İslam Düşmanı Ferec Hüdür’ün Sünnet İnkarına Reddiye
Bismillah.
Bundan birkaç sene önce Ferec Hüdür tarafından Kütüb-ü Sitte’nin Eleştirisi ve Kur’ân’a
Arzı ismiyle bir kitap yayınlanmıştı. Kitaba göz attığımda yazarın iddialarının
üzerinde durmaya değmeyecek kadar basit ve pervasızca olduğunu gördüm ve bu
kitaba reddiye yapmayı erteledim. Bugün çalışmalarım arasında dinlenmek için
ara verdiğimde kitap tekrar gözüme ilişti ve yazarın mukaddimesinde ortaya
attığı şüphelere kısaca değinerek, hadis kültüründen uzak birçok kimsenin
kolayca düşebilecekleri tuzaklarına cevap vereyim diye düşündüm. İnşaallah
faydalı olur.
Ferec Hüdür, Kütübü Sitte’nin Eleştirisi ve Kur’an’â Arzı kitabında
(s.2) şöyle diyor: “Ne sahabeler ne de Tabiin
tarafından ortaya atılmış bir hareket olmadığı gibi, Araplar arasında o döneme
kadar hadis öğretisi söz konusu değildi. İslam derken sadece Kur’ân öğretisi
anlaşılıyordu. Zira hadis rivayeti konusunda yasaklar da mevcuttu. Ondandır ki,
bu hareket Mekke ve Medine’nin çok uzağında, hicri 3. Asırda geliştirildi.
Hadis diye peygamber adına uydurdukları iftiralara delil olarak yine kendilerince
uydurulmuş ravi senetlerini gösterdiler. Kur’an’ı ölçü olarak kabul etmediler.
Bunlara sormak gerekir: Hadis metnini uyduran insanların senedi de uydurmamaya
verilmiş sözleri mi var? …”
Cevap:
Bu sözleriyle yazar, kendi kendine çelişkiye düşmektedir:
1- Ne sahabeler ne de tabiin döneminde hadis öğretisi olmayıp İslam
adına sadece Kur’ân öğretisi bulunduğunu, hadis rivayetinin yasaklandığını
yazar nereden bilmektedir? Şayet Ehl-i Sünnet tarafından rivayet edilen
bilgileri delil gösterecek olursa yazarın kendisi, bu rivayetlerin peygamber
adına hadis uyduran ve bunlara bir de isnad ekleyen (!) dolayısıyla
güvenilemeyecek kimseler tarafından yapılmış uydurmalar olduğunu iddia ederek
iftirada bulunuyordu. Böylece kustuğunu yalayan köpek misali kesmekte olduğu
dalın üzerine binmiştir.
2- Hadis hakkında yapılan tasniflerin
hicri 3. Asırda ve Mekke ile Medine’nin uzağında başladığını söyleyerek
karanlığa taş atmıştır. İlk olarak oryantalist İslam düşmanlarının attıkları bu
iftira, bizzat sahabeler ve onlardan hadis yazan tabiinden ravilerin hadis
cüzlerinin el yazma nüshalarının bulunup ispat edilmesiyle çoktan çürütülmüş
bulunmaktadır. Hemmam b. Munebbih’in sahifesi ile Mustafa el-A’zami’nin Dirasat
Fi Hadisi’n-Nebevî (İlk Devir Hadis Edebiyatı, İz yayıncılık) kitabının sonunda
neşredilen sahabe ve tabiine ait birçok el yazma eser bunların örnekleridir. Bu
çalışmalar Türkçe’ye tercüme edilmiş bulunmaktadır.
3- Yazar Kur’an’ın ölçü edinilmesini önerirken, hadislerin ve
isnadlarının uydurma olduğunu iddia etmektedir. Burada biz de şunu sorarız:
Neden Kur’ân’ı ölçü edinmeliyiz? Çünkü Kur’ân Allah tarafından korunmuştur
diyecektir. Peki hangi vesile ile korundu? Onu ezberleyen kullar vesilesiyle.
Ya hadisler korunmadı mı? Allah’ın, Nebi’sinin sünnetini korumaya sözü yok mu?
Elbette yazar Allah’ın böyle bir koruması olmadığını iddia ediyor. Biz de diyoruz ki, Allah’ın Kur’ân’ı korumasına hadislerin de korunması dâhildir, hatta korunması vaad edilen şey, öncelikle sünnettir. Şöyle ki:
Elbette yazar Allah’ın böyle bir koruması olmadığını iddia ediyor. Biz de diyoruz ki, Allah’ın Kur’ân’ı korumasına hadislerin de korunması dâhildir, hatta korunması vaad edilen şey, öncelikle sünnettir. Şöyle ki:
Allah Teâlâ “Sana da,
insanlara, kendilerine indirileni açıklayasın diye zikr’i indirdik” (Nahl 44) buyurmuştur. Burada insanlara
indirilen; Kur’ân’dır. İndirilen Kur’ân’ı açıklaması için peygambere indirilen
zikr ise sünnettir. Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor:
“Zikr’i biz, evet biz indirdik; onu muhafaza
edecek olan da elbette biziz” (Hicr 9)
Burada korunması vaad edilen zikr; Nahl 44. Ayette zikr olarak nitelenen
sünnettir. Kur’ân’ın korunması ancak sünnetin muhafazasıyla olur. Zira Nahl 44.
Ayetinde insanların Kur’an’ı doğru anlayabilmeleri peygamberin sünneti
tarafından açıklanmasına bağlanmıştır. Peygamberin Kur’an hakkında açıklaması
olmaksızın Kur’an doğru anlaşılamıyorsa, sünnet (yani zikr) korunmaksızın Kur’ân’ın
korunması anlam ifade etmeyecektir. Nasıl ki Kur’an lafızları, hafızlar
tarafından ezberlenip naklediliyorsa, Kur’ân’ın beyanı olan sünnet de hadis
hafızları tarafından ezberlenilip nakledilmiştir.
Şimdi geriye yazarın iftirası kaldı; hangi ravi, hangi hadisi uydurup ona bir de isnad eklemiştir?
O ravinin bunu uydurduğunu ne şekilde ispat edecektir?
Kur’ân’a arz edip tespit ederim iddiasıyla yazdığı kitaptaki zihin kuruntusu hurafe ve saçmalıklarla mı?
Şimdi geriye yazarın iftirası kaldı; hangi ravi, hangi hadisi uydurup ona bir de isnad eklemiştir?
O ravinin bunu uydurduğunu ne şekilde ispat edecektir?
Kur’ân’a arz edip tespit ederim iddiasıyla yazdığı kitaptaki zihin kuruntusu hurafe ve saçmalıklarla mı?
Hadisten anladığı şeyi Kur’an’dan
anladığı manaya arz ederek tespitte bulunmak en sapıkça ve Kur’an’ın kendisine
bizzat aykırı bir metottur. Zira Rabbimiz Azze ve Celle, kulların Kur’ân’ı,
peygamberin beyanı olmadan doğru bir şekilde anlayamayacağını zaten
bildirmektedir.
Dinde şahitlerin şahitliğine itibar esası
yazarı ilgilendirmiyor mu? Bu şahitlerden hangisinin kusuru olmuşsa ancak bunu
ispat ederek belirlemede bulunmalı, aksi halde kendilerine iftirada bulunduğu
binlerce ve hatta milyonlarca Müslümanın ve kuşkularıyla saptırdığı uydularının
ikişer elinin ahirette kendisinin iki yakasında olacağını unutmamalıdır.
Yazarın Ebu Hureyre Radıyallahu anh Hakkında Saptırmaları:
Yazar (s.2-3) şöyle diyor: “Bu senet uydurmalarını da ağırlıklı olarak 5374 hadis ile
hayalî bir şahıs olan Ebu Hureyre’ye isnad ettiler. Ebu Hureyre’nin kelime
manası kedinin babası demektir ve güya bu bir şahsın takma adı imiş. Böyle bir
şahıs bilinmediği gibi ne kendi adı ne de babasının adı bilinmemektedir. Adı hakkında
30 değişik rivayet olup adının ne olduğu tespit edilememiştir. Babasının adıyla
ilgili de çeşitli rivayetler yapılmaktadır. El-Kutb el-Halebi bunları kırk dört
değişik rivayete çıkarmaktadır. Ve bu iddiaların hepsi bir yakıştırmadan öteye
gidemez. Zira böyle bir şahıs kanaatimce hiçbir zaman yaşamamıştır.”
Cevap:
Yazarın “Ebu Hureyre diye birinin hiç
yaşamadığı” kanaati gibi kanaatlerin değeri olsaydı, ben de yazarın kendi babası
olarak bildiği şahsın aslında hiç yaşamadığı, aslında babasının, Allah’tan başka
kimse tarafından bilinmeyen başka birisi olabileceği şeklindeki kanaatimi dile
getirebilirdim. İnsanların şahitliklerine itibar etmeyi yazar kabul etmediği
için delil getirmekten de aciz kalırdı.
Yazarın Ebu Hureyre ve babasının ismi
hakkında nakledilenleri gündeme getirerek garip iddialarda bulunmasına gelince,
Hafız İbn Hacer rahimehullah, el-İsabe kitabında bu rivayetlerden birçoğunu
naklederek değerlendirmelerde bulunmuş, sonuç olarak şöyle demiştir: “Rivayetlerin
naklindeki sıhhat bakımından bu sayı şu üç isme indirgenir: Umeyr, Abdullah ve
Abdurrahman. İlk iki isim hem cahiliye’de hem de İslam’da kullanılan
isimlerdir. Abdurrahman ismi ise sadece İslam’a has bir isimdir.”
Ebu Hureyre radıyallahu anh’ın
rivayetlerine gelince, Ebu Hureyre radıyallahu anh en çok hadis rivayet eden
sahabelerden olmakla beraber, O’nun tek başına rivayet ettiği, yani tek kaldığı
hadislerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Buhari Hadisleri Hakkında Yazarın Tüccar Hesabı
Yazar, İmam Buhari’nin “herhangi bir
hadisi Sahih’ine almadan önce gusledip iki rekat namaz kılarak istiharede
bulunması” hakkında söylenenleri, çarpıtma amaçlı kullanarak matematik hesabına
girişiyor ve şöyle diyor:
“…Ayrıca
sahihini 16 yılda altı yüz bin hadisten seçerek tekrarlarıyla birlikte 9082
hadis yazmıştır, iddiası da vardır. Şöyle bir hesap yaparsak bu sözlerin
herhangi bir gerçeği ifade etmediği ortaya çıkar. Altı yüz bin hadis için altı
yüz bin defa yıkandığını ve her bir hadis için de iki rekat namaz
kıldığını söylemekle, böylece (600.000:16):365=103
kere hergün yıkanmıştı. Ayrıca (600:000x2) : (16x365)=205 rekat namaz
kılmıştır. Her rekati üç dakikada kılsa 3x205=605 dakika, bu da yaklaşık on
saat demektir. Günde 103 kere yıkanıp on saat namaz kıldığını ve bunu 16 sene
devam ettirdiğini iddia etmek, ciddiyetten uzak bir iddiadır…”
Cevap:
Tüccara sormuşlar; “iki kere iki kaç eder?”
diye, o da: “Alırken mi, satarken mi?” demiş.
Öncelikle yazar, 600.000 rakamını
kullanarak saptırma yapmıştır. Zira söz konusu ettiği rivayetlerde Buhari’nin
600.000 hadis için ayrı ayrı istihare yaptığı geçmemektedir. Bilakis altı yüz
bin hadis arasından seçtiği hadisleri Sahih’ine dâhil etmeden önce istihare
yapmasından bahsedilmiştir. Diğer bir çarpıtmayı da tekrarlarla birlikte tutan yekûn
üzerinden hesap yaparak sergilemiştir. Zira hadisin aslı için bir istihare
yapılması yeterlidir. Tekrarları için buna lüzum yoktur. Şu halde kaba hesapla
Buhari’nin Sahih’inde tekrarlar hariç 1750 hadis vardır. Şimdi hesabı tekrar
yapalım:
(1750:16) : 365= 0,299 eder. Yani Buhari’nin
16 sene boyunca her gün gusletmiş olması da gerekmez. Hatta mükerrer rivayetler
için ayrı ayrı guslettiğini düşünerek 9082 rakamını dikkate alsaydık sonuç: 1.5
çıkardı.
(1750x2) : (16x365)= 0,599 rekât namaz
eder. Şayet 9082 rakamı dikkate alınarak hesaplanırsa bu dafa 3,11 rakamı çıkardı.
İşte yazarın ne kadar maksatlı girişimler
içinde olduğu ortadadır. Kütüb-ü Sitte’nin Eleştirisi ve Kur’an’a Arzı
kitabının içeriği ise şimdiye kadar yazdıklarımdan anlayacağınız gibi daha
alçakça saptırmalar ve şeytanî hilelerle doludur. Şayet gerekir de, Allah ömür
ve imkân da verirse her iddiasına tek tek cevap yazarım.
Ferec Hüdür adlı şahsı inspeak adlı
programdan hatırlıyorum. Sünnet inkârcılarının odasına girmişti ve “Sünnet
olmak (hitan) fıtratı değiştirmektir” diyordu. Onun bu sözünü diğer sünnet inkârcıları
da hazmedememiş ve karşı çıkmışlardı. Hâlbuki onların savundukları kaideye göre
Ferec Hüdür’ü haklı bulmaları gerekiyordu. Tabîi olarak öne sürdükleri kaide,
sünnet olmanın Kur’ân’da değil, sünnette gelmiş olması sebebiyle, sünnet
olmanın reddedilmesini gerektiriyordu. Sünnet inkârcıları ortaya attıkları
kaideye muhalefet ediyorlardı. Çünkü şayet kabul edecek olsaydılar, zaten
yeterince içinde boğuldukları çıkmazlarına yenileri eklenecek, bundan sonra “fıtratı
değiştirmek olur” düşüncesiyle tırnaklarını, saçlarını, koltuk altı kıllarını,
hatta onlar için en zor olanı “sakallarını” kesemeyeceklerdi !!!
Sünnete uyarak, Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem’in hidayetine tabi olanlar için ise yollar açıktır: Onlar Nebî
sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine uyarak sakallarını serbest bırakırlar, tırnaklarını
keserler, koltuk altı kıllarını izale ederler ve çocuklarını da sünnet
ettirirler. Selam hidayete tabi olanların üzerine…