Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

30 Mayıs 2019 Perşembe

Allah’tan Başkası Adına Kasıtsız Yeminin Hükmü

Allah’tan Başkası Adına Kasıtsız Yeminin Hükmü/İbn Kuteybe
Tercüme: Ebû Muâz el-Çubukâbâdî
Soru: Hadiste şöyle buyrulmuştur:
من حلف بغير الله أشرك
Kim Allah’tan başkası adına yemin ederse şirk koşmuştur[1]” buyruluyor. Sen de bazı insanların bunu: “Allah’tan başka bir rab adına yemin ederse kişi müşrik olur” diye yorumladıklarını söyledin. Peki: “Senin hakkın için şöyle yapmayacağım” veya “Senin hakkın için şöyle yapacağım” demek de buna dahil midir?”
İbn Kuteybe rahimehullah’ın el-Mesail ve’l-Ecvibe (s.322 no:128) cevabı: “Bana göre “şirk koşmuştur” sözü ile kâfir olması ve İslam’dan çıkması kastedilmemiştir. Ancak Allah adına yemin eder gibi başka şey adına da yemin edildiği için taksimde Allah ile o şey arasında ortak koşulmuştur. Bunun benzeri:
قليل الرياء شرك
Riyanın azı da şirktir[2] hadisidir. Burada kişinin ameliyle insanlara, onlar tarafından övülmek için gösteriş yapması kastedilmiştir. Görmez misin, bunu yaptığı zaman, Allah için yaptığı amelinin bir kısmını insanlar için yapmış olur. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا
Kim rabbi ile karşılaşmayı umuyorsa salih amel işlesin ve ibadetinde rabbine kimseyi ortak koşmasın.” (Kehf 110) Allah’a ibadetinde bir kısmını Allah için, bir kısmını başka bir rab için yapmış olur. Adem ve Havva aleyhime's-selâm kıssasında şöyle buyrulur:
فَلَمَّا آتَاهُمَا صَالِحًا جَعَلَا لَهُ شُرَكَاءَ فِيمَا آتَاهُمَا
Ne var ki Allah onlara sâlih bir evlâd verince, Allah'ın kendilerine verdiği şeyde O'na ortaklar kılmaya başlamışlardır” (A’raf 190) O ikisi çocuğu “Abdulhâris” diye isimlendirince, niyet ve akidede değil, ancak isim vermede ortak kıldılar. Ama “Senin hakkın için, ömrün için, ömrün için, şerefin için” vb. diyen kimseye gelince, bu böyle değildir. Çünkü bu insanların kasıtlı olarak söyledikleri değil, konuşmalarında geçen boş sözlerdir. Bununla iyiliği niyet etmezler. Yeminde şirk ancak bir şeyin kendisini kastederek yapılan, Allah’a yeminde olduğu gibi, bununla iyilik ve vefa göstermeye niyet edilen yeminlerdir. Allah adına yeminde lagiv (kasıtsız yemin) ile kişi sorumlu olmadığı gibi, başkası adına kasıt ve niyet olmaksızın yemin de sorumluluk getirmez.
Nitekim bir hadiste el-Hucenna’ (veya Fucey’a el-Âmirî) rahimehullah, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle demiştir:
وأبيكَ إنَّ هذا هو الجُوع
Baban için söylüyorum ki muhakkak bu açlıktır[3] sözü gelmiştir. Bu insanların kasıtsız olarak söyledikleri bir kasemdir. Nitekim “babam için, annem için…” derler ve bununla “Babam, annem sana feda olsun” demeyi kastederler. Bunu söyleyen kişi böyle bir şey olmayacağını bildiği gibi, onu işiten kişi de aslında böyle bir şey olmayacağını bilmektedir.

[1] Tirmizî (1535) Ahmed (1/47, 2/34, 67, 87) Hâkim (1/18, 52)
[2] Ahmed (5/428, 429) Bkz: Mecmau’z-Zevaid (1/102, 10/222-224)
[3] Ebû Dâvûd (3817) Begavi Şerhu’s-Sunne (3006) İbn Sa’d Tabakat (6/46) İbn Ebi Hayseme Tarih (2066) Ebu Nuaym el-İsbehani; Tesmiye Ma Rava Ani’l-Fadl b. Dukeyn (35) Bu kaynaklarda: “Babama yemin olsun bunu (ölmüş hayvan etinden yemeyi) açlık sebebiyle yaptım” şeklinde geçer. Kıssa için bkz.: İbn Kani Mu’cem (3/197)

18 Mayıs 2019 Cumartesi

Tercüme Edilen Hadis Kitaplarının Zayıf Hadisleri

Türkçe'ye Tercüme Edilen Bazı Hadis Kitaplarındaki Zayıf Hadislerin Numaraları
Hazırlayan: Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
Buraya sağ tıklayıp hedefi farklı kaydet seçin

16 Mayıs 2019 Perşembe

Musnedu't-Tayalisi Tercümesindeki Zayıf Hadisler

Hüner Yayınları arasında çıkan Musnedu Ebî Dâvûd et-Tayâlisî tercümesindeki zayıf hadislerin numaraları
Hazırlayan: Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî
 
İndirmek için Buraya sağ tıklayıp "hedefi farklı kaydet" seçin... 

11 Mayıs 2019 Cumartesi

Tarık Yusuf Masravî'ye İftar Vakti Hakkında Cevap

Bid’atçi sapıklardan biri olan New York Ulu’l-Elbab Mescidi imamı Tarık Yusuf Masravî, (Tanımayanlar için söyleyim; kendi rızasıyla video sureti çekmesi herhangi bir kimsenin hak yoldan sapmış bir sapık olduğunu anlamaya yeter!) iftar için güneşin batmasını yeterli görmeyip doğu tarafından karanlığın gözlenmesi gerektiğini iddia etmektedir.
Esasında bu konuda hevalarıyla hareket edenleri tereddüte düşüren en büyük sebep kıyas mantığıdır. Onlar fecir vakti hakkında Kur’ân’da ifade edilen beyaz iplik ile siyah ipliğin ayrılmasını iftar vaktine de kıyaslayarak beyaz iplik ile siyah ipliğin ayrılmasını iftarda da gözetirler. Sapık Şia da buna benzer şüpheler sebebiyle yatsı vaktine kadar iftar etmezler!
Tarık Yusuf Masravi ise bu konuda İmam Malik’in Muvatta’da zikrettiği şu rivayeti delil getiriyor:  Humeyd b. Abdirrahman rahimehullah dedi ki:
أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ وَعُثْمَانَ بْنَ عَفَّانَ كَانَا يُصَلِّيَانِ الْمَغْرِبَ حِينَ يَنْظُرَانِ إِلَى اللَّيْلِ الْأَسْوَدِ قَبْلَ أَنْ يُفْطِرَا ثُمَّ يُفْطِرَانِ بَعْدَ الصَّلَاةِ وَذَلِكَ فِي رَمَضَانَ
“Ömer b. el-Hattab ve Osman b. Affan radiyallahu anhuma akşam namazını iftar etmeden önce, gecenin siyahına kadar bekleyip kılarlardı, namazdan sonra da iftar ederlerdi.”
Malik Muvatta’da (1/289) rivayet etmiştir.
Görüldüğü gibi rivayetin metninde bundan daha önce iftar edilmesini yasaklayan bir mana yoktur. Bununla beraber rivayet sahih de değildir!
Şeyh Selim el-Hilalî Daifu’l-Muvatta’da (s.45) zayıf demiştir.
Rivayetin zayıf olmasının sebebi hem metin açısından münker oluşu, hem isnad açısından munkatı oluşundandır.
İsnadına gelince, Humeyd b. Abdirrahman b. Avf rahimehullah, ne Ömer radiyallahu anh’e, ne de Osman radiyallahu anh’e yetişmiştir. Hatta Ali radiyallahu anh’den de işitmesi yoktur. Ebu Zur’a rahimehullah dedi ki: “Humeyd, ne Ebu Bekr radiyallahu anh’den, ne de Ali radiyallahu anh’den işitti.” Humeyd rahimehullah’ın 95 veya 105 yılında, 73 yaşında öldüğü zikredilir. İbn Sa’d 95 senesinde öldüğünü söylemiştir. Yahya b. Main ise 105 yılında öldüğünü söylemiştir. Dayısı olan Osman radiyallahu anh’e ancak çok küçük çocukken yetişmiş olması mümkündür. Böylece rivayetin isnad olarak munkatı olduğu kesindir. Hatta İbn Sa’d, yukarıdaki rivayeti zikretmiş ve “Humeyd bunu gördüğünü söylememiştir” diyerek inkıtaya işaret etmiştir.
Metin olarak münker olmasına gelince, sünnette iftarda acele etmeye teşvik sabit olmuştur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, akşam yemeği hazır olup, namaz vakti girmişse önce yemeği yiyerek başlamayı emretmiştir.
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: إِنَّ أَحَبَّ عِبَادِي إِلَيَّ أَعْجَلُهُمْ فِطْرًا
Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: “Muhakkak ki kullarımdan bana en sevimli olanı iftarda en çok acele edenidir.”[1]
Sehl b. Sa’d radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
لاَ يَزَالُ النَّاسُ بِخَيْرٍ مَا عَجَّلُوا الفِطْرَ
“İnsanlar iftar etmekte acele ettikleri sürece hayır üzere devam ederler.”[2]
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَا يَزَالُ الدِينُ ظَاهِرا مَا عَجَّلَ النَّاسُ الْفِطْرَ إِنَّ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى يُؤَخِرُونَ
İnsanlar iftarda acele ettikleri müddetçe bu din zahir olacaktır. Çünkü Yahudi ve Hristiyanlar iftarı geciktirirler.”[3]
Yine Ömer radiyallahu anh ve diğer sahabelerin de iftarda acele etmeleri hakkında rivayetler, yukarıda zikredilen metnin tam aksi istikamette sabit olmuştur. Tabiinin büyüklerinden Amr b. Meymun rahimehullah’ın söylediği şu söz bu konudaki sahabe icmaını ifade etmeye yeter:
كَانَ أَصْحَابُ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَعْجَلَ النَّاسِ إِفْطَارًا وَأَبْطَأَهُمْ سُحُورًا
“Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı insanların iftarda en çok acele edenleri ve sahuru en çok geciktirenleri idi.”[4]
Humeyd rahimehullah dedi ki: “Biz Enes radiyallahu anh’ın yanındaydık ve o oruçlu idi. Akşam yemeğini istedi. Sabit rahimehullah güneşe bakmaya başladı. O güneşin henüz batmamış olduğunu görüyordu. Bunun üzerine Enes radiyallahu anh, Sabit’e dedi ki:
لَوْ كُنْتَ عِنْدَ عُمَرَ لَأَحْفَظَكَ
“Şayet Ömer radiyallahu anh’ın yanında olsaydın elbette seni yakalardı.”[5]
Eymen el-Habeşî el-Mekkî rahimehullah’tan:
عَنْ أَبِي سَعِيدٍ، قَالَ: دَخَلْتُ عَلَيْهِ، فَأَفْطَرَ عَلَى عِرْقٍ، وَإِنِّي أَرَى الشَّمْسَ لَمْ تَغْرُبْ
“Ebu Said radiyallahu anh’ın yanına girdim. İftar ediyordu. Ben güneşin henüz batmadığını görüyordum.”[6]
Bu rivayetler, dediğimiz hususu pekiştirmektedir. Güneş kendisine perdelenen kişi iftar eder. Akşam ezanını okuyacak kişinin güneşi gören bir yerde bulunması sebebiyle ezanı beklemesi gerekmez:
Humeyd rahimehullah dedi ki: “Enes radiyallahu anh iftarda müezzini beklemez, iftarda acele ederdi.”[7]
Mucahid rahimehullah dedi ki: “İftar zamanında İbn Ömer radiyallahu anhuma’nın yanına bir kâse içecekle gelirdim. İbn Ömer radiyallahu anhuma iftarını o kadar acele yapardı ki bu konuda insanlardan utandığım için önünü kapatarak insanlardan gizlerdim.”[8]
Alkame rahimehullah dedi ki:
أُتِيَ عَبْدُ اللهِ بِجَفْنَةٍ فَقَالَ لِلْقَوْمِ: ادْنُوَا فَكُلُوا فَاعْتَزَلَ رَجُلٌ مِنْهُمْ فَقَالَ لَهُ عَبْدُ اللهِ: مَا لَكَ ؟ قَالَ: إنِّي صَائِمٌ فَقَالَ عَبْدُ اللهِ: هَذَا وَالَّذِي لاَ إلَهَ غَيْرُهُ حِينَ حَلَّ الطَّعَامُ لآكِلٍ
“Abdullah b. Mes'ud radiyallahu anh'e yemek sahanı getirildi. Sonra topluluğa:
“Yaklaşın ve yeyin” dedi. Gruptan bir adam ayrıldı. Bunun üzerine Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh ona:
“Sana ne oluyor da yemiyorsun?” diye sorunca adam:
“Ben oruçluyum” dedi. Abdullah radiyallahu anh de ona dedi ki:
“Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki şu vakit, yiyen için yemeğin helal olduğu vakittir”[9]
Kays b. Ebi Hazım rahimehullah dedi ki: “Ömer radıyallahu anh güneş battığı zaman yanındaki kabı bir adama verdikten sonra ona:
اشْرَبْ ثُمَّ قَالَ: لَعَلَّك مِنَ الْمُسَوِفِينَ بِفِطْرِهِ؛ سَوف سَوف
“Haydi iç. Herhalde sen “sonra, sonra” diyerek iftarını geciktirenlerdensin." dedi.”[10]
Sahabeler iftar için kesinlikle doğu tarafından bir siyahlık gözetlememişler, bunu yapmaya kalkanı da eleştirmişlerdir:
Ebu Ubeyde b. Abdillah b. Mes’ud rahimehullah, babası İbn Mes’ud radiyallahu anh’den rivayet ederek dedi ki:
كَانَ يُصَلِّي بِنَا الصُّبْحَ حِينَ يَطْلُعُ الْفَجْرُ وَالْمَغْرِبَ حِينَ تَغِيبُ الشَّمْسُ ثُمَّ يَقُولُ هَذِهِ وَاللَّهِ صَلاتُنَا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
“İbn Mes’ud radiyallahu anh bize sabah namazını güneş doğacakken ve akşamı güneş batarken kıldırdı. Sonra dedi ki:
“Vallahi şu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber kıldığımız namazımızdır.”[11]
Abdurrahman b. Yezid rahimehullah dedi ki:
كَانَ عَبْدُ اللَّهِ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، يُصَلِّي الْمَغْرِبَ وَنَحْنُ نَرَى أَنَّ الشَّمْسَ طَالِعَةٌ قَالَ: فَنَظَرْنَا يَوْمًا إِلَى ذَلِكَ فَقَالَ: مَا تَنْظُرُونَ؟ قَالُوا: إِلَى الشَّمْسِ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ: هَذَا وَالَّذِي لَا إِلَهَ غَيْرُهُ مِيقَاتُ هَذِهِ الصَّلَاةِ ثُمَّ قَالَ: {أَقِمُ الصَّلَاةِ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ} فَهَذَا دُلُوكُ الشَّمْسِ
“Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh akşam namazını kıldı. Biz ise güneşin batmamış olduğunu görüyorduk. Bir gün buna baktığımızda:
“Neye bakıyorsunuz?” dedi. Biz: “Güneşe bakıyoruz” dedik. Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh dedi ki:
“Kendisinden başka ibadete layık hak ilah olmayana yemin ederim ki namazın vakitleri bunlardır.” Sonra dedi ki:
Güneşin batıya yönelmesinden gecenin çökmesine kadar namaz kıl” (İsra 78) İşte güneşin batıya yönelmesi (duluku’ş-şems) budur.”[12]
Tahavi’nin rivayetinde lafzı şöyledir: “Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh arkadaşlarına akşam namazını kıldırdı. Arkadaşları güneşi görüyorlardı. İbn Mes’ud radiyallahu anh:
“Neye bakıyorsunuz?” dedi. Onlar da:
“Güneş batıyor mu diye bakıyoruz” dediler. Abdullah radiyallahu anh dedi ki:
“Kendisinden başka hak ilah olmayana yemin ederim bu namazın vakti budur.” Sonra Abdullah radiyallahu anh “Güneşin batıya meyletmesinden gecenin çökmesine kadar namaz kıl” (İsra 78) ayetini okudu. Eliyle batıya işaret etti ve:
“Gecenin çökmesi budur.” Eliyle doğuya da işaret etti ve dedi ki: “Bu da güneşin batıya meyletmesi (duluku’ş-şems)dir.”[13]
Bu rivayet, kişinin bulunduğu yerde, ikindi vakti aştıktan sonra güneşin; dağ, ağaç, bina vb. şeylerle perdelenerek kaybolması halinde akşam vaktinin girdiği ve oruçlunun iftar edeceğini göstermektedir. Bir miktar ileriye geçenin güneşi görebiliyor olması durumu değiştirmez.
Ayrıntılı açıklamalar, Allah’ın lütfuyla baskısı gerçekleştirilmiş olan Modern Bilimsel Hurafeler adlı kitabımda mevcuttur. İlme talip olan alıp okur.
Şeyh Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî


[1] Muslim'in şartına göre sahih. Tirmizî (700, 701) İbn Huzeyme (2062) İbn Hibban (8/275) Ahmed (2/237, 329) Bezzar (14/291) Ebu Ya’la (10/378)
[2] Sahih. Buhari (1957) Müslim (1098).
[3] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Huzeyme (2060) İbn Hibban (8/273, 277) Hâkim (1/596) Ebu Davud (2353) İbn Mâce (1698) Ahmed (2/450) İbn Ebi Şeybe (2/277) Bezzar (14/313) Beyhakî (4/237)
[4] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Firyabi Siyam (56) Abdurrazzak (4/226) Beyhakî (4/398) rivyet etmiştir. İbn Ebî Şeybe’nin Musannef’te (2/276) rivayetinde Amr b. Cerir’den diyerek aynısı gelmiştir.
[5] Muslim’in şartına göre sahih. Firyabî es-Siyam (50)
[6] Buhârî’nin şartına göre sahih. Buhârî muallak olarak zikretmiştir. Mevsul olarak: İbn Ebî Şeybe (2/430)
[7] Muslim’in şartına göre sahih. Firyabî es-Siyam (51)
[8] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Abdurrazzak (4/226) İbn Ebi Şeybe (2/430)
[9] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Ebi Şeybe (2/429)
[10] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Ebi Şeybe (2/430)
[11] Hasen ligayrihi. Ebu Amr el-Hirî, Fevaidu’l-Hâc (el yazma no:89) İbn Adiy el-Kamil (8/212)
[12] Buhârî ve Muslim’in şartlarına göre sahih. Hâkim (2/395) Abdurrazzak (1/568) Taberânî (9/231) el-Muhallisiyyat (1594) Beyhaki (1/370)
[13] Sahih. Tahavi, Şerhu Meani’l-Asar (1/154)

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Muasır Haricilerin Yorumlarıyla Hadisleri Tahrifleri

Ebu Ubeyde künyesini kullanan İlyas adlı bir Harici davetçisi Kudame b. Maz’ûn radiyallahu anh kıssasının te’vilin tekfirin manilerinden olmasına delil getirilmesine itiraz sadedinde, pompalamaya çalıştığı tekfircilik sapmasına uymadığı için bu kıssa hakkında bir sürü zırva kabilinden te’villerde bulunmaya çalışıyor!
Bu kıssanın hiçbir tarikinde Kudame’nin içkiyi helal saydığı geçmiyor” vs. yorumlara zorluyor, boştan alıyor, doluya koyuyor, olmuyor, sonra rivayeti serdederken Kudame radiyallahu anh’ın bu kıssada kendisi için Maide 93. Ayetini te’vil ettiğini, hatta Ömer radiyallahu anh’ın ona: “Sana Allah’a iftira ettiğin için mi, yoksa içki içtiğin için mi had uygulayayım” dediğini de naklediyor, lakin Kudame “içkiyi helal saymamıştı” diyor, nasıl bir çelişkiye düştüğünü de umursamıyor.
Çünkü onun tek derdi var; rivayetlerde sabit olana uymak değil, rivayetleri hevasına uydurmak!
Bu yüzden nasların geldiği gibi kabul edilmesine serzenişlerde bulunuyor, bunun papağanlık olduğunu, olması gerekenin kendileri gibi hevalarına uyan şekilde aktarılması olduğunu(!) yani dolayısıyla bir manada rivayetleri tahrif etmek gerektiğini savunuyor!
Nitekim yağlayıp ballayıp pazarlamaya çalıştıkları “Necid Uleması” diye tebcil ettikleri harici önderlerinin menheci de bu metoddur!  
Aynı harici çanaktan beslenen Ebu Zeyd künyeli şahsa gidin, size hadislerin bâtıl yorumlarla nasıl geçersiz hale getirileceğini bir güzel anlatsın! Tesbih sayıları, akşam yemeği hazırken namaza durmak, üç mescid dışındaki itikâf hadislerini tahrif etmesi gibi! Yahut Alaeddin Palavrevî’ye gidin, hadis metinleri “yüzer, ellişer” nasıl haricilere uygun şekilde tahrif edilir bir güzel öğretsin!
Zaten bahsettiğim bu kayıtta Dureru’s-Seniyye kitabı içerisinde geçen, aşağıda aktaracağım pasajı da aktarıyor ve zikredilen rivayetin aslını araştırmaya da hiçbir gerek görmüyor! Çünkü kendisi Necid Uleması hazeratına körü körüne, gassal elindeki meyyit gibi teslim olmuştur!
Kudame b. Maz’un radiyallahu anh kıssasının tariklerini ve metinlerini burada zikrederek sözü uzatmak istemiyorum, Abdurrazzak’ın Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. isnadla rivayetinde geçen şu kısım anlayış sahipleri için, zorlama yorumlara hacet bırakmayacak kadar açıktır:
“Ömer radıyallahu anh Kudame’ye dedi ki: “Sana Allahın tayin ettiği haddi uygulayacağım” Kudame dedi ki:
“Eğer ben onların dedikleri gibi içsem bile bana hadd uygulayamazsın.” Ömer radıyallahu anh: “Neden?” dedi. Kudame dedi ki:
“Çünkü Allah: “İman edip salih ameller işleyenlere; Allah’a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever.” (Maide, 93) buyuruyor.” Ömer radıyallahu anh dedi ki:
“Sen tevilinde hata ettin. Eğer Allah’tan sakınsaydın Allah’ın sana haram kıldığı şeylerden vazgeçerdin…”[1]
Dureru’s-Seniyye Fi’l-Ecvibeti’n-Necdiyye kitabında (8/258) şöyle geçer:
وفي السنن: أن عبد الله بن مسعود رضي الله عنه حكم بكفر أهل مسجد في الكوفة، قال واحد: إنما مسيلمة على حق فيما قال، وسكت الباقون. فأفتى بكفرهم جميعاً
“Sunen’de denilir ki; Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh Kufe’deki mescidin halkının küfrüne hükmetmiştir. Onlardan birisi: “Museyleme söylediklerinde ancak hak üzeredir” demiş, diğerleri de sükut etmişlerdi. Bunun üzerine hepsinin de küfürlerine hükmetti…. “
Dureru’s-Seniyye sahipleri böyle aktarıyor ve buradan da zincirleme tekfire kapı aralıyorlar! Lakin sünenlerin hiçbirinde böyle bir rivayet yoktur! Belli ki Beyhakî’nin Sünen’inde geçen bir rivayet üzerinden yorumlar yaparak, kendi anlayışlarına göre bazı rötuşlarla rivayeti harici metoda uygun bir hale getirmişler!
Kıssanın Beyhakî’nin Sunen’indeki aslı şu şekildedir: Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe rahimehullah dedi ki:
أَنَّ عَبْدَ اللهِ بْنَ مَسْعُودٍ أَخَذَ بِالْكُوفَةِ رِجَالًا يُنْعِشُونَ حَدِيثَ مُسَيْلِمَةَ الْكَذَّابِ يَدْعُونَ إِلَيْهِمْ، فَكَتَبَ فِيهِمْ إِلَى عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ، فَكَتَبَ عُثْمَانُ أَنِ اعْرِضْ عَلَيْهِمْ دِينَ الْحَقِّ وَشَهَادَةَ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ فَمَنْ قَبِلَهَا وَبَرِئَ مِنْ مُسَيْلِمَةَ فَلَا تَقْتُلْهُ وَمَنْ لَزِمَ دِينَ مُسَيْلِمَةَ فَاقْتُلْهُ فَقَبِلَهَا رِجَالٌ مِنْهُمْ فَتُرِكُوا، وَلَزِمَ دِينَ مُسَيْلِمَةَ رِجَالٌ فَقُتِلُوا
“Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh Kufe’de yalancı Museyleme’nin sözlerine yayan ve bunlara davet eden bazı kimseleri yakaladı. Onlar hakkında Osman b. Affan radiyallahu anh’e mektup yazdı. Osman radiyallahu anh de şöyle cevap yazdı:
“Onlara hak dini, Allah’tan başka ibadete layık hak ilah olmayıp Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in de Allah’ın rasulü olduğuna şehadeti arz et. Kim kabul edip Museyleme’den berî olursa onu öldürme. Kim de Museyleme’ye bağlı kalırsa onu öldür.” Onlardan bazı kimseler bunu kabul ettiler ve serbest bırakıldılar. Museyleme’nin dinine bağlı kalanlar ise öldürüldüler.”[2]
İbn Ebî Şeybe’nin Harise b. Mudarrib rahimehullah’tan rivayetinde şu şekilde geçer:
خَرَجَ رَجُلٌ يَطْرُقُ فَرَسًا لَهُ فَمَرَّ بِمَسْجِدِ بَنِي حَنِيفَةَ فَصَلَّى فِيهِ فَقَرَأَ لَهُمْ إِمَامُهُمْ بِكَلَامِ مُسَيْلِمَةَ الْكَذَّابِ فَأَتَى ابْنُ مَسْعُودٍ فَأَخْبَرَهُ فَبَعَثَ إِلَيْهِمْ فَجَاءَهُمْ فَاسْتَتَابَهُمْ فَتَابُوا إِلَّا عَبْدَ اللَّهِ ابْنَ النَّوَّاحَةِ فَإِنَّهُ قَالَ لَهُ يَا عَبْدَ اللَّهِ إِنِّي سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَوْلَا أَنَّكَ رَسُولٌ لَضَرَبْتُ عُنُقَكَ فَأَمَّا الْيَوْمَ فَلَسْتُ بِرَسُولٍ يَا خَرَشَةُ قُمْ فَاضْرِبْ عُنُقَهُ فَقَامَ فَضَرَبَ عُنُقَهُ
“Bir adam atına binerek yola çıktı ve Beni Hanife mescidine uğrayıp orada namaz kıldı. İmamları onlara yalancı Museyleme’nin sözlerini okudu. Adam İbn Mes’ud radiyallahu anh’e gelip durumu haber verdi. İbn Mes’ud radiyallahu anh de onları getirtip tevbeye çağırdı. Abdullah İbn Nevvaha dışında onlar tevbe ettiler. Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh İbn Nevvaha’ya dedi ki:
“Ey Abdullah! Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “Şayet sen bir elçi olmasaydın elbette boynunu vururdum.” Ama bugün sen bir elçi değilsin. Ey Haraşe! Kalk ve şunun boynunu vur.” O da kalktı ve onun boynunu vurdu.”[3]
Kays b. Ebi Hazım rahimehullah’ın rivayeti de şu şekildedir:
أَتَى ابْنَ مَسْعُودٍ رَجُلٌ فَقَالَ إِنِّي مَرَرْتُ بِمَسْجِدٍ مِنْ مَسَاجِدِ بَنِي حَنِيفَةَ فَسَمِعْتُ يُقْرَأُ فِيهَا بِقِرَاءَةٍ مَا أَنْزَلَهَا اللَّهُ عَلَى مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ السَّلَامُ قَالَ مَا يَقُولُونَ؟ قَالَ: يَقُولُونَ: وَالطَّاحِنَاتِ طَحْنًا وَالْعَاجِنَاتِ عَجْنًا وَالْخَابِزَاتِ خَبْزًا وَالثَّارِدَاتِ ثَرْدًا، وَاللَّاقِمَاتِ لَقْمًا فَأَرْسَلَ إِلَيْهِمْ عَبْدُ اللَّهِ فَأَتَى بِسَبْعِينَ مِنْهُمْ وَأَمِيرُهُمْ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ النَّوَّاحَةِ فَقَالَ لَهُ عَبْدُ اللَّهِ أَلَمْ تَكُنْ تُخْبِرُنَا أَنَّكَ عَلَى دِينِنَا؟ قَالَ بَلَى وَلَكِنْ كُنْتُ أُسِرُّ هَذَا قَالَ فَأَمَرَ بِهِ عَبْدُ اللَّهِ فَضُرِبَتْ عُنُقُهُ ثُمَّ نَظَرَ إِلَيْهِمْ فَقَالَ مَا نَحْنُ بِمُحَدِّرِي هَؤُلَاءِ الشَّيَاطِينِ أَجْلُوهُمْ إِلَى الشَّامِ فَإِمَّا أَنْ يَفْنِيَهُمُ اللَّهُ تَعَالَى بِالطَّاعُونِ وَإِمَّا أَنْ يَتُوبَ عَلَى مَنْ يَشَاءُ أَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ
“İbn Mes’ud radiyallahu anh’e bir adam geldi ve dedi ki: “Ben Hanife oğullarının mescidlerinden birine uğradım ve orada Allah’ın Muhammed aleyhi's-selâm’a indirmediği bir kıraat işittim.” İbn Mes’ud radiyallahu anh dedi ki:
“Ne diyorlardı?” adam şöyle dedi:
“Diyorlardı ki; öğüttükçe öğütenlere, hamur yoğurdukça yoğuranlara, ekmek yaptıkça yapanlara, ekmeği doğradıkça doğrayanlara, lokma yaptıkça yapanlara yemin olsun…” Bunun üzerine Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh onlara haber gönderdi. Onlardan yetmiş kişi geldi, emirleri de Abdullah b. en-Nevvaha idi. Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh ona dedi ki:
“Sen bize bizim dinimiz üzere olduğunu söylememiş miydin?” O da:
“Evet, lakin bu durumumu gizliyordum” dedi. İbn Mes’ud radiyallahu anh onun boynunun vurulmasını emretti. Sonra onlara baktı ve dedi ki:
“Bu şeytanları rahat bırakacak değiliz. Onları Şam’a sürün. Ya Allah Teâlâ onları tâun hastalığıyla tüketir ya da onlardan dilediği kimselerin tevbelerini kabul eder.”[4]
Abdurrahman b. Abdillah b. Mes’ud rahimehullah da şöyle anlatır: Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh Karaza b. Ka’b’a dedi ki:
انْطَلِقْ فَأَحِطْ بِالدَّارِ فَخُذْهُمْ فَأْتِنِي بِهِمْ قَالَ فَأَخَذَهُمْ فَجَاءَ بِهِمْ فَقَالَ لَهُ عَبْدُ اللَّهِ أَكِتَابٌ بَعْدَ كِتَابِ اللَّهِ وَرَسُولٌ بَعْدَ رَسُولِ اللَّهِ؟ قَالَ فَقَالَ لِقَرَظَةَ بْنِ كَعْبٍ انْطَلِقْ بِهِ إِلَى السُّوقِ فَاضْرِبْ عُنُقَهُ ثُمَّ انْطَلَقْ بِرَأْسِهِ حَتَّى تَجْعَلَهُ فِي حِجْرِ أُمِّهِ فَإِنِّي أُرَاهَا كَانَتْ تَعْلَمُ مِنْهُ عِلْمًا قَالَ فَقَالَ الْقَوْمُ فَإِنَّا نَسْتَغْفِرُ اللَّهَ وَنَتُوبُ إِلَيْهِ وَنَشْهَدُ أَنَّ مُسَيْلِمَةَ هُوَ الْكَذَّابُ قَالَ فَقَالَ عَبْدُ الرَّحْمَنِ فَلَقِيتُ شَيْخًا مِنْهُمْ بِالشَّامِ طَوِيلَ اللِّحْيَةِ فَقَالَ لِي يَرْحَمُ اللَّهُ أَبَاكَ لَوْ قَتَلَنَا جَمِيعًا لَدَخَلْنَا النَّارَ
 
“Git ve evi kuşat, onları yakalayıp getir.” O da onları yakalayıp getirdi. Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh dedi ki:
“Allah’ın kitabından sonra bir kitap, Allah’ın rasulünden sonra bir rasul mü edindiniz?” Sonra Karaza b. Ka’b’a dedi ki:
“Çarşıya git şunun boynunu vur. Sonra başını götür anasının kucağına bırak. Zira ben, bildiğin bu durumu ona göstermek istiyorum.” Kavim dediler ki:
“Biz Allah’tan bağışlanma diler ve tevbe ederiz. Şehadet ederiz ki Museyleme yalancının ta kendisidir.” Abdurrahman b. Abdillah dedi ki: “Ben Şam’da onlardan uzun sakallı bir ihtiyarla karşılaştım. Bana dedi ki:
“Allah babana rahmet etsin. Şayet hepimizi öldürmüş olsaydı elbette cehenneme girerdik.”[5]
Görüldüğü gibi, o sırada Kufe valisi olan Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh, dinden irtidat etmiş kimselere Osman radiyallahu anh’ın emriyle istitabe uygulamıştır.
İbn Mes’ud radiyallahu anh irtidata hükmetmeye ve bunun gerektirdiği cezayı uygulamaya yetkili bir konumdadır. Peki ya bu kıssadan, halktan yetkisiz fertlerin, kendisini İslam’a nispet eden bazı kimseleri tekfir etmekle yükümlü oldukları manasını kim nereden çıkarıp uydurabiliyor?!


[1] Sahih. Abdurrazzak (9/240) İbn Sa’d (5/560) İbn Şebbe Tarihu Medine (3/842)
[2] Sahih. Beyhakî (16852) İbn Vehb el-Cami (497) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (3127) Tahavi Şerhu Meani’l-Asat (3/211)
[3] Sahih. İbn Ebî Şeybe (6/439)
[4] Sahih. Heysem b. Kuleyb eş-Şaşi Musned (746) İbn Asakir Tarih (35/63)
[5] Hasen. Heysem b. Kuleyb eş-Şaşi Musned (747) İbn Asakir Tarih (35/64)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)