Ebu Ubeyde künyesini kullanan İlyas adlı bir Harici
davetçisi Kudame b. Maz’ûn radiyallahu anh kıssasının te’vilin tekfirin
manilerinden olmasına delil getirilmesine itiraz sadedinde, pompalamaya
çalıştığı tekfircilik sapmasına uymadığı için bu kıssa hakkında bir sürü zırva
kabilinden te’villerde bulunmaya çalışıyor!
“Bu kıssanın hiçbir tarikinde Kudame’nin içkiyi helal
saydığı geçmiyor” vs. yorumlara zorluyor, boştan alıyor, doluya koyuyor,
olmuyor, sonra rivayeti serdederken Kudame radiyallahu anh’ın bu kıssada
kendisi için Maide 93. Ayetini te’vil ettiğini, hatta Ömer radiyallahu anh’ın
ona: “Sana Allah’a iftira ettiğin için mi, yoksa içki içtiğin için mi had
uygulayayım” dediğini de naklediyor, lakin Kudame “içkiyi helal
saymamıştı” diyor, nasıl bir çelişkiye düştüğünü de umursamıyor.
Çünkü onun tek derdi var; rivayetlerde sabit olana uymak
değil, rivayetleri hevasına uydurmak!
Bu yüzden nasların geldiği gibi kabul edilmesine
serzenişlerde bulunuyor, bunun papağanlık olduğunu, olması gerekenin kendileri
gibi hevalarına uyan şekilde aktarılması olduğunu(!) yani dolayısıyla bir
manada rivayetleri tahrif etmek gerektiğini savunuyor!
Nitekim yağlayıp ballayıp pazarlamaya çalıştıkları “Necid
Uleması” diye tebcil ettikleri harici önderlerinin menheci de bu metoddur!
Aynı harici çanaktan beslenen Ebu Zeyd künyeli şahsa gidin,
size hadislerin bâtıl yorumlarla nasıl geçersiz hale getirileceğini bir güzel
anlatsın! Tesbih sayıları, akşam yemeği hazırken namaza durmak, üç mescid
dışındaki itikâf hadislerini tahrif etmesi gibi! Yahut Alaeddin Palavrevî’ye
gidin, hadis metinleri “yüzer, ellişer” nasıl haricilere uygun şekilde tahrif
edilir bir güzel öğretsin!
Zaten bahsettiğim bu kayıtta Dureru’s-Seniyye kitabı içerisinde
geçen, aşağıda aktaracağım pasajı da aktarıyor ve zikredilen rivayetin aslını
araştırmaya da hiçbir gerek görmüyor! Çünkü kendisi Necid Uleması hazeratına
körü körüne, gassal elindeki meyyit gibi teslim olmuştur!
Kudame b. Maz’un radiyallahu anh kıssasının tariklerini ve
metinlerini burada zikrederek sözü uzatmak istemiyorum, Abdurrazzak’ın Buhârî
ve Muslim'in şartlarına göre sahih. isnadla rivayetinde geçen şu kısım anlayış
sahipleri için, zorlama yorumlara hacet bırakmayacak kadar açıktır:
“Ömer radıyallahu anh Kudame’ye dedi ki: “Sana Allahın
tayin ettiği haddi uygulayacağım” Kudame dedi ki:
“Eğer ben onların dedikleri gibi içsem bile bana hadd
uygulayamazsın.” Ömer radıyallahu anh: “Neden?” dedi. Kudame dedi ki:
“Çünkü Allah: “İman
edip salih ameller işleyenlere; Allah’a karşı gelmekten sakındıkları, iman
ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları
ve iman ettikleri, sonra yine Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik
ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur.
Allah, iyilik edenleri sever.” (Maide, 93) buyuruyor.” Ömer radıyallahu anh
dedi ki:
“Sen tevilinde hata ettin. Eğer
Allah’tan sakınsaydın Allah’ın sana haram kıldığı şeylerden vazgeçerdin…”
Dureru’s-Seniyye Fi’l-Ecvibeti’n-Necdiyye kitabında (8/258)
şöyle geçer:
وفي السنن: أن عبد الله بن مسعود رضي الله عنه حكم بكفر أهل مسجد
في الكوفة، قال واحد: إنما مسيلمة على حق فيما قال، وسكت الباقون. فأفتى
بكفرهم جميعاً
“Sunen’de denilir ki; Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh
Kufe’deki mescidin halkının küfrüne hükmetmiştir. Onlardan birisi: “Museyleme söylediklerinde
ancak hak üzeredir” demiş, diğerleri de sükut etmişlerdi. Bunun üzerine
hepsinin de küfürlerine hükmetti…. “
Dureru’s-Seniyye sahipleri böyle aktarıyor ve buradan da
zincirleme tekfire kapı aralıyorlar! Lakin sünenlerin hiçbirinde böyle bir
rivayet yoktur! Belli ki Beyhakî’nin Sünen’inde geçen bir rivayet üzerinden
yorumlar yaparak, kendi anlayışlarına göre bazı rötuşlarla rivayeti harici
metoda uygun bir hale getirmişler!
Kıssanın Beyhakî’nin Sunen’indeki aslı şu şekildedir:
Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe rahimehullah dedi ki:
أَنَّ عَبْدَ اللهِ بْنَ مَسْعُودٍ أَخَذَ
بِالْكُوفَةِ رِجَالًا يُنْعِشُونَ حَدِيثَ مُسَيْلِمَةَ الْكَذَّابِ يَدْعُونَ إِلَيْهِمْ،
فَكَتَبَ فِيهِمْ إِلَى عُثْمَانَ بْنِ عَفَّانَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ، فَكَتَبَ عُثْمَانُ
أَنِ اعْرِضْ عَلَيْهِمْ دِينَ الْحَقِّ وَشَهَادَةَ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ
وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ فَمَنْ قَبِلَهَا وَبَرِئَ مِنْ مُسَيْلِمَةَ فَلَا
تَقْتُلْهُ وَمَنْ لَزِمَ دِينَ مُسَيْلِمَةَ فَاقْتُلْهُ فَقَبِلَهَا رِجَالٌ مِنْهُمْ
فَتُرِكُوا، وَلَزِمَ دِينَ مُسَيْلِمَةَ رِجَالٌ فَقُتِلُوا
“Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh Kufe’de yalancı
Museyleme’nin sözlerine yayan ve bunlara davet eden bazı kimseleri yakaladı.
Onlar hakkında Osman b. Affan radiyallahu anh’e mektup yazdı. Osman radiyallahu
anh de şöyle cevap yazdı:
“Onlara hak dini, Allah’tan başka ibadete layık hak ilah
olmayıp Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in de Allah’ın rasulü olduğuna
şehadeti arz et. Kim kabul edip Museyleme’den berî olursa onu öldürme. Kim de
Museyleme’ye bağlı kalırsa onu öldür.” Onlardan bazı kimseler bunu kabul
ettiler ve serbest bırakıldılar. Museyleme’nin dinine bağlı kalanlar ise
öldürüldüler.”
İbn Ebî Şeybe’nin Harise b. Mudarrib rahimehullah’tan rivayetinde
şu şekilde geçer:
خَرَجَ رَجُلٌ يَطْرُقُ فَرَسًا لَهُ فَمَرَّ
بِمَسْجِدِ بَنِي حَنِيفَةَ فَصَلَّى فِيهِ فَقَرَأَ لَهُمْ إِمَامُهُمْ بِكَلَامِ
مُسَيْلِمَةَ الْكَذَّابِ فَأَتَى ابْنُ مَسْعُودٍ فَأَخْبَرَهُ فَبَعَثَ إِلَيْهِمْ
فَجَاءَهُمْ فَاسْتَتَابَهُمْ فَتَابُوا إِلَّا عَبْدَ اللَّهِ ابْنَ النَّوَّاحَةِ
فَإِنَّهُ قَالَ لَهُ يَا عَبْدَ اللَّهِ إِنِّي سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَوْلَا أَنَّكَ رَسُولٌ لَضَرَبْتُ عُنُقَكَ فَأَمَّا
الْيَوْمَ فَلَسْتُ بِرَسُولٍ يَا خَرَشَةُ قُمْ فَاضْرِبْ عُنُقَهُ فَقَامَ فَضَرَبَ
عُنُقَهُ
“Bir adam atına binerek yola çıktı ve Beni Hanife mescidine
uğrayıp orada namaz kıldı. İmamları onlara yalancı Museyleme’nin sözlerini
okudu. Adam İbn Mes’ud radiyallahu anh’e gelip durumu haber verdi. İbn Mes’ud radiyallahu
anh de onları getirtip tevbeye çağırdı. Abdullah İbn Nevvaha dışında onlar
tevbe ettiler. Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh İbn Nevvaha’ya dedi ki:
“Ey Abdullah! Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
şöyle buyurduğunu işittim: “Şayet sen bir elçi olmasaydın elbette boynunu
vururdum.” Ama bugün sen bir elçi değilsin. Ey Haraşe! Kalk ve şunun boynunu
vur.” O da kalktı ve onun boynunu vurdu.”
Kays b. Ebi Hazım rahimehullah’ın rivayeti de şu şekildedir:
أَتَى ابْنَ مَسْعُودٍ رَجُلٌ فَقَالَ
إِنِّي مَرَرْتُ بِمَسْجِدٍ مِنْ مَسَاجِدِ بَنِي حَنِيفَةَ فَسَمِعْتُ يُقْرَأُ فِيهَا
بِقِرَاءَةٍ مَا أَنْزَلَهَا اللَّهُ عَلَى مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ السَّلَامُ قَالَ مَا
يَقُولُونَ؟ قَالَ: يَقُولُونَ: وَالطَّاحِنَاتِ طَحْنًا وَالْعَاجِنَاتِ عَجْنًا وَالْخَابِزَاتِ
خَبْزًا وَالثَّارِدَاتِ ثَرْدًا، وَاللَّاقِمَاتِ لَقْمًا فَأَرْسَلَ إِلَيْهِمْ عَبْدُ
اللَّهِ فَأَتَى بِسَبْعِينَ مِنْهُمْ وَأَمِيرُهُمْ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ النَّوَّاحَةِ
فَقَالَ لَهُ عَبْدُ اللَّهِ أَلَمْ تَكُنْ تُخْبِرُنَا أَنَّكَ عَلَى دِينِنَا؟ قَالَ
بَلَى وَلَكِنْ كُنْتُ أُسِرُّ هَذَا قَالَ فَأَمَرَ بِهِ عَبْدُ اللَّهِ فَضُرِبَتْ
عُنُقُهُ ثُمَّ نَظَرَ إِلَيْهِمْ فَقَالَ مَا نَحْنُ بِمُحَدِّرِي هَؤُلَاءِ الشَّيَاطِينِ
أَجْلُوهُمْ إِلَى الشَّامِ فَإِمَّا أَنْ يَفْنِيَهُمُ اللَّهُ تَعَالَى بِالطَّاعُونِ
وَإِمَّا أَنْ يَتُوبَ عَلَى مَنْ يَشَاءُ أَنْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ
“İbn Mes’ud radiyallahu anh’e bir adam geldi ve dedi ki: “Ben
Hanife oğullarının mescidlerinden birine uğradım ve orada Allah’ın Muhammed aleyhi's-selâm’a
indirmediği bir kıraat işittim.” İbn Mes’ud radiyallahu anh dedi ki:
“Ne diyorlardı?” adam şöyle dedi:
“Diyorlardı ki; öğüttükçe öğütenlere, hamur yoğurdukça
yoğuranlara, ekmek yaptıkça yapanlara, ekmeği doğradıkça doğrayanlara, lokma
yaptıkça yapanlara yemin olsun…” Bunun üzerine Abdullah b. Mes’ud radiyallahu
anh onlara haber gönderdi. Onlardan yetmiş kişi geldi, emirleri de Abdullah b.
en-Nevvaha idi. Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh ona dedi ki:
“Sen bize bizim dinimiz üzere olduğunu söylememiş miydin?” O
da:
“Evet, lakin bu durumumu gizliyordum” dedi. İbn Mes’ud radiyallahu
anh onun boynunun vurulmasını emretti. Sonra onlara baktı ve dedi ki:
“Bu şeytanları rahat bırakacak değiliz. Onları Şam’a sürün. Ya
Allah Teâlâ onları tâun hastalığıyla tüketir ya da onlardan dilediği kimselerin
tevbelerini kabul eder.”
Abdurrahman b. Abdillah b. Mes’ud rahimehullah da şöyle
anlatır: Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh Karaza b. Ka’b’a dedi ki:
انْطَلِقْ فَأَحِطْ بِالدَّارِ فَخُذْهُمْ
فَأْتِنِي بِهِمْ قَالَ فَأَخَذَهُمْ فَجَاءَ بِهِمْ فَقَالَ لَهُ عَبْدُ اللَّهِ أَكِتَابٌ
بَعْدَ كِتَابِ اللَّهِ وَرَسُولٌ بَعْدَ رَسُولِ اللَّهِ؟ قَالَ فَقَالَ لِقَرَظَةَ
بْنِ كَعْبٍ انْطَلِقْ بِهِ إِلَى السُّوقِ فَاضْرِبْ عُنُقَهُ ثُمَّ انْطَلَقْ بِرَأْسِهِ
حَتَّى تَجْعَلَهُ فِي حِجْرِ أُمِّهِ فَإِنِّي أُرَاهَا كَانَتْ تَعْلَمُ مِنْهُ عِلْمًا
قَالَ فَقَالَ الْقَوْمُ فَإِنَّا نَسْتَغْفِرُ اللَّهَ وَنَتُوبُ إِلَيْهِ وَنَشْهَدُ
أَنَّ مُسَيْلِمَةَ هُوَ الْكَذَّابُ قَالَ فَقَالَ عَبْدُ الرَّحْمَنِ فَلَقِيتُ شَيْخًا
مِنْهُمْ بِالشَّامِ طَوِيلَ اللِّحْيَةِ فَقَالَ لِي يَرْحَمُ اللَّهُ أَبَاكَ لَوْ
قَتَلَنَا جَمِيعًا لَدَخَلْنَا النَّارَ
“Git ve evi kuşat, onları yakalayıp getir.” O da onları
yakalayıp getirdi. Abdullah b. Mes’ud radiyallahu anh dedi ki:
“Allah’ın kitabından sonra bir kitap, Allah’ın rasulünden
sonra bir rasul mü edindiniz?” Sonra Karaza b. Ka’b’a dedi ki:
“Çarşıya git şunun boynunu vur. Sonra başını götür anasının
kucağına bırak. Zira ben, bildiğin bu durumu ona göstermek istiyorum.” Kavim
dediler ki:
“Biz Allah’tan bağışlanma diler ve tevbe ederiz. Şehadet
ederiz ki Museyleme yalancının ta kendisidir.” Abdurrahman b. Abdillah dedi ki:
“Ben Şam’da onlardan uzun sakallı bir ihtiyarla karşılaştım. Bana dedi ki:
“Allah babana rahmet etsin. Şayet hepimizi öldürmüş olsaydı
elbette cehenneme girerdik.”
Görüldüğü gibi, o sırada Kufe valisi olan Abdullah b. Mes’ud
radiyallahu anh, dinden irtidat etmiş kimselere Osman radiyallahu anh’ın
emriyle istitabe uygulamıştır.
İbn Mes’ud radiyallahu anh irtidata hükmetmeye ve bunun
gerektirdiği cezayı uygulamaya yetkili bir konumdadır. Peki ya bu kıssadan,
halktan yetkisiz fertlerin, kendisini İslam’a nispet eden bazı kimseleri tekfir
etmekle yükümlü oldukları manasını kim nereden çıkarıp uydurabiliyor?!