Mesruk’un İbn Mes’ud Radıyallahu anh’den Rivayetleri
Seleme b. Kuheyl’in Mesruk’tan Rivayeti
Seleme b. Kuheyl rahimehullah’tan:
عَنْ عَلْقَمَةَ وَمَسْرُوقٍ أَنَّهُمَا
سَأَلَا ابْنَ مَسْعُودٍ عَنِ الرِّشْوَةِ فَقَالَ مِنَ السُّحْتِ قَالَ فَقَالَا
أَفِي الْحُكْمِ؟ قَالَ ذَاكَ الْكُفْرُ ثُمَّ تَلَا هَذِهِ الْآيَةَ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ
بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
“Alkame ve Mesruk rahimehumallah İbn Mes’ud radıyallahu
anh’e rüşvet hakkında sordular. O da; “Suht’tandır” dedi. Dediler ki; “Hüküm
hakkında mı?” İbn Mes’ud radıyallahu anh dedi ki;
“O küfürdür.” Sonra şu ayeti okudu; “Allah’ın indirdiği
ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir.” (Maide 44)”[1]
Ebu’d-Duha’nın Mesruk’tan Rivayeti
Muslim b. Subayh (Ebu’d-Duha) rahimehullah’tan: Mesruk
rahimehullah dedi ki:
سَأَلْتُ ابْنَ مَسْعُودٍ عَنِ السُّحْتِ
أَهُوَ الرُّشَا فِي الْحُكْمِ؟ فَقَالَ لَا مَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ
فَهُوَ كَافِرٌ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَهُوَ ظَالِمٌ وَمَنْ
لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَهُوَ فَاسِقٌ وَلَكِنَّ السُّحْتَ يَسْتَعِينُكَ
الرَّجُلُ عَلَى الْمَظْلَمَةِ فَتُعِينُهُ عَلَيْهَا فَيُهْدِي لَكَ الْهَدِيَّةَ
فَتَقْبَلُهَا
“İbn Mes’ud radıyallahu anh’e suht hakkında sordum ve: “O
hükümde rüşvet almak mıdır?” dedim. Dedi ki:
“Hayır. Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen bir kâfirdir.
Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen bir zâlimdir. Allah’ın indirdiği ile
hükmetmeyen bir fasıktır. Lakin suht, bir adamın haksızlık konusunda senden
yardım istemesi ve senin de bu konuda yardım etmen, buna karşılık sana hediye
verdiğinde onu kabul etmendir.”[2]
Ebu’d-Duha rahimehullah, Mesruk rahimehullah’tan, O da İbn
Mes’ud radıyallahu anh’den rivayet ediyor:
سُئِلَ عَنِ السُّحْتِ؟ قَالَ الرِّشَا قِيلَ
فِي الْحُكْمِ قَالَ ذَاكَ الْكُفْرُ
“İbn Mes’ud radıyallahu anh’e suht hakkında sorulunca:
“Rüşvettir” dedi. “Hüküm konusunda mı?” denildi. Dedi ki:
“O küfürdür.”[3]
Salim b. Ebi’l-Cad’ın Mesruk’tan Rivayeti
Salim b. Ebi’l-Ca’d rahimehullah’tan; “Mesruk rahimehullah
dedi ki:
سَأَلْتُ ابْنَ مَسْعُودٍ عَنِ السُّحْت
أَهُوَ الرِّشوة فِي الْحُكْمِ؟ قَالَ لَا وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ
اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
وَالظَّالِمُونَ وَالْفَاسِقُونَ وَلَكِنَّ
السُّحْت أَنْ يَسْتَعِينَكَ رَجُلٌ عَلَى مَظْلَمَةٍ فَيُهْدِيَ لَكَ
فَتَقْبَلَهُ فَذَلِكَ السُّحت
“İbn Mes’ud radıyallahu anh’e; “Suht hükümde rüşvet midir?”
diye sordum. Dedi ki:
“Hayır, Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar
kâfirlerdir, zalimlerdir ve fasıklardır. Lakin suht, zulme uğramış bir kimseye
yardım etmene karşılık onun sana hediye vermesi ve senin de bunu kabul
etmendir. İşte suht budur.”[4]
Salim b. Ebi’l-Ca’d – Mesruk rahimehullah’tan rivayet
ediyor:
كُنْتُ جَالِسًا عِنْدَ عَبْدِ اللَّهِ فَقَالَ
لَهُ رَجُلٌ مَا السُّحْتُ؟ قَالَ الرِّشَا فَقَالَ فِي الْحُكْمِ؟ قَالَ ذَاكَ الْكُفْرُ
ثُمَّ قَرَأَ {وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ}
“Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’ın yanında oturuyordum.
Bir adam ona dedi ki: “Suht nedir?” Dedi ki:
“Rüşvet almaktır.” Adam: “Hüküm konusunda olursa?” dedi. İbn
Mes’ud radıyallahu anh dedi ki:
“O küfürdür.” Sonra “Allah’ın indirdikleriyle
hükmetmeyenler kâfirlerdir” (Maide 44) ayetini okudu.”[5]
Açıklama
İbn Mes’ud radıyallahu anh’den namazın terkinin hükmü
hakkında da şöyle rivayet edilmiştir:
El-Kasım b. Abdirrahman ve el-Hasen b. Sa’d dediler ki:
عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ أَنَّهُ قِيلَ لَهُ
إِنَّ اللَّهَ جلّ وعزّ يُكْثِرُ ذِكْرَ الصَّلَاةِ فِي الْقُرْآنِ الَّذِينَ هُمْ
عَنْ صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ وَ عَلَى صَلَاتِهِمْ دَائِمُونَ وَ عَلَى صَلَاتِهِمْ
يُحَافِظُونَ فَقَالَ ابْنُ مَسْعُودٍ عَلَى مَوَاقِيتِهَا قَالُوا مَا كُنَّا
نَرَى ذَلِكَ إِلَّا عَلَى التَّرْكِ قَالَ ذَاكَ الْكُفْرُ
“İbn Mes’ud radıyallahu anh’e denildi ki; “Allah Azze ve
Celle Kur’ân’da namazı çokça zikretmiştir. “Onlar namazlarından gafildirler”
(Maun 5) “Namazlarında devamlıdırlar” (Mearic 23) “Namazlarını
muhafaza ederler” (En’am 92) İbn Mes’ud radıyallahu anh dedi ki:
“Yani vakitlerini muhafaza ederler.” Dediler ki; “Biz bunun
ancak namazı terk etmek hakkında olduğunu görüyoruz.” İbn Mes’ud radıyallahu
anh dedi ki;
“O (namazın terki) küfürdür.”[6]
Bu rivayette de İbn Mes’ud radıyallahu anh: “zâke’l-kufr”
ifadesini kullanmıştır.
Küfr kelimesi elif lamlı olarak el-Kufr şeklinde geldiği
zaman, bununla küçük küfrün kastedildiğine dair bir delil veya karine
bulunmadıkça bunda aslolan büyük küfrün kastedilmesidir.[7]
İbn Mes’ud radıyallahu anh, hükümde rüşvet yani haramı helal
kılma veya helali haram kılma konusunda rüşvet almak suretiyle Allah’ın hükmünü
değiştirerek hükümde bulunmanın (tebdilin) küfür olduğunu marifeli olarak
“zâke’l-küfr” diye ifade etmiştir.
Bu yüzden İbn Teymiyye rahimehullah, İbn Mes’ud radıyallahu
anh’ın namaz hakkındaki sözünü büyük küfrü kastettiğine yorumlamış ve şöyle
demiştir:
“İbn Mesúd radıyallahu anh ve başkalarının sözünde de
böyledir. Bununla beraber namazın vaktini geçirmek küfür değildir. Ancak namazı
tamamen terk etmenin küfür olduğunu açıklamışlardır. Bu da ancak dinden çıkaran
küfür hakkında söz konusu olur.”[8]
İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın hükümlerde zulmetmek
konusundaki sözünün zahiri de bunu göstermektedir. Bu da rüşvet verilmesi
sebebiyle Allah’ın hükmünü gizlemek, sonra da başka bir yalan hükmü Allah’a
nispet etmektir. Nitekim delil getirdiği ayetin akışı da buna delalet eder:
وَلَا تَشْتَرُوا بِآيَاتِي ثَمَنًا
قَلِيلًا وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ
الْكَافِرُونَ
“Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın! Kim
Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir.” (Maide 44)
İbn Mesud radıyallahu
anh’ın: “Hükümde rüşvete gelince bu küfürdür” demesini, İbn Abbas radıyallahu
anhuma’nın Maide 44. Ayeti hakkında: “Küfrün altında bir küfür” şeklindeki tefsirine
aykırı olarak ele almak cahilliktir.
Ehl-i sünnete göre
rüşvetin küfür olmayıp büyük günahlardan olduğunda herhangi bir ihtilaf yoktur.
İbn Mes’ud radıyallahu
anh’ın neyi kastettiğini iyi anlamak için şunların bilinmesi gerekir:
İbn Mes’ud radıyallahu
anh’ın bu sözü Maide 42. Ayeti hakkında gelmiştir. Bu ayette şöyle buyrulur: “Onlar
yalanı çokça dinleyicidirler ve suht (haram) yiyicidirler.”
Nitekim bu ayetin
öncesinde şöyle buyrulur: “Onlar yalana kulak verirler ve sana gelmeyen
başka bir kavmi dinlerler. Kelimeleri yerlerinden değiştirirler: “Şu verilirse
onu hemen alın o verilmezse sakının” derler.” (Maide 41)
Yani Yahudiler, recm
cezasını inkâr ettiler ve Tevrat’taki hükmü değiştirdiler. Dinde bu değişikliği
yapmak için aldıkları rüşvet de suht/haram yemek olarak ifade edilmiştir.
Dolayısıyla İbn Mesud
radıyallahu anh’ın sözü hiçbir yönden İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan gelen
rivayete aykırı değildir. Zira Allah’ın indirdiği ile hükmetmemenin büyük küfür
olanı, dinin hükmünü değiştirmek, Allah’ın hükmünü inkâr etmek, beşeri hükmü
Allah’a nispet etmek gibi durumlarda söz konusu olur.
İbn Abbas radıyallahu
anhuma’nın küçük küfür diye nitelediği şey ise bu gibi büyük küfür olan
durumlar söz konusu olmaksızın Allah’ın indirdiği ile hükmetmemek halindedir.
Nitekim gerek İbn Mes’ud
radıyallahu anh’ın sözünü nakleden Taberi, gerekse Ehl-i Sünnet akidesine dair
eserler yazan İbn Batta, Ebu Bekir el-Hallal gibi âlimler ve hatta bu sözü
kendi aleyhlerine delil kabul eden ilk Hariciler dahi bu sözü başka bir anlama
yorumlamamışlardır.
Evet, Taberi bu sözü,
Maide 44. Ayetinde geçen küfrün küçük küfür olduğunu ifade edenler bölümünde
zikretmiştir
İbn Batta (no:1013) “Sahibini
dinden çıkarmayan küfre düşüren günahlar” başlığı altında, Mesruk
rahimehullah dedi ki: İbn Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:
الْجَوْرُ فِي الْحُكْمِ كُفْرٌ
وَالسُّحْتُ الرُّشَا
“Hükümde zulüm bir
küfürdür. Suht ise rüşvettir.”
el-Hallal da, bu
lafızla (1426) aslı itibarıyla küfür olmayan bazı ameller hakkında da
“küfür” ifadesinin kullanıldığını ispatlama sadedinde zikrettiği rivayetler
arasında zikretmiştir.
Ebu Bekr el-Cessâs rahimehullah şöyle demiştir; “Hükümlerde
rüşvet almanın haramlığı da bunlardandır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur; “Ayetlerimi
az bir bedel karşılığında satmayın!” (Maide 44) Yine; “Kim Allah’ın
indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir” (Maide 44) buyurmuştur.
İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki;
هُوَ فِي الْجَاحِدِ لِحُكْمِ اللَّهِ
“Bu Allah’ın hükmünü inkâr eden hakkındadır.”[9]
Yine bunun Yahudile hakkında özel olduğu söylendi. İbn Mes’ud, el-Hasen ve
İbrahim (en-Nehaî) dediler ki: “Bu geneldir.” Yani Allah’ın indirdiği ile
hükmetmeyip, başka bir hükmün Allah’ın hükmü olduğunu belirterek hükmetmek
hakkında geneldir. Kim böyle yaparsa kâfir olur.”[10]
İbnu’l-Arabî rahimehullah dedi ki: “Allah Teâlâ’nın: “Kim
Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir” (Maide 44) ayeti
hakkında Tavus ve başkaları dediler ki:
لَيْسَ بِكُفْرٍ يُنْقَلُ عَنِ الْمِلَّةِ
وَلَكِنَّهُ كُفْرٌ دُونَ كُفْرٍ
“Dinden çıkaran küfür değildir. Lakin küfrün altında bir
küfürdür.”[11]
Bunda farklı durumlar vardır. Eğer kendisinden olan hükmü Allah’ın katından
diyerek hükmederse bu tebdildir (dinde değiştirmedir) ve (büyük) küfrü
gerektirir. Eğer heva ve masiyet olarak bununla hükmederse o bir günahtır.
Ehl-i Sünnet’in günahkârların bağışlanması hakkındaki esasına göre bu
bağışlanabilir.”[12]
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Kişi, haram
oluşunda icma bulunan bir şeyi helal saydığı veya helal oluşunda icma bulunan
bir şeyi haram saydığı zaman yahut dinden oluşunda icma bulunan bir kuralı
değiştirdiği zaman bütün fakihlerin ittifakıyla mürted bir kâfir olur. İki
görüşten birine göre Allah Teâlâ’nın şu ayeti böylesi bir durum hakkında
indirilmiştir; “Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir”
(Maide 44) Yani bu Allah’ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmeyi helal sayan
hakkındadır… Üçüncüsü, değiştirilmiş din kuralı, Allah’a ve rasulü sallallahu
aleyhi ve sellem’e yalan söylemek, insanlara bâtıl şahitlikte bulunmak ve
benzerleri gibi apaçık zulümdür. Kim bu (değiştirilmiş hükmün) Allah’ın
dininden olduğunu söylerse tartışmasız olarak kâfir olur. Mesela; “Kan ve leş
helaldir” diyen kimse gibi. Şayet “Benim mezhebim (görüşüm) budur” derse dahi
durum aynıdır.”[13]
Bu açıklamalar ortaya koymaktadır ki, İbn Abbas radıyallahu
anhuma’nın Maide 44. Ayetinin tefsiri hakkında söylediği “Küçük küfür” veya
“küfrün altında bir küfür” sözü ile İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın aynı ayet
hakkında söylediği şey birbirine zıt sözler değildir.
Bilakis İbn Abbas radıyallahu anhuma, Allah’ın indirdiği
hükmü inkâr etmediği halde onunla hükmetmeyenin küfrünün dinden çıkarmayan
küçük küfür, yani büyük günah olduğunu ifade etmektedir.
İbn Mes’ud radıyallahu anh’ın sözü ise dünyalık menfaatler
karşılığında Allah’ın dinini satan, Allah’ın hükmünü değiştirerek uydurulmuş
hükmü Allah’a ve dinine nispet eden, yani Allah’ın dininde tebdilde bulunanın
küfrünün büyük küfür olduğu hakkındadır.
Böylece Huzeyfe radıyallahu anh’ın Maide 44. Ayetinin kitap
ehlini de, bu ümmeti de kapsadığını ifade etmesi de aynı şeyi ifade eder. Yani
bu ümmetten birileri de Yahudilerin yaptıkları gibi Allah’ın dininde tebdilde
bulunmaya kalkarsa elbette kâfir olur.
Nitekim plandemi senaryosunda binlerce müslüman ok gibi
Allah’ın dininden irtidat etmişler, âlimleri dünyalık menfaatler için üzerinde
kitap, mütevatir sünnet ve icma bulunan apaçık dini hükümleri, cemaatle namaz
farzını, haccı, safların birleştirilmesi farzını vb. gizlemişler, kendi
uydurdukları hükümleri Allah’ın dinine nispet ederek cemaate gelmemenin,
safları ayırmanın, hacca gitmemenin, maske takmanın farz olduğu hükmünü
uydurarak Allah’ın dinine nispet etmişler, âlimlerini rab edinen avam da onları
Allah’a ortak koşarak açıkça müşrik olmuşlardır.
Nitekim “Dinlerini Satarak Kâfir Olan Topluluklar” adlı
risalemde tahkik ettiğim üzere mütevatir olarak gelen rivayetlerde Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem ahir zamanda ümmetinden birçok kimselerin dinlerini
dünyalık menfaatler karşılığında satarak kâfir olacağını haber vermiş, bunun
sonrasında imanları olmayan bir topluluğun namaz kılacaklarını, mescidlerde
toplanıp Kur’ân okuyacaklarını bildirmiştir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in haber verdiği
gibi, Korona komplosu esnasında girmiş oldukları küfürlerden tevbe etmeyen,
aslında Allah’a ve rasulüne iman etmemiş olan topluluklar, plandemi sonrasında namaz
kılmakta, Kur’ân okumaktadırlar.
Kays b. es-Seken rahimehullah’tan: “Huzeyfe radıyallahu anh şöyle dedi:
يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ لَوْ رَمَيْتَ
بِسَهْمٍ يَوْمَ الْجُمُعَةِ لَمْ يُصِبْ إِلَّا كَافِرًا أَوْ مُنَافِقًا
“İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, şayet Cuma günü bir ok atsan, ancak
bir kâfire veya münafığa isabet edecektir.”[14]
İbn Mes’ud Radıyallahu anh’den Bu Konuda Zayıf Rivayetler
Zir b. Hubeyş’in Rivayeti
Taberî, Sufyan – Asım - Zirr b. Hubeyş rahimehullah
isnadıyla rivayet ediyor: Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh dedi ki:
السُّحْتُ الرِّشْوَةُ فِي الدِّينِ
“Suht, dinde rüşvet almaktır.”[15]
Abdurrazzak’ın rivayetinde Sufyan rahimehullah rivayetin
ardından şöyle demiştir.
يَعْنِي فِي الْحُكْمِ
“Yani hükümde rüşvet
almaktır”
Ancak bu rivayet
şazdır. Asım b. Behdele saduk bir ravi olsa da yanılgıları vardır. Bu lafızla
rivayette kendisinden daha sağlam ravilere muhalefet etmiştir. Az önce geçen
sahih tariklerde İbn Mes’ud radıyallahu anh, suhtu rüşvet almak olarak
açıklamış, hükümde rüşvetin ise küfür olduğunu söylemiştir. Yani dinin hükmünü
değiştirmek küfürdür ve bunun büyük küfür oluşu açıktır.
Ebu’d-Duha’dan Zayıf Rivayet
Taberî, el-Kasım – el-Huseyn – Haccac – el-Mes’udî – Bukeyr
b. Ebi Bukeyr - Muslim b. Subayh (Ebu’d-Duha) rahimehullah isnadıyla rivayet
ediyor:
شَفَعَ مَسْرُوقٌ لِرَجُلٍ فِي حَاجَةٍ فَأَهْدَى
لَهُ جَارِيَةً فَغَضِبَ غَضَبًا شَدِيدًا وَقَالَ لَوْ عَلِمْتُ أَنَّكَ تَفْعَلُ
هَذَا مَا كَلَّمْتُ فِي حَاجَتِكَ وَلَا أُكَلِّمُ فِيمَا بَقِيَ مِنْ حَاجَتِكَ سَمِعْتُ
ابْنَ مَسْعُودٍ يَقُولُ مَنْ شَفَعَ شَفَاعَةً لِيَرُدَّ بِهَا حَقًّا أَوْ يَرْفَعَ
بِهَا ظُلْمًا فَأُهْدِيَ لَهُ فَقَبِلَ فَهُوَ سُحْتٌ فَقِيلَ لَهُ يَا أَبَا عَبْدِ
الرَّحْمَنِ مَا كُنَّا نَرَى ذَلِكَ إِلَّا الْأَخْذَ عَلَى الْحُكْمِ قَالَ الْأَخْذُ
عَلَى الْحُكْمِ كُفْرٌ
“Mesruk rahimehullah bir adamın bir ihtiyacı konusunda aracı
oldu. Bunun üzerine adam kendisine bir cariye hediye etti. Mesruk rahimehullah
şiddetle öfkelendi ve dedi ki:
“Şayet bunu yapacağını bilseydim ihtiyacın konusunda aracı
olmazdım. Bundan sonra ihtiyacına aracı olmam. Ben İbn Mes’ud radıyallahu anh’ı
şöyle derken işittim:
“Kim bir hakkın yerine getirilmesi veya bir zulmün def
edilmesi için aracı olur da bundan dolayı kendisine verilen hediyeyi kabul
ederse o bir suhttur.” Denildi ki: “Ey Ebu Abdirrahman! Biz bunun (suhtun)
ancak hükümden dolayı ücret almak olduğu görüşündeydik.” Dedi ki:
“Hükümden dolayı ücret almak bir küfürdür.”[16]
Bunun isnadında Suneyd lakaplı el-Huseyn b. Davud zayıftır.
Bu rivayetin isnadında da bulunan şeyhi Haccac b. Muhammed’e telkinde
bulunurdu.
Yine bu isnadda hafıza karışıklığına uğramış olan el-Mes’udî
vardır. Haccac’ın ondan rivayeti de hafıza karışıklığına uğramasından sonradır.
Yine bu isnadda Bukeyr b. Ebi Bukeyr meçhuldür.
Ubeyd b. Ebi’l-Ca’d’ın Rivayeti
İbn Ebî Hâtim, Abdullah b. Ca’fer er-Rakkî – Ubeydullah b.
Amr – Zeyd b. Ebi Uneyse – Bukeyr b. Merzuk – Ubeyd b. Ebi’l-Ca’d – Mesruk
isnadıyla, Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’ın şöyle dediğini rivayet etti:
مَنْ شَفَعَ لِرَجُلٍ لِيَدْفَعَ عَنْهُ مَظْلِمَةً
أَوْ يَرُدَّ عَلَيْهِ حَقًّا فأهدا لَهُ هَدِيَّةً فَقَبِلَهَا فَذَلِكَ السُّحْتُ
فَقُلْنَا يَا أَبَا عَبْدِ الرَّحْمَنِ إِنَّا كُنَّا نَعُدُّ السُّحْتَ الرِّشْوَةَ
فِي الْحُكْمِ فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ
فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
“Kim bir kimse için bir haksızlığı önleme veya hakkını
alması konusunda aracılık eder de kendisine bunun karşılığında verilen hediyeyi
kabul ederse bu suhttur.” Dedik ki:
“Ey Ebu Abdirrahman! Biz suhtun hüküm konusunda alınan
rüşvet olduğunu sanırdık.” Abdullah radıyallahu anh dedi ki:
“Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerdir.”
(Maide 44)[17]
İsnadında Bukeyr b. Merzuk meçhuldür. Şayet bu ravi Bukeyr
b. Feyruz ise, o da mestur bir ravidir. Ubeyd b. Ebi’l-Cad da mesturdur.
[1]
Sahih mevkuf. Taberî Tefsir (8/432)
Said b. Mansur Sunen (4/1472) Tusi Mustahrac Ale’t-Tirmizî (1235) İbn Batta
el-İbane (1002) Hallal, es-Sunne (1412)
[2]
Sahih mevkuf. Taberî Tefsir (8/433) Said
b. Mansur Tefsir (741) Hallal es-Sunne (1411)
[3]
Hasen mevkuf. Taberânî
Mu'cemu'l-Kebîr (9/225) İsnadında Şerik b. Abdillah en-Nehaî vardır. Ancak bu
lafızla rivayet sabit olmuştur.
[4]
Sahih mevkuf. Said b. Mansur Tefsir
(741) Taberî Tefsir (8/429) Ebu Ya’la (9/173) Taberânî Mu'cemu'l-Kebîr (9/225)
İbnu’l-Munzir el-Evsat (6548) Hallal es-Sunne (1413)
[5]
Sahih mevkuf. Ebu Ya’lâ (9/173)
Musedded’den naklen: Busayri İthaf (4903) İsmail el-Kadı Ahkamu’l-Kur’ân (140)
Beyhakî (20983-84) Hallal es-Sunne (1413) Taberî Tefsir (8/432, 434) Taberânî
Mu'cemu'l-Kebîr (9/226)
[6]
Hasen ligayrihi. Taberî Tefsir
(15/569) el-Lalekai (1532) Mervezi Ta’zimu Kadri’s-Salat (62) El-Kasım b.
Abdirrahman ve el-Hasen b. Sa’d, İbn Mes’ud radıyallahu anh’den
işitmemişlerdir. İbn Abdilber’in et-Temhid’de (4/230) rivayetinde el-Hasen b.
Sa’d – Abdurrahman b. Abdillah b. Mes’ud – İbn Mes’ud radıyallahu anh yoluyla
rivayet edilmiştir.
[7]
Bkz.; İbn Teymiytye Şerhu’l-Umde (s.82)
[8]
Şerhu’l-Umde (s.83)
[9]
Başka bir yerde bu lafızla bulamadım. Ancak bu ifade, İbn Abbas radıyallahu
anhuma’dan bu ayetin tefsiri hakkında sabit olan meşhur rivayetlerin
manasındadır. Muhtemelen Cessas mana olarak İbn Abbas’a bu şekilde nispet
etmiştir.
[10]
Cessas Ahkamu’l-Kur’ân (4/92-93)
[11]
Sahih maktu. Taberî Tefsir (8/465)
İbn Batta el-İbane (1006) Mervezi Tazimu Kadri’s-Salat (574) Hallal es-Sunne
(1418)
[12]
İbnu’l-Arabi Ahkamu’l-Kur’ân (2/624-625)
[15]
Şaz mevkuf. Taberî Tefsir (8/430) Taberânî
Mu'cemu'l-Kebîr (9/226) İbn Ebî Hâtim Tefsir (6381) Abdurrazzak (8/147)
[16]
Çok zayıf. Taberî Tefsir (8/432)
[17]
Zayıf mevkuf. İbn Ebî Hâtim Tefsir
(6382)