Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ihtilafa düşerek ayrılan
kimseler gibi olmayın! İşte onlar var ya, onlar için çok büyük bir azap vardır!”
(Al-i İmran 105)
“Her kim kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra Rasûl’e
aykırı davranır ve mü’minlerin yolundan başkasına uyarsa onu döndüğü halde
bırakırız ve kendisini Cehenneme atarız; o ne kötü dönüş yeridir.” (Nisa
115)
Bu ayette geçen “mü’minlerin yolu” sahabenin yoludur. Çünkü bu ayetin
ilk muhatapları olan mü’minler onlardır. Dolayısıyla onların yol ve menhecinden
başkasına uyan cehennem yollarından bir yola girmiş olur.
Şeyh Muhammed el-İmam şöyle demiştir: “Bid’at ehlinin
çoğunun kitap ve sünnete uymaya çağırdıkları bilinmektedir. Ancak selefe uymayı
önemsemezler. Böylece selefin üzerinde bulundukları yoldan ayrılmak, bid’at
ehlinin açık alameti olmuştur. Bazı fırka ve gruplar selefin alametlerini
yükseltmişler ve kendi zanlarına göre bunu selefe sadece akide konusunda tabi
olmakla sınırlamışlar, menheci önemsememişlerdir. Onların sözleri: “Menhecimiz
selefîdir, yönelişimiz moderndir” sözü etrafında döner. İşte bu bid’at bir
çıkıştır! Bu tıpkı eski bid’at ehlinin; “Dinin bir şeriati bir de hakikati
vardır”, “Dinin kabuğu ve özü vardır” ve “Şeriatin zahiri ve bâtını vardır”
şeklindeki kâidelerine benzemektedir.”
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Biz sana kitabı
hak ile kendinden önceki kitabı doğrulayıcı ve ona şahit olarak indirdik. O
halde aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet. Sana gelen haktan onların
hevâlarına uyma! Sizden her biri için bir şeriat ve apaçık bir yol tayin ettik.
Allah dileseydi elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat size verdiği ile sizi
imtihan etmek istedi. O halde hayırlarda yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır.
Artık ihtilaf ettiğiniz şeyleri size haber verecektir.” (Maide 48)
Allah Azze ve Celle bu ayette insanın iki yolu olduğunu
haber veriyor; ya Allah’ın indirdiği vahiy olan kitap ve sahih sünnete uymak yahut
hevâya uymak! İnsanların ihtilaf etmelerinin sebebinin de hevâya yani kitap ve
sünnetten başka bir şeye uymak olduğunu açıklıyor.
Yine bu manadan olarak Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“İnsanlar tek bir
ümmetti. Allah da müjdeleyici ve uyarıcılar olarak nebileri gönderdi, onlarla
beraber kendisinde –ihtilaf ettikleri şeyler hakkında insanlar arasında
hükmetmek için- kitabı hak ile indirdi. Buna rağmen ancak onun verildiği
kimseler aralarındaki taşkınlık sebebiyle kendilerine apaçık deliller geldikten
sonra onun hakkında ihtilafa düştüler. Nihayet Allah kendi izniyle iman
edenleri, kendisinde ihtilaf ettikleri hakka iletti. Şüphesiz Allah dilediğini
dosdoğru yola iletir.” (Bakara 213)
“Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca
aralarındaki tecavüz ve haksızlık dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer
Rabbinden, belirli bir süreye kadar bir söz geçmiş olmasaydı, muhakkak
aralarında hüküm verilmişti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar
ise, elbette onun hakkında bir şüphe ve tereddüt içindedirler. Şu halde, sen
bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların arzularına
uyma ve de ki: “Allah’ın indirdiği her kitaba iman ettim. Aranızda adaletli
davranmakla emrolundum. Allah, bizim de rabbimiz, sizin de rabbinizdir. Bizim
amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle sizin aranızda artık bir
delile gerek yoktur. Allah hepimizi bir arada toplayacaktır ve dönüş yalnız
O’nadır.” (Şura 14-15)
“Eğer rabbin
dileseydi, insanları elbette tek bir ümmet kılardı. Onlarsa hâlâ ihtilâf edip
durmaktadırlar. Rabbinin rahmet ettikleri müstesna. Zaten onları bunun için yaratmıştır.
Böylece rabbinin: “And olsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan, tümüyle
dolduracağım” sözü de tümüyle gerçekleşmiştir.” (Hud 118-119)
“Herhangi bir şey
hakkında ihtilafa düşerseniz, onun hakkında hüküm vermek Allah’ındır. İşte
rabbim olan Allah. Ben O’na tevekkül ettim ve yalnızca O’na yönelirim.” (Şura
10)
Allah Azze ve Celle ihtilafların giderilmesi hakkında şöyle buyurmuştur:
“Biz bu Kitab'ı
sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden
bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.” (Nahl 64)
Bu ayette açıkça ifade edilmektedir ki, insanların ihtilafını
gidermenin tek yolu sadece Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetiyle
açıklanmış olan Kur’ân’dır. Çünkü Allah Azze ve Celle kitabını, rasulünün
açıklaması için indirdiğini ifade etmiştir.
Rasulün sünnetine tabi olanlar iman edenlerdir ve Kur’ân
ancak onlar için bir hidayet ve rahmettir. Sünnete tabi olmayanlar için ise bir
saptırma ve azaptır!
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasûl’e itaat edin
ve sizden olan emir sahiplerine de. Bir şey hakkında çekişirseniz, Allah’a ve
ahiret gününe iman ediyorsanız, onu Allah’a ve Rasûl’e götürün. İşte bu daha
hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir” (Nisa 59)
“Allah ve rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman,
iman etmiş bir erkek ve iman etmiş bir kadına o işi kendi isteklerine göre
seçme hakkı yoktur. Her kim Allah’a ve rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa
düşmüş olur.” (Ahzab 36)
Rasulün sünnetine karşı kibirlenenler, Allah’ın kitabını hevalarıyla
açıklamak isteyenlerin sünnete tabi olanları küçük görmeleri her dönemde
olacaktır ve onların durumu şöyle haber veriliyor:
“Böylece: “Allah içimizden bunlara mı lutfetti?” demeleri için biz
onların bazısını bazısıyla denedik. Allah şükredenleri daha iyi bilen değil
midir?” (En’am 53)
"Onlara: “İnsanların
(sahabenin) iman ettiği gibi siz de iman edin” denildiği zaman (münafıklar): “Sefihlerin
iman ettiği gibi mi iman edelim?” derler. İyi bilin ki asıl sefihler
(beyinsizler) onlardır. Fakat bilmezler." (Bakara 13)
“Doğrusu Allah katında din İslâm'dır. Kitap verilenler
ancak kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki haset sebebiyle ihtilâfa
düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphesiz Allah hesabı çabuk
görendir! Artık seninle tartışırlarsa de ki: “Ben bana uyanlarla birlikte
yüzümü Allah’a teslim ettim.” Kitap verilen kimselere ve ümmilere de ki: “Teslim
oldunuz mu?” Şayet teslim olurlarsa muhakkak hidayete ermiş olurlar. Yüz
çevirirlerse artık sana düşen yalnızca tebliğdir. Şüphesiz Allah kullarını
hakkıyla görendir.” (Al-i İmran 19-20)
Önceki nebiler de kavimlerine ihtilafa düştükleri şeyleri sünnetle
açıklamak üzere gelmişlerdi:
“İsa, apaçık belgelerle gelince, dedi ki: “Ben hakkında
ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için bir hikmetle geldim.
Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin.” (Zuhruf 63)
Bu ayette geçen hikmetle kastedilen İsa aleyhi's-selâm’a indirilmiş
olan İncil dışında kendisine vahyedilen sünnettir.
“And olsun biz İsrailoğullarına kitap, hüküm ve nübüvvet
verdik, onları temiz ve güzel şeylerle rızıklandırdık ve onları âlemlere üstün
kıldık. Ve onlara bu emirden açık belgeler verdik. Fakat onlar, kendilerine
ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki taşkınlıktan dolayı ihtilafa
düştüler. Şüphesiz rabbin, hakkında ihtilafa düştükleri şeyde kıyamet günü
aralarında hüküm verecektir.” (Casiye 16-17)
“O gün, zalim kimse
ellerini ısırıp şöyle der: “Keşke rasûl ile birlikte bir yol tutsaydım! Yazık
bana! Keşke falancayı dost edinmeseydim! Çünkü zikir (Kur’ân ve sünnetten
ibaret vahiy) bana geldikten sonra o, beni ondan saptırdı.” Şeytan insanı
yüzüstü bırakıcıdır. Rasûl der ki: “Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terk
ettiler.” İşte biz böylece her nebî için suçlulardan düşmanlar kıldık. Hidayet
verici ve yardımcı olarak Rabbin yeter.” (Furkan 27-31)
Kur’ân ile onun beyanı
olan sünnetin arasını ayırmak isteyenler, nebilerin suçlulardan olan
düşmanlarıdır!
Kişiyi haktan yani kitap ve sünnetten ibaret olan vahiyden
sapmaya iten şey hevâdır! Hevalarına uyan fertler ümmette ayrılıklar, fırkalar
oluşturan gruplara dönüşürler ve azabı hak eden toplumlara vesile olurlar.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:
“Fakat o, batıran en büyük bela geldiğinde, o gün insan, neye çaba
harcadığını anlar. Ve görebilenler için cehennem sergilenir. Artık kim isyan
etmişse ve dünya hayatını tercih etmişse şüphesiz cehennem varılacak yerin kendisidir. Kim
rabbinin makamından korkmuş ve nefsi hevadan sakındırmışsa şüphesiz cennet
varılacak yerin kendisidir.” (Naziat 34-41)
Bu ayetlerde Allah Teâlâ, nefsinin hevasına uyup onun kötü sıfatlarına
mani olmayanları cehennem ehli olarak, nefsini temizleme yolunda başarılı olanları
da cennet ehli olarak tarif etmektedir.
Bu yüzden işin başı, ferdî olarak nefsin kötülüklerinden
kurtulmak ve onu yenerek temizlemektir.
Bunun için nefsi maddî ya da manevî hazları terk etmek
suretiyle eğitmek gerekir. Nefsile mucahede yiyeceği, uykuyu ve gereksiz konuşmayı
azaltmakla olur. Kurtuluş nefsin hevasını terk etmek, eziyetlere sabır,
kötülüğe iyilikle karşılık vermek ve ahlâkı güzelleştirmekle gerçekleşir.
Allah Azze ve Celle şöyle
buyurmuştur:
“Hevaya uyma, seni
Allah yolundan saptırır" (Sad 26)
"Hevâsını ilah edineni gördün mü?"
(Furkan 44)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Sizden birinin hevasını getirdiklerime tabi kılmadıkça
iman etmiş olmaz.”[1]
Nefsin kötü sıfatları haset, gıybet, isyan, aldatma, kendini beğenme, gösteriş,
menfaat için başkalarının önünde eğilme, yalan, kibir, şımarıklık, övünme, boş
söz konuşmak, meclislerde en önde olma arzusu, kendini gösterme, münakaşa,
başkalarını imtihan etme, onların kusurlarını söyleme, kötü zanda bulunma gibi
hasletlerdir.
Nefsinin bu gibi kötü hasletlerine karşı mucahede etmeyen kimse,
zahirinde sakal bıraksa, sarık sarsa, misvak kullansa dahi hakikatte sünnete
ittibayı gerçekleştirmiş olmaz. Çünkü bu kimse nefsini hevasından alıkoymamıştır.
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in gönderilişindeki temel gayelerden birisi nefisleri
arındırmak ve güzel ahlakı tamamlamaktır.
Allah Teâla şöyle
buyurmuştur:
“Nitekim kendi
içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı
ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik.”
(Bakara 151)
“And olsun ki içlerinden, kendilerine
Allah'ın âyetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve
hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta
bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.”(Al-i
İmran 164)
“Çünkü ümmîlere
içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve
hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir
sapıklık içindeydiler.” (Cum’a 2)
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den; Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem de şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ancak üstün ahlâkı (bir rivayette
“sâlih ahlâkı) tamamlamak üzere gönderildim.”[2]
[1]
İbn Ebi Asım es-Sunne (1/12) Beyhaki
Medhal (1/188) Hatib Tarih (4/368) İbnu’l-Cevzi Zemmu’l-Heva (s18) Deylemi (7791)
Hakîm et-Tirmizi Nevadiru’l-Usul (4/164)
[2]
Muslim'in şartına göre sahih. Buhari
Edebu’l-Mufred (s.42) Ahmed (2/381) Hakim (2/631) İbn Sa’d Tabakat (1/192)
Kudai Musnedu’ş-Şihab (1165) el-Haraiti Mekarimu’l-Ahlak (s.2)