Bid'at ve
sapıklık ehlini reddetmek; tagutu reddetmektir ve en üstün cihaddandır.
el-Mikdad
b. el-Esved radıyallahu anh rivayet ediyor: “Allah’a yemin olsun, Allah, Nebi sallallahu
aleyhi ve sellem’i peygamberlerini gönderdiği fetret ve cahiliye dönemleri
içinde en şiddetli olanında gönderdi. Putlara ibadetten daha üstün bir din
görmüyorlardı. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem hak ile batılın, baba ile
evladının ayırıcısı olarak geldi. Öyle ki kişi babasının, çocuğunun veya
kardeşinin kâfir olduğunu görüyordu. Nitekim Allah onun kalbindeki kilidi imana
açmıştı. O halde ölse cehenneme gireceğini biliyordu. Sevdiği kimse cehennemlik
iken sevinemezdi. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve nesillerimizden gözlerimizin bebeği iyi
insanlar ihsan et.” (Furkan 74)" (Ahmed (6/2-3) El-Elbani es-Sahiha (2823)>
Şeyh el-Elbani bu hadisin açıklamasında şöyle
der: “Bu hadiste ayrımın bizzat kınanmış olmadığına açık bir delil vardır. Bazı
insanlar, Kitap ve sünnete davetten ve Kitap ile sünnete muhalif sonradan
çıkarılan şeylerden sakındırılmasından nefret ettirerek bunun vaktinin
gelmediğini gerekçe gösteriyorlar. Bu davetin insanları uzaklaştırdığını ve
insanların aralarını ayırdığını iddia etmeleri hak davet konusunda büyük bir
cahilliktir. Her zaman ve her yerde bu davetin karşısındaki muhalefet ve
çekişmeler, Allah Teâla’nın halk üzerindeki sünnetidir. Allah’ın sünnetinde
değişiklik olmaz. “Eğer Rabbın
dileseydi, insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa işte ihtilaf edip
durmaktadırlar. Ancak Rabbının merhamet ettikleri, (bu ihtilaftan) istisna
teşkil ederler” (Hud 118-119) (es-Sahiha 6/322)
Bilmek
gerekir ki, cerh ve ta’dil ile sapıklık ve bid’at ehlini reddetmek ilimlerin en
şereflisi ve en gereklisidir. Zira hak batıldan; sünnet, bid’atten ve sünnet
ehli, bid’at ehli olandan bu sayede ayrılır. Nitekim seleften ilim ehli bid’at
ehlini reddetmişler, onların kusurlarını ve batıllarını açıklamışlar, bu konuda
birçok kitaplar telif etmişlerdir. Öyle ki bu husus, her zaman ve her mekanda
bid’at ehlini reddeden Ehl-i Sünnet alimlerinin menheci olmuştur. Nitekim Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Sonradan gelen her bir neslin
arasından bu ilmi adaletli olanları yüklenip taşır. Bunlar aşırı gidenlerin tahriflerini,
batıl ehlinin sahiplenmelerini ve cahillerin yanlış tevillerini bertaraf
ederler." İbnul Vezir el-Yemanî Ravzu’l-Basim (1/21-23) Elbani; Tahricu’l-Mişkat (1/82-83/248)
Bu, usulü ve kaideleri olan bir
ilimdir. Bunu ancak alimler yerine getirmişlerdir. Bizler onlardan nakleden ve
onların menhecinde yürüyerek onların izlerine uyan kimseleriz. Allah’tan başarı
ve sebat dileriz. Bu husus, iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak kapsamında
olup Allah yolunda cihaddandır.
Cerh ve ta’dil ilmi iki kısma ayrılır. Hadislerin
ravileri ve isnadları hakkındaki cerh ve ta’dil ilmi hususunda kitaplar
yazılmış ve ravilerin durumları açıklanmıştır. İkinci kısmı ise bid’at ve
sapıklık ehlini red ile şahitlikler hakkındaki cerh ve ta’dil ilmidir ki
kıyamet gününe kadar devam edecektir.
Allah Azze ve Celle, Rasulü sallallahu
aleyhi ve sellem’i hidayet ve hak din ile göndermiş, sahabeler de tertemiz hak
üzere O’na tabi olmuşlardır. Sonra Kitap ve Sünnete muhalif olan bid’at
fırkaları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunun üzerine sahabeler onları reddederek
karşı çıkmışlar, onların batıllarını açıklamışlar ve onlardan
sakındırmışlardır. Salih selef ve onlara en güzel şekilde tabi olanlar da
onların yolunda devam etmişler, birisi çıkıp din hakkında ilimsiz olarak
konuştuğunda onu reddetmiş ve ondan sakındırmışlardır. Bu Allah için ve rasulü sallallahu
aleyhi ve sellem için nasihattir.
Muhalifi reddetmek Ehl-i Sünnet
akidesinin esaslarındandır. Bu, iyiliği emretmek ve kötülüğü
yasaklamaktır. Kitap ve sünnete muhalefet eden, bid’at ve sapıklıkları
yayanlara karşı nasıl sükut edilebilir? İlim ehli, Ehl-i sünnetten ve ilim
ehlinden biri olsa dahi, reddedilip yanlışının açıklanması gerektiğinde, kitap
ve sünnete muhalefet eden herkesi reddetmeye devam etmişlerdir. Peki ya ehl-i
sünnetten ve ilim ehlinden olmayan kimselerin, hatta Allah’a davet kapısını
cehaletle ve zulümle tıkayan, haramı helal, helali haram sayan, bid’atleri
yayarak hak davete karşı kafa tutanları reddetmemek nasıl düşünülebilir?
Böylesini reddetmek daha önceliklidir ve dinen farzdır. Batıl hakkında sükut
etmek ise ilmi gizlemektir. Şayet hata yapan ve cehaletiyle davete engel olan herkese
karşı susulsa ve yanlışı açıklanmasa ortam kaosa döner ve herkes din hakkında
konuşmaya başlar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İçinizden hayra çağıran,
iyiliği emreden ve kötülükten yasaklayan bir ümmet bulunsun.”
“İyilik
ve takva üzerinde yardımlaşın.”
“Asr'a yemin ederim ki, insan muhakkak hüsrandadır. Ancak
îman edenler, sâlih amel işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine
sabrı tavsiye edenler böyle değildir.”
Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Din nasihattir” Sahabeler: “Kimin
için?” dediler. Buyurdu ki: “Allah için, Kitabı için, rasulü için,
müslümanların imamları ve geneli için” Müslim (iman 95)
“Sizden
biriniz kendisi için istediği şeyi kardeşi için de istemedikçe iman etmiş
olmaz.” (Buhari 13) Muslim (iman 71)
“Sizden
her kim bir münker görürse eliyle değiştirsin, buna gücü yetmezse diliyle
değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle. Bu ise imanın en zayıfıdır.”
(Muslim iman 78)
Adiy b. Hâtim radıyallahu anh’den: “Bir
adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında hutbe verdi ve şöyle dedi: “Kim
Allah’a ve rasulüne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim de bu ikisine isyan
ederse sapmıştır” Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu: “Sen ne kötü bir hatipsin. “Kim de Allaha ve rasulüne isyan ederse”
de.” Muslim (Cuma 48)
İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan: Bir
adam Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve bir mesele hakkında konuştu. O
sırada: “Allah ve sen dilersen” dedi. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve
sellem: “Beni Allah’a ortak mı koştun! Yalnız Allah dilerse demelisin.” (Ahmed
no:1839) Buhari Edebu’l-Mufred (783) Nesai Sunenu’l-Kubra (10759) ve başkaları
rivayet etmişler, Şeyh el-Elbani sahih demiştir. es-Sahiha (139)
Ebu Vakıd el-Leysi
radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Huneyn gazasına
giderken müşriklerin çevresinde toplandıkları, “Zatu envat” dedikleri üzerine
silah ve diğer eşyalarını astıkları bir ağaca uğradı. Müşrikler topluca onun
çevresinde oturuyorlardı. Sahabeler dediler ki: “Ey Allah’ın Rasulu müşriklerin
olduğu gibi bizim de bir “Zatu envat”ımız olsa iyi olmaz mı? Bize de böyle bir
yer seç?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Subhanallah!
Bu sizin dediğiniz kardeşim Musa’nın kavminin dediğine benzer. Onlar da “Ey
Musa! Müşriklerin ilahları olduğu gibi bizim için de ilahlar edin” dediler.
Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizden öncekilerin adetlerini birer
birer işleyeceksiniz." (Tirmizi (2180) Ebu Ya’la (3/30) Ahmed (5/218) İbn Hibban (15/95) Taberani (3/244)
Amr b. Yahyâ’dan:
Babamı, babasından (naklen) şöyle rivayet ederken duydum: (Babam) dedi ki:
"Sabah namazından önce Abdullah b. Mes'ûd'un kapısının önünde otururduk.
Çıktığında, onunla beraber mescide giderdik. Neyse (bir gün) Ebû Mûsâ el-Eş'arî
yanımıza geldi ve: "Ebû Abdirrahman (Abdullah b. Mes’ûd) şimdiye kadar
yanınıza çıktı mı?" dedi. "Hayır" dedik. O da bizimle beraber
oturdu. Nihayet (Abdullah) çıktı. Çıkınca toptan ona ayağa kalktık. Sonra Ebû
Mûsâ ona şöyle dedi: "Ey Ebû Abdirrahman! Biraz önce mescidde yadırgadığın
bir durum gördüm. Ama yine de, Allah'a hamd olsun, hayırdan başka bir şey
görmüş değilim. (Abdullah): "Nedir o?" diye sordu. O da; "Yaşarsan
birazdan göreceksin" dedi (ve) şöyle devam etti:
"Mescidde
halkalar halinde, oturmuş, namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkada
(idareci) bir adam, (halkadakilerin) ellerinde de çakıl taşları var. (İdareci):
"Yüz defa Allahu ekber deyin" diyor, onlar da yüz defa Allahu Ekber
diyorlar. Sonra, yüz defa La ilahe illallah, deyin diyor, onlar da yüz defa La
ilahe illallah diyorlar. Yüz defa Subhânallah deyin diyor, onlar da yüz defa
Subhânallah diyorlar."
"Peki, onlara ne dedin?" dedi.
"Senin görüşünü bekleyerek -veya "senin emrini bekleyerek"-
onlara bir şey söylemedim." dedi. Dedi ki; "Onlara kötülüklerini
sayıp (hesap etmelerini) emretseydin ve (bununla) iyiliklerinden hiçbir şeyin
zayi edilmeyeceğine dair onlara güvence verseydin ya!" Sonra gitti, biz de
onunla beraber gittik. Nihayet o, bu halkalardan birine geldi, başlarında durdu
ve şöyle dedi: "Bu, yaptığınızı gördüğüm şey nedir?"
Dediler ki; "Ey
Ebû Abdirrahman! (Bunlar) çakıl taşları. Onlarla Allahu Ekber, La ilahe
illallah ve Subhânallah deyişleri sayıyoruz." (Bunun üzerine Abdullah b.
Mes'ûd) dedi ki; "Artık kötülüklerinizi sayıp (hesap edin)! Ben,
iyiliklerinizden hiç bir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim. Yazıklar olsun size
ey Muhammed ümmeti! Ne çabuk helâk oldunuz! Peygamberinizin -salallahu aleyhi
ve sellem- şu sahabesi (içinizde hâlâ) bolca bulunmakta. İşte onun elbiseleri,
(henüz) eskimemiş; kapları, (henüz) kırılmamış. Canım elinde olan (Allah'a)
yemin olsun ki, sizler kesinlikle (ya) Muhammed'in dininden daha doğru yolda
olan bir din üzerindesiniz (-ki bu imkânsızdır) veya bir sapıklık kapısı
açmaktasınız."
Onlar; "Vallahi,
Ey Ebû Abdirrahman, biz, başka bir şey değil, sadece hayrı (elde etmeyi)
istedik" dediler.
(O da) şöyle karşılık
verdi; "Hayrı (elde etmek) isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde
edemeyeceklerdir. Rasûlullah -salallahu aleyhi ve sellem- bize haber vermişti
ki; “Kur'an'ı okuyacak olan bir topluluğun (bu okuyuşları sadece dilde
kalacak), onların köprücük kemiklerini ileriye geçmeyecek.” (hadisin bu kısmı hakkında;bkz.: Muslim (1/663); İbn Mâce (1/59); Ahmed (1/380, 404).el-Elbânî, es-Sahîha (2005). Vallahi,
bilmiyorum, belki onların çoğu sizdendir." Sonra (Abdullah) onlardan yüz
çevirdi. (Amr b. Yahya'nın dedesi) Amr b. Seleme, bundan sonra şöyle dedi: “Bu
halkalardaki (insanların) çoğunu, en-Nehrevân olayında, Haricîlerin yanında
bize karşı vuruşurken gördük." (Bu rivayet İbn Mes’ud radıyallahu anh’den birçok rivayet yoluyla gelmiştir. Bkz.: Darimi (1/79). Abdurrazzak (5408-5409); Ahmed, Zühd (2116); Taberânî (9/125-128 no: 8628-8639); İbn Vaddah, el-Bid’a (s.8-13 no: 9-24); Ebû Nuaym, el-Hilye (4/380-381); Ziyâ el-Makdisî, İttibau’s-Sunen (s.1); Eslem b. Sehl Bahşel, Tarihu Vasıt (s.198); Ebû Şâme el-Bâis (s.14); Suyuti el-Emru Bi’l-İttiba (s.83) İbnu’l-Cevzi Telbîsu İblîs (s.17). Heysemî, Mecmau'z-Zevâ'id’de (1/181); el-Elbânî, es-Sahîha’da (5/4) ve et-Tarhûni, Kâsımî’nin Cem’u’l-Fevâid adlı eserinin tahkikinde (s.9) sahih demişlerdir.
Bunlar ve sözün uzamaması için terk
ettiğimiz daha başka pekçok deliller, hatanın reddedilmesinin ve muhalife karşı
çıkmanın farz olduğunu göstermektedir. Bu konuda esas; iyiliği emretmeyi ve
kötülüğü yasaklamayı emreden naslardır.
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Sünneti
emretmek ve bid’ati yasaklamak iyiliği emir ve kötülüğü yasaklamaktır ve bu
salih amellerinden en üstünlerindendir…”
Yine İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Birisi
Ahmed b. Hanbel’e şöyle dedi: “Bana; “Filan kimse şöyledir, falan kimse
böyledir” demek ağır geliyor.” Bunun üzerine Ahmed dedi ki: “Sen susarsan, ben
susarsam cahil kimse sahih ile sahih olmayanı nasıl bilecek?” Hata eden veya
yalan söyleyen hadis ravileri hakkında konuşulmasında olduğu gibi, dinin özel ve genel maslahatları hakkında
nasihat de farzdır.
Yahya b. Said rahimehullah şöyle
demiştir: “Malik, Sevrî, Leys b. Sa’d ve el-Evzâî’ye hadis hususunda itham
edilen bir kimse hakkında sordum. Hepsi de: “Onun durumunu açıkla” dediler.
“Bid’at önderleri ile kitap ve sünnete
aykırı görüş ve amel sahipleri de böyledir. Onların durumlarını açıklamak ve
ümmeti onlardan sakındırmak müslümanların ittifakı ile farzdır. Hatta Ahmed b.
Hanbel’e şöyle denilmiştir: “Oruç tutan, namaz kılan ve itikaf yapan birisi mi
yoksa bid’at ehli hakkında konuşan biri mi sana daha sevimlidir?” İmam Ahmed rahimehullah
dedi ki: “Eğer namaz kılar, oruç tutar ve itikaf yaparsa bunlar ancak kendisi
içindir. Ama bid’at ehli hakkında konuşan müslümanların yararına bir iş
yapmıştır ve bu daha faziletlidir.” (Mecmuu’l-Fetava 4/110, 28/231-232)
İbn Teymiyye şöyle demiştir: “Böylece
İmam Ahmed bunun müslümanların geneli ve dinleri hakkında faydalı olduğunu,
bunun Allah yolunda cihaddan olduğunu açıklamıştır. Zira Allah’ın yolunun,
dininin, menhecinin ve şeriatinin bu bozguncu düşmanlardan temizlenmesi,
müslümanların ittifakıyla farz-ı kifayedir. Şayet Allah, bunu yerine getiren
kimseler vesilesiyle o kimselerin zararını def etmeseydi elbette din ifsat
olurdu. Dinin ifsat olması, düşmanın ve harp ehlinin istila etmesinden daha
büyük bir fesattır. Zira onlar toprakları istila ettikleri zaman kendilerine
uymayanların kalplerini ve o kalplerde olan dinleri bozamazlar. Ama bunlar
öncelikle kalpleri bozarlar.”
Bu yüzden imamlarımız selefin
menhecinden sapmış kimselere yağcılık yapanlardan daha fakih idiler. Hatta onların
cihadını iki cihaddan en büyük olanı olarak görmüşlerdir. Nitekim Buhari ve
Muslim’in şeyhi olan Yahya b. Yahya rahimehullah şöyle demiştir: “Sünneti
savunmak Allah yolunda en üstün cihaddır” Muhammed b. Yahya dedi ki: “Ben Yahya’ya:
“Kişi malını infak ediyor, cihadda kendisini yoruyor, bundan da mı üstün?”
dedim. O dedi ki: “Evet, hem de çok üstün.” (Bunu, Nasr b. Zekeriyya – Muhammed
b. Yahya ez-Zuhli – Yahya b. Yahya isnadıyla Herevî rivayet etmiştir. Siyeru
Alami’n-Nubela (10/51)
Buhari’nin şeyhi el-Humeydi şöyle
demiştir: “Vallahi Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini
reddeden şu kimselerle savaşmam benim için türklerden olan birçok kimse ile
savaşmaktan daha sevimlidir.” Burada Türkler ile o sırada kafir olan Türkleri kasdetmiştir. Nitekim
bu ifadenin benzeri el-Humeydi’nin tabakasından üstte de mevcuttur. Asım b.
Şumeyh şöyle demiştir: “Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’ı yaşlanmış ve eli
titrer halde gördüm. Şöyle diyordu: “Haricilerle savaşmak benim için türklerden
birçok kimse ile savaşmaktan daha değerlidir.”
Bu yüzden İbn Hubeyre, Ebu Said radıyallahu
anh’ın Haricilerle savaş hakkındaki hadisi hakkında şöyle demiştir: “Hadiste
haricilerle savaşmanın, müşriklerle savaşmaktan öncelikli olduğu geçmektedir. Bunun
hikmeti onlarla savaşmanın İslam’ın temel sermayesi, şirk ehliyle savaşmanın ise
kazanç olmasıdır. Sermayenin korunması daha önceliklidir.”
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam rahimehullah
şöyle demiştir: “Sünnete sarılan kor avuçlamış gibidir. Bugün bana göre bu,
Allah yolunda kılıç vurmaktan daha faziletlidir.” (Tarihu Bağdad (12/410)
İbnu’l-Kayyım şöyle demiştir: “Hüccet
ile cihad ve dil ile cihad, kılıçla ve dişlerle cihaddan önceliklidir.”
Bu yüzden bid’at ehlinin reddedilmesi, onların
utandırılması ve batıllarının açıklanması ilmin gereğidir. Bid’at ve sapıklık
hakkında susmak ise din ve dünya hakkında münker ve bâtılın yayılması karşısında
sükut etmektir. Bunun için bu ilim, dinin korunmasında en önemli ve
pekiştirilmiş farzlardan birisidir.
Nitekim Sahabeler radıyallahu anhum ve
onların yolunda yürüyen tabiin ve din imamları bu farzı idrak etmiş ve hakkıyla
uygulamışlardır. Hafız Ebu Hatim b. Hibban el-Bustî rahimehullah şöyle
demiştir: “Bu ilmin süvarileri müslümanlar için dini koruyanlar ve onları
dosdoğru yola iletenlerdir. Onlar şehirlerde sünnetleri talep yolunda çölleri
ve çorak arazileri aşmayı, uzun yolculuklara çıkmayı ve birçok ülkelerde
dolaşmayı, yurtlarında ve vatanlarında nimetlenmeye tercih etmişlerdir. Hatta sünnetlere
saptırıcı bir kimsenin saptırması girmesin diye, bir tek hadis ve tek bir
kelime için günler süren fersahlarca uzak yollara gitmişlerdir. Onlar bunu Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini yalandan korumak ve dine destek olmak
için yapmışlardır.” (el-Mecruhin 1/27)
Hak ile batılın mücadelesinin kıyamet
gününe kadar süreceği bilinen bir durumdur. Bu durumda sahabe radıyallahu anhum’un,
tabiinin ve din imamlarının; şeriat-ı Muhammediyye’yi aşırıların
tahriflerinden, batıl ehlinin sahiplenmelerinden ve cahillerin tevilinden
koruma ve dini safiyetiyle muhafaza etme menhecinde devam etmek, bununla
beraber Allah’ın farz kıldığı; halk için hakkı açıklayıp batılı reddetme
görevini yerine getirmek kaçınılmaz bir zorunluluktur.
İbn Kayyım Medaricu’s-Salikin’de
(1/372) şöyle demiştir: “Selef, bidat önderlerine şiddetle karşı çıkmışlar,
bidat ehlini her yerde yüksek sesle ilan etmişler, onların fitnelerinden şiddetle
sakındırmışlar, kötülük, zulüm ve düşmanlıklara karşı çıktıklarından daha
fazlasıyla bidat ehline karşı çıkmışlardır. Çünkü bidatlerin zararı ve dini
yıkması daha şiddetlidir.”
Hidayetu’l-Hiyara’da ise (s.10) şöyle
demiştir: “Allah’ın kitabına ve rasulüne hakaret edenleri reddetmek, onlarla
delil ve açıklamayla, dişler ve kılıçla, kalp ve gönülle cihad etmek, Allah’ın
kulları üzerindeki hakkındandır. Bundan ötesinde ise hardal tanesi kadar iman
yoktur.”
Allame İbn Muflih, el-Adabu’ş-Şer’iyye
kitabında (1/230) şu şekilde başlık açmıştır: “Bidatleri ve sapıklıkları iptal
etmenin ve bunların batıl oluşuna dair hüccet ikamesinin farz oluşu” Sonra
şöyle demiştir: “Nihayetu’l-Mubtediîn’de şöyle
denilmektedir: “Saptırıcı bid’atlere karşı çıkılması ve bunların batıl oluşunun
açıklanması, bu bidatlerin sahiplerinin kötülüklerinin açıklanması ve
reddedilmesi farzdır. Kötülüğe karşı çıkmak için sultana şikayet edebilen eder.
Eğer onun karşı çıkmayacağından endişe ederse kendisi karşı çıkar.”
Şeyhulislam
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir: “Dinin düşmanların iki türdür:
kafirler ve münafıklar. Allah, nebisine her iki grupla da cihad etmesini
emrederek şöyle buyurmuştur: “Kafirlerle ve münafıklarla cihad et ve
onlara sert davran” (Tevbe 73) zira Münafık toplulukları kitaba aykırı
bid’atler çıkarmakta ve insanlara onu karışık göstermektedirler. İnsanlar
kitabın bozulması ve dinin değiştirilmesini fark edemiyorlar. Nitekim bizden
önceki kitap ehlinin dini, o dinin mensuplarının karşı çıkmadıkları tebdiller
(dinde değişiklikler) ile bozulmuştu. Bidatçi topluluklar münafıklar olmasalar
da münafıkları dinlemişler ve durumları onlara karışık gelmiş, onların kitaba
aykırı sözlerini hak zannetmişler ve böylece münafıkların bidatlerine davet eden
kimseler haline gelmiştir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Eğer
sizinle birlikte (savaşa) çıksalardı sizi bozmaktan başka bir işe yaramazlar,
içinizde fitne çıkarmak için hemen aranıza sokulurlardı; zira içinizde onlara
kulak veren kimseler vardı. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.” (Tevbe
47)
Yine
onların durumlarını açıklamak zorunludur. Hatta onların fitnesi daha büyüktür.
Zira onlarda, kendilerine dostluk gösterilmesini gerektiren iman vardır fakat
münafıkların dini bozmak için çıkardıkları bidatlere girmişlerdir. Bu
bidatlerden sakındırılması zorunludur. Bu husus onların isimlerini ve
şahıslarını zikretmeyi de gerektirebilir. Hatta şayet bu bidatleri bir
münafıktan almış olmasalar da bunların dinden olduğu için hidayet ve iyilik
olduğunu söylerler. Şayet durum böyle
olmasaydı bile yine onun açıklanması gerekirdi. Bu yüzden hadis ve rivayet
hususunda hata eden, görüş ve fetva hususunda hata eden ve zühd ve ibadet
hususunda hata kimselerin durumlarını açıklamak farzdır. Hata eden kişi hatası
bağışlanmış ve içtihadından dolayı ecir almış bir müçtehit dahi olsa durum
böyledir. Kişinin kendisi söz ve ameliyle muhalefet etse dahi, Kitap ve sünnetin
delalet ettiği söz ve ameli açıklamak zorundadır.” İbn Teymiyye el-Fetava
28/231-232)
İbnu’l-Kayyım
rahimehullah şöyle demiştir: “Kalplerin iki kalbe döndüğünü açıkladıktan sonra;
bir kalp Allah’ı isimleri ve sıfatlarıyla bilir, bunları Allah Azze ve Celle’nin
muradına göre tahrifsiz, ta’tilsiz, tekyifsiz ve temsilsiz olarak ispat eder.
Bir kalp de şüphe, tartışma ve kelam ile doludur, bunları bilmeye itiraz eder ve
tahrif eder. Bu kimse ehli hadis tarafından tekfir edilir, bidatçi ve sapık
görülür. Bu yüzden Allah’ın sıfatlarını cisimleştirme ve benzetme yaparak ispat
etmeye kalkar. Bu ikinci kalp hakkında şöyle denir: Bundan ve imanda bunun
benzerlerinden büyük bir musibet yoktur. Kur’an ve sünnete karşı ondan kötü suç
yoktur. Kalp, el ve dil ile buna karşı cihad etmek Rahman’ın en sevdiği ameldir.
Bu mizanda en ağır gelecek olan cihaddır.
Hüccet ve dil ile yapılan cihad, kılıç ve dişlerle yapılan cihaddan
önceliklidir. Bu yüzden Allah Teâlâ el ile cihadın olmadığı Mekke döneminde inen
surelerde, sakındırarak ve kınayarak şöyle buyurmuştur: “Kafirlere itaat
etme ve onlara karşı büyük bir cihad ver.” (Furkan 52) Allah Teâlâ
müslümanların arasında yaşamalarına rağmen münafıklarla cihad edilmesini ve
onlara sert davranılmasını emretmiştir: “Ey nebi! Kafirlerle ve
münafıklarla cihad et ve onlara sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir
ki, o ne kötü varış yeridir” (Tevbe 73) İlim
ve hüccet ile cihad, nebilerin, rasullerin ve Allah’ın hidayet ve başarıya
tahsis ettiği seçkin kullarının cihadıdır.
Kalemlerin
en şereflisi bidat ve sapıklık ehlini reddetme
kalemidir.
İbnu’l-Kayyım
rahimehullah, kalemlerin türlerini açıklarken şöyle demiştir: “On ikinci kalem;
kapsamlı kalemdir. Bu, batıl ehlini reddeden ve sünneti yücelten kalemdir. Batıl
ehlinin batıllarını farklı türleri ve cinslerine göre ortaya çıkarır, onların
çelişkilerini ve haktan çıkıp batıla girişlerini açıklar. İşte bu kalem,
kalemler arasında tıpkı insanlar
arasındaki krallar gibidir. Bu kalemin sahipleri Rasul ile gelenlerle
desteklenen hüccet ehlidir. Rasulün düşmanlarına karşı harbeder. Onlar Allah’a
hikmet ve güzel öğütle davet ederler. Allah’ın yolundan cedel ve tartışma
türleriyle çıkanlarla mücadele ederler. Bu kalemin sahipleri her batıl ehliyle
savaşırlar ve rasule muhalefet eden herkesin düşmanıdırlar. Onların yeri başka,
diğer kalem sahiplerinin yeri başkadır.” (et-Tıbyan Fi Aksami’l-Kur’an
s.132)
Abdulaziz Alu’ş-Şeyh’in fetvası:
Soru:
“Şöyle diyen kimse hakkında ne dersiniz: Bidat ve sapıklık ehlini reddetmek,
selefin üzerinde durdukları şeylerden değildi. Reddiyeler yazmışlarsa da
bunların ilim talebelerinden başkasına yayılması uygun
değildir”
Cevap:
Bidat ehline reddiye vermek Allah yolunda cihaddandır ve dine dinden olmayan
şeylerin yapışmasını önlemektendir. Bu konuda kitaplar basılması ve dağıtılması
hak davet ve Allah yolunda cihaddir. Bidatçileri reddetmek için kitaplar
basmanın ve dağıtmanın sonradan çıkma bidat olduğunu iddia eden hatalıdır. Zira
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Ey Nebi! Kafirlerle ve
münafıklarla cihad et ve onlara sert davran” (Tevbe 73) Cihad el ile,
dil ile ve mal ile olur. Dil ile cihad; bu dini her türlü şüphe ve batıllardan
savunmak ve himaye etmektir. Bidatlerden sakındırma ve hakka davet etmek de
böyledir. Bu yüzden İmam Ahmed ve başkaları bidatçilerden sakındırdıkları
kitaplar yazmışlardır. İmam Ahmed er-Reddu Ale’z-Zenadika risalesini yazmış,
onların şüphelerini açıklamış ve herbirine cevap vermiştir. Buhari rahimehullah
Halku Ef’ali’l-İbad kitabını yazmış, diğer islam imamları da bidatçileri
reddetmek, batıllarını çürütmek ve aleyhlerine hucceti ikame etmek için kitaplar
telif etmişlerdir. Aynı şekilde Şeyhulislam İbn Teymiyye, Rafizilere
“Minhacu’s-Sunneti’n-Nebeviyye Fi Nakdi Kelami’ş-Şia ve’l-Kaderiye” kitabını
yazmış ve onların batıl ve sapıklıklarını açıklamıştır.”
(Ceridetu’r-Riyadi’s-Suudiyye, 4 Muharrem 1424 Cuma sayı: 12674,
Fetava’l-Muhimme Fi Tabsiri’l-Umme’den)