Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

29 Haziran 2024 Cumartesi

Vahyi Akıl Süzgecinden Geçirme Fikrinin Çürütülmesi -11–

 51. Akılcılara şöyle denilir: Siz akıl hakkında oldukça kötü bir kusur işlemişsiniz ve ona oldukça büyük tenkitlerde bulunmuşsunuz. Çünkü Allah Azze ve Celle kullarına aklı onlar vasıtasıyla kendisinin ve peygamberlerinin doğruluğunu bilsinler, akıllarıyla Allah’ı tanısınlar, onun kemalini, sıfatlarını, azametini, celalini, rububiyetini, tevhidini, hak ilah olduğunu, onun dışındakilerin de batıl olduğunu bilsinler diye yaratmıştır.

Bizzat ve birinci maksat olarak aklı onlara bunun için vermiştir. Akıl vasıtası ile yaratılış sebepleri ve aklın kendilerine verilme sebebi konusunda onlara yardımcı olacak maişetlerinin gereklerine bu akılla onları iletmiştir.

O halde aklın en büyük semeresi yaratıcısını, yoktan var edicisini bilmesi, kemal sıfatlarını, celal sıfatlarını, fiillerini, rasûllerinin doğruluğunu, onun önünde boyun eğip zilletle ona taabbud etmeyi gerçekleştirmeleridir.

Sizler aklın aleyhine o bunları idrak edemez ve akılla bunlar tasdik edilmez diyecek olursanız,  hatta akıl bununla çatışır, yalanlar ve reddeder diye iddia ederseniz. Siz aklı cehaletin en kötüsüyle nitelendirmiş, onun hakkında en büyük yalan şahitlikte bulunmuş olursunuz. Bu durumda olan bir kimsenin hiçbir hususta şahitliği kabul edilmez. Allah’ın kendi zatı hakkında yaptığı şahitliğe, rasûllerinin baştan sona kadar ona yaptığı şahitliklerin önüne geçirilmesi ise hiç sözkonusu olmaz.

52. Allah Azze ve Celle kitabı ile yetinmeyenlerin halini reddederek şöyle buyurmaktadır:

Kendilerine karşı okunup duran sana indirdiğimiz bu kitap onlara yetmedi mi? Şüphe yok ki bunda iman eden bir topluluk için bir rahmet, bir öğüt vardır.” (Ankebut, 51)

Sarih aklın kendisine muhalefet ettiği kitabın yeterli olması imkânsız bir şeydir. Ancak bu kitap, kendisini akıl ile elde edilen herbir bilginin, görüşün, kıyasın, zevkin, hakikatin ve siyasetin önüne geçiren kimseler için yeterli olabilir.

Bu kitap böyle bir kimseye yeterlidir. Aynı zamanda bu kitap böyle bir kimse için ve sadece onun için rahmet ve öğüt olur.

Bu kitaptan yüz çeviren yahut başkalarının görüşleri ile ona karşı çıkan kimselere ise bu kitap yeterli değildir. Böyle bir kimse için hidayet de, rahmet de olmaz. Aksine böyle bir kimse batıla iman edip, Allah’ı inkâr eden kimselerden olur.

53. Akıllarıyla ve görüşleriyle vahye karşı çıkanların sözleri üzerinde iyice düşünen kimseler bu sözlerde iki özelliğin bulunduğunu görür. Bu özelliklerin herbirisi onların görüşlerinin de batıl olduğunun delilidir.

Birincileri: Bu sözler bizatihi tutarsızdır, birbiriyle çatışmaktadır ve anlamsızdır. Bu da bu sözlerin Allah tarafından indirilmediğinin delilidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Hala onlar Kur’an’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi elbette içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı.” (Nisa, 82)

Bir sözün bozuk ve yetersiz olduğunu anlamak için ifadelerindeki tutarsızlıklar, birbiriyle çatışması ve çelişmesi yeterlidir.

İkinci özellik de şudur: Bu görüşlerin kaynağı tahmin, zan ve varsayımdır. Bunlar hatadan korunmuşluğu (masumiyeti) bilinen bir vahiyden kaynaklanmadığı gibi bütün akıl sahiplerinin ortak bir şekilde kabul ettikleri akıldan ya da fıtrattan kaynaklanmamaktadır.

Allah Azze ve Celle ise Allah’ın kitabı ve rasûlünün sünnetine muhalefet edenlerin görüşlerinin hakikatini bu iki özellikle sözkonusu ederek şöyle buyurmaktadır:

Andolsun tozutup savuran rüzgârlara, ağır yük taşıyan bulutlara, kolaylıkla akanlara, emri paylaştıranlara ki şüphesiz vaadolunduğunuz elbette doğrudur ve şüphesizki kıyamet elbette gerçekleşecektir. Güzel yolları bulunan gök hakkı için gerçekten siz birbirini tutmayan sözler içindesiniz. Ondan döndürülenler döndürülür kahrolsun yalancılar (tahminciler) onlar ki kuşatıcı bir cehalet içinde gafil kimselerdir.” (Zariyat, 1-11)

Allah Azze ve Celle bununla Allah’ın rasûlü ile gönderdiklerini reddeden ve akıllarıyla ona karşı çıkanların birbirini tutmayan sözler içerisinde olduklarına dair yemin etmektedir.

Bundan dolayı her zaman için onların birbirini tutmayan sözler içerisinde olduklarını, hiçbir sözlerinin sebat göstermediğini ve hiçbir sözlerinin dayanak alınamayacağını görüyoruz.

Onların mesele ve delillerinden istediğinizi ele alabilirsiniz. Bu hususta alabildiğine ihtilaf içinde olduklarını görürsünüz. Bu bir söz söylerken öbürü o görüşü çürütmektedir. Bir üçüncü kişi gelerek kendisinden önceki iki görüşten farklı bir görüş söylemekte, diğer iki görüşü çürütmekte ve delillerini iptal etmektedir.

Hüküm ve delil itibariyle birbirleriyle çatışmadıkları tek bir mesele bulamazsınız. Onlar insanlar arasında en çok ihtilaf edenlerdir. Öyle ki onlardan birisinin bir söz söylediğini ve bunun kat’i olduğunu iddia ettiğini görüyoruz.

Daha sonra bizzat kendisi ondan farklı bir şey söylüyor, önceki sözünü çürütüyor ve bu yeni sözünün kat’i olduğunu iddia ediyor. Daha sonra yüce Allah bu birbirini tutmayan sözlerden döndürülenlerin döndürüldüğünü haber vermektedir. Yani birtakım şüphelerle döndürülenler haktan çevrilmektedir. Bu gibi kimselerin haktan yüz çevirmeleri bir şüpheye dayalı olduğundan ötürü sanki ondan ayrılmış olmaktadır ve ihtirası ondan ortaya çıkmış gibidir.

Daha sonra Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Kahrolsun yalancılar (tahminciler)” (Zariyat, 10)

Hars (tahmin)in esas anlamı bilgisizce söz söylemektir. Hatta zan, tahmin ve doğruluğuna dair bir delil bulunmadan rasgele bir söz söylemek demektir. Bundan dolayı yalancı kimseye “haris” adı verilmiştir. Zan ve tahminde bulunan kimseye de böyle denilir.

İşte bu nitelik böylelerine en mükemmel bir şekilde uyabilmektedir. Bunların ellerinde tahminden ve zanna tabi olmaktan başka bir şey yoktur. Nitekim Allah şeriatine karşı çıkan, onların geçmişlerini nitelendirirken şöyle buyurmaktadır:

Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak yalan ve iftira edenler (hars yapanlar)dır.” (En’am, 116)

İşte bu vahye tabi olanın durumundan farklı bir durumdur. Vahye tabi olan birbirini tasdik eden bir söze, biri diğerinin lehine şahitlik eden buyruklara uymaktadır. Onun uyduğu bu sözler arasında bir tutarsızlık, bir çatışma yoktur. Bu söz alemlerin Rabbindendir, onun sözü ve onun rasûlüne indirdiği vahiydir. Bu sözün kaynağı şanı yüce Allah’tır. Onun rasûlünün dili üzere bize sunulmuştur. Onu açıklamak yüce Allah’a aittir, onu tebliğ etmek de rasûlünün görevidir, bize düşen ise ona teslim olmaktır.

Allah Azze ve Celle üzerine düşeni yapmıştır, rasûlü de görevini yerine getirmiştir. Artık bundan sonra üzerimize düşeni yerine getirmekten başka neyi isteyebiliriz?

54. Eğer kitabın ve sünnetin zahiri aklın sarih değerlerine muhalif olsaydı, kalpte alabildiğine büyük darlık ve sıkıntıya sebep olurdu. Bu ise akl-ı selim sahibi herkesin kendi içinde tanık olduğuna muhalif bir haldir. Kişinin aklı ne kadar mükemmel ise Allah’ın kitabı dolayısıyla duyacağı sıkıntı ondan o kadar uzak olur. Allah rasûlüne şöyle hitap etmektedir:

“(Bu)... sana indirilen bir kitaptır, sakın ondan dolayı göğsünde bir sıkıntı (bir daralma) olmasın.” (Araf, 2)

Kitabı vesilesiyle kalplerden sıkıntıyı ve darlığı kaldıran yüce Allah’tır. Bu kitabın indirilmesinden önce kalpler en büyük darlık ve sıkıntı içerisinde idiler. Allah Azze ve Celle kitabını indirince kalplerden sözkonusu o darlık ve sıkıntı kalktı. Fakat bu darlık ve sıkıntı iman etmeyenlerin üzerinde kalmaya devam etti. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse göğsünü İslama açar. Kimi de saptırmayı dilerse, onun da göğsünü daraltır, sıkar.” (En’am, 125)

Bu kitaba bazı bakımlardan iman etmekle birlikte diğer bakımlardan öyle olmayan bir kimse üzerinden o kitaba iman ettiği bakımlardan doğabilecek darlık ve sıkıntıları kaldırılır fakat etmediği bakımlardan kalır.

Bu kitabın hakkı bilmekte yetersiz olduğunu iddia edip, kulların bu kitabla birlikte birtakım akli bilgilere, görüşlere, kıyaslara, mantıki kaidelere ve akli bahislere muhtaç olduklarını söyleyenlerin kalblerinde bundan dolayı en büyük darlık ve sıkıntı vardır.

Sıkıntıları bundan da daha büyük olan kimseler ise bu kitabta açık akli bilgiler ile çelişen hususların bulunduğuna ve aklın bu kitabtakilerin aksine tanıklık ettiğine inanan kimselerin kalplerindeki darlık ve sıkıntıdır.

Aynı şekilde onun ayetlerinden bir bilgi ve bir yakîn (kesin bilgi) elde edilemeyeceğini iddia eden kimsenin kalbinde de bu kitabtan dolayı ancak yüce Allah’ın çok iyi bildiği boyutlarda darlık ve sıkıntılar vardır.

Bu kitapta bulunan en şerefli ve en faziletli bilgiler olan yüce Allah’ın isim ve sıfatlarını ihtiva eden tevhide dair buyrukların birtakım mecazler, istiareler, hakikatleri olmayan benzetmeler olduğunu iddia eden kimselerin kalblerinde ise bundan da büyük bir darlık ve sıkıntı vardır.

İşte bütün bu taifelerin, kesimlerin kalblerinde bu kitabtan dolayı darlık, sıkıntı ve şüphe vardır. Bu kitap onlar için bir hidayet, bir şifa, bir rahmet değildir. Bizzat kendileri hakkındaki şehadetleriyle aynı şekilde yüce Allah’ın, meleklerin ve onun salih kullarının onlar hakkındaki şahitlikleriyle bu kitap onlara yeterli gelmez.

İmdi, bunca delillerden sadece bir tanesi bile sözü geçen ve ileri sürülen o külli kanunu çürütmek için yeterlidir. Bu akılcılar ve onların taraftarları bu kanunu, Kur’an’ın zahirini ve sünnetin açık hükümlerini reddetmek için kullanırlar. Bu delillerin herbirisi aynı zamanda bu külli kanun dedikleri hükümden dallanıp budaklanan ve onun üzerine bina edilen herbir şeyi de yıkar, darmadağın eder.

Hakkın delilleriyle güçlendiriliş bu delillerin herhangi birisini çeşitli kelime oyunları yapan lafızları ve maksatları birbirine karıştırarak şu kabilden sözler söyleyen kimse çürütmüş olamaz:

“Bizler Allah’ın rasûlü ile akıl arasında bir çatışma olduğunu söylemiyoruz. Bizler bu çatışmanın Allah’ın rasûlüne ait olmadığı halde ona nispet edilen hadisler ile akıl arasında olduğundan bahsediyoruz.”

Bunlara deriz ki: Bu havada kalan bir sözdür... Bu söz birbirini tutmamaktadır, başı sonunu çürütmektedir.

Şöyle ki bu sarmal ifadenin gerçek mahiyeti ve neticesi kendi mezheplerinin esaslarını iptal etmekte, kanunlarının temelini çürütmektedir. Çünkü Peygamber (s.a)’dan hadis ilmi ve kaideleri ışığında rivayet edilen hadisler iki kısımdır:

1. Ondan sahih olarak gelen ve sağlam sika ravilerin naklettiği rivayetler.

2. Ondan sahih olarak gelmeyen, zayıf ve cerhedilmiş (rivayet ilmi bakımından tenkid edilmiş) kimselerin naklettikleri rivayetler.

Acaba onlar bu açıklama ışığında aklın ondan sahih yolla gelmeyen rivayetlerle çatıştığını mı söylüyorlar, yoksa ondan sahih olarak gelen rivayetlerle çatışma halinde olduğunu mu iddia ediyorlar.

Eğer çatışma birinci türden ise bu sözkonusu edilmez. Çünkü bunların sahih olmayışları ve buna bağlı olarak reddedilmeleri aklın bunlarla çatıştığını söylemeye ihtiyaç bırakmaz.

Şayet ikinci hal sözkonusu ise peygamberden sahih olarak gelen bir kısmı kabul etmemizi gerektiren, diğer taraftan yine ondan sahih olarak gelen bir diğer kısmı –belkide bir önceki kısımdan daha fazla olabilir- reddedilmesini gerektiren kriterler, ölçüler nelerdir?

Onların bu hususta hakikati tersyüz etmekten başka bir çıkar yolları yoktur. Bu konuda onlar aklı esas kabul ettiklerini söyleyecekler. Bu da kaçınılmaz olarak onları gerçekte Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den sahih olarak gelmiş birtakım hadisleri sadece akıllarıyla reddetmek noktasına götürecektir.

Bu ise kesinlikle akıl ile rasûl arasında bir çatışmayı yeniden başlatmaya dönüştür.

Şayet fasih konuşmaya özenen bir diğeri: Biz ravileri itham ediyoruz ve bunun ışığında onların naklettikleri rivayetleri zayıf buluyoruz diyecek olurlarsa,

Onlara şöyle deriz: Bu da bir öncekisi gibidir. Yani böyle bir itham hadis ilminin apaçık delilleri ve hadis ehlinin kabul ettikleri kaidelere uygun olarak bina edilmiş değildir. Aksine bu itham sadece nakledilen rivayetleri kuşatmaktan ve onları anlamaktan yana kusurluluktan kaynaklanan tutarsız, akli gerekçeye bina edilmiştir...

Buna bağlı olarak onlar o ithamlarında bulunurlar. Sonra ravilerin rivayetlerini ve haberlerini reddederler. İsterse bu rivayetler bizzat sahih olsun ve onlar bunu bilerek ya da bilmeyerek yapsınlar farketmez.

Bu oldukça yanlış bir iştir. Sünneti temelinden kabul etmeyip reddetmek için kapıları sonuna kadar açmaktır. Hadis ilmi bize ancak bu sağlam ravilerin senedleriyle ulaşmış bulunmaktadır.

Peki onların nakil ve rivayetlerinin esasını kabul etmeye iten, sonra da bunları tafsilatı sözkonusu olunca o tafsilatı reddetmeye götüren nedir?

Çünkü siz onların naklettikleri rivayetlerden akıllarınızın akletmediği bir kısmını reddetmektesiniz.

Bunu yapmanızın tek sebebi aslında pak nebevi sünnete iman etmeyişinizden başkası değildir. O takdirde söyleyecek bir söz kalmaz. Bu da –Allah’ın lütfuyla- insaflı olanlar için yeterlidir.

Batıl peşinde gidenlere gelince bunlara bin ayet ve delil getirseniz dahi hakka dönmezler.

Bunlar bağırıp çağıracaklar, sözleri yine allayıp pullayacaklar ve güzel ifadelerle konuşmaya devam edeceklerdir.

“Sakın böyle bir işe aldanma çünkü çarpıtılan anlamların pek çoğu allanıp pullanmış ibarelerle ifadelerle gizlenir.” Onların nitelemelerine karşı Allah’tan yardım dileriz.

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)