Mâlik ed-Dâr Hadisinin Ölülerden İstigase’ye Delil Getirilmesine Cevap
Ebu Muaz Seyfullah
el-Çubukâbâdî
Ömer radıyallahu anh’ın
haznedarı Malik ed-Dar rahimehullah şöyle anlattı:
أَصَابَ النَّاسَ قَحْطٌ فِي زَمَنِ عُمَرَ فَجَاءَ
رَجُلٌ إِلَى قَبْرِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ يَا رَسُولَ
اللَّهِ اسْتَسْقِ لِأُمَّتِكَ فَإِنَّهُمْ قَدْ هَلَكُوا فَأَتَى الرَّجُلَ فِي الْمَنَامِ
فَقِيلَ لَهُ ائْتِ عُمَرَ فَأَقْرِئْهُ السَّلَامَ وَأَخْبِرْهُ أَنَّكُمْ مُسْقَوْنَ وَقُلْ لَهُ عَلَيْكَ الْكَيْسُ عَلَيْكَ
الْكَيْسُ فَأَتَى عُمَرَ فَأَخْبَرَهُ فَبَكَى عُمَرُ ثُمَّ قَالَ يَا رَبِّ لَا آلُو
إِلَّا مَا عَجَزْتُ عَنْهُ
“Ömer radıyallahu
anh’ın zamanında insanlar şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı. Bir adam Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrine gelerek şöyle dedi:
“Ey Allah’ın rasulü! Ümmetin
için yağmur iste! Zira onlar helak oldular.” Bunun üzerine adama rüyasında
şöyle denildi:
“Ömer’e git, ona selam
söyle, halkın suya kavuşacağını haber ver ve ona şunu söyle; “Uyanık olman
gerekir, zekî davranman gerekir!” Adam derhal giderek durumu
Ömer radıyallahu anh’e bildirdi. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh ağladı ve
şöyle dedi;
“Ey rabbim! Üstesinden gelemediğim şeyler hariç, çaba
sarfetmekten geri durmuyor ve elimden geleni yapıyorum!”[1]
Kıssanın Metni Hakkında Uyarılar
Öncelikle rivayetin metni ile ilgili bazı hususlara
dikkat çekeceğim, sonra isnadından bahsedeceğim:
1- Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrine gelip
seslenen kişinin kim olduğu belirtilmemiştir. Metruk bir ravi olan Seyf b. Ömer
yoluyla gelen bir rivayete göre kabre gelen kişi, Bilal b. Haris el-Muzenî
radiyallahu anh’dir. İbn Hacer el-Askalanî de Seyf b. Ömer’in rivayetine
dayanarak, gelen kişinin Bilal b. Haris radiyallahu anh olduğunu kabul etmiştir[2].
Lakin İbn Hacer rahimehullah’ın bu kabulü hüccet değeri taşımaz. Çünkü bu
konudaki dayanağı metruk bir ravi olan Seyf b. Ömer’dir. Bazıları kabre gelen
kişinin kimliğinin rivayetin sıhhatine bir tesiri yok gerekçesiyle bunu önemli
görmüyorlar. Ancak burada gelen şahsın Bilal b. Haris radiyallahu anh olduğunu
kabul etmememizin sebebi, rivayetin sıhhati açısından değildir, vefatından
sonra Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrine seslenme şeklinde bir amelin
sahabeden birinden sadır olmasının mümkün olamayacağı inancından ötürüdür.
2- Rivayette zikredilen şâhısa rüyasında: “Ömer’e git
ve şöyle söyle” denilmiş, o da Ömer radiyallahu anh’e giderek bu rüyasını haber
vermiştir. Bazıları, kabre seslendiğini de Ömer radiyallahu anh’e haber
verdiğini ve Ömer radiyallahu anh’ın buna itiraz etmediğini bu rivayetten
istinbat ediyorlar.
3- İbn Ebi Hayseme ve Beyhakî’nin rivayetlerinde bu
şahsın rüyasına Nebî sallallahu aleyhi ve sellem gelmiş ve kıssada geçen
sözleri söylemiştir. Bu rivayeti sahih kabul edenlere göre, burada yine
sufilerin iddialarına reddiye söz konusudur. Şöyle ki; kıssada zikredilen şahıs
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den ümmeti için dua etmesini istediğinde, Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem ona “Sizin için dua edeceğim” dememiş, bilakis
hayatındayken meşru ve sünnet kıldığı uygulama olan yağmur duası yapmalarına
yönlendirmiştir.
4- Bu kıssayı sahih kabul eden alimlere göre dahi, bu
kıssa ölülerden yardım isteme şirki hakkında genelleştirilemez. Çünkü sabit
hadiste nebilerin kabirlerinde diri oldukları ve kabirlerinde namaz kıldıkları
bildirilmiştir. Yine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kendisine
getirilen salatın kabrinde kendisine arz edileceğini, kendisine verilen selamı
cevaplamak için ruhunun kendisine iade edileceğini haber vermiştir. Dolayısıyle
nebilerin tam mahiyetini bilemediğimiz berzah hayatları hakkında bildirilen bu
gibi bazı detaylar, nebî olmayanlar hakkında genelleştirilemez. Yine onların
kabirdeki hayatları, her bakımdan hayattaki halleriyle kıyaslanamaz. Yine
şehitlerin de berzahta farklı bir hayat yaşadıkları bildirilmiş ancak ayrıntılarını
bilip anlayamayacağımıza, ilgili ayetlerde vurgu yapılmıştır.
Malik ed-Dar hadisinin isnadı, hadis ilimleri
kriterlerine göre zayıftır. Zira Malik ed-Dar rahimehullah’ın adalet vasfı
tespit edilmiş olsa da, zabt vasfına dair tevsik söz konusu değildir.
İbn Sad’ın Tabakat’ta Malik ed-Dar hakkında “maruf
(tanınan biri) idi” sözü bazılarınca raviyi tevsik manasında yorumlansa da, bu
cerh ve ta’dile dair bir ifade değildir. Bazıları da Malik ed-Dar’ın
meçhulu’l-ayn’lık vasfının kalkmış olması, Malik ed-Dar’ın tabiinden olması
gibi unsurları öne sürerek rivayetin sahih olduğunu ispat etmeye çalışıyorlar.
Tabiinden meçhulu’l-hâl/mestur olan birçok ravilerin
hadislerinin sahih kabul edildiği doğrudur. Lakin burada dikkatten kaçırdıkları
çok önemli bir nokta var: Bu durumdaki yani haklarında cerh sabit olmamış olan,
tabiinden olan mestur ravilerin rivayetlerinin sahih kabul edilmesi, sika
ravilere muhalif rivayette bulunmamaları halinde söz konusudur. Şayet mestur
bir tabiî, (yani adaleti maruf olsa da, zabtı bilinmeyen tabiinden bir ravi)
sikaların rivayetine aykırı rivayette bulunursa onun bu rivayeti münker kabul
edilir. Hatta sika bir ravinin dahi, kendisinden daha güvenilir olan ravileri
aykırı rivayette bulunması halinde bu rivayeti şaz kabul edilir. Adalet vasfı
sabit olan lakin zabt vasfı sabit olmayan Malik ed-Dar rahimehullah’ın bu
rivayeti ise, aşağıda açıklanacağı üzere; sahih ve sarih naslara aykırılıklar
içermektedir.
Diğer taraftan el-A’meş’in müdellis olup Ebu Salih
es-Semman’dan bu kıssayı tedlis sigası olan an’ane ile rivayet etmesi, Ebu
Salih es-Semman’ın, Malik ed-Dar’dan bunu an’ane ile rivayet edip, ondan
işittiğinin sabit olmaması gibi diğer bazı illetler de zikredilmiştir. Hafız
Zehebi, el-A’meş’in kendisinden çokça rivayette bulunması gerekçesiyle Ebu
Salih’ten an’ane ile rivayette bulunmasının sıhhate bir zarar vermediğini
söylemiştir. Buna çeşitli itirazlar söz konusu edilmiştir, lakin bu tartışmaya
girmek gereksizdir. Ebu Salih’in, Malik ed-Dar ile muasır oluşunu gösteren karineler
vardır ve Ebu Salih müdellis olmadığı için, muasaratın ispatı halinde an’ane
ile rivayeti zarar vermez. Bu yüzden bu illet hakkındaki tartışmaya girmek de
yersizdir. En önemli illet, Malik b. İyad ed-Dar rahimehullah’ın zabt sıfatının
sabit olmayışı ve kıssa metninin bilinen sabit naslara muhalif unsurlar
içermesidir.
Bazı âlimlerin bu kıssanın isnadına sahih dedikleri
vakidir. Lakin bu âlimlerin sözlerine dayanarak kıssanın isnadı sahih kabul
edilecek olursa dahi bu durumda metin şaz olmaktan öteye geçemez. Çünkü dinde
bilinen sarih ve sahih delillere açıkça bir aykırılık olduğu gibi, Ömer
radiyallahu anh’ın uygulamalarının geneline de bir aykırılık söz konusudur:
Kıssadaki Aykırılıklar
a) Dinde meşru kılınan istiska (yağmur duası) namazına
ve Kur’ânda ve sahih sünnette gelen dua ve istiğfara aykırıdır.
Nu’mân b. Beşîr
radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
الدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ {قَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ}
“Şüphesiz duâ
ibadetin ta kendisidir.” Sonra şu ayeti okudu: “Rabbiniz buyurdu ki:
Bana duâ edin, size icabet edeyim. Bana kulluktan büyüklenenler hakir bir
şekilde cehenneme gireceklerdir.” (Mu’min 60)”[3]
Enes b. Mâlik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: “Sizden biriniz ihtiyacını veya kopan ayakkabı bağı
bile olsa, bütün ihtiyaçlarını rabbinden istesin.”[4]
Bu konuda, Allah’tan başkasına, gaib olana veya ölülere seslenip dua
etmekten, yardım istemekten yasaklayan pek çok ayet ve hadisler vardır ve bilinmektedir.
Malik ed-Dar Kıssasının Doğru
Aslı Nedir?
b) Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr’den gelen, aynı kıssaya dair bir rivayet,
Malik ed-Dar rivayetinde hata olduğunu açıkça göstermektedir: Abdullah b. Ubeyd
b. Umeyr rahimehullah şöyle anlatmıştır:
أَصَابَ النَّاسَ
سَنَةٌ وَكَانَ رَجُلٌ فِي بَادِيَةٍ فَخَرَجَ فَصَلَّى بِأَصْحَابِهِ رَكْعَتَيْنِ
وَاسْتَسْقَى ثُمَّ نَامَ فَرَأَى فِي الْمَنَامِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَتَاهُ وَقَالَ أَقْرِئْ عُمَرَ السَّلَامَ وَأَخْبِرْهُ أَنَّ
اللَّهَ قَدِ اسْتَجَابَ لَكُمْ وَكَانَ عُمَرُ قَدْ خَرَجَ فَاسْتَسْقَى أَيْضًا وَأْمُرْهُ
فَلْيُوَفِّ الْعَهْدَ وَلْيَشُدَّ الْعَقْدَ قَالَ فَانْطَلَقَ الرَّجُلُ حَتَّى أَتَى
عُمَرَ فَقَالَ اسْتأْذِنُوا لِرَسُولِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
قَالَ فَسَمِعَهُ عُمَرُ فَقَالَ مَنْ هَذَا الْمُفْتَرِي عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى
اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ فَقَالَ الرَّجُلُ لَا تَعْجَلْ عَلَيَّ يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ
فَأَخْبَرَهُ الْخَبَرَ فَبَكَى عُمَرُ
“İnsanlara kıtlık isabet etti. Çölde olan bir adam çıktı, arkadaşlarına
iki rekât namaz kıldırdı ve yağmur duası yaptı. Sonra rüyasında Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisine gelerek şöyle dediğini gördü:
“Ömer’e selam söyle ve Allah’ın size icabet ettiğini haber ver. Ömer de
yağmur duasına çıkmıştı. Ona ahde vefa göstermesini ve akitleri sağlam
tutmasını da söyle.” Adam yola çıktı ve Ömer radiyallahu anh’e gelip:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in elçisinin girmesine izin
verin” dedi. Ömer radiyallahu anh bunu işitti ve dedi ki:
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e iftira eden bu adam da
kimdir?” Adam dedi ki:
“Hakkımda acele etme ey mü’minlerin emiri!” Sonra durumu ona haber
verdi. Bunun üzerine Ömer radiyallahu anh ağladı.”[5]
Ömer Radiyallahu anh’ın Bâtıl
Tevessül ve Delilsiz Teberrüke Karşı Bilinen Tutumu
c) Ömer radiyallahu anh’ın ölülerden yardım istemeye
ve hatta nebilerden birinin naaşının vesile edilmesine dahi karşı çıkması
şeklindeki sabit uygulamalarına da aykırıdır.
Mutarrif b. Malik rahimehullah şöyle anlatmıştır:
قَالَ شَهِدْتُ فَتْحَ تُسْتَرَ مَعَ الْأَشْعَرِيِّ فَأَصَبْنَا
قَبْرَ دَانْيَالَ بِالسُّوسِ وَكَانُوا إِذَا اسْتَسْقَوْا خَرَجُوا فَاسْتَسْقَوْا
بِهِ فَذَكَرَ الْحَدِيثَ فِيمَا وَجَدُوا فِيهِ وَكَانَ فِيمَا وَجَدُوا فِيهِ رَبْعَةً
فِيهَا كِتَابٌ فَذَكَرَ الْحَدِيثَ فِي أَجِيرٍ نَصْرَانِيٍّ يُسَمَّى نُعَيْمًا وُهِبَ
لَهُ الْكِتَابُ ثُمَّ فِي إِسْلَامِهِ ثُمَّ فِي قِرَاءَةِ ذَلِكَ الْكِتَابِ وَإِذَا
فِيهِ {وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْإِسْلَامِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ
فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ} فَأَسْلَمَ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ اثْنَانِ وَأَرْبَعُونَ
حَبْرًا وَذَلِكَ فِي خِلَافَةِ مُعَاوِيَةَ فَأَتْحَفَهُمْ وَأَعْطَاهُمْ
“(Ebu Musa) el-Eş’arî radiyallahu anh ile
beraber Tuster’in fethinde bulundum. Danyal aleyhi's-selâm’ın kabrini Sus’ta
ele geçirdik. Sus halkı Yağmur duasına çıkacakları zaman onu götürürler ve onu
vesile kılarak yağmur isterlerdi.” Ravi kabirde buldukları şeylerle ilgili
hadisi zikredip dedi ki:
“Kabirde buldukları şeylerden birisi de içinde
bir kitap bulunan bir kap idi.” Sonra Nuaym adındaki Hıristiyan bir işçiden,
kitabın ona verilmesinden ve adamın müslüman olmasından bahsedip kitapta şu
ayetin yazılı olduğunu söyledi:
“Kim İslâm’dan başka bir dine yönelirse,
onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir.” (Âl-i İmran
85) Sonra dedi ki:
“O gün onlardan kırk iki bilgin müslüman oldu.
Bu olay Muaviye’nin hilafeti döneminde olmuştu ve Muaviye onlara hediyeler
vermişti.”[6]
Müşriklerin Danyal aleyhi's-selâm’ın cesediyle
tevessül etmeleri sebebiyle Ömer radiyallahu anh onun kimsenin bilmediği bir
yere gömülmesini emretmiştir. Nitekim Enes radiyallahu anh şöyle demiştir:
أَنَّهُمْ
لَمَّا فَتَحُوا تُسْتَرَ قَالَ وَجَدْنَا رَجُلاً أَنْفُهُ ذِرَاعٌ فِي التَّابُوتِ
كَانُوا يَسْتَظْهِرُونَ أَوْ يَسْتَمْطِرُونَ بِهِ فَكَتَبَ أَبُو مُوسَى إِلَى عُمَرَ
بْنِ الْخَطَّابِ بِذَلِكَ فَكَتَبَ عُمَرُ إِنَّ هَذَا نَبِيٌّ مِنَ الأَنْبِيَاءِ
وَالنَّارُ لاَ تَأْكُلُ الأَنْبِيَاءَ أَوْ الأَرْضُ لاَ تَأْكُلُ الأَنْبِيَاءَ فَكَتَبَ
إِلَيْهِ أَنْ انْظُرْ أَنْتَ وَرَجُلٌ من َأَصْحَابِكَ يَعْنِي أَصْحَابَ أَبِي مُوسَى
فَادْفِنُوهُ فِي مَكَان لاَ يَعْلَمُهُ أَحَدٌ غَيْرُكُمَا قَالَ فَذَهَبْتُ أَنَا
وَأَبُو مُوسَى فَدَفَنَّاهُ
“Tuster feth edildiği zaman tabut içinde burnu
bir zira’ kadar olan bir adam gördük. Tuster halkı onun hürmetiyle zafer diler
ve yağmur isterlerdi. Ebu Musa radiyallahu anh bu konuda Ömer b. el-Hattab
radiyallahu anh’e mektup yazınca Ömer radiyallahu anh şöyle cevap yazdı:
“Bu, nebilerden bir nebidir. Şüphesiz ateş veya
toprak nebilerin cesetlerini yemez. Arkadaşlarından birini al ve sizden başka
kimsenin bilmeyeceği bir yerde onu defnet.” Bunun üzerine ben ve Ebu Musa
radiyallahu anh onu götürüp defnettik.”[7]
Ebu’l-Âliye rahimehullah da aynı hadiseyi şu
şekilde anlatmıştır:
لَمَّا افْتَتَحْنَا تُسْتَرَ وَجَدْنَا فِي بَيْتِ مَالِ الْهُرْمُزَانِ
سَرِيرًا عَلَيْهِ رَجُلٌ مَيِّتٌ عِنْدَ رَأْسِهِ مُصْحَفٌ لَهُ فَأَخَذْنَا الْمُصْحَفَ
فَحَمَلْنَاهُ إِلَى عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ، فَدَعَا لَهُ كَعْبًا
فَنَسَخَهُ بِالْعَرَبِيَّةِ أَنَا أَوَّلُ رَجُلٍ مِنَ الْعَرَبِ قَرَأَهُ قَرَأْتُهُ
مِثْلَ مَا أَقْرَأُ الْقُرْآنَ هَذَا فَقُلْتُ لِأَبِي الْعَالِيَةِ مَا كَانَ فِيهِ؟
فَقَالَ سِيرَتُكُمْ وَأُمُورُكُمْ وَدِينُكُمْ وَلُحُونُ كَلَامِكُمْ وَمَا هُوَ كَائِنٌ
بَعْدُ قُلْتُ فَمَا صَنَعْتُمْ بِالرَّجُلِ؟ قَالَ حَفَرْنَا بِالنَّهَارِ ثَلَاثَةَ
عَشَرَ قَبْرًا مُتَفَرِّقَةً فَلَمَّا كَانَ فِي اللَّيْلِ دَفَنَّاهُ وَسَوَّيْنَا
الْقُبُورَ كُلَّهَا لِنُعَمِّيَهُ عَلَى النَّاسِ لَا يَنْبُشُونَهُ فَقُلْتُ وَمَا
تَرْجُونَ مِنْهُ؟ قَالَ كَانَتِ السَّمَاءُ إِذَا حُبِسَتْ عَلَيْهِمْ بَرَزُوا بِسَرِيرِهِ
فَيُمْطَرُونَ قُلْتُ مَنْ كُنْتُمْ تَظُنُّونَ الرَّجُلَ؟ قَالَ رَجُلٌ يُقَالُ لَهُ
دَانْيَالُ فَقُلْتُ مُذْ كَمْ وَجَدْتُمُوهُ مَاتَ؟ قَالَ مُذْ ثَلَاثِمِائَةِ سَنَةٍ
فَقُلْتُ مَا كَانَ تَغَيَّرَ شَيْءٌ؟ قَالَ لَا إِلَّا شُعَيْرَاتٌ مِنْ قَفَاهُ إِنَّ
لُحُومَ الْأَنْبِيَاءِ لَا تُبْلِيهَا الْأَرْضُ وَلَا تَأْكُلُهَا السِّبَاعُ
“Tuster’i feth ettiğimiz zaman Hurmuzan’ın
beytu’l-mâlinde üzerinde ölmüş bir adamın bulunduğu bir yatak gördük. Adamın
başının yanında bir kitap vardı. Kitabı alıp Ömer b. el-Hattab radiyallahu
anh’e götürdüğümüzde Kâbu’l-Ahbar rahimehullah’ı çağırıp onun Arapça bir
nüshasını çıkarttırdı. O kitabı Arapça olarak okuyan ilk kişi benim. Onu tıpkı
bu Kur’ân’ı okuduğum gibi okudum. Halid b. Dinar dedi ki: “Ebu’l-Aliye
rahimehullah’a o kitapta ne olduğunu sorduğumda dedi ki:
“Sizin gidişatınız, işleriniz, sözleriniz ile
ileride meydana gelecek şeyler anlatılıyordu.” Ben:
“Adamı ne yaptınız?” diye sordum. Dedi ki:
“Halkın onu kabirden çıkarmaması için gündüz ayrı ayrı on üç mezar kazdık. Gece
olunca ise adamı defnedip bütün mezarları dümdüz ettik.” Ben:
“Halkın ondan beklentisi neydi?” diye sordum.
Dedi ki: “Yağmur yağmadığı zaman halk onun cesedini dışarıya çıkarıp bu şekilde
yağmur isterlerdi.” Ben:
“Onun kim olduğunu düşünüyordunuz?” dedim. Dedi
ki: “Danyal denilen kişi olduğunu düşünüyorduk.” Ben:
“Ne kadar zaman önce öldüğünü düşünüyordunuz?”
diye sordum. Dedi ki: “Üç yüz yıl önce” Ben:
“Adam bu sürede hiç değişmemiş mi?” dedim. Dedi
ki: “Arka tarafından bazı saç telleri değişmişti. Nebilerin etini toprak
çürütmez ve vahşi hayvanlar yemez.”[8]
Görüldüğü gibi Ömer radiyallahu anh ve diğer
sahabiler, müşriklerin Danyal aleyhi's-selâm’ın cesediyle tevessül etmelerine
karşı çıkmışlar ve bu batıl inancın insanları saptırmaması için Danyal
aleyhi's-selâm’ın cesedini gizlemişlerdir.
Yine Ömer radiyallahu anh delilsiz teberrüke de
net bir şekilde karşı çıkmıştır:
Tarsus halkının
kadısı İsa b. Yunus rahimehullah dedi ki:
أَمَرَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ بِقَطْعِ
الشَّجَرَةِ الَّتِي بُويِعَ تَحْتَهَا النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
فَقَطَعَهَا لِأَنَّ النَّاسَ كَانُوا يَذْهَبُونَ فَيُصَلُّونَ تَحْتَهَا فَخَافَ
عَلَيْهِمُ الْفِتْنَةَ قَالَ عِيسَى بْنُ يُونُسَ وَهُوَ عِنْدَنَا مِنْ حَدِيثِ ابْنِ
عَوْنٍ عَنْ نَافِعٍ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا يَأْتُونَ الشَّجَرَةَ فَقَطَعَهَا عُمَرُ
“Ömer b.
el-Hattab radiyallahu anh Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in altında biat
aldığı ağacın kesilmesini emretmiştir. Çünkü insanlar oraya gidip o ağacın
altında namaz kılıyorlardı. Onlar hakkında fitneden korkmuştur. İbn Avn, Nafi
rahimehullah’tan şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Bazı insanlar
ağacın altına gidiyorlardı. Bunun üzerine Ömer b. El-Hattab radıyallahu anh o
ağacı kestirdi.”[9]
Ma’rûr b. Suveyd rahimehullah’tan:
خَرَجْتُ مَعَ أَمِيرِ الْمُؤْمِنِينَ عُمَرَ بْنِ
الْخَطَّابِ مَنْ مَكَّةَ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلَمَّا أَصْبَحْنَا صَلَّى بِنَا
الْغَدَاةَ ثُمَّ رَأَى النَّاسَ يَذْهَبُونَ مَذْهَبًا فَقَالَ أَيْنَ يَذْهَبُ
هَؤُلَاءِ؟ قِيلَ يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ مَسْجِدٌ صَلَّى فِيهِ رَسُولُ
اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هُمْ يَأْتُونَ يُصَلُّونَ فِيهِ
فَقَالَ إِنَّمَا هَلَكَ مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ بِمِثْلِ هَذَا يَتَّبِعُونَ آثَارَ
أَنْبِيَائِهِمْ فَيَتَّخِذُونَهَا كَنَائِسَ وَبِيَعًا مَنْ أَدْرَكَتْهُ
الصَّلَاةُ فِي هَذِهِ الْمَسَاجِدِ فَلْيُصَلِّ وَمَنْ لَا فَلْيَمْضِ وَلَا
يَعْتَمِدْهَا
“Mü’minlerin emiri Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh ile beraber
Mekke’den Medine’ye yola çıktım. Sabahladığımız zaman bize sabah namazını (Fil
suresini ve Kureyş suresini okuyarak) kıldırdı. Sonra bazı kimselerin bir yere
gittiklerini gördü ve:
“Bunlar nereye gidiyorlar?” diye sordu. Denildi ki: “Ey mü’minlerin
emiri! Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in içinde namaz kıldığı bir
mescide namaz kılmak için gidiyorlar.” Ömer radiyallahu anh dedi ki:
“Sizden öncekiler ancak bu gibi şeyler yüzünden helâk oldular.
Nebilerinin izlerini araştırıp oralarda kiliseler ve havralar edindiler. Kim şu
mescidlerde iken namaz vaktine yetişirse namazı kılsın. Böyle durumda olmayan
ise geçip gitsin, özellikle bu mescidleri kast etmesin.”[10]
* Parantez arasındaki ziyade İbn Ebî Şeybe ve
Abdurrazzak’ın rivayetlerindendir.
Kıssanın Aykırılık İçerdiği Diğer Bir Önemli Husus:
d) Şayet Malik ed-Dar kıssası bu şekilde bütün içeriğiyle
sahih kabul edilirse, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrinin bayram yeri
edinilmesinin haklı bir gerekçesi olur, insanlar akın akın Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrine gider ve herkes derdinin dermanını
kabirden isterdi. Hâlbuki Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hayatında iken
şöyle bir yasaklamada bulunmuştur: Ebu Hureyre radiyallahu anh’den: Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:
لَا تَجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قُبُورًا وَلَا تَجْعَلُوا
قَبْرِي عِيدًا وَصَلُّوا عَلَيَّ فَإِنَّ صَلَاتَكُمْ تَبْلُغُنِي حَيْثُ كُنْتُمْ
“Evlerinizi kabirler haline getirmeyin. Kabrimi bayram
yerine çevirmeyin ve bana salat edin. Zira nerede olsanız salatınız bana tebliğ
edilir.”[11]
Şayet Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e kabrinden istekte
bulunup seslenmeye meşru bir yol olsaydı, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem bu şekilde bir yasaklamada bulunmazdı.
Ali Hoşafçı, “Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Selefice
Cevaplar” adlı kitabında (s.41) Bekr b. Abdillah rahimehullah’tan şu hadisi
zikrediyor ve sahih olduğunu iddia ediyor:
حَياتي خَيرٌ لَكُم، تُحَدِّثونَ ويُحَدَّثُ لَكُم،
فَإِذا أَنا مِتُّ كانَت وفاتي خَيرًا لَكُم، تُعرَضُ عَلَيَّ أَعمالُكُم، فَإِذا رَأَيتُ
خَيرًا حَمِدتُ اللهَ، وإِن رَأَيتُ شَرًّا استَغفَرَتُ اللهَ لَكُم
“Benim hayatım sizin için hayırlıdır. (sağlığımda bir takım
işler) yaparsınız, size (onlarla ilgili hükümler) bildirilir. Ben öldüğümde ise
vefatım sizin için hayırlıdır. Çünkü amelleriniz bana (kabrimde) arz edilir.
Hayır görürsem Allah’a hamd ederim, şer görürsem Allah’tan sizin için af
dilerim.”
Bu rivayeti zikrettikten sonra, hadisi Bezzar’ın musnedinde
zikrettiğini, İbnu’l-Iraki’nin isnadına ceyyid dediğini, Heysemi’nin de Bezzar’ın
rivayeti hakkıında ricali sahihin ricalidir dediğini nakleder.
Hadis ilimlerinden iyi anladığı gibi bir intibaı her
fırsatta ileri süren Ali Hoşafçı, zikrettiği metinle İbn Sa’d’ın,[12]
Bekr b. Abdillah el-Muzenî’den yaptığı bu rivayet hakkında böyle diyor!
Öncelikle bilinmesi gerekir ki, Bekr b. Abdillah el-Muzenî rahimehullah, tabiin’in
orta tabakasındandır ve bu rivayet bu şekliyle mürseldir. Bekr b. Abdillah’a
kadar ulaşan isnad sahih olduğundan bu mürsel rivayet şahit ve mutabaata
elverişli zannedilebilir. Lakin bu metinde de sahih ve sarih naslara aykırılık
olduğu biraz sonra aşağıda açıklanacaktır.
Bu hadisi Haris b. Ebi Usame de, Müsned’inde Bekr b. Abdullah el-Müzeni’den
mürsel olarak rivayet etmiştir.[13] İbn Sad’ın rivayeti mürsel olması sebebiyle, Haris’in
rivayeti ise mürsel olmasının yanında, ayrıca isnadında Cisr b. Ferkad’ın
bulunması sebebiyle zayıftır.
Bezzar’ın rivayeti ise İbn Mes’ud radiyallahu anh’den
muttasıl isnadla gelmektedir ve lafzı şu şekildedir:
إِنَّ لِلَّهِ مَلائِكَةً
سَيَّاحِينَ يُبَلِّغُونِي عَنْ أُمَّتِي السَّلامَ وَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى
الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَيَاتِي خَيْرٌ لَكُمْ تُحَدِّثُونَ وَيُحَدَّثُ لَكُمْ وَوَفَاتِي
خَيْرٌ لَكُمْ يُعْرَضُ عَلَيَّ أَعْمَالُكُمْ فَمَا رَأَيْتُ مِنْ خَيْرٍ حَمِدْتُ
اللَّهَ عَلَيْهِ وَمَا رَأَيْتُ مِنْ شَرٍّ اسْتَغْفَرْتُ اللَّهَ لَكُمْ
“Muhakkak ki Allah’ın gezici melekleri vardır,
ümmetimin selamını bana ulaştırırlar. Hayatım sizin için hayırlıdır. Siz
konuşursunuz, biz de sizinle konuşuruz. Ölümüm de sizin için hayırlıdır. Çünkü
amelleriniz bana arz edilir, hayırlı görürsem hamd eder, kötü görürsem sizin
için Allah’tan bağışlanma dilerim.”[14]
Bunun isnadında Abdulmecid b. Abdilaziz b. Ebi Ravvad’da
zayıflık vardır, lakin Bekr b. Abdillah’ın mürsel rivayetiyle kuvvetlendiği
zannedilebilir. Ancak ilk cümleden sonrasını yalnızca İbn Ebi Ravvad rivayet
etmiş ve aynı hadisi sadece ilk cümleyle rivayet eden sikalara muhalefet
etmiştir.
Sadece ilk cümleyle Süfyan es-Sevri’den birçok yoldan
rivayet edilmiştir: Ahmed b. Hanbel; Abdurrahman b. Mehdi yoluyla[15],
İsmail el-Kadi; Yahya b. Said el-Kattan yoluyla[16],
İbn Ebi Şeybe, Ahmed, Ebu Ya’la, Nesai ve İbn Hibban;
Vekî b. el-Cerrah yoluyla[17],
Nesai; İbnu’l-Mubarek yoluyla[18],
Ahmed ve Nesai; Muaz b. Muaz yoluyla[19],
Nesai ve Taberani; Abdurrazzak yoluyla[20],
Ahmed; Abdullah b. Numeyr yoluyla[21],
Darimi; el-Firyabi yoluyla[22],
Hakim, Taberani ve Ebu Nuaym; Ebu İshak el-Fezari
yoluyla[23],
Taberani; Fudayl b. Iyad yoluyla[24]
sadece ilk cümleyle rivayet ettiler.
Bu rivayet metninde Sufyan es-Sevri’ye; el-A’meş,
el-Huseyn el-Halkani, Muhammed b. Abdirrahman b. Ebi Leyla, el-Avvam b. Havşeb
ve Şu’be mutabaat etmişlerdir. Bunların hepsi Süfyan’dan, o Abdullah b.
es-Saib’den, o Zadan’dan, o da İbn Mesud radıyallahu anh’den sadece ilk cümle
ile rivayet etmişlerdir. Bunların hepsi de güvenilir, sağlam ravilerdir.
Abdulaziz İbn Ebi Ravvad ise bu on güvenilir raviye muhalif olarak: “Hayatım
sizin için hayırlıdır…” kısmından itibaren başlayan ziyade ile rivayet
etmiştir.
Humeydi, Ebu Hatim, Abdurrazzak, Darekutni, Muhammed b. Yahya, İbn Sad,
es-Saci ve İbn Hibban, Abdulmecid b. Abdilaziz b. Ebi Ravvad’ın zayıf olduğunu
söylemişler, Buhari; “Hakkında konuşuldu” demiştir.[25]
Bu âlimler onun zayıflığını şöyle açıklamışlardır: “İbn Cüreyc’den yaptığı
rivayetlere kimse tabi olmamış, Malik’ten yaptığı rivayetlerde hata etmiştir.”
İbn Hibban dedi ki: “Haberleri değiştirip meşhur ravilerden münker rivayetler
getirdi. Böylece terk edilmeyi hak etti.”
Görüldüğü gibi, bu değerlendirmeler ravinin zabtı hakkında cerh
ifade eder.
Yahya b. Main, Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud, Nesai, İbnu Şahin, Zehebi ve
başkaları; “Sika (güvenilir)” demişlerdir.
İbni Hacer Takrib’de der ki; “Sadukdur. Hata eder,
Mürcie’den idi. İbn Hibban’ın Onun hakkında metruk demesi ifrattır.”[26]
Bu ravi hakkında yapılan cerh müfesser olduğu için
mukaddemdir ve onu güvenilir sayanlar dahi mürcieliğe davet ettiğini
açıklamışlardır. Hadisin metni de irca fikrini destekleyici mahiyettedir. Bid’at
ehlinin rivayetlerinde, bidatinde aşırı gitmesi, bidatini destekleyici metin
rivayet etmesi ve bidate davetçi olması gibi hallerde rivayeti kabul edilmez.[27]
Hulasa; Abdulmecid b. Abdilaziz b. Ebi Ravvad’ın
ziyadesi, kendisinden daha güvenilir ravilere muhaliftir. Bu durumda bu ziyade,
bu raviyi zayıf kabul edenlere göre münker, güvenilir kabul edenlere göre de
şazdır. Her halukarda rivayet sahih değildir.
Yine Haris b. Ebi Usame, hadis uyduran bir ravi olan el-Adevi’nin[28] ve Haraş[29] adlı meçhul bir ravinin
bulunduğu başka bir tarikle, Enes radıyallahu anh’den:
“Hayatım da ölümüm de sizin için hayırlıdır. Hayatımda sizlerle
konuşurum. Ölümümde ise pazartesi ve Perşembe günleri amelleriniz bana arz
edilir. Salih amelleriniz için Allaha hamd ederim. Kötü amelleriniz için
bağışlanma dilerim” lafzıyla rivayet etmiştir.[30]
Bu uydurmadır. Yine Ebu Tahir el-Muhallis, el-Muhallisiyyat’ta (2412) Enes radiyallahu
anh’den, Muhammed b. Abdillah b. Ziyad el-Ensari adlı hadis uyduran bir ravi
yoluyla rivayet etmiştir.
Deylemi de isnadsız olarak Ebu Hureyre radıyallahu anh’den rivayet
etmiştir.[31]
Hadisin metnine gelince, burada kastedilenin berzah
hayatında yapılan bir dua olduğu anlaşılır. — Şayet sahih olduğu kabul edilse -
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in burada kendisiyle tevessül ve
istiğase edilmesini meşru kıldığı anlaşılamaz. “Amelleriniz bana arzedilir, ben
dua ederim” deniliyor, bana seslenin veya beni aracı kılın denilmiyor!
Amellerin Pazartesi ve Perşembe günleri Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’e değil, Allah Azze ve Celle’ye arz edildiği sahih
rivayetlerde sabittir.[32] Amellerin Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’e arz edileceğini ifade eden zayıf hadisler bu sahih hadislere
aykırıdır.
Yine amellerin Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e
kabrinde iken arz edilmesi, sahih rivayetlerle sabit Havz hadisine aykırıdır.
Çünkü havz hadisinde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e: “Sen onların senden
sonra neler çıkardığını bilmiyorsun” denileceği bildirilmiştir.[33]
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Kabri’nin Bulunduğu Yer İle İlgili
Aykırılık!
e) Kıssanın içerdiği diğer bir aykırılık da bu mübhem şahsın
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabrine gelip seslenmesinin çok uzak bir
ihtimal olmasıdır. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in kabri, Ömer radiyallahu
anh zamanında hala Aişe radiyallahu anha’nın hücresinde idi. Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’in kabrinin Mescidi Nebeviye dâhil edilmesi çok sonraları,
Yezid b. el-Velid zamanında olmuştur!
Nisa 64. Ayetinde Geçen “İz” Edatı Hakkında
Ali Hoşafçı’ya Cevap
Yukarıdaki
açıklamalar, Seyyid Ali Hoşafçı’nın “Selefilik Adı Altındaki Görüşlere
Cevaplar” kitabında Malik ed-Dar hadisi hakkında “cevap” olduğunu iddia ettiği
kuruntuları da boşa çıkarmaktadır. Konuyla yakından alakası olduğu için muşarun
ileyhin mezkûr kitabında başka bir saptırmasına da cevap zikredeyim:
Adı geçen kitabın 326.
Sayfası ve ve devamında Allah Teâlâ’nın:
وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ
جَاءُوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ
تَوَّابًا رَحِيمًا
“Eğer onlar nefislerine zulmettiklerinde sana
gelerek Allah’tan bağışlanma dileselerdi, Rasul de onlar için bağışlanma
dileseydi yemin olsun ki Allah’ı Tevvab ve Rahim bulacaklardı.” (Nisa 64) ayeti hakkında şöyle diyor:
“İz” kelimesi her
zaman geçmiş zaman için kullanılmadığını, Kur’an okuyanlar ve ona inananlar ve
nahiv kitaplarından haberi olanlar iyi bilir.” Sonra (En’am 27, Sebe 51,
En’am 30, En’am 93, Sebe 31, Secde 12) ayetlerini sırayla zikrediyor ve
ardından diyor ki,
“Tabiidir ki aklı
olan bir kimse bunların mazide olduğunu söylemez. “İz” lafzının mazi için
kullanıldığını gösteren ayetleri görüp gösterip bunları görüp görmemek herhalde
tek gözlülük olsa gerek…”
Seyyid Ali Hoşafçı
arap dilini iyi bilmediğinden mi, yoksa bildiği halde demagoji yapmak için mi
böyle diyor Allah bilir. Lakin Arap dil kurallarına göre “iza” edatı geleceğe
yönelik zarf görevi görürken, Nisa 64 ayetinin metninde geçen “iz” edatı da
geçmiş zamanla ilgili zarf anlamı taşımaktadır. Lisanu’l-Arab’da da İbn
Manzur’un zikrettiği gibi diğer dilciler de aynı kuralı dile getirmişlerdir.[34]
Buna göre ayet,
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem döneminde meydana gelmiş belirli bir
olayı anlatmaktadır. Nitekim şu ayetlerde de buna benzer bir durum söz
konusudur:
وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا
لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللَّهُ
وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ
“Hani bir zaman kâfirler seni hapsetmek, ya da
öldürmek yahut seni sürgün etmek için tuzak kuruyorlardı. Onlar düzen
kurarlardı ama Allah da düzen kuruyordu. Şüphesiz Allah düzen kuranların en
hayırlısıdır.” (Enfal 30)
وَإِذْ قَالَتْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ
يَاأَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُوا وَيَسْتَأْذِنُ فَرِيقٌ مِنْهُمُ
النَّبِيَّ يَقُولُونَ إِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍ إِنْ يُرِيدُونَ
إِلَّا فِرَارًا
“Onlardan bir gurup da
demişti ki: “Ey Yesribliler! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi
dönün!” İçlerinden bir kısmı ise: “Gerçekten evlerimiz emniyette değil” diyerek
Nebî’den izin istiyordu; oysa evleri tehlikede değildi, sadece kaçmayı
arzuluyorlardı.” (Ahzab 13)
“İz” edatı
ancak “tera” fiilinden sonra geldiğinde gelecek zaman için zarf olabilir. Bu
durumda da kıyamet ile ilgili konulardaki gibi geleceğe ait olduğu bilinen
hususlarla ilgili olur. Nitekim Ali Hoşafçı’nın zikrettiği ayetlerin tümünde
“iz” edatı, “tera” fiilinden sonra gelmiştir. Ancak Nisa 64. Ayetinde böyle bir
durum söz konusu değildir.
Seyyid Ali
Hoşafçı, diğer birçok bid’at ehli gibi, fiil ile fail ayrımı ilkesine riayet
etmediğinden olsa gerek, Malik ed-Dar kıssası, Utbi’den nakledilen bedevi
kıssası gibi rivayetleri kitaplarında zikreden bazı âlimlerin isimlerinin
kutsanmasına sığınarak, kimsenin bu alimleri, bu kıssaları zikrettiği için
tekfir etmemiş olmasını duygusal bir malzeme olarak öne sürüyor ve bu alimler
tekfir edilmediğine göre bu bâtıl amelin de kabul görmesi gerektiği gibi saçma
bir sonuç elde etmek istiyor. Nitekim Nureddin Yıldız adlı şarlatan da: “Hasen
el-Benna rabıta yapmış, ben rabıtaya nasıl şirk diyeyim?” şeklinde zırva
sözleri kendi diline yakıştırabilmektedir!
Evet! Bu haricî zihniyete göre bir fiilin şirk
olduğunu söylemek, o fiilde vuku bulan herkesi müşrik kabul etmek demektir! Bu
yüzden sahibi tekfir edilmeyen bazılarının bâtıl söz ve amelleri, meşru sayma
yolunu tutuyorlar. Bu din ve iman hakkında büyük bir cahillikten ileri
gelmektedir! Nitekim Ömer b. el-Hattab radiyallahu anh, babaları adına yemin
etmiş, sonra bu konuda uyarılmış, kimse Ömer radiyallahu anh’ın müşrik olduğunu
söylememiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem babalar adına yemin
etmenin şirk olduğunu açıklamıştır. Halbuki Ömer radiyallahu anh hayatında
cennetle müjdelenenlerdendir. Yine cennetle müjdelenen diğer bir sahabi, Sa’d
b. Ebi Vakkas radiyallahu anh, lat adına yemini ağzından kaçırmış, bu konuda
uyarılınca Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelmiş ve
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona bu sözünden bağışlanma dilemesini ve
tevhid sözüyle buna kefaret kılmasını söylemiştir.
Musa
aleyhi's-selâm öfkenin galebesiyle Allah’tan aldığı vahyin yazılı olduğu
levhaları yere fırlattı, bundan dolayı kâfir olmadı diye, Kur’an ayetlerine
hakaret etmek küfür olmaktan çıkar mı? İşte Mürcie ile Harici sapıkları iki
dengesizlik arasında bocalayıp duruyorlar!
Bir fiilin şirk
olduğunu söylemek, o fiilde vuku bulan herkesin alel-itlak kafir veya müşrik
olduğunu söylemek demek değildir! Yahut bâtıl bir söz veya amelde bulunan
kimsenin bundan dolayı tekfir edilmemiş olması, o söz veya ameli temize
çıkarmaz!
[1] Münker veya şaz. İbn Ebi Şeybe (6/356) İbn Ebi Hayseme
Tarih (1118) Beyhaki Delail (7/47) İbn Asakir Tarih (44/345, 56/489) İbn Hacer Fethu’l-Bari
(2/397,495) İbn Hacer el-İsabe (3/484) İbn Abdilberr el-İstiab (3/1149) el-Halili
İrşad (1/313-314) İbn Kesir el-Bidaye (7/149-151) Münziri et-Tergib (2/41)
Heysemi Mecmau’z-Zevaid (3/125)
[2]
İbn Hacer Fethu’l-Bari (2/412)
[3] Sahih.
İbn Hibban (3/172) Ahmed (4/267, 271, 276) Ebû Dâvud (1479) Hâkim (1/667)
[4] Sahih.
Tirmizî (3604) Bezzar (13/294) Ebu Ya’lâ (6/130) İbn Hibban (3/148, 177)
Beyhaki Şuab (2/40) Ziyau’l-Makdisi, el-Muhtare (5/9)
[5] Abdurrazzak (2/93 no: 4914)
* İsnadında İsmail b. Şurus Ebu’l-Mikdam es-San’anî vardır. Bu ravi,
İkrime, Tavus ve Vehb b. Munebbih rahimehumullah’tan rivayette bulunmuştur.
Kendisinden de Bişr b. Rafi Ebu’l-Esbat, Ma’mer b. Raşid ve el-Hakem b. Eban
rivayette bulunmuşlardır. İbn Hibban ve
İbn Şahin, İsmail b. Şurus’u sikalardan zikretmişlerdir. Ali b. el-Medini ve
el-Huseyn b. Hibban’ın rivayetinde Yahya b. Main, İsmail b. Şurus’un sika
olduğunu söylemişlerdir. Ebu’l-Abbas er-Razi onu Yemen fukahasından
zikretmiştir. Abdurrazzak dedi ki: “Ma’mer’e: “Neden İb Şurus’tan çokça
rivayette bulunuyorsun?” dedim. Dedi ki: “O yusebbicu’l-hadis idi.” Yusebbicu
kelimesi, hakkında İbn Faris, Mu’cemu Mekayisi’l-Luga kitabında (1/399) şöyle
demiştir: “Sebbece’l-kelam sözü, aynı kaynaktan geldiği halde sözü tek şekilde
getirmeyen demektir. Çünkü o sözleri birleştirerek getirir. Bu söz ne
özetlenmiştir ne de ayrıntıya gidilmiştir.” İbn Adiy, el-Kamil’de Buhârî’den
naklen, Ma’mer’in İsmail b. Şurus hakkında “Hadis uydururdu” dediğini zikreder.
Şeyh Abdullah el-Cudey’ bu konuda şu uyarıyı yapmıştır: “İbn Adiy, Ma’mer’in
sözünü Buhârî’den naklederken “Yusebbicu” kelimesini “yadau” şeklinde
zikretmesi kesinlikle bir tahriftir. Doğrusu, Buhârî’nin Tarih’inde ve
Ukayli’nin ed-Duafa’da Buhârî’den naklinde geçtiği üzere “yusebbicu”
kelimesidir. Nitekim Yakub b. Sufyan (el-Fesevi) ve başkalarının Ma’mer’den
rivayetlerinde de, Abdurrazzak’ın Ma’mer’den rivayetinde olduğu gibi gelmiştir.
Bu da İbn Adiy’in el-Kamil kitabında geçen ibarenin tahrif edilmiş olduğunu
ispatlamaktadır.” Bkz.: Buhârî Tarihu’l-Kebir (1130, 1131, 1138, 1139) İbn Adiy
el-Kamil (1/520) İbn Sa’d Tabakat (6/72) er-Razi Tarihu San’a (s.339) Ukayli
ed-Duafa (1/84) Fesevi Marife (3/30) İbn Hibban es-Sikat (6/31, 33) İbn Şahin
es-Sikat (10) İbn Ebi Hayseme Tarih (1179) Hatib Muvaddahu Evham (1/11, 224)
Darekutni el-Mu’telef ve’l-Muhtelef (2/592)
[6]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Beyhakî Delailu’n-Nubuvve (1/390) İbn Ebî Şeybe (8/31) İbn Ebi Davud el-Mesahif
(s.364) İbn Hazm el-Muhalla (9/45) İbnu’l-Munzir el-Evsat (8171) İbn Asakir
Tarih (58/341, 344, 67/160)
[7]
Muslim'in şartına göre sahih. İbn Ebî
Şeybe (8/32)
[8]
Buhârî'nin şartına göre sahih.
Beyhakî Delailu’n-Nubuvve (1/381) İbn İshak Siyret (49) Nuaym b. Hammad
el-Fiten (37) Birgivî Ziyaretu’l-Kubur (s.30)
[9]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. İbn Vaddah el-Bid’a ve’n-Nehyu Anha (102) İbn
Ebi Şeybe (2/150) İbn Sad (2/100)
[10]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
İbn Vaddah el-Bid’a ve’n-Nehyu Anha (no:100, 101) Abdurrazzak (2/118) İbn Ebî
Şeybe (2/270) Mustagfiri Fadailu’l-Kur’an (1014) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar
(14/397) el-Elbani Fadailu’ş-Şam (49)
[11]
Sahih. Ahmed (2/367) Ebû Dâvûd (2042)
Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (8030) el-Elbani Sahihu’l-Cami (7226)
[12]
İbn Sa’d (2/149)
[13]
Haris Müsned (953) el-Hasen b. Kuteybe – Cisr b. Ferkad – Bekr b. Abdillah
el-Muzeni isnadıyla mürsel olarak rivayet ettiler. Cisr b. Ferkad zayıftır.
[14] Bezzar (5/308) İbni
Adiy el-Kamil (2/124, 3/76) el-Elbani ed-Daife (975) Daifu’l-Cami (2746)
[15]
Ahmed (1/441)
[16]
İsmail el-Kadi Fadlu’s-Salat Ale’n-Nebi (21)
[17]
İbn Ebi Şeybe (11/474) Ahmed (1/441) Nesai (3/37) Mevaridu’z-Zeman (594) Ebu
Ya’la (5213)
[18]
Nesai Amelu’l-Yevme ve’l-Leyle (66)
[19]
Ahmed (1/452) Nesai (3/37)
[20]
Abdurrazzak (2/215) Nesai (3/37) Taberani (10/271) Zehebi Siyeru A’lam (17/105)
[21]
Ahmed (1/387)
[22]
Darimi (2/225)
[23]
Hakim (2/421) Taberani (10/270) Ebu Nuaym Ahbaru İsbehan (2/25)
[24]
Taberani (10/271)
[25]
Ahmed İlel (2/113) Yahya b. Main Tarih (3/61) Ahvalu’r-Rical (269) Buhari
Duafai’s-Sagir (239) İbn Hibban Mecruhin (2/160) İbn Adiy el-Kamil (5/1982)
el-Cerh ve’t-Ta’dil (6/64) el-Mizan (2/648) el-Mugni (570) et-Tehzib (6/381) Zehebi Men Tukellime Fih
(1/124 no;220) İbn Cevzi Duafa (2/147 no;2151) Ahmed Kitabu Bahru’d-Dem (s.276
no;639)
[26] Bkz.: Zehebi el-Muğni (3793)
İbnu Şahin Tarihu Esmai’s-Sikat (1/167 no;978) İbni Adiy (5/344 no;1500)
Takribu’t-Tehzib (1/361 no;4160) Ricalu Müslim (1/447) Hakim Tesmiye (s.177)
Zehebi el-Kaşif (1/662 no;3435) Tehzibü’l-Kemal (18/271 no;3510) Tehzibü’l-Esma
(1/286)
[27]
Bkz.: el-Cuzcani Ahvalu’r-Rical (s.32) el-Kifaye (s.195) İbn Salah Mukaddime
(115) Şerhu İlelit-Tirmizi (83-86) Şerhu’n-Nuhbe (s.50) Tedribu’r-Ravi (1/325)
[28]
İbn Adiy el-Kamil (3/946) İbn Hibban Mecruhin (1/241)
[29]
Bkz.: İbn Adiy (3/946) İbn Hibban Mecruhin (1/288)
[30]
Deylemi (2701) Cüz’ü
Abdülkadir Bin Muhammed el-Kuraşi (2/2) Cürbazkani Arus (2/139) Muhlis Fevaid
(2/212) İbni Adiy el-Kamil (2/124)
*
Haris b. Ebi Usame; Ebu Said el-Hasen b. Ali b. Zekeriya b. Salih el-Adevi
el-Basri – Haraş – Enes radıyallahu anh yoluyla rivayet etmiştir. isnadında
el-Haraş meçhul, el-Adevi ise yalan uyduran birisidir. Bkz.: Zehiratu’l-Huffaz
(2694)
* İbn Neccar; Ma’mer b. Muhammed el-İsbehani – Ebu
Nasr Muhammed b. İbrahim el-Yunariti – Şerif Vadıh b. Ebi Temmam ez-Zebibi –
Ebu Ali b. Tume – Ebu Hafs b. Şahin – Abdullah b. Muhammed el-Begavi – Şeyban
b. Ferruh el-İbilli – Nafi Ebu Hurmüz es-Sicistani – Enes radıyallahu anh
isnadıyla rivayet etmiştir. Bkz: Kenzu’l-Ummal (35470)
[31]
Deylemi (686)
[32]
Bkz.: Müslim (4/1987 no: 2565) Ahmed (2/268, 329, 484, 5/200, 201, 205, 209)
Ebu Davud (2419) Darimi (1757-58) Elbani el-İrva (948)
[33]
Buhari (2576, 2852) Müslim (2297, 2304)
[34]
Bkz.: İbn Manzur Lisanu’l-Arab (3/476)