Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

26 Aralık 2019 Perşembe

Bid'at Ehline Karşı Muamele Şekli

Bid’at Ehline Muamele Şekli

Dinde bid’at çıkarmak haramdır ve sahibine reddedilir. Nitekim Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ فِيهِ فَهُوَ رَدٌّ
Kim şu emrimizde (dinde) ondan olmayan bir şey ihdas ederse o reddolunur.”[1]
Bid’atler, günahlardan daha tehlikelidir. Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Sufyan es-Sevrî ve daha başka İslam imamları bid’at’in İblis’e günahlardan daha sevimli geldiğini belirtmişlerdir. Çünkü genellikle bid’atten tevbe edilmez ama günahlardan tevbe edilir.”[2]
Günah işleyen kimse kendisinin günahkâr olduğunu ve kusurlu davrandığını bilir. Vicdanı onu tevbeye sevk eder. Bid’at işleyen kimse ise yaptığı şeyi güzel gördüğü için böyle bir şey hissetmez. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
أَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَناً 
Kötü işi kendisine süslenip de onu güzel gören kimse mi?” (Fâtır 8)
قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ الأَخْسَرِينَ أَعْمَالاً *الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً
De ki: “Size, amelleri bakımından en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? İyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.” (Kehf 103-104)
Bid’at işleyen kimse yaptığı şeyi güzel gördüğü ve onu Allah’ın dinine uygun zannettiği için ondan tevbe etmez. Tevbenin ilk adımı yapılan şeyin kötülüğünü bilmektir. Bidat sahibi ise bunu böyle görmez.
Eğer bidatçiye bidati açıklanır da tevbe edip sünnete dönüş yaparsa Allah tevbesini kabul eder. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
يَا عِبَادِي الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ لا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً
Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, Gafûr’dur, Rahîm’dir.” (Zumer 53)

Bid’at’in tehlikesi ve kötülükleri:

Bidat’in kötülüğü ve tehlikesi iki esasa döner:
Birincisi: Bid’at kalpleri bozar, sünnetten uzaklaştırır. İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir:
“Dinin kuralları kalplerin gıdasıdır. Kalpler ne zaman bid’atlerle gıdalanırsa orada sünnetlere yer kalmaz. Tıpkı bozuk bir yemek yiyen kimse gibi olur.”[3]
İbn Abbas radiyallahu anhuma şöyle demiştir:
مَا يَأْتِي عَلَى النَّاسِ مَنْ عَامٍ إِلَّا أَحْدَثُوا فِيهِ بِدْعَةً وَأَمَاتُوا فِيهِ سُنَّةً حَتَّى تَحْيَا الْبِدَعُ وَتَمُوتَ السُّنَنُ
“İnsanlar üzerine hiçbir sene gelmez ki onda bir bid’at ortaya çıkarıp bir sünnet öldürmesinler. Neticede bidatler diriltilir ve sünnetler öldürülür.”[4]
İkincisi: Bid’âtler sünnetlere aykırıdır. Dinde eksiklik veya artırma yahut tahrif etme yoluyla dinden çıkmaya sebebiyet verir.
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Bu inançların ve bozuk hallerin sebeplerinden bazısı, Allah’ın, rasulü sallallahu aleyhi ve sellem ile bize göndermiş olduğu din ve menhecden çıkmaya götürür. Zira bid’at, küfrün başlangıcıdır. Tıpkı meşru sünnetlerin imanın görüntüsü ve onun takviye edicisi olması gibi. Yani iman taatle artar, günahla eksilir.”[5]
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
أَمْ لَهُمْ شُرَكَاءُ شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللَّهُ
Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine bir şeriat kıldılar?” (Şura 21)

Bid’at Ehline Karşı Muamelenin Kural ve Esasları

Bid’at ehlinden alakanın kesilmesine “hecr” denilir.
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Bazı topluluklar hecri genelleştirmişler, hecredilmesi emredilmeyen, farz olmayan hatta müstehap da olmayan kimselere de hecr uygulamışlar, bazen bu konuda farz ve müstehap olanları terk etmişler, bazen hecirde haddi aşarak haramları işlemişlerdir.
Diğer bazıları da hecr uygulamasından yüz çevirip tamamen terk etmişler, hecr uygulanması emredilen kötülükler ve bid’atler hakkında hecr uygulamamışlardır. Hecr uygulanmasıyla cezalandırılması gerekenlere hecri terk etmişler, böylece kötülüğü yasaklama ve iyiliği emretme görevinin farz olan kısmını da, müstehap olan kısmını da zayi etmişlerdir.
Onlar kötülüğü işleme ile ondan yasaklamayı terk etmek arasında kalmışlardır. Böylece yasaklandıkları şeyi işlemiş oldular ve emrolundukları şeyi ise terk ettiler. Allah’ın dini aşırı gidenle geri kalan arasında vasat (orta) yoldur.”[6]

1- Kitap ve sünnete aykırı bir bid’at getirmediği sürece bir müslümanın bidatçi olduğuna hükmetmek caiz değildir.

Kişi ancak bir bid’at uydurduğu zaman veya başkası tarafından uydurulmuş bir bid’ate tabi olduğu zaman bidatle vasıflanır. Bazı insanlar bidatçiyi başkalarından ayıran kuralların fıkhını bilmediğinden, bazen hakkında farklı görüşler bulunan ihtilafa musait meselelerden dolayı muhalifini bidatçi sayarlar. Bu yanlış bir tutumdur.
Ebu Muhammed el-Murteiş rahimehullah dedi ki: “Ebu Hafs en-Nisaburi rahimehullah’a: “Bid’at nedir?” diye sorulunca şöyle dedi:
التَّعَدِّي فِي الأَحْكَامِ وَالتَّهَاوُنُ بِالسُّنَنِ وَاتِّبَاعُ الآرَاءِ وَالأَهْوَاءِ وَتَرْكُ الاقْتِدَاءِ وَالاتِّبَاعِ
“Hükümlerde haddi aşmak, sünnetler hakkında gevşeklik göstermek, re’ylere ve hevâlara tabi olmak, (selefe) iktidayı ve (sünnete) ittibayı terk etmektir.”[7]
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Kişiyi heva ehlinden saymayı gerektiren bidat; sünnet âlimleri katında meşhur olan; Haricilik, Rafizilik, Kaderiyye (Mutezile) ve Mürcie görüşleri gibi bidatlerdir.”[8]
Yine dedi ki: “Beyan edilmiş ayete ve açıklanmış sünnete yahut selefin icmaına aykırı düşmekte mazeret yoktur. Böyle bir kimse bid’at ehline uygulanan muameleyi görür.”[9]
Şeyh el-Elbânî rahimehullah şöyle demiştir: “Bid’atçi olduğu söylenmesi gereken kimdir meselesine gelince; o, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in: “Her bid’at sapıklıktır ve her sapıklık ateştedir” sözüne muhalefet eden kimsedir. Sonra Allah Azze ve Celle’ye yakınlaşmak için Allah’ın dininde yenilik çıkaran veya Allah Azze ve Celle’nin dininde başkasının çıkardığı bir bid’at ile yakınlık sağlamaya çalışan kimsedir.
Ama kendisinden bir bid’at meydana gelip de bunu kaidedeki gibi kastetmeyene gelince; o kimse Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in “her bid’at sapıklıktır” kaidesini benimseyen bir kimsedir. Lakin hata eder ve bid’at çıkarır. Nitekim bazı müçtehitler bazen haram olan bir şey hakkında mubah olduğunu söyleyebilmiştir. Bu İslam’da caiz değildir. Ancak böyle bir müçtehit ecir alır, onun harama düştüğü söylenmez. Aynı şekilde bid’atçi olmadığı halde ondan bir bid’at meydana gelebilir. Bu kendisinin sadece bir içtihadıdır. Lakin hakikatte o bir bid’attir ve bu konuda o müçtehide bid’atçi denmez.”[10]
Fetvadan çıkan sonuçlar:
1- Her bid’at sapıklıktır kaidesine muhalefet eden; yani bazı bid’atleri sapıklık olarak görmeyen kimsedir. Böyle bir kimse bid’atçi hükmünü hak eder.
2- Allah’a yakınlık/ibadet maksadıyla dinde yenilik çıkaran kimse – samimiyetle, ilmin kuralları çerçevesinde içtihat eden bir ilim ehli değilse - bid’atçi hükmünü hak eder.
3- Başkasının çıkardığı bir bid’atle amel ederek Allah’a yakınlaşmaya çalışan kimse bid’atçidir.
4- Her bid’atin sapıklık olduğunu kabul etmekle beraber içtihada ehil olan bir ilim ehlinin samimiyetle ve ilmin kaidelerine uygun hareket ederek içtihat etmesi ve hata etmesi neticesinde, böyle bir âlim bid’atçi olarak nitelenemez. 
İbn Kayyım rahimehullah İ’lamu’l-Muvakki’in’de şöyle demiştir: “Her halukarda kıyamet günü Allah katında, kendisine bu gibi meselelerle ilgili hadis ya da sahabî sözü nakledilir, bu hadis ve sözlerle çelişecek bir başka hadis ya da söz de bulunmaz ise, bunları arkasına atarak Allah Teâlâ’nın taklit edilmesini yasakladığı kişileri taklit edenler için hiçbir mazeret yoktur. Âlim şöyle der:
Sünnete aykırı olması halinde benim sözüm ile hükmetmen sana helal olmaz. Hadis sahih ise benim sözüme aldırış etme.” Âlim kendisine böyle bir şey söylememiş olsa bile, kişiye düşen böyle davranmasıdır. Bu, onun için zorunluluktur, hiçbir kaçamağı olamaz. Âlim bunun aksini söyleyecek olsa, kişiye düşen âlime değil, delile tabi olmaktır…”

Bidatçi Sayma Konusunda Hataya Örnekler

Mesela bir kimse şöyle der: “Tahiyyat duasında “Es-Selamu ale’n-Nebî” demek gerekir. “Es-Selamu aleyke eyyuhe’n-Nebî” demek Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı döneminde geçerli idi. Vefatından sonra “Es-Selamu aleyke eyyuhe’n-Nebi” demek bidattir ve bu şekilde söyleyenler bidatçidir
Bu söz yanlıştır. Çünkü Bu meselede zıtlık ihtilafı değil, tenevvu (tür) ihtilafı vardır. İbn Mesud radiyallahu anh ve sahabe ve tabiinden bazıları ile İlim ehlinden bazıları Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra “es-Selamu ale’n-Nebi” denilmesi gerektiği görüşündedirler. Bizim de tercih ettiğimiz budur.
Lakin diğer bazı âlimler de “es-Selamu aleyke eyyuhe’n-Nebi” derken kalpte Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i düşünerek böyle söylenebileceğini söylemişlerdir. Nitekim tahiyyat duası hakkındaki rivayetlerin genelinin lafzı bu şekilde gelmiştir.
İsabetli olan önceki olup, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra  “Es-Selamu aleyke eyyuhe’n-nebi” demek hatalıdır. Çünkü tahiyyatta “es-Selamu ale’n-Nebi” lafzı sahabelerin genelinden sabit olmuştur:
El-Kasım b. Muhammed’den: Aişe radıyallahu anha teşehhüdü şöyle öğretir ve eliyle işaret ederdi:
التَّحِيَّاتُ الطَّيِّبَاتُ الصَّلَوَاتُ الزَّاكِيَّاتُ لِلَّهِ السَّلَامُ عَلَى النَّبِيِّ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ السَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ أَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
“et-Tahiyyâtu et-tayyibâtu es-Salavâtu ez-zâkiyyâtu lillahi es-selâmu ale’n-Nebiyyi ve rahmetullahi ve berakatuhu es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillahi’s-sâlihîn. Eşhedu en lâ ilâhe illallahu ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu.”[11]
İbn Ömer radıyallahu anhuma teşehhüdde şöyle derdi:
بِسْمِ اللَّهِ التَّحِيَّاتُ لِلَّهِ الصَّلَوَاتُ لِلَّهِ الزَّاكِيَاتُ لِلَّهِ السَّلَامُ عَلَى النَّبِيِّ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ السَّلَامُ عَلَيْنَا وَعَلَى عِبَادِ اللَّهِ الصَّالِحِينَ شَهِدْتُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ، شَهِدْتُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ
“Bismillahi et-tahiyyâtu lillâhi es-salavâtu lillâhi ez-zâkiyyâtu lillâhi es-selâmu ale’n-nebî ve rahmetullahi ve berakatuhu es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn şehidtu en lâ ilâhe illallâhu şehidtu enne Muhammeden rasulullâh.”[12]
İbn Abbâs ve İbn Zubeyr[13] ile Tavus[14] rahimehullah‘dan da teşşehüdde: “es-Selâmu ‘ale’n-Nebî” denileceği rivayet edilmiştir.
‘Atâ rahimehullah şöyle demiştir: ‘Sahâbe radiyallahu anhum, Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem hayatta iken ‘es-Selâmu ‘aleyke eyyuhe’n-Nebî’ derlerdi. Vefat ettikten sonra ise: ‘es-Selâmu ‘ale’n-Nebî’ dediler.”[15]
İbn Mes’ûd radiyallahu anh, Rasûlüllâh sallallahu aleyhi ve sellem‘in teşehhüd hadisini rivayet ettikten sonra şöyle demiştir:
“Bu Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bizim aramızda iken böyle idi. Vefat ettikten sonra: “es-Selâmu ‘ale’n-Nebî” deriz.”[16]
Bu mesele muhalifin bid’atle nitelenmesini gerektiren bir mesele değildir. Çünkü tahiyyat hakkındaki merfu hadisler “es-Selamu aleyke eyyuhe’n-nebî” lafzıyla rivayet edilmiştir. Bu hadislere uyarak bu şekilde söyleyen kişi Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine muhalefet içinde değildir. Lakin ona, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra sahabenin genelinin uygulamasının “es-Selamu ale’n-Nebi” şeklinde söylemek olduğu ve bunun daha selametli bir uygulama olduğu beyan edilir.

Bidatçi Saymamak Konusundaki Hataya Örnekler

Bunun zıddı olan gevşeklik örneği ise, fıtır sadakasının nakit olarak verilebileceği görüşünü bid’at olarak görmemektir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan hadislerde fıtır sadakasının ancak sa’ (avuçla tartılabilen) ve depolanabilen yiyecek cinsinden farz kılındığı ifade edilmiştir. Lakin bid’at ehli Mu’tezile (Ebu Said Yarbuzi, Taceddin Bayburdi, Mesut Körpe vb.) aklî yorumlar yaparak, nas bulunan konuda içtihat ederek fıtır sadakasını nakitle vermekte de bir sakınca olmadığını iddia etmişler ve bid’at çıkarmışlardır.
Bunu bid’at olarak görmemek ve bu görüşün sahiplerini bid’atçi saymamak ve onlara hecr uygulamamak diğer bir sapma örneğidir.
Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, erkeklerin mahremi olmayan kadınların yanına girmesini yasaklamış olmasına rağmen muasır Mutezile (Ebu Said Yarbuzi, Taceddin Bayburdi, Ebu Enes, Ebu Erva, Mesut Körpe, Ebu Emre vb.) aklî yorumlar yaparak, erkek hatibin namahremi olan kadınların huzuruna çıkıp der yapabileceğini söylemişler, bu konuda müteşabihlere tutunmuşlardır. Bu yaptıkları muhakkak ki ümmetin âlimlerinin icmaına da aykırıdır. Bu işi bid’at görmemek ve bu görüşün sahiplerini bidatçi saymamak, onlara hecir uygulamamak diğer bir sapıklık örneğidir.
Yine Ebu Hanife’nin mürcie ve cehmiyye görüşleri sabit olmasına rağmen ve selefin imamları Ebu Hanife’nin bidatçi olduğu hususunda ittifak etmiş olmalarına rağmen, İbn Abdilber ve İbn Teymiyye’yi taklid ederek Ebu Hanifeyi bid’atçi olarak görmeyenler (Salih el-Fevzan, Abdulmuhsin el-Abbad vb.) bid’at sahibidirler.

2- Bir kimsenin bid’atçi veya fasık olduğuna hükmetmek ancak şartların yerine gelip manilerin kalkmasından sonradır.

İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Kitap ve sünnette gelen tehdit nasları ve imamları tekfir ve tefsike (kafir ve fasık saymaya) dair sözleri, şartları yerine gelip, engelleri ortadan kalkmadığı sürece muayyen şahıslara indirgenemez. Bu konuda aslî mesele ve fer’î mesele arasında fark yoktur.”[17]

3- Bid’at ehlinin görüşleri, amelleri ve yolları tenkit edilir, şüphelerine reddiye verilir ve onlara tabi olmaktan sakındırmak gerekir.

Dinin himayesi ancak bid’at ehline reddiye vermekle mümkün olur. Bu sünneti bilen âlimlerin en önemli vazifelerindendir ve farzı kifaye olan bir cihaddır.
Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
إِنَّ اللَّهَ يَبْعَثُ لِهَذِهِ الْأُمَّةِ عَلَى رَأْسِ كُلِّ مِائَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا دِينَهَا
Muhakkak ki Allah bu ümmet için her yüz senenin başında dinlerini yenileyecek kimseler gönderir.”[18]
Usame b. Zeyd radiyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemm buyurdu ki:
يَحْمِلُ هَذَا الْعِلْمَ مِنْ كُلِّ خَلْفٍ عُدُولُهُ يَنْفُونَ عَنْهُ تَحْرِيفَ الْغَالِينَ وَانْتِحَالَ الْمُبْطِلِينَ وَتَأْوِيلَ الْجَاهِلِينَ
 Sonradan ge­len her bir neslin arasından bu ilmi adaletli olanları yüklenip taşır. Bunlar aşırı gidenlerin tahriflerini, batıl ehlinin hırsızlıklarını ve cahillerin yanlış te’villerini bertaraf ederler."[19]
Muhenna b. Yahya, Ahmed b. Hanbel’den bunu hadisi sahihlediğini rivayet etmiştir.”[20]
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Sünneti emretmek ve bid’ati yasaklamak iyiliği emir ve kötülüğü yasaklamaktır ve bu salih amellerinden en üstünlerindendir…”
Yine İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Birisi Ahmed b. Hanbel’e şöyle dedi: “Bana;
“Filan kimse şöyledir, falan kimse böyledir” demek ağır geliyor.” Bunun üzerine Ahmed dedi ki:
“Sen susarsan, ben susarsam cahil kimse sahih ile sahih olmayanı nasıl bilecek?” Hata eden veya yalan söyleyen hadis ravileri hakkında konuşulmasında olduğu gibi,  dinin özel ve genel maslahatları hakkında nasihat de farzdır.
Yahya b. Said rahimehullah şöyle demiştir: “Malik, Sevrî, Leys b. Sa’d ve el-Evzâî’ye hadis hususunda itham edilen bir kimse hakkında sordum. Hepsi de:
“Onun durumunu açıkla” dediler.
“Bid’at önderleri ile kitap ve sünnete aykırı görüş ve amel sahipleri de böyledir. Onların durumlarını açıklamak ve ümmeti onlardan sakındırmak müslümanların ittifakı ile farzdır. Hatta Ahmed b. Hanbel’e şöyle denilmiştir:
“Oruç tutan, namaz kılan ve itikaf yapan birisi mi yoksa bid’at ehli hakkında konuşan biri mi sana daha sevimlidir?” İmam Ahmed rahimehullah dedi ki:
“Eğer namaz kılar, oruç tutar ve itikaf yaparsa bunlar ancak kendisi içindir. Ama bid’at ehli hakkında konuşan müslümanların yararına bir iş yapmıştır ve bu daha faziletlidir.”[21]
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Böylece İmam Ahmed bunun müslümanların geneli ve dinleri hakkında faydalı olduğunu, bunun Allah yolunda cihaddan olduğunu açıklamıştır. Zira Allah’ın yolunun, dininin, menhecinin ve şeriatinin bu bozguncu düşmanlardan temizlenmesi, müslümanların ittifakıyla farz-ı kifayedir. Şayet Allah, bunu yerine getiren kimseler vesilesiyle o kimselerin zararını def etmeseydi elbette din ifsat olurdu. Dinin ifsat olması, düşmanın ve harp ehlinin istila etmesinden daha büyük bir fesattır. Zira onlar toprakları istila ettikleri zaman kendilerine uymayanların kalplerini ve o kalplerde olan dinleri bozamazlar. Ama bunlar öncelikle kalpleri bozarlar.”
Bu yüzden imamlarımız selefin menhecinden sapmış kimselere yağcılık yapanlardan daha fakih idiler. Hatta onların cihadını iki cihaddan en büyük olanı olarak görmüşlerdir. Nitekim Buhari ve Muslim’in şeyhi olan Yahya b. Yahya rahimehullah şöyle demiştir:
“Sünneti savunmak Allah yolunda en üstün cihaddır” Muhammed b. Yahya dedi ki: “Ben Yahya’ya:
“Kişi malını infak ediyor, cihadda kendisini yoruyor, bundan da mı üstün?” dedim. O dedi ki:
“Evet, hem de çok üstün.”[22]
Buhari’nin şeyhi el-Humeydi şöyle demiştir: “Vallahi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini reddeden şu kimselerle savaşmam benim için türklerden olan birçok kimse ile savaşmaktan daha sevimlidir.” Burada Türkler ile kâfirleri kasdetmiştir. Nitekim bu ifadenin benzeri el-Humeydi’nin tabakasından üstte de mevcuttur. Asım b. Şumeyh şöyle demiştir:
“Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’ı yaşlanmış ve eli titrer halde gördüm. Şöyle diyordu:
“Haricilerle savaşmak benim için türklerden birçok kimse ile savaşmaktan daha değerlidir.”
Bu yüzden İbn Hubeyre, Ebu Said radıyallahu anh’ın Haricilerle savaş hakkındaki hadisi hakkında şöyle demiştir:
“Hadiste haricilerle savaşmanın, müşriklerle savaşmaktan öncelikli olduğu geçmektedir. Bunun hikmeti onlarla savaşmanın İslam’ın temel sermayesi, şirk ehliyle savaşmanın ise kazanç olmasıdır. Sermayenin korunması daha önceliklidir.”
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam rahimehullah şöyle demiştir: “Sünnete sarılan kor avuçlamış gibidir. Bugün bana göre bu, Allah yolunda kılıç vurmaktan daha faziletlidir.”[23]
İbnu’l-Kayyım şöyle demiştir: “Hüccet ile cihad ve dil ile cihad, kılıçla ve dişlerle cihaddan önceliklidir.”
Bu yüzden bid’at ehlinin reddedilmesi, onların utandırılması ve batıllarının açıklanması ilmin gereğidir. Bid’at ve sapıklık hakkında susmak ise din ve dünya hakkında münker ve bâtılın yayılması karşısında sükût etmektir. Bunun için bu ilim, dinin korunmasında en önemli ve pekiştirilmiş farzlardan birisidir.
İbn Kayyım şöyle demiştir: “Selef, bidat önderlerine şiddetle karşı çıkmışlar, bidat ehlini her yerde yüksek sesle ilan etmişler, onların fitnelerinden şiddetle sakındırmışlar, kötülük, zulüm ve düşmanlıklara karşı çıktıklarından daha fazlasıyla bidat ehline karşı çıkmışlardır. Çünkü bidatlerin zararı ve dini yıkması daha şiddetlidir.”[24]
Yine şöyle demiştir: “Allah’ın kitabına ve rasulüne hakaret edenleri reddetmek, onlarla delil ve açıklamayla, dişler ve kılıçla, kalp ve gönülle cihad etmek, Allah’ın kulları üzerindeki hakkındandır. Bundan ötesinde ise hardal tanesi kadar iman yoktur.”[25]
Allame İbn Muflih, şu şekilde başlık açmıştır: “Bidatleri ve sapıklıkları iptal etmenin ve bunların batıl oluşuna dair hüccet ikamesinin farz oluşu” Sonra şöyle demiştir: “Nihayetu’l-Mubtediîn’de şöyle denilmektedir:
“Saptırıcı bid’atlere karşı çıkılması ve bunların batıl oluşunun açıklanması, bu bidatlerin sahiplerinin kötülüklerinin açıklanması ve reddedilmesi farzdır. Kötülüğe karşı çıkmak için sultana şikayet edebilen eder. Eğer onun karşı çıkmayacağından endişe ederse kendisi karşı çıkar.”[26]
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Dinin düşmanların iki türdür: kâfirler ve münafıklar. Allah, nebisine her iki grupla da cihad etmesini emrederek şöyle buyurmuştur:
Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara sert davran” (Tevbe 73) zira Münafık toplulukları kitaba aykırı bid’atler çıkarmakta ve insanlara onu karışık göstermektedirler. İnsanlar kitabın bozulması ve dinin değiştirilmesini fark edemiyorlar. Nitekim bizden önceki kitap ehlinin dini, o dinin mensuplarının karşı çıkmadıkları tebdiller (dinde değişiklikler) ile bozulmuştu. Bidatçi topluluklar münafıklar olmasalar da münafıkları dinlemişler ve durumları onlara karışık gelmiş, onların kitaba aykırı sözlerini hak zannetmişler ve böylece münafıkların bidatlerine davet eden kimseler haline gelmiştir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
Eğer sizinle birlikte (savaşa) çıksalardı sizi bozmaktan başka bir işe yaramazlar, içinizde fitne çıkarmak için hemen aranıza sokulurlardı; zira içinizde onlara kulak veren kimseler vardı. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.” (Tevbe 47)
Yine onların durumlarını açıklamak zorunludur. Hatta onların fitnesi daha büyüktür. Zira onlarda, kendilerine dostluk gösterilmesini gerektiren iman vardır fakat münafıkların dini bozmak için çıkardıkları bidatlere girmişlerdir. Bu bidatlerden sakındırılması zorunludur. Bu husus onların isimlerini ve şahıslarını zikretmeyi de gerektirebilir. Hatta şayet bu bidatleri bir münafıktan almış olmasalar da bunların dinden olduğu için hidayet ve iyilik olduğunu söylerler.  Şayet durum böyle olmasaydı bile yine onun açıklanması gerekirdi. Bu yüzden hadis ve rivayet hususunda hata eden, görüş ve fetva hususunda hata eden ve zühd ve ibadet hususunda hata kimselerin durumlarını açıklamak farzdır. Hata eden kişi hatası bağışlanmış ve içtihadından dolayı ecir almış bir müçtehit dahi olsa durum böyledir. Kişinin kendisi söz ve ameliyle muhalefet etse dahi, Kitap ve sünnetin delalet ettiği söz ve ameli açıklamak zorundadır.”[27]
İbnu’l-Kayyım rahimehullah, kalemlerin türlerini açıklarken şöyle demiştir: “On ikinci kalem; kapsamlı kalemdir. Bu, batıl ehlini reddeden ve sünneti yücelten kalemdir. Batıl ehlinin batıllarını farklı türleri ve cinslerine göre ortaya çıkarır, onların çelişkilerini ve haktan çıkıp batıla girişlerini açıklar. İşte bu kalem, kalemler arasında  tıpkı insanlar arasındaki krallar gibidir. Bu kalemin sahipleri Rasul ile gelenlerle desteklenen hüccet ehlidir. Rasulün düşmanlarına karşı harbeder. Onlar Allah’a hikmet ve güzel öğütle davet ederler. Allah’ın yolundan cedel ve tartışma türleriyle çıkanlarla mücadele ederler. Bu kalemin sahipleri her batıl ehliyle savaşırlar ve rasule muhalefet eden herkesin düşmanıdırlar. Onların yeri başka, diğer kalem sahiplerinin yeri başkadır.”[28]

4- Bid’at ehline sevgi beslememek ve onlardan uzaklaşmak

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ
Allah'a ve âhiret gününe îman eden bir kavmin, babaları yahut oğulları yahut kardeşleri yahut da akrabaları bile olsalar, Allah'a ve Rasûlüne karşı gelen kimselere sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mucadele 22)
Taberi rahimehullah şöyle demiştir: “Bu âyet-i kerime, İslam’da dostluğun ve kardeşliğin dini esaslar üzere kurulduğunu, bu itibarla İslam’a ters düşen kişinin dostluk ve kardeşlik bağını kopardığını, bu itibarla kişinin öz babası, oğlu, kardeşi ve akrabası da olsa artık onlara karşı sevgi besleyemeyeceğini beyan etmektedir.” [29]
Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyrulmaktadır:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا آبَاءَكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاءَ إِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْإِيمَانِ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَأُولَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ * قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
Ey müminler, eğer inkârı imana tercih edi­yorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dostlar edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse işte onlar zalimlerin ta kendileridir. De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz akrabalarınız, elde ettiğiniz mal­lar, durgunluğundan korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler, Allah’tan, pey­gamberinden ve Allah yolunda cihad etmekten sizin için daha fazla sevgili ise Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fasıklar güruhunu hidayete erdir­mez” (Tevbe 23-24)”
Kurtubi rahimehullah şöyle demiştir: “Malik rahimehullah bu âyet-i kerimeden Kaderi­yeye düşmanlık edilmesi ve onlarla oturup kalkmanın terkedilmesine delil çıkarmıştır: Eşheb, Malik'ten şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Kaderiye (Kaderi inkâr edenler) ile oturup kalk­ma ve Allah için onlara düşmanlık et! Çünkü Allah Teâlâ: “Allah'a ve âhiret gününe inanan hiçbir kavmin Allah ve Rasûlü ile sinir mücadelesi yapan­lara sevgi beslediklerini göremezsin” diye buyurmaktadır.
Bütün zulüm ehli ve haddi aşıp başkalarına haksızlık yapanlar da Kaderiye hükmündedirler. es-Sevrî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Öncekiler bu âyet-i kerime­nin sultanlar ile arkadaşlık yapan kimseler hakkında indiği görüşünde idiler. Abdulaziz b. Ebi Davud'dan rivayet edildiğine göre o tavaf esnasında Mansur ile karşılaşmış. Onu tanıyınca, ondan kaçmış ve bu âyeti okumuş.”[30]
İbn Mes’ud radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَا مِنْ نَبِيٍّ بَعَثَهُ اللهُ فِي أُمَّةٍ قَبْلِي إِلَّا كَانَ لَهُ مِنْ أُمَّتِهِ حَوَارِيُّونَ وَأَصْحَابٌ يَأْخُذُونَ بِسُنَّتِهِ وَيَقْتَدُونَ بِأَمْرِهِ ثُمَّ إِنَّهَا تَخْلُفُ مِنْ بَعْدِهِمْ خُلُوفٌ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ وَيَفْعَلُونَ مَا لَا يُؤْمَرُونَ فَمَنْ جَاهَدَهُمْ بِيَدِهِ فَهُوَ مُؤْمِنٌ وَمَنْ جَاهَدَهُمْ بِلِسَانِهِ فَهُوَ مُؤْمِنٌ وَمَنْ جَاهَدَهُمْ بِقَلْبِهِ فَهُوَ مُؤْمِنٌ وَلَيْسَ وَرَاءَ ذَلِكَ مِنَ الْإِيمَانِ حَبَّةُ خَرْدَلٍ
Allah’ın benden önceki ümmetlere gönderdiği her bir nebînin kendi ümmetinden havarî ve dostları olmuştur. Bunlar o nebîden sonra sünnetine tutunur, emirlerine uyarlar. Bunlardan sonra ise yapmadıklarını söyleyen (kendileri yapmadıkları halde başkalarına emreden) ve emrolunmadıkları şeyleri yapan halefler çıkar. Kim onlarla eliyle cihad ederse mümindir. Kim diliyle cihad ederse mümindir. Kim kalbiyle cihad ederse mümindir. Bundan sonrasında ise hardal tanesi kadar iman yoktur.”[31]
Bu hadiste emrolunmadıkları şeyleri yapmaları, onların Kitap ve sünnetten bir delil olmaksızın ibadet içerikli amel etmeleri, yani bid’atleri işlemeleridir. Onlara elle ve dille karşı çıkmak, bunlara güç yetmiyorsa kalp ile buğzetmek gerekmektedir. Bunun ötesinde iman olmadığı bildiriliyor!
Fudayl b. Iyaz rahimehullah şöyle demiştir: “Şüphesiz Yahudi veya Hristiyanın yanında yemek yemem, bid’at sahibinin yanında yemek yememden daha iyidir. Zira ben eğer Yahudi veya Hristiyanın yanında yemek yersem kimse bana uymaz. Eğer bid’at sahibinin yanında yemek yersem insanlar bana uyarlar. Benimle bid’at sahibi arasında demirden bir kale olmasını isterdim. Sünnet ile az amel, bid’at sahibinin çok amelinden hayırlıdır. Kim bir bid’at sahibiyle oturursa ona hikmet verilmez. Kim bir bid’at sahibiyle oturuyorsa, ondan da sakındırın. Bid’at sahibine dinin hakkında güvenemezsin. İşin hakkında da onunla istişare etme. Onun yanında oturma. Kim bid’at sahibiyle oturursa Allah Azze ve Celle ona körlük bulaştırır. Allah bir kimsenin bid’at sahibine buğzettiğini bilirse, ameli az da olsa Allah’ın onu bağışlamasını umarım. Muhakkak ki ben ondan ümitliyim. Çünkü sünnet ehlinin her iyiliği arz edilir. Bid’at sahibinin ise ameli çok olsa da Allah’a bir ameli yükseltilmez. Muhakkak ki Allah Azze ve Celle’nin zikir halkalarını arayan melekleri vardır. Kimin yanında oturduğuna dikkat et. Yanındaki bid’at sahibi olmasın! Zira Allah onlara bakmaz. Münafıklığın alameti, kişinin bid’at sahibi ile beraber oturmasıdır. İnsanların hayırlılarına yetiştim, hepsi de sünnet ashabı idi ve bid’at ashabından sakındırıyorlardı. Bid’at sahibiyle oturursan Allah amelini iptal eder ve İslam nurunu kalbinden çıkarır. Allah bir kulu sevdiği zaman yemeğini (yemek arkadaşlarını) güzelleştirir. Bid’at sahibiyle oturma. Zira ben üzerine lanet inmesinden korkarım. Kime bir kimse danışmak için gelir de, ona bid’atçi birini gösterirse İslam’ı aldatmış olur. Bid’at sahibinin yanına girmekten sakının. Zira onlar haktan alıkoyarlar. Ruhlar derli toplu askerler gibidir. Tanışan ruhlar anlaşır, tanışmayan ruhlar ise ihtilaf ederler. Sünnet ehli birinin bid’at sahibine meyletmesi mümkün değildir. Bunun sebebi ancak münafıklıktır.[32]
Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh “Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et” ayeti hakkında şöyle dedi:
بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ وَلْيَلْقَهُ بِوَجْهٍ مُكْفَهِرٍ
“Eliyle cihad eder, buna gücü yetmeyen diliyle, buna gücü yetmeyen kalbiyle cihad eder ve asık surat gösterir.”[33]
Diğer lafzı şöyledir: İbn Mes’ud radıyallahu anh dedi ki:
إِذَا لَقِيتَ الْفَاجِرَ فَالْقَهُ بِوَجْهٍ مُكْفَهِرٍ
“Günahkâr kimseyle karşılaştığında onu asık suratla karşıla”[34]
Diğer bir lafzı şöyledir: İbn Mesud radıyallahu anh dedi ki:
إِذَا كَانَ لَكَ جَارٌ فَاجِرٌ لَا تَسْتَطِيعُ لَهُ غَيْرًا فَالْقَهُ بِوَجْهٍ مُكْفَهِرٍّ
“Eğer günahkâr bir komşun olursa ve onu değiştirmeye (ıslah etmeye) gücün yetmezse onu asık suratla karşıla”[35]
İbn Mes’ud radıyallahu anh şöyle demiştir:
لَمَّا نَزَلَتْ {يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ} أُمِرَ رَسُولُ اللهِ صَلى الله عَلَيه وَسَلم أَنْ يُجَاهِدَ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَعَلَيْهِ بِوَجْهٍ مُكَفَهِرٍّ
Ey Nebi! Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et” ayeti indiği zaman Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem; el ile cihad etmesi, buna gücü yetmezse onları asık suratla karşılamakla emrolundu.”[36]
İbn Ömer radiyallahu anhuma’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ أَعْرَضَ عَنْ صَاحِبِ بِدْعَةٍ بُغْضًا لَهُ في الله مَلَأَ اللَّهُ قَلْبَهُ أَمْنًا وَإِيمَانًا وَمَنِ شهر بصَاحِب بِدْعَةٍ آمَنَهُ اللَّهُ يَوْمَ الْفَزَعِ الْأَكْبَرِ وَمَنْ أهان صَاحِبِ بِدْعَةٍ رَفَعَهُ اللَّهُ فِي الْجَنَّةِ مِائَةَ دَرَجَةٍ وَمَنْ سَلَّمَ عَلَى صَاحِبِ بِدْعَةٍ أَوْ لَقِيَهُ بِالْبِشْرِ أَوِ اسْتَقْبَلَهُ بِمَا يَسُرُّهُ فَقَدِ اسْتَخَفَ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَى مُحَمَّدٍ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
Kim bir bid’at sahibinden Allah için buğzederek yüz çevirirse[37] Allah onun kalbini emniyetle[38] ve imanla doldurur. Kim bir bid’at sahibini açıklarsa[39] Allah onu büyük korku gününde güvende kılar. Kim bir bid’at sahibini aşağılarsa[40] Allah onun cennette yüz derecesini[41] yükseltir. Kim bir bid’at sahibine selam verirse yahut onu güler yüzle karşılarsa veya onu sevindirecek şekilde ona yönelirse[42] Allah’ın Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirdiğini hafife almış olur.”[43]
Aişe radiyallahu anha’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
«مَنْ وَقَّرَ صَاحِبَ بِدْعَةٍ فَقَدْ أَعَانَ عَلَى هَدْمِ الْإِسْلَامِ»
Kim bir bid’at sahibine saygı gösterirse İslam’ın yıkılmasına yardım etmiş olur.”[44]

5- Bid’at Ehline Cevap Vermek İçin Konuşmanın Yasaklanması

İmran b. Husayn radiyallahu anh’den: “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
مَنْ سَمِعَ بِالدَّجَّالِ فَلْيَنْأَ مِنْهُ مَنْ سَمِعَ بِالدَّجَالِ فَلْيَنْأً مِنْهُ مَنْ سَمِعَ بِالدَّجَالِ فَلْيَنْأً مِنْهُ فَإِنَّ الرَّجُلَ يَأْتِيهِ وَهُوَ يَحْسِبُ أَنَّهُ مُؤْمِنٌ فَلَا يَزَالُ بِهِ لِمَا مَعَهُ مِنَ الشُّبَهِ حَتَّى يَتَّبِعَهُ  
Deccal’i işiten ondan uzaklaşsın. Deccal’i işiten ondan uzaklaşsın. Deccal’i işiten ondan uzaklaşsın. Zira kişi ona gelir ve onu bir mü’min zanneder. Onunla beraber kalmaya devam eder de attığı şüphelerden dolayı ona tâbî oluverir.”[45]
Aişe radiyallahu anha’dan: 
قَرَأَ نَبِيُّ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هَذِهِ الْآيَةَ {هُوَ الَّذِي أَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ} إلى قوله {أولي الْأَلْبَابِ} قَالَتْ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا رَأَيْتُمُ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِيهِ فَهُمُ الَّذِينَ عَنَى اللَّهُ فَاحْذَرُوهُمْ قَالَ مَطَرٌ حَفِظْتُ أَنَّهُ قَالَ لَا تُجَالِسُوهُمْ فَهُمُ الَّذِينَ عَنَى اللَّهُ فَاحْذَرُوهُمْ  
“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şu ayeti okudu: “O sana kitab'ı indirendir. Ondaki ayetlerin bir kısmı muhkemdir ki onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtirler. Kalplerinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve onun tevilini aramak için müteşabih olanlarına tabi olurlar. Onun tevilini Allah'tan başka kimse bilmez. İlimde derinleşmiş olanlar da derler ki:
“Biz, ona iman ettik; hepsi rabbimizin katındandır. Akıl sahiplerinden başkası düşünmez.” (Âl-i İmran 7) Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
Muteşabih ayetler hakkında tartışanları görürseniz onlardan sakının ve onlarla oturmayın. Onlar Allah Teâlâ’nın bahsettiği kimselerdir.”[46] 
Abdurrahman b. Yezid rahimehullah’tan: Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:
إِيَّاكُمْ وَمَا يُحْدِثُ النَّاسُ مِنَ الْبِدَعِ فَإِنَّ الدِّينَ لَا يَذْهَبُ مِنَ الْقُلُوبِ بِمَرَّةٍ وَلَكِنَّ الشَّيْطَانَ يُحْدِثُ لَهُ بِدَعًا حَتَّى يُخْرِجَ الْإِيمَانَ مِنْ قَلْبِهِ وَيُوشِكُ أَنْ يَدَعَ النَّاسُ مَا أَلْزَمَهُمُ اللَّهُ مِنْ فَرْضِهِ فِي الصَّلَاةِ وَالصِّيَامِ وَالْحَلَالِ وَالْحَرَامِ وَيَتَكَلَّمُونَ فِي رَبِّهِمْ عَزَّ وَجَلَّ فَمَنْ أَدْرَكَ ذَلِكَ الزَّمَانَ فَلْيَهْرُبْ قِيلَ: يَا أَبَا عَبْدِ الرَّحْمَنِ فَإِلَى أَيْنَ؟ قَالَ: إِلَى لَا أَيْنَ قَالَ: يَهْرَبُ بِقَلْبِهِ وَدِينِهِ لَا يُجَالِسُ أَحَدًا مِنْ أَهْلِ الْبِدَعِ  
“Sizleri insanların çıkardıkları bid’atlerden sakındırırım. Şüphesiz din, kalplerden tek seferde gitmez. Lakin şeytan bunun için bid’atler çıkarır da, iman kişinin kalbinden gider. İnsanların Allah’ın kendilerini sorumlu tuttuğu; namaz, oruç, helal, haram gibi farzları terk edip, rableri Azze ve Celle hakkında konuşmaları yakındır. Kim bu zamana yetişirse kaçsın.” Denildi ki:
“Ey Ebu Abdirrahman! Nereye kaçsın?” İbn Mes’ud radıyallahu anh dedi ki:
“Nereye değil! Kalbiyle ve diniyle kaçsın. Bid’at ehlinden hiçkimseyle beraber oturmasın.”[47]
Ebu Kılabe rahimehullah dedi ki:
لَا تُجَالِسُوا أَهْلَ الْأَهْوَاءِ وَلَا تُجَادِلُوهُمْ، فَإِنِّي لَا آمَنُ أَنْ يَغْمِسُوكُمْ فِي ضَلَالَتِهِمْ، أَوْ يَلْبِسُوا عَلَيْكُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْرِفُونَ
“Hevâ ehliyle oturmayın ve onlarla tartışmayın. Zira ben sizi kendi sapıklıklarına batırmayacaklarından veya bildiklerinizi size karışık göstermeyeceklerinden emin olamam.”[48]
Esma b. Ubeyd rahimehullah şöyle dedi:
دَخَلَ رَجُلَانِ مِنْ أَصْحَابِ الْأَهْوَاءِ عَلَى ابْنِ سِيرِينَ فَقَالَا يَا أَبَا بَكْرٍ نُحَدِّثُكَ بِحَدِيثٍ؟ قَالَ لَا قَالَا فَنَقْرَأُ عَلَيْكَ آيَةً مِنْ كِتَابِ اللَّهِ؟ قَالَ لَا لِتَقُومَانِ عَنِّي أَوْ لَأَقُومَنَّ قَالَ فَخَرَجَا فَقَالَ بَعْضُ الْقَوْمِ يَا أَبَا بَكْرٍ وَمَا كَانَ عَلَيْكَ أَنْ يَقْرَآ عَلَيْكَ آيَةً مِنْ كِتَابِ اللَّهِ تَعَالَى؟ قَالَ إِنِّي خَشِيتُ أَنْ يَقْرَآ عَلَيَّ آيَةً فَيُحَرِّفَانِهَا، فَيَقِرُّ ذَلِكَ فِي قَلْبِي
“Hevâ sahiplerinden (bid’atçilerden) iki adam İbn Sirin rahimehullah'ın huzuruna girdiler ve: 
“Ey Ebû Bekr! Sana bir hadis rivayet edelim mi?” dediler. “Hayır!” dedi. Onlar: 
“O halde sana Allah'ın Kitâbı'ndan bir âyet okuyalım?” dediler. İbn Sirin rahimehullah dedi ki: 
“Hayır. Ya siz mutlaka yanımdan kalkıp gideceksiniz veya ben muhakkak kalkıp gideceğim!” Esma dedi ki: 
“Bunun üzerine onlar çıkıp gittiler. Daha sonra topluluktan biri: 
“Ey Ebû Bekr! Allah'ın Kitâbı'ndan bir âyet okumalarının sana ne zararı olurdu?” dedi. Şöyle cevap verdi: 
“Bana bir âyet okuyup da onu asıl mânâsının dışına çıkarmalarından, bunun da kalbime te'sir etmesinden korktum.”[49]
Hasen el-Basrî ve İbn Sirin rahimehumallah dediler ki:
لَا تُجَالِسُوا أَصْحَابَ الْأَهْوَاءِ وَلَا تُجَادِلُوهُمْ وَلَا تَسْمَعُوا مِنْهُمْ 
“Hevâ sahipleri ile (bidat ehliyle) oturmayın, onlarla tartışmayın ve onları dinlemeyin.”[50]
Mufaddal b. Muhelhel rahimehullah şöyle demiştir
لَوْ كَانَ صَاحِبُ الْبِدْعَةِ إِذَا جَلَسْتَ إِلَيْهِ يُحَدِّثُكَ بِبِدْعَتِهِ حَذَرْتَهُ وَفَرَرْتَ مِنْهُ وَلَكِنَّهُ يُحَدِّثُكَ بِأَحَادِيثِ السُّنَّةِ فِي بُدُوِّ مَجْلِسِهِ ثُمَّ يُدْخِلُ عَلَيْكَ بِدْعَتَهُ فَلَعَلَّهَا تَلْزَمُ قَلْبَكَ فَمَتَى تَخْرُجُ مِنْ قَلْبِكَ  
“Şayet bir bid’at sahibi senin yanına oturur da bid’atinden konuşsaydı ondan sakınır ve ondan kaçardım. Lakin o meclisinin başında sana sünnete dair hadisler rivayet eder, sonra da sana bid’atini bulaştırır. Belki de bu senin kalbine yapışır. Peki, onu kalbinden nasıl çıkaracaksın?”[51]

6- Bid’at’in mertebelerini, tekfiri gerektiren bidat ile tekfiri gerektirmeyen bidatin arasındaki farkı bilmek

Aslî bid’ât ile izafî bidat arasındaki farkı bilmek gerekir. Bütün bidatler aynı derecede değildir. Amelî bidatler ile itikadî bidatler farklıdır.
Tekfiri gerektiren bid’atler; dinde bilinmesi zorunlu olan bir şeyin inkârı veya Kur’an’ı yalanlamak gibi küfür içeren bidatlerdir. Mesela Kaderiyye’nin Allah Azze ve Celle’nin ilim sıfatını inkâr edenleri böyledir. Onalr derler ki: “Allah olaylar meydana gelmeden önce ne olacağını bilmez.” Böylece Allah’ın ilmini inkâr etmişlerdir. Allah Azze ve Celle her şeyi bilendir. Kaderleri, göklerle yeri yaratmadan önce yazmış, kıyamet gününe kadar hayır ya da şer, olacak herşeyi yazmıştır. Bu dinde zarurî olarak bilinmese gereken hususlardandır. Şu halde Kaderiyye’nin Allah’ın ilim sıfatını inkar etmesi tekfiri gerektiren bir bidattir.
Yine Bâbîler, Bahaîler, Kadıyanîler, İskender Evrenosoğlu taifesi, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in nebilerin ve rasullerin sonuncusu olduğunu inkâr etmişler, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra başka nebiler ve rasuller kabul etmişlerdir. Bu da dinde bilinmesi zorunlu olan bir esası inkâr olduğu için küfür olan bir bidattir.
Şeyh el-Hakemî, Mearicu’l-Kabul adlı eserinde şöyle demiştir: “Tekfiri gerektiren bidatin kaydı şudur: Kim üzerinde icma edilmiş olan, dinde mütevatir olarak gelen, dinde bilinmesi zorunlu olan bir konuyu inkâr ederse, farzları inkar ederse, haramı helal sayarsa veya helali haram sayarsa onun bidati tekfiri gerektiren bir bidattir.”[52]
“Tekfiri gerektirmeyen bidat ise; Kur’andan bir şeyi veya Allah’ın rasulüyle gönderdiklerinden bir şeyi yalanlamayı içermeyen bidatlerdir.”[53]
İbadet konusundaki bidatler ister hakiki bidatler olsun, ister izafî bidatler olsun, bunların geneli tekfiri gerektirmeyen bidatlerdir.
Hakiki bidat: bağımsız olarak uydurulmuş bidat ibadetlerdir. Bir yenilik olarak uydurulan ibadetlerdir. Regaib namazı, şabanın 15. Gecesinde kılınan elfiye namazı, Gadiru Hum bayramı, mevlid törenleri hakiki bidate örnektirler.
İzafi bidat: Dinde meşru olan bir şeye eklenen bidatlerdir. Mesela ferdî olarak şükür secdesi yapmak meşrudur. Ancak bu secdeyi cemaatle beraber yapmak izafi bidattir. Sevindirici bir olay üzerine bir cemaatin lideri, topluluğa secde edin der, hep beraber şükür secdesi yaparlar. Böylece aslında ferdî olarak yapılması halinde meşru olan bir ibadeti cemaat halinde icra etmek suretiyle bid’at karıştırmış olurlar.
Allah’ı ferdî olarak zikretmek meşru bir ibadettir. Bir cemaati bir kimsenin idare ederek ve onlara sayılar tayin ederek zikir yaptırması ise bu meşru ibadete eklenmiş bidat bir yöntemdir. Böylece izafi bidat işlenmiş olur.
Toplu halde dua edip amin demek yine izafî bidatlerdendir. Zira dua etmenin aslı meşrudur, lakin cemaat halinde dua etmek, aslı olmayan bir eklemedir.

7- Bidatine davet eden ile davet etmeyen arasında fark gözetmek

Bidatçilerin bazısı bidatin davetçisidir, bazısı da yalnızca bidatin taklitçisi olup ona davet etmez. Bidat’ini açıkça ortaya koyanla bidatini gizleyen arasında fark gözetilir.
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Kim bidatini açıkça ortaya koyarsa ona karşı çıkmak gerekir. Bidatini gizleyen ise böyle değildir.”[54]
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Müslümanlar, kendisinden bidat sapmasının alametleri zuhur eden ve bu bidatlere çağıran, büyük günahları açıktan işleyen kimseye hecir uygulanması görüşündedirler. Ama günahını gizleyen veya tekfiri gerektirmeyen bir bidatini gizleyen kimseye gelince, buna hecir uygulanmaz. Hecir ancak bidatine davet eden kimseye uygulanır. Zira hecir bir tür cezalandırmadır. Ceza da ancak sözlü ya da fiilî günahını açıkça ortaya koyan kimseye uygulanır.
Ama bize hayrı izhar eden kimsenin açık görünen yüzünü kabul eder, iç yüzünü Allah’a bırakırız. Eğer onun gayesi münafıklar mertebesinde ise, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem onların görünen yüzlerini kabul etmiş, sırlarını Allah’a bırakmıştır. Nitekim Tebuk savaşında geri kalıp mazeret öne sürenlere böyle davranmıştır. Bu yüzden İmam Ahmed, ondan önceki selefin çoğu ve ondan sonraki Malik gibi imamlar, bidatine davet eden bidatçinin rivayetini kabul etmez, onlarla oturmazlardı. Bidatini açıklayıp davet etmeyenlere ise böyle davranmamışlardır. Nitekim Sahih sahipleri, bid’at ile suçlandıkları halde bidatlerine davetçi olmayan bir topluluktan rivayette bulunmuşlar ancak bidatine davet eden kimselerden rivayet almamışlardır.”[55]

8- İhtiyaç ve maslahat olduğunda bid’at ehlinin yanında öğrenim görmenin cevazı

Cihad, tıp, hendese gibi bazı eğitimleri ancak sadece kendilerinde bid’atler bulunan kimselerden almak mümkün ise, ihtiyaç giderilinceye kadar bu eğitimi almak caiz olur.
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “İlim, cihad ve benzeri konularda bazı vacipleri yerine getirmek ancak kendilerinde bid’at bulunan kimselerden elde etmekle mümkün oluyorsa ve bunu terk etmekte zarar söz konusuysa bunun tahsili, içerdiği mefsedete karşı ağır basan vacip sebebiyle caizdir.”[56]


9- Bid’at ehlinden uzaklaşmayandan da uzaklaşmak gerekir



Fudayl b. Iyaz şöyle demiştir: “Kim bir bid’at sahibiyle oturuyorsa, ondan da sakın.”

İmam Ahmed şöyle demiştir: “Bid’at ehliyle hiçkimsenin oturmaması, onların arasına karışmaması ve onlarla ünsiyet etmemesi gerekir.”

Ebu Davud, İmam Ahmed b. Hanbel’e şöyle sordu: “Sünnet ehli olarak gördüğüm birisini, bid’at ehlinden biriyle görürsem onunla konuşmayı terk edeyim mi?” Ahmed dedi ki:

“Hayır, ona kendisiyle beraber gördüğün kimsenin bid’at sahibi olduğunu öğret. Eğer onu terk ederse onunla konuş, terk etmezse o da ona katılır.”

El-Berbehari şöyle demiştir: “Bir kimseyi heva ehlinden biriyle beraber görürsen onu sakındır ve onu tanıt. Eğer öğrendikten sonra hala onunla oturmaya devam ediyorsa o kimseden de sakın. Zira o bir hevâ sahibidir.”

İbn Batta rahimehullah şöyle demiştir: “Ey Müslümanlar topluluğu! Allah’tan korkun Allah’tan! İçinizden hiç kimseyi, kendi nefsine güzel zannı ve tuttuğu yol hakkındaki bilgisi, şu hevaların ehlinden biriyle oturmaya ve böylece dinini riske atmaya sürüklemesin! O şöyle der:

“Ben onun yanına münazara etmek veya görüşünden döndürmek için gidiyorum” Şüphesiz onların fitnesi deccalin fitnesinden şiddetli, sözleri kuduz mikrobundan daha bulaşıcı ve kalpleri ateş korundan daha yakıcıdır. Nitekim onlara lanet ve hakaret eden bazı insan toplulukları gördüm ki, onlara karşı çıkmak ve reddiye vermek için onlarla oturdular. Onlar da kendilerine gizlice, ince fikirlerle yaygılar döşediler, nihayet onlardan oldular.”

Şeyhulislam İbn Teymiyye şöyle dedi: “…Bunlar ne söylediklerini ve Müslümanların dinine muhalefet ettiklerini gayet iyi bilmektedirler. Bu sebeple bunlara intisap eden, bunları savunan, övüp yücelten, kitaplarına değer veren, bunlara yardım ve desteğiyle tanınan, bunları eleştirmeyi hoş görmeyen veya onların sözlerinin mahiyetini, bu kitabı onun yazıp yazmadığını bilmediği mazeretiyle ve ancak bir cahilin ya da münafığın ileri sürebileceği benzeri mazeretlerle onları mazur görmeye kalkışan herkesin cezalandırılması gerekir. Hatta durumlarından haberdar olup da onlara karşı çıkmaya yardım etmeyen herkesin de cezalandırılması gerekir. Çünkü böylelerine karşı kıyam edilip de mücadelede bulunmak en önemli farzlardandır…” 


İbnu’l-Hac rahimehullah, Hazzu’l-Galasim’de (s.110) şöyle demiştir: “Mekkî bir surede:

Ayetlerimiz hakkında konuşmaya dalanları gördüğünde başka bir söze dalmalarına kadar onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra zalimler topluluğuyla beraber oturma” (En’âm 68) buyurulmuştur. Allah Teâlâ böyle yapanların ve emrine muhalefet edenlerin akibetini açıklamıştır. Medine’de nazil olan bir surede de şöyle buyurmuştur:

Hâlbuki muhakkak O size kitapta indirmiştir ki: “Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın; yoksa o zaman muhakkak siz de onlar gibisinizdir.” Muhakkak Allah münafıkları da kâfirleri de hep beraber Cehennemde toplayacaktır.” (Nisa 140) Allah Teâlâ, “O size kitapta indirmiştir ki…” diye buyurarak Mekkî bir surede

hatırladıktan sonra zalimler topluluğuyla beraber oturma” diye emrettiğini açıklıyor. Sonra Medenî surede onlarla beraber oturmanın, itikatta onlara katılmayı gerektirdiğini bildiriyor. Nitekim bu ümmetin imamlarından bir topluluk bu görüştedirler. Bu ayetlerin gereği olarak bid’at ehliyle oturmaktan ve onların arasına karışmaktan yasaklandığına hükmetmişlerdir. Ahmed b. Hanbel, el-Evzai ve İbnu’l-Mubarek de onlar arasındadır.

Onlar, bid’at ehliyle oturan kimsenin durumu hakkında şöyle demişlerdir: “Böyle kimselerle oturmaktan yasaklanır. Eğer buna son verirse ne âlâ. Son vermezse bu kimse de o bid’at ehline katılır, aynı hükme girerler. Onlara denildi ki:

“Bu kimse: “Ben onlarla açıklamak ve reddiye vermek için oturuyorum” diyor” Dediler ki:

“Onlarla oturmaktan yasaklanır. Eğer son verirse ne âlâ. Yoksa o da onlara katılır.”


[1] Sahih. Buhârî (2697) Muslim (1718)
[2] Mecmuu’l-Fetava (10/9)
[3] İktidau’s-Sirati’l-Mustakim (2/104)
[4] Hasen mevkuf. İbn Vaddah el-Bid’a (95-96) İbn Batta el-İbane (1/177, 349) el-Lâlekâi İtikad (124-25) Mervezi es-Sunne (98) Musedded b. Muserhed’in Musned’inden naklen: Busayri İthaf (254) ed-Dani Sunenu’l-Varide Fi’l-Fiten (277) Deylemi (6358)
[5] Mecmuu’l-Fetava (10/565)
[6] Mecmuu’l-Fetava (28/213)
[7] Sahih maktu. Herevi Zemmu’l-Kelam (1251) İbn Abdilhadi Cem’ul-Cuyuş (95)
[8] Fetava’l-Kubra (4/194)
[9] Mecmuu’l-Fetava (24/172)
[10] Şeyh el-Elbani’nin resmi sitesi Kaset: 704 fetva no: 10
[11] Sahih. İbn Ebî Şeybe (1/327) Beyhakî (2/144) es-Serrâc Musned (9/1) Muhlîs, Fevâ’id (11/54) Elbânî, el-İrvâ (2/27).
[12] Sahih. Mâlik (1/274) Beyhakî (2/142) Ebu Bekr eş-Şafii el-Gaylaniyyât (1/223) İbn Hacer, Netâicu’l-Efkâr (2/170)
[13] Sahih mevkuf. Abdurrezzâk (2/203).
[14] Sahih maktû. es-Serrâc Musned (825) Abdurrezzâk (2/203, 208) İbn Huzeyme (1/357).
[15] Sahih mevkuf. Abdurrezzâk (2/204) Elbânî Sıfâtu Salât (s. 162)
[16] Sahih. Buhârî (4/176) Muslim (2/14) Ahmed (3739) İbn Ebî Şeybe (1/326) Beyhakî (2/139) Ebû Avâne (4/354) Ebû Ya‘lâ (11/107) Tahâvî Müşkilu’l-Ãsâr (8/294-295) Musnedu’ş-Şaşî (2/477) Taberânî Evsat (1/222)
[17] Mecmuu’l-Fetava (10/372)
[18] Muslim’in şartına göre sahih. Ebû Dâvûd (4291) Hâkim (4/567, 568) Taberânî Evsat (6/323) Hatib Tarih (2/61) Deylemi (532) İbn Asakir Tarih (51/338)
[19] Sahih ligayrihi. Hatib Şerafu Ashabi’l-Hadis (s.28) El-A’lâî el-Feraidu’l-Mesmua (11) el-A’lâî Bugyetu’l-Multemis (s.34) İbn Asakir Tarih (7/39)
* Muaz b. Cebel radiyallahu anh’den: Hatib Şerafu Ashabi’l-Hadis (s.11) el-Elbani; Tahricu’l-Mişkat (1/82-83/248)
* İbn Ömer radiyallahu anhuma’dan: Temmam Fevaid (899) Herevi Zemmu’l-Kelam (707) İbn Adiy el-Kamil (1/145) Ebu Tahir es-Silefi Mu’cemu’s-Sefer (1585)
* İbn Amr radiyallahu anhuma’dan: Bezzar (16/247) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (1345) el-Ukayli ed-Duafa (1/9) Temmam İslamu Zeyd b. Harise (5)
* İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan: Herevi Zemmu’l-Kelam (704) Yusuf b. Abdilhadi Cem’u’l-Cuyuşi ve’d-Desakir (15)
* Cabir b. Semura radiyallahu anh’den: Herevi Zemmu’l-Kelam (706)
* Ebu Umame radiyallahu anh’den: el-Ukayli ed-Duafa (1/9) İbn Adiy el-Kamil (1/146)
* Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: Bezzar (16/247) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (599) Hatib Şerafu Ashabi’l-Hadis (s.28) Hatib el-Cami (1/128) Herevi Zemmu’l-Kelam (705) Ebu’l-Huseyn el-Haraki Fevaidu’l-Muhrace (el yazma no: 16) Yusuf b. Abdilhadi Cem’u’l-Cuyuşi ve’d-Desakir (2) İbn Adiy el-Kamil (1/146) el-Ukayli ed-Duafa (1/9) Temmam İslamu Zeyd b. Harise (5) İbn Asakir Tarih (43/236)
* Enes b. Malik radiyallahu anh’den: İbn Asakir Tarih (54/225)
* İbn Mes’ud radiyallahu anh’den: Hatib Şerafu Ashabi’l-Hadis (s.28)
* Ebu’d-Derdâ radiyallahu anh’den: Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (3884)
* Ali b. Ebi Talib radiyallahu anh’den: İbn Adiy el-Kamil (1/145)
* İbrahim b. Abdirrahman el-Uzri’den mürsel olarak: Acurri eş-Şeria (1, 2) İbn Vaddah el-Bid’a (1, 2) Hatib Şerafu Ashabi’l-Hadis (s.29) İbn Adiy el-Kamil (1/146, 147) İbn Kuteybe Uyunu’l-Ahbar (1/135) el-Ukayli ed-Duafa (4/256) İbn Batta el-İbane (1/198) Beyhakî (10/209) İbn Asakir Tarih (7/38, 39, 59/10)
[20] Hatib Şerafu Ashabi’l-Hadis (s.29) El-A’lâî el-Feraid (11) el-A’lâî Bugyetu’l-Multemis (s.35)  İbn Asakir Tarih (59/10)
[21] Mecmuu’l-Fetava (4/110, 28/231-232)
[22] Bunu, Nasr b. Zekeriyya – Muhammed b. Yahya ez-Zuhli – Yahya b. Yahya isnadıyla Herevî rivayet etmiştir. Siyeru Alami’n-Nubela (10/51)
[23] Tarihu Bağdad (12/410)
[24] Medaricu’s-Salikin (1/372)
[25] Hidayetu’l-Hiyara (s.10)
[26] el-Adabu’ş-Şer’iyye (1/230)
[27] İbn Teymiyye el-Fetava (28/231-232)
[28] et-Tıbyan Fi Aksami’l-Kur’an (s.132)
[29] Taberi (23/257)
[30] Kurtubi (17/260)
[31] Sahih. Muslim (50) Ahmed (1/458, 461)
[32] Sahih maktu. Ebu Nuaym Hilye (8/103-104) İbn Batta el-İbane (437-441)  el-Lalekai İtikad (261-267)
[33] Sahih mevkuf. İbn Ebi Hatim, Tefsir (7/333) Taberi (14/358)
[34] Sahih mevkuf. Taberani (9/112) Zehebî Mu’cemu’l-Latif (39)
[35] Sahih mevkuf. Hennad es-Seri, Zühd (1251) Vekî Zühd (532)
[36] Sahih. Beyhaki, Şuabu’l-İman (7/38)
[37] Diğer rivayette: “Kim bid bid’at sahibini korkutursa” şeklindedir.
[38] Diğer rivayette: “bereketle” şeklindedir.
[39] Diğer rivayette: “Kim bir bid’at sahibi inkâr ederse”, bir diğer rivayette: “Kim bir bid’at sahibinden yasaklarsa” şeklindedir.
[40] Diğer rivayette; “Kim bir bidât sahibinin aleyhinde yardım ederse” şeklindedir.
[41] Diğer rivayette “bir derecesini”
[42] Diğer rivayette: “Bid’at sahibine yumuşak davranıp ona ikramda bulunur ve güler yüzle karşılarsa”, diğer bir rivayette: “Güler yüzle onu rahatlatırsa” şeklindedir
[43] Sahih ligayrihi. Hatib Tarih (10/263) Hatib, Muvazzahu Evham (288) Hadisu Ebi’l-Fadl ez-Zuhri (no:147) Kudaî Musnedu Şihab (537) Herevi Zemmu’l-Kelam (4/168 no: 949) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (8/199, 200) İbn Ebi’l-Muberred, Cem’u Cuyuşi’d-Desakir Ala İbn Asakir (no: 46) Deylemi (5779) Ebu’l-Kasım ez-Zencani el-Munteka Min Fevaid (59) İbn Asakir Tarih (54/199)
1. Rivayet Yolu: Hatib, Ebu Nuaym, Ebu’l-Fadl ez-Zuhri, Herevî ve İbn Ebi’l-Muberred bunu; el-Huseyn b. Halid - Abdulaziz b. Ebi Ravvad – Nafi – İbn Ömer yoluyla rivayet ettiler. el-Huseyn b. Halid Ebu Cuneyd hakkında İbn Main: “Sika değil” dedi. İbn Adiy: “Hadislerinin geneli zayıf veya meçhul kimselerdendir” demiştir. Abdulaziz b. Ebi Ravvad; sikadır. Onun hakkında cerh sabit olmamıştır.
2. Rivayet Yolu: Ebu Nuaym, Abdulgaffar b. el-Hasen b. Dinar - Suleyman el-Havvas ve İbrahim b. Edhem’in arkadaşı olan; Muhammed b. Mansur ez-Zahid - Abdulaziz b. Ebi Ravvad – Nafi – İbn Ömer radıyallahu anhuma yoluyla rivayet etmiştir. Abdulgaffar b. el-Hasen hakkında Ebu Hâtim: “sakınca yok” demiştir. Muhammed b. Mansur’un cerh ve ta’dili hakkında malumat bulamadım.
3. Rivayet Yolu: Kudaî; Musnedu Şihab’da: Ebu Hazim Abdulgaffar b. el-Hasen b. Dinar – Abdulaziz b. Ebi Ravvad – Nafi – İbn Ömer radiyallahu anhuma yoluyla mutabisini zikretmiştir. Abdulgaffar b. el-Hasen bu rivayette Abdulaziz b. Ebi Ravvad’dan işittiğini tasrih etmiştir.
4. Rivayet Yolu: Ebu Nasr es-Secezi el-İbane’de; İshak b. Rahuye - Abdulmecid b. Abdilaziz b. Ebi Ravvad – babası – Nafi İbn Ömer radiyallahu anhuma yoluyla rivayet etmiştir. Bkz.: İbn Arrak, Tenzihu’ş-Şeria (1/314) Suyuti, Lealiu’l-Masnua (1/230) Abdulmecid b. Abdilaziz sika, saduktur, hafızası bakımından eleştirilmiştir. Rivayeti takviye için elverişlidir.
5. Rivayet Yolu: Ebu’l-Kasım ez-Zencani ve İbn Asakir; Ebu Hazim Abdulgaffar b. el-Hasen b. Dinar - Muhammed b. Mansur - Abdulaziz b. Muhammed ed-Deraverdi – Nafi – İbn Ömer radıyallahu anhuma isnadıyla rivayet etmişlerdir. Abdulaziz b. Muhammed ed-Deraverdî saduk olup hafızası bakımından eleştirilmiştir. Muhammed b. Mansur’un cerh ve tadiline dair bilgi bulunmadığı daha önce geçmişti. Netice: Rivayet yollarının bir araya gelmesi ile hadis “sahih ligayrihi”dir.
[44] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Acurri eş-Şeria (2039-40) Taberânî Evsat (7/35) Herevi Zemmu’l-Kelam (938) Darekutni el-Mu’telef ve’l-Muhtelef (3/147) İbn Asakir Tarih (14/4, 6, 26/456, 48/348) İbn Abdilhadi Cem’ul-Cuyuş (41)
* Muaz b. Cebel radiyallahu anh’den munkatı isnadla “Kim kendisine saygı olarak bir bid’at sahibine giderse İslam’ın yıkılmasına yardım etmiş olurlafzıyla: Taberânî (20/96) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (413) Heysem b. Kuleyb eş-Şaşî Musned (1402) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (6/97) Herevî Zemmu’l-Kelam (939) İbn Asakir Tarih (29/320) İbn Abdilhadi Cem’ul-Cuyuş (42)
* Abdullah b. Busr radiyallahu anh’den munkatı isnadla: Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (5/218)
* İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan: İbn Adiy el-Kamil (2/65)
* Hasen el-Basri rahimehullah’tan mürsel olarak: İbnu’l-A’rabi Mu’cem (1958)
* Urve b. ez-Zubeyr rahimehullah’tan mürsel olarak: İbn Vaddah el-Bid’a (119)
* İbrahim b. Meysere rahimehullah’tan mürsel olarak: Herevi Zemmu’l-Kelam (941) Beyhakî Şuab (7/61)
[45] Muslim’in şartına göre sahih. Ahmed (4/431, 441) Ebû Dâvûd (4319) Hâkim (4/576) İbn Ebî Şeybe (7/488) Taberânî (18/221, 227) Ru’yani (133) Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (s.64) Dulabi el-Kuna (958) Hanbel b. İshak el-Fiten (10) İbn Hazm el-Muhalla (1/50)
[46] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.  İbn Hibbân (1/278) Taberî Tefsir (5/209)
[47] Hasen mevkuf. El-Lâlekâi, İtikad (196) Esbehânî, et-Tergib ve’t-Terhib (477) Esbehânî, el-Hucce Fi Beyani’l-Mahacce (1/339)
[48] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Dârimî (405) İbn Sa’d Tabakat (7/184) İbn Batta el-İbane (2/518) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (2/287) İbn Vaddah el-Bid’a (121) el-Lâlekâî (1/134) Ebû Ubeyd, el-Emsâl (s.22) İbn Ebî Zemeneyn, Usûlu’s-Sunne (236) Âcurrî, eş-Şerîa (111, 1973) Firyâbî, elKader (327, 331) Abdullah b. Ahmed, es-Sunne (99) Beyhakî, Şuabu’l-İmân (7/60) İbn Asâkir, Tarih (28/298)
[49] Muslim'in şartına göre sahih. Dârimî (411) İbn Sa’d Tabakat (7/197) el-Lalekâi İtikad (242) Ebû Nuaym Hilyetu'l-Evliyâ (9/217) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (100) Acurri eş-Şeria (127) İbn Batta el-İbane (2/445) Firyabi el-Kader (373) Abdullah b. Ahmed es-Sunne (100) İbn Vaddah el-Bid’a (s.53)
[50] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Dârimî (415) İbn Sa’d Tabakat (7/172) İbn Batta el-İbane (2/444, 464) el-Lalekai İtikad (240) Herevi Zemmu’l-Kelam (754, 766) İbn Vaddah el-Bid’a (126) İbn Abdilberr Camiu Beyani’l-İlm (993) Ebu İshak Cuzcani Ahvalu’r-Rical (s.21) Beyhakî, Şuab (7/61)
[51] Hasen maktu. İbn Batta, el-İbâne (2/444)
[52] Mearicu’l-Kabul (3/1228)
[53] Mearicu’l-Kabul (3/1229)
[54] Minhacu’s-Sunneti’n-Nebiye (1/27)
[55] Mecmuu’l-Fetava (24/175)
[56] Mecmuu’l-Fetava (28/212)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)