Sözlerin en doğrusu Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed Aleyhisselam'ın yoludur. Dinde her sonradan çıkarılan şey bidattir.Her bidat sapıklıktır ve her sapıklık da cehennemdedir (Muslim no: 867)

Duâ

Duâ

Daru's-Sunne Neşidler

31 Temmuz 2010 Cumartesi

İtikaf Meselesi

Bismillahirrahmanirrahim.
Bu yazıyı yazmama sebep, www.tevhidvesunnet.com sitesinde itikaf konulu bir fetva yayınlanmış bulunmasıdır. Fetva kıymetli alimler heyetinden oluşan Lecnetu’d-Daime’nin fetvası. Daha önce Sahih İlmihal adıyla hazırladığım çalışmamda bu fetvaya aykırı hüküm zikretmiş olmam hasebiyle bazıları “şaz” kaldığımı, hatta çerçeveyi genişletecek olursak, İslam aleminde Şeyh Elbani rahimehullah ile Ali el-Halebi’nin şaz kaldıklarını düşünenler olabilir. Ancak dinin meseleleri ele alınırken bunların hangi isimler tarafından savunulduğu değil, bu görüşlerin hangi deliller tarafından desteklendiği önem arz eder.
Görüşler, bunları savunan ilim ehlinin isimlerini birbiriyle karşılaştırılarak tespit edilmeye kalkılırsa, alimlerin korunması gereken değerleri zede alır. Haksız olduğu halde desteklenip, haklı olduğu yerde abartılan, kendisine hata etmek yakıştırılmayan alim anlayışına mukabil, ümmet adına çektiği sıkıntılara, Allah’ın kendilerine lutfettiği fıkha/dinde anlayışlılığa hiçbir kıymet verilmeyen, tek kelimede itibarı yerle bir edilen, tahsilsiz ve hizmetsiz kimselerin dahi tepeden baktığı biri haline geliveren bir alim anlayışı ortaya çıkar.
Lakin dini mevzularda dile getirilen görüşlerin değeri, şeriatın aslî kaynakları olan Kitap ve Sünnet’ten getirilen bir delili varsa ortaya çıkar. Elbette Tevhid ehlinin alimleri delil ile hareket etme mecburiyetini başkalarından daha iyi bilen kimselerdir. Lakin delil getiren her alimin haklı olduğunun da kabul edilemeyeceği bir gerçektir. Bu ümmet her iddia sahibine “sen de haklısın” diyen Nasreddin Hoca darbı meseline çok şahit olmuştur ve olmaktadır. İşte ilmin gücü burada ortaya çıkmaktadır: delilleri incelemek ve sahih neticeye varmak. Nasıl olsa şunun da delili var, bunun da delili var, o da haktır, bu da hak deyip yan çizmek değil!
Böyle bir durumda içtihat edene, doğru hükme ulaşmak için çaba gösterene Allah Azze ve Celle, rasulünün diliyle ecir vaad etmiş, isabet edene ise iki ecir tayin etmiştir. Hata edenin de konumu korunmuş, ancak hata ettiği anlaşıldıktan sonra müçtehidin hatasına tabi olmaya açık kapı bırakılmamıştır.
Her mükellef kendi şakilesine göre içtihad eder. Bu ümmet, gazaba uğrayanlarla sapıtanların arasında, mustakim yolu dileyen vasat ümmettir. Din adına değer verdiği kimselere aklını kiraya verip imanını teslim edenlerden berî olduğu gibi, peygamberlerini katledenlere nispet yaparcasına alimlerini hiçe sayanlardan, onlara yerli yersiz dil uzatanlardan da berîdir. Bilmediği konularda kendisinden daha iyi bilene müracaat etmekten çekinmezler, kendilerinden daha iyi bilenleri masum da kabul etmezler. Bu yüzden, kendilerinden daha iyi bilenlere müracaat ettiklerinde dahi delil isterler ki, Allah Azze ve Celle’ye karşı kendileri lehine ellerinde bir bûrhân olsun, geçmiştekiler gibi alimlerini, din adamlarını rabler edinen kimseler değil, alimlerinden öğrendikleri delillere tabi olan kimseler olduklarının belgesi olsun.
Velhasıl bu ümmet, ifrat ve tefritten uzak, taklid eden değil, ittiba eden bir ümmettir. Bunu başardığı oranda hedeflerine ulaşır.
İtikaf meselesine gelince, adı geçen sitede nakledilen fetvayı aynen aktaracağım ve kimilerince “şaz görüş” sayılan görüşün de delilini sunarak, diğer görüşün – iddia edilenin aksine – sabit bir hadise dayandığını ve hadis sabit olduktan sonra bunun gereği olan görüşe “şaz” denilmesinin yanılgı olduğunu arz edeceğim.

Lecne’nin fetvası şu şekilde:

İlmi Araştırmalar ve Fetvâ Komisyonuna soruldu:
Soru: Çok kereler şöyle diyenleri işitmekteyiz: Üç mescidin [Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ] dışında i’tikâf câiz değildir. Buna Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu sözüyle delîl getirmektedirler: “İ’tikâf ancak üç mescidde yapılabilir.” Yine şöyle demektedirler: Hadîs hâs, âyet ise umumîdir. Hususi olan umumi olana takdîm edilir. Ancak bizler fazîlet sâhibi hocamız Abdulazîz b. Bâz’dan başka bir görüş işittik. Sizden bu konuyu delîliyle açıklamanızı istiyoruz. Umulur ki Allah göğsümüzü hak için genişletir. Allah size hayırlı karşılıklar versin.
Cevap: İ’tikâf üç mescide has değildir. Bilakis bütün mescidlerde meşrûdur. Seleften ve haleften ilim ehlinin cumhûru bu görüştedir. Ancak Cuma mescidinde, yani içinde Cuma namazı kılınan mescidde olması daha evlâdır. Müslümanlar geçmişten bu yana bütün mescidlerde i’tikâfa giregelmişlerdir. İ’tikâfı herhangi bir mescide hâs kılmamışlardır. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Mescidlerde i’tikâfta bulunduğunuzda onlarla [kadınlarla] yakınlaşmayın.” [2/Bakara, 187]

“İ’tikâf ancak üç mescidde yapılabilir.” şeklindeki Huzeyfe hadîsine gelince, bu hadîs sâbit değildir.

Tevfik Allah’tandır. Peygamberimiz Muhammed’e, âilesine ve ashâbına salât ve selâm olsun.

Üye: Bekr Ebû Zeyd

Üye: Abdulazîz Âlu'ş-Şeyh

Üye: Sâlih el-Fevzân

Üye: Abdullah el-Ğudeyyân

Başkan: Abdulazîz b. Abdillah b. Bâz

[Fetâvâ el-Lecnetu’d-Dâime 2/9/319]

Ali el-Halebi’nin itikaf hakkındaki risalesinin ve Şeyh Elbani’nin izahlarının tercemesini web sayfamda yayınlamış bulunuyorum. Burada sadece konuya doğrudan değinen bölümleri aktaracağım:

İTİKAF YAPILACAK YER

Geriye çok önemli bir mesele kaldı. Daha önce zikri geçen bütün hükümler bu meselenin üzerine kuruludur. Yani: içinde itikaf yapmanın caiz olduğu yer neresidir?

İlim ehli bu hususta büyük bir ihtilafla ihtilaf etmiştir.

Onlardan bazıları der ki: “(İtikaf) geniş mescidde olur.”

Bazılarıda şöyle der: “Evinin mescidinde de olur”

Bazıları ise: “Mescidin dışında da (olur) derler.

Nitekim İbn Rüşd Bidayetu’l-Muctehid’de (2/427) ve başkaları bu şekilde açıklamış ve nakletmişlerdir.

Derin bir düşünce ile alimlerin görüş ve ihtilaflarına bakan kimse, içinde itikafa girmenin caiz olduğu yerin sınırını koymada Allah Subhanehu’nun “…siz mescidlerde itikafta iken..” ayeti hakkındaki anlayışlarından dolayı bu sonuçlara vardıklarını görür.

İmam Nevevi el-Mecmu’da (6/483) hangi mescidde itikafa girmenin caiz olduğunu zikrettikten sonra –ki o İmam Şafi’nin de görüşüdür- şöyle der:

“Ashabımız (yani Şafiiler) Yüce Allah’ın şu buyruğu ile delil getirmiştir: “Mescidlerde itikâfa çekilmiş olduğunuz sürece kadınlara yaklaşmayın.” Bu ayetin mescidin şartlarına delalet eden yönü; eğer mescidin dışında itikafa girmek geçerli olsaydı cinsel ilişkinin haramlılığı mescidde itikafa girmeye mahsus olmazdı. Çünkü o itikafın (şartlarına) zıttır. İtikafın bilinen açık anlamı mescidlerde olmasıdır.

Mescidlerde yapılmasının cevazı sabit olduğu zaman, (bu) her mescidde geçerli olduğunu gösterir. Delil ile olması müstesna kim onu (mescidlerden) bir kısmına özel kılarsa, (bu) tahsis kabul edilmez. Tahsis hakkında açık bir şey (olmadan bu tahsis) geçerli olmaz.

Cessas Ahkamu’l-Kur’an’da (1/243) şöyle der: “Siz mescidlerde itikafta iken” ayetinin zahiri lafzın umumiliğiden dolayı diğer mescidlerde itikafa girmeyi serbest bırakmaktadır. Kim onu (mescidlerin) bir kısmı ile kısıtlarsa, onun delil getirmesi gerekir. Onu geniş mescidlere mahsus kılmaya bir delil yoktur. Peygamberlerin mescidlerine has kılan kimsenin tahsis etmesinde de olduğu gibi, bir delil olmadığı zaman ona itibar edilmez.”

(Cessas) Rahimehullah (devamla) der ki: “…Ayetin umumunu, delalet etmediği şey hakkında hususileştirmek bizim için caiz değildir.”

İbn Rüşd de Bidayetu’l-Muctehid’de (2/427-428) benzer bir sebep zikrederek şöyle der: “Derim ki: İmam Şafi’ Rahimehullah (şuna) kaildir: “Hadis, Kur’an’a zıt değildir. Fakat Allah Rasulü’nün (Sallallahu aleyhi ve selem) hadisi kastedilen şeyi, özeli ve geneli, nasihi ve mensuhu açıklar. Sonra, insanlara gereken Allah’ın emrine uymalarıdır. Kim Allah Rasulü’den (Sallallahu aleyhi ve selem) geleni kabul ederse, Allah’a itaati kabul etmiş olur.”

Hamd ve minnet Allah’adır ki, zikredilen ayeti tahsis eden (özelleştiren), ayeti tahsis eden hadise ulaşmamaları sebebiyle alimlerin üzerinde bulundukları tartışmayı gideren sahih nebevi, merfu hadis gelmiştir!

İmam Şâfii’ Rahimehullah şöyle demiştir: “Hiçkimse yoktur ki, Allah Rasulü Sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetinden dolayı sözü terk edilmesin. Ne zaman Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözlerine aykırı düştüğüm bir söz söylemişsem veya bu şekilde bir asla dayanmışsam, kabul edilecek söz Allah Rasulünün (Sallallahu aleyhi ve sellem) söylediği sözdür ve o benim de sözüm odur.”

İşte bu diğer imamların da (Rahimehumullah) asıl menhecidir.

İbn-i Vehb şöyle der: “Malik’ten abdestte iki ayak parmaklarının arasını hilallemekten sorulurken işittim. (Malik) Dedi ki:

“Bu insanların (bildiği, yani bilinen bir şey) değildir.” (İbn-i Vehb) Dedi ki: İnsanlar azalıncaya kadar onu bıraktım. Sonra ona şöyle dedim:

“Bizde bunun hakkında bir sünnet vardır.” (Malik) Dedi ki:

“Nedir o?” Dedim ki:

“Bana Leys İbn-i Sad …… Müstevrid b. Şeddad el-Kureşi’den tahdis etti ki, o şöyle demiştir:

“Allah Rasul’ünü (Sallallahu aleyhi ve sellem) serçe parmağı ile iki ayak parmaklarının arasını ovalıyor gördüm.” (Malik) Dedi ki:

“Bu hadis güzeldir. Onu bu vakte kadar işitmemiştim.” Sonra onu işittim, bundan sonra sorulunca parmakları hilallemeyi emrediyordu.

Derim ki: Bugün bizim de, içinde itikafa girmenin caiz olduğu yer hakkındaki meselemiz bunun gibidir:

1- Bu insanların (bildiği, yani bilinen bir şey) değildir.

2- Bizde bunun hakkında bir sünnet vardır.

3- Bu konudaki hadis hasen, hatta sahihtir.

4- İnsanlar yakın zamana kadar onu işitmemişti.

Bu alıştıkları şeylere aykırı olduğu için Allah Rasul’ünün (Sallallahu aleyhi ve sellem) hadisini reddetmeye başlarlar mı? Yoksa onlar üzerinde bulundukları adetlere aykırı dahi olsa Allah Rasul’ünün (Sallallahu aleyhi ve sellem) hadisini kabul ederler mi?
(Allame Cemaluddin el-Kasımi, Kavaidu’t-Tahdis’te (s.94) şöyle der: “Şu, hadis ilminin güzel meyvelerindendir: Hiçkimse amel etmiyor olsa bile sahih hadisi kabul etmek gereği. İmam Şafii meşhur er-Risale’sinde der ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den başka kimsenin sözü mutlak delil değildir. İstihsan ile de görüş belirtilemez. Zira istihsan ile bir şey söylemek, daha önce örneği olmayan bir şey ortaya koymaktır.”
Derim ki: er-Risale’de (no:70) böyle demiştir. İmam Şafii rahimehullah orada (598-599) şöyle der: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan bir hadise farkında olmadan muhalefet etmemize gelince, umarım ki Allah bundan sorumlu tutmaz. İnşaallah. Bunu kimsenin bilerek yapmaya hakkı yoktur. Fakat insan bazen sünnetten haberdar olmaz, kasten sünnete muhalefet ettiği için değil, haberdar olmadığı için ona aykırı bir söz söyler. İnsan bazen de gaflet sebebiyle yorumda hata eder.”
 
Derim ki: Şeyh Ahmed Şakir bu sözlere şu notu düşmüştür: “Allahu ekber! O gerçekten bir imamdır! Mekke’liler ona “Hadisin destekçisi” ismini verirken doğru söylemişler ve isabet etmişler!” Bkz.: İbn Kayyım, İ’lamu’l-Muvakkiin (3/464) Avdet İle’s-Sunne adlı risalem (s.27)
Cevabı alimlerin hayatından ve gittikleri yoldan alıyoruz. İmam Şâfi’ Rahimehullah bir gün bir hadis rivayet etmişti ve dedi ki: “O şüphesiz sahihtir.” Birisi ona dedi ki:

“Senin görüşün de o (hadis) gibi mi Ey Ebu Abdillah?” Şâfi’ (bu söz üzerine) sarsıldı ve dedi ki: “Be adam! Beni kiliseden çıkarken mi gördün? Belimde zünnarla mı gördün? Allah Rasul’ünden (Sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis rivayet edeceğim ve ona uymayacağım (öyle mi)?”

Başka bir rivayette ise şöyle demiştir: “Ne zaman Allah Rasul’ünden (Sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadis rivayet edip de ona uymamışsam, şahit olun ki aklım gitmiştir."

Asla hiçbir şüphe yoktur ki hakkı talep eden her insaf sahibi, Allah Rasul’ünün (Sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine göre sahih olan bir hadisine vakıf olduğunda, sabit bir şeyle karşı çıkmaz. O (insaflı kimse), insanlar ne söylerlerse söylesinler, o hadise mecburen, şüphesiz, mutlaka uymak zorundadır. O kimse için insanların mı, yoksa insanların Rabbi Subhanehunun mu ona karşı tutumu mu önemlidir?

İş bu şekilde olduğunda söyleyenlerin söylemesine iltifat etme. Şerefli nebevi sünnetle beraber bulunduğun sürece iddiacıların değersiz iddialarına da aldırma!

Derim ki: Ayeti Kerime’yi tahsis eden hadis-i nebevîye gelince, o, Beyhaki’nin Sunen’inde (4/316), Tahavi’nin Muşkilu’l- Âsâr’da (4/20), Zehebi’nin Siyeru A’lamu’n-Nubela’da (15/81) rivayet ettikleri hadistir. Hepsi de: Sufyan b. Uyeyne - Cami’ b. Ebi Raşid - Ebi Vail, yolundan rivayet etmişlerdir: Ebu Vail dedi ki:

“Huzeyfe radıyallahu anh, Abdullah’a (yani İbn-i Mes’ud radıyallahu anh’a) şöyle dedi:

“Evin ve Ebu Musa’nın evi arasında itikafa girmenin zararı yok mudur? Allah Rasul’ünden (Sallallahu aleyhi ve sellem) öğrenmişindir ki: o şöyle buyurdu:

“Üç mescid dışında itikaf olmaz!”

Abdullah dedi ki: “Belki sen unuttun, onlar ezberledi veya sen hata ettin, onlar isabet etti.”

Hafız Zehebi hadisi rivayet ettikten sonra şöyle dedi: “ Sahih garib ve isnadı âlî’dir (yani az sayıda ravinin rivayetiyle gelmiştir.).”

Derim ki: İsnadı Buhari’nin şartı üzeredir.

Nitekim seleften bir kısmı bu hadis üzere amel etmiştir. İbn-i Ebi Şeybe Musannef’te (3/91) ve İbn-i Hazm (5/191) sahih bir senedle Said b. Müseyyeb’den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

“Mescid-i Nebevi’den başkasında itikafa girilmez.”

Ve Abdurrezzak Musannaf’ta (8019) Ata rahimehullahdan sahih bir isnadla şöyle dediğini rivayet eder:

“Mekke mescidi ve Medine mescidi dışında civar (yani itikafa girmek) yoktur.”

Derim ki: Bu, az önce rivayet ettiğimiz hadisin manasının dışına çıkmaz. Nitekim İbn-i Hazm (5/194) şöyle demiştir: Ata’ dan sabit olmuş olan “civar” kelimesiyle kastettiği itikafa girmek demektir.”

İbn-i Vehb (ondan gelen haberde daha önce geçtiği gibi) İmam Malik Rahimehullah’ın kendisinde bulunmayan (hilalleme rivayeti) açıklandıktan sonra parmakların arasını hilallemeyi emretmeye başladığını zikretmiştir. Hadise ulaşınca kim olursa olsun hiç kimsenin sözüne iltifat etmemiştir. Bilakis –hadisin sıhhati ona sabit olduktan sonra- hiç düşünmeden gerektirdiği şeyi emretmeye başlamıştır.

Böylece biz (Allah’a hamdolsun) Ayeti Kerime’nin umum manası üzere her mescidde itikafın cevazını kastedenlere karşı birçok ilim ehlinin söylediği gibi söylemiş olduk. Bu sahih hadis, bize belirinceye ve sıhhati açık bir şekilde ortaya çıkıncaya kadar, ona zıt bir şey görmedik. Hadisi gerektiği şekilde, bize yazdırıldığı ve sünnet imamları ve selef alimlerinin istediği şekilde açıkladık.

ŞÜPHELER
Huzeyfe radıyallahu anh hadisi üzerinde bazı şüpheler varid olmuştur. Şüpheleri ve cevabını aktarıyoruz:
Birincisi: İbn-i Mes’ud (Radiyallahu anh) “Belki sen unuttun, onlar ezberledi veya sen hata ettin, onlar isabet etti” sözü ile Huzeyfe’nin (Radiyallahu anh) sözüne karşı çıkmıştır.
Cevap: Huzeyfe’nin (Radiyallahu anh) hata yaptığına dair bir nas yoktur. Çünkü “Lealle (Belki de)” Arap dilinde ummayı ifade eder. Mümkün olabilecek bir işi beklemek, gözlemek, ihtimal çeşitlerinden bir çeşidi tahmin etmek demektir. Usul ulemasının dediği gibi “ihtimal varid olunca istidlal batıl olur”.
Sonra bu ihtimali İbn-i Mes’ud (Radiyallahu anh) iki yöne ayırmıştır:
1- Huzeyfe’nin (Radiyallahu anh) unutması veya hatası.
2- (O şekil) İtikaf yapan topluluğun hıfzı veya isabet etmesi.
Bir kimse için bu iki ihtimalden hangisi tercihe şayandır?
Hüccet ve delilin tercih edilmesi (gerektiğine) şüphe yoktur. Peki kim hüccet sahibidir? Allah Rasul’ünün (Sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetini tereddüt ve şüphe olmaksızın kesinkes bilen Huzeyfe Radiyallahu anh mı? Yoksa ihtimaller koyan ve tahmin eden, o konu hakkında kendisinde kesin nebevi bir şey olmayan İbn-i Mes’ud Radiyallahu anh mı?
İbn-i Mes’ud Radiyallahu anh, Huzeyfe Radiyallahu anh’e, itikafa girenlerin daha çok oluşlarıyla ve Huzeyfe Radiyallahu anh’ın ise bir tek kişi olmasıyla reddiye vermek istedi. Fakat onun uslubunda ilim vardı. Şüphe ve tereddüde düşmüş olması bunun delilidir. Huzeyfe Radiyallahu anh ezberlemiş kendisi ise ezberlememişti. Bu konu hakkında Huzeyfe’ye (Radiyallahu anh) itimat ettiği kadar itikaf eden cemaate itimat etmemiştir. Aksi halde gidip itikafları hakkında onlara sorardı.”
Sonra bu şüphe ile ilgili cevap hakkındaki başka bir yön de, İbn-i Mes’ud Radiyallahu anh’ın , Huzeyfe Radiyallahu anh’e karşı çıkması, onun hadisin lafzında hata etmiş olması değil, sadece hadisi anlama hususunda hatalı bulmasıyla ilgilidir.
(Allah ondan razı olsun, o bunu “Üç mescidden başkasında kamil itikaf yoktur” anlamında anlamıştır. Nassın zahirinden ayrı olan bir fehmin/anlayışın, zahire uygun fehme karşı delil olması söz konusu değildir. Lakin bu hakikatte dil açısından kusurlu bir anlayıştır. Zira üzerinde ittifak edilen esasa göre, söz, zahiri üzere alınır. Bu zahirin dışında ancak delil ile çıkılabilir. Burada, itikafı üç mescid ile sınırlayan ve herhangi bir mescidde itikafı nefyeden bu nassın dışına çıkmayı gerektiren bir delil yoktur. Hadisin lafzının zahiri budur. Zira buradaki “Lâ” cinsin nefyini yani bütün itikafların nefyini ifade eder. bundan sonra gelen “illa” edatı, bu mutlak nefiyden, hadiste bildirilen üç mescidi istisna etmektedir. Hadis, arap dilinin açık delaletiyle zahirine uygun olarak kalır. Zahirinin dışına çıkılamaz. Allah’a hamd olsun.)
Huzeyfe’nin (Radiyallahu anh) bunu itikaf yapanların aleyhine delil getirmesi ise bunu kabul etmediğinden dolayıdır. Bunun delili, Huzeyfe’nin (Radiyallahu anh) ona (İbn-i Mes’ud’a (Radiyallahu anh) şöyle demiş olmasıdır:
“Sen de bilmektesin ki Allah Rasul’ü (Sallallahu aleyhi ve sellem)…” sonra (hadisi) zikretti. İbn-i Mes’ud’ (Radiyallahu anh) - Huzeyfe’nin (Radiyallahu anh) dediği gibi- hadisi biliyordu ve ona vakıftı. Fakat o, Huzeyfe Radiyallahu anh’e onun anlamı hususunda karşı çıkıyordu.
Eğer denilirse ki: İbn-i Mes’ud Radiyallahu anh, Huzeyfe radıyallahu anh’den daha fakih/anlayışlı değil midir? Ve İbn-i Mes’ud radıyallahu anh’ın anlayışını, Huzeyfe radıyallahu anh’ın anlayışından üstün tutmak gerekmez mi?
Cevap olarak şöyle denilir: İbn-i Mes’ud radıyallahu anh’ın daha anlayışlı olduğunda şüphe yoktur. Fakat bu, Huzeyfe radıyallahu anh’ın anlayışının ve ezberlemesindeki titizliğinin değerini düşürmez. Nasıl olmasın ki? O, Hafız Zehebi’nin Siyeru A’lami’n-Nubela’’da (2/361) vasfettiği gibi Allah Rasulü Sallallahu aleyhi ve sellem’in “sırdaşı”dır. Ve aynı şekilde o, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabının seçkinlerindendir.
Sonra Huzeyfe Radiyallahu anh tanınan biridir ve her mesele hakkında isabet etmek fakihliğin şartından değildir. Özellikle de anlayış ve fıkhı nassın zahirine muhalif olduğunda!
Buna ilaveten biz, İbn Mesud radıyallahu anh ya da bir başkası, kim olursa olsun, hiçkimsenin anlayışına boyun eğmeyiz. Bilakis biz Allah Rasul’ünden (Sallallahu aleyhi ve sellem) sabit olan nassa boyun eğeriz.
Bunu Buhari (346) ve Müslim’in (368) rivayet ettikleri sahabe siretleri de desteklemektedir. Şakik b. Seleme dedi ki: “Abdullah b. Mes’ud ve Ebu Musa ile beraber oturuyordum. Ebu Musa dedi ki:
“Ne dersin Ey Ebu Abdurrahman! Bir adam cünüp olsa ve bir ay su bulamasa namazı nasıl yapar? Abdullah dedi ki:
“Bir ay su bulamasa da teyemmüm etmez.” Ebu Musa dedi ki:
“Peygamber (Sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine “Şöyle yapman sana yeterli olurdu” buyurduğu zaman ki, Ammar’ın sözünü ne yapacaksın! Dedi ki:
“Ömer’i görmedin mi bunu kabul etmedi? Ebu Musa dedi ki:
“Hadi Ammar’ın sözünü bırakalım, şu ayeti ne yapacaksın? “….su da bulamadıysanız, temiz bir toprağa teyemmüm edin.” (Maide-6) Abdullah ne söyleyeceğini bilemedi de, dedi ki:
“Biz eğer onlara bu hususta ruhsat verirsek, onlardan biri neredeyse suyu soğuk bulduğunda onu bırakır ve teyemmüm eder.” Şakik’e dedim ki:
“Abdullah sırf bu yüzden mi (teyemmümü) hoş görmüyordu?” Dedi ki:
“Evet”
Derim ki: (Peki şimdi) İbn-i Mes’ud Radıyallahu anh’ın anlayışı ve görüşünden dolayı ayeti ve Ammar hadisini terk mi edelim? Bu husustan dolayı Hafız İbn-i Hacer Fethu’l-Bari’de (1/457) şöyle demiştir:
“İbn-i Mes’ud Radiyallahu anh’e gelince Ammar hadisini kabulden uzak durması hususunda özrü yoktu.”
Burada dediğimiz şudur: İbn-i Mes’ud Radiyallahu anh’ın Huzeyfe hadisini kabul etmemesi hususunda özrü yoktur. Fakat o görüş, İbn-i Mes’ud Radiyallahu anh’ın ictihadıdır. O yüzden ona bir ecir vardır inşaallah.
Haktan sapılamayacak olan hak şudur ki hadisin zahiri alınıp ona tabi olmak daha uygun ve önceliklidir. Hadisi delil olmaksızın, birisinin anlayışıyla kayıtlamak ve sınırlamak sözkonusu olamaz. Nitekim şöyle denilmiştir: “Lafızlar manaların kalıplarıdır.” Gerçekten hadisin lafzı ve anlamı çok açıktır. Daha önce geçtiği gibi, seleften bazılarının bu hadisle amel etmiş olması, netliğini ve açıklığını artırmaktadır.
Eğer denilirse ki: “Huzeyfe Radiyallahu anh, İbn-i Mes’ud Radiyallahu anh’ın cevabından sonra neden sustu?”
Derim ki: Çünkü nebevi delil endişe ve ihtimali yok eder. Bunda şüphe yoktur. Huzeyfe radıyallahu anh’ın zihninde ezberlediği ve tebliğ ettiği hadis hakkında bu endişe ve ihtimale dair bir şey yoktu. Hal böyleyken, bu endişenin aksine kesin olarak kanaat ettiği halde ona nasıl cevap verebilirdi ki? Onun sadece hadisi rivayet etmedeki ısrar ve gayreti en büyük cevap ve en açık reddiye idi.
İkinci Şüphe: Huzeyfe Radiyallahu anh veya ondan sonra hadisi rivayet edenlerden birisi şüphe etmiş, üç mescidi zikrettikten sonra: “….. veya geniş mescid..” demiştir. Bu bir şüphedir ve bu şüphe ile Allah Rasulu Sallallahu aleyhi ve sellem’in sözü olduğuna karar verilemez.
Cevap: Şayet bir topluluğun İbn Uyeyne’den, herhangi bir şek içermeyen rivayetine vakıf olmamışsa, bu şüphe kendisine vaki’ olan kimse mazurdur. Sözü edilen topluluk şunlardır:

1- El-İsmailî, Mu’cem’inde (112/2), Muhammed b. Ferec’den,

2- Beyhaki ve Zehebi’nin rivayetinde; Mahmud b. Adem el-Mervezi’den,

3- Tahavi’nin rivayetinde Hişam b. Ammar’dan rivayet etmişlerdir.

Bunların hepsi kendileriyle delil gösterilen ravilerdir. Hişam b. Ammar saduk/dürüst bir ravidir. Yaşlanınca telkin kabul etmeye başlamıştır. Fakat ondan önceki iki ravinin rivayetine uygunluğu, bu hadisi doğru ezberlediğine delil olmaktadır.

Bu ravilerin hadisi, sözü edilen şek bulunmaksızın rivayet etmede ittifak etmeleri, itiraz edenin görüşünün tercih edilemeyeceğine delildir. Allah en iyi bilendir.

Üçüncü Şüphe: Bu konudaki hadis İmam Tahavi’nin Muşkilu’l- Âsâr’da (4/20) dediği gibi mensuhtur.

Cevap: Bu mesnetsiz bir iddia ve delilsiz bir görüştür. Çünkü nasih ve mensuha ancak Allah Rasulün Sallallahu aleyhi ve sellem’den bir haber veya o ikisinden birinin zaman olarak diğerinden sonra oluşunu gösteren bir delil ile istidlal edilebilir. Nesh, Sonuncusunun nasih (hükmü kaldıran) olmasıyla, hadisi işitenin sözüyle ya da icma’ ile bilinir.

Bu, usulcüler arasında, üzerinde ittifak edilen bir konudur. Aksi halde herkes dilediği bir ayet veya rivayetin nesh edilmiş olduğunu iddia ederdi. Bu en çirkin şeydir!!! Bu iddianın bir delili olabilir mi?

Dördüncü Şüphe: Hadis muzdarip/çelişkilidir.

Derim ki: Bu pervasız ve geçersiz bir iddiadır. İsnadların ve haberlerin ehli olan alimler bu iddiaya karşı çıkar! İşte sana itiraz ederek karşı çıkanların iddialarını ispat için getirdikleri şüpheler:

Birincisi: Hadis merfu olarak ve mevkuf olarak, her ikisi de Huzeyfe radıyallahu anh’den rivayet edilmiştir. Bu rivayeti reddetmek gerekir!?

Derim ki: Bundan önce rivayet edilen üç merfu’ rivayet geçmişti. Onlardan sadece Abdurrezzak’ın İbn-i Uyeyne yoluyla rivayeti mevkuftur.

Bunu Abdurrezzak Musannef’te (8016) ve aynı yoldan Taberani Mu’cemu’l-Kebir’de (9511) tahric etmişlerdir.

Bunda tek kalan Abdurrezzak’ın haberi, üç sika ravinin kesin bir şekilde merfu rivayetlerine karşı duramaz. Bu bir yönü.

Başka bir yönü ise, merfu olduğunun bildirilmesi ziyade bilgidir. Sika/güvenilir ravilerin ziyadesi olduğu için de kabul edilmesi gerekir.

Nevevi rahimehullah, “Ma Temesse İleyhi Hacetu’l-Kari, Li-Sahihi’l-İmam Buhari” adlı risalesinde şöyle der: “Sikalardan biri hadisi muttasıl olarak, birisi mürsel olarak, birisi merfu olarak, birisi mevkuf olarak rivayet etmişse veya ravi mevsul olarak rivayet ettiğini bir seferinse merfu, bir seferinde mürsel veya bir seferinde de mevkuf olarak rivayet etmişse, fakihlere, usul ehline ve muhakkik hadisçilerce göre doğru olanı; bu rivayetin mevsul ve merfu’ olduğuna hükmedilmesidir. Çünkü bu sikanın ziyadesidir.”
(Bu, Hatibu’l-Bağdadi’nin de el-Kifaye’de (s.411- Hindistan baskısı) tercih ettiğidir. Bkz.: İbn Salah, Ulumu’l-Hadis (s.79)

İkinci itiraz: Izdırab/çelişki Huzeyfe radıyallahu anh’ın Allah Rasulü Sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayetinde de meydana gelmiştir.

1- Bir defasında merfu’ olarak şöyle rivayet etmiştir: “İmam ve müezzin olan her mescidde itikafa girilebilir.”

2- Bir defasında şöyle rivayet etmiştir: “Üç mescidden başkasında itikafa girilmez.”

3- Bir defasında da şekke düşerek şu ziyade ile rivayet etmiştir: “Veya geniş mescidde”

Cevap: Birinci hadisi Darakutni (2/200) rivayet etmiştir. İbn-i Hazm el-Muhalla’da (5/196) onun hakkında şöyle der: “Bu kusurludur anlayış sahibi biri bununla meşgul olmaz. Cuveybir helak olmuştur (çok zayıftır). Dahhak zayıftır ve Huzeyfe’ye yetişmemiştir.”

Derim ki: Böyle bir rivayetle gönül yatışmaz.

İkinci hadise gelince, daha önce geçtiği gibi şüphesiz sahihtir.

Üçüncü hadisteki şüpheye gelince, bu tercih edilen değildir. Daha önce ikinci şüphenin cevabında açıklama geçmiştir.
Sadece ikinci hadis kesindir ve o da (şöyledir) “Üç mescidin dışında itikafa girilmez”. Bu merfu olarak sahihtir. Buna aykırı bir eser veya bir haber yoktur. Bunun karşısında duracak kuvvet bir görüş veya anlayış yoktur. Bu hadis itimad edilip amel edilecek özelliktedir. Başarılı kılan yalnız Allah’tır.
Beşinci Şüphe: Şüphesiz bu (ikinci hadis) Aişe radıyallahu anha’dan rivayet edilen: “Sadece geniş mescid de itikafa girilir” hadisine zıt ve aykırıdır. Hadis daha önce geçmişti.
(Şeyh Şuayb el-Arnaut, Siyeru A’lami’n-Nubela dipnotunda (15/81) meselenin tartışma gerektirdiğini söylemiş ve şöyle demiştir: “İtikafın üç mescid ile tahsis edilmesinde Huzeyfe radıyallahu anh tek kalmış ve çoğunluk başka mescidlerde de itikafın caiz olduğu görüşünü benimsemiştir.”
Derim ki: Bu doğru bir görüş değildir. Huzeyfe radıyallahu anh, rivayet edilen sahih sünnet ile birliktedir. Çoğunluk nedir ki? Onların elinde ayetin umumi ifadesinden başka bir şey yoktur. O ayet ise bu sahih nebevi hadis ile tahsis edilmiştir. İtimad edilecek hak budur inşaallahu teala.)
Cevap: Aykırılık ve zıtlık yoktur. Bilakis bu da tahsise dahildir. Çünkü Aişe radıyallahu anha hadisinin, Huzeyfe radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadisten genel kapsamlı olduğu net ve açıktır. Bu yüzden tahsis edenle amel edilir. Bunu pekiştiren ve ispat eden hususlardan birisi de, Huzeyfe radıyallahu anh hadisinin merfu oluşu açıkça tasrih edilmişken, Aişe radıyallahu anha’nın sözü hükmen merfudur.
(Huzeyfe radıyallahu anh hadisine aykırı olan ve çoğu zayıf olan mevkuf ve maktu (sahabe sözü ve tabiin sözü) rivayetlerden başka bir şey yoktur.)
İlim ehli katında bu, tercih sebeplerindendir.
Tenbih: Geçen bu açıklamalar, şu hadiste geldiği gibi, mescidlerde alışılagelmiş oturmanın mutlak faziletine aykırı değildir: “Sizden biriniz namaz kıldığı yerde abdesti bozulmadan oturmaya devam ettiği sürece melekler onun için salat ederler ve: “Allah’ım! Onu bağışla, Allah’ım! Ona merhamet et” derler” Bunu Buhari ve Muslim, Ebu Hureyre radıyallahu anh’den rivayet etmişlerdir. Bkz.: Fethu’l-Bari (2/142, 143) el-Mescid Fi’l-İslam (s.56-57)

Şeyh el-Elbani Rahimehullah’ın Bu Mesele Hakkındaki Açıklaması

Bismillahirramanirrahim.
Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem: “İtikaf ancak üç mescitte olur” buyurmuştur. Bu hadis hakkında el-Albani Sahiha’da (2786) şöyle der:

“Bunu el-İsmailî Mu’cem’de (112/2) şeyhi el-Abbas b. Ahmed el-Veşşa – Muhammed b. El-Ferec tarikiyle rivayet etti. Beyhaki Sünen’de (4/316) Muhammed b. Adem el-Mervezî tarikinden, her ikisi Sufyan b. Uyeyne – Cami b. Ebi Şeddad – Ebu Vail tarikiyle: dedi ki; Huzeyfe radıyallahu anh, Abdullah radıyallahu anh’e (yani İbn Mesud’a)

“Bir topluluk senin evin ile Ebu Musa’nın evi arasında itikaf yapıyor ve sen karşı çıkmıyorsun! Halbuki Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem’in “İtikaf ancak üç mescidte olur” buyurduğunu biliyorsun.” Abdullah radıyallahu anh dedi ki:

“Onların ezberlediğini sen unutmuş yahut onlar isabet edip sen hata etmiş olabilirsin”

Bu isnad şeyhayn (Buhari ve Müslim)in şartlarına göre sahihtir. İbn Mesud’un sözü, Huzeyfe’nin hadisin rivayet lafzında hata ettiğini gösteren bir nas değildir. Hatta Huzeyfe radıyallahu anh’ın karşı çıktığı itikaf hususunda İbn Mesud’a göre hadisin anlamı, tıpkı “emaneti olmayanın imanı, ahdi olmayanın dini yoktur” hadisindeki gibi “kamil itikaf yoktur” şeklinde olabilir. Allahu alem.

Sonra Tahavi’nin bu hadisi Müşkil’de (4/20) aynı tarikten rivayet ettiğini gördüm. Aynı şekilde Abdurrazzak Musannef’te (4/248/8016) ondan da Taberani (9/350/9511) İbn Uyeyne’den bu yol ile rivayet ettiler, lakin merfu oluşunu tasrih etmediler.

Said b. Mansur; Sufyan b. Uyeyne yoluyla rivayet etti ancak merfu oluşundan şüphe ile ve özet olarak rivayet etti; Şakik b. Seleme dedi ki: Huzeyfe radıyallahu anh Abdullah b. Mesud radıyallahu anh’e:

“Rasulullah Sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu biliyorsun: “İtikaf ancak üç mescidte olur” veya cemaat mescidi dedi.

İbn Hazm el-Muhalla’da (5/195) ondan nakleder ve bu şekten dolayı hadisi reddeder. İbn Hazm, İbn Uyeyne’den şeksiz olarak merfu gelen “veya cemaat mescidi” lafzıyla rivayete vakıf olmadığından mazurdur…

Said b. Mansur’un hadisin merfu oluşunda tereddüt etmesi sıhhatini etkilemez. Özellikle kıssanın geliş şekli (siyakı) dikkatle bakıldığı zaman hadisin merfu olduğu hususunu pekiştirir. Zira Huzeyfe radıyallahu anh, onların evler arasında itikaf yapmaları hakkında ibn Mesud radıyallahu anh’ın sessiz kalmasına mücerret görüşüyle karşı çıkmamıştı. O, İbn Mesud radıyallahu anh’ın üstünlük ve fıkhını biliyordu. Şayet ona göre hadis merfu olmasaydı, ibn Mesud radıyallahu anh’e karşı çıkıp hüccet ikame etmezdi. Hatta Abdurrazzak’ın mevkuf rivayeti dahi dediklerimi destekler. Zira ondaki lafız şöyledir:

“Bir topluluk evinle Ebu Musa’nın evi arasında itikaf yapıyor ve sen yasaklamıyorsun ha!” Abdullah radıyallahu anh:

“Sen hata edip onlar isabet etmiş veya sen unutup onlar ezberlemiş olabilirler” dedi. Bunun üzerine Huzeyfe radıyallahu anh:

“İtikaf ancak üç mescidte olur” diye devam etti.

Bunun bir misli de İbrahim’in rivayetidir: “Huzeyfe radıyallahu anh, Abdullah radıyallahu anh’e geldi ve:

“Senin evinle Eşari’nin evi arasında mescidte itikafa girenleri garip karşılamıyor musun?“ dedi. Abdullah radıyallahu anh:

“Sen hata edip onlar isabet etmiş de olabilir” dedi. Huzeyfe radıyallahu anh:

“Bilmiyor musun ki itikaf ancak üç mescidte olur! Orada veya şu çarşıda itikaf etmeleri arasında fark görmüyorum. (Huzeyfe radıyallahu anh’ın ayıpladığı bu kimseler Büyük Kufe Mescidinde itikafa girmişlerdi.)

Bunu İbn Ebi Şeybe Musannef’te (3/91) rivayet etti. Yine Abdurrazzak (4/347-48) rivayet etmiş olup parantez içindeki ziyade ona aittir. Ondan da Taberani (9510) rivayet etti. Ricali güvenilirdir, şeyhayn ravileridir. Yalnız İbrahim (en-Nehai) dışında. O Huzeyfe radıyallahu anh’e yetişmemiştir.

Huzeyfe radıyallahu anh’ın İbn Mesud radıyallahu anh’e karşı “Üç mescid haricinde itikaf olmaz” cümlesiyle delil getirmesi, ona göre bunun hüccet makamında bir söz olduğunu düşündürmektedir. Aksi halde ona:

“Bilmiyor musun!” diye söylemezdi. Allahu a’lem.

Şunu iyi bil ki, alimler itikaf yapılacak mescidin şartları hususunda ihtilaf ettiler. Bunu geniş olarak musanneflerde, el-Muhalla’da ve diğerlerinde görebilirsin. “Siz mescidlerde itikaf edersiniz” ayeti ile hüccet getirmek doğru değildir. Hadis sahihtir. Ayet umum olup hadis hâstır. Usul gereğince umum, hâs olana hamledilir. Hadis mahsus, ayet onun mubeyyenidir ve Huzeyfe hadisine delil olur.

Bu konuda eserler (sahabe ve tabiinden gelenler) de muhteliftir. Alınmaya layık olanı hadise muvafık olandır. Mesela Said b. Museyyeb’in sözü gibi:

“İtikaf ancak Mescid-i Nebi’de olur.” Bunu İbn Ebi Şeybe ve İbn Hazm sahih isnad ile rivayet ettiler…

Şeyh Elbani daha sonra hadisin sıhhati konusunda yapılan itirazlara karşı delilleriyle hadisin sıhhatini ispatlayan açıklamalar yapar.

Neticede hadisin lafzından anlaşıldığı üzere üç mescid dışında itikaf olmaz. Lecne'nin fetvası ve cumhurun görüşü şaz olup sahih hadise aykırı olan bu fetva ile amel etmek caiz değildir. Allah en iyi bilendir.

Ali el-Halebi hafazahullah, adı geçen risalesinin başlarında Reşid Rıza’nın Fetavasından (2/503) şu sözünü nakletmiştir: “Şeriat sahibinin sözü dışında dinde kimsenin sözü hüccet değildir. Dinin delillerinin desteklemediği her sözün reddedilmesi gerekir. Bunun delili üzerinde ittifak edilen şu hadistir: “Kim dinde emrimiz olmayan bir şey ortaya koyarsa reddedilir” yani reddedilmiştir. Nitekim meşhur alimler bunu böyle açıklamışlardır.”

El-Halebi şöyle devam eder: “Allah ona rahmet etsin, o, kendisine “Alimlerin delilsiz sözlerini reddetmenin hükmü” hakkında sorulan bir soruya şöyle cevap vermiştir: “Şüphesiz o hakka tabi olmuş, Kur’an ile hidayet bulmuş, salih selefin ve razı olunmuş imamların yolunda yürümüştür.”

Allah bana da sana da rahmet etsin, buna dikkat et! İnsanların delilsiz sözleriyle fitneye düşme! Delilsiz olmalarına rağmen kalabalık oluşlarına aldırma! İki gözünün arasına sadece delil, hücceti, beyyine ve burhanı dik!”

Ebu Muaz

Meclislerin Keffareti

Meclislerin Keffareti
"Subhâneka'llâhumme ve bihamdik ve eşhedu en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk" (Taberani 10/164, el-Elbânî Sahîhu'l-Câmi (4487)