Soru: Selamün
Aleyküm ve Rahmetullah. Değerli Seyfullah hocam ve kardeşlerim. Ben de düz dünyaya
iman etmiş bir muvahhidim. 3 sorum olacak inşaAllah. Yanıtlarsanız çok
sevinirim.
1) imsakiye
olarak süleymaniye vakfınınkini kullanıyorum. Bu konuda görüşünüz nedir? Küre
dünya modelinde bir gün matematiksel olarak 24 saatten az iken (siz de çarpıp bölüp bu sonuca
kendiniz erişebilirsiniz) küre dünyanın enlem boylam hesabıyla imsakiye
belirleyen kurumlara itibar edemiyorum (mesela diyanet) ve bazı hadisleri de
göz önünde bulundurarak (oruç sürelerini de dikkate alarak) süleymaniye
vakfınınkinin kısmen daha doğru olduğuna karar verdim. Ama daha da
isabetli olanı varsa tavsiyelerinizi duymak isterim.
2) Kur'an-ı
azimüşşan'da kutuplarda nasıl oruç tutulacağıyla ilgili bilgi yok deniliyor.
Buradan yola çıkarak bazı kimseler Kur'an'da eksikler olduğunu iddia ediyorlar.
Buna karşı savunmamız nasıl olmalıdır?
3) Ezan'dan
sonra müezzinin ezan duasını okuması bi'dat mıdır? Namaz
sonrası tesbihat duaları ve tesbih (parmaklar ile) sürekli yapılmalı
mıdır yoksa peygamber (sav) sünnetinde bazı zamanlar terk edilmiş midir?
Allah'a emanet
olun. Selametle.
Cevap: Aleykum
selam ve rahmetullahi ve berakatuhu.
1- Sünnette namaz
ve oruç vakitlerini tayinin her gün gözlemlemek üzere yapılması gelmiştir.
Müezzinlerin vazifesi bu olduğu için onlara ecir vaad edilmiştir. İmsakiye ve
takvimler kullanmak bid’attir. Şer’î vakitler matematiksel hesaplarla her gün nizamî
olarak belirlenebilecek veya tahmin edilebilecek vakitler değildir. Nitekim düzenli
gözlem yaptığımızda takvimlerde belirtilen vakitlerin asla tutmadığına da
bizzat şahit olduk. Diğer taraftan gün ve gecenin başlangıç/bitiş zamanları
için saatlerde Greenweech merkez alınıyor ve gecenin ortası günün başlangıç ve
bitiş zamanı olarak esas alınıyor. Bu da şer’î vakitlere aykırı bir
uygulamadır. Dinen gece; güneşin gözden kaybolması ile başlar ve bu aynı
zamanda günün başlangıcıdır. Yani şer’î vakitlere göre günün ilk namazı akşam
namazıdır. Gregoryan takvime göre ise günün ilk namazı sabah namazı
gösterilmektedir. Asırlardır devam eden bu büyük muhalefeti fertler olarak
düzeltmemiz mümkün görünmüyor. Lakin ferdî ibadetlerimizde dinde belirlenen
vakitleri esas alma zorunluluğumuz vardır. Bu vakitler de hadis kitaplarında
tarif edilmiştir. Bu vakitlerin her gün gözleme dayalı olarak belirlenmesi,
matematiksel hesaplara ve tahminlere dayalı imsakiyelere itibar edilmemesi
gerekir. Bu hesaplara uymak bid’at olduğu gibi, aynı zamanda kâfirlere
benzemektir. Zira Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Biz ümmî bir ümmetiz,
yazmayız ve hesap etmeyiz” buyurarak ümmetin özelliği olarak bu vakitleri
yazmamak ve hesap etmemek vasfını belirlemiştir. Abdulaziz Bayındır gibi hain
din düşmanlarının bu hadisi “yazı bilmeyiz, hesap bilmeyiz” diye tercüme etmesi
tamamen tahrif ve tarihi gerçekleri çarptırma amaçlıdır. Zira sahabeler
arasında yazı ve hesap bilen çok kimse vardı.
2- Şer’i vakitler Kur’an ve sünnette belirtilmiştir. Kutuplarda olanları bu vakitlerden istisna eden bir delil olmadığı için bu vakitler orada olanları da bağlar. Oruç fecrin doğuşu ile güneşin gözden kaybolması arasında farz kılınmıştır. Kutuplarda olan bir kimse fecre ve güneşin kaybolmasına şahit oluyorsa bu vakitler arasında oruç tutar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce ayırt edilinceye kadar yiyin, için; sonra da geceye kadar orucu tamamlayın…” (Bakara 187) Kişi şayet güneşin hiç doğmadığı ve hiç batmadığı vakitlerde yani fecri ve güneşin batışına şahit olunamayan zamanlarda orada bulunuyorsa ona oruç vacip olmaz. Zamanın tespiti konusunda namaz vakitlerini takdir etmek Deccal’den bahseden uzunca hadis içinde gelmiştir, lakin oruç için böyle bir takdirde bulunmak gelmemiştir. Bu yüzden kutuplarda olanların en yakın beldelere göre kıyaslayarak oruç tutacaklarını söyleyenler kitaba ve sünnete muhalefet edip yeni bir din uydurmaktadırlar!
3- Ezanı okuyan
kimsenin ezan duasını yapmasını gerektiren bir delil gelmemiştir. Bu yüzden
bazı âlimler müezzinin bu duayı okumasının bid’at olduğunu zikretmişlerdir. Bu
dua ezanı okuyan için değil, işitenler için meşru kılındığından, müezzinin bu
duayı yapmaması esastır. Namazlardan sonraki tesbihata gelince, bu teşvik
edilmiş olan, müstehap bir ameldir. Farz kılınmış ibadetlerden değildir. Emir
kipinde gelen bazı tavsiyeler, söz konusu amelin faziletine teşvik eden
ibareler içeriyorsa, bu emirlerin farzlığı değil, müstehaplığı ifade eden
emirler olduğu anlaşılır. Mesela Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bayram
namazından sonra erkeklere hutbe verdikten sonra kadınların bulunduğu tarafa
doğru gitmiş ve onlara sadaka vermelerini emretmiş, bunun gerekçesini de
cehennemliklerin çoğunu kadınların teşkil ettiğiyle açıklamıştır. Böylece aslen
nafile bir amel olan sadakaya emrin, müstehap olan bir amele teşvik için
yapıldığı ifade edilmiştir. Namazlardan sonraki tesbihat hakkında da durum
böyledir. Kim bu tesbihleri yaparsa kendi menfaatinedir, terk eden günaha
girmiş olmaz.
Allah en iyi
bilendir.