SAKİN BİR TARTIŞMA
Kaynak: www.tafseer.info Son Üç Cüzün Tefsiri
İsmi
Abdullah olan bir adam, Abdunnebi isimli bir adamla karşılaştı. Abdullah,
‘peygamber kulu’ anlamına gelen Abdunnebi ismini beğenmedi ve kendi kendine
şöyle dedi: Bir kimse Allah’tan başka birine nasıl ibadet eder? Sonra
Abdunnebi’ye hitap ederek şöyle dedi:
Sen
Allah’tan başkasına kulluk eder misin?
Abdunnebi:
Hayır, ben Allah’tan başkasına kulluk etmem . Ben Müslimanım. Sadece Allah’a
kulluk ederim.
Abdullah:
O halde hıristiyanların Abdulmesih ismini kullanmaları gibi nedir bu isim?
Hıristiyanların bu ismi kullanmalarında bir gariplik yok. Çünkü onlar zaten
Mesih isa’ya tapıyolar. Senin ismini duyan bir kimsenin aklına ilk olarak senin
peygambere kulluk ettiğin düşüncesi gelecektir. Halbuki bir Müslimanın
peygamberi hakkındaki inancı bu değildir. Bilakis Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem‘in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna inanması gerekir.
Abdunnebi:
Fakat peygamber Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem, insanların en hayırlısı
ve peygamberlerin efendisidir. Biz teberrüken ve onun Allah katındaki makamı ve
yeri ile Allah’a yaklaşmak için bu ismi kullanırız. Bununla peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem’den şefaat isteriz. Bunu garip karşılama. Çünkü
kardeşimin ismi Abdülhüseyin, ondan önce babamın Adürresul’dür. Bu isimleri
kullanmak eskiden beri insanlar arasında
yaygındır. Biz atalarımızı bu şekilde bulduk. Bu meseleyi büyütme. Konu
basittir. Din kolaydır.
Abdullah: bu, birincisinden daha büyük başka bir kötülüktür. Bu Allah’dan başkasının gücünün yetemeyeceği bir şeyi Allah’tan başka birisinden istemektir. İstenen kişi ister Peygamber’in bizzat kendisi olsun, İsterse onun dışında Hüseyin gibi başka bir salih kişi olsun fark etmez. Çünkü bu bizim emrolduğumuz tevhide ve La ilahe illallah’ın manasına aykırıdır. Bu meselenin önemi ve bu şekilde bir ismi kullanmanın sonuçlarını sana açıklamak için sana bazı sorular soracağım. Haktan ve hakka tabi olmaktan, batıl beyan etmek ve batıldan sakınmaktan, iyliği tavsiye edip, kötülükten vazgeçirmekten başka bir gayem yoktur. Allah’tan yardım istenir ve O’ na tevekkül edilir. Güç ve kudret sadece yüce Allah’tan dır. Fakat bundan önce sana Allah’ın şu ayetlerine hatırlamak istiyorum:
“Aralarında
hüküm vermesi için Allah’a ve rasulune davet edildiklerinde müminlerin sözü
ancak işittik ve itaat ettik demeleridir.”(Nur: 51)
“Eğer
bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz - Allah’a ve rasulune gerçekten
inanıyorsanız - onu Allah’a ve Rasulune götürün.” (Nisa: 59)
Tevhidin Manası
Abdullah:
Allah’ın birliğine/tevhide inandığını söyledin ve Allah’tan başka ilah
olmadığına şehadet ettin. Bana bunun manasını açıklar mısın?
Abdunnebi:
Tevhid, Allah’ın varlığına inanmaktır. O, gökleri ve yeri yaratandır. O,
dirilten öldüren ve evreni idare edendir. Rızıklandıran, her şeyi bilen, her
şeyden haberdar olan ve gücü yetendir…
Abdullah:
Tevhid sadece bu olsaydı Firavunda, kavmi de, Ebu Cehil ve diğerleri de muvahid/mümin
olurdu. Müşriklerin eksersi gibi olanlar da bunu biliyolardı. Rabliğini ilan
eden Firavun ruhunu derinliklerinde Allah’hın varlığını ve evreni hükmettiğini
itiraf ediyor ve inanıyordu. Bunun delili Allah’hın şu ayetidir: “Kendileri
de bunlara yakınen inandıkları halde, zulum ve kibirlerinden ötürü inkar
ettiler.” (Neml:14)
Firavunun
bu itirafı, suda boğulurken açıkca ortaya çıktı. Tevhid, ibadeti Allah’ı
birlemektir/sadace Allah’a tapmaktadır ki, peygamberler bunun için gönderilmiş,
kitaplar için indirilmiş, Kureyş ile bunun için savaştılar. İbadet: Allah’ın sevdiği ve
razı olduğu açık ve gizli bütün sözlerde amellerdir. La ilahe illallah (
Allah’tan başka hak ilah yoktur) cümlesindeki ilah’ın anlamı: ibadet edilen
ma’bud demektir ki O’dan başkası buna layık değildir.
Abdullah:
Rasullerin ve onların ilki olan Nuh aleyhisselam’ın niçin gönderildiğini
biliyor musun?
Abdunnebi: Müşrikleri
tek Allah’a ibadet etmeye ve O’
na ortak koşmayı terke davet etmek
için gönderildiler.
Şirkin Başlangıcı
Abdullah:
Nuh kavminin şirke düşmesinin sebebi ne idi?
Abdunnebi:
Bilmiyorum!
Abdullah:
Ved, Suva’ Yeğus, Yeuk ve Nesr isimli salih kişiler hakkında aşırı gittikleri için Allah Teala Nuh kavmine Nuh’u
peygamber olarak gönderdi.
Abdunnebi:
Ved, Suva’ ve diğerlerinin, zorba, kafirlerin isimleri olmayıp salih insanların
isimleri olduğunu mu söylüyosun!?
Abdullah:
Evet, bunlar Nuh kavminin ilahlaştırdıkları ve araplarında bu konuda onlara
tabi oldukları salih kişilerin isimleridir. Bunun delili İbn Abbas’tan gelen rivayettir. O şöyle demiştir:” Nuh kavminde
mevcut olan putlar daha sonra araplara da intikal etmiştir. Ved adlı put, Devmetu’l-Cendel’de
Kelb kabilesinin putudur. Suva’, Huzeyl’in putu , Yeğus ise Murad kabilesinin
putudur ki, daha sonra o, Curf mevkindeki Sebe’nin yanında bulunan Ğutayf oğullarının
putu oldu. Yeuk’a gelince, o da Hemedan’ın putudur. Nesr ise Zilkela’ ailesi
olan Himyer’in putudur. Aslında bunlar Nuh kavminden salih kişilerin
ismleridir. Onalar öldükleri zaman, şeytan bunların kavmine gelip onların
oturdukları yerlere anıtlarını dikilmesini ve anıtlara onların isimlerinin verilmesini telkin etti. Şeytanın
bu isteğini yerine getirdiler. Onlar ölünceye kadar bu heykellere tapılmadı.
Sonra halkın bu hususta bildikleri unutulunca tapmaya başladılar”. (Bu hadisi Buhari
rivayet etti.)
Abdunnebi:
Gerçekten çok ilginç bir söz.
Rububiyet Tevhidi ve Uluhiyet Tevhidi
Abdullah:
Sana bundan daha ilginç olanını söyleyeyim mi? Biliyorsun ki peygamberlerin
sonuncusu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem‘i Allah Teala, ibadet eden hac
eden ve sadaka veren bir topluma peygamber olarak göndermiştir. Fakat bu toplum
bazı yaratılmışları kendileri ile Allah arasında vasıta olarak görüyolar ve
şöyle diyorlardı: “Biz bunlar vasıtası ile Allah’a yakın olmak istiyoruz ve
melekler, İsa ve diğer salih insanlar gibi bunların da Allah katında bize
şefaatçi olmalarını istiyoruz. Bunun üzerine Allah Teala, onlara ataları
İbrahim’in dinini yenilemek ve sadace Allah’a yaklaşıp ibadet edilmesini doğru
olduğunu ve başka hiçbir şeyin ibadete layık olmadığını bildirmek için Muhammed
sallallahu aleyhi ve sellem’i gönderdi. Tek yaratıcı O’dur. O ‘nun ortağı
yoktur. O’dan başka rızık veren kimse
yoktur. Yedi kat gök ve içindekiler, yedi kat yer ve içindekiler, bütün
bunların hepsi O’nun kuludur. O’nun tasarrufu ve oteritesi altındadır. Üstelik
onların taptıkları ilahları bile O’nun egemenliği ve tasarrufu altında
olduklarını itiraf ederler.
Abdunnebi:
Bu çok önemli ve ilginç bir söz. Bunun bir delili var mı?
Abdullah:
Bunun pek çok delili vardır. Allah’ın şu ayetleri bunun delilleridir:
“De
ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim
malik bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor? Diyecekler
ki: Allah! De ki: O halde O’na karşı gelmekten sakınmaz mısınız? (Yunus:
31)
“De ki:
Eğer biliyorsanız söyleyin bakalım, bu dünyada ve onda bulanlar kime aittir? Diyeceklerdir ki: “Allah'ın.” De ki: “O halde hiç düşünmüyor
musunuz?” Yine de ki: “Yedi tabaka göğün Rabbı ve büyük Arş'ın Rabbı kimdir?”
Onlar da diyeceklerdir ki: “Allah'tır.” De ki: “O halde hiç korkmuyor musunuz?”
Keza de ki: “Eğer biliyorsanız, (söyleyin bakalım) her şeyin hükümranlığı
elinde olan, her şeyi himaye eden ve fakat kendisi himayeye muhtaç olmayan
kimdir?” Diyeceklerdir ki: “Allah.” De ki: “O halde nasıl aldanıyorsunuz?” (Mu’minun: 84-89).
Müşrikler
hacda şu sözlerle telbiye getirip dua ediyorlardı: “Buyur Allah’ım buyur!
Emrindeyim buyur! Senin hiçbir ortağın yoktur. Sadece bir ortağın vardır. O da
senindir. Onun da onun sahip olduğu
şeylerin de maliki sensin.” Kureşy müşriklerinin Allah’ın evrenin
yöneticisi olduğunu kabul etmeleri ve “Rububiyet tevhidi” diye isimlendiririlen
tevhide inanmaları onları İslam’a dahil etmez. Şefeaatçi olsunlar ve
kendilerini Allah’a yaklaştırsınlar diye meleklere, peygamberlere ve velilere
yönelmeleri, müşrik olmalarına, mallarının ve canlarının dokunulmazlığının
ortadan kalkmasına sebep olur. Bu sebeple bütün duaların Allah için olması,
bütün adakların Allah için adanması, bütün kurbanların Allah için kesilmesi,
bütün yardımların Allah’tan istenmesi ve her türlü ibadetin Allah’a yapılması
gerekir.
Abdunnebi:
Tevhid, - senin iddiana göre - Allah’ın varlığını ve O’nun evreni yönettiğini ikrar ve kabul etmek değilse tevhid nedir?
Abdullah:
Peygamberlerin gönderiliş gayesi olan ve müşriklerin kabul etmeyip yüz çevirdikleri
tevhid ibadette Allah’ı birlemektir,
yani sadece Allah’a ibadet etmektir. Dua, adak, kurban, medet beklemek,
yardım istemek gibi ibadet çeşitlerinden hiçbirisi Allah’tan başkası için
yapılamaz. La ilahe illallah
sözünün anlamı olan tevhid budur. İster melek veya peygamber veya
veli olsun, isterse ağaç veya kabir veya cin olsun Allah’tan başkasına bu
ibadetler yöneltilemez. Kureyş müşriklerinin ilahı, bu tür ibadetlerle
kendisine yöneldikleri şeydir. Onlar bu ilahlarının yaratıcı, rızık verici ve herşeyin
idarecisi olduğunu kastetmediler. Yukarıda da geçtiği gibi onlar bütün bunların
sadece Allah’a ait olduğunu biliyorlardı. Peygamber onları kelime-i tevhide: “La
ilahe illallah”a ve bunu sadece söylemeye değil, manasını da tatbike davet
etmeye geldi.
Abbdunnebi:
Sanki sen demek istiyorsun ki, Kureyş müşrikleri “La ilahe illallah”ın manasını
zamanımızdaki Müslümanlardan daha iyi bilirlerdi.
Abdullah: Evet maalesef
gerçek budur. Çünkü cahil kafirler Peygamber’in bu kelime ile ibadette Allah’ı birlemeyi, O’ndan
başka ibadet edilen şeylere inkar etmeyi ve onlardan beri olmayı kastettğini
gayet iyi biliyorlardı. Çünkü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onlara: “La ilahe illallah (Allah’tan başka
hak ilah yoktur) deyiniz” dediği zaman şöyle diyorlardı: “İlahları tek ilah
mı yaptı? Doğrusu bu çok tuhaf bir şeydir! dediler.” (Sad: 5) Halbuki onlar
Allah’ın evrenin yöneticisi olduğuna inanıyorlardı. Kafirlerin cahillerinin
bildiği bu kelimenin manalarından hiçbir şeye inanmaksızın Müslüman olduğunu
zanneden kimseye şaşılır. Bu iddiada bulunanlardan biraz marifetli olanı da bu
kelimenin, Allah’tan başka yaratan, rızık veren ve işleri yöneten yoktur,
manasına geldiğini zanneder. La ilahe illallah kelimesinin anlamını cahil
kafirler kadar bile bilmediği halde Müslüman olduğunu iddia eden kimselerde
hayır yoktur.
Abdunnebi:
Fakat ben Allah’a ortak koşmuyorum. Sadece Allah’ın yaratıp rızıklandırdığına,
sadece O’nun fayda ve zarar vereceğine, O’nun
tek olup ortağının olmadığına ve değil Ali, Huseyin ve Abdulkadir
Geylani gibi kimselerin, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in bile kendisine
fayda ve zarar verme gücünün bulunmadığına şahitlik ederim. Fakat ben günahkar
bir kimseyim. Salih kimselerin Allah katında önemli bir mevkileri vardır. Ben
onların Allah katındaki bu mevkileriyle benim için şefaatçi olmalarını
istiyorum.
Abdullah:
Ben sana yukarıda geçen şeylerle cevap veririm. Yani Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem’in savaştığı kimseler de senin söylediğin şeyleri kabul
ediyorlardı ve onlar da putların hiçbir şeyi yönetmediğini ifade ediyorlardı.
Onlar sadece makamı ve şefaati murat ediyorlardı. Biz bu söylediklerimizin
delilini yukarıda Kur’an’dan ayetler getirerek zikretmiştik.
Abdunnebi:
Fakat bu ayetler putlara tapan kimseler hakkında nazil olmuştur. Peygamberler ve salih insanları putlara nasıl
benzetirsiniz?
Abdullah:
Bu putlardan bazılarına Nuh’un zamanında olduğu gibi salih insanların
isimlerini verildiğini ve bunların Allah
katındaki mevkileri sebebiyle kafirlerin
bunlara sadece Allah katında şefaatçi olmaları için taptıklarını yukarıda
söylemiştik. Bu söylediklerimizin delili Allah’ın şu ayetidir: “Allah’ın yanısıra bir takım putları veliler edinenler:
Onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar
diye kulluk ediyoruz, derler”. (Zümer: 3).
“Peygamberleri
ve velileri putlarla nasıl bir tutarsın?” demene gelince, biz deriz ki:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin peygamber olarak gönderildiği
kafirlerden bazıları velilere dua ediyolardı. Allah Teala onlar hakınnda şöyle
buyurur: “Onların yalvardıkları bu
varlıklar rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar. O’nun rahmetini
umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü rabbinin azabı sakınılacak bir azaptır.”
(İsra 57) Onlardan bazılara İsa’ya ve annesine dua ediyorlardı. Allah Teala
onlar hakkında şöyle buyurur:
“Allah:
“Meryemoğlu İsa! Sen mi insanlara beni ve annemi Allah’tan başka iki ilah
edinin dedin?” demişti.“ (Maide 116). Onlardan bazıları meleklere dua
ediyorlardı. Allah Teala onlar için şöyle buyurur:
“Allah
bir gün onları diriltip toplar, sonra meleklere: “Bunlar mı size tapıyordu?”
der.” (Sebe 40) Bu ayetleri iyi düşün.
Allah Teala bu ayetlerde, dua etmek için putlara yönelenleri de tekfir etmiş,
salihlere, peygamberlere, meleklere ve velilere yönelenleri de aynı şekilde
tekfir etmiştir. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunlar arasında hiçbir
ayrım yapmaksızın hepsiyle savaşmıştır.
Abdunnebi:
Fakat kafirler onlardan yararlanmak istiyorlar. Halbuki ben yarar ve zarar
verecek olanın ve her şeyi idare edenin Allah olduğuna şahitlik ediyorum. Bunu
ben sadece Allah’tan istiyorum. Salihlerin yapabileceği hiçbir şey yoktur.
Fakat ben onlara Allah katında şefaatçi olacakları ümidi ile yöneliyorum.
Abdullah:
Senin bu sözün kafirlerin sözü ile tıpa tıp aynıdır. Bunların arasında hiçbir
fark olmadığının delili Allah’ın şu ayetidir: “Onlar Allah’tan yanısıra,
kendilerine fayda da zarar da vermeyen kimselere tapar ve derler ki: “Bunlar,
Allah katında bizim şefaatçilerimizdir. “ (Yunus 18).
Abdunnebi:
Fakat ben Allah’tan başkasına ibadet etmiyorum. Onlara iltica etmek ve
onlara dua etmek ibadet değildir.
Addullah:
Fakat ben sana soruyorum: Allah Teala’nın: “Halbuki onlar doğruya yönelerek,
dini yalnız Allah’a has kılarak O’na ibadet etmekle emrolunmuşlardı.”
(Beyyine: 5) ayetinde olduğu gibi sadece kendisine ibadet edilmesini sana da
farz kılındığını ve bunun senin üzerine bir vecibe olduğunu kabul ediyor musun?
Abdunnebi:
Evet bunu Allah bana da farz kıldı.
Abdullah:
Ben senden Allah’ın sana farz kıldığı şeyi, yani sadece Allah’a ibadet etmeyi açıklamanı istiyorum.
Abdunnebi:
Bu soru ile ne demek istediğini anlamadım. Bana açıklar mısın?
Abdullah:
Sana açıklamam için beni iyi dinle. Allah Teala buyurdu ki: “Rabbinize yalvara
yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki O haddi aşanları sevmez.” (A’raf:
55) Şimdi bana söyle: Dua bir ibadet midir, değil midir?
Abdunnebi:
Elbette, dua ibadetin aslıdır. Nitekim Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: “Dua ibadetin özüdür.” (Bunu Ahmed ve Ebu Davud
rivayet etmiştir.)
Abdullah:
Madem ki duanın Allah’a ibadet olduğunu kabul ettin, sonra bu ihtiyacın
giderilmesi için peygambere veya meleğe veya kabirdeki salih bir kişiye ibadet
ettin. Şimdi sen bu ibedette ortak koşmadın
mı?
Abdunnebi
: Evet, ortak koştum. Bu gerçekten doğru ve açık bir sözdür.
Abdullah:
İşte sana başka bir örnek: Allah Teala’nın: “Rabbin için namaz kıl ve kurban
kes.” (Kevser: 2) ayetini bildiğin ve Allah’tan gelen bu emre itaat edip de
Allah için kurban kestiğin zaman bu kestiğin kurban Allah için bir ibadet
midir, değil midir?
Abdunnebi:
Evet bir ibadettir.
Abdullah:
Eğer sen Allah ile beraber yaratılmış
bir peygamber veya cin veya başka bir yaratık için kurban kesersen, bu
ibadette Allah’tan başkasını ortak etmiş olmaz mısın?
Abdunnebi:
Evet bu şeksiz şüphesiz bir şirktir.
Abdullah:
Ben sana duayı ve kurbanı örnek verdim. Çünkü dua, sözlü ibadetlerin en
kuvvetlisidir. Kurban ise fiili ibadetlerin en kuvvetlisidir. İbadetler sadece
bunlardan ibaret değildir. Bilakis bunlardan daha geneldir. Adak, yemin,
sığınma, yardım isteme ve diğerleri buna dahildir. Fakat kendilerine Kur’an
inen müşrikler meleklere, salihlere, Lat’a ve daha başka şeylere ibadet
ediyorlar mıydı?
Abdunnebi:
Evet, bunu yapıyorlardı.
Abdullah:
Müşrikler bunlara sadece dua ederken, kurban keserken, yardım isterken, medet
beklerken ve iltica ederken/sığınırken ibadet ediyorlardı. Bununla beraber yine
de Allah’ın kulu olduklarını, O’nun kudretinin mahkumu olduklarını ve Allah’ın
her şeyi yönettiğini kabul ve tasdik ediyorlardı. Fakat öte yandan Allah
katındaki makamlarına ve şefaatlerine inanarak putlara da yalvarıyorlardı. Bu
gayet açıktır.
Şefaat
Abdunnebi: Ey Abdullah! Sen peygamber sallallahu aleyhi
ve sellem’in şefattini inkar mı ediyorsun? Şefaatten teberri mi ediyorsun?
Abdullah:
Hayır, ben şefaati inkar etmiyorum ve şefaaten teberri etmiyorum. Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem‘e anam babam feda olsun ki, o şefaat edendir ve
şefaatine izin verilendir. Ben de onun şefaatini Allah’tan umuyor ve
bekliyorum. Fakat şu ayette de buyurduğu gibi şefaatin tamamı Allah’a aittir:
“De
ki: Bütün şefaat Allah’a aittir.“ (Zümer:
44) Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse şefaat edemez, hiç kimseyede şefaat
edilemez. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmakdatır:
“O’nun
izni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir?” (Bakara: 255)
“Onlar
Allah’ın rızasını kazanmış olanlardan başkasına şefaat etmezler” (Enbiya:
28) Allah Teala ancak tevhidi kabul eder. Nitekim o şöyle buyurmaktadır:
“Kim
islam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki bu kendisinden asla kabul edilmeyecek
ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır” (Ali İmran: 85) şefaatin
tamamı Allah’a ait olduğuna, onun izni olmadıkça şefaat olmayacağına ve Allah
izin vermedikçe her hangi bir kimse hakkında ne peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem) ne de bir başkası şefaat edemeyeceğine göre şefaatle ilgili her şeyin
Allah’a ait olduğu gayet açıktır. Bu sebeble bende şefaati ondan isterim ve
derim ki: “Allah’ım beni peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) şefaatinden
mahrum bırakma ve onu benim hakkımda şefaatçi kıl.”
Abdunnebi:
Hiç kimseden sahip olmadığı bir şeyi istemenin caiz olmadığında ittifak ettik.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e Allah Teala şefaat vermiştir. Allah Teala
ona şafaati verdiği için de o, şefaate sahiptir. Bu yüzden, benim ondan sahip
olduğu bir şeyi istemiş olmam caiz olur ve bu şirk olmaz.
Abdullah: Evet, Allah senin şefaatten
yararlanmana mani olmazsa bu sözün doğrudur. Çünkü Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“ Allah ile beraber başka hiç kimseye yalvarıp dua etme.” (Şuara: 213). Şefaat istemek bir
duadır. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e şefaati veren Allah’tır. Şefaat
istenen kişi kim olursa Allah Teala
kendisinden başka birinden şefaat istemeni yasaklamıştır. Allah Teala
şefaati peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem)’den başkalarına da vermiştir. Meleklerin, ergenlik çağına gelmeden
vefat eden çocukların ve velilerin de şefaatçi olacakları sahih haberlerde
geçmektedir. “Allah Teala onlara şefaati verdi, ben onlardan da şefaat
isterim” der misin? Eğer böyle
söylersen o zaman Allah’ın kitabında zikrettiği salihlere ibadete dönmüş olursun. Şayet “hayır” dersen o zaman “Allah ona şafaati verdi,
ben ondan Allah’ın verdiği şeyi istiyorum” sözün batıl olur.
Şirkin Manası
Abdunnebi:
Fakat ben Allah’a ortak koşmuyorum. Salihlere iltica etmek şirk değildir.
Abdullah:
Sen Allah Teala’nın şirki zinadan daha şiddetli bir şekilde yasakladığını ve
affetmeyeceğini kabul ediyor musun?
Abdunnebi:
Evet bunu kabul ediyorum. Bu, Alah’ın kelamında gayet açık bir şekilde
zikredilmeştir.
Abdullah:
Sen şimdi, Allah’ın haram kıldığı şirki reddettiğini kabul ettin. O halde içine
düşmediğin ve reddettiğin şirkin ne olduğunu bana açıklar mısın?
Abdunnebi:
Şirk putlara ibadet etmek, onlara yönelmek, onlardan istemek ve onlardan
korkmaktır.
Abdullah:
Putlara tapmak ne demektir? Sen Kureyş kafirlerini bu tahtadan ve taştan
heykellerin yarattıklarına, rızk verildiklerine ve kendilerine dua edenlerin
işlerini yaptıklarna inandıklarını mı zannediyorusun?! Sana söylediğim gibi
onlar böyle bir şeye inanmıyorlardı.
Abdunnebi:
Buna bende inanmıyorum. Fakat tahta ve taş veya kabirin üzerindeki bina veya
başka bir şeye yönelen kimse ona dua ediyor, onun için kurban kesiyor ve diyor
ki: “O bizi Allah’a yaklaştırır, Allah bizi onun bereketiyle korur” İşte benim
kastettiğim putlara ibadet budur.
Abdullah:
Doğru söyledin. Fakat bu sizin kabirlerin üzerindeki türbelerin, binalar
ve taşların yanında yaptığınız şeydir.
Bir de diyorsunuz ki şirk putlara tapmaktır. Sadece bunu yapanların şirke
düştüğünü, salihlere dayanan ve onlara dua eden kimselerin şirk diye
isimlendirilen şeyin kapsamına girmediğini mi söylemek istiyorsun?
Abdunnebi:
Evet, bunu demek istedim.
Abdullah:
O zaman sen, yukarıda sana nakledip gösterdiğim ve içinde Allah’ın peygamberler
ve salih kişilere dayanmayı, meleklere ve diğer şeylere bel bağlamayı haram
kıldığı ve bunu yapanları tekfir ettiği pek çok ayetten ne kadar da uzaksın!
Abdunnebi:
Fakat meleklere ve peygambere dua
edenler bu sebeble tekfir edilmediler. Melekler Allah’ın kızlarıdır, Mesih
Allah’ın oğludur, dedikleri için tekfir edildiler. Halbuki biz, Abdulkadir
Geylani Allah’ın oğludur, Zeynep Allah’ın kızıdır demedik.
Abdullah: Allah’a çocuk isnad etmek ayrı
bir küfürdür. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “O Allah birdir. Allah
sameddir. O doğurmamış ve doğmamıştır.” (İhlas 1-3). Allah birdir demek,
O’nun eşi ve benzeri yoktur,
demektir. Samed ise ihtiyaçlar için kendisine müraacat edilen demektir. Surenin
sonunu inkar etmese bile bunu inkar eden kimse kafir olur. Allah Teala şöyle
buyurmaktadır: “Allah evlat edinmemiştir, O’nunla beraber hiçbir ilah
yoktur. Olsaydı her tanrı kendi yarattığı ile gider ve birbirinden üstün olmaya
çalışırlardı.” (Muminun: 91). Allah Teala iki küfrü birbirinden ayırdı.
Salih bir adam olmasına rağmen Lat’a dua ederek kafir olanların onu Allah’ın
oğlu olarak görmemeleri de, cinlere taparak kafir olanların onları böyle
görmemeleri de bunu gösterir. Aynı şekilde dört mezhep de ( Mürtedin Hükmü)
başlığı altında bir müslimanın Allah’ın çocuğu olduğunu idda etmesi halinde de, Allah’a ortak koşması halinde de
mürtet olacağını zikreder ve iki tür küfrü birbirinden ayırır.
Allah Dostları
Abdunnebi:
Fakat Allah Teala: “Bilesiniz ki Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar
üzülmeyeceklerdir” buyuruyor.
Abdullah:
Biz bunun gerçek olduğuna inanırız ve biz de bu görüşteyiz. Fakat onlara ibadet
edilmez. Biz sadece Allah ile beraber onlara da ibadet edilmesinin ve onların
Allah’a ortak koşulmalarını inkar ederiz. Yoksa onları sevmek ve onların
izinden gitmek ve kerametlerini kabul etmek senin üzerine vacipdir. Velilerin kerametlerini
ancak bid’atçiler inkar ederler. Allah’ın dini iki taraf arasında orta bir
yoldur, iki sapkınlığın arasında bir hidayettir, iki batılın arasında bir
hakikattir.
Abdunnebi:
Kendileri hakkında Kur’an nazil olan kimseler kelime-i şehadete inanmıyorlar,
Allah’ın Rasulünü yalanlıyorlar, yeniden dirilişi inkar ediyorlar, Kur’an’ı
yalanlıyorlar, ve onu bir sihir olarak görüyorlardı. Halbuki biz kelime-i şahedete inanıyor, Kur’an’ı tasdik ediyor,
yeniden dirilişe inanıyor, namaz kılıyor ve oruç tutuyoruz. Siz bizi nasıl
onlara benzetirsiniz?
Abdullah: Fakat bütün alimler, bir adamın Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem)’i bir şeyde tasdik edip, bir şeyde yalanladığı zaman
kafir olduğunda ve İslam’a girmediğinde ittifak etmişlerdir.
Kur’an’ın
bir kısmına inanıp, bir kısmını inkar ettiği zaman da durum böyledir. Mesela
tevhidi kabul edip namazı inkar eden veya tevhidi ve namazı kabul edip zekatın
farz olduğunu inkar eden veya bütün bunları kabul ettiği halde orucu inkar eden veya bütün bunları
kabul ettiği halde haccın farz olduğunu inkar eden kimse kafir sayılır.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in zamanında bir takım insanlar haccı
kabul etmedikleri için onlar hakkında
Allah Teala şu ayeti indirdi: “Yoluna gücü yetenlerin Kabe’yi haccetmesi,
Allah’ın insanların üzerine bir hakkıdır. Kim inkar ederse bilsin ki, Allah
alemlerden müstağnidir.” (Al-i İmran 97) Bir kimse öldükten sonra yeniden
dirilmeyi inkar ederse icma ile tekfir edilir. Bu sebebledir ki Allah Teala
kitabında bunların bir kısmına iman edip bir kısmını inkar eden kimsenin
gerçekten kafir olduğunu açıklamış ve İslam’ın bir bütün olarak alınmasını
emretmiştir. Bir şeyi alıp bir şeyi terk eden kimse kafir olmuş demektir. Bir
kısmını alıp bir kısmını terk eden kimsenin kafir olduğunu sen de kabul ediyor
musun?
Abdunnebi:
Evet kabul ediyorum. Bu Kur’an’da gayet açıktır.
Abdullah:
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)‘i bir şeyde tasdik edip de namazıın
farziyetini inkar eden veya öldükten sonra dirilmenin dışında her şeyi kabul
eden kimsenin bütün mezheplerin ittifakıyla mal ve can dokunulmazlığı ortadan
kalkan bir kafir olduğunu ve yukarıda da geçtiği gibi Kur’an’ın da bunu
söylediğini kabul ettiğine göre bil ki tevhid peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in getirdiği en büyük farizadır. O, namazdan, zekattan ve hacdan büyüktür.
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in getirdiği şeylerin hepsi ile amel
etse bile bu şeylerden birini inkar ettiği zaman kafir olur da bütün
peygamberlerin getirdiği din olan tevhidi inkar ettiği zaman nasıl kafir olmaz!
Bune büyük bir cehalet! Bir de Yemame’deki Hanife oğullarıyla savaşan
sahabileri düşün. Halbuki onlar peygabamber hayatta iken müslüman olmuşlardı,
kelime-i şehadete inanıyorlar, namazı kılıyolar ve ezanı okuyorlardı.
Abdunnebi:
Fakat onlar Müseyleme’nin de peygamber olduğuna inanıyorlardı. Biz, Muhammed (sallallahu
aleyhi ve sellem)’den sonra peygamber yoktur diyoruz.
Abdullah:
Fakat siz Ali’yi veya Abdulkadir Geylani‘yi veya bunların dışında
peygamberlerden veya meleklerden birini göklerin ve yerin Rabbinin rütbesine
yükseltiyorsunuz. Bir adamı peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
derecesine yükselten kimse kafir olduğu ve malı canı helal olduğunu zaman onu
Allah derecesine yükselten kimse
öncelikle kafir olur. Ali’nin ateşle yaktığı kimseler de böyledir. Onların
hepsi Müslüman olduklarını iddia ediyorlardı, Ali’nin taraftarları idiler ve
sahabeden ilim almışlardı. Fakat onlar Ali hakkında sizin Abdulkadir Geylani ve
diğerleri hakkında taşıdığınız inanca benzer bir inanç taşıyorlardı. Sahabiler
onların katlinde ve küfründe nasıl icma ettiler? Sen sahabilerin Müslümanları
tekfir ettiklerini mi zannediyorsun? Yoksa seyyid ve benzerleri hakkındaki bu
tür inancın zararının olmadığını, fakat Ali hakkındaki bu tür inancın küfür
olduğunu mu zannediyorsun?
Bir de
şöyle deniliyor: Öncekiler hem müşrik oldukları, hem Peygamber (sallallahu
aleyhi ve sellem)’i ve Kur-an’ı yalanladıkları hem de dirilişi ve daha başka
şeyleri inkar ettikleri için tekfir edildiler. Eğer durum sadece böyle ise o
zaman bütün mezheplerin alimlerinin kitaplarında “Babu Hukmi’l-Murted” (Mürtedin Hükmü) diye
başlıklar atmalarının ne anlamı var. Çünkü mürted, Müslüman iken kafir olan
kimse demektir. Mezheplerin alimleri bu başlık altında her biri tekfir sebebi
olan ve sahibinin mal ve can dokunulmazlığını kaldıran pek çok şey zikrettiler.
Mesela kişinin kalbiyle değil de sadece diliyle söylediği veya şaka ve espiri
olarak sarf ettiği fakat Allah’ın
hoşlanmadığı sözler tekfir sebebi olarak
zikredildi. Kendileri hakkında Allah Teala’nın şu ayetleri indirdiği kimselerin
durumu bundan farklı bir şey değildir: “Biz sadece lafa dalmış
şakalaşıyorduk, derler. De ki. Allah ile, O’nun ayetleriyle ve O’nun
peygamberleri ile mi alay ediyorsunuz? Boşuna özür dilemeyin; çünkü siz iman
iman ettikten sonra tekrar kafir oldunuz” (Tevbe: 64-65). Allah Teala
bunların iman ettikten sonra kafir olduklarını açıklamaktadır. Bunlar peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem)’le birlikte Tebük seferine katılan kimselerdir ve
o sözleri şaka ve eğlence amacıyla söylemişlerdir.
Ve yine
söyle deniliyor: Allah Teala’nın haber verdiğine göre İsrailoğulları Musa
zamanında Müslüman, bilgili ve iyi kimseler olmalarına rağmen denizden geçtikten
sonra putperest bir kavme rastladıklarında Musa’ya: “Ey Musa! Onların
ilahları gibi sen de bizim için bir ilah yap!” dediler.” (A’raf: 138).
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabından bazı kimseler de (Huneyn’e
doğru giderlerken bir sidr ağacına rastladıklarında) ona dediler ki: “Ey
Allah’ın Rasulü! Bizim için bir Zatu Envat tayin et. (Zatu Envat, kafirlerin
silahlarını asıp yanında ibadet ettikleri bir sidr ağacıydı). Bunun üzerine
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’a yemin ederek bu sözün daha önce
İsrailoğullarının Musa’ya söyledikleri “Onların ilahları gibi sen de bizim
için bir ilah yap!” sözüne benzediğini söylemiştir.
Abdunnebi:
Fakat İsrailoğulları ve peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den kendileri
için bir Zat-u Envat belirlenmesini isteyen kimseler bundan dolayı tekfir
edilmediler.
Abdullah:
Bunun cevabı, İsrailoğulları ve peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den bu
istekte bulunanların bunu gerçekleştirmemeleridir. Eğer bunu yapmış olsalardı
kafir olurlardı. Peygamberimizin men ettiği kimseler de eğer ona itaat etmeyip
bundan sonra kendileri için böyle bir şey yapmış olsalardı onlar da kafir
olurlardı.
Tevhid Kelimesi Ne Zaman Fayda Verir?
Abdunnebi:
Fakat benim anlamakta zorluk çektiğim başka bir şey var. O da şu: Usame b. Zeyd
“La ilahe illallah” diyen bir adamı öldürünce Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem) onu kınadı ve “Ey Usame! Onu la ilahe illallah dedikten sonra mı
öldürdün?” dedi. Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “İnsanlar la
ilahe illallah deyinceye kadar onlarla savaşmakla emronuldum.” Buyurdu. Şimdi
ben senin söylediklerinle bu iki hadisin arasını nasıl bulacağım? Bana bir yol
göster ki Allah da sana yol göstersin.
Abdullah:
Malumdur ki, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Yahudiler La ilahe
illallah dedikleri halde onlarla savaştı. Onun ashabı, Hanife oğulları şehadet
kelimelerini söyledikleri ve namaz kıldıkları halde onlarla savaştı. Ali’nin
yaktığı kimseler de bu durumda idi. Sen, yeniden dirilişi inkar eden kimsenin
kafir olduğunu, mal ve can dokunulmazlığının kalktığını, İslam’ın rükünlerinden
her hangi birini inkar edenin; Müsluman olduğunu söylese bile kafir olduğunu ve
öldürüldüğünü kabul ediyorsun. Dinin furuuna dair meselelerinden birini inkar
ettiği zaman kelime-i şehadeti söylemesi ona fayda vermeyecek, fakat bütün
Peygamberlerin getirdiği dinin esası ve başı olan tevhidi inkar ettiği zaman bu
kelimeleri söylemesi ona fayda verecek öyle mi? Bu nasıl bir anlayış? Belki sen bu hadislerin manasını
anlamamış olabilirisin.
Usame radıyallahu
anh hadisine gelince o, Müslüman olduğunu iddia eden bir adamı öldürdü. Çünkü
onun can ve mal korkusuyla Müslüman olduğunu zanentti. Müslüman olduğunu
açıklayan bir kimseden buna aykırı bir şey şey çıkmadığı müddetçe onu öldürmekten
sakınmak gerekir. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Allah
yolunda savşa çıktığınız zaman her şeyi iyi araştırın.” (Nisa: 94). Ayet
öldürmeden sakınmaya ve araştırma yapmaya delalet ediyor. Bu araştırmadan sonra
İslam’a muhalif bir şey ortaya çıkarsa Allah’ın “iyice arştırın“ emri sebebiyle
öldürüldü. Eğer kelime-i şehadeti söylediği
zaman öldürülmeseydi araştırma
yapmanın bir faydası olmazdı.
Diğer
hadis de böyledir: Bunun manası da zikrettiğimiz gibidir. Tevhid ve İslam’ı
açıklayan kimseyi kendisinden buna aykırı bir şey çıkmadıkça öldürmekten
sakınmak gerekir. Bunun delili Peygamber’in Usame’ye söylediği: “Onu la ilahe
illallah dedikten sonra mı öldürdün?!” demesi ve: “İnsanlar la ilahe illallah
deyinceye kadar onlarla savaşmakla emronuldum.” Buyurmasıdır. Peygamberler
Hariciler hakkında da: “Onlarla nerede karşılaşırsanız öldürün.” Buyurdu.
Halbuki Hariciler insanların en çok ibadet edeni ve kelime-i tevhidi en çok
söyleyeni idiler. Hatta sahabiler onların ibadetlerini gördüklerinde
kendilerininkini beğenmiyorlardı. Onlar ilmi sahabilerden almışlardı. Şeriate
açıkça muhalefet ettikleri için ne la ilahe illallah demeleri ve çok ibedet
etmeleri, ne de Müslümanlık iddiaları onların öldürülmelerine mani olabildi.
Allah’tan Başkasından Yardım İstemek
Abdunnebi:
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’den sabit olarak gelen şu hadis
hakkında ne dersin: “İnsanlar sonra İsa’dan yardım isteyecekler. Onlar mazeret
beyan edecekler. Bunun üzerine en sonunda Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem)’e gelecekler.” Bu Allah’tan başkasından yardım istemenin şirk
olmadığına delildir.
Abdullah:
Bu meselenin hakikatini sen karıştırıyorsun. Hayatta ve hazır olan bir kimseden
gücünün yeteceği bir şeyi istemeyi reddetmeyiz. Nitekim Allah Teala Musa’dan
yardım isteyen bir adamdan söz ederken şöyle buyurdu: “Kendi tarafından olan
adam düşmanına karşı ondan yardım istedi.” (Kasas: 15) Bir kimse harpte
veya başka bir durumda arkadaşlarından onların yapabilecekleri bir hususta
yardım isteyebilir. Biz Allah’ın kullarının, velilerin kabirlerinin yanında
veya onların bulunmadıkları yerlerde sadece Allah’ın gücü dahilinde olan
şeylerde onların yardım istemelerini reddediyoruz. İnsanlar kıyamet günü
peygamberlerden yardım isteyebilirler. Mahşer yerinin sıkıntılarından kurtulup
cennette istirahate çekilebilmek için insanlar hesaba çekilsinler diye onların
Allah’a dua etmelerini isteyebilirler.
Bu, dünyada da ahirette de caizdir. Bir kimse beraber oturup kalktığı, sesini
işittiği salih bir kişiye gelip ona: “Benim için Allah’a dua et” diyebilir.
Nitekim Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabı onun hayatında
kendisine gelip böyle şeyler istiyorlardı. Vefatından sonra ise asla böyle bir
şey olmadı. Onlar onun kabri başında da ondan bir şey istemediler. Hatta selef
onun kabri başında Allah’a duaya yönelen kimseyi bile hoş karşılamadı.
İbrahim Aleyhi's-selâm’ın Kıssası
Abdunnebi:
İbrahim’in kıssası hakkında ki görüşün nedir? O ateşe atıldığında havada
Cebrail ile karşılaştı. Cebrail ona dedi ki: Bana ihtiyacın varmı? İbrahim aleyhi's-selâm
dedi ki: “Sana mı? Hayır” Medet istemek şirk olsaydı Cebrail İbrahim’e bu
teklifi yapmazdı.
Abdullah:
Bu da birinci şüphenin cinsinden bir şüphedir. Bu rivayet sahih değildir. sahih
olduğunu farz etsek, Cebrail ona gücünün yeteceği bir menfaatte bulunmuş.
Nitekim
Allah Teala onun hakınnda şöyle
demiştir: “Ona bu vahyi güçlü kuvvetli, üstün yaratılışlı birisi (Cebrail)
öğretti.” (Necm: 5, 6) Şayet İbrahim onun bu teklifini gerçekleştirmesine
izin vermiş olsaydı bu, zengin bir adamın muhtaç birisine ihtiyacını gidermesi
için borç teklifinde bulunması gibi bir şey olurdu. Fakat İbrahim kabul etmedi
ve Allah’ın hiç kimseye minnet duymayacağı yardımı gelinceye kadar sabretti.
Onun bu tavrı nerde, şimdiki kulların medet isteme ve müşrikçe tavırları
nerede?!
Öncekilerin Şirki Daha Hafifti
Bil ki
ey kardeş Efendimiz Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in peygamber olarak
gönderildiği, öncekilerin şirki zamanımızdakilerin şirkiden şu üç sebeble daha
hafiftir:
Birincisi:
öncekiler ancak rahat bir halde bulunduklarından başka şeyleri
Allah’a ortak koşarlardı. Sıkıntıya düştüklerinde ise ihlasla sadece
Allah’a yalvarıyorlardı. Bunun delili Allah’ın şu ayetidir: “Gemiye
bindikleri zaman ihlasla Allah’a yalvarırlar. Ama Allah onları salimen karaya
çıkarınca, kendilerine verdiği nimete nankörlük ederek O’na hemen ortak
koşarlar”. (Ankebut 65-66.)
“Dağlar
gibi dalgalar onları kuşattığı zaman ihlasla Allah’a yalvarırlar. Allah onları
karaya çıkararak kurtardığı vakit
içlerinden bir kısmı doğru yolda kalır. Zaten bizim ayetlerimizi ancak
nankör hainler bilerek inkar eder.” (Lokman 32)
Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in kendileriyle savaştığı müşrikler rahatlıklata
hem Allah’a dua ediyorlar, hem de Allah’tan başkasına dua ediyorlardı.
Sıkıntılı ve zor bir duruma düştüklerinde ise sadece Allah’a dua ediyorlar ve
efendilerini unutuyorlardı. Zamanınmızdaki
müşriklere gelince onlar rahatlıkta da sıkıntılı halde de Allah’tan başkasına
dua ediyorlar. Onlardan birisi sıkıştığında: Ya Rasulallah, ya Huseyn veya ya
filan diyor. Fakat nerede bunu anlayacak?
İkincisi:
Öncekiler Allah’la beraber Allah’a yakın kimselere yalvarıyorlardı. Bu ya bir
peygamberdi veya veli idi veya melekti. Ya da en azından Allah’a itaat edip
isyan etmeyen taş ve ağaca yalvarıyorlardı. Zamanımızdakiler ise Allah’la
beraber insanların en kötüsü olan kimselere yalvarıyorlar. Salih bir kimse
hakkında veya ağaç ve taş gibi Allah’a isyan etmeyen bir şey hakkındaki itikat,
kötülüğü ve bozukluğu müşahade edilen kimseler hakkındaki itikaddan daha
iyiydir.
Üçüncüsü:
Peygamber zamanındaki bütün müşrikler sonraki müşriklerden farklı olarak sadece
uluhiyet tevhidi konusunda şirk koşuyorlardı, rububiyet tevhidinde şirk
koşmuyorlardı. Sonrakiler uluhiyet tevhidinde şirke düştükleri gibi pek çok
defa rububiyet tevhidinde de şirk koşuyorlar. Mesela onlar evrende öldürme ve
diriltme gibi şeylerin tabiatın tasarrufunda olduğunu söylüyorlar.
Tevhidin Şartları
Ümit
ederim ki yukarıda verdiğim bilgilerden sonra kolayca anlaşılacak önemli bir
meseleyi zikrederek sözümü bitirmek istiyorum: tevhidin gerçekleşmesi için
kalbin inanması, dilin söylemesi ve organların ameliyle de sebeblerin işlenmesi
gerekir. Bunlardan birisi eksik olursa kişi Müslüman olmaz. Tevhidi bilir de
onunla amel etmezse o Firavun ve İblis gibi inatçı bir kafirdir.
İnsanlardan
pek çoğu bu konuda yanılıyorlar ve diyorlar ki: Bu Haktır, fakat biz bunu
Onların şerrinden korkulduğu için onlara uymak ve yağcılık yapmak gerekiyor.
Zavallı, küfrün önderlerinin çoğunun
hakikati bildiği halde sadece bir takım gerekçelerle onu terk ettiklerini
bilmiyor. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor: “Allah’ın ayetlerine karşılık
az bir değeri satın aldılar da O’nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların
yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!”(Tevbe:9).
Zahirde
tevhid ile amel eden fakat onu anlamayan ve kalbiyle inanmayan kimse münafıktır
ve katışıksız kafirlerin en kötüsüdür. Çünkü Allah Teala onlar hakkında şöyle
buyurmaktadır: “Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar.
Artık onlara bir yardımcı da bulamazsınız.”(Nisa145).
İnsanların
dillerindeki şeyleri iyi düşünüp incelediğin zaman bu mesele senin için
açıklığa kavuşur. Öyle kimseler görürsün ki onlar hakkı tanırlar fakat ya Karun gibi dünyalıklarını kaybetme korkusuyla veya Haman gibi
makamlarını kaybetme korkusuyla vayahut da Firavun gibi saltanatlarını kaybetma
korkusuyla onunla amel etmeyi terk
ederler.
Öyle
kimseler de görürsün ki içten değil
münafıklar gibi zahiren amel ederler, Kalbiyle inandığı şeyi soruşturduğun zaman
hakkı tanımadığnı anlarsın. Fakat senin Allah’ın kitabından şu iki ayeti iyi
anlaman gerekir:
Birinci
ayet: Yukarıda geçen şu ayettir: “Boşuna özür dilemeyin. Siz iman ettikten
sonra kafir oldunuz.” (Tevbe: 66).
Peygamberle
birlikte Romalılara karşı savaş çıkan bazı kişilerin şaka ve eğlence maksadıyla
söyledikleri bir söz sebebiyle kafir olduklarını bildiğin zaman, malını veya
makamını kaybedeceği korkusuyla veya insanlara şirin görünmek maksadıyla küfür
ifade eden sözler söyleyen veya küfür ifade eden davranışlar sergileyen
kimselerin şaka ve eğlence maksadıyla bunu söyleyen kimselerden daha büyük bir
küfür içinde olduklarını gayet iyi
anlarsın. Çünkü genelde şakacı, insanları güldürmek için diliyle söylediği
şeylere kalbiyle inanmaz. Fakat bir korku sebebiyle ya da insanların
elindekilere tamah ederek küfür ifade edecek sözler söyleyen kimse şeytanın şu
sözünü doğrulamış olur:
“Şeytan
sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder.” (Bakara: 268).
Onun tehdidinden korkar: “İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur.”
(Ali İmran: 175).
Rahman, şeytanın
sözünü doğrulamıyor: “Allah ise size mağfiret ve bol nimet vaat ediyor.”
(Bakara: 268). Cebbar olan Allah’tan korkmaz: “Şu halde iman etmiş kimseler iseniz
onlardan korkmayın, benden korkun.” (Ali İmran: 175). Bu haliyle o, Rahman’ın
dostu olmaya mı layıktır, yoksa şeytanın dostu olmaya mı layıktır?!
İkinci
ayet: “Gönlü imanla dolu olduğu halde tehdit altında kalan kimse müstesna,
iman ettikten sonra kim gönlünü kafirliğe açarsa işte Allah’ın gazabı onlaradır
ve onlar için büyük bir azap vardır.” (Nahl: 106).
Demek ki
Allah Teala bunlardan ancak kalbi imanla dolu olduğu halde tehtid altında kalan
kimseleri mazur saymaktadır. Diğerlerine gelince bunlar ister korkudan, ister
açgözlülüğünden, ister birisine şirin görünmek için, İster vatanına, milletine
veya aşiretine düşkünlüğüden dolayı yapsın, isterse şaka ve eğlence olarak veya
başka bir şeyden dolayı yapsın kafir olur. Çünkü ayet bir kimsenin ancak bir
fiili işlemeye veya bir sözü söylemeye zorlanabileceğine delalet ediyor. Kalbin
inanmasına gelince hiç kimsenin kalbi bir şeye iman etmeye zorlanmaz. Yukarıdaki
ayetin devamında Allah Teala şöyle buyurur: “Bu azap onların dünya hayatını
ahirete tercih etmelerinden ve Allah’ın da kafirler topluluğunu hidayete
erdirmemesinden ötürüdür.” (Nahl: 10). Allah Teala bu azabın itikat, cehalet,
dini beğenmeme veya küfrü beğenme sebebiyle değil, sadece dünya menfaatini dine
tercih etme sebebiyle olduğunu açıklamaktadır. Allah en iyi bilendir.
Allah
sana hidayet etsin, bütün bunlardan sonra artık senin rabbine tevbe etmenin,
O’na dönmenin ve içinde bulunduğun hali terk etmenin zamanın gelmedi mi? Çünkü
durum, senin de işittiğin gibi çok ciddidir, sorun büyüktür ve önemlidir.”
Abdunnebi:
Allah’tan af diliyor ve O’na tevbe ediyorum. O’ndan başka ilah olmadığına ve
Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in O’nun peygamberi olduğuna şehadet
ediyorum. Allah’tan başka tapmış olduğum şeylerin hepsini artık inkar ettim.
Allah’tan önceki yaptıklarımı mazur görmesini ve beni affetmesini, bana lutfu,
mağfireti ve rahmeti ile muamele etmesini ve huzuruna varıncaya kadar beni
tevhid ve sahih bir inanç üzere sabit kılmasını diliyorum. Ey Abdullah
kardeşim! Bana yaptığın bu nasihattir -ki din nasihattir- ve içinde bulunduğum
durumu yani ismimin Abdunnebi olmasını reddettiğinden dolayı da Allah’ın seni
iyilikle mükafatlandırmasını diliyorum. İsmimi Rahman’ın kulu anlamında
(Abdurrahman ) olarak değiştirdiğimi sana haber veriyorum. Ayrıca taşıdığım
sapık düşünce ve inançlarımı düzelttiğin için de Allah senden razı olsun. Eğer
ben onlarla Allah’ın huzuruna varmış olsaydım asla kurtulamazdım.
Fakat
ben senden son olarak, pek çok kimsenin içine düştüğü bazı yanlışlıkları bana
anlatmanı istiyorum.
Abdullah:
önemli değil, beni iyi dinle:
Önemli Uyarılar
* Kitap ve sünnetteki farklı anamlara
gelebilecek şeylerden fitne çıkarmak ve te’vil yapmak için ihtilaf edilen şeye uymayı kendine
şiar edinme. Gerçekte bü tür şeylerin te‘vilini/hangi anlama geldiklerini
Allah’tan başka kimse bilmez. İlimde derinleşmiş kişilerin şiarı senin de
şiarın olsun. Onlar müteşabihler hakkında: biz bunların hepsinin Allah’tan
olduğuna iman ettik, derler. ihtilaf edilen şeyler hakkında Peygamber (sallallahu
aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
“Şüpheli
gördüğün şeyi bırak, şüpheli görmediğin şeyi al.” Bu
hadisi Ahmed ve Tirmizi rivayet etmiştir.
Yine
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: “Kim şüpheli şeylerden
sakınırsa dinini ve namusunu/şerefini korur. Kim şüpheli şeylere dalarsa
haramların içine düşer.” Bu Hadisi Buhari ve Muslim rivayet etmiştir.
Bir
başka hadiste şöyle buyurur: “Günah ve kötülük, gönlünü tırmalayan ve
insanların bilmesini istemediğin şeydir.” Bu Hadisi Muslim rivayet etmiştir.
Peygamber
(sallallahu aleyhi ve sellem) üç defa: “Fetvayı kalbine ve kendine sor”
buyurduktan sonra şöyle dedi: “İylik, nefsin ve kalbin mutmain olduğu yatıştığı
şeydir. Kötülük ise, insanlar sana fetva verseler de nefsi rahatsız eden ve
kalbi tereddüte düşüren şeydir.”
* Heva ve hevese uymaktan sakın. Çünkü Allah Teala şu ayetiyle
bundan sakındırıyor: “Gördün mü heve ve hevesini ilah (ma’bud) edineni?”
(Furkan 43).
* Kişilere, görüşlere ve babadan atadan
gelen şeylere taassup ile bağlı kalmaktan sakın. Çünkü bu taassup, kişi ile
hakikat arasında bir perdedir. Hakikat müminin yitiğidir. Nerede bulursa onu
almak hakkına sahiptir. Alah Teala şöyle buyurmaktadır: “Onlara: Allah’ın
indirdiğine uyun, denildiği zaman, onlar: “Hayır! Biz atalarımızı üzerinde
bulunduğumuz yola uyarız” dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da
bulamamış idiyseler?” (Bakara: 170)
* Kafirlere benzemekten sakın. Bütün
musibetlerin başı kafirlere benzemektedir. Peygamber (sallallahu aleyhi ve
sellem) şöyle buyurmuştur: “Kim bir
topluluğa benzerse onlardandır.”
Bunu Ebu Davud rivayet etmiştir.
* Allah’tan başkasına tevekkül etmekten
sakın. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Kim Allah’a tevekkül ederse O, ona yeter.” (Talak: 3)
* Allah’a masiyette herhangi bir
yaratılmışa itaat etme. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur: “Yaratıcıya isyanda yaratılmışa itaat edilmez.” bunu Tirmizi rivayet etmiştir.
* Allah hakkında kötü zandan sakın. Kudsi
bir hadiste Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Ben kulumun bana olan zannı
üzereyim.” Bu hadisi Buhari ve
Muslim rivayet etmişlerdir.
* Bela ve musibeti,
gelmaden önce engellemek için veya geldikten sonra kaldırmak için küpe, yüzük,
iplik gibi şeyleri takınmaktan sakın.
* Göz
deymesinden korunmak için muska/nazarlık takmaktan sakın. Çünkü bu bir şirktir.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Kim bir şey takınırsa
ona havale edilir’’ Bunu Ahmet ve Tirmizi rivayet etmiştir.
* Taşlardan,
ağaçlardan ve eski eserlerden ve
binalardan bereket umma. Çünkü bu şirktir.
* Hangi
şekilde olursa olsun uğursuzluğa inanma. Bu da bir şirktir. Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Uğursuzluk inancı şirktir.” Bunu
Ahmed ve Ebu Davud rivayet ettmiştir.
* Gaybı
bildiklerini iddia eden ve gazete
sayfalarında burçlarını ve burçlara
sahip olan kişilerin mutluluklarını ve mutsuzluklarını açıklayan büyücüleri ve
falcıları tastik etmekten sakın. Onları tasdik etmek şirktir. Çünkü gaybı ancak Allah bilir.
* Yağmurun yağmasını yıldızlara ve
mevsimlere nispet etmekten sakın. Çünkü bu bir şirktir. Bu ancak Allah’a nispet edilir.
* Kim
olursa olsun Allah’tan başkasının adıyla yemin etmekten sakın. Çünkü bu bir
şirktir. Bir hadiste şöyle geçmiştir “Kim Allah’tan başkası adına yamin ederse
kafir veya müşrik olur. Bunu Ahmed ve Ebu Davud rivayet etmiştir.
Peygambere veya emanete veya bir eşyaya veya hayata yemin etmek gibi.
* Zamana,
rüzgara, güneşe, sıcağa ve soğuğa sövmekten sakın. Çünkü bunlara sövmek,
bunları yaratan Allah’a sövmek demektir.
* Hoşuna
gitmeyen bir şey başına geldiği zaman “eğer/keşke” kelimesinden sakın. Çünkü bu kelime şeytanın işbaşı yapmasını
sağlar. Bunda Allah’ın takdirine itiraz vardır. Fakat böyle durumda “Allah’ın
takdiridir, dilediğini yapar” de.
* Kabirleri
mescıid haline getirmekten sakın. Çünkü içinde kabir olan mescitte namaz kılınmaz. Buhari ve Müslim’de Aişe
radiyallhu anha’dan sahih olarak rivayet edildiğine göre peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem ölmeden hemen önce şöyle buyurdu: “Peygamberlerin kabirlerini
mescid haline getiren Yahudiler ve
Hıristyanlara Allah lanet etsin.”
Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem ümmetini onların yaptıklarından sakındırmak için
böyle demişti. Aişe hadisin devamında dedi ki:
“Eğer bu endişe olmasaydı onun kabri açıkta bırakılacaktı. Peygamber
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sizden öncekiler peygamberlerinin
ve salihlerinin kabirlerini mescid
haline getirdiler. Siz kabirleri mescit
edinmeyin. Ben sizi bundan men ediyorum.” Bunu Müslim ve Ebu Avane
rivayet etti.
Uydurma Hadisler
* Peygamberin zatıyla veya onun ümmetinden salih kişilerle
tevessül etmekle igili olarak yalancıların Peygamber’e nispet ettikleri hadisleri tasdik etmekten
sakın. Bu hadisler mevzudur /uydurmadır.
Bu uydurma hadislerden bazıları şunlardır:
“Benim makamımla
tevessül edin. Çünkü Allah katında benim makamım çok büyüktür.”
“Çaresiz
kaldığnız zaman kabirdekilerilere müracaat edin.”
“Biriniz
bir taş hakkında hüsnü zan beslerse ona fayda verir.”
“Allah Teala
her velinin kabrinde bir meleği görevlendirir. O melek insanların ihtiyaçlarını
giderir.” Butür uydurma hadisler pek
çoktur.
* Mevlid, Reğaib, Miraç ve Şaban’ın on
beşinci gecesi vs. diye isimlendiren dini törenlerden sakın. Bunlar bid’ attir.
Bunların ne Rasululah sallallahu aleyhi ve sellem’den ne de onu bizden daha
fazla seven ve bizden daha fazla iyiliklere düşkün olan sahiblerinden bir
delili yoktur. Eğer bunlarda hayır olsaydı bizden önce onlar yaparlardı.