Bismillah
Çeşitli vesilelerle Allah'tan gayrı adına kesilmeyip, kan akıtılarak meşru
kesimi yapılmış etlerin yenilmesinin caiz olduğunu söylemiştim. Zira Kitap ve
sünnette hayvan kesimlerinde iki aslî şart vardır:
1- Yalnız Allah için kesilmesi
Burada Allah için kesmeye niyet yeterlidir, Allah
adının zikredilmesi mustehaptır. Buna göre hayvan kesildiği esnada, Allah için
kesmeye niyet etmiş bir kimse Allah'ın adını zikretmeyi unutursa kesilenin helalliğine zarar vermez.
Yine bu şart, Allah'ın adı zikredilmesine rağmen, kabirler ve türbeler yanında
kesilen yahut önemli birinin gelişi için kesilen kurbanların murdar olduğunu
ifade etmeye yeterlidir.
2- Meşru kesim yapılması.
Bu şart usulsüz olarak öldürülen hayvanların yahut günümüzde avrupada
uygulandığı söylenen petar tabancasıyla bayıltılarak/öldürülerek meşru kan
akıtılmasının engellendiği kesimlerin meşru olmadığını ifade etmek için
yeterlidir.
Müslümanlar, Kitap ve sünnetin gösterdiği gibi, kitap ehli dışındaki kafirlerin kestiklerinin yenmeyeceğinde icma etmişlerdir. Fakat burada bir çok müslüman, “kitapsız kafirin kestiği, her ne şekilde olursa olsun yenilmez diye icma vardır” zannederek yanılgıya düşmektedir. Zira bu icmanın sebebi, kitap ehlinin yukarıda zikrettiğim şartlara uygun kesim yapması, kitapsız kafirlerin ise buna riayet etmemeleridir. Bu yüzden yukarıda zikrettiğim şartlar yerine gelmeden bir müslüman veya kitap ehli kesim yapsa o et yenmeyeceği gibi, kitapsız bir kafir bu şartlara uyarak kesim yapsa o eti yemekte de bir sakınca olmadığını söylemiştim. Nitekim, İbnu’l-Munzir, Said b. El-Museyyeb’den şöyle dediğini nakleder: “Bir müslüman hasta olsa ve bir mecusiye kurbanı kesmesini emretse, bu kurban geçerlidir.” (Bkz.: Nevevi, el-Mecmu, 9/79) Bunda şaşılacak bir şey yoktur, çünkü zikrettiğimiz iki şartın yerine geldiği bir kurbandır bu.
Lakin dinlerini dinin saf kaynakları olan Kitap ve sahih sünnetten almayıp
da mezheplerin fikir atığı çöplüklerinden beslenerek elde etmeye çalışan
Neo-Hariciyye fırkasının görüşüne sapmış bazı kimseler, kafalarında
oluşturdukları uydurma bir müslüman şablonuna uymayan herkesi tekfir edip,
tekfir ettikleri bu kimselerin kestiklerini yememeyi de din edindiklerinden,
itiraz etmektedirler.
Birisi bana bu konuyla ilgili bir doküman göndermiş, ne amaçla gönderdiğini
bilmiyorum ama mesajına selam yazmadığı için karşıt görüşte olduğunu sanıyorum.
Gönderdiği dokuman, Davetulhak forum, islamakidesi.tr.gg gibi harici akidesini
neşreden sitelerde de yayınlanmış bulunan bir yazı. Kaynağı, kendilerini
"hak yayınları" diye isimlendiren "batıl" yayınlarına ait,
haricilerin el kitaplarından Davetçinin Tefsiri kitabı. Adı geçen yayınevi,
tamamen hislerine binaen kurdukları/uydurdukları din anlayışına bazı alimleri
de alet edip kullanabilmek için nakiller yapmaktadır. Lakin bunlar öyle
nakillerdir ki, sözün sahibi dahi kendisinden yapılan bu nakli işitseydi şaşar
kalırdı! Bu gibi tahrifler konusunda adı geçen yayınevi oldukça tecrübelidir.
Zaten kimse verilen kaynaklara aslından bakmıyor, bunların attıkları çamurlar
da kolayca tutuyor! Sonra karşımızda kendi dinine asli kaynaklarından
araştıracak kadar değer vermediği halde, başkalarını taklitçilikçe suçlayıp
tekfir eden, tahrifte usta önderlerinin sözlerini papağan gibi tekrar eden,
ilmî mevzularda usulüne uygun mütalâalar sunulduğunda, anlayıştan mahrum oluşun
hırsıyla ağzını açıp gözünü yuman kimseleri görüyoruz!
Bana gönderilen yazıda da insanları haktan saptırmak için "icma",
"alimlerin ittifakı", falan alim ve filan alimin sözleri gibi
yaldızlarla süslenmiş, yaşadığın ortamda mutlaka kendine müslüman diyen
birilerini tekfir etmek zorunda olduğunu sıkı sıkıya tembihleyen ifadeler
mevcut.
Zaten birçok insan dininin gereklerini yaşamıyor, fısku fücur görünce sazan
gibi atlıyor, ortam tekfire çok müsait görünüyor. Bu gibi durumlarda şeytan,
müslümanları fiillere hükmetmekten faillere hükmetmeye yönlendirirse en büyük
zaferi kazanıyor! İslam davetinin başarılı olmasına ramak kalmış her toplumu
ancak tekfir düşünceleri ifsat eder. İnsanlar, fiilerin çirkinliğine hükmetme
sınırında durup, bu çirkin fiillere karşı mücadele içerisinde olurlarsa emaneti
eda eden bir toplum oluşabilir. Lakin bu sınırda duramayıp, salahiyeti olmayan
kimseler, faillerin çirkinliğine hükmetmeye yönlendirilirse şeytan bir taşla
iki kuş vurmuş olur:
Birincisi: Usulüne uymayan tekfircilik yayılarak davetin ve dini hayata
geçirmenin önü kapanır, aşırılık ortaya çıkar. Tekfir fikrine saplananlar,
meselelere ve şahıslara kendilerinin gözlüğünden bakmayanları itham ederler ve
bağlar kopar.
İkincisi: Faillere hükmetme yetkisi bulunmadığını bilen fakat fiillere
hükmedip hayrı işlemeye, şerri terk etmeye azimli müslümanlar itham altında
kalır. Bunların da daveti engellenir ve muhataplar, söylemleri arasındaki
benzerlikten dolayı bunları da bir önceki sınıftaki ile aynı kefeye koyar.
Yahut sırf haksız tekfirde bulunanlara muhalefet için ifrata düşerek, yapılması
küfür olmayan herşeyi sanki meşru fiillermiş gibi anlatırlar. Yahut da
diğerlerine reddiye verdiklerinde, küfür olmayan bir fiile küfür denmesine
karşı çıkarlar, fakat küfür olmadığı zikredilen fiilin yine de bir isyan ve
fısk olduğunun unutulmasına sebep olurlar. Bu gibi, birilerinin hakkında küfür,
işleyenine kafir hükmünü verdikleri, aslizatinda fısk olan işlere karşı çıkan
gördüklerinde de onu "haksız tekfirci"lerle aynı kefeye koyarlar.
Geride ne hakka davet kalır ne de hakkı yaşamak!
Şimdi gelelim, bahsi geçen yazıdaki çarpıklıklara:
Yazıda şöyle bir nakil yapılmış:
Allame Takiyuddin Ebi Bekr el-Huseyni(rahimehullah) “Kifayetu’l Ehyar”
kitabında şöyle der: “Kim Kur’an’ı pisliğe atarsa ‘ben
Müslümanım’ dese dahi kafir olduğu gibi, aynı bu şekilde haram olan bir şeyi
ameliyle helalleştiren kişi de kafir olur. Kişinin haramla içli dışlı
olması, o haramın helal ve meşru olmasına sebep olur. Bu durumda şeriatın
yok olmasına neden olur ki, böyle bir kimse Kuran’ı pisliğe atan bir
kimseden daha kafirdir. Zira dini söndüren hali büyük bir delildir ki
niyeti çok kötüdür, her ne kadar niyetim iyidir dese de fayda vermez. Bu açık
bir konudur şüphe yoktur. (Kifayetu’l
Ehyar, 382)
Adı geçen alim
şafii alimlerindendir. Sözü dinde delil olmamakla beraber, bu terceme tamamen
saptırmalarla doludur. Nakil yapılan kısmı arapça metniyle birlikte doğru tercemesini
yaparak veriyorum:
وقد حرر بعض فقهاء العصر بحثا فيمن يتعاطى
شيئا يحصل به اعتقاد حل ما حرم الله لأجل عدم إنكاره ذلك لأن به تقام الشريعة فقال
من ألقي مصحفا في القاذورة كفر وإن ادعى الإيمان لأن ذلك يدل على استهزائه بالدين فهل
يكون متعاطي سبب اندراس الشريعة أولى بالتكفير أم لا وجعل هذا اولى لأن مثل ذلك قد
يخفي على العوام بخلاف إلقاء المصحف شرفه الله تعالى ولأن السبب المؤدي إلى طمس الدين
وإماتة الحق أدل دليل على خبث الطوية وإن قال إن سريرته حسنة كما قاله علي رضي الله
عنه وهذا جلي لا شك فيه والله أعلم
“Nitekim asrın fakihlerinden biri, Allah’ın haram
kıldığı bir şeye karşı çıkmamasından dolayı helal inanılmasına sebep olacak
şekilde birşeyle meşgul olan kimse hakkında bir araştırma yapmış ve şöyle
demiştir: Mushafı pisliğe atan iman iddiasında bulunsa dahi kafir olur. Zira bu
din ile alay etmeye delalet eder. Dinin kaybolmasına sebep olacak işlerle
uğraşmak, tekfire daha uygun değil midir? Bu daha önceliklidir. Zira bu gibi
şeyler avamdan gizlidir. Allah Teâlâ’nın şereflendirdiği mushafı atmak ise
böyle değildir (Bu alenen yapılır) şüphesiz dinin silinmesine ve hakkın yok
edilmesine sebep olan şeyler yapmak, her ne kadar içinde güzellik olduğunu
söylese de, niyetinin kötü oluşunun en açık bir delilidir.” (Kifayetu’l-Ahyar)
Görüldüğü gibi
el-Huseyni’nin ifadeleri ile yazı sahibinin tercümesi arasında dağlar kadar
fark vardır. Bu dağlar, bu kasıtlı yanlış tercümeyi yapan kadar, tahkik etmeden
nakledenlerin de üzerine vebal dağları olarak yüklenir!
Yazıda hadis
kaynaklarına atıf yapılarak rivayetler zikredilmiş, kaynakların yeri
gösterilmemiştir. Bu hadislerin bir kısmı sahih olsa da söylediklerime zıtlık
arz eden bir ifade söz konusu değildir. Mesela yazar şöyle zikretmiş:
Rasulullah (s.a.s) şöyle
buyurdu: “Nıptilerin bulunduğu Fars topraklarına indiğiniz zaman et satın
almak istediğinizde, eğer hayvanı kesen yahudi veya hristiyan ise alın ve
yeyin, kesen mecusi ise yemeyin.” (İmam Ahmed nakletti ve sahih
dedi.)
Burada yazarın
yine yalan söylediğini düşünmekteyim. Çünkü İmam Ahmed Müsned’deki rivayetlerinde
sahih ya da zayıf diye bir değerlendirmede bulunmaz. Bu metinle Ahmed b. Hanbel’in
müsnedinde bulamadım. Rivayetin sahih olduğunu farzetsek dahi söylediğim şeyle
çelişki yoktur. Zira Mecusiler taptıkları ateş adına keserler, meşru kesimi
gözetmezler.
Bir Diğer Saptırma:
Yazı sahibi şöyle diyor: “Ali b. Ebi Talib (r.a) Beni Tağlib hıristiyanlarının ne
kestiklerinin yenmesini ne de kadınlarıyla evlenilmesini helal sayıyordu. Çünkü
onlar Müslüman olduktan sonra irtidat edip hristiyan oldular.” (İbn Kudame, el-Muğni c:9 s:388)
Burada da
kasıtlı bir saptırma vardır. El-Mugni’de geçen arapça metni ve doğru
tercümesini veriyorum:
وَأَمَّا قَوْلُ عَلِيٍّ: …، وَلِأَنَّهُ لَمْ يَكُنْ يَرَى حِلَّ ذَبَائِحِ
نَصَارَى بَنِي تَغْلِبَ، وَلَا نِكَاحِ نِسَائِهِمْ، مَعَ تَوْلِيَتِهِمْ لِلنَّصَارَى،
وَدُخُولِهِمْ فِي دِينِهِمْ، وَمَعَ إقْرَارِهِمْ بِمَا صُولِحُوا عَلَيْهِ، فَلَأَنْ
لَا يَعْتَقِدَ ذَلِكَ فِي الْمُرْتَدِّينَ أَوْلَى
Ali radıyallahu
anh’ın sözüne gelince… Zira o, Hristiyanların velayetlerinde olmalarına,
onların dinlerine girmelerine ve sulh şartlarını kabul etmelerine rağmen Beni
Taglib hristiyanlarının kestiklerini ve kadınlarının nikahlanmasını helal
görmüyordu…”
Görüldüğü gibi
burada Beni Taglib hristiyanlarının müslüman olduktan sonra irtidat etmeleri
diye bir ifade yoktur. Bu rivayetin sağlam bir isnadı olmamakla beraber, Beni
tağlib hristiyanlarının kestiklerini yeme konusunda sahabe arasında ihtilaf vardır.
Mesela Beyhaki’nin rivayetine göre İbn Abbas radıyallahu anhuma onların
kestiklerinde sakınca görmezdi.
Hülasa:
Kitapsız
kafirlerin kestiklerinin yenmesinin yasaklanmasının illeti, genellikle onların
meşru kesimi gözetmeyen ve yalnız Allah adına kesmeyi amaçlamayan kimseler
olmalarıdır. Kitap ehlinin kestiklerinin yenmesinin helal kılınmasının sebebi
de, genel olarak onların meşru kesim yapmaları ve Allah’tan gayrı adına kesme
gibi bir adetlerinin olmamasıdır.
Ancak, bir
müslümanın yahut kitap ehlinin sözü edilen şartlara uymadan kesim yaptığına
şahit olunursa bu yenmez. Bu istisnai bir durumdur.
Yine her ne kadar
çok nadir bir durum olsa da, kitapsız bir kafirin yalnız Allah için kestiği ve
meşru kesimi gözettiği bilinirse bunu yemekten yasaklayan bir nas ya da icma mevcut
değildir.
Bazı alimler,
müslümanlıktan irtidat edip yahudi ve hristiyan olanın kestiğinin yenmesini
caiz görürken, bir kısım alim bunu caiz görmemişlerdir. (Bu konudaki ihtilafa
dair Nevevi’nin el-Mecmu şerhu’l-Muhezzeb kitabına (9/79-81) ve İbn Kudame’nin
el-Mugni (9/277) adlı kitabına bakılabilir.) Caiz görmeyenlerin açık bir delili
olmadığından caiz görenlerin görüşü tercihe daha layıktır. Gerek bu ihtilaf ve
gerekse İbnu’l-Museyyeb’in bahsi geçen sözü, yukarıda zikredilen “Hiçbir
şekilde kitapsızın kestiği yenmez” şeklindeki vehmî icma’nın geçersiz bir iddia
olduğuna delil olarak yeter.
Allah en iyi bilendir.
Ebu Muaz el-Çubukabadî