulaştırır.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Allah sabredenleri sever” (Al-i İmran 146)
“Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.”
(Bakara 153)
Sabrın karşılığı büyüktür:
“Ancak sabredenlere karşılıkları hesapsız verilecektir.”
(Zümer 10)
Sabır, cennete girmeye bir
sebeptir:
“Sabretmiş
olmanız sebebiyle (her türlü korkudan, endişeden ve üzüntüden) selâmette
olunuz.” (Ra’d 24)
Nebi sallallahu aleyhi ve
sellem de şöyle buyurmuştur: “Müminin durumuna
şaşılır. Bütün durumların kendisi için hayır olması ancak mümin için
sözkonusudur. Eğer bolluğa kavuşursa şükreder ve bu kendisi için hayırlı olur.
şayet musibete uğrarsa sabreder, bu da kendisi için hayırlı olur.” (Müslim)
Yine şöyle buyurmuştur: “Hiç kimseye sabırdan daha geniş bir hayır varilmemiştir.” (Buhari ve Müslim)
Sabır Üç
Türlüdür:
Birincisi: Taat işlemeye
sabretmek. Bu, taat işlemeye devam etmekle, bu konuda ihlaslı olmakla, şeriate
uygun amel etmekle olur. Böylece iman kuvvetlenir. Zira taatler imanı artırır.
İkincisi: Günah işlememeye
sabretmek. Bu da kötülükleri terk etmek, günahlardan ve buna imkan veren
durumlardan uzaklaşmak, harama düşmemek için Allah’ın azametini, heybetini
düşünerek ve O’ndan korkarak olur. Yine kul, Allah’ın kendisini günah işlerken
görmesinden çekinir. Buna sabrederek imanının kuvvetini devam ettirir. Zira
günahlar imanı zayıflatır ve eksiltir.
Üçüncüsü: Musibetlere
sabretmektir. Bu da Allah’ın takdirine teslim ve razı olarak, başa gelenlere
öfkelenmeyi ve yaratılmışlara şikayeti terk etmekle gerçekleşir.
Allah Azze ve Celle şöyle
buyurmuştur:
“Sabredenleri müjdele.
Nitekim bunlar, kendilerine bir musibet geldiği zaman, "Biz, Allah'a aidiz
ve elbette O’na döneceğiz" derler. Rablerinden gelen mağfiret ve
rahmet, işte onların üzerindedir; hidayete ermiş olanlar da, yine onlardır.” (Bakara 155-157)
Belaya veya musibete uğrayana güzelce sabretmek ve
şikayet etmemek düşer. Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Sen güzel bir şekilde sabret” (Mearic 5)
Durumu Allah’a şikayet etmek ise güzelce sabretmeye
aykırı değildir. Zira Yakub aleyhisselam şöyle demiştir:
“Ben acımı ve üzüntümü sadece Allah'a şikâyet ediyorum."
(Yusuf 86)
Eyyub aleyhisselam da Rabbine seslenerek şöyle demiştir:
“Başıma bir belâ
geldi; sen merhametlilerin en merhametlisisin" (Enbiya 83) Bununla birlikte Eyyub aleyhisselam sabır ile nitelenmiş ve
onun hakkında şöyle buyrulmuştur:
“Biz onu
sabırlı bulduk. O, ne iyi bir kuldu; daima Allah'a yönelirdi.” (Sad 44)
Allah’a davet eden kimse sabır
hasletiyle süslenmeye mümkün mertebe muhtaçtır. Zira o iki alanda
çalışmaktadır: Nefsiyle mücadele alanı ki, bu alanda nefsini taate zorlar,
isyandan alıkoyar. Diğeri de Allah’a davet alanıdır. Zorluklara, sıkıntılara ve
davet olunanların alay etmelerine katlanmak zorundadır.
Nefsini belaları yüklenmeye
alıştırmalıdır. Zira bu, davetçiler hakkında Allah’ın sünnetidir. Tarihte
peygamberlerin ve davetçilerin başlarına gelenler malumdur. Onlar bunlara
sabretmişlerdir. Onları örnek edinmeli ve sürekli olarak Allah Azze ve
Celle’nin şu ayetlerini hatırlamalıyız:
“Başına gelenlere karşı da sabret. Muhakkak ki bu
azmedilmeye değer işlerdendir.” (Lukman 17)
“Yoksa siz (Ey Müslümanlar!)
sizden evvel gelip geçen, hattâ peygamberleri, beraberindeki mü'minlerle
birlikte "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar sıkıntılara ve
acılara maruz kalıp sarsılan (milletlerin hali, sizin de başınıza gelmeden
cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz? Bilin ki Allah'ın yardımı yakındır.” (Bakara 214)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’e insanların en şiddetli belalara uğrayanları kimlerdir diye sorulunca
şöyle buyurmuştur:
“Peygamberler,
sonra onlara benzeyenler ve onlara benzeyenlerdi. Kul, dini kadarıyla belaya uğrar
ve o, yeryüzünde günahsız bir şekilde yürüyene kadar başından bela eksik olmaz” (Hasendir. İbn Hibban ve başkaları rivayet etmişlerdir.)
4- Merhamet:
Allah’a davet eden kulun
kalbinde insanlara karşı merhamet ve şefkatin yerleşmiş olması, onların hayrını
dilemesi zorunludur. Bütün düşüncesi onlara sadece hücet ikame etmek ve onların
üzerinde bulunduğu yolun batıllığına delil getirmek olmamalıdır. Bilakis onları
sapıklıktan kurtarıp hidayete, isyankarlıktan itaate, bidatten sünnete
ulaştırmak, fitnelerden ve helak edici yollardan uzaklaştırmak için var gücüyle
gayret göstermelidir. İnsanların en merhametlisi olan Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem davetçi için en güzel bir örnektir. Allah Teala şöyle
buyurmuştur:
“Size, kendi içinizden,
sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, mü'minlere karşı müşfik,
merhametli bir Peygamber gönderilmiştir.” (Tevbe 128)
Nitekim Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem ümmetine olan şefkatine, onları ateşten uzaklaştırmaya olan
hırsına misal vererek şöyle buyurmuştur:
“Benim
misalim ancak şu adamın durumu gibidir: Adam bir ateş yakar. Ateş etrafı
aydınlatmaya başlayınca kelebekler kendilerini o ateşe atarlar. Adam onlara
engel olmaya çalıştıkça direnirler ve ateşe atlarlar. İşte ben de size engel
olmak için tuttukça siz ona atlamaya çalışıyorsunuz.” (Müslim)
İşte diğer peygamberler de bu
şekilde kavimlerine karşı şefkatli olmuşlar ve onlar adına Allah’ın azabından
korkmuşlardır. Nitekim Nuh aleyhisselam kavmine şöyle demiştir:
“Ben
sizin için büyük bir günün azabından korkarım.” (A’raf
59)
Davetçi katı kalpli olursa,
hakka da davet etmiş olsa ve doğru da söylese insanlar onun etrafından
uzaklaşırlar, işinde başarılı olamaz. İnsanlar daima katı kalpli ve kaba
kimselerden nefret ederler, onun nasihatini kabul etmezler. Allah Teala şöyle
buyurmuştur:
“Allah'ın bir rahmeti
dolayısıyladır ki, sen onlara karşı yumuşak davrandın; eğer kaba, katı kalpli
olsaydın, elbette etrafından dağılır giderlerdi” (Al-i İmran 159)
Bu yüzden davetçi, insanların kalplerinin daveti kabule
meyletmeleri için onlara karşı merhametli, yumuşak ve arkadaşça davranmalıdır.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki yumuşaklık bir şeyde bulundu mu mutlaka
onu süsler, bir şeyde bulunmazsa da onu mutlaka lekeler.” (Müslim)
“Yumuşaklıktan mahrum kulunan bütün iyiliklerden
mahrum edilmiş demektir.” (Müslim)
“Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (Buhari ve
Müslim)
5- Tevazu (Alçak Gönüllülük):
Allah’a davet eden kul,
insanların arasına karışır ve onları İslam ahlakına davet eder. İnsanları
tevazuya çağırdığı halde kendisinin bu vasfa sahip olmaması yakışmaz. İnsanları
kibirden sakındırır onlara kibirlenenlerin uğrayacağı akibeti açıklar. Allah
Azze ve Celle’nin şöyle buyurduğunu bildirir:
“Büyüklenerek
yüzünü insanlardan çevirme. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Muhakkak ki Allah,
kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez."
(Lokman 18) Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in de şöyle buyurduğunu
anlatır:
“Kalbinde
zerre ağırlığı kadar kibir bulunan cennete giremez.” (Buhari ve Müslim) sonra da kendisi kibirlenir! İnsan tabiati
kibirlenenlerden hoşlanmaz ve onların sözünü kabul etmez. Allah’a davet edenin
tevazu ve yumuşaklık kanatlarını insanlara indirmesi, Allah Teala’nın şu sözünü
gerçekleştirmesi gerekir:
“Mü'minlerden
sana uyanlara da kanadını indir” (Şuara 215)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak
ki Allah bana tevazu sahibi olmanızı, öyle ki hiçbirinizin bir diğerine karşı
övünmemesini ve birinizin diğerine taşkınlık yapmamasını vahyetti.” (Müslim)
Yine şöyle buyurmuştur: “Bir kimse tevazu gösterirse mutlaka Allah onu yükseltir” (Müslim) Davetçi tevazusunu artırdıkça, başarılı olur. Bu başarıyla
gururlanmamalıdır. Zira bu ancak Allah’ın muvaffak kılması ile olur:
“Benim
başanm, ancak Allah'ın yardımıyladır.” (Hud 88)
Allah, Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’ düşmanlarına karşı yardım edip Mekke fethedildiği zaman,
rabbine karşı tevazudan dolayı ve O’nun lütfunu itiraf ederek başı eğik, boynu
bükük halde girmiştir.
6- Davet ettiği konuların gereklerini uygulamak:
Bir şeye davet ettiği halde onu
kendisi uygulamayan, davet ettiği kimselere önder olamaz. Davetçinin gidişatı
ve fiilleri, davetin muhatapları üzerinde sözlerinden daha büyük bir etki
bırakır. Nitekim Şuayb aleyhisselam’ın sözü Kur’an’da şöyle anlatılır:
“Ben,
size menettiğim şeyleri yaparak size muhalefet etmeyi istemem” (Hud 88)
Allah Azze ve Celle şöyle
buyurmuştur:
“Ey iman
edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi
söylemeniz, Allah katında suç olarak çok büyüktür.” (Saf 2-3)
“Siz
kitabı okuyup dururken,
kendinizi unutup da insanlara
iyiliği mi emredersiniz? Hiç akıl etmiyor musunuz'' (Bakara 44)
Ümmet, sözleriyle fiilleri
birbirini tutmayan nice davetçilere karşı inat etmiştir. Nitekim İmam İbn
Kayyım onları şöyle anlatır: “Kötü alimler, cennetin kapısına oturup insanları
sözleriyle cennete, fiilleriyle de cehenneme davet ederler. Onların sözleri
insanlara “Buyrun, gelin” dedikçe filleri de: “Sakın beni dinlemeyin” der. Şayet
davet ettikleri şey hak ise, ona icabet edenlerin ilkleri kendileri olmalıdır.
Görünüşte onlar yol gösterici gibidirler ama hakikatte yol kesicilerdir.”
(el-Fevaid s.112)
Böyle kimseler, Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’in şu hadisini hatırlasınlar: “Kıyamet
gününde bir adam getirilir ve cehenneme atılır. Karnından bir değirmene
bağlanır ve eksen etrafında dönen eşek gibi döndürülür. Cehennemlikler
toplanarak ona şöyle derler: “Ey falan! Nedir bu halin? Sen bize iyiliği
emredip kötülükten yasaklamıyor muydun?” o da: “Evet, ben iyiliği emreder fakat
kendim yapmazdım. Kötülüğü yasaklar fakat onu işlerdim” der.” (Buhari ve Müslim)
Ali b. Ebi Talib radıyallahu
anh şöyle der: “Ey ilmi yüklenenler! Onunla amel ediniz! Alim ancak öğrenen
sonra da ilmine uygun amelde bulunandır. Bir takım kimseler gelecek, ilmi
yüklenecekler fakat gırtlaklarını geçmeyecektir. Gizli halleri, görünen
hallerinden farklı olacak. Amelleri ilimlerine aykırı olacak. Halkayı kurup
birbirlerine karşı övünecekler. Hatta onlardan biri arkadaşına, kendisini
bırakıp başkasının meclisine katıldığı için öfkelenecek. İşte onların amelleri
o meclislerinden Allah Azze ve Celle’ye yükselmez” (İbn Abdilberr Camiu
Beyani’l-İlm (2-7)
7- Allah Teala’dan korkmak ve murakabe:
Takva, Allah Azze ve Celle’nin öncekilere
ve sonrakilere tavsiyesidir:
“Sizden
önce kendilerine kitap verilenlere ve size Allah’tan korkmanızı tavsiye ettik.” (Nisa 131)
“Ey
insanlar! Sizleri tek bir candan yaratan rabbinizden sakının” (Nisa 1)
Kul bu sayede Allah Teala’nın
sevgisine, dostluğuna ve dünyada yardımına ulaştır. Nitekim Allah Azze ve Celle
şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak
ki O’nun dostları ancak takva sahipleridir” (Enfal 34)
Ahirette de cennete yine bu
sayede ulaşılır: “Rabbinizin
bağışlamasına ve genişliği göklerle yer kadar olup takva sahipleri için
hazırlanmış olan cennete koşun” (Al-i İmran 133)
“İşte o
cennete kullarımızdan sakınanları varis kılarız” (Meryem 63)
Allah’tan sakınmak ve O’ndan
korkmak ilmin başıdır:
“Eğer
Allah’tan sakınırsanız sizin için (hakkı batıldan ayıran) bir Furkan kılar ve
günahlarınızı örter” (Enfal 29)
Davetçinin takva derecesine
ulaşması için şu hasletlere sahip olmalıdır:
* Güzel ahlakla süslenmek
* Kendisini iyilikleri işlemeye
ve kötülükleri terk etmeye alıştırmalıdır.
* Her adımında kendisini kontrol
etmelidir.
* Hatalarını fark edebilmek
için nefsini hesaba çekmelidir.
* İsyanı tamamen terk edinceye
kadar nefsiyle mücahede etmelidir.
8- Davet ettiği konuyu bilmek
Allah’a davet edenin davet
ettiği konuyu iyi bilmesi, basiret üzere olması gerekir. Bilmediği veya şüphe
ettiği bir konuya davet etmesi yakışmaz. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“De ki,
bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar, basiretle ona davet ederiz. Allah
noksanlardan münezzehtir ve ben müşriklerden değilim” (Yusuf 108)
İbn Kesir rahmetullahi aleyh
şöyle demiştir: “Allah Teala, insanlara ve cinlere gönderdiği rasulüne
emrederek, insanlara bu yolu haber veriyor. Yani onun yolu ve sünneti Allah’tan
başka ilah olmadığına, O’nun ortağı bulunmadığına şahitlik etmeye basiret,
yakin, aklî ve dini delillerle davet etmektir.” (Tefsiru İbn Kesir 2/509)
Davetçinin uygun miktarda şu
ilimlere sahip olması gerekir:
* Kur’an ve Kur’an ilimleri
* Sünnet ve hadis ilimleri
* Siyer ve İslam tarihi
* Fıkıh ve fıkıh usulü
* Dil ve edebiyat
* Genel kültür: Dünyadaki
icadlar, modern gelişmeler ve benzerleri.
Öncelikli Meselelerin Sıraya Konması
Dinini bilen fakih bir davetçi,
davet ettiği konuları önceliklerine göre sıralar. Bu öncelikleri ve
maslahatları gözetmeden davete kalkışmaz.
Daha önemli olanı, önemli
olanın önüne almalıdır. Daya faydalı olanı, faydalı olanın önüne alır. Bununla
beraber davet olunan kimselerin konumunu aşama aşama değerlendirir. Gayri
Müslim bir kimseyi islam’a ve Allah Azze ve Celle’nin tevhidine davet etmeden
önce namaz kılmaya davet etmez. Namaz
kılmayan kılmayan bir Müslümana namaz kılmayı tebliğ etmeden önce başka
şeylerden sakındırmaya kalkmaz. Bilakis öncelikli olanı öne alır ve bu konuda
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i kendisine örnek edinir. Nitekim
Rasulullah sallallahu aleyhi ve selem Muaz b. Cebel radıyallahu anh’ı Yemen’e
gönderdiğinde ona şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz
sen kitap ehli bir kavme gidiyorsun. Onları Allah’tan başka ilah olmadığına,
Muhammed’in Allah’ın rasulü olduğuna şahitlik etmeye davet et. Bu konuda sana
itaat ederlerse onlara Allah’ın kendilerine günde beş vakit namaz farz
kıldığını bildir. Bu konuda itaat ederlerse Allah’ın kendilerine zekatı farz
kıldığını bildir ve zenginlerinden alıp fakirlerine ver. Bu konuda sana itaat
ederlerse mallarının değerlilerini almaktan sakın.” (Buhari ve Müslim)
İslam dini, teşride ve
hükümlerinde öncelikleri gözetmiştir. Fıkıh alimleri teşrideki sünnetten
hareketle bu öncelikleri belirlemişler ve bunun üzerine fıkıh kaideleri bina
etmişlerdir. Davetçilerin de bunları gözetmesi gerekir:
* Din, farzı nafilenin önünde
tutmuştur.
* Nassı içtihada öncelemiştir.
* Kötülüklerin giderilmesini
iyiliklerin elde edilmesine öncelemiştir.
* Genel maslahat, özel
maslahatlardan önceliklidir.
* Genel zararın giderilmesi,
özel zararın giderilmesinden önceliklidir.
* Daha büyük zarardan veya daha
büyük kötülükten sakınmak için iki zarardan daha hafif olanı ve iki kötülükten
hafif olanı işlenir.
* Çatışması halinde ilmi talep
etmek, nafileyle meşgul olmaktan önceliklidir.
* Toplumsal şirkle mücadele
etmek, ferdî şirkle mücadele etmekten önceliklidir.
Davetçinin başarılı olabilmesi
için davet yollarını ve üsluplarını bilmesi, bu konuda Kur’an-ı Kerim
ayetlerine, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in siyerine ve sahabelerde bulunan
örneklere uyması gerekir. Bu üsluplardan bazıları şu şekildedir:
1- Hikmet
Hikmet bir şeyi bulunması
gereken yere koymak demektir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
“Rabbinin
yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel olan şekilde mücadele
et.” (Nahl 125)
Bu da şu hususların
gözetilmesini gerektirir:
* Üzerinde durulan konu ile
anlatılanların uyumlu olması
* Muhatapları ahmak ve cahiller
olarak görmek gibi onları uzaklaştıracak şeylerden sakınmak. Bilakis şu ayette
belirtildiği gibi hareket ederek hatırlatmalıdır:
“Hatırlat.
Zira hatırlatmak müminlere fayda verir” (Zariyat 55)
* Muhatapların fer’î/amelî
meselelerdeki inandıkları hususlara yani batıl olmadığı sürece mezhebî
ihtilaflara saygı göstermelidir.
* Durumun gerektirdiği şekilde
sözlere dikkat edilmelidir. Bu husus, şu meseleleri kapsar:
a- Dinleyenlerin anlayabileceği
şekilde akli seviyelerini gözetmek. Abdullah b. Mesud radıyallahu anh şöyle
demiştir: “Şayet bir topluluğa akıllarının anlayamadığı şeyler anlatırsan bu
mutlaka bazıları için fitne olur.” (Sahihu Muslim mukaddimesi)
Ali radıyallahu anh şöyle
demiştir: “İnsanlara bildikleri (anlayabilecekleri) şeylerden bahsedin.
Allah’ın ve rasulünün yalanlanmasını ister misiniz?” (Buhari)
Allah kendilerinden razı olsun,
bu sahabelerin sözleri Kur’an’ın şu kaidesi ile uyum içindedir: “Onlara yumuşak söz söyle” (İsra 28)
b- Maksadı muhatapların
kalplerine ve akıllarına ulaştırabilmek için en uygun dil ve anlatım tarzı
seçilmelidir. Nebi sallallahu aleyhi ve selem Araplara, onların anlayacağı
dilden konuşurdu. Nitekim şöyle buyurmuştur:
لَيْسَ مِنْ أَمْبِرِّ
أَمْصِيَامُ فِى أَمْسَفَرِ
“Yolculukta
oruç tutmak iyilikten değildir.” (Ahmed b. Hanbel) Bu hadis Sahihayn’da Kureyş dili ile şöyle
gelmiştir:
لَيْسَ مِنَ الْبِرِّ
الصِّيَامُ فِي السَّفَرِ
“Yolculukta
oruç tutmak iyilikten değildir”
c- Nasihatte bulunmak için en
uygun vakti seçmelidir. Nitekim İbn Mes’ud radıyallahu anh’den sahih olarak
nakledildiğine göre o, her perşembe insanlara öğüt verirdi. Ona birisi:
“Ey Ebu Abdirrahman! Bize her
gün öğütte bulunmanı isterdim” dedi. Bunun üzerine şöyle dedi:
“Beni böyle yapmaktan alıkoyan
şey sizleri bıktırmaktan çekinmemdir. Ben sizlere tıpkı Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem’in bize yaptığı şekilde nasihat yapıyorum. O da bizi bıktırmaktan
sakınırdı.” (Buhari ve Müslim)
d- Vaaz süresini insanları sıkmayacak
uzunlukta seçmelidir. Zira onların arasında hasta, yaşlı ve ihtiyaç sahibi
kimseler vardır. Buna özellikle Cuma hutbelerde dikkat etmek gerekir. Zira bunu
dinlemeye dayanamayan namazı terk edip gidebilir. Aynı şekilde yapılan bir
derste de bu husus gözetilmezse, dinleyici meseleyi anlamadan ayrılabilir.
e- Sınırlı zaman içinde
anlatılmak istenen maksadı ulaştırmak gerekir. Nitekim Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem - Allah’a hamd ve övgüde
bulunduktan sonra – hafif, hoş ve mübarek sözlerle hutbe ederdi. (Ahmed ve Ebu
Davud, el-Hakem b. Hazn el-Kilefî radıyallahu anh’den kuvvetli isnad ile
rivayet etmişlerdir.)
2- Güzel Öğüt
Bu, sevap ve cezayı
hatırlatarak kulların kalplerinin güzellikle yumuşatılması, inceltilmesidir.
Nitekim Allah Teala Musa ile kardeşi Harun aleyhimasselam’a Firavun’a karşı
şöyle tebliğde bulunmalarını emretmiştir:
“Ona yumuşak söz söyleyin;
belki öğüt alır, yahut korkar." (Taha 44) Davetçinin de vaazı
esnasında şunlara dikkat etmesi gerekir:
1- Özlü ifadeler kullanmalıdır.
2- Teşvik ve sakındırmayı bir
araya getirmelidir.
3- Allah’ın kullarına olan
nimetlerini hatırlatmalıdır.
4- Vaazında kimseyi
utandırmamak için kapalı ve kinayeli ifadeler kullanmalıdır. Nitekim Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem: “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle yapıyorlar…” diyerek
isim belirtmeden eleştirirdi.
5- Konusunun ana hatlarını
çizip maksadı bütün dikkatiyle açıklamalıdır.
Kur’an-ı Kerim’de bir çok vaaz
üslubu vardır. Davetçiye örnek olması için bunlardan birini sunmakla yetinelim.
Allah Azze ve Celle, isyankar kullarına da “Ey kullarım” diye hitap etmiş,
onları önce müjdelemiş ve teşvik etmiş, sonra da korkutup sakındırarak şöyle
buyurmuştur:
“De ki:
"Ey kendilerine karşı günah işlemekte aşırı giden kullarım! Allah'ın
rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Zira Allah bütün günahları bağışlar. O, çok
bağışlayıcıdır; çok merhametlidir. Azâb size gelmeden önce, Rabbinize dönün ve
O'na teslim olun: sonra yardım göremezsiniz. Azâb, siz farkına varmadan ve size
birdenbire gelmeden, kişi, Allah'a itaatte işlediğim kusurdan dolayı bana
yazıklar olsun; gerçekten alay edenlerden idim; yahut, Allah bana hidayet
etseydi, muhakkak sakınanlardan olurdum; yahut da azabı görünce, benim için
dünyaya tekrar dönüş olsaydı da ben de iyilerden olsaydım, demeden önce,
Rabbinizden size indirilen en güzel şeye uyun!"
(Zümer 53-58)
3- En Güzel Olan Şekilde Mücadele
Cidal; çekişme ve galip gelmeye
çalışma yoluyla yapılan müzakeredir. Bunun övüleni ve kınananı vardır. Övülen
cidal, hakka ulaşmanın kastedildiği tartışmalardır. Bunun dışındakiler ise
kınanmıştır. Nitekim Allah Azze ve Celle bunu kınayarak şöyle buyurmuştur:
“Hakkı
ortadan kaldırmak için bâtıl yoldan mücadele etmişlerdir” (Mümin/Gafir 5)
“İnsanlardan,
bilgisi, delili ve aydınlatıcı bir kitabı olmadan, sırf Allah'ın yolundan
saptırmak için büyüklük taslayarak Allah hakkında mücadele edenler vardır.” (Hac 8-9)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem de şöyle buyurmuştur: “Kendilerine hidayet geldikten sonra sapıtan bir
kavim ancak cedel sebebiyle sapmıştır.” (Sahihtir. Tirmizi rivayet etmiştir.)
Allah Azze ve Celle bu yolu,
Nahl suresi 125. ayetinde daha önce geçen iki üsluptan sonra zikretmiştir. Zira
davetçi, eksiklik bulmaya çalışan itirazcı ve tartışmacı kimselerle
karşılaştığında bu üsluba ihtiyaç duyabilir. O zaman en güzel şekilde mücadele
eder.
Mücadele edenin maksadı hakka
ulaşmak veya onu açıklamak olmalıdır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın
en sevmediği kimse aşırı tartışmacı kimsedir.” (Buhari
ve Muslim)
İbrahim aleyhisselam’ın Nemrud
ile konuşması hakkında Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Allah'ın kendisine
hükümranlık vermesinden dolayı, İbrahim'le, Rabb; hakkında tartışan kimseyi
bilmez misin? İbrahim (ona) "Rabbim hem diriltir, hem de öldürür"
deyince, o, "ben de diriltir ve öldürürüm" demişti. Fakat
İbrahim: "Allah, güneşi doğudan getirir; sen de onu batıdan
getir" deyince de, o küfreden, şaşırıp kalmıştı. Allah, zâlim kimseleri
doğru yola iletmez.” (Bakara 258)
Yine Allah Azze ve Celle şöyle
buyurmuştur:
“Yoksa
onlar, hiçbir yaratıcı olmadan mı yaratıldılar; yahut da onlar, kendileri mi
yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar? Hayır, onlar, kesin
olarak îman etmiyorlar. Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır?
Yahut da yegâne hâkim onlar mıdır?” (Tur 35-37)
Böylece müşriklere karşı hüccet
getirilerek ilzam edilmişlerdir.
En güzel şekilde tartışma ve
cedel üslubu, Allah Teala’ya davetin en önemli vesilelerinden biridir. Peygamberlerin
kavimleriyle konuşmalarında bunun örnekleri çoktur. İki bahçe sahibinin kıssası
(Kehf 32-43), Adem aleyhisselamın iki oğlunun kıssası (Maide 27-31) ve Kıyamet
gününde kendilerini saptıran efendilerine uyan kimselerin konuşmaları (Sebe
31-33) buna örnektir.
4- Kıssa Anlatmak:
Kıssa anlatmanın muhatapların
nefislerinde büyük etkisi vardır. Bu yüzden Kur’an- Kerim ve Sahih sünnette bir
çok kıssalar anlatılmıştır. Bu etkilerden birisi Sahabelerin – Radıyallahu
anhum – bütün İslam manalarını akide, ibadet, ahlak ve gidişat olarak öğrenip
yetişmeleridir. Kıssa üslubu insanların geneli üzerinde özel faydalar sağlamaya
devam etmiştir.
Kur’an’da en güzel kıssalar
vardır: “Biz bu Kur"ân'ı sana vahyetmekle, kıssaların en güzelini
anlatmış oluyoruz”
(Yusuf 3) Bunda hedef ibret ve öğüt alınmasıdır. Nitekim bunların bir kısmında
İslam’ın esasları açıklanmıştır.
Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Onların kıssalarında
akıl sahipleri için bir ibret vardır. Bu kıssalar, uydurulmuş bir söz değil;
fakat kendilerinden öncekilerin tasdiki ve her şeyin açıklamasıdır; İman
edenler için hidayet ve rahmettir.” (Yusuf 111)
Buna bir örnek zikredelim.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Yahut çökük çatılan üzerine,
(duvarları) yıkılıp harap olmuş bir kasabaya uğrayıp da, "Bunu ölümden
sonra, Allah nereden diriltecek''' diyen kimseyi (bilmez misin)? Böyle dediği
için Allah onu yüz sene boyunca öldürmüş, sonra diriltip "kaç sene böyle
kaldın?" demişti. O, bir gün, yahut daha az" deyince,
Allah (ona) şöyle buyurmuştu: "Hayır, yüz sene kaldın.
(İnanmazsan) yiyeceğine ve içeceğine bak; hiç bozulmamış; ve bir de merkebine
bak. (Böyle yapmamız), seni insanlara bir ibret nişanesi kılmak içindir.
Kemiklere bak, onları nasıl yerli yerine koyacak, sonra onlara et giydireceği?
(Cereyan eden şeyler) ona apaçık belli olunca, şöyle demişti: "Biliyorum
ki Allah, her şeye kâdirdir.” (Bakara 259)
Davetçi bu kıssadan davetini
ulaştırmak için parlak bir üslup çıkarabilir ve insanlara şunları öğretebilir:
* Yeryüzünde tefekkür, ticaret
veya ilim talebi amacıyla seyahat etmenin meşru olduğu
* Allah Teala’nın yarattıkları
üzerinde düşünmenin ve öncekilerin durumundan ibret almanın zorunluluğu
* Ayetlerin açıkladığı gibi
ölüm ve öldükten sonra dirilmenin ispatı
* Ölümden sonraki zamanla
ahretteki hayatın dünya zamanıyla kıyaslanamayacağı
* Allah Azze ve Celle’nin
mutlak kudretinin, yiyeceği yüz sene muhafaza etmesi, adamı ve eşeğini
diriltmesi, kemiklere et giydirmesinin açıklanması
* Kıssada cehaletin mazeret
oluşuna delil vardır. İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen bir rivayete göre
bu kıssada geçen şahıs Uzeyr aleyhisselam’dır.
Hadisi şeriflerdeki kıssalarda
pek çok olup, Buhari ile Müslim’in rivayet ettikleri mağaradaki üç kişi
hadisinden çıkarılacak bazı faydaları örnek olarak zikredelim.
* İhlasın neticesi
* Allah Teala’ya tevekkül ve
O’na sığınma
* Ana babaya iyiliğin dünyada ve ahrette
faydalı neticesi
* Allah Teala’dan korku
* Emanet ve hakları eda etmenin
önemi
* Salih amellerle Allah
Teala’ya tevessülün meşru oluşu.
Bunun gibi kitap ve sünnette
anlatılan bir çok kıssalar sayesinde davetçi, muhataplarına dinin özelliklerini
bildirebilir.
5- Soru Cevap Üslubu
Bu üslubun kullanılması
uyarıcı, zihni çalıştırıcı, dinleyenleri cevap vermeye teşvik edici etki yapar.
Kur’an-ı Kerim’de bunun örnekleri çoktur. Nitekim Allah Teala şöyle
buyurmuştur:
“Dîni
yalanlayan (şu adamı) görüyor musun? Yetîmi itip kakan, yoksulu doyurmaya
önayak olmayan işte odur.” (Maun 1-3)
“Rabbının
fil sahiplerine ne yaptığını biliyor musun? Üzerlerine sert taşlar atan sürü sürü
kuşlar gönderip onları yenilmiş ekin gibi yaparak kendi tuzaklarını boşa
çıkarmadı mı?” (Fil suresi)
Davetçilerin efendisi Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem bu üslubu çok kullanmıştır. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Bilir
misiniz, müflis kimdir?” dediler ki:
“Aramızda müflis, parası ve
malı olmayan kimsedir” Buyurdu ki:
“Muhakkak
ki ümmetimden müflis, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekat ile gelir, şuna
hakaret etmiştir, şuna iftira atmıştır, şunun malını yemiştir, şunun kanını
dökmüş, şunu da dövmüştür. Bunun iyiliklerinden alınarak bunlara verilir. Hükmü
bitirilmeden önce iyilikleri biterse, şunların günahlarından alınarak buna
yüklenir ve cehenneme atılır.” (Müslim)
Yine Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Aranızda
kimi kuvvetli sayarsınız?”
“Güreşte yenilmeyen kimseyi”
dediler. Buyurdu ki:
“Öyle
değil, lakin asıl kuvvetli öfke anında kendisine hakim olandır” (Müslim)
Ebu Bekre radıyallahu anh’den:
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dikkat
edin! Size Büyük günahların en büyüklerini haber vereyim mi?”
“Evet ey Allah’ın rasulü!”
dediler. Buyurdu ki:
“Allah’a
ortak koşmak ve ana babaya isyandır” – dayanmış halde iken doğruldu ve şöyle
buyurdu:
“Dikkat
edin! Bir de yalan konuşmak” bunu o kadar çok
tekrar etti ki keşke sussa dedik.” (Buhari ve Müslim)
6- Örnekler Vermek
Bu üslup, dinleyenlerin konuyu
anlamasını kolaylaştırır ve gözleri önünde şekillendirmelerini sağlar. Böylece
nefislerine etki ederek güzel amellere sarılır ve kötü amellerden sakınırlar.
Nitekim Allah Teala tayyib kelime olan tevhid kelimesine ve habis kelime olan
şirk kelimesine şöyle misal vermiştir:
“Allah'ın
nasıl bir misal verdiğini görmüyor musunuz? Güzel söz, kökü yerde sabit,
dalları havada güzel bir ağaç gibidir. Meyvesini her zaman Rabbinin izniyle
verir. İşte Allah, düşünüp taşınsınlar diye insanlar için böyle misaller
verir. Kötü sözün meseli ise, toprak üstünde gövdesi alınmış, durma
kabiliyeti olmayan kötü bir ağaç gibidir.” (İbrahim
24-26)
Yine Allah Azze ve Celle şöyle
buyurmuştur: “Mallarını Allah yolunda sarf edenlerin durumu, yedi başak
bitiren ve her bir başakla yüz (hububat) tanesi bulunan bir
tanenin durumu gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir ve Allah,
ihsanı bol, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara 261)
Kuranda bunun örnekleri çoktur. Davetçi bunlardan
faydalandığı gibi, sünnette gelen misallerden de faydalanır. Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’in şu hadislerini örnek vermekle yetinelim:
“Rabbini zikredenle, zikretmeyenin misali, diri ile
ölünün misali gibidir” (Buhari ve Müslim)
“Kur’an okuyan müminin misali turunç meyvesi gibidir.
Kokusu da hoş, tadı da hoştur. Kuran okumayan müminin misali hurma gibidir.
Kokusu yoktur ama tadı hoştur. Kuran okuyan münafığın misali reyhan gibidir.
Kokusu hoştur, tadı acıdır. Kuran okumayan münafığın misali ise ebu cehil
karpuzu gibidir. Kokusu olmadığı gibi, tadı da acıdır.” (Buhari ve Müslim)
7- Uygulamalı Öğretim Üslubu
Nitekim Nebi sallallahu aleyhi
ve sellem sahabelerine abdesti, namazı, hac ibadetlerini ve benzerlerini
uygulamalı olarak öğtetmiş ve sonra:
“Benim
nasıl namaz kıldığımı görüyorsanız öyle namaz kılınız” (Buhari),
“Hac
ibadetlerini benden alınız” (Sahihtir. İmam Malik ve
başkaları rivayet etmişlerdir) buyurmuştur.
Davetçinin Kur’an ve sünnetten
sözlü ve fiili olarak bütün davet üsluplarını, maddi, manevi vesilelerini
öğrenmeli ki, bu davette hedefine ulaşabilsin.
Davete İcabet Edenler Hakkında Yapılması Gerekenler:
Davetçinin davete icabet
edenleri takip etmeye devam etmesi, onlardan gafil kalmaması veya sırf doğru
yola yönelmiş olmaları sebebiyle onları terk etmemesi gerekir. Zira daha önce
üzerinde bulunduğu düşünceleri depreşir. Bu yüzden onlara nasihatin,
öğretilmesinin ve yetiştirilmelerinin üstlenilmesi gerekir. Bu konuda
Sahihayn’da geçen yüz kişiyi öldüren adam kıssasından istifade etmek gerekir.
Bu adam tevbe etmek istediğinde yeryüzünün en bilgili alimini sordu. Ona bir
alimi gösterdiler. Alim ona nasihat etti ve bulunduğu şehri terk ederek Allah’a
ibadet eden Salih insanların bulunduğu bir şehre gitmesini söylemişti. Çünkü
Allah’a isyan edilen bozuk çevrede kalmaya devam etmesi, tekrar eski haline
dönmesine sebep olacaktı. Davetçi, kendisine icabet edenlere öğretmekle
yetinmemelidir. Bilakis öğretimle birlikte eğitimin de sürdürülmesi zorunludur.
İlk Müslümanların menheci böyle
idi. Abdullah b. Mesud radıyallahu anh şöyle demiştir: “Bizden birimiz on ayet
öğrendiği zaman, bunun anlamlarını öğrenip onlarla amel etmedikçe başka
ayetlere geçmezdi” (Tefsiru İbn Kesir (1/3)
Ebu Abdirrahman es-Sülemi şöyle
demiştir: “Bize Kuran okumayı öğretenler – ki onlar Kuran okumayı Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem’den öğrenmişlerdi – şöyle anlattılar: “Biz, Kur'ân-ı
Kerim’den on âyet öğrendik mi, o on âyetin helalini, haramını, emir ve
nehiylerini öğrenmedikçe bir sonraki on âyeti öğrenmeye geçmezdik” (Tefsiru
İbn Kesir (1/3) Kurtubi (1/56)