Daru’l-Küfürde Faiz Muameleleri
Faiz, müslümana haram
kılınmış olan fasit akitlerdendir ve sahibini helak edici büyük günahlardandır.
Bunun haramlığı kitap, sünnet ve icma ile bilinmektedir.
Fakihler ister
Daru’l-İslam’da, ister Daru’l-Harpte olsun, müslümanlar arasında faiz
uygulamasının haramlığında ittifak etmişlerdir.[1]
Ebu Hanife,
müslümanlar arasında cereyan eden faizin haramlığına delalet eden ayetlere ve
hadislere muhalefet ederek şöyle demiştir:
“Harb ehli kâfir
müslüman olur da Daru’l-İslam’a hicret etmezse onunla aslen müslüman olan kimse
arasında faiz geçerlidir. Çünkü Daru’l-Harp’teki hicret etmeyen müslümanın malı
kâfirlerin malı hükmünde olup mubah olarak devam eder. Görmez misin, onun malı
telef edilse, telef eden kişi onu tazmin etmez. Ama Daru’l-İslam’a hicret eder
de sonra Daru’l-Harb’e geri dönerse onunla faiz muamelesi caiz olmaz. Çünkü
bizim ülkemizde İslam ehli gibi olarak malını koruma altına almıştır.”[2]
Evet, Ebu Hanife ve
Hanefilerin bu görüşleri faizi haram kılan nasların genel ifadesine aykırı
olduğu gibi, iki şehadet kelimesini söyleyerek müslüman olan kimsenin kanının
ve malının haram olduğunu ifade eden naslara da aykırıdır. Zira bu naslarda
Daru’l-Küfür ya da Daru’l-İslam ayrımı yapılmaksızın müslümanın malı müslamana haram
kılınmıştır.
Müslüman ile Gayri Müslim Arasındaki
Faiz Uygulaması
Bunun da iki durumu
vardır;
Birincisi: Aralarında emân bulunması durumu. Mesela
kâfir Daru’l-İslam’a emân ile girse fakihler müslümanın bu kimseyle veya Zimmî
olan gayri müslimle faiz muamelesinde bulunmasının haram olduğunda ittifak
etmişlerdir.[3]
Çünkü müslümanın
Zımmiyle ve emân sahibi kâfirle Daru’l-İslam’da muamelesi, müslümanların
birbirleriyle muameleleri ile aynı hükümdedir. Dolayısıyla şer’î ahkâma riayet
etmek zorundadır. Müslümanın malı da anlaşmalı olan gayri müslimlerin malları
da koruma altındadır.[4]
Bu açıklama, kâfirin
eman (vize) ile Daru’l-İslam’a girmesi durumu hakkındadır.
Eğer Müslüman emân
(vize) ile Daru’l-Küfre girerse fakihler bu müslümanın harbî kafirle faiz muamelesi
yapması hakkında ihtilaf etmişlerdir. Bu konuda ayrıntıya ileride gireceğim
inşaallah.
Müslüman Küfür ülkesine İslam’a davet gibi dinî veya ticaret
ve eğitim almak gibi dünyevî bazı amaçlar için eman ile girebilir. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem müşrik olan el-Mut’im b. Adiy’in emanına girmiştir.
Yine Habeşistan’a hicret eden sahabiler Necaşi’nin emanına girmişlerdir.
Ebu-Bera Amir b. Malik, Maune hadisesinde müşriklerin emanına girmiştir. Bunun
delilleri çoktur.
Müslüman, eman ile kâfir ülkesine girdiği zaman bu emanın
şartlarına uymak durumundadır, onların kanlarından ve mallarından birşeye
musallat olamaz. Dinimizde hainlik etmek yoktur. Daru’l-Küfre eman ile giren
müslümanın İslam ahlak ve edepleriyle hareket etmesi gerekir.[5]
İkincisi: Müslümanla kâfir arasında bir eman
bulunmaması. Mesela harbî kâfir Daru’l-İslam’a eman olmaksızın girer veya
Müslüman Daru’l-Küfre emansız olarak girerse bu durumda faiz uygulaması
hakkında fakihler ihtilaf etmişlerdir;
Birinci görüş: Müslümanın Daru’l-İslam’a emansız olarak
girmiş olan harbî kâfirle faiz muamelesi yapması veya kendisi Daru’l-Küfre
emansız olarak girmesi halinde faiz muamelesi yapması mubahtır. Bu Hanefilerin
ve bir rivayete göre Hanbelilerin görüşüdür.[6]
Ez-Zeylaî dedi ki:
“Daru’l-Harpte müslüman ile harbî arasında faiz yoktur.”[7]
Mecduddin İbn Teymiyye
dedi ki: “Faiz Daru’l-İslam’da da Daru’l-Harp’te de haramdır. Ancak müslüman
ile harbî arasında bir eman yoksa bu hariç”[8]
Bu konuda delilleri eman
sahibi olmayan harbî kafirin malını faiz, hırsızlık, gasp veya herhangi bir
şekilde ele geçirmesinin mubah olmasıdır. Çünkü onun koruması yoktur, kanı ve
malı mubahtır. Aynı şekilde müslüman emansız olarak küfür ülkesine girerse
onların mallarını herhangi bir şekilde ele geçirmesi mubahtır.[9]
İbn Muflih, müslüman
ile harbî kâfir arasında faiz muamelesinin mubah olduğunu zikrettikten sonra
şöyle demiştir; “Çünkü onların malları mubahtır. Bunu haram kılan şey sadece
Daru’l-İslam’daki emandır. Eğer böyle değilse (eman yoksa) malı mubah olur.”[10]
İkinci görüş: Müslüman
ile harbî kâfir arasında faiz muamelesi, ister Daru’l-İslam’da vermiş olsunlar,
ister Daru’l-Harbde vermiş olsunlar, eman olsun ya da olmasın mutlak olarak
haramdır. Bu Malikî, Şafii ve mezhepte sahih kabul edilen görüşe göre Hanbeli
fakihlerin görüşüdür.[11]
Nevevi dedi ki:
“Faizin haramlığı konusunda Daru’l-İslam ve Daru’l-Harb arasında fark yoktur.
Daru’l-İslam’da haram olan Daru’l-Harpte de haramdır. Bunun müslümanlar
arasında olması veya müslüman ile harbi kâfir arasında olması, müslümanın eman sahibi
olması veya olmaması arasında da fark yoktur.”[12]
El-Merdavî şöyle
demiştir: “Mezhepte sahih olan görüşe göre harbi kâfir ile müslüman arasında
faiz mutlak olarak haramdır.”[13]
Bu konuda delilleri
kitap ve sünnette faizin haram olduğuna delalet eden nasların umumî oluşudur.
Allah Teâlâ’nın şu ayeti gibi:
وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبا
“Allah alışverişi
helal, faizi haram kılmıştır.”[14]
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا
اللَّهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبا إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
“Ey iman edenler!
Allah’tan sakının ve eğer mü’minler iseniz faizden kalanı terk edin.”
(Bakara 278)
Cabir radiyallahu anh’den:
لَعَنَ
رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ آكِلَ الرِّبَا وَمُؤْكِلَهُ وَكَاتِبَهُ
وَشَاهِدَيْهِ وَقَالَ هُمْ سَوَاءٌ
“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem faizi
yiyene, yedirene, kâtiplik yapana ve iki şahidine lanet etti ve dedi ki:
“Onların hepsi(nin günahı) eşittir.”[15]
Dediler ki; “Bu naslar
müslümanlar ile gayri müslimler arasında Daru’l-İslam’da veya Daru’l-Harpte,
eman ile veya emansız olarak fark etmeksizin faizin haram olduğuna delalet
etmektedir.”
Tercih Edilen Görüş;
Fakihlerin bu
meseledeki delilleri ve görüşlerini naklettikten sonra şu iki meselenin ayırt
edilmesi gerekmektedir;
1- Müslümanın
Daru’l-İslam’da veya Daru’l-Harpte harbi kafire faiz vermesi caiz değildir.
Müslümana faizi haram
kılan kitap ve sünnet naslarının umumi ifadesi bunun delilidir.
Müslümanın hiçbir
durumda ve nerede olursa olsun İslam hükümlerinin dışına çıkmaması gerekir. Bu
tür bir muameleyi İslam’ın kuralları haram kılmaktadır. Çünkü müslümanın malı
Daru’l-İslam’da da, Daru’l-Harpte de koruma altındadır. Müslüman, malını nereye
harcayıp nerede kullandığından sorumludur. Faiz gibi haram bir muamelede ve
diğer geçersiz akitlerde malını kullanması caiz değildir.
2- Müslümanın harbî
kâfirden faiz alması: Bu ganimet, çalmak veya gasp yoluyla harbî kâfirin
malının alınması ile aynı hükümdedir.
Eman sahibi olmayan
harbî kâfirin malını Daru’l-İslam’da veya Daru’l-Harpte ele geçirmek mubah olduğuna
göre böyle bir muameleyle malını almak da mubahtır.
Daru’l-Harpte Eman ile Bulunan
Müslümanın Faiz Almasının Hükmü
Daru’l-Harp’te eman
ile bulunan Müslümanın harbî kâfirle faiz muamelesinin hükmüne gelince,
fakihler bu konuda iki görüş üzerinde ihtilaf etmişlerdir.
Birinci Görüş: Mubah Görenlerin Görüşü
Daru’l-Harpte eman
sahibi olan veya emansız bulunan Müslümanın harbî kâfirlerle faiz muamele
yapması caizdir. Hatta onlara leş satmak, kumar oynarak mallarını almak gibi diğer
fasit akitlerde bulunması da caizdir. Bu, onların mallarını bu yolla alma
imkanı olursa caizdir. Bu konuda zımminin malı ise müslümanın malı gibidir.
Bu görüş Ebu Yusuf
dışındaki Hanefilerin[16],
Malikilerden Abdulmelik İbnu’l-Macişun’un[17]
ve mezhepte meşhur olmasa da bir rivayete göre Hanbelilerin görüşüdür.[18]
Bu görüş bazı Hanbeli
kitaplarında İbn Teymiyye rahimehullah’a da nispet edilmektedir. Ancak İbn
Teymiyye’nin görebildiğimiz kitaplarında bu görüş bulunamamıştır. Hatta buna
aykırı ifadeler bulunmaktadır. Mesela es-Sarimu’l-Meslul kitabında şöyle der;
“Harbî kâfir faiz,
içki ve domuz satışı gibi fasit bir akit yapar da sonra ücretini aldıktan sonra
müslüman olursa elindeki mal ona haram olmaz ve bu ücreti iadet etmesi üzerine
farz değildir. Fakat bu ticaretin ücretini eline almadan önce müslüman olduysa
bu durumda Müslümanın ücret olarak almasının caiz olduğu şeyleri ücret olarak
alabilir. Bunun dışındaki şeyleri ücret olarak alması caiz olmaz. Yani artık
fasit akitrlerinin ücretini alamaz. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Allah’tan
sakının ve eğer iman etmişseniz faiz alacaklarını terk edin.” (Bakara 278)
Allah Subhanehu ve Teâlâ bu kişilere haram olan alışverişlerden dolayı
insanlarda kalmış olan alacaklarını terk etmelerini emretmiş, fakat daha önce
almış oldukları ücretleri iade etmelerini emretmemiştir.”[19]
Daru’l-Harpte Faizin Mubah Olduğunu
Söyleyenlerin Delilleri
Daru’l-Harpte müslüman
ile harbî kâfir arasında faiz muamelesinin mubah olduğu görüşüne sünnetten,
selefin eserlerinden ve akıldan delil getirmişlerdir.
1- Mekhul’ün Mürsel Rivayeti
Mekhul
rahimehullah’tan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
لا ربا بين المسلم والحربي في دار الحرب
“Daru’l-Harpte
müslüman ile harbî kâfir arasında faiz yoktur.”[20]
Es-Serahsi dedi ki:
“Bu hadis müslümanın Daru’l-Harpte harbî kâfire iki dirhem karşılığında bir
dirhem satmasının caiz oluşuna delildir.”[21]
Delilin Değerlendirilmesi;
Mekhul rahimehullah’tan mürsel rivayet zayıftır.
Hanefilerden Zeylai ve ibn Humam garib olduğunu
ifade etmişlerdir.[22] Onlar
“garib” kelimesini, isnadı bulunmayan rivayetler hakkında kullanmışlardır.
Nitekim diğer bir Hanefi muhaddis el-Aynî dedi
ki: “Bu hadis garibdir. İsnadlı bir aslı yoktur.”[23]
İmam Şafii dedi ki; “Hadis sabit değildir ve
bunda bir delil yoktur.”[24]
Hafız İbn Hacer dedi ki: “Bu hadisin isnadını
bulamadım.”[25]
Nevevi dedi ki: “Hadis zayıf mürseldir. Bunda
bir hüccet yoktur.”[26]
Hanbeliler dediler ki: “Hadis mürseldir ve
(isnadı) meçhuldür. Sıhhati bilinmemektedir. Sahihte gelmemiştir, isnadı
yoktur. Güvenilir bir kitapta geçmemektedir. Bununla beraber mürsel bir rivayet
olması muhtemeldir.”[27]
Hanefilerden es-Serahsi şöyle demiştir; “Hadis
mürsel olsa da Mekhul rahimehullah sika bir fakihtir. Onun gibi birinin mürsel
rivayeti kabul edilir.”[28]
Biz Mekhul rahimehullah’ın sika bir fakih olduğunu
inkâr etmiyoruz, lakin bu rivayet kabul edilebilecek sahih bir mürsel değildir.
Bu sebeple bu hadis Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olmuş değildir.
Şayet bu hadis sallallahu aleyhi ve sellem’den
sabit olmuş olsaydı bu hadisin iki manaya ihtimali vardır; “Daru’l-Harpte
müslüman ile harbî arasında faiz mubah değildir” anlamında anlaşılması da
mümkündür. Nitekim Nevevi böyle demiştir.[29]
İbn Kudame dedi ki; “Hadisteki “Faiz yoktur”
kavliyle yasaklamanın kastedilmiş olması da muhtemeldir. Nitekim Allah Teâlâ
şöyle buyurmuştur:
فَلا رَفَثَ وَلا فُسُوقَ وَلا جِدَالَ فِي
الْحَجّ
“Hacda refes yok, fusuk yok ve cidal yoktur!” (Bakara 197)[30]
Es-Subkî dedi ki; “Bu ihtimali umumi ifadeler
destekler. Böylece hadisteki “la (yoktur)” lafzı, meşru değildir anlamında olur
ve böylece (faizi yasaklayan) diğer delillerle arası bulunmuş olur.”[31]
2- Abbas b. Abdilmuttalibin
Müşriklerden Faiz Alması
Cabir b. Abdillah
radıyallahu anhuma’dan; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem veda haccındaki
hutbesinde şöyle buyurmuştur:
وَرِبَا الْجَاهِلِيَّةِ مَوْضُوعٌ وَأَوَّلُ
رِبًا أَضَعُ رِبَانَا رِبَا عَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ فَإِنَّهُ مَوْضُوعٌ
كُلُّهُ
“Cahiliyye faizleri
kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım faiz de bizim alacağımız faiz olan el-Abbas
b. Abdilmuttalib’in faizidir. Zira bütün faizler kaldırılmıştır.”[32]
Hadisin delil olma
yönü şudur; Hadiste geçen vad’ kelimesi düşürme ve iptal etmek demektir. Abbas
radıyallahu anh’ın Mekke’de icra ettiği faiz, oranın Daru’l-Harp olması
sebebiyle devam ediyordu. Ta ki Nebî sallallahu aleyhi ve sellem hicretin 10.
Yılında veda haccında bunu kaldırmıştır. Bundan önce orası Daru’l-Harp olmaya
devam ettiği için Abbas radıyallahu anh’ın faizi de daha önce kaldırılmadı.[33]
Et-Tahavî şöyle
demiştir: “İşte bu, faizin Daru’l-Harp iken Mekke’de fethedildiği vakte kadar
yürürlükte olduğunu göstermektedir. Çünkü Mekke’den Cahiliyyenin ortadan
kalkması fethedilmesi ile olmuştur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in;
“İlk kaldırdığım faiz bizim alacağımız faiz olan Abbas b. Abdilmuttalib’in
faizidir” sözü de Abbas radıyallahu anh’ın alacağı faizin Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem kaldırıncaya kadar geçerli olduğunun delililidir.
Çünkü o ancak geçerliliği olan bir şeyi kaldırır, onun geçerliliğini
kaldırmadan önce kendiliğinden düşmüş olanı değil! Hayber’in fethedildiği yıl
da hicretin yedinci yılıdır. Mekke ise hicretin sekizinci yılında fethedildi.
Veda haccı ise hicretin onuncu yılında gerçekleşti.
İşte bu rivayet, Mekke
fethedilinceye kadar Abbas radıyallahu anh’ın faiz alacağının bulunduğuna
delildir. O bundan önce İslam’a girmişti. İşte bu rivayet, faizin Mekke’de
Daru’l-Harp iken müslümanlarla müşrikler arasında helal olduğuna delildir.
Hâlbuki o zamanda Daru’l-İslam’da müslümanlar arasında haram idi. Bu da faizin
Ebu Hanife ve es-Sevri’nin dedikleri gibi daru’l-Harbde müslümanlara harp ehli
arasında mubah olduğuna delildir.”[34]
El-Cessas dedi ki:
“Ayet şu hükme de delalet etmektedir: Fasit olarak yapılmış olsalar da
Daru’l-Harpte yapılan akitlerden İslam devletinin başkanı haberdar olur da ses
çıkarmazsa artık o akdin feshi için itirazda bulunulamaz. Zira bilindiği gibi
Abbas radıyallahu anh’ın faiz akitleri, faizi haram kılan ayetin inmesi ile
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in Mekke’de veda hutbesini irad ettiği zaman
arasında yapılmıştı. İptal ettiği faiz ise Mekke’de fetih öncesinde akdettiği
ve henüz teslim almadığı faiz kazançları idi. Teslim alınmamış faizlerin
akitlerinin ayetin nüzulünden önce veya sonra olması arasında bir ayrım
yapmamıştı. Bu da Daru’l-Harpte müslümanlar ile gayri müslimler arasında
yapılan faiz akitlerinden İslam devletinin başkanı haberdar olur ve faiz
kazancı teslim alınmamışsa akdin fesh edilmeyeceğine delalet etmektedir.”[35]
İbnu’t-Turkmanî dedi
ki: “Beyhaki’nin ve ashabının mezhebi, zikredilen satışın geçerli olmadığı ve
müslüman ile harbî kâfir arasında faizin sabit olduğu şeklindedir. Bu hadis ise
bunun aksine delalet ediyor. Zira ikisinin arasında faiz söz konusu olmaz.”[36]
İbn Ruşd dedi ki: “Bu
istidlal – yani Hanefilerin bu hadisi delil getirmeleri – sahihtir. Çünkü şayet
müslümanlar ile müşrikler arasında Daru’l-Harpte faiz helal olmasaydı elbette
Abbas radıyallahu anh’ın faizi o müslüman olduğu gün kaldırılır ve o günden sonra
aldığı faizler iade ettirilirdi. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Tevbe ederseniz anaparanız size aittir.” (Bakara 279)”[37]
Delilin Değerlendirilmesi
el-Abbas radıyallahu anh hadisi onların lehine
değil, aleyhinedir. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Cahiliyye halkının
faizini kaldırmış, bu İslam’a ulaşmamıştır. İlk kaldırdığı faiz de Abbas b.
Abdilmuttalib’in faizidir. O sırada Mekke Daru’l-Harp idi ve Abbas radıyallahu
anh müslüman olduğu için oradaki faizi iptal edilmiştir.[38]
Yine el-Abbas radıyallahu anh hadisini delil
getirmelerine şu şekilde cevaplar verilmiştir:
A- Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in
Daru’l-Küfür olan Mekke’de Abbas radıyallahu anh’a özel faiz almasına izin
vermiş olması mümkündür. Başkaları buna kıyaslanamaz
B- Abbas radıyallahu anh cahiliyede müslüman
olmadan önce faiz muamelesi yapmış olabilir. Hadisteki lafızda bu durum
kastedilmiş olabilir. Müslüman olduktan sonra faiz almaya devam etmesi, bunun
haram kılındığını bilmiyor olmasına hamledilir.[39]
C- Abbas radıyallahu anh’ın müşriklerle
cahiliyye faizi değil de, ribe’l-fadl (borçtan dolayı fazlalık) faizi uygulamış
olması muhtemeldir. Ribe’l-fadlın haram oluşu ise bütün sahabiler tarafından
bilinmiyordu. Çünkü bunun haram kılınması hicri 7. Senede Hayber gününde
gerçekleşmiştir. Bu yasak el-Abbas radıyallahu anh’e ulaşmamış olabilir. O da
bunu bilmediği için Nebî sallallahu aleyhi ve sellem veda haccı hutbesinde
bunun haramlığını ilan edene kadar faiz uygulamasına devam etmiştir.[40]
D- Abbas radıyallahu anh Mekke’de müslüman
olarak müşriklerden mutlak faiz almıştır. Çünkü harbî kâfirlerden faiz almak
Daru’l-İslam’da değil de, Daru’l-Harpte caizdir. Lakin o zamanlar faizin
haramlığı hükmü yerleşmemiş ve bu konuda İslam’ın kuralı ikmal edilmemişti. Ta
ki Allah Teâlâ şu ayeti indirdi:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا
اللَّهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبا إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ
“Ey iman edenler, Allah’tan sakının! Mü'minler iseniz ribadan kalanı
bırakın!” (Bakara 278)
Sakif kabilesinin hicri 9. Yılda Ramazan ayında müslüman olup anlaşma
yapmaları, veda haccından önce idi. Bundan öncesinde kesin olarak haram
kılınmamıştı. Bu yüzden Abbas radıyallahu anh, Mekke’de ikamet eden bir
müslüman olarak faiz uyguluyor, müşriklerden faiz alıyordu. Allah faizi kesin
olarak yasaklayıp dinini tamamlayıncaya kadar böyleydi. Allah bu ayeti
indirince Abbas radıyallahu anh faiz almayı bıraktı. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in veda haccındaki sözleri, cahiliyye faizinin kaldırılması
hakkında olmuştur. İlk kaldırdığı faiz de Abbas radıyallahu anh’ın faizidir.
Bu, ayetin hükmünü pekiştirmek ve ümmete İslam’ın faizin kesin olarak haram
kılındığını açıklamaktır.[41]
Böylece Hanefilerin delil getirdikleri bu hadisin aslında kendi
aleylerine olduğu ortaya çıkmaktadır.
3- Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem’in Güreşte Yenmek Üzere Kâfirle İddiaya Girmesi
Rukâne radıyallahu anh
hadisi şöyle nakledildi:
ولقي رسول الله
صلى الله عليه وسلم ركانة بأعلى مكة فقال له ركانة هل لك أن تصارعني على ثلث
غنمي فقال صلى الله عليه وسلم نعم وصارعه فصرعه الحديث إلى أن أخذ منه جميع غنمه
ثم ردها عليه تكرما
“Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem Mekke’nin yukarı tarafında Rukane ile (müslüman olmasından
önce) karşılaştı ve Rukâne ona:
“Benimle koyunlarımın
üçte birinin senin olması için güreşir misin?” dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem:
“Evet” buyurdu,
sonra güreştiler…” Hadis böylece devam eder. Sonunda Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem onu (üç defa) yenip bütün koyunlarını almış ve sonra da ikram olarak
kendisine iade etmiştir.[42]
Es-Serahsî dedi ki:
“Bu hadis Daru’l-Harp’te müslüman ile harbî kafir arasında faizin caiz oluşuna
delildir.”
Delilin Değerlendirilmesi
Rukane radıyallahu anh hadisinde faiz söz konusu
değildir. Lakin fasit akit söz konusudur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem, Daru’l-Harpte, Rükane henüz müşrik iken onunla iddiaya girmiştir.
Daru’l-Harpte müslümanın kâfirden faiz almasını
caiz gören âlimler, müslümanın kazanması kesin olan bir bahse girerek kâfirin
malını almanın caiz olduğuna bu hadis delil olmaktadır.
4- Ebu Bekr Radıyallahu anh’ın
Müşriklerle Bahse Girmesi
İbn Abbas radiyallahu anhuma’dan:
كَانَ
الْمُسْلِمُونَ يُحِبُّونَ أَنْ تَظْهَرَ الرُّومُ عَلَى فَارِسَ لِأَنَّهُمْ
أَهْلُ الْكِتَابِ وَكَانَ الْمُشْرِكُونَ يُحِبُّونَ أَنْ تَظْهَرَ فَارِسُ عَلَى
الرُّومِ لِأَنَّهُمْ أَهْلُ أَوْثَانٍ فَذَكَرَ ذَلِكَ الْمُسْلِمُونَ لِأَبِي
بَكْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ فَذَكَرَ ذَلِكَ أَبُو بَكْرٍ لِلنَّبِيِّ صَلَّى
اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ أَمَا إِنَّهُمْ سَيَهْزِمُونَ فَذَكَرَ أَبُو بَكْرٍ لَهُمْ ذَلِكَ
فَقَالُوا اجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ أَجَلًا فَإِنْ ظَهَرُوا كَانَ لَكَ كَذَا
وَكَذَا وَإِنْ ظَهَرْنَا كَانَ لَنَا كَذَا وَكَذَا فَجَعَلَ بَيْنَهُمْ أَجَلَ
خَمْسِ سِنِينَ فَلَمْ يَظْهَرُوا فَذَكَرَ ذَلِكَ أَبُو بَكْرٍ لِلنَّبِيِّ
صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ أَلَا جَعَلْتَهُ أُرَاهُ قَالَ دُونَ
الْعَشَرَةِ قَالَ فَظَهَرَتِ الرُّومُ بَعْدَ ذَلِكَ فَذَلِكَ قَوْلُهُ تَعَالَى
{الم غُلِبَتِ الرُّومُ فِي أَدْنَى الْأَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ
سَيَغْلِبُونَ} قَالَ فَغُلِبَتِ الرُّومُ، ثُمَّ غَلَبَتْ بَعْدُ لِلَّهِ
الْأَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمَنْ بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ
بِنَصْرِ اللَّهِ قَالَ سُفْيَانُ وَسَمِعْتُ أَنَّهُمُ ظَهَرُوا يَوْمَ بَدْرٍ
“Müslümanlar ehl-i kitap olmalarından dolayı
Rumların galip gelmelerini isterlerdi. Müşrikler de, kendileri gibi puta
tapanlar oldukları için Farsların, Rumları yenmelerini isterlerdi. Müşrikler
bunu Ebu Bekr radiyallahu anh’e, Ebu Bekr radiyallahu anh de Nebî sallallahu
aleyhi ve sellem’e söyledi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem:
“Muhakkak ki Rumlar galip gelecektir”
buyurdu. Ebu Bekr radiyallahu anh bunu müşriklere bildirince müşrikler:
“Sen aramızda bir zaman tayin et. Eğer biz
kazanırsak şu ve şu bizim olacaktır. Eğer siz kazanırsanız şu ve şu sizin
olacaktır” dediler. Ebu Bekr radiyallahu anh beş yıllık süre tayin etti. Fakat
Rumlar bu sürede galip gelememişti. Ebu Bekr radiyallahu anh bu durumu
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bildirince, Rasûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem:
“Bu süreyi on yıla kadar uzatsaydın”
buyurdu. Sonra Rumlar galip geldiler. Rumlar önce yenildi, sonra yendi. Allah
Teâlâ:
“Onların bu yenilgilerinden önce de sonra da emir Allah'ındır. O gün
mü’minler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir” (Rum 4) buyurmuştur.”[43]
Dediler ki: Bu bir
kumardır ve bu müslümanlar arasında helal değildir. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem Ebu Bekr radıyallahu anh ile Kureyş müşrikleri arasındaki bu
kumara cevaz vermiştir. Çünkü o sırada Mekke Daru’ş-Şirk idi, müslümanların
ahkâmı işletilmiyordu.”[44]
Delilin Değerlendirmesi
Berâ b. Âzib radiyallahu anh’den gelen diğer rivayette, Ebu Bekr
radiyallahu an bahiste kazandığını Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e
getirince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
هَذَا السُّحْتُ قَالَ تَصَدَّقْ بِهِ
“Bu haramdır. Bunu tasadduk et”[45]
Bu rivayetin isnadında Muemmel b. İsmail’in hıfzı kötüdür.
Rivayetteki bu cümlede de münkerlik vardır. Zira bu haram bir mal ise tasadduk
edilmesi de caiz olmaz.
Cumhur bunun nesh edildiği
görüşündedir. Niyar b. Mukrim
el-Eslemî radiyallahu anh’den gelen rivayette de bu hadisenin bahse girmenin
haram kılınmasından önce meydana geldiği şeklinde bir ifade geçer.[46]
Lakin bu açıklama sahabeden birinden değil sonraki ravilerden birine
aittir.
Kimisi Maide 90. Ayeti ile rihanın (bahse girmenin) nesh
edildiğini söyledi. Buna şöyle cevap
verildi: Rumların Farslara galip gelmesi, Maide 90. Ayetinin nüzulünden sonra
gerçekleşmiştir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de Ebu Bekr radıyallahu anh’ı
bundan yasaklamamıştır.
Malik, Ahmed, Şafii ve ashablarına göre de şu hadis ile nesh
edilmiştir: Ebu Hureyre
radiyallahu anh’den: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
لَا سَبَقَ إِلَّا فِي خُفٍّ أَوْ فِي حَافِرٍ
أَوْ نَصْلٍ
“Yarışma (müsabaka) sebebiyle ödül ancak at ve deve koşturmakla, ok
ve benzeri şeyleri atmakta verilir”[47]
Ebu Hanife ve İbn Teymiyye ise hadisin muhkem olduğunu (nesh
edilmediğini) söylediler. Dediler ki: “Bu rihanda (bahse girmede) İslâm’ın
alametlerini ve delilerini üstün kılma vardır. Es-Sıddık radıyallahu anh’ın
girdiği bahiste olduğu gibi. Bu hakkı ortaya çıkarmaktır ve caiz olmaya ödüllü
ok, at ve deve yarışından daha layıktır. Çünkü din hüccetle, delillerle,
kılıçla ve dişlerle ikame edilir. Öncelikli maksat hücceti ikame etmektir.” Bu
İbn Kayyım rahimehullah’ın da tercih ettiği görüştür.[48]
Neticede Ebu Bekr radıyallahu anh kıssası hakkında nesih sabit
olmamıştır ve harbî kafirin malını bu şekilde ele geçirmenin cevazına delalet
etmektedir.
5- Selefin Eserlerinden Delilleri
1- Tahavi,
Muşkilu’l-Asar’da İbnu’l-Mubarek yoluyla Sufyan es-Sevri’den Daru’l-Harpte
müslüman ile harbî kâfir arasında faizi caiz gördüğünü rivayet etmiştir.[49]
2- Tabiîn imamlarından
İbrahim en-Nehaî rahimehullah şöyle demiştir:
لَا بَأْسَ بِالدِّينَارِ بِالدِّينَارَيْنِ
فِي دَارِ الْحَرْبِ بَيْنَ الْمُسْلِمِينَ وَبَيْنَ أَهْلِ الْحَرْبِ
“Daru’l-Harpte
müslüman ile harb ehli arasında bir dinara karşılık iki dinar almakta bir
sakınca yoktur.”[50]
Delillerin Değerlendirilmesi
Sufyan es-Sevri’den bu
görüş sabit olmuştur. İbrahim en-Nehaî’den gelen rivayetn ise isnadı zayıftır. İsnadında
Muhammed b. Eban b. Salih el-Cu’fi’de zayıflık vardır.
6- Akıldan Delilleri
1- Müslümanların
hükümleri Daru’l-Harpteki harbî kâfirler hakkında geçerli olmaz. Müslümanların
onların mallarını kendilerinin rızalarıyla almaları caizdir.[51]
2- Müslüman eman olmaksızın Daru’l-Harbe girerse onun harbî
kâfirlerin malını onların rızaları olsun ya da olmasın, herhangi bir şekilde
alması caizdir. Bu şekilde (faiz muamelesi ile) rızalarıyla alırsa caiz olmaya
daha önceliklidir.[52]
3- Harbî kâfirlerin mallarında asıl olan mubah olmasıdır.
Ancak eman sahibi iseler onlara hainlik etmek ve rızaları olmaksızın mallarını
almak caiz olmaz. Ama eğer faiz veya diğer fasit akitler yoluyla mallarını
kendi rızalarıyla almak caizdir. Bu hainlik değildir. Harbî kâfir kendi
isteğiyle malını verirse, haramlığa sebep olan illet ortadan kalkmış olur.[53]
Delillerin Değerlendirilmesi
Müslümanların hükümlerinin Daru’l-Harpteki harb ehli
kâfirler hakkında geçerli olmadığı görüşü doğrudur. Ancak onlar eman ile
Daru’l-İslam’a girerlerse bu hükümler onlar hakkında da işler. Daru’l-Harpte
faiz alan müslüman hakkında da İslam hükümleri geçerlidir. Yeryüzünün neresinde
olursa olsun müslümanın bu hükümleri gözetmesi gerekir. Faiz muamelesi de
Daru’l-Harpte de Daru’l-İslam’da da haramdır.
Müslümanın Daru’l-Harbe emansız olarak girmesi halinde
kâfirlerin rızaları olmadan onların mallarını almasının caiz olduğu da
doğrudur. Ama Daru’l-Ahd’e emansız olarak girerek orada faiz alması caiz olmaz.
Çünkü müslüman Daru’l-Ahd’e emansız olarak girse bile onların kanları ve
malları mubah olmaz. Ancak müslümanlara harp ilan etmeleri halinde bu caiz
olur. Müslümanlara karşı harp ilan etmedikleri sürece onların mallarını alması
caiz değildir.
Kâfirlerin mallarında aslolanın mubahlık olduğunu
söylemelerine gelince bunu delil getirmeleri kabul edilemez. Çünkü
Daru’l-Harpte müslümana eman verilmiştir. Yani oranın halkı canları ve malları
konusunda ona güvenmişlerdir. Bu da onların mallarını haksız bir şekilde veya
meşru bir sebep olmaksızın alamamasını gerektirir.
Müslüman, Daru’l-Harbe eman ile girer de onlardan bir şey
borç alır veya bir şey çalıp Daru’l-İslam’a dönerse onu iade etmesi gerekir.
Çünkü eman ile girmiş olması sebebiyle onların mallarına musallat olamaz.[54]
Kâfirlerin mallarını ganimet edinmenin mubah olmasını delil
getirmek, ancak onların Müslümanlara karşı harp ilan etmeleri halinde söz
konusudur. Bu durum, fasit akitlerin mubah sayılmasına delil olmaz. Şöyle ki,
din koyucu, onların kadınlarının odalık edinilmesini de mubah kılmıştır fakat
fasit nikâh akdiyle onların eş edinilmesini caiz kılmamıştır. Bundan dolayı
fasit akitle onların mallarını ele geçirmek de mubah olmaz.
İbnu’l-Arabi şöyle der: “Deriz ki; dinde onların mallarını
gizlice aşırmak ve çalarak ele geçirmek caizdir. Ama kendisine eman vermişler
de onların ülkesine bu şekilde girmişse onların ahdine ihanet edemez. Bir
topluluk onlardan faiz almaya cevaz vermiş olsa da din buna cevaz vermez. Eğer
onlardan biri bu kafirlerin dinin fer’i hükümlerine muhatap olmadıklarını
gerekçe olarak öne sürerse, müslüman bu hükümlere muhataptır.”[55]
Nevevi dedi ki: “Kafirleirnin mallarını ganimet olarak ele
geçirmenin mubah olması, fasit akitle ele geçirmenin mubah olmasını
gerektirmez. Bu yüzden onların kadınlarını odalık cariye edinmek mubah iken,
fasit akitle nikâhlanmaları mubah değildir.”[56]
Zira faizin haramlık hükmü Daru’l-Harbi ve başka yerleri
kapsayacak umum ifadeyle gelmiştir. Hikmet sahibi şeriat koyucu, faizi belli
bir mekâna haram kılıp, diğer bir mekânda helal kılmış değildir. Müslüman,
nerede olursa olsun İslam’ın hükümlerine uymaktan sorumludur.
[1]
Bkz.; Bedaiu’s-Sanai (5/192) İbn Humam Fethu’l-Kadir (6/178) Eshelu’l-Medarik
(2/220) Bulgatu’s-Salik (2/15) el-Mecmu Şerhu’l-Muhezzeb (9/391) el-Mugni
(4/46) el-Mubdi (4/156)
[2]
Bkz.; İbn Nuceym Bahru’r-Raik (6/147) Tebyinu’l-Hakaik (4/97)
el-Cevheretu’n-Neyyire (2/262) Fethu’l-Kadir (6/178) Haşiyetu İbn Abidin (5/186)
el-İhtiyar (2/33)
[3]
Bkz.: Haşiyetu Reddi’l-Muhtar (5/186) Fethu’l-Kadir (6/178) el-İhtiyar (2/33)
el-Benaye (6/570) Bedaiu’s-Sanai (5/192) el-Mukaddimatu’l-Mumhedat (2/617)
İbnu’l-Arabi Ahkamu’l-Kur’ân (1/516) Kadı Abdulvehhab el-İşraf (1/262) el-Mecmu
Şerhu’l-Muhezzeb (9/392) Nihayetu’l-Muhtac (7/270) Keşşafu’l-Kına (3/259)
el-İfsah (1/329) el-Mubdi (4/157)
[4]
Bkz.; el-Mebsut (10/84, 14/58) Şerhu’s-Siyeri’l-Kebir (1/3067) Bedaiu’s-Sanai
(6/81) Cessas Ahkamu’l-Kur’ân (2/436)
[5]
Bkz.; Uyunu’l-Eser (1/115, 2/136) İbn Hişam Siyretu’n-Nebeviye (1/217, 2/15) Zadu’l-Mead (3/28) el-Umm (4/248) Mugni’l-Muhtac
(4/239) el-Mugni (9/295)
[6]
Bkz.: el-İhtiyar (2/33) Haşiyetu İbn Abidin (5/186) Bedaiu’s-Sanai (5/192)
Fethu’l-Kadir (6/178) Tebyinu’l-Hakaik (4/97) el-Cevheretu’n-Neyyire (2/262)
Merdavi el-İnsaf (5/52) İbn Muflih el-Furu (4/147) el-Mubdi (4/157) el-Muharrar
(1/318)
[7]
Tebyinu’l-Hakaik (4/97)
[8]
El-Muharrar (1/318)
[9]
Bkz.; el-İhtiyar (2/33) Bedaiu’s-Sanai (5/191) el-Bahru’r-Raik (6/147)
Fethu’l-Kadir (6/178) el-Muharrar (1/318) Keşşafu’l-Kına (3/259)
[10]
El-Mubdi (4/157)
[11]
Bkz.; el-Mudevvenetu’l-Kubra (4/271) el-Mukaddimat (1/178) İbnu’l-Arabi
Ahkamu’l-Kur’ân (1/516) el-Mecmu (9/391) Ravdatu’t-Talibin (10/219) el-Mugni
(4/45) el-Mubdi (4/157) el-İnsaf (5/52) Keşşafu’l-Kına (3/259)
[12]
El-Mecmu Şerhu’l-Muhezzeb (9/391)
[13]
El-İnsaf (5/52) Bkz.; Behuti Keşşafu’l-Kına (3/259)
[14]
Bakara (275)
[15]
Sahih. Muslim (1598)
[16]
Bkz; Bedaiu’s-Sanai (5/192) el-Mebsut (14/56) el-Bahru’r-Raik (6/147)
Tebyinu’l-Hakaik (4/97) Cevheretu’n-Neyyire (2/262) Fethu’l-Kadir (6/178)
Haşiyetu Reddi’l-Muhtar (5/168) el-İhtiyar (2/33) el-Benaye (6/570) Cessas
Ahkamu’l-Kur’ân (2/436) Mecmau’l-Enhur (2/90) Muşkili’l-Asar (4/241)
[17]
İbnu’l-Arabi Ahkamu’l-Kur’ân (1/516)
[18]
El-Mubdi (4/157) el-İnsaf (5/53) el-Furu (4/147) el-Muharrar (1/318)
[19]
Es-Sarimu’l-Meslul (s.161)
[20]
Zayıf, mürsel. Zeylai Nasbu’r-Raye
(4/44) Serahsi Mebsut (14/56) Ebu Yusud er-Reddu Ala Siyeri’l-Evzai (s.97)
[21]
El-Mebsut (14/56)
[22]
Bkz.; Zeylai Nasbu’r-Raye (4/44) İbn Humam Fethu’l-Kadir (6/178)
[23]
El-Benaye (6/571)
[24]
El-Umm (7/359)
[25]
Ed-Diraye Fi Tahrici Ahadisi’l-Hidaye (2/158)
[26]
El-Mecmu (9/291)
[27]
Bkz.: el-Mugni (4/46) el-Mubdi (4/157) Metalibu Uli’n-Nehy (3/188)
Keşşafu’l-Kına (3/259)
[28]
Bkz.; el-Mebsut (14/56)
[29]
El-Mecmu (9/391)
[30]
Bkz.; İbn Kudame el-Mugni (4/46)
[31]
Es-Subki Tekmiletu’l-Mecmu (11/229)
[32]
Sahih. Muslim (1218)
[33]
Bkz.; Bedaiu’s-Sanai (5/193) Muşkilu’l-Asar (4/244) el-Cevheru’n-Naki (9/106)
[34]
Bkz. Muşkilu’l-Asar (4/245)
[35]
Cessas Ahkamu’l-Kur’ân (1/417)
[36]
El-Cevheru’n-Naki (Sunenu’l-Beyhakî ile beraber 9/106)
[37]
İbn Ruşd el-Mukaddimat (2/278)
[38]
Bkz.; el-Umm (7/358) er-Reddu Siyeri’l-Evzai (s.96)
[39]
Bkz: es-Subki Tekmiletu’l-Mecmu (11/23)
[40]
Bkz; Ahkamu’t-Teamuli’r-Riba (s.29)
[41]
Bkz; Ahkamu’t-Teamuli’r-Riba (s.29, 30)
[42]
Sahih ligayrihi. El-Mebsut (14/57) Yakın lafızlarla:
* Abdullah b. el-Haris radıyallahu anh’den hasen isnadla: Abdurrazzak (20909) Ebu Nuaym
Marife (2808)
* Ebu Umame radıyallahu anh’den zayıf isnad ile: Ebû Nuaym Delail (299) Ebu
Nuaym Marife (2807)
* İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan hasen isnadla: Ebu Bekr eş-Şafii
Kitabu’s-Sebak ve’r-Remy (ondan isnadıyla naklen; İbn Kayyım el-Furusiyye
s.201) İbn Hacer et-Temyiz Fi Telhisi Tahrici Ahadisi Şerhi’l-Veciz (6572) Belazuri
Ensabu’l-Eşraf (1/155) el-Elbani Sahihu Siyreti’n-Nebeviye (s.217)
* Said b. Cubeyr’den mürsel
olarak; Ebû Dâvûd Merasil (308) İbn Mende Marifetu’s-Sahabe (s.649)
Ebu Nuaym Marife (2807) isnadı sahihtir lakin mürseldir.
[43]
Buhârî ve Muslim'in şartlarına göre sahih.
Hâkim (2/445) Ahmed (1/276, 304) Taberî Tefsir (18/447) Buhârî Halku
Ef’ali’l-İbad (s.46) Ziyau’l-Makdisi el-Muhtare (10/144) Tirmizî (3193) Nesâî
Sunenu'l-Kubrâ (11389) Taberânî (12/29) İbnu’l-Munzir el-Evsat (6425) Beyhaki
(2/330) Tahavi Şerhu Muşkili’l-Asar (2987) İbn Asakir Tarih (1/372) Mukbil b.
Hadi Camiu’s-Sahih (2399)
[44]
Bkz.; es-Serahsi el-Mebsut (14/57)
[45]
Zayıf. İbn Ebi Hatim’den naklen: İbn
Kesir Tefsir (3/423) Ebu Ya’la’dan naklen: İbn Hacer Metalibu’l-Aliye (4601)
İbn Kesir, Camiu’l-Mesanid (852) ve Busayri İthaf (5781) İbn Asakir Tarih
(1/373)
[46]
Hasen. Tirmizî (3194) Taberânî Evsat
(7266)
[47]
Sahih. Ebu Davud (2574) Tirmizi (1700)
Nesai (3585-89) İbn Mace (2878) Ahmed (2/256, 276, 358, 425, 474) Şafii el-Ümm
(4/229) İbn Hibban (10/544) Tayalisi (2496) İbn Ebî Şeybe (6/528) İbnu’l-Ca’d Musned
(2759) Bezzar (15/111, 16/68) Taberânî Mu'cemu's-Sagir (50) Taberani
Fadailu’r-Remy (37-40) Darekutni el-Efrad (47) İbnu’l-Munzir el-Evsat (6417)
Beyhakî (10/16) Deylemi (7897) el-Elbani Sahihu Suneni’t-Tirmizî (1390) Mukbil
b. Hadi Camiu’s-Sahih (1953, 2958)
[48]
El-Ba’danî Fethu’l-Allam (10/135)
[49]
Sahih maktu. Tahavi Muşkilu’l-Asar
(4/245)
[50]
Zayıf maktu. Tahavi Muşkilu’l-Asar
(4/246)
[51]
Bkz.; el-Mebsut (14/57) Fethu’l-Kadir (6/178) er-Reddu Ala Siyeri’l-Evzai
(s.96)
[52]
Bkz.; el-Cevheretu’n-Neyyire (2/262) Tebyinu’l-Hakaik (4/97)
[53]
Bkz.; Fethu’l-Kadir (6/178) Bahru’r-Raik (6/147) el-Cevheretu’n-Neyyire (2/262)
el-İhtiyar (2/33) Haşiyetu İbn Abidin (5/186) Tebyinu’l-Hakaik (4/97)
Bedaiu’s-Sanai (5/192) el-Mubdi (4/157)
[54]
Bkz: Ravdatu’t-Talibin (10/291)
[55]
İbnu’l-Arabi Ahkamu’l-Kur’ân (1/516)
[56]
El-Mecmu (9/392)