Allame el-Vellevî rahimehullah Sahihu Muslim şerhinde (1/57)
şöyle demiştir:
“Bil ki hak ehlinin mezhebi, kıble ehlinden kimseyi günah sebebiyle
tekfir etmemek, hevâ ve bid’at ehlini tekfir etmemek, İslam dininden zorunlu
olarak bilinen bir şeyi inkar edenin dinden çıktığına ve kafir olduğuna
hükmetmektir. Ancak İslam’a yeni girmiş veya ilimden uzak bir ortamda yetişenler
gibi kendisine bu bilginin gizli kaldığı kimseye gelince, ona öğretilir,
inkarına devam ederse küfrüne hükmedilir. Zinayı, sarhoş edici içki içmeyi,
adam öldürmeyi ve bunun gibi haram oluşu zorunlu olarak bilinen bir şeyi helal
sayan da böyledir. Nevevi bunu Muslim şerhinde (1/144-150) zikretmiştir.
Hafız es-Suyuti rahimehullah el-Kevakibu’s-Sati’de şöyle
demiştir:
“Kıble ehlini tekfir etmeyi ve yöneticilere karşı
ayaklanmayı uygun görmeyiz”
Buna şerh olarak derim ki: Şafii, Ebu Hanife ve el-Eşari’nin
söyledikleri: “Kıble ehlinden kimseyi işlediği günah sebebiyle tekfir etmeyiz”
sözüne işaret etmektedir. Beyhakî, sahih isnad ile şöyle rivayet etti: Cabir b.
Abdillah radıyallahu anhuma’ya: “Siiz günahları küfür, şirk veya nifak olarak
isimlendirir miydiniz?” diye sorulunca dedi ki:
“Allah’a sığınırım. Lakin “günahkâr mü’minler” derdik.”
İmam Zehebî rahimehullah Siyeru A’lami’n-Nubela’da (15/88) Ebu’l-Hasen
el-Eşari rahimehullah’ın hal tercemesinde dedi ki: “el-Eşari’nin beğendiğim bir
sözünü gördüm. Bu söz Beyhakî’nin rivayetiyle sabittir. Ebu Hazım el-Abdî’yi
şöyle derken işittim: Zahir b. Ahmed es-Serahsi’yi şöyle derken işittim: Ebu’l-Hasen
el-Eşari’nin Bağdad’daki evimde vefatı yaklaştığı zaman beni çağırdı, ben de
gittim. Şöyle dedi:
“Bana şahit ol ki, kıble ehlinden kimseyi tekfir etmiyorum.
Zira hepsi tek bir ma’buda işaret ediyor. İhtilaf ise tamamen ibarelerdedir.”
Zehebi dedi ki: “Ben de bunun benzerini din ediniyorum.
Şeyhimiz İbn Teymiyye de son günlerinde şöyle demiştir: “Ben ümmetten kimseyi
tekfir etmiyorum. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Abdeste
ancak mü’min devam eder.” Abdest ile namazlara devam eden kimse
müslümandır.”
Zehebi’den nakil bitti.
El-Vellevî rahimehullah dedi ki: Bu imamların kıble
ehlini günah sebebiyle tekfir etmemeye dair sözleri haktır. Lakin uyarıda
bulunmak gerekir ki, bir kimsenin kafir olduğunu söyleme konusunda te’vil kabul
etmeyen apaçık beyyine olmadıkça acele etmemek gerekir. Özet olarak böyledir.
Ayrıntıya gelince, İslam’dan çıkaran bir şey işlediğine dair apaçık beyyine ikame
edilmiş kimsenin tekfirinde de duraksanmaz! Uyanık ol! Gafillerden olma! Allah
doğruyu en iyi bilendir.”
Vellevi rahimehullah’tan nakil bitti.
Ebu Muaz der ki: Allah’ın indirdiğinden başkasıyla
hükmetme meselesi bazen dinden çıkaran büyük küfre, bazen de dinden çıkarmayan
küçük küfre götürür. Hariciler ise bu konuda nazil olan ayet hakkında büyük
küfür ile küçük küfür ayrımını yapmadan yöneticileri tekfir ederler. Bu meşhur
bir sapmadır. Diğer bir sapma da, tekfiri gerektiren durumlarda dahi tekfiri
terk eden, tekfir etmenin yalnızca Haricilerin yolu olduğunu zanneden bozuk bir
anlayışın yaygınlaşmış olmasıdır.
Öyle ki M. Kemal’i anmak için saygı duruşunda bulunarak
tapınanları, siyasi parti liderlerinin, şarkıcıların, futbolcuların, şeyhlerin,
davetçilerin resimlerini vb. ta’zimle, saygı, sevgi ve hürmetle asanları,
Cuma ve cemaatle namazları yasaklayanları dahi tekfir etmezler! Hatta bunları
caiz görecek kadar balatayı sıyırmış olanlar da vardır! Halbuki bu sayılanlar
şirk oluşu zaruri olarak bilinen şeylerdir. Cehaletin yaygınlaşmış olması ve bu
konularda fetva verecek deccal hocaların çoğalmış olması sebebiyle bazı istisna
kimselerde hükmü bilmedikleri için şirkte vuku bulanlar olabilir, lakin cehalet
kalıcı bir engel değildir! Cehaleti gideren bilgi sunulmuş olmasına rağmen söz
konusu şirk amel ve itikadlarında ısrar edenlerin tekfir edilmesinin bir
zorunluluk olduğunda şüphe yoktur.
Lakin tekfiri hak edenin tekfiri konusunda da Ehl-i Sünnet
ile Haricilerin menheci arasında fark vardır. İşlemiş olduğu şirk konusunda
kendisine hüccet ikame edilen kişi hala müslüman olduğunu iddia ediyor ve
namaza devam ediyorsa bu kimselere nihaî hükmü verecek bir İslam kadısı
bulunmadığından bu kimselere münafık muamelesi yapılır. Hariciler ise böyle
kimseleri doğrudan mürted sayarak kanlarını, mallarını mubah sayarlar!
Şüphesiz münafık zındıklara karşı takınalacak tavır ve hukuki
muameleler ile İslam’dan tamamen çıktığına hükmedilen mürtetlere karşı tavır ve
hukukî müeyyideler birbirinden farklıdır! Nitekim Abdullah b. Ubey b. Selul
gibi bazı münafıkların küfrü Kur’ân nassıyla sabit olmasına rağmen, bu kimseler
muhakeme edildiklerinde yaptıklarını inkar ettiklerinden kendilerine dünya hükmü
bakımından müslüman gibi muamele edilmiş, lakin nifaklarından da sakınılmıştır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem vahiyle desteklenmiş olmasına rağmen, bu
gibi kimselere doğrudan mürted hükmü vermemişken, tamamen zanlarına dayanarak
İslam iddiasına bulunanlara mürted muamelesi yapanların işlerinin çirkinliği
gayet açıktır!
Yine diğer bir uyarılması gereken husus, eskiden beri Ehl-i
Sünnet uleması, Cehmiyye ve Rafiziyye dışındaki bid’at ehline kâfir muamelesi
yapmamışlardır. Her ne kadar bazı Cehmî’ler kendilerini Eş’arî maskesi altında
gizleyerek Eşariliği bulandırmış ve bazı Eşarileri küfre saptırmış olsalar da,
genel olarak Eşarî mezhebinin kuralları bellidir, sapık bir mezheptir lakin
küfür sınırına varmamıştır. Kendilerini Eşariliğe nispet eden bazı istisna
kimselerin küfrü, bütün Eşarilik mezhebini tekfir etmeyi gerektirmez. Nitekim ulema,
Kaderiyye fırkasından da yalnız “Allah’ın ezelî ilim” sıfatını inkar eden
bazılarını Cehmilere katarak tekfir etmişler, bütün Kaderîleri tekfir
etmemişlerdir!
Adalet her kişiye ne fazlası, ne eksiği, hak ettiğine göre
muamele etmektir.