Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

14 Temmuz 2024 Pazar

Şeytan, Adımlarına Uyulmasını İster!

 Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o, edepsizliği ve kötülüğü emreder. Eğer üstünüzde Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah işitir ve bilir.” (Nur 21)

Bu hususta taklid, teslimiyet, itiraz ve îtilâf kelimeleri gibi birbirleriyle bağlantılı kavramları tefekkür edelim ki, şeytan kavramları birbirine karıştırıp kimseyi adımlarına uydurmasın!

Taklid kötülenmiş bir haslettir. Allah kitabında, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de hadislerinde taklidi hep kötüleyerek zikretmiştir. Fıtratlar da taklidi çirkin görürler, çünkü akletmeyen hayvanların özelliğidir.

Dini kullanımda taklid, sözü delil olmayan kimsenin sözüne, delilini bilmeden uymaktır. Sözü delil olan ise yalnızca Allah ve rasulüdür. Dolayısıyla Allah ve rasulü dışında birinin sözü, tabi olunabilmesi için Allah’tan veya rasulünden delile muhtaçtır. Bilen kimsenin deliline uymak ise taklid değil, ittiba olarak adlandırılır. Bu ise övülen bir durumdur.

Teslimiyet, hakka olursa övülür, batıla olursa kınanır. Allah’a ve rasulüne mutlak teslimiyet emredilmiştir. Allah ve rasulünden başkasına ise mutlak teslimiyet yoktur! Ancak Allah ve rasulünün itaatine yönlendirdiği kimselere, Allah’a ve rasulüne itaate uygun olması kaydu şartıyla itaat meşrudur.

Teslimiyetin zıddı olan itiraz da hakka karşı olursa kınanır, batıla karşı olursa övülür.

Ülfetten gelen i’tilâf kelimesi ise, uyum göstermek ve ittifak etmek anlamındadır. Şüphesiz iman edenlerin uyumlu olmaları, ittifak etmeleri, ihtilaftan ve her tür muhalefetten uzak olmaları arzu edilen bir durumdur.

Cabir radıyallahu anh’den: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Mü’min; ülfet eden ve kendisiyle ülfet edilen kimsedir. Ülfet etmeyen ve ülfet edilmeyen kimsede hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olandır.”[1]

Yani diğer mü’minlerle uyumlu olmak mü’minlerin özelliğidir. Uyumlu olmayan insan ise insanlara faydalı olmayan bir kimsedir. Hadisin son cümlesinde buna vurgu yapılmaktadır.

Şimdi taklid, teslimiyet, itiraz ve i’tilaf (ülfet) kavramlarını şu ayetleri okuyup düşünelim:

And olsun biz insanı, kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık. Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık. Hani rabbin meleklere demişti ki:

“Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!” Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler. Fakat İblis hariç! O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı.

“Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir?” dedi.

“Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim” dedi. Dedi ki:

“Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun! Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır!”

“Rabbim! Öyle ise, tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver” dedi. Buyurdu ki:

“Sen mühlet verilenlerdensin, Allah katında bilinen vaktin gününe kadar.” Dedi ki:

“Rabbim! Beni saptırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (kötülükleri) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım! Ancak onlardan ihlâslı kulların müstesna.” (Hicr 26-40)

Yukarıda geçen ayetleri düşünecek olursak, İblis, saptırmak istediği kimselere de kendi adımlarını izletmek istemekte, zikrettiğim kavramları ters yüz ettirerek kendisine tâbî olan nefislere haklıymış zannı üflemektedir.

Hakkı itiraf edip teslim olanları ve bu konuda birbirlerine uyum gösterenleri kendisine uyduramadığı için: “Taklid eden,  hiç düşünmeyen, itiraz da edemeyen kimseler” olarak lanse etmesi tanıdık geliyor mu?

Ayetlerde anlatılanlar iyi düşünülürse bunların İblis’in adımları olduğu görülür.

Nurdan yaratılmış meleklerden hiçbiri kokuşmuş balçıktan yaratılmış Adem’e secde emrine hiç itiraz etmiyor, hepsi i’tilâf edip teslimiyet göstererek secde ediyorlar!

Aişe radıyallahu anha’dan: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

Melekler nurdan, cinler karışık ateşten ve Âdem de size anlatılan şeyden yaratılmıştır.”[2]

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: “Âdem aleyhi's-selâm yapışkan çamurdan, kuru çamurdan ve kokuşmuş çamurdan yaratılmıştır. Yapışkan çamur; güzel ve gerekli olan bir çamurdur. Kuru çamur kendisinden çömlek yapılan çamurdur. Kokuşmuş çamur ise kokmuş olan balçıktır. İnsana unuttuğu için insan denilmiştir.”[3]

Fakat dikkat edin! İblis’in asıl hazmedemediği şey, nurdan yaratılma meleklerin çamurdan Adem’e itirazsız secde etmeleri değil! Zaten gerekçe olarak bunu da öne sürmüyor!

Bilakis kendisini çok daha üstün görerek "Ben ateşten yaratıldım, o çamurdan, ona secde etmem olacak iş değil" diyor!

Halbuki böyle bir itiraza en ufak bir yer olsaydı bu itirazı nurdan yaratılmış olan melekler yapmalıydı!

Yahut İblis: “Melekler daha üstün maddeden yaratıldı, neden kokuşmuş çamurdan Âdem’e secde ediyorlar?” deseydi belki böyle bir itirazı, hikmeti öğrenme maksatlı olabilirdi.

Fakat o bunu değil, kendi nefsini büyük görerek bu itirazı yaptı. Kendisini haklı görüyor, üstelik kendince delil de getiriyordu!

Ona göre kendisi öyle akletmeyen melekler gibi taklid de etmiyor, güya hakkı arıyordu! Hem tek başına da olsa - iddiasına göre- hak üzere olduğu için tek başına cemaatti(!)

Lakin akledemediği nokta şurası: Secde emrini veren âlemlerin rabbi, her işi hikmetli olan, dilediğini yapan Cebbar Azze ve Celle idi.

Dilerse kokuşmuş balçıktan yaratılma Âdem’e secde ettirir, dilerse Yusuf'a secde ettirir, dilerse taştan yığma Ka’beye secde ettirir. “Allah, yaptığından sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.” (Enbiya 23)

Bu secde yapıldığında İtaat Allah’adır! Yapılmadığında ise isyan Âdem’e ya da Kâbe’ye değil, yine Allah’adır.

Tıpkı bunun gibi Allah, beşerden olan rasulüne mutlak itaati emretmiştir. Sünnet münkirleri İblis’in adımlarını izleyerek: “Durun bakalım, rasul Kur'an'a uygun konuşmasa da mı itaat edeceğiz?” diyerek itiraz etmişler, rasule itaat edenleri de akletmeyen taklitçiler olarak lanse etmişlerdir! Kendilerinin akleden üstün insanlar oldukları iddiası içindedirler!

Allah Teâlâ yine, kendisinin ve rasulünün itaatine uygun düşmesi şartıyla bizden olan ulu’l-emre de itaati emretmiştir.

Ulu’l-emr, söz ve yetki sahibi kimse demektir. Müslüman yönetici, baba, koca, sünnet ehli olan âlim ve fakihler, müslüman işverenler vs. hep ulu’l-emr kapsamındadırlar.

Bu söz sahiplerinin sorumluluğu altındaki her bir sınıfı İblis, aynı adımlarla saptırır!

Kimisini müslüman yöneticiye karşı ayaklandırıp Haricîler haline getirmiştir. Hariciler de kendilerini üstün görüp, kendileri gibi ayaklanmayanları, akletmeyen hayvan sürüleri gibi değerlendirmişler ve halkları tekfir etmişlerdir.

İblis, kimilerini anne ve babasına isyankâr olmaları için kışkırtmış, bu isyankârlık nefhalarını yudumlayan gençler, ana babalarına itaat edenleri ayıplar olmuşlardır.

İblis, kadınlara feminist vesveseler üflemiş, “sümsük”(!) kocalarına itaat etmemeleri gerektiği duygusuna kaptırmış, benliklerine kibir üflemiş, böylece kadınlar kendilerinin erkeklerden üstün oldukları zannına kendilerini salmışlar, kendileri gibi davranmayanları da küçümser olmuşlardır!

İblis, kimisinin de ilim bâbında ayaklarını kaydırmıştır. İ’tilâf ve uyum içinde Allah'a itaat etme sâikiyle mes’ul olduğu ulu’l-emri olan beşere itaatini yerine getirenleri; “Sorgulamamak”, “taklid etmek” ve “itiraz etmemek”le suçlar!

Lakin böyle bir itiraz ve böyle bir suçlama haksız ve yersiz olarak yapıldığında dikkat edin, daima bu itirazların altında İblis’in imzası bulunmaktadır!

Bu imza da güya taklid etmediği iddiasıyla itiraz eden kimselerin benlik davaları, hiç de öyle olmadıkları halde kendilerini en üstün zannetmeleridir!

İtirazlarının altında iblisin imzası bulunan kimselere bizim sözümüz de Allah'ın şu ayetini zikrederek rukye yapmaktır:

Öyle ise oradan çık! Artık kovuldun!" (Hicr 34)

Sizin isyanınız müslüman yöneticiye değil, ana babanıza değil, kocanıza değil, müslüman patronunuza değil, hocanıza değil, bilakis meşru konularda bunlara itaati emreden Allah Azze ve Celle’yedir.

Ulu’l-emrin eğer sana haksızlık yapmakla Allah’a itaatsizlik etmişse, senin de buna karşılık ona isyan ederek Allah’a itaatsizlik etmeye hakkın yoktur!  İddiana göre senin şahsına yapılan bir haksızlıktan dolayı Allah’a isyan edemezsin! Gerçekten bir haksızlığa maruz kalmışsan, sabrettiğin takdirde Allah sana hayır ve çözüm kapılarını açacaktır. Lakin isyan edip terör çıkarırsan, emredilmiş olan i’tilaftan rahatsız olup, bunu “koyun sürülerinin tabi olması” gibi görüyorsan sende bozuk bir anlayış var demektir ve şeytanın adımlarını takip etmektesindir!

Enes b. Malik radiyallahu anh dedi ki:  “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında bir adam anlatıldı ve onun cihaddaki kuvvetinden, ibadetteki gayretinden bahsedildi. Adam gelince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Nefsim elinde bulunana yemin ederim ki bu adamın iki gözü arasında şeytanın tesiriyle bir karalık vardır” buyurdu. Adam gelip selam verdi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona:

Meclisimin karşısında durduğun zaman içinden: “Bu mecliste benden daha hayırlı kimse yoktur” dedin mi?” diye sordu. Adam: “Evet” dedikten sonra Mescid’in bir tarafına gidip ayağıyla bir çizgi çizdi ve ayaklarını o çizgi hizasına koyup namaz kılmaya başladı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Hanginiz kalkıp bu adamı öldürecek?” diye sordu. Ebu Bekr radıyallahu anh gitti ve onu namaz kılarken görünce onu öldürmekten çekindi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Hanginiz kalkıp onu öldürecek?” diye sordu. Ömer radıyallahu anh kalktı ve:

“Ben giderim” dedi. Adamı namaz kılar halde bulunca Ebu Bekr radiyallahu anh’ın yaptığının aynısını yaptı, sonra geri döndü. Ali radıyallahu anh:

“Ben yaparım” deyince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

Ona yetişirsen sen öldürebilirsin” buyurdu. Nihayet Ali radıyallahu anh gitti fakat adam gitmişti. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Şüphesiz bu, ümmetim arasında çıkan ilk boynuzdur! Onu öldürseydin ümmetimden iki kişi dahi ihtilaf etmezdi.” Sonra şöyle buyurdu:

“Şüphe yok ki İsrailoğulları yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka dışında kalan bütün fırkalar cehenneme gidecektir. O kurtulan da el-Cemaattir.[4]

Şeytan, birçok hayırlı amellerde aktif olan bir kimseyi “benlik” duygusuna kaptırarak adamlarından biri haline getirmiş ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şeytanın ümmet arasında ihtilafa bu gibi duygusal malzemeleri kullanarak sebep olduğuna dikkat çekmiştir!

Cihaddaki atılganlığına, namazdaki huşûuna rağmen böyle bir adamın öldürülmesini Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem emrediyor,, ümmetin en üstünleri olan Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhuma bu emri uygulama konusunda kendi görüşüyleriyle muhalefet ediyor ve hata edebiliyorlar!

Şeytan ümmet içinde bu tür tuzaklarını hep kurmaya devam etmiştir ve edecektir. En başta zikrettiğim ayeti tekrar hatırlayalım:

“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o, edepsizliği ve kötülüğü emreder...” (Nur 21)

Taklide karşı çıkma iddiasıyla İblis’i taklid etmek ne tuhaf bir şeydir!



[1] Sahih ligayrihi. Taberânî Mu'cemu'l-Evsat (5787) Beyhakî Şuab (6/117) İbn Asakir Tarih (8/404)

[2] Sahih. Muslim (2996)

[3] Sahih. Taberî (14/57, 58) Ebu’ş-Şeyh el-Azamet (1016)

[4] Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih. Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (7/89) Ebû Ya'lâ (7/154) İbnu’l-Mukrî Mu’cem (411) Taberânî Musnedu’ş-Şamiyyin (2001) Bezzar (14/60) Ebû Nuaym Hilye (3/226) Darekutni (2/398) İbn Batta el-İbane (41) Hakîm et-Tirmizi, Nevadiru’l-Usul (249) Mervezi Tazimu Kadri’s-Salat (330) Acurri, eş-Şeria (49-50) Beyhakî Delail (6/287)

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)