Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Sınıfta Kalanlar Selefiler Mi?


 

İslam ümmetinin son zamanlarındaki vakıasına bakışını isabetli görmediğim bir kardeşin: “Suriye olayları hakkında selefiler sınıfta kaldı” dediği bana ulaştı. İlk duyduğumda bu sözü hayra yorabilseydim, sözün sahibinin bid’atleri ve hataları tespit ve itiraf ettiğine yorumlayabilirdim. Ancak ne mümkün! Meğer mevzu bahis sohbetin dâhi, bid’at bir metot olan video kaydı ile gerçekleştirildiğini, sohbet içeriğinin ise menhecî bakımdan birçok hatalar içerdiğini üzülerek öğrendim.

Muşarun ileyhin sohbetinin içeriğinde Türkiye’deki Selefî’lerin Suriye olayları hakkında üzerlerine düşeni yapmadıkları vurgulanarak sınıfta kaldıkları(!) söyleniyordu. Bu mesele hakkında söylenmesi gereken çok şey vardır. Bazılarını şöyle zikredelim:

1- Türkiye’deki Selefîler’in la yuhtî ve la yus’el olduklarını iddia edecek değiliz. Türkiye’deki selefîlerin de nasihatlere ve doğru yönlendirmelere muhtaç oldukları inkar edilemez. Samimi nasihatlerde bulunan herkese teşekkürü borç biliriz.
2- Lakin hatibimize göre acaba Türkiye’deki Selefi’ler ne yapmalıydı? Kendi saflarındaki birçok akidevî, menhecî ve amelî hatalar ıslah edilmeden, bilakis her geçen gün yeni bir takım bid’atler eklenmesiyle kan kaybedilirken, Allah Azze ve Celle’nin desteklediği safa liyakat kazanmadan, yani gereken güç unsuru olan akidevî donanımı sağlamadan düşmanların karşısına mı çıkmalılar? Yoksa Arap Baharı denilen tuzağa düşen sebatsızlar gibi, demokratik mitinglere, seçimlere vs. katılarak  nebevî metoddan yüz çevirip, kafirlerin kalıntılarını süslemek miydi sınıfı geçirecek not? Öyle ki Mısır’da parlementoya girerek yoldan sapan kimselere dahi maalesef “Selefîler” denilmektedir. Şüphesiz tertemiz selefî davet, o kimselerden berîdir.
3- Hatip, Türkiye’deki selefilerin birbirleriyle uğraşmaktan hayırlı hizmetlere vakit bulamadıklarına işaret etmiş, yapılan reddiyelerden de yakınmıştır. Şüphesiz bu tutum, hatibin ya selefî menhec hakkında gafletinin, ya da Türkiyede’ki ricali tanımayışının bir eseridir. Öncelikle şunu belirtelim ki, Allah’a hamd olsun, Türkiye’de birbirleriyle uğraşanlar selefiler değillerdir! Allah selefîleri bundan korusun. Selefîler ancak birbirlerine kardeşlik hakkını yerine getirmek için meşrû ve ilmî sınırlar içinde nasihatleşmektedirler. Lakin eğer hatip, “selefî” adını kullanarak mezhepçiliğe yahut tekfirciliğe davet eden, video, müzik gibi habis bidatlerle iştigal eden, filim çeviren, TV Kanalı kuran, hak menhecden fersah fersah sapan kimseleri, hatta belediyenin foseptik çukurları açmasına rekabet edercesine hakka davet edenlere karşı hakaret ve iftiralarla dolu internet siteleri açan bînamaz tosun paşayı, kısaca her “selefiyim” diyeni, “Selefî” kabul ediyorsa, bu ancak kendisinin yanlış algılamasından ya da aşırı hüsnü zannından dolayıdır. Evet, Türkiye’de, kendilerine “Selefi” dedikleri halde birbirleriyle uğraşanlar yok değil. Fakat hatip, her iddianın ispat gerektirdiğini, akide, söz ve fiil bakımından selefin menhecine tabî olmayanın selefî kabul edilemeyeceğini önceden bilmesi gerekirdi.
4- Bizler selefî menheci, her geçen gün daha muhafazakar bir yaklaşımla korumak zorundayız. Aksi halde bu menhec bizi korumaz, farkında olmadan ondan sıyrılır gideriz. Bundan Allah’a sığınırız. Zira her gelen zaman diliminin, bir öncekinden daha beter olacağı, hak davetin giderek garipleşeceği, sünnete bağlılıkta direnenlerin ise yalnızlığının artacağı haber verilmiştir. Bizim için bu haberle tesellî bulmak, yeni cereyanların cazibesinden daha sevimli gelmiyorsa, menhecimizde gevşeme ve kayma var demektir. Şeker de, tuz da ihtiyaçtır, ancak çorbaya şeker, çaya da tuz atarsak menheci nasıl koruyabiliriz?
5- Salih selefin itikadî ya da ameli menhecine muhalefet sergileyenleri – kim olurlarsa olsunlar – reddetmek, bu konuda ilmi olanların üzerinde bir mükellefiyettir. Allah rasulü sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken de, vefatından sonra da sahabeler ve onlara en güzel şekilde uyanlar, en küçük bir hatayı reddetmeden, uyarıda bulunmadan bırakmamışlardır. Ehl-i Sünnet akidesine dair yazılan menhec kitaplarında bunun numuneleri dolup taşmaktadır. el-Lâlekâi’nin İtikadu Ehli’s-Sunne, İbn Batta’nın el-İbane ve el-Âcurri’nin eş-Şeria’sı gibi eserlerini incelediğinizde, bâtıl ehlini ve bâtılı reddetmenin, bu menhecin ayrılmaz bir parçası olduğundan şüphe etmezsiniz. (Fethullah Gülen ve benzerleri gibi bâtıl itikad ve amelleri yaygınlık arz eden bid'at önderlerine yapılan reddiyeleri "gereksiz" ya da "zamansız" görerek eleştirenler, hatta bunun davete zarar vereceğini (!) iddia edenler de bu noktayı iyi düşünsün, yeniden gözden geçirsinler!)
6- Suriye ve buna benzer sıcak savaşın kaynadığı ülkelerin içler acısı durumları, selefîlerin hislerini ajite etmek için kullanılmamalı, bilakis benimsemiş oldukları “tasfiye ve terbiye” yolundaki basiretli çalışmalara, ilimle, sebatla, sabırla devam etmelerini sağlamak gerekir. Geçmişte Bosna’da, Afganistan’da ve benzerlerinde yaşanan başarısızlıkların sebepleri unutulmamalıdır. Şayet Suriye’deki iman-küfür savaşı diyorsanız bu savaş müslümanların yaşadığı her ülkede – sıcak ya da soğuk şekilleriyle - devam etmektedir.  Zira cihadın gayesi, ilâ-i kelimetullahtır! Bu gaye soğuk savaşla ya da sıcak savaşla gerçekleşsin, fark etmez. Bizden istenen bu yoldaki mücadelelerde devamlılık ve üzerimize düşeni yapmaktır. İşte Türkiye’deki selefiler de menheclerine sahip çıkarak, sünnetleri ihya, bidatleri imha yolunda gayretlerine taviz vermeden devam ederek sınıflar atlamaktadırlar! Lütfen yoldan dönenleri yahut futbol takımı tutar gibi “Seleficilik” yapan, lakin davetin sorumluluklarını üstlenmeden kaçanları selefilerle karıştırmayın!
Ebu Muaz.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)