Allah için yakınlık göstermek ve Allah için uzaklaşmak demek olan velâ ve berâ, İslam’ın ve tevhidin en önemli rükünlerindendir.
Bu rükün, herkesi Allah’a itaat ve rasulüne ittiba
ölçülerine göre değerlendirip, mesafeyi buna göre şekillendirmeyi gerektirir.
Bu yüzden Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabı arasında daha çok
sevdiği, yakın olduğu kimseler ve daha az sevdiği kimseler mertebe mertebe idi.
Şayet ashabından bir halîl (yakın dost) edinecek olsaydı Ebu Bekr radıyallahu
anh’ı dost edinecek olduğunu, lakin kendisinin Allah’ın halili olduğunu bildirmiştir.
Velâ ve bera’yı
savsaklamak ayakların kaymasının, akideden irtidatın sebebidir! İlmi
fehmetmeme, anlayıştan mahrum edilme sebebidir!
Tevhid davetinin karşısındaki insanlar iki kısımdır. Bu
davete temelden düşmanlık edenler ve bu davete düşmanlık etmese dahi onu
benimsemeyenler!
Allah’ın rasulünde Allah’a ve ahiret gününe iman edenler için
en güzel örnek vardır. (Ahzab 21) Dolayısıyla Tevhid davetinin karşısındaki
insanlara karşı tutumda da Allah rasulünde en güzel örnek vardır.
Kur’ân’da Allah’ın halili olarak bildirilen İbrahim aleyhi's-selâm
(Nisa 125) ve onunla beraber olan çok küçük bir azınlığın durumu şöyle haber
verilir:
“İbrahim ve
onunla beraber olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani kavimlerine
demişlerdi ki: “Biz, sizlerden ve Allah dışında taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz.
Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir
düşmanlık ve bir kin başgöstermiştir.” (Mumtehine 4)
İbrahim aleyhi's-selâm, Allah’a ve dinine düşmanlık eden babasına ve kavmine karşı bu düşmanlık ve kinini açıklayıp bunun gereğiyle hareket ettiği için Allah’ın halilidir. Bu davası yüzünden yaşadığı imtihanlarla yüzleşmiştir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah’ın halilidir,
anne ve babasının, dedesi Abdulmuttalib’in cehennemlik olduklarını açıklamış,
müşriklerin eziyetlerine karşı kendisine kol kanat geren Ebu Talib’in müşrik
olarak öldüğünü ilan etmiştir. Diğer amcası Ebu Leheb’in küfrüne dair sure
nazil olmuş, bir diğer amcası Abbas radıyallahu anh, iman ettiği halde zamanında
hicret etmediği ve müşriklerin safında savaşa çıkarıldığı için ona zahirdeki
hükmü olan müşrik esir hükmünü uygulamış, damadı Ebu’l-As’a da aynı hükmü
uygulamış, kızı Fatıma dahi hırsızlık yapacak olsa elini keseceğini duyurmuş,
İslam’ın hükümleri konusunda hiçbir akrabasına bir iltimas geçmemiştir. Bu
konuda örnekler çoğaltılabilir. İşte bu yüzden O (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’ın
halilidir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu akrabalarının bir
kısmı doğrudan doğruya tevhide düşmanlık etmişler, bir kısmı tevhide düşmanlık
etmeseler de tevhidi benimsemedikleri için Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’in velâsından nasip alamamışlardır. Her ne kadar Abbas radıyallahu anh sonradan
durumunu ıslah etmiş olsa da, tevhide gerektiği gibi sarılmadığı dönemlerde
velâ’ya dahil olmamıştır.
İslam; tevhid ve sünnettir. Yani Allah’ı birlemek ve bu birlemede
rasule ittiba etmektir. Bu da la ilahe illallah ve muhammedun rasulullah
şehadetlerinin zorunlu iki temel şartıdır. Bu iki şarttan birinin eksik olması
halinde İslam gerçekleşmez!
Sapık anlayışların yaygınlaşması sebebiyle bu iki şarttan
birini eksik yapan müslüman olduğunu iddia etmeye devam ediyor ve “müslüman”
sayılıyor! Fakat hakikat böyle değildir!
Sahih İslam’ı talep edenler için vela ve bera da bu noktada
önem arz ediyor. Akidesini ve amellerini sahih delillerle düzeltme çabasında
olan nice müslüman vardır ki, vela ve bera konusundaki ihmalkar ve umursamaz
tavırlarından dolayı fıkıhtan mahrum kalıyor, hayatında birçok pürüzler
yaşıyor!
Allah ancak hayrını murad ettiği kimseleri dinde fakih yani
anlayışlı ve kavrayışlı kılar. Şirk ve bid’at ehline karşı uygulaması gereken
berâyı uygulamayana Allah anlayış vermez.
Şirk ve bid’at ehli, kişinin soy bakımından en yakın akrabaları
olsa dahi böyledir. Bu berânın eksikliği, hizlanın yani Allah tarafından
yardımsız bırakılmanın en başta gelen sebeplerindendir.
Sahih akideyi ve sahih sünnete göre ameli benimsememiş olan
akrabaların – akidene ve ameline düşmanlık etmiyor olsalar bile - senin evine
misafir olabiliyorsa ya da sen ona misafir olup birlikte yeyip içmeye, sıradan
sohbete devam ediyorsan, Allah için koyman gereken mesafeleri iptal etmişsin
demektir! Bu aynı zamanda akrabalık bağlarını koparmak anlamına da gelir. Çünkü
Sahih dini din edinmemiş olan akrabana karşı mesafe koymamışsan, onu bulunduğu
yol üzerinde destekliyorsun demektir. Bu da akrabaya yapılacak en büyük kötülük
ve kat’i rahimdir!
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in veya ashabının,
aynı akide üzerinde olmadığı akrabalarıyla yakın ilişkilerde olduğuna,
birbirlerine oturmaya gidip geldiğine örnek bulabilir misin? Bir de selefilik
iddia ediyorsun?!
Selefe uyma davasında samimi isen bil ki sahabeden
selefimiz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisi karşısında aldırmaz
tutumda olanlarla ebediyen konuşmayacaklarına yemin ediyorlar, hatta aynı
beldede yaşamak istemiyorlardı! Sen mi sahabeden daha doğru yoldasın yoksa
vahye teslimiyeti yol edinmemiş olan akrabaların mı kendilerinden teberri
edilen bu sahabelerden daha üstünler?
Akrabana, eşine, dostuna “cahil, bilmiyor” diyorsun, halbuki
"bilmemek" kalıcı bir sıfat değildir! Vela ve berayı uygulamamak için
bir sürü mazeretler üretiyorsun!
Bu akidenin gerektirdiği tavrı koymuyor, çizgilerini net bir şekilde
çizmiyorsun, böylece hakkı gizliyor, belirsiz hale getiriyorsun! Bu içinde
gizli bulunan bir nifak sebebiyledir bilesin! Allah’ın katındakiler dışında,
insanlardan bir takım menfaat beklentilerin vardır! Zahid olamamışsın!
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem kitaplı kitapsız kafirlerden, bid’at
ehlinden, fasıklardan, şeytandan, aylaklardan, bedevilerden ve her türlü bâtıl
görüntüsü veren unsurdan farklı olmayı emretmiş, ashabını bu esas üzere eğitmiş
ve “Kim kendisini bir topluluğa benzetirse onlardandır” buyururak çok
net bir çizgi belirlemiştir.
Bu kuralı ihmal eden – istisnasız - herkesin, kendilerinde
ortaya çıkmasa bile çoluk çocuklarında ciddi akidevi, amelî hasarların ortaya
çıktığına şahit olunmaktadır. Çünkü şeytanın yol vermesiyle çoluk çocuk, sahih
dinden gevşeme gördüğü her kapıdan dalış yapar, bunları meşru alternatifler
zanneder! Allah’ın ve rasulünün yolunu yol edinmemiş olan amcasından, halasından,
dayısından, teyzesinden, dedesinden, ninesinden, her birinden mutlaka kapacağı,
örnek alacağı yanlışları kapar, şeytan bunları ihmal ettirmez.
Aman dikkat et, velâ ve berâyı uygulamakta sebat et, bu
kuralı uygulamayan kimse, dindar bir müslüman olsa bile onun dahi evine gidip
gelme, misafirlik etme! Zira o takva sahibi değildir, Allah’tan sakınanlardan
değildir!
Ebu Said el-Hudrî radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem buyurdu ki: “Ancak mü’min ile arkadaşlık et, yemeğini de ancak takva sahibi bir kimse
yesin”[1]
Dinine düşmanlık etmeyen ve muhtaç durumda olan akrabalara,
yakınlık kurmadan onların ihtiyaçlarını gidermen başka bir şeydir! Allah Azze
ve Celle anne ve baba hakkında şöyle buyurmuştur:
“Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir
şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi
geçin.” (Lukman 15)
Bu ayet, sahabe hicret etmeden önce, Mekke
döneminde nazil olmuştur. Sa’d b. Ebi Vakkas radiyallahu anh bu ayetin kendisi
hakkında nazil olduğunu söylemiş ve şöyle anlatmıştır:
“Ben anneme karşı iyilik eden bir kişi idim.
Ancak müslüman olduğum zaman annem: “Bu yaptığın da nedir? Ya bu dinini
bırakırsın ya da ölene kadar yiyip içmeyeceğim. Öldüğüm zaman da annesinin
katili diye ayıplanırsın” dedi. Ona: “Ey anne! Öyle yapma! Ben hiçbir şey için
dinimi bırakmam” dedim. O bir gün ve bir geceyi yemek yemeden geçirerek
takatten düşmüş olarak sabahladı. Aynı şekilde bir gündüz ve bir gece daha
yemek yemeden geçirdi ve daha zayıf bir şekilde sabahladı. Durumun böyle
olduğunu gördüğümde:
“Ey anne! Bilmiş ol ki eğer yüz canın olsa ve
bütün canlarını bu şekilde birer birer versen yine de dinimden dönecek değilim.
Dilersen ye, dilersen yeme” dedim. Bunun üzerine annem yemek yedi ve bu ayet
nazil oldu.”[2]
Henüz genç yaşta bulunan ve ailesinin evinde
kalmak durumunda olan Sa’d b. Ebi Vakkas radıyallahu anh şirk konusunda
annesine itaat etmemiş, ona kaba da davranmamıştır. Neticede annesi tavrından
vazgeçmek zorunda kalmıştır.
Ayette geçen “ve sahibhuma fi’d-dunya ma’rufa/onlarla
(anne ve babayla) dünyada iyi geçin” kavli, fiillerde onlara iyi davranmak
demektir.[3] Bazı âlimler
“zorunlu hale gelmedikçe onları öldürmemek ve onlara silah çekmemektir” demişlerdir.
Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hanzala b. Ebi Amir’e müşrik
olan babasını öldürmeyi yasaklamıştı. Bazıları da, “öldükleri zaman cenaze
işlerini üstlenmektir” demişlerdir. Nitekim Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem, Ebu Talib öldüğü zaman onun oğlu olan Ali radıyallahu anh’e: “Git
onu göm” buyurmuştur. Bazısı da kâfir olan baba muhtaç ise ona infak etmeyi
bu ayet kapsamında zikretmiştir.[4]
Kabilelerinden ayrılmaya ve ana babasının çatısı
altında kalmaktan kurtulmaya gücü yetmeyen kimselerin de, ana babasına, Allah’a
isyan içermeyen konularda itaat etmesi bu ayetin kapsamındadır.
Lakin sahabeler hicret edip Medine’nin mü’minlerin
yurdu olmasından sonra durum böyle devam etmemiş, baba ile oğul, kardeşler,
akrabalar kıtal saflarında karşı karşıya gelmişlerdir.
Vahyin doğrultusunda hayatlarını yaşayabilmek için
kabilelerinden, yakınlarından ayrılmak durumunda kalan ve buna güç yetirenler övülen
gariplerdendir:
Ebu Hureyre radiyallahu anh dedi ki: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu:
“Muhakkak ki İslam garip başlamıştır, tekrar başladığı gibi garip
haline dönecektir. Gariplere müjdeler olsun.” Denildi ki: “Ey Allah’ın
rasulü! Garipler nedir” Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kabilelerinden ayrılanlardır.”[5]
Allah’ın mekrinden sakın emin olma! Aksi halde, Allah’a ve
rasulüne yan çizmelerine rağmen yakınlık göstermeye devam ettiğin akrabalar,
kıyamet gününde kendilerinden kaçacağın akrabalara dönüşürler
“Kişi o gün kardeşinden kaçar; Annesinden ve babasından da; Eşinden
ve çocuklarından da” (Abese 34-36)
Bu toptan sarılmamız gereken Allah’ın ipidir. Dostluk ve düşmanlık, sevgi
ve nefret, yakınlık ve uzaklık Allah için olmak zorundadır ve Allah için olması
gereken bu sevgi ve nefrete başka gayeler, menfaatler ortak koşulmamalıdır.
Hepimizin kalpleri Rahman’ın parmakları arasındadır. Sevgide ve nefrette
Allah’ı tevhid etmezsek, O dilediğini saptıran, dilediğini hidayet edendir.
Allah Azze ve Celle rızasını ve kulların kurtuluşunu vela ve bera akidesine
bağlamıştır:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavmin, Allah’a ve rasulü’ne
muhalefet eden kimselere, babaları, oğulları, kardeşleri veya aşiretleri olsa
bile sevgi beslediklerini göremezsin. Kalplerine imanı yazmış ve kendisinden
bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları, altından nehirler akan cennetlere
sokacaktır; orada süreklidirler. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan
razı olmuşlardır. İşte bunlar Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin şüphesiz
Allah’ın fırkası kurtuluşa erenlerin kendileridir.” (Mucadele 22)
[1]
Tirmizî (2395) Ebû Dâvûd (4832) İbn Hibbân (554, 560) Bkz.:
el-Elbani, Sahihu’l-Cami (7341)
[2]
Sahih ligayrihi. Vahidi
Esbabu’n-Nuzul (s.230) Taberânî Tefsir (6/163) Şeceri Emali (2002) İbn Asakir
(20/331)
[3]
Zeccac Meani’l-Kur’an (4/197) Nehhas Meani’l-Kur’an (5/286)
[4]
Bkz: Cessas Ahkamu’l-Kur’ân (2/243, 3/458) Cessas Şerhu Muhtasari’t-Tahavi (5/306,
7/190) Maturidi Tevilatu’l-Kur’an (3/171)
[5]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Herevi Zemmu’l-Kelam (1470) Muslim muhtasar olarak (145)