Ülkenin Daru’l-Küfr Hükmü Almasına Sebep Olan İllet
İbnu’l-Kayyım İslam diyarına komşu olmanın ülkenin hükmüne
etki etmediği sadedinde şöyle demiştir: “İslam hükümleri uygulanmadığı sürece
bir yer, İslâm diyarına bitişik (komşu) olsa dahi Daru’l-İslam olmaz. İşte
Taif, Mekke’ye çok yakın olmasına rağmen Mekke’nin fethiyle Daru-İslam halinde
gelmemiştir.”[1]
1- İcra Edilen Ahkâma İtibar Eden Âlimlerin Görüşü
Bazı Malikî fakihleri Dâru’l-Küfrü; “Kâfirlerin hükümlerinin
galip geldiği ve icra edildiği ülke” şeklinde tarif etmişlerdir.[2]
İmam Malik rahimehullah şöyle demiştir: “Mekke o günlerde
Cahiliyye hükümleri galip olduğu için küfür diyarı idi.”[3]
Onların ülkesinde yönetim ve otoriteleri olmasaydı küfür
hükümlerini uygulamaları mümkün olmazdı.
Şafiiler’den bazıları Daru’l-Küfrü: “Müslümanların bir
yetkisinin olmadığı ülke” şeklinde tarif ederler.[4]
Hanbeliler’den bazıları “Küfür hükümlerinin galip geldiği
ülke” şeklinde tarif ederler.[5]
Kadı Ebu Ya’la şöyle demiştir: “Küfür hükümlerinin İslam
ahkâmına galip geldiği her ülke Daru’l-Küfürdür.”[6]
İbn Sa’dî şöyle demiştir: “Daru’l-Küfr; kâfirlerin
hükmettikleri, küfür ahkâmını uyguladıkları, kâfirlerin sözünün geçtiği
ülkedir. Bu da iki türdür. Kendileriyle savaş halinde olunan kâfirlerin
ülkeleri ve kendileriyle müslümanlar arasında barış ve anlaşma bulunan
kâfirlerin ülkeleri. Kâfirlerin hükümleri uygulanırsa halkının birçoğu müslüman
olsalar dahi orası Dâru’l-Küfr olur.”[7]
Zahirîler Daru’l-Küfrü şöyle tarif ederler; “Kâfirlerin
sahip olup hükmettikleri ve onların hükümlerinin galip geldiği ülkedir. Çünkü
yöneticisi ister müslüman olsun, ister kâfir olsun ülke, (orada uygulanan
hükmün) çoğunluğuna nispet edilir.”[8]
Eş-Şevkânî şöyle tarif etmiştir: “Küfür hükümlerinin galip
geldiği ülkedir.” Yine dedi ki: “Sözün galip gelmesine itibar edilir. Eğer
küfür ehlinin ülkesinde emirler ve yasaklar, müslümanların, küfür ehli izin
vermedikçe dinlerini izhar etmeye güçlerinin yetmeyeceği şekilde ise orası
Daru’l-Küfür’dür. Orada bazı İslamî hasletlerin zahir olmasının bir etkisi
yoktur. Çünkü orada kâfirler izin vermedikçe Müslümanların kuvvetini ve yetkinliğini
izhar edemeyiz.”[9]
Hanefiler şöyle tarif eder: “Kâfirlerin liderinin emrinin
yürürlükte olduğu, müslümanların kâfirlerden korkarak yaşadıkları ülkedir. Buna
göre Daru’l-Küfr, müslüman yöneticinin yetki sahibi olamadığı, küfür ahkâmının
galip geldiği ülkedir.”[10]
Es-Serahsi dedi ki: “Ebu Hanife tamamen güç ve otoriteye
itibar etmiştir.”[11]
Yani ne zaman küfür hükümleri Müslümanlara galip gelirse ülkeleri Daru’l-Küfre
döner.
Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybani şöyle demiştir: “Ülkelerin
hükmünde hükmü icra eden yetki ve otoriteye itibar edilir.”[12]
Ebu Yusuf ve Muhammed b. el-Hasen’den şöyle dedikleri
nakledilmiştir: “Şirk hükümlerini ishar ederlerse ülkeleri küfür diyarına
döner. Zira bir yer, kuvvet ve galebe itibarıyla ancak ya bize ya da onlara
nispet edilir. Şirk hükmünün zahir olduğu her yerde kuvvet müşriklere aittir ve
orası küfür ülkesi olur.”[13]
El-Kâsânî şöyle der: “Ülke, küfür ahkâmının galip gelmesiyle
küfür diyarına döner.”[14]
Abdulkadir Avde şöyle demiştir: “Daru’l-Küfr; Müslümanların
yetkisi altında bulunmayan veya İslam ahkâmının galip gelmediği her ülkeyi
kapsar. Bu ülkelere tek bir devletin hükmetmesi veya devletlerin hükmediyor
olması fark etmez. Müslümanlar İslam Ahkâmını izhar etmekten aciz oldukları
sürece orada dâimî olarak ikamet edenlerin müslüman olup olmamaları da fark
etmez.”[15]
Abdulvehhab Hallaf şöyle dedi: “Daru’l-Küfr; İslâm
hükümlerinin yürürlükte olmadığı, içinde yaşayanlar ister müslümanlar olsun,
ister zimmîler olsun, müslümanların emanıyla emanda olmadıkları ülkedir.”[16]
El-Kamusu’l-İslamî sahibi şöyle dedi: “Daru’l-Küfr;
kâfirlerin hükmüne boyun eğmiş olan, onların hükümlerinin işler olduğu,
sakinleri kâfirlerden ve başkalarından oluşan ülkedir.”[17]
Bu âlimlerinin Daru’l-Küfr hakkındaki bu tarifleri tek bir
mana üzerinde ittifak ediyor. Bu da kâfirlerin yetki sahibi olup küfür
hükümlerinin İslam hükümlerine baskın gelerek işletildiği ülke Daru’l-Küfürdür.
O ülke halkı içinde müslümanların sayıca az veya çok olmaları fark etmez.
Bu tariflerde ancak küfür hükümlerinin baskın gelmesine
itibar edilmiştir. Bu ülkedeki yetki sahiplerinin müslüman olup olmamalarına
itibar edilmemiştir. Sadece hangi hükmün galip gelip uygulandığı dikkate
alınmıştır. Küfrün hükümlerinin galip gelmesi ise ancak yetki ve otoritenin
kâfirlerde olması halinde söz konusu olur.
2- İslâm Şiarlarına İtibar Edenlerin Görüşü
Diğer bazı âlimler de Daru’l-Küfür hükmünde İslâm
şiarlarının izharına itibar edileceği görüşündedirler:
Malikî fıkıh
kitaplarından Haşiyetu’d-Dusuki Ala Muhtasari’l-Halil’de şöyle denilir: “İslam
beldelerine kâfirler galip gelseler de, orada İslam şiarları devam ettiği
sürece daru’l-harbe dönmez… Ta ki (cemaatle namaz ve Cuma namazı gibi) İslam
şiarlarının ikamesi kesintiye uğrarsa…”[18]
Böylece kâfirler
müslümanların ülkesine galip olduğunda o ülkenin daru’l-harbe dönmemesi, islam
şiarlarının ikame edilmesinin devamına bağlanmıştır.
Şafiilerden Ebu’l-Hasen
el-Maverdî, şöyle demiştir: “Camilerde cemaatle namaz kılmak ve ezan okumak,
İslam’ın şiarı, Daru’l-İslam ile Daru’ş-Şirki ayırt eden, Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem tarafından tatbik edilen bir alamettir.”[19]
Hanefi fıkıh
kitaplarından Damad Efendi diye meşhur Abdurrahman b. Muhammed Şeyhzade’nin,
Multeka’l-Ebhur şerhi Mecmau’l-Enhur’da geçen şu sözleri, Hanefiler indinde bir
küfür ülkesinin İslam ülkesine dönmesi yöneticilerin Cuma ve bayram namazlarını
cemaatle kılmayı icra etmelerine bağlanmıştır:
“ed-Durer’de denilir
ki; Daru’l-Harb bir ülke içinde Cuma ve bayram namazlarının icra edilmesi
suretiyle Daru’l-İslam’a döner…”[20]
Hanefilerden İbn Abidin
de bu hükmü ikrar ile naklederek şöyle demiştir: “İslâm ehlinin orada Cuma
ve bayram namazları gibi hükümleri icra etmeleriyle daru’l-harb, daru’l-İslam’a
dönüşür. Orada aslî kâfirler bulunsa ve İslam ülkesiyle sınırı bitişik olmasa
bile böyledir.”[21]
İbn Useymin’e şöyle
sorulmuştur: “İslam ülkeleri neyle daru’l-harbe döner? Beşeri kanunlarla
hükmeden devletler daru’l-İslam mı yoksa daru’l-harb midir?”
İbn Useymin şöyle
cevapladı: “Rahman ve rahim Allah’ın adıyla. Daru’l-İslam’ın daru’l-harbe
dönmesi ancak Allah’ın düşmanlarıyla savaşılması halinde söz konusu olur.
Daru’l-İslam; içinde ezan, cemaatle namaz, Cuma namazı ve benzeri İslam
şiarlarının açıkça yerine getirildiği ülkelerdir. Buraların halkları İslam’a
mensupturlar ve dinin kurallarına uyarlar. Ama Allah Azze ve Celle’nin
indirdiğinden başkasıyla hükmetmeye gelince, bu küfre götürebilir ve küfrün
altında bir duruma da götürebilir. Nitekim Allah Azze ve Celle, Allah’ın
indirdiğinden başkasıyla hükmetmenin gerektirdiği duruma göre onları kâfirler,
zalimler ve fasıklar diye zikretmiştir. Bu Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla
hükmeden kimse hakkındadır. Eğer bu hüküm küfür derecesine ulaşırsa halkı
müslüman olduğu ve yöneticilerinin bu hükmünden razı olmadıkları sürece ülke
Daru’l-İslâm olmaktan çıkmaz. Küfür ülkesinde dini izhar etmeye gelince, eğer
insan küfür diyarında dinini açıkça izhar edemiyorsa bu kimsenin oradan hicret
etmesi farzdır. Eğer oradan çıkmaya gücü yetmiyorsa orada bu durumdan
kurtulmayı sürekli hatırında tutarak kalır. Küfür beldesinde namaz kılar,
zekâtı verir, cemaat ve Cuma namazlarını hiçkimsenin engellemesi ile
karşılaşmadan eda edebilirse bu durumda dinini izhar etmeye gücü yetiyor
demektir. Lakin bununla beraber onun küfür ülkesinde yaşamaya devam etmesi hoş
görülmez.”
Yine Şeyh İbn
Useymin’e şöyle soruldu: “Daru’l-İslam ve Daru’l-Küfrün ayırıcı sınırları
nelerdir?”
İbn Useymin dedi ki:
“Daru’l-İslam; yöneticilerine itibar etmeksizin, içinde İslam şiarlarının ikame
edildiği yerlerdir. Hatta o ülkeye kâfir bir adam yönetici olsa ve İslam
şiarlarını izhar etse orası daru’l-İslamdır. Orada ezan okunur, namaz kılınır,
Cuma namazları ve dini bayramlar ikame edilir, oruç tutulur, hac yapılır vb
şiarlar ikame ediliyorsa, yöneticileri kâfirler olsa bile orası İslam
diyarıdır.”
Şeyh Ahmed b. Yahya
en-Necmî’ye İslam ülkeleri hakkında sorulunca şöyle demiştir: “Ülkede La ilahe
illallah şehadeti ilan ediliyorsa, ezan ilan edilip mescidlerde namaz
kılınıyorsa ve benzeri şiarlar yerine geliyorsa orası İslam ülkesidir.”
Şeyh İbn Baz’a İslam
ülkesi ve küfür ülkesi hakkında sorulunca şöyle demiştir: “Orada küfür şiarları
galipse orası küfür ülkesidir. Eğer İslam şiarları galip gelirse orası İslam
ülkesidir. Hüküm zahir ve galip olan duruma göredir.”
Görüldüğü gibi
ülkelerin hükmü hususunda ittifak edilen iki mesele vardır: Ülkelerin İslâm
ülkesi sayılması; yöneticileri kâfir olsa dahi halkının genelinin müslüman
olması ve İslam şiarlarının icra edilmesine bağlıdır. Bu iki şarttan biri
yerine gelmediğinde orası daru’l-küfre döner. Şeyhulislam İbn Teymiyye
rahimehullah’ın görüşü de bu şekildedir. Tatarların Mardin’i istila ettikleri
zaman verdiği fetvasında bu hususu açıklamıştır.
Şeyh Mukbil b. Hadi
rahimehullah diyar ve durumları hakkında şöyle dedi:
“Daru’l-İslâm:
Komunistlerin hükmü altında olsa bile halkının çoğu müslüman olan ülke
dâru’l-İslam’dır. Orada öldürmek ve savaşmak haramdır. Daru’l-Harb:
Müslümanlarla İslam’ın düşmanları arasında savaş bulunan yerdir.
Daru’l-Küfür: Eğer anlaşma varsa onlara hıyanet etmek caiz değildir.”[22]
3- Sahih Olan Görüş
Bu görüşlerden
isabetli olanı ikincisidir. Nitekim sahih hadisler ikincisini destkler:
Ebu Umame radiyallahu
anh’den: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لَتُنْقَضَنَّ
عُرَى الْإِسْلَامِ عُرْوَةً عُرْوَةً فَكُلَّمَا انْتَقَضَتْ عُرْوَةٌ تَشَبَّثَ
النَّاسُ بِالَّتِي تَلِيهَا وَأَوَّلُهُنَّ نَقْضًا الْحُكْمُ وَآخِرُهُنَّ
الصَّلَاةُ
“İslam’ın kulpları
birer birer eksilecek, her bir kulp eksildiğinde insanlar sonrakine teşebbüs
edecektir. İlk eksilecek şey (Allah’ın indirdikleriyle) hüküm, sonuncusu da
namaz olacaktır.”[23]
İslam’ın kulplarının
birer birer eksileceği ve ilk eksilecek şeyin hüküm yani Allah’ın indirdiğiyle
hükmetmenin eksileceği bildirilmiştir. Nitekim nübüvvet hilafetinin 30 sene
süreceği bildirilmiş ve Muaviye radıyallahu anh ile birlikte ısırıcı sultanlık
başlamıştır.
Nübüvvet hilafetinden
sonra mutlaka Allah’ın indirdğinden başkasıyla hüküm başlamıştır. Lakin ne
naslarda bu sebeple yöneticinin kâfir olacağı ve onu tekfir etmeyenin de kâfir
olacağı bildirilmiştir ne de o dönemlerde yaşayan sünnet ehli böyle bir şey
iddia etmiştir! Bu İslâm ülkelerinin Daru’l-Küfre döndüğünü de hiçbir âlim
söylememiştir!
Hadiste geçen: “Sonuncusu
da namaz olacaktır” ifadesine göre de cemaatle namazı ve safları ikame
etmeyi yasaklayanların küfrü, bevah bir küfürdür ve bevah küfürden dolayı
yöneticileri tekfir etmek Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisinde
gelmiştir:
Avf b. Mâlik
radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
خِيَارُ
أَئِمَّتِكُمُ الَّذِينَ تُحِبُّونَهُمْ وَيُحِبُّونَكُمْ وَيُصَلُّونَ عَلَيْكُمْ
وَتُصَلُّونَ عَلَيْهِمْ وَشِرَارُ أَئِمَّتِكُمُ الَّذِينَ تُبْغِضُونَهُمْ
وَيُبْغِضُونَكُمْ وَتَلْعَنُونَهُمْ وَيَلْعَنُونَكُمْ قِيلَ يَا رَسُولَ اللهِ
أَفَلَا نُنَابِذُهُمْ بِالسَّيْفِ؟ فَقَالَ لَا مَا أَقَامُوا فِيكُمُ الصَّلَاةَ
وَإِذَا رَأَيْتُمْ مِنْ وُلَاتِكُمْ شَيْئًا تَكْرَهُونَهُ فَاكْرَهُوا عَمَلَهُ
وَلَا تَنْزِعُوا يَدًا مِنْ طَاعَةٍ
“Yöneticilerinizin
hayırlıları sizin kendilerini sevdiğiniz ve sizi seven, onlara dua ettiğiniz ve
size dua eden yöneticilerdir. Yöneticileriniz şerlileri ise kendilerine buğz
ettiğiniz ve size buğz eden, kendilerine lanet ettiğiniz ve size lanet eden
yöneticilerdir.” Denildi ki: “Ey Allah’ın rasulü! Onlara kılıçla karşı
çıkmayalım mı?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Aranızda
namazı ikame ettikleri sürece hayır! Yöneticilerinizde hoşlanmadığınız bir şey
gördüğünüzde, amelini çirkin görün fakat itaatten büsbütün el çekmeyin.”[24]
Bu hadiste de
yöneticilerin şerlilerinden bahsedilmiştir. Yani Allah’ın indirdiğiyle
hükmediyor olsalardı onlara şerli yönetici denilmezdi. Allah’ın indirdiğinden
başkasıyla hükmettikleri için de tekfir edilmemişler, bilakis onlara itaatten
büsbütün el çekmemek emredilmiştir. Ancak namazı ikame ortadan kalkınca, mesela
korona hurafesi sebebiyle cemaatle namazı ve safların ikamesini
yasaklamalarıyla küfrü bevaha girmişlerdir!
Ubâde b. es-Sâmit
radıyallahu anh’den:
دَعَانَا
النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَبَايَعْنَاهُ فِيمَا أَخَذَ عَلَيْنَا أَنْ بَايَعَنَا عَلَى
السَّمْعِ وَالطَّاعَةِ فِي مَنْشَطِنَا وَمَكْرَهِنَا وَعُسْرِنَا وَيُسْرِنَا
وَأَثَرَةً عَلَيْنَا وَأَنْ لاَ نُنَازِعَ الأَمْرَ أَهْلَهُ إِلَّا أَنْ تَرَوْا
كُفْرًا بَوَاحًا عِنْدَكُمْ مِنَ اللَّهِ فِيهِ بُرْهَانٌ
“Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem bizi çağırdı ve O’na biat ettik. Bizden biat için aldığı
sözler arasında; dinçlik ve isteksizlik zamanlarımızda, zorlukta ve kolaylıkta
ve bizim aleyhimizde kayırmacılık yapıldığında dahi dinleyip itaat etmemiz,
yöneticilerle çekişmememiz de vardı. Ancak katınızda Allah’tan bir
burhan bulunan apaçık bir küfür görmeniz hali bundan hariçtir.”[25]
Kovid komplosu
sebebiyle müslümanların bütün ülkelerinde cemaatle namaz yasaklanmış, ezana
müdahale edilerek “cemaatle namaza gelmeyin” çağrısı yapılmış, hac ve umre
yasaklanmıştır.
Allah’ın
indirdiklerinden başkasıyla hükmediyor oluşları sebebiyle bir kesime göre
Daru’l-Küfür olan, lakin İslam şiarlarının izhar ediliyor olması sebebiyle
diğer bir kesime göre Daru’l-İslam sayılan müslüman ülkeleri, cemaatle namaz ve
hac gibi temel İslam şiarlarının yasaklanmasıyla her iki kesimden âlimlerin
görüşüne göre de ittifakla Daru’l-Küfre dönmüşlerdir.
Fakat ne yazık ki bu
gerçeğin üzerini üzerini örtmeye çalışan Bel’amlar kırk dereden su getirerek
sözde bulaşıcı hastalık korkusu sebebiyle cemaatle namazların ve haccın
yasaklanmasının meşru (!) olduğunu iddia etmişler, okun yaydan çıktığı gibi
dinden fırlamışlardır!
Bu konuyu başka
yerlerde defalarca açıkladığım için ayrıntılarına girmeyeceğim. Burada konumuz,
önceki ve sonraki ilim ehlinin Daru’l-Küfrü tanımlayan beyanlarına göre
günümüzde bütün müslüman ülkelerinin Daru’l-Küfre dönüşmüş olduğunda bu
açıklamaların ittifak ettiğinin ortaya çıkmış olmasıdır.
Bu hakikatten
hareketle Daru’l-Küfür’de kâfirlerin malları ile ilgili farklılık arz eden bir
meseleyi tahkik edeceğim inşaallah.
İbn Kudame şöyle
demiştir: “Bir belde halkı dinden çıkarlar ve orada küfür hükümlerini icra
ederlerse mallarının ganimet edinilmesi ve zürriyetlerinin esir edilmesi
konusunda Daru’l-Harb ehliyle aynı duruma dönerler.”[26]
Daru’l-Küfrün Kısımları
Daru’l-Küfr iki kısma
ayrılır;
1- Daru’l-Harp:
Kendileriyle harp halinde olunan küfür ülkesidir.
2- Daru’l-Ahd:
Kendileriyle harp halinde olunmayan, müslümanlarla anlaşma ve barış halinde
bulunan küfür ülkesidir.
İbnu’l-Kayyım şöyle
demiştir: “Kâfirler ya harp ehlidir ya da ahd (anlaşma) ehlidir.”[27]
Harp ehli, kendileriyle savaşılan
kâfilerlerdir ve Daru’l-Harp halkıdır.
Ahid ehli;
kendileriyle anlaşma yapılan kâfirlerdir ve Daru’l-Ahd halkıdır.
Bu taksimin delili İbn
Abbas radıyallahu anhuma’nın şu sözüdür:
كَانَ المُشْرِكُونَ عَلَى مَنْزِلَتَيْنِ
مِنَ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالمُؤْمِنِينَ كَانُوا مُشْرِكِي
أَهْلِ حَرْبٍ يُقَاتِلُهُمْ وَيُقَاتِلُونَهُ وَمُشْرِكِي أَهْلِ عَهْدٍ لاَ يُقَاتِلُهُمْ
وَلاَ يُقَاتِلُونَهُ
“Müşrikler Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’e ve mü’minlere karşı iki konumdadırlar; Birincisi
harp ehli müşrikler ki onlar savaşırlar ve kendileriyle savaşılır. İkincisi
ahid ehli müşrikler ki onlar savaşmazlar ve kendileriyle savaşılmaz.”[28]
Daru’l-Küfrün Sakinleri
Harbî kâfirlerin
ülkesinde yerleşmiş olan insanlar iki türdür:
1- Aslen kâfir
olanlar. Bunların canları, malları koruma altında değildir. Onlarla müslümanlar
arasında bir anlaşma veya barış olmadığı sürece Müslümanlara onların kanları ve
malları mubahtır.
2- Daru’l-Küfürde
ikamet eden müslümanlar. Bu müslümanlar eman ile yani kâfirlerin izniyle
onların ülkesinde ikamet ederler. İslam ülkesi ile bu ülkeler arasında anlaşma
ve devletlerarası sözleşmeler vardır. Onların izni olmadan orada ikamet ediyor
da olabilir. Her iki durumda da, İslâm diyarına hicret etmemiş olsa ve ebedî
olarak küfür diyarında ikamet ediyor olsa dahi müslüman olması sebebiyle kanı
ve malı haramdır.[29]
Hanefiler ise
Daru’l-Küfürde yerleşip İslam diyarına hicret etmeyen müslümanın kanını ve
malını koruma altına görmezler.[30]
Şüphesiz Hanefilerin
bu görüşü sahih naslara aykırıdır. Müslümanın kanının ve malının haramlığını
bildiren naslar, Daru’l-İslam, Daru’l-Küfr gibi herhangi bir zaman veya mekan
ayrımı olmaksızın gelmiştir;
İbn Ömer radiyallahu anhuma’dan: “Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
أمِرْتُ أنْ أقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَشْهَدُوا أنْ لْا إِلَهَ إِلَّه اللُّه وَ أنَّ
مُحَمَّدا رَسُولُ اللِّه وَيقِيمُوا الصَّلَةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ فَإِذَا
فَعَلُوا ذَلِكَ عَصَمُوا مِنِي دِمَاءَهُمْ وَأمْوَالَهُمْ إِلّاَ بِحَقِ الِاسْلَمِ وَحِسَابُهُمْ عَلَى اللِّهَ
“İnsanlarla; Allah’tan başka ibadete layık hak ilah
olmadığına ve Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Allah’ın rasulü
olduğuna şahitlik etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermelerine kadar
savaşmakla emrolundum. Bunu yaptıkları zaman, İslam hakkı olanlar dışında
kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. Hesapları ise Allah’a aittir.”[31]
Bu hadis, iki şehadet
kelimesini söyleyenin kanının ve malının koruma altında olduğunu ifade
etmektedir. Bu ister Daru’l-Küfürde olsun İster Daru’l-İslam’da olsun fark
etmez.
[1]
İbnu’l-Kayyım Ahkâmu Ehli’z-Zimme (1/366)
[2]
İbn Ruşd el-Mukaddimâtu’l-Mumhedat (2/285) Bulgatu’l-Mesalik (2/167)
el-Mudevvene (3/23)
[3]
Bkz.: el-Mudevvenetu’l-Kubra (3/23)
[4]
Maverdî el-Ahkâmu’s-Sultaniye (s.191)
[5]
El-Mubdi (3/313) el-İnsaf (4/121) el-Mukni (1/485) Keşşafu’l-Kına (3/43)
[6]
El-Mu’temed Fi Usuli’d-Din (s.276)
[7]
Fetava’s-Sa’diyye (1/92)
[8]
İbn Hazm El-Muhalla (13/140)
[9]
Es-Seylu’l-Cerrar (4/575)
[10]
Keşşafu Istalahati’l-Funun (2/265) el-Mebsut (10/114)
[11]
El-Mebsut (10/114)
[12]
Es-Siyeru’l-Kebir (4/8, 10)
[13]
Bkz.; el-Mebsut (10/114)
[14]
Bedaiu’s-Sanai (7/130)
[15]
Et-Teşriu’l-Cinaîyi’l-İslami (1/375)
[16]
Es-Siyasetu’ş-Şer’iyye (s.69)
[17]
El-Kamusu’l-Muhit (2/320)
[18]
Haşiyetu’d-Dusukî (2/188)
[19]
Ahkâmu’s-Sultaniye (s.356)
[20]
Multeka’l-Ebhur (1/660)
[21]
Durru’l-Muhtar (4/175)
[22]
Keşfu’l-Lisam (s.377-78)
[23]
Sahih. Ahmed (5/251)
Abdullah b. Ahmed es-Sunne (764) İbn Hibbân (15/111) Hâkim (4/104) Taberânî
(8/98) Mervezi es-Salat (407) Hallâl es-Sunne (1330) İbn Batta el-İbane (1/170)
Ebu Nuaym Maride (3872) Beyhakî Şuab (4894, 7118) İbn Asakir Tarih (36/266)
Deylemi (5363) el-Elbani Sahihu’l-Cami (5075) Mukbil b. Hadi Camiu’s-Sahih
(892, 2394, 3072, 3225)
[24]
Sahih. Muslim (1855)
[25]
Sahih. Buhârî (7055, 7056, 7200, 18) Muslim
(1709)
[26]
Bkz.; el-Mugni (8/138)
[27]
Bkz.; Ahkamu Ehli’z-Zimme (2/475) İbn Sa’di Fetava’s-Sa’diyye (1/92)
[28]
Sahih. Buhârî (5286)
[29]
Bkz.; Eshelu’l-Medarik (2/135) Ravdatu’t-Talibin (10/148) er-Rivayeteyn
ve’l-Vecheyn (Mesailu’l-Fıkhiyye 2/370)
[30]
Bkz.; Bedaiu’s-Sanai (7/252) Abdulkadir Avde et-Teşriu’l-Cinaiyi’l-İslami
(1/375)
[31]
Sahih.
Buhârî (25) Muslim (22)