Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

30 Eylül 2015 Çarşamba

Allah Bizi Yalnızca Müslümanlar Diye Adlandırmışken, Neden Israrla “ Selefi “ İsmi ?!


Selefî da’vet etrafında koparılmaya çalışılan gürültülerden bir tanesi de, “Allah bizi Müslümanlar diye adlandırmışken, İslam isminin yanında, selefî olarak adlanmanın meşru olmayacağı, ve böyle bir kutuplaşmanın (!) Müslümanlar arasında bir ayrılık ve tefrika sebebi olacağı teranesidir.
Elbette ki, bizler tek bir ümmet iken, dinimizi parça parça edip her birimizin kendi elindeki ile mutlu ve mutmain olduğu hiziplere ayrılmazdan evvel, akidemizin ve menhecimizin bir tek akide ve menhec olduğu o günde, Allah bizi Müslümanlar diye adlandırmıştı ve o gün için İslam ismi ıtlak edildiğinde tek bir mana ifade ediliyor ve aynı mana anlaşılıyordu. Ne var ki ümmet fırkalara ayrılınca, Nebi (aleyhissalatu vesselam)in bir tanesi dışında tamamının ateşte olduğunu haber verdiği helak olacak olan dalalet fırkaları ile fırka-ı Naciye –hakikatı başka başka şeyler olsa da- dinin sahibinin muradına rağmen, İslam ismi altında birleştiler ve aynı şeymiş gibi mülahaza edilmeye başlandılar.

 Sahih ve hak islamın, uydurulan batıl Müslümanlıktan tefrik edilmesi, hak ile batılın birbirinden temyiz edilip ayrılarak, hakkın batıla zuhur etmesi, şeriat sahibinin muradınca, müteayyin ve hatta zaruri oldu.(1)
Hatta bu ayırt edici isimler, bazen “cemaat", bazen “guraba" , bazen “Fırka-ı Naciye “ bazen “Taife-i Mensura”, bazen “benim ve sahabemin yolu üzere olanlar” lafızlarıyla bizâtihî Nebi (aleyhissalatu vesselam) tarafından ıtlak edildi. Müslümanlar ilk asırlardan itibaren, ehl-i sünnet, ehl-i hadis, selefî gibi şer-i isimler ile kendilerini dalalet fırkalarından ayırt ettiler.

 Asırlar boyunca sünnet imamlarından bu ayırt edici hak isimlerin kullanılmasına itiraz eden olduğuna da şahit olmadık. Yani onlar da, böyle bir tefrik ve temyizin meşruiyetine ve hatta zaruretine icma ettiler.

 Sâir fırkalar aksini iddia ediyor olmadıkları için, “ben kur’an ve sünnet ile amel eden bir Müslümanım demek hak ehlini batıl ehlinden ayırmaya kifayet etmedi. Allah’ın kitabı ve peygamberin sünnetini anlama ve tatbik etmede, yolların ayrıldığı noktanın altı çizilerek, “ ben Allah’ın kitabı ve Nebi’nin sünnetine, selefin fehmine göre ittiba eden bir Müslümanım manası, özetle ve ihtisaren “ ben selefiyim “ sözü ile dile getirilmeye başlandı.

“Bu zamanda ayırt edici, dakik bir nisbet elbette ki kaçınılmazdır. Sadece “ben müslümanım” veya “mezhebim islamdır” demek de bizim için yeterli değildir. Çünkü, rafizîsi de, ibadîsi de, kadıyânîsi de, hasılı onlar dışındaki fırkaların tamamı da böyle söylemektedir. Öyle ise seni onlardan ayırt edecek olan nedir?

“Ben kitap ve sünnete göre bir müslümanım” desen aynı şekilde, bu sözünde yeterli olmayacaktır. Çünkü eş’arîsi ile, maturîdîsi ile, hizbîsi ile, fırkaların tamamı, aynı şekilde bu iki kaynağa ittiba ettiğini iddia etmektedir.

 Öyle ise şüphe yok ki, en net, en bariz, en ayırt edici ve açık şekli ile adlanma, “ ben kitap ve sünnete salih selefimizin menheci üzere bir müslümanım” demekle olur ki, biz buna özetle “ben selefiyim” diyoruz. ( Muhammed Nasıruddin el-Elbani Bk. el-menhecus-selefi inde şeyh Nasıruddin el-Elbani, Amr Abdülmünim Selim S.21 )

“Bizler şerefli ve sahih bir nispet olmakla beraber, böyle söyleyenleri cedelen de olsa onaylayarak, selefîliğe intisab etmeyi bir kenara bırakıp, sadece Müslüman ismiyle isimlensek, acaba onlar şer-i ve sahih olmadığı halde isimlendikleri, hiziplerinin, mezheplerinin yada tarikatlarının isimleri ile adlanmaktan vazgeçecekler mi?” ( Muhammed Nasıruddin el-Elbani Bk. el-menhecus-selefi inde şeyh Nasıruddin el-Elbani, Amr Abdülmünim Selim S.21 )

::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::
(1) Muhammed (aleyhissalatu vesselam) insanlar arasını ayırmış, da’veti, kardeşi (!) kardeşe (!), babayı oğla düşman etmiştir. Kur’an hak ile batıl arasında FURKAN olarak indirilmiş, Allah’ın kendisine ihsan ettiği bu özelliğinden ve kendisinden sonra hakkın batıl karşısında izhar edilmeye başlamasından ötürü Ömer (radiyallahu anh) a EL-FARUK denilmiş, hak ile batılın ilk muharebesine, artık bundan sonra saflar arasına diyalog ve hoşgörüye mahal bırakmayacak kan kırmızı çizgilerin çekildiği bedir gününe, FURKAN GÜNÜ denilmiştir

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)