Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

31 Ağustos 2019 Cumartesi

Tevhid Kelimesinin Manası / Muhammed b. Abdilvehhab

رسالة في كلمة التوحيد معرفة شهادة أن لا إله إلا الله
Kelime-i Tevhid ve Allah’tan Başka İbadete Layık Hak İlah Olmadığına Şehadetin Manasını Bilmek Hakkında Bir Mektup
Te’lif: Muhammed b. Abdilvehhab rahimehullah
Tercüme: Ebu Muaz el-Çubukâbâdî
اعلم -رحمك الله- أن فرض معرفة شهادة أن لا إله إلا الله قبل فرض الصلاة والصوم فيجب على العبد أن يبحث عن معنى ذلك أعظم من وجوب بحثه عن الصلاة والصوم وتحريم الشرك والإيمان بالطاغوت أعظم من تحريم نكاح الأمهات والجدات فأعظم مراتب الإيمان بالله شهادة أن لا إله إلا الله ومعنى ذلك أن يشهد العبد أن الإلهية كلها لله ليس منها شيء لنبي ولا لملك ولا لولي بل هي حق لله على عباده والإلهية هي التي تسمى في زماننا السر والإله في كلام العرب هو الذي يسمى في زماننا الشيخ والسيد الذي يُدْعَى ويستغاث به فإذا عرف الإنسان أن هذا الذي يعتقده كثيرون في السمان وأمثاله أو في قبر بعض الصحابة هو العبادة التي لا تصلح إلا لله وأن من اعتقد في نبي من الأنبياء فقد كفر، وجعله مع الله إلها آخر فهذا لم يكن قد شهد أن لا إله إلا الله. ومعنى الكفر بالطاغوت أن تَبْرَأَ من كل ما يعتقد فيه غير الله من جني أو إنسي أو شجر أو حجر أو غير ذلك وتشهد عليه بالكفر والضلال وتبغضه ولو كان أباك وأخاك فأما من قال أنا لا أعبد إلا الله وأنا لا أتعرض السادة والقباب على القبور وأمثال ذلك فهذا كاذب في قول لا إله إلا الله، ولم يؤمن بالله ولم يكفر بالطاغوت وهذا كلام يسير يحتاج إلى بحث طويل واجتهاد في معرفة دين الإسلام ومعرفة ما أرسل الله به رسوله صلى الله عليه وسلم والبحث عما قال العلماء في قوله {فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللَّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَى} ويجتهد في تعلم ما عَلَّمَ اللهُ رسولَه وما علَّمه الرسول لأمته من التوحيد ومن أعرض عن هذا فطبع الله على قلبه وآثر الدنيا على الدين لم يعذره الله بالجهالة والله أعلم.
Allah sana rahmet etsin, bil ki Allah’tan başka ibadete layık hak ilah olmadığına şahitlik etmenin manasını bilmek, namaz ve orucun farz kılınmasından önce farz kılınmıştır. Kulun bunun manasını araştırması, namaz ve orucu araştırmasından daha önemli bir görevdir. Şirkin ve taguta iman etmenin haramlığı, anneleri ve nineleri nikâhlamanın haramlığından daha büyüktür. Allah’a imanın mertebelerinin en büyüğü; Allah’tan başka ibadete layık hak ilah olmadığına şehadet etmektir.
Bunun manası; kulun ilahlığın tamamen Allah’a ait olduğuna şahitlik etmesidir. Ne bir nebinin, ne bir meleğin ne de bir velî’nin ilahlığa (kendisine ibadet edilmeye) bir hakkı yoktur. Bilakis ilahlık, Allah’ın kulları üzetindeki hakkıdır. İlahlık zamanımızda sır olarak isimlendirilen şeydir. Arap dilinde ilah; bizim zamanımızda kendisine dua edilip yardım istenilen, şeyh ve seyyid denilen kimselerdir. İnsan birçoklarının es-Semman[1] ve benzerleri hakkında veya sahabelerden birinin kabri hakkında beslediği itikadları anlarsa, bunun Allah’tan başkasına yapılması uygun olmayan ibadetin ta kendisi olduğunu görür. Kim nebilerden bir nebi hakkında böyle bir itikad beslerse kafir olur.[2] Onu Allah ile beraber bir ilah edinmiştir. Allah’tan başka ibadete layık hak ilah olmadığına şahitlik ettiği halde böyle bir şey yapamaz.
Tagutu inkâr etmenin manası ise; Allah’ın dışında kendisine itikad beslenilen cin, insan, ağaç, taş veya daha başka şeylerin hepsinden uzaklaşmak, bunun küfür ve sapıklık olduğuna şahitlik edip, baban veya kardeşin dahi olsa ona buğz etmektir.
Ama kim: “Ben sadece Allah’a ibadet ederim, seyyidlere, kabirler üzerindeki kubbelere ve benzerlerine de itiraz etmem” derse, bu kimse “La ilahe illallah” derken yalancıdır. Allah’a iman etmemiş ve tagutu tekfir etmemiştir.
Bu özet sözler, uzun araştırma yapmayı, İslam dinini ve Allah’ın rasulü sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte gönderdiklerini ve alimlerin şu ayet hakkında neler söylediklerini öğrenmek için çalışma yapmayı gerektirir:
Artık kim tağutu reddedip Allah'a iman ederse muhakkak kopması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmıştır.” (Bakara 256)
Allah’ın rasulüne öğrettiklerini ve rasulün de ümmetine öğrettiği tevhidi öğrenmen gerekir. Kim bunu öğrenmekten yüz çevirirse Allah onun kalbini mühürler, dünyayı dinine tercih etmiş olur ve Allah onun cahilliğini mazur görmez. Allah en iyi bilendir.



[1] Es-Semmân; Necid halkının veli olduğuna inandıkları ve sıkıntılı zamanlarda kendisine dua edip seslendikleri bir şeyhtir.
[2] Yani ona seslenip yardım isterse, sıkıntıyı kaldırmasını veya bir fayda vermesini ondan isterse şirk koşmuş olur. Kendisine seslenilen kişinin bunu kendi gücüyle yaptığına inanmak ile bunları Allah katındaki tesiriyle yaptığına inanmak arasında fark yoktur. Çünkü bu tesirin Allah’ın dilemesi ve fiiliyle meydana geldiğine inanmak da, maksadın meydana gelmesi hususunda ortak koşmaktır.

27 Ağustos 2019 Salı

"Lekum Dinukum" Ayetinin Manası


Maverdî en-Nuket ve’l-Uyun adlı tefsirinde “Sizin dininiz size benim dinim bana” ayeti hakkında şöyle demiştir:

“Bunun iki açısı vardır. Birincisi; itikad ettiğiniz küfür olan dininiz size, benim itikad ettiğim din olan İslam ise banadır. Bunu Yahya b. Selllam söylemiştir.

İkincisi: Sizin amellerinizin karşılığı size benim amelimin karşılığı da banadır. Bunu İbn İsa söylemiştir.

İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki: “Kur’ân’da İblis’i bu sureden daha çok öfkelendiren bir sure yoktur. Çünkü bu tevhidi ve şirkten teberrî etmeyi içermektedir…”

26 Ağustos 2019 Pazartesi

Erkeklerin Başlarını Örtmelerinin Hükmü Nedir?

Erkeklerin Başlarını Örtmelerinin Hükmü Nedir?
Şeyh Rebi b. Hadi el-Medhalî şöyle cevap verdi:
“Hacda (erkeklere) başı örtmek caiz değildir. Hac dışında ise kişinin başı açık olarak yürümemesini gerektirir. Eğer başını açması kâfirlere benzemek suretiyle ise bu kötü bir durumdur. İnanıyorum ki gençlerin çoğu bunu kâfirleri taklitten dolayı yapıyorlar. Aksi halde onlardan arap olanları başlarını açarlar, lakin toplarlar. Biz (erkeklerin) başlarını açmalarının haram olduğunu söylemiyoruz. Nitekim İbn Ömer radiyallahu anhuma azatlı kölesine – zannederim o Nafi idi – onu başı açık halde namaz kılarken gördüğü için karşı çıkmıştır. Ona şu manada sözler söylemiştir: 
Büyük kimseler seni bu görünüşle huzurlarına alıyorlar mı?” O da: 
“Hayır” dedi. İbn Ömer radiyallahu anhuma dedi ki: 
“Rabbin kendisine ta’zim edilmeye daha layıktır. 
Ey âdemoğulları! Her namazda zinetlerinizi kuşanın.”
Şüphe yok ki başı örtmek zinettendir. Allah size bereket versin. (Erkekler için) Başı açmak sıradan bir durum olup, taklit ve kâfirlere benzemek söz konusu değilse bunun haram olduğunu söyleyemeyiz. Lakin daha uygun ve şerefli olanın başı örtmek olduğunu söyleriz. Özellikle sokaklarda başı açık gezilirse bu hiç yakışmaz!
Bazı ülkelerde, Ürdün’de ve başka yerlerdeki bir durumu hatırladım. Ürdün’ün ilk kralı Birinci Abdullah başı açmak hakkında güzel bir risale yazdı. Ben onu okumuştum fakat kaybettim. Orada kâfirleri taklid açısından eleştiriyor ve şiddetli sözler söylüyordu. Bu konuda haklı idi. Başları açmak, kravat takmak, pantolon giymek, kadınların elbiseleri ve süsleri Allah’ın düşmanlarını taklit ederek meydana geliyor. Vallahi bu müslümanlar için büyük bir aşağılık ve utanç sebebidir!
Vallahi müslümanlar mükemmel demiyoruz, en mükemmel akideye sahiptirler. Bunun anlamı, onlarda şirkten başka bir akide yoktur demek değildir. Lakin diyoruz ki, müslümanlar en doğru akideye sahiptirler. Akideleri haktır. Ahlakları ve İslam’dan miras olarak aldıkları – maalesef - taklidleri bütün milletlerin müslümanların peşinden gelmelerini, onların müslümanların ahlaklarına uymalarını ve müslümanların âdetlerini âdet edinmelerini gerektirir. Zira bu ahlak ve bu adetler İslam’dan kaynaklandığı için en üstün ve en şerefli ahlak ve adetlerdir. Arapların ahlakı, cahiliye dönemlerinde bulunan sapıklıklara rağmen, giyim şekilleri en hayırlı giyim şekli idi. Kadınlar için kıskançlıkları – mâşâallah – fazlasıyla mevcut idi. Hatta insan utanç korkusuyla kızını boğazlıyordu! Bu kıskançlıktaki bir taşkın aşırılıktır. Yoksa kıskançlık aslı itibariyle övülmüştür. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Sa’d’ın kıskançlığına şaşırıyor musunuz? Vallahi ben ondan daha kıskancım ve Allah da benden daha kıskançtır. Bundan dolayı Allah çirkinliğin görünen ve görünmeyenini haram kılmıştır.”
Ey kardeşlerim, şu an çirkinlikler müslümanların arasında batıyı taklit etmek sebebiyle yayılmaktadır! Kadınlar aşağılanmış, erkeklerin kıyafetleri Yahudi ve Hristiyanların kıyafetleri gibi olmuştur. Hatta bazı ülkelerde Yahudi, Hristiyan, Komunist ve Müslümanı birbirinden ayıramazsın! Hepsinin giyim şekilleri aynı. Maalesef erkeklerle kadınların elbiseleri bile aynı! Müslümanın yemesinde, içmesinde, uyumasında, bineğe binişinde, oturmasında, giyiminde ve her şeyinde kâfirden ayırt edilmesi gerekir.
Ömer radiyallahu anh ashab ile beraber, zimmet ehliyle (Müslümanların hükmü altında yaşayan kitap ehline) anlaşma yaptığı zaman onlara birçok şartlar koştu. Onların müslümanlara benzememesini, onların müslümanlardan ayırt edilmesini de şart koştu. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
Yahudi ve Hristiyanlara selam vererek siz başlamayın. Onlarla karşılaştığınız zaman onu yolun dar yerine sıkıştırın.”
Nasıl? yani onlar küçülmüş bir vaziyette kendi elleriyle cizye verecekler ve böylece aşağılanacaklar. Niçin? Büyüklük taslamak için mi? hayır, bu durumun onlardan şeref sahibi olanlarını İslam’a girmeye sevk etmesi için! Bu yüzden o zamanda arap beldelerindeki Yahudilerin ve Hristiyanların çoğu İslam’a girmişlerdir. Çünkü bazı insanlar zillet içinde kalmaya dayanamaz ve bir çıkış arar. O zaman izzete kavuşmanın yolu, dünya ve ahirette mutluluk ve değere ulaşmanın yolu olan İslam’a girmekti. Yani kâfirin sapmış akidesi onu çirkin duruma düşürmüştür ve bu zillete tahammül edemez. Düşünür, tefekkür eder ve İslam’a girmenin hak olduğunu anlar. Müslümanlar da ona, buna göre muamele ederler. Böylece kötü durumdan çıkmış olurlar.”
Fetava Fıkhiyyetin Mutenevvia (birinci halka)
Link: http://www.rabee.net/ar/questions.php?cat=55&id=688 
Ebu Muaz'ın notu: Türkiye'de bâtılın sistemi kurulduğu zaman İslam'ın şiarı olan her unsura karşı adeta harp açılmış, şapka ve kıyafet devrimleri ile de İslam'ın öngördüğü kıyafetler iptal edilmek istenmiştir. Bu sebeple Müslümanların kıyafet konusundaki bu şiarlara bağlılıkta direnmesi ayrı bir önem arz etmektedir. Türk milletini kâfirleştirmek için Putkafa Kamal gibi tagutların dayattıkları kafirâne giyim şekillerine Müslüman erkek ve kadınların muhalefetlerini alenî olarak sergilemeleri bir zorunluluktur. Erkekler; sarık, şalvar, sakal, kadınlar bütün bedenlerini örten geniş siyah örtüler, peçe ve eldiven gibi İslam şiarlarını ölüm pahasına devam ettirmek mecburiyetindedirler. Eğer Allah'a ve O'nun ahirette mü'minler için hazırladıklarına iman ediyorlarsa, bir Müslümanın Allah düşmanlarının bu dayatmaları karşısında zilleti kabullenmeleri düşünülemez! Bilakis Müslüman, Allah'ın en hayırlı kullarının şekline bürünmekle aziz olur. 

"Gevşemeyin ve üzülmeyin; eğer mü’minler iseniz en üstün olan sizsiniz! Eğer size bir yara dokunduysa muhakkak ki o kavme de benzeri bir yara dokunmuştur. İşte o günler var ya, onları insanlar arasında döndürüp dururuz. Allah’ın iman edenleri ayırması ve içinizden şehitler edinmesi içindir. Doğrusu Allah zalimleri sevmez. Böylece Allah iman edenleri arındırsın ve kâfirleri helak etsin." (Al-i İmran 139-141)

25 Ağustos 2019 Pazar

Kimden Gelirse Gelsin Hakkı İtiraf Etmek

Ebu Bekr İbnu’l-A’rabî (v.543) rahimehullah Ahkamu’l-Kur’ân’da (1/248-249) dedi ki: “Bana Muhammed b. Kasım el-Usmanî haber verdi, dedi ki:
وَصَلْت الْفُسْطَاطَ مَرَّةً فَجِئْت مَجْلِسَ الشَّيْخِ أَبِي الْفَضْلِ الْجَوْهَرِيِّ وَحَضَرْت كَلَامَهُ عَلَى النَّاسِ، فَكَانَ مِمَّا قَالَ فِي أَوَّلِ مَجْلِسٍ جَلَسْت إلَيْهِ إنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ طَلَّقَ وَظَاهَرَ وَآلَى فَلَمَّا خَرَجَ تَبِعْته حَتَّى بَلَغْت مَعَهُ إلَى مَنْزِلِهِ فِي جَمَاعَةٍ فَجَلَسَ مَعَنَا فِي الدِّهْلِيزِ وَعَرَّفَهُمْ أَمْرِي فَإِنَّهُ رَأَى إشَارَةَ الْغُرْبَةِ وَلَمْ يَعْرِفْ الشَّخْصَ قَبْلَ ذَلِكَ فِي الْوَارِدِينَ عَلَيْهِ فَلَمَّا انْفَضَّ عَنْهُ أَكْثَرُهُمْ قَالَ لِي أَرَاك غَرِيبًا، هَلْ لَك مِنْ كَلَامٍ؟ قُلْت نَعَمْ قَالَ لِجُلَسَائِهِ أَفْرِجُوا لَهُ عَنْ كَلَامِهِ فَقَامُوا وَبَقِيت وَحْدِي مَعَهُ. فَقُلْت لَهُ حَضَرْت الْمَجْلِسَ الْيَوْمَ مُتَبَرِّكًا بِك وَسَمِعْتُك تَقُولُ آلَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَصَدَقْت وَطَلَّقَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَصَدَقْت وَقُلْت وَظَاهَرَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهَذَا لَمْ يَكُنْ وَلَا يَصِحُّ أَنْ يَكُونَ لِأَنَّ الظِّهَارَ مُنْكَرٌ مِنْ الْقَوْلِ وَزُورٌ وَذَلِكَ لَا يَجُوزُ أَنْ يَقَعَ مِنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَضَمَّنِي إلَى نَفْسِهِ وَقَبَّلَ رَأْسِي وَقَالَ لِي أَنَا تَائِبٌ مِنْ ذَلِكَ جَزَاك اللَّهُ عَنِّي مِنْ مُعَلِّمٍ خَيْرًا. ثُمَّ انْقَلَبْت عَنْهُ، وَبَكَّرْت إلَى مَجْلِسِهِ فِي الْيَوْمِ الثَّانِي فَأَلْفَيْته قَدْ سَبَقَنِي إلَى الْجَامِعِ وَجَلَسَ عَلَى الْمِنْبَرِ فَلَمَّا دَخَلْت مِنْ بَابِ الْجَامِعِ وَرَآنِي نَادَى بِأَعْلَى صَوْتِهِ مَرْحَبًا بِمُعَلِّمِي أَفْسِحُوا لِمُعَلِّمِي فَتَطَاوَلَتْ الْأَعْنَاقُ إلَيَّ وَحَدَّقَتْ الْأَبْصَارُ نَحْوِيوَتَعْرِفنِي يَا أَبَا بَكْرٍ يُشِيرُ إلَى عَظِيمِ حَيَائِهِ فَإِنَّهُ كَانَ إذَا سَلَّمَ عَلَيْهِ أَحَدٌ أَوْ فَاجَأَهُ خَجِلَ لِعَظِيمِ حَيَائِهِ وَاحْمَرَّ حَتَّى كَأَنَّ وَجْهَهُ طُلِيَ بِجُلَّنَارٍ قَالَ وَتَبَادَرَ النَّاسُ إلَيَّ يَرْفَعُونَنِي عَلَى الْأَيْدِي وَيَتَدَافَعُونِي حَتَّى بَلَغْت الْمِنْبَرَ وَأَنَا لِعَظْمِ الْحَيَاءِ لَا أَعْرِفُ فِي أَيْ بُقْعَةٍ أَنَا مِنْ الْأَرْضِ وَالْجَامِعُ غَاصٌّ بِأَهْلِهِ وَأَسَالَ الْحَيَاءُ بَدَنِي عَرَقًا وَأَقْبَلَ الشَّيْخُ عَلَى الْخَلْقِ فَقَالَ لَهُمْ أَنَا مُعَلِّمُكُمْ وَهَذَا مُعَلِّمِي لَمَّا كَانَ بِالْأَمْسِ قُلْت لَكُمْ آلَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَطَلَّقَ وَظَاهَرَ فَمَا كَانَ أَحَدٌ مِنْكُمْ فَقُهَ عَنِّي وَلَا رَدَّ عَلَيَّ فَاتَّبَعَنِي إلَى مَنْزِلِي وَقَالَ لِي كَذَا وَكَذَا وَأَعَادَ مَا جَرَى بَيْنِي وَبَيْنَهُ وَأَنَا تَائِبٌ عَنْ قَوْلِي بِالْأَمْسِ وَرَاجِعٌ عَنْهُ إلَى الْحَقِّ؛ فَمَنْ سَمِعَهُ مِمَّنْ حَضَرَ فَلَا يُعَوِّلْ عَلَيْهِ وَمَنْ غَابَ فَلْيُبَلِّغْهُ مَنْ حَضَرَ فَجَزَاهُ اللَّهُ خَيْرًا وَجَعَلَ يَحْفُلُ فِي الدُّعَاءِ وَالْخَلْقُ يُؤَمِّنُونَ
“Bir defasında Fustat’a gittim ve Şeyh Ebu’l-Fadl el-Cevherî’nin meclisine geldim. Onun insanlara yaptığı konuşmaya katıldım. Katıldığım ilk meclisinde dedi ki:
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem boşadı, zıhar da yaptı, îlâ da yaptı.” Çıktığı zaman evine kadar bir cemaat onunla beraber gitti. Dehlizde bizimle beraber oturdu. Onlara benim durumumu sordu. Çünkü yolculuk alametlerini görmüştü ve kendisine gelenler arasında bu şahsı daha önce tanımıyorlardı. Onların çoğu ayrılıp gidince bana dedi ki:
“Senin bir yabancı olduğunu görüyorum. Diyeceğin bir şey mi var?” Ben:
“Evet” dedim. Meclisindekilere dedi ki:
“Bizi onunla konuşmam için yalnız bırakın.” Onlar da kalktılar ve onunla başbaşa kaldık. Ona dedim ki:
“Seninle teberrük için bugün meclisine katıldım ve senin: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ilâ yaptı” dediğini işittim. Doğru söyledin. “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem boşadı” dedin, bunu da doğru söyledin. Yine: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zıhar yaptı” dedin. Hâlbuki böyle bir şey olmadı ve olması da doğru değildir. Çünkü zıhar münkerdir, batıl sözlerdendir. Böyle bir şeyin Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den meydana gelmesi mümkün değildir.” Bunun üzerine beni kucakladı, başımdan öptü ve bana dedi ki:
“Ben bundan tevbe ediyorum. Bana öğretmenden dolayı Allah sana hayırlı karşılık versin.” Sonra ondan ayrıldım ve ikinci gün erkenden onun meclisine gittim. O, camiye benden önce gitmiş ve minbere oturmuştu. Cami kapısından girdiğimde beni gördü ve yüksek sesle şöyle dedi:
“Hocama merhaba! Hocam için yer açın.” Boyunlar bana doğru döndü, gözler benim bulunduğum tarafa dikildi.” el-Usmânî, utangaçlığına işaret ederek bana: “Ey Ebu Bekr!” dedi. Zira kendisine biri selam verdiği zaman veya mahcup olduğu zaman yüzü narçiçeği gibi kızarırdı. Dedi ki:
“İnsanlar hemen bana yöneldiler, elleri üzerinde beni kaldırarak minberin yanına kadar götürdüler. Ben çok utanıyordum. Nerede olduğumu bilemedim, cami halkla dolu idi ve utançtan bedenim terle dolmuştu. Şeyh cemaate döndü ve onlara dedi ki:
“Ben sizin hocanızım ve bu da benim hocamdır. Ben dün size Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem îlâ yaptı, boşadı ve zıhar yaptı” demiştim. Sizden hiçkimse benim ne dediğimi anlamadı ve cevap vermedi, hiçbiriniz beni evime kadar takip edip, şöyle şöyle dedin demedi.” Benimle onun arasında geçenlerden bahsetti ve dedi ki:
“Ben dünkü sözümden tevbe ediyor ve hakka dönüyorum. Burada bulunup da sözümü işitenler buna aldırmasın, burada bulunmayanlara da haber versin. Allah ona hayırlı karşılıklar versin.” Böylece benim için dualar etti ve cemaat de âmin dediler.”
Ebu Bekr İbnu’l-A’rabî rahimehullah bu kıssayı aktardıktan sonra dedi ki: “Allah size merhamet etsin, şu dinin sağlamlığına ve önderlik konumunda olan meşhur bir ilim ehlinin kalabalıkların önünde, nereden geldiği bilinmeyen ve kim olduğu tanınmayan bir yabancıdan gelen ilmi itiraf etmesine bir bakın! Buna uyun ve doğruya yönelin!”

11 Ağustos 2019 Pazar

Örtünmenin Faziletleri Açılmanın Kötülükleri

Örtünmenin Faziletleri Açılmanın Kötülükleri
Hazırlayan: Ebu Muaz Seyfullah el-Çubukâbâdî

Kitabı okumak için buraya tıklayın

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)